AMERİKA
Yangınlar devam ederken: Beverly Hills milyarderleri eyaletin su kaynaklarına nasıl çöktü?
Yayınlanma
Yazar
Emre Köse
Kaliforniya eyaletindeki durdurulamayan yangınlar, her yıl daha da şiddetlenerek devam ederken, bu krizin ardındaki nedenler giderek daha görünür hale geliyor. Bu yangınların yalnızca iklim değişikliğiyle değil, aynı zamanda eyaletin su kaynaklarının yönetimi ve büyük tarım şirketlerinin bu kaynakları kontrol etme biçimiyle de doğrudan bağlantılı olduğu ortaya çıkıyor. Pistachio Wars belgeselinin yapımcılarından gazeteci Yasha Levine, bu karmaşık sorunu gözler önüne seriyor. Beverly Hills’in ünlü milyarder tarım oligarkları Lynda ve Stewart Resnick, devasa tarım arazilerini sulamak için Los Angeles şehrinden daha fazla su tüketmeleriyle dikkat çekiyor. Resnick’lerin su stoklama ve kullanım politikaları, Kaliforniya’daki yangın krizinin sembolü haline geldi ve sosyal medyada viral oldu.
Resnick’ler, Central Valley’deki binlerce dönümlük badem, antep fıstığı ve diğer tarım ürünleri plantasyonlarını sulamak için Kaliforniya’nın sınırlı su kaynaklarını yoğun bir şekilde sömürüyor. Bu durum, eyaletin kuzeyinden güneyine uzanan devasa bir “terraforming” sistemine bağımlılık yaratıyor. Bu sistem, suyu kuzeydeki dağlık bölgelerden güneydeki tarım alanlarına ve şehirlere taşıyarak, eyaletin tarım ve şehirleşme odaklı ekonomik çıkarlarını korumayı amaçlıyor. Ancak bu mühendislik harikası gibi görünen sistemin doğaya ve topluma olan maliyeti oldukça ağır.
Barajlar ve su kanallarıyla kontrol altına alınan nehirler, doğal akışlarını kaybediyor ve bu durum ekosistemlerin çökmesine neden oluyor. Doğal yangın döngüleri bozulurken, kuraklık ve su kıtlığı yangın riskini daha da artırıyor. Ayrıca, yoğun şehirleşme ve tarım alanlarının genişlemesi, yangınların yayılmasını kolaylaştırıyor. Bu kriz, Kaliforniya’nın oligarşik zenginlik ve emlak spekülasyonu üzerine kurulu tarihinin bir yansıması olarak görülüyor. Resnick’ler, bu geleneğin modern temsilcileri olarak, eyaletin su kaynaklarını kontrol eden ve kâr odaklı politikalarıyla doğal dengeyi bozan bir sistemin parçası haline geldi.
Beverley Hills’li tarım milyarderleri Stewart ve Lynda Resnick’in Kaliforniya’nın su kaynaklarını nasıl özelleştirdiklerinin hikayesi
Yasha Levine, The Exiled
Kasım 2019
Kaliforniya’da bir grup su oligarkı, felaketle sonuçlanan bir deregülasyon ve özelleştirme planını hayata geçirdi. Ve bunu, herhangi bir ciddi kamuoyu tepkisi olmadan, yüz milyonlarca dolarlık vergi mükellefi parasını cebe indirerek yaptılar. Kaliforniya’nın en değerli kaynağı olan su üzerinde sahip oldukları bu güç ve kontrol, bizi şok etmeli ve korkutmalı. Tabii, daha fazla insan bu durumun farkında olsaydı, bu tepkiyi verirdik. Fakat asıl korkutucu olan şu: Giderek kıtlaşan ve aşırı kullanılan Kaliforniya su kaynaklarının daha büyük bir kısmını ele geçirmek için planlar yapıyorlar. Bu durum, kesinlikle su kıtlığına, fiyatların yükselmesine ve Kaliforniya’nın çevresinde telafisi imkânsız tahribatlara yol açacak.
Kaliforniya, oldukça kötü bir kuraklık döneminin üçüncü yılında. Ve bazı çok güçlü çevreler, bu küçük krizi boşa harcamıyor; Vali Schwarzenegger ve Senatör Dianne Feinstein’a yoğun bir şekilde lobi yapıyor, Fox News’in Sean Hannity gibi kurumsal destekçilerine para ödüyor ve insanların kuraklık korkusunu kullanarak devasa bir su projesini dayatmaya çalışıyorlar. Bu proje, daha fazla su pompalamayı, daha fazla baraj inşa etmeyi ve eyaletin nehirlerini kurutmaya devam etmeyi hedefliyor. Korku salma taktikleri şöyle işliyor: Kaliforniya, felaket boyutlarında bir su krizinin eşiğinde ve hayatta kalma mücadelesi kapıda. Bu mücadelede, geçim kaynaklarını korumak isteyen küçük çiftçiler, Amerikalıların işlerinden çok çevreyi önemseyen büyük şehir elitlerine karşı savaşıyor. Ancak gerçekte, bu kuraklık histerisi büyük tarım şirketlerinin desteklediği bir korkutma taktiğinden ibaret. Amaç, Kaliforniya seçmenlerini, küçük çiftçilere (ki zaten çok az kaldı) pek de fayda sağlamayacak, şirketlere daha fazla su sağlayıp onların arazilerini sübvanse edecek, emlak geliştirmeyi destekleyecek ve büyük ölçekli su özelleştirmesini mümkün kılacak milyarlarca dolarlık baraj ve kanal sistemini inşa etmeye zorlamak. Özünde, bu, Kaliforniya’nın süper zenginlerinin su için herkese karşı yürüttüğü bir savaş.
Kaliforniya’daki bu son su özelleştirme çabalarının lideri, Beverly Hills’li bir milyarder olan Stewart Resnick. Stewart ve eşi Lynda Resnick; çiçek siparişi şirketi Teleflora, Fiji Water, Pom Wonderful, pestisit üreticisi Suterra ve Amerika’nın en büyük tarım şirketi olan Paramount Agribusiness’i kontrol eden Roll International Corporation adlı özel bir şemsiye şirkete sahipler. Paramount Agribusiness aynı zamanda dünyanın en büyük antep fıstığı ve badem üreticisi konumunda. Roll Corp., 2008 yılında Forbes’un Amerika’nın en büyük özel şirketleri listesinde 246. sırada yer aldı ve 2007 yılında 1,98 milyar dolarlık bir gelir elde etti.
Resnick’ler birbirini tamamlanan lüks, liberal, kariyerli bir çift. Politikada, iş dünyasında ve hayır işlerinde oldukça aktif olan çift, Demokrat Parti için büyük miktarda para topluyor, sanata bağış yapıyor, eğitimi destekliyor ve Arianna Huffington ile küresel ısınma karşıtı aktivist ve An Inconvenient Truth filminin yapımcısı Laurie David gibi etkili ilerici isimlerle yakın ilişkiler kuruyor. Stewart Resnick, 2000 ile 2003 yılları arasında Gray Davis kampanyasına ve çeşitli anti-geri çağırma gruplarına 350 bin doların üzerinde bağış yaptı. Vali Davis de bu iyiliğin karşılığını, Resnick’i tarım-su geçiş ekibinin eş başkanı olarak atayarak verdi. Lynda ise kurnaz bir iş kadını olarak, Pom Wonderful’ı satmak için nar sağlığı çılgınlığını tek başına yarattığı ve Fiji Water’ı son başarısına taşıdığı için tanınıyor. Ancak bu başarı, çevrecilerin tepkisini çeken bir başarı oldu; Anna Lenzer tarafından Mother Jones’ta yakın zamanda belgelenmişti.
Fakat bu jet sosyete Baby Boomer çiftiyle ilgili anlatılanların çoğunda büyük bir boşluk var: Onların şirketi Roll International, Amerika’nın en büyük özel su aracılarından biri, hatta belki de en büyüğü. Bir dizi yan şirket ve organizasyon aracılığıyla, Roll International, Kaliforniya’nın suyunu kamuya ait, paylaşılan bir kaynak olmaktan çıkarıp, piyasada en yüksek teklifi verene satılabilecek özel bir varlığa dönüştürebiliyor.
Her şey, Stewart Resnick’in, Kaliforniya’nın en önemli kamu hizmeti olan suyun deregülasyonunu sağlamaya yönelik bir planın merkezinde bulunan, güçlü ancak çok az bilinen Kern County Su Bankası’nın yaratılmasındaki rolüne dayanıyor.
2003 yılında Public Citizen tarafından yayımlanan “Su Hırsızlığı” başlıklı rapora göre, Kern County Su Bankası, Central Valley’nin en sıcak, en kurak ve en güney ucunda bulunan bir yeraltı su depolama tesisi. 1 milyon hektometreküp kapasitesiyle, tüm Rhode Island eyaletini bir fit derinliğinde bataklığa dönüştürmeye veya Los Angeles şehrine 1,7 yıl boyunca su sağlamaya yetecek kadar büyük. Su bankası, 1980’lerin sonunda Su Kaynakları Departmanı tarafından uzun süreli kuraklığa karşı bir önlem olarak tasarlandı. Yağışlı yıllarda, Kuzey Kaliforniya ve Sierralar’dan gelen fazla suyu depolayacak, kurak yıllarda ise bu suyu pompalayacaktı. Kaliforniya, bu yeraltı rezervuarını geliştirmek ve eyaletin kamuya ait kanallarına ve su yollarına bağlamak için neredeyse 100 milyon dolar harcadı. Ancak 1995 yılında, Kaliforniya Su Kaynakları Departmanı, hiçbir kamuoyu tartışması olmadan ve aniden, bu rezervuarı bir avuç kurumsal çıkar grubuna devretti.
Los Angeles Times yazarı Mark Arax, 2003 yılında bu durumu şöyle anlatmıştı:
“Eyaletin en büyük su bankasının —74 milyon dolarlık vergi mükellefi parasıyla hayata geçirilen— Stewart Resnick’in özel imparatorluğunun ayrılmaz bir parçası haline gelmesinin hikayesi, bir dava ya da en azından dava tehdidiyle başlıyor.
1990’ların başında sona eren yedi yıllık kuraklık, Metropolitan Su Bölgesi gibi Güney Kaliforniya su taahhütçülerini, Kern County Su Ajansı gibi tarımsal taahhütçülere karşı karşıya getirdi. Her bölge, eyalete, uzun süredir devam eden sözleşmelerle garanti edilen suyu neden almayı hak ettiğini açıklıyordu. Kuraklığın en kötü yıllarında, kentsel kullanıcılar suyun yüzde 30’unu alırken, Kern çiftçileri yüzde 5’ten azını aldı.
1994 yılında, tarımsal ve kentsel çıkar grupları, suyun teslim edilmemesi nedeniyle eyalete dava açma tehdidinde bulundu. Ana taraflar, Monterey’de kapalı kapılar ardında bir toplantıda bir araya gelerek anlaşmaya varmaya çalıştı. Kamu yararı grupları, çevreciler ve daha küçük su taahhütçüleri —toplantıya alınmayanlar— buna itiraz etti.
Toplantı sona erdiğinde, Kaliforniya’nın su akışı tamamen yeniden yönlendirilmişti.”
Yeniden yönlendirilmiş, yani “özelleştirilmiş”ti.
Transferin detayları karmaşık ve şeffaf olmasa da, kısaca izah etmek gerekirse, Kaliforniya eyaleti, küçük bir grup kurumsal çiftçiyi, devasa bir su depolama tesisi ve depolayabileceği milyarlarca galon devlet teşvikli suyu devrederek fiili bir su oligarşisine dönüştürdü. Ne kadar gizemli ve önemsiz görünse de, su bankasının devri, eyaletten satın alınan sübvansiyonlu suya genellikle uygulanan yeniden satış kısıtlamalarını da aşmış oldu. Su, Kern County Su Bankası’na girdikten sonra, kamuya ait bir kaynak olmaktan çıkıp yerel olarak mahsulleri sulamak ya da serbest piyasada en yüksek teklifi verene satmak için kullanılabiliyordu. Transfer, suyu açıkça özelleştirme ihtiyacı duymadan özelleştirmiş oldu.
Fakat Monterey’de toplanan bu gizli ekip, sadece bir yeraltı su rezervuarını özelleştirmekten fazlasını yaptı. Kaliforniya’nın su oligarşisi, eyaletin su piyasasının kontrolünü ele geçirecek ve havadan var olmayan su yaratma kabiliyeti kazandıracak bir plan üzerinde anlaştı.
Kapalı toplantılardan çıkan revizyonlar, “Monterey Değişiklikleri” olarak adlandırıldı. Bu değişiklikler, tarihte ilk kez, Kaliforniya’da düzenlenmemiş su ticaretini mümkün kılan bir yasal çerçeve oluşturdu. “Sanal su” kavramını yaratarak, suyun bankadaki para veya bir kredinin teminatı kadar kolay bir şekilde ticareti yapılabilir, transfer edilebilir, bölünebilir ve kayıtlara geçirilebilir hale gelmesini sağladı. Bu, özellikle yaklaşmakta olan konut patlaması sırasında arazi spekülatörleri için büyük bir nimetti.
Kaliforniya’daki her büyük emlak geliştirme projesi, onlarca yıl sonrasına kadar yeterli bir su kaynağının mevcut olacağını kanıtlamak zorunda. “Sanal su” kavramı ortaya çıkmadan önce, bu gereklilik, Güney Kaliforniya çölünde düşük gelirli banliyö cennetleri inşa etmek isteyen geliştiriciler için ciddi bir engeldi. Batı’da su, öyle kolay bulunan bir kaynak değil. Yeraltı kaynakları rekor bir hızla tükeniyor ve eyaletin su kemeri sistemi, yüzlerce mil güneyde eriyen yağmur ve kar sularını pompalayarak, hem hızla büyüyen yerleşim alanlarını hem de çöldeki devasa tarım operasyonlarını destekleyecek kapasitede değil. Baraj yapılacak bakir nehirler olsa bile, bunların maliyeti yüz milyonlarca doları bulacak ve emlak geliştiricilerinin yüksek kâr marjlarını eriterek banliyö yayılmasını yavaşlatacaktı. “Sanal su” piyasası, bu zorlayıcı sorunu bir anda ortadan kaldırdı. 90’ların ortalarından itibaren, emlak geliştiriciler, tüm su ihtiyaçlarını “sanal su” satın alarak karşılayabildiler. Yani, bir şehri veya ilçeyi sanal su hakları satın almaya ikna ederek planlama düzenlemelerini yerine getirmiş oldular. Gerçek bir su kaynağı sağlamıyorlardı, hatta tek bir damla su bile transfer etmiyorlardı. Ama su kayıtlarında göründüğü sürece bu hiç önemli değildi.
Çoğu şehir sakini, su gelse bile o sudan memnun kalmayacaktır. Zira özel su depolama tesisleri kamu denetimine tabi değildir ve “sanal su” tüccarları temel su kalitesi gerekliliklerine uymak veya suyu test etmek zorunda değil. Özel bankalardan pompalanan kirli suyun, su kemerlerinde akan temiz suyu kirlettiğine dair raporlar, kimsenin bu konuya bakmaya tenezzül etmemesi nedeniyle nadiren duyulur. 2008 yılında, Kern su bankasının paydaşlarından biri olan Semitropic tarafından pompalanan suyun arsenik seviyeleri, federal EPA sınırının altı kat üzerindeydi. Bu, Antelope Valley Press’e göre, arsenikle kirlenmiş suyun eyalet su kemeri boyunca güneye, Los Angeles County ve çevresindeki bölgelere doğru akmasına yol açtı.
Ancak gelişme çılgını Güney Kaliforniya bu durumu umursamıyor gibi görünüyor; su tüccarları da öyle. Emlak geliştirme, “sanal suya”, bitkisel hayattaki birinin serumuna ihtiyaç duyduğu kadar muhtaç.
Böylece, hiçbir uyarı olmadan ve medyanın neredeyse hiç dikkatini çekmeden, Monterey Anlaşmaları tıpkı Wall Street’in hayal ettiği ipoteğe dayalı menkul kıymetler ve diğer egzotik borç enstrümanları gibi tuhaf, yeni ve düzenlenmemiş bir “sanal su” piyasası yarattı. Bunun nedeni, “sanal su” piyasasının neredeyse tamamen bir yanılsamaya dayanması. On yıllardır, Kaliforniya’nın su yetkilileri, müşterilerine teslim edebilecekleri gerçek su miktarı konusunda kendilerini kandırıyor. Sözleşmelere göre, eyalet yılda 4 milyon hektometreküp su teslim etmekle yükümlü. (Los Angeles yılda yaklaşık 600 bin hektometreküp su kullanıyor.) Oysa gerçekte, eyalet vaat ettiği suyun yalnızca yarısını teslim edebiliyor. Bu, açık piyasada işlem gören “sanal suyun” yarısının aslında hiç var olmadığı anlamına geliyor. Ve suyla uğraşan herkes de bunu biliyor. Doğal olarak bu bir sorun. Kimse neden var olmayan bir suyu satın alsın ki?
Monterey Değişiklikleri, bu sorunu, eyaleti orijinal su sözleşmelerinden açıkça sorumlu tutan birkaç yasal değişiklik yaparak aştı. Su olsun ya da olmasın, bu değişiklikler alıcılara, var olmayan suyla emlak geliştirmelerini finanse etme konusunda güven verdi; çünkü hükümet yağmur yağsa da yağmasa da sözleşmesel olarak onları kurtarmakla yükümlüydü. Eyalet bu suyu nereden mi bulacak? Küçük çiftçilerden, kırsal topluluklardan ve fakir, siyasi bağlantısı olmayan herkesten alabilir.
Kaliforniya’nın yeni kurulan “sanal su” piyasası, bir spekülatörün rüyasıydı. Enron’daki deregülasyon kurnazları içinse kaçırılmayacak kadar cazipti. Monterey Değişiklikleri’nden birkaç yıl sonra, Enron görünüşte Kern su bankasından ilham alarak bir su bölümü kurdu, Central Valley’de doğal bir yeraltı rezervuarının üzerinde büyük bir arazi satın aldı ve kendi su bankasını kurmaya başladı. Ama Enron’un şişirme vaatlerle dolu ekibi, daha büyük, küresel çapta planlar peşindeydi. Dot Com Balonu’nun etkisiyle hareket eden Enron, internet tabanlı bir su ticareti devrimi başlatmak ve H2O’nun etrade.com’u olacak bir site (Azurix) kurmak istiyordu. Wall Street Journal 2000 yılında, Azurix için “Batı’da su alıp satmak, depolamak ve taşımak için internette bir borsa işlevi görecek, suyu doğalgaz ya da elektrik gibi ticarete açmayı umuyordu,” diye yazmıştı.
İnsanların suyu herhangi bir emtia gibi alıp satabileceği, ticaret yapabileceği ve spekülasyon yapabileceği bir e-su piyasası mı? Bu, ancak teknolojik gelişmelerin sınırsız imkânlarına odaklanan bir spekülasyon balonunun etkisi altındaki insanların inanabileceği türden bir hayaldi. Şanghay’da uyanıp birkaç hava durumu tahminine bakarak birkaç milyon galon Kaliforniya suyu satın alabileceğinizi, “ıslak alıp kuru satmayı” hedefleyebileceğinizi düşünmek bile deli saçmasıydı. Birkaç yıl sonra, Azurix battı.
Fakat Enron’un su spekülasyonundaki o fütüristik vizyonu zamanının çok ötesindeydi. Buna rağmen, su ticaretinin daha mütevazı bir versiyonu Altın Eyalet’te filizlendi ve bunun tek bir kişiye borçlu olduğu anlaşılıyor: Stewart Resnick.
Public Citizen’ın “Su Hırsızlığı” raporu, Beverly Hills’li çiftçinin Kern Su Bankası’nın özelleştirilmesindeki kritik rolüne dair kanıtlar ortaya koydu. Beklendiği üzere, Resnick’in Paramount Çiftlikleri bu girişimde çoğunluk hissesine sahip olarak öne çıktı. Aslında, Resnick’in çiftlik imparatorluğu Kern Su Bankası’nı o kadar kapsamlı biçimde kontrol ediyor ki, Paramount’un nerede bittiğini ve Kern Su Bankası’nın nerede başladığını ayırt etmek kolay değil. Bankayı yöneten Kern Su Bankası Otoritesi, Kaliforniya’daki Bakersfield’ın dışındaki Paramount kurumsal ofis binasında bulunuyor.
Bu durum, Kern bankasının sahiplerine vergi mükelleflerinin sırtından muazzam kârlar sağladı ve genellikle eyaletten sübvansiyonlu fiyata su alıp, sonra bu suyu başka bir devlet kurumuna kârla geri satmakla sonuçlandı.
Tıpkı Merkez Bankası’nın (Fed) bankalara vergi mükelleflerinin parasını düşük faizle borç verip, bankaların bu parayı yüksek faizle tekrar halka ödünç vererek kâr elde etmesine imkân tanıması gibi, Kern bankası da bir avuç kurumsal çiftçinin kamuya ait bir kaynağı, kamuya kâr marjıyla geri satmasına izin veriyor. Public Citizen’a göre, 2001’de Kern County Su Bankası, Eyalet Su Projesi’nden hektometreküp başına 161 dolara aldığı sübvansiyonlu suyu, eyaletin Çevresel Su Hesabı’na hektometreküp başına 250 dolara sattı. Bu da yalnızca doğru ilişkileri olanların yararlanabildiği bir sistemde 6,3 milyon dolarlık bir kâr anlamına geliyor.
Çevresel Su Hesabı (EWA), 2000 yılında Sacramento Deltası’ndaki somon popülasyonlarını korumak amacıyla Kaliforniya tarafından kuruldu. Kurak zamanlarda, Delta su seviyesi kritik bir eşiğin altına düştüğünde ve pompa istasyonları aşırı sayıda balığı emip parçalamaya başladığında, eyalet pompalama hızını yavaşlatacak ve elinde fazla su olanlardan su geri satın alarak su teslimatını tamamlayacaktı. Plan kağıt üzerinde iyi görünüyordu ama çok pahalıya mal oldu ve hiçbir işe yaramayan —ama sadece biz ve balıklar için— bir başarısızlığa dönüştü. Kern County Su Bankası üyeleri içinse, 2001’den 2004’e kadar EWA’ya su satarak neredeyse 40 milyon dolar kazandılar; yani onlar için gayet kârlıydı.
Çoğunluk hissedarı olarak Resnick, kârın aslan payını aldı. Contra Costa Times tarafından yakın zamanda yapılan bir inceleme, balık popülasyonları yok oluşun eşiğindeyken Kaliforniya’nın Delta’dan “benzeri görülmemiş miktarda su çekip, bunun bir kısmını da vergi mükelleflerinin sırtından geri satın aldığını” ortaya çıkardı. 2000’den 2007’ye kadar Kaliforniya, EWA için su satın almaya 200 milyon dolar harcadı ve Stewart Resnick’in yan şirketleri yedi yıl içinde toplam 40 milyon dolar kazanarak bu paranın her dolarından 20 sent kâr elde etti. Bu kadar cömert bir kamu desteğiyle, Resnick ailesinin böylesine başarılı bir iş imparatorluğu kurmasına şaşmamak gerek.
Planlama ve Koruma Birliği adlı Kaliforniya çevre savunucusu gruptan su politikaları uzmanı Jonas Minton, Contra Costa Times’a verdiği demeçte, “Çevreye fayda sağlaması gereken bir programın görünüşe göre iki sonucu olmuş: Çevreye fayda sağlamamak ve kamu parasını kullanarak özel kişileri zengin etmek,” diyor.
2008’de New Yorker’a verdiği mülakatta Stewart Resnick, 1978’de enflasyona karşı bir önlem olarak çiftçiliğe başladığını söylüyordu. Ya mütevazı bir hikâye anlatıyordu ya da hayatının fırsatını hemen fark etmişti; bu fırsat Paramount Çiftlikleri’ni bir tarım işletmesi imparatorluğuna dönüştürdü.
Kaliforniya’nın tarım endüstrisi 90’lar boyunca istikrarlı bir şekilde arazi ve çiftlik kaybederken, Resnick ailesi üretimi ve ekili alanı genişletiyordu. Monterey Anlaşmaları’ndan sadece üç yıl sonra, ekili arazilerini neredeyse ikiye katladılar.
Ancak Resnick ve Kern Su Bankası ekibinin, Kaliforniya’nın çevre dostu su programından kazandıkları kâr, onun gibi su tüccarlarının Güney Kaliforniya’nın yarı çöl arazilerindeki emlak geliştiricilerine “sanal su” satarak elde edebilecekleri kârın yanında devede kulak kalır.
Örneğin, bu yaz Kern bankasında hissesi olan bir çiftçiyle Los Angeles’ın yaklaşık 160 kilometre doğusundaki Mojave Çölü’nde yer alan bir “McTractHome” cenneti arasında yapılan anlaşmayı ele alalım. Mojave Su Ajansı, Sacramento Deltası’ndan pompalanan ve Eyalet Su Kemeri aracılığıyla gönderilen 14 bin hektometreküp suyun kalıcı haklarını yaklaşık 73 milyon dolara satın aldı. Bu, San Francisco büyüklüğündeki bir alanı altı inç derinliğinde suyla kaplamaya veya 30 bin aileyi bir yıl boyunca suya kavuşturmaya yetecek miktarda su demek.
Suyu satan çiftçi ise yoksul, dişlek bir çiftçi değil; Vidovich ailesine ait Sandridge Partners adlı özel bir Bay Area şirketi. Vidovich’ler, Central Valley’nin kalbinde kârlı bir pamuk ve badem yetiştiriciliği yapmanın yanı sıra, Silikon Vadisi’nde küçük bir emlak imparatorluğunu da kontrol ediyor; ofis kompleksleri, apartmanlar, mobil ev parkları, oteller ve alışveriş merkezleri inşa edip işletiyorlar.
Aile işinin şu anki yöneticisi John Vidovich ve eşi Lydia, 11,4 milyon dolarlık Los Altos Hills’te bir evde yaşıyor. San Francisco’nun hemen güneyindeki bu tepelik, ormanlık ve körfez manzaralı bölge, Kuzey Kaliforniya’nın en lüks yerlerinden biri ve Amerika’nın en pahalı posta kodlarından biri (Resnick’in Paramount Çiftlikleri’nin başkanı Joseph MacIlvane, Vidovich ailesiyle yakın ilişkiler içinde; Kern bankasının yüzde 9,62’sine sahip olan ve Dudley Ranch Su Bölgesi adıyla bilinen özel bir su bölgesinin yönetim kurulunda John Vidovich’le birlikte görev yapıyor).
Ailenin aşırı zenginliğine rağmen —ya da belki de bu sayede— Sandridge Partners ülkenin en büyük refah kraliçesi çiftçilerinden biri konumunda. Çevre Çalışma Grubu’na göre, 2007’de en yüksek tutarı alarak federal tarım teşviklerinden 1 milyon dolar elde etti, 1995 ile 2006 yılları arasında da ek 6,8 milyon dolar kazandı. “Doğrudan ödemeler” olarak bilinen bu teşvikler, çoğunlukla mısır, buğday, pirinç ve pamuk yetiştiricilerine geçmişteki üretim rakamlarına göre veriliyor ve bazen o mahsuller hâlâ yetiştirilse de yetiştirilmese de bu paralar ödeniyor.
Bununla birlikte, 73 milyon dolarlık su anlaşması, Vidovich’lerin konforunu sağlayan en kârlı devlet desteğinin tarım teşvikleri olmadığını ortaya koyuyor. Zira eyaletten aldıkları ağır vergi mükellefi sübvansiyonlu suyu yeniden satarak elde ettikleri kâr çok daha yüksek.
Bir eyalet su yetkilisine göre, Vidovich’lerin Mojave Su Ajansı’yla vardığı hektometreküp başına 5 bin 200 dolarlık anlaşma, Kaliforniya’da daha önce su için ödenen rekor fiyatın neredeyse iki katıydı.
Şu kâr marjlarına bir bakın: günümüzde Central Valley çiftçileri, Kaliforniya Su Kaynakları Departmanı’ndan hektometreküp başına 100 ila 500 dolar aralığında ağır sübvansiyonlu su satın alırken, San Francisco’daki şehir sakinleri aynı su için hektometreküp başına yaklaşık 8 bin 500 dolar ödüyor. Böyle bir indirimle, Vidovich ailesi satın alma ve satış fiyatları arasında on ila elli katlık bir fark yakalayabilir. Hektometreküp başına maksimum 500 dolar ödemiş olsalar bile, Mojave Çölü’ne 73 milyon dolara sattıkları su onlara sadece 7 milyon dolara mal olmuş olurdu. Bu, 66 milyon dolarlık saf kâr demek; tek yapmaları gereken, birkaç yüz dönümlük badem bahçesini kurumaya terk edip Kaliforniya vergi mükelleflerinin —Los Altos Hills’teki komşuları dahil— ceplerini doldurmasına izin vermek.
Bu ders kitabı niteliğindeki servet transferi örneği ne kadar sarsıcı olsa da, ne tek seferlik ne de sıra dışı bir hadise. Bu, yaklaşık 15 yıl önce Monterey’de şekillenen su deregülasyonu ve özelleştirmesinin planlanmış bir sonucuydu; suyu piyasada kolayca alınıp satılabilen gerçek bir likit varlığa dönüştürdü (2002’de Sacramento Bee, Kern County Su Bankası üyelerinin, diğer şehir ve ilçelere su satışından en az 128 milyon dolar kazandığını tahmin etmiş, gazete bunun eksik ve düşük bir rakam olduğunu da kabul etmişti).
Kern Su Bankası Otoritesi Genel Müdürü Jonathan Parker, “Bank of America’nın dolarla ne yaptığına bakın, biz de suyla aynı şeyi yapıyoruz. Yaptığımız şey bir hizmet sunmak: Suyu maliyetine depoluyoruz, sonra yer altından maliyetine çıkarıyoruz. Bize bu hizmeti en ucuza sağlamamız için ödeme yapıyorlar,” demişti.
Parker bu sözleri 2003’te söyledi. O zamandan bu yana yaşanan tüm banka kurtarmaları, para bankası ile su bankası benzetmesini daha da uygun hale getiriyor. Kern Su Bankası, suyun maliyetini vergi mükelleflerine yükleyip, bütün kârlarını kendine aktarıyor. Görünüşe göre “kayıpları kamusallaştırma, kârları özelleştirme” ideolojisi sadece Wall Street’e özgü değil; uzun zamandır Kaliforniya’nın kurumsal çiftçilerinin iş planının bir parçası ve Kaliforniya’nın su ticaretinin geleceğine bir bakış niteliğinde.
İşte Kaliforniya’nın su tartışmasındaki histeri ve korkunun arka planını bu oluşturuyor. Kuraklık, son aylarda giderek daha fazla siyasi ve medya ilgisi görüyor. Tartışmaların merkezinde, ölmekte olan Sacramento Deltası’nı atlayıp daha yukarılardaki tatlı suya daha az zararla ulaşacak devasa bir su kemeri olan Çevre Kanalı için milyarlarca dolarlık planlar var. Kağıt üzerinde kulağa hoş geliyor. Ancak gerçekte Çevre Kanalı, suyu Central Valley su bankacılarına aktaracak ve Kaliforniya’nın halihazırda aşırı kaldıraçlı “sanal su” piyasasını daha da şişirecek bir su özelleştirme hilesi.
Vali Schwarzenegger aylardır bu projeyi Kaliforniya yasama organından geçirmeye çalışıyor ve her iki partiden de geniş destek bulmuş durumda. Eylül ayında, Demokrat Senatör Dianne Feinstein, valiyi destekledi ve Obama yönetimini Kaliforniya’nın “zor durumdaki” çiftçilerine yardım etmeye çağırdı; hatta Stewart Resnick tarafından bizzat yazılmış bir mektubu yazışmalarına ekledi. Resnick, Obama yetkililerini, “zor durumdaki” çiftçiler yerine çevresel çıkarları desteklemekle suçluyordu. Aynı ay, ikinci sınıf Fox News sunucusu Sean Hannity, Fresno’ya giderek bir AstroTurf kampanyasını —parayla tutulmuş Latin “protestocular” ve geçmişte tütün endüstrisinden Blackwater’a, Arjantin’deki cuntaya kadar pek çok tartışmalı müşteri için çalışan Burson-Marsteller adlı halkla ilişkiler firması tarafından finanse edilen bir gösteriyi— yönetti ve aynı şeyleri dile getirdi. Hannity, Resnick’in “liberal” ajandasını desteklemekten endişe duymuyor. Çevre Kanalı, parti farkı gözetmeksizin güçlü kurumsal çıkarlara hizmet ediyor.
Elbette, kurumsal Amerika’nın kâr hırsı acımasız. Ve biz, halk olarak, balık hafızalıyız. Aslında tuhaf olan, bunun yeni bir kandırmaca olmaması. Merhum ve saygın Marc Reisner, 1986’da Batı Amerika’daki su kullanımına dair göz açıcı ve kapsamlı bir tarih kitabı olan Cadillac Desert’ta “Çevre Kanalı, su çıkarlarının kırk yıldır en büyük önceliğiydi,” diye yazmıştı. Bu proje, Vali Pat Brown’ın 1960’ta hayata geçirdiği California Su Kemeri’nin orijinal planının bir parçasıydı. Oğlu Jerry Brown, 70’lerin ortasında vali olduğunda babasının başlattığı işi tamamlamaya çalıştı. Fakat Vali Brown’ın bu girişimi, kötü giden bir ekonomi ve yağışlı bir yıl nedeniyle başarısız oldu.
Reisner, 25 yıl önce Çevre Kanalı inşa edilmezse kıyametin kopacağına Kaliforniya halkını ikna etmek için kurumsal çevrelerin yürüttüğü ama eninde sonunda başarısız olan medya saldırısını ve bu süreçte yaşanan iktidar çekişmelerini, yolsuzlukları, sahtekârlıkları, medyanın kamuoyunu manipüle etmesini ayrıntılarıyla aktarmıştı.
Şimdi, 30 yıl sonra, Kaliforniya yasama organı aynı planı tekrar hayata geçirmeye çalışıyor. Bu plan, çölde banliyö yayılmasını desteklemek için daha fazla sanal su sağlamak kadar, daha fazla tarım arazisi açmayı da amaçlıyor. Ve kurumsal güçler, Kaliforniya vergi mükelleflerini kendi kişisel servetlerini finanse etmeye razı etmek için yine aynı stratejiyi kullanıyor; korkuyu.
İlginizi Çekebilir
-
Trump’ın “yasadışı göçmen” operasyonlarında ara bilanço – 1: Gözaltı merkezleri kapasitelerini aştı
-
Los Angeles yangınları ABD tarihinin en büyük ikinci felaketi oldu
-
Rusya’da devletleşme hamlesi: Servet dağılımında yeni bir sayfa mı?
-
HTŞ, özelleştirmeler ve memurları işten çıkarma yoluyla “devleti küçültecek”
-
Kaliforniya ABD’den ayrılabilir mi?
-
AB, Çin’e karşı elektrikli araç satışları için sübvansiyon planlıyor
AMERİKA
Reuters: Çinli BYD Brezilya’daki Lityum Vadisi’nde maden hakkı satın aldı
Yayınlanma
2 gün önce14/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Reuters tarafından incelenen kamu kayıtlarına göre Çinli elektrikli otomobil (EV) üreticisi BYD, 2023 yılında Brezilya’nın lityum açısından zengin bir bölgesinde iki arsa için maden hakkı satın alarak Çin dışındaki en büyük pazarında madencilik işine girdi.
Belgeler, satın almanın, 2023’ün Mayıs ayında kurulan BYD iştiraki Exploracao Mineral do Brasil tarafından yapıldığını gösterdi.
Söz konusu araziler BYD’nin 2023 yılında yatırım yapmayı kabul ettiği Brezilya’nın kuzeydoğusundaki yeni fabrika projesine sadece yarım günlük mesafede yer alıyor. Ayrıca ABD’de listelenen madenci Atlas Lithium’un sahip olduğu arazilere de komşu.
Kamuya açık kayıt belgelerine göre, iştirak 4 milyon real (695.000 $) sermaye ile kuruldu ve 2023 yılında döviz kuru değişimlerinden yaklaşık 213.000 real kar elde etti.
Reuters tarafından görülen ekim ayı hissedarlar toplantısına ait bir raporda, şirketin “araştırma aşamasında olduğu, ne mali hareket ne de işletme geliri olduğu” belirtildi.
BYD konuyla ilgili yorum yapmayı reddetti.
Büyük Çinli madencilerin hisselerini satın alan BYD, geçen yıl Şili’deki bir lityum projesine teklif vermesine izin verilen altı firmadan biriydi ve Şili’nin kuzeyinde bir lityum katot tesisi için planlarını açıkladı.
ABD, Suudi ve Çin heyetlerinin son ziyaretleri, stratejik madenlere erişim için jeopolitik yarışta açık bir pazar olarak Brezilya’ya yönelik küresel ilginin altını çizdi.
Brezilya, Güney Amerikalı komşularının aksine lityum sektöründe ağır bir devlet varlığından kaçındı, hatta 2022’de metal üzerindeki ihracat kontrollerini hafifletti.
En iyi lityum potansiyelleri, Arjantin, Bolivya ve Şili’deki tuz düzlüklerinden zorlu lityum çıkarma işlemlerinin aksine, geleneksel madenciliğe uygun sert kaya yataklarıdır.
BYD’nin Brezilya’da lityum araması, Latin Amerika’nın en büyük ekonomisine yaptığı bahsi güçlendiriyor.
Geçen yıl Financial Times, BYD’nin Brezilya’nın en büyük lityum üreticisi Sigma Lithium ile olası bir tedarik anlaşması, ortak girişim veya satın alma konusunda görüşmeler yaptığını bildirmişti.
LİTYUM VADİSİ
BYD’nin maden hakları, Brezilya’nın Lityum Vadisi olarak bilinen Minas Gerais eyaletindeki Jequitinhonha Vadisi’nin bir parçası olan Coronel Murta kasabasında 852 hektarı (8,5 km2) kapsıyor.
Firma haziran ayında web sitesinde yaptığı açıklamada, Coronel Murta’daki komşu Atlas Lithium projesinin, bölgenin ilk jeolojik haritalamasının ardından araştırma aşamasında olduğunu söyledi.
Atlas CEO’su Marc Fogassa, BYD’nin varlığını üçüncü bir taraf aracılığıyla öğrendiğini, ancak bunu otomobil üreticisiyle hiçbir zaman doğrudan görüşmediğini söyledi.
Reuters’a konuşan Fogassa, “Eğer bu iki bölgeye yatırım yaptılarsa bunun nedeni potansiyeli görmüş olmaları ve bunun da benim bölgelerimi daha değerli kılmasıdır” dedi.
Brezilya’da bir maden projesinin ekonomik olarak uygun görülmesi halinde üretime başlaması genellikle sekiz ila 15 yıl sürebiliyor.
AMERİKA
Trump’ın “yasadışı göçmen” operasyonlarında ara bilanço – 2: Göçmen işçilerin Amerikan ekonomisinde yeri
Yayınlanma
2 gün önce14/02/2025

Çalışma İstatistikleri Bürosu (BLS) verilerine göre, Haziran 2024 itibariyle göçmenler ABD işgücünün %19’undan fazlasını oluşturuyor (toplam 169 milyon istihdamın 32 milyonundan fazlası) ve işgücüne yerli doğumlu işçilerden daha yüksek oranda katılım sağlanıyor.
“Yabancı doğumlu işçiler”, ABD’de ikamet eden ama doğduklarında ABD vatandaşı olmayan kişiler. Özellikle, ABD dışında (veya Porto Riko veya Guam gibi dış bölgelerinden birinde) doğanlara ve ebeveynlerinden hiçbiri ABD vatandaşı olmayanlara yabancı doğumlu işçi deniyor ve BLS’in tanımı hem yasal hem de belgesiz göçmenleri kapsıyor.
COVID-19 salgınının başlangıcında %61,8’e kadar düşen göçmenlerin işgücüne katılım oranı, Haziran 2024’te %67,0’a yükselerek 2019’un aynı ayındaki %65,8’lik salgın öncesi seviyesinin üzerine çıktı.
Irksal durum ve etnik köken açısından, yabancı doğumlu işgücünün %48’i Hispanik, %25’i ise Asyalı.
2023 yılında tam zamanlı yabancı uyruklu çalışanların medyan haftalık kazançları, yerli doğumlu meslektaşlarının kazandıklarının %86,6’sı kadardı.
Yabancı doğumlu erkekler haftada 1.051 dolar kazanırken, bu rakam yerli doğumlu erkekler için 1.238 dolardı. Yabancı doğumlu kadınlar 899 dolar kazanırken, bu rakam yerli doğumlu kadınlar için 1.025 dolardı.
Eğitim ve sağlık hizmetleri, 2023 yılında 5,5 milyon veya tüm yabancı doğumlu çalışanların %18,4’ü olmak üzere en fazla göçmeni istihdam eden sektördü. Bunu 4,7 milyon (%15,8) ile profesyonel ve iş hizmetleri ve 3,3 milyon (%11,1) ile inşaat hizmetleri takip ediyordu.
Trump’ın “yasadışı göçmen” operasyonlarında ara bilanço – 1: Gözaltı merkezleri kapasitelerini aştı
El Pais’den “göçmenlerin olmadığı ABD” senaryosu
İspanyol El Pais, göçmenlerin bir günlüğüne tamamen ortadan kaybolduğu bir Amerikan ekonomisinin çökeceğine ilişkin bir senaryo geliştirdi.
Nüfus Sayım Bürosu verilerine göre, 2023 yılında eğitim, sağlık ve sosyal yardım sektöründe çalışan 5,5 milyon göçmen vardı. Ulusal GSYİH’ye yıllık 2,3 trilyon dolar katkıda bulunan bu sektör, bahsettiğimiz gibi ülkedeki en fazla sayıda yabancı kökenli çalışanı istihdam ediyor.
Aslında, ABD’deki tüm göçmen çalışanların %18,4’ü, öğretmenlerin de dahil olduğu bu alanda çalışıyor.
ABD’de 2023 yılında 4,7 milyon ile en fazla yabancı uyruklu çalışanın istihdam edileceği ikinci en büyük sektör profesyonel, ticari, idari, atık yönetimi ve iyileştirme hizmetleri. Bu sektör ABD ekonomisinde bir güç merkezi ve yıllık 3,5 trilyon dolar veya ülkenin GSYİH’sinin %13’üne katkıda bulunuyor.
Göçmenlerin olmadığı bir günde, bu sektör çalışanlarının %22,9’unu kaybedecektir. Bu durumda çöpler sokaklarda yığılacak, işletmeler idari ekipleri olmadan durma noktasına gelecek ve herhangi bir elektrik kesintisi, elektrikçi eksikliği nedeniyle yaygın elektrik kesintilerine yol açacak.
2023 yılı itibariyle, inşaat sektöründe istihdam edilen tüm işçilerin %29’unun göçmen olması ve yaklaşık 3,3 milyon yabancı kökenli işçinin istihdam edilmesi, bu sektörü göçmen işgücü oranının en yüksek olduğu sektör haline getiriyor.
Bazı şantiyelerde göçmenler ekiplerin %50 ila %60’ını oluşturuyor. Eğer tüm yabancı işçiler bir gecede ortadan kaybolacak olsalar, neredeyse tüm şantiyelerin şartel indirmesi garanti gibi görünüyor.
Keza göçmenler bir günlüğüne ortadan kaybolsa, imalat ve perakende ticaret sektörlerinde 6,2 milyon işçi eksik olacak. Fabrikalar işgücünün %20,2’sini, mağazalar %15,5’ini kaybedecek ve yüz binlerce aile geçimlerini sağlayamayacak.
ABD ekonomisine 2,65 trilyon dolar (ya da ulusal GSYİH’nin %10,3’ü) katkıda bulunan imalat gibi bir sektörde, ekonomik etki çok büyük olacak.
Tarım sektöründe “göçmen işçi” paniği
Hizmetler sektörü bir yana, stratejik olarak da kritik tarımsal istihdamda göçmen emeğinin payı büyük.
2021 yılında yapılan bir araştırmaya göre, göçmen tarım işçileri, ABD’deki tarım işçilerinin tahmini olarak %73’ünü oluşturuyordu.
Çiftlik işçiliği, Wisconsin’deki süt çiftliklerinden Florida’daki çilek tarlalarına ve Washington’daki elma bahçelerine kadar ülke genelinde ekonomiye güç veren temel işlerden biri.
Resmi verilere göre, ABD’de yasal olarak çalışma izni olmayan tarım işçilerinin oranı 1989-91 yıllarında yaklaşık %14 iken 1999-2001 yıllarında neredeyse %55’e yükselmişti. Yaklaşık son 30 yılda ise bu oran yaklaşık %40’a geriledi.
2020-22’de, tarım işçilerinin %32’si ABD doğumlu, %7’si ABD vatandaşlığı almış göçmenler, %19’u diğer yetkili göçmenler (esas olarak daimi ikamet edenler veya yeşil kart sahipleri) ve geri kalan %42’si çalışma yetkisine sahip değildi.
ABD doğumlu işçilerin payı Orta Batı’da en yüksekken, izinsiz çalışanların payı California’da en yüksek.
2019-2020 Ulusal Tarım İşçileri Anketi, ABD’deki tarım işçi lerinin %68’inin yabancı doğumlu ve %44’ünün belgesiz olduğunu gösteriyordu.
ABD şiddete bulaşmamış, “düşük riskli” göçmenleri de Guantanamo’ya gönderiyor
Meksika’dan göçün yavaşladığının sinyali
ABD’de kiralık tarım işçilerinin %83’ü göçmen işçi olmayıp yerleşik olarak kabul ediliyor, yani evlerinden 75 mil uzakta tek bir yerde çalışıyorlar.
Bu oran 1996-98’de %41’den daha yüksekti; dolayısıyla değişim, mahsul tarımı işgücünün niteliğindeki derin değişimi yansıtıyor.
Kalan göçmen işçilerin küçük bir kısmı arasında en büyük grup, evlerinden 75 milden daha uzakta tek bir çiftlik yerinde çalışan ve çalışma sahalarına ulaşmak için uluslararası bir sınırı geçebilen “mekikçiler.” Mekikçiler, 1996-98 yıllarında yaklaşık %24 iken, 2022 yılında kiralanan tarım işçilerinin yaklaşık %9’unu oluşturuyordu.
Geçmişte daha yaygın olan, mevsimler ilerledikçe farklı mahsuller üzerinde çalışmak üzere eyaletten eyalete hareket eden “mahsulü takip eden” göçmen tarım işçisi ise artık nispeten nadir.
Bu işçiler, 1992-94’teki %14’lük yüksek orandan büyük bir düşüşle 2020-22’de sadece %4’ünü oluşturdu.
Kiralık tarım işçilerinin son kategorisi, göç modelleri henüz belirlenmemiş olan, tarıma yeni başlayanlardır. Bu kişilerin 1998-2000 yıllarında %22’ye varan oranlardan şu anda tarımsal üretim işgücünün sadece %3,6’sını temsil ediyor olması, kısmen 2007’den bu yana Meksika’dan ABD’ye net göçün yavaşlamasını yansıtıyor.
Son yıllardaki göç trendlerine bakıldığında, Meksika’dan ABD’ye net göçün en büyük olduğu dönemin 1995-2000 yılları arasında olduğu görülüyor. Sonrasında yaklaşık 13 yıl, iki ülke arasındaki net göç ABD’den Meksika’ya idi. 2013-18 yılları arasında Meksika’dan ABD’ye net göçteki artışa rağmen, 2007-2019 yılları arasında ABD’de yaşayan Meksikali göçmen sayısı azalmıştı.
Bu nedenle son yıllarda ABD’ye işgücü göçünde Uzak Asya ile Orta Amerika öne çıkmaya başladı.
Tarımsal vize programı ne olacak?
Genellikle H-2A vize programı olarak adlandırılan H-2A Geçici Tarım Programı, yabancı uyruklu işçilerin 10 aya kadar bir süre için geçici olarak mevsimlik tarım işçiliği yapmak üzere ABD’ye getirilmesi için yasal bir yol sağlıyor.
Mahsul yetiştiricileri mevsimlik işgücü ihtiyaçlarını karşılamak için bu programı kullanabilir, fakat çiftlikler, mandıralar ve domuz ve kümes hayvanı işletmeleri gibi çoğu hayvancılık üreticisinin yıl boyunca işgücü ihtiyaçlarını karşılamak için programı kullanmasına yasal olarak izin verilmiyor.
Bu kısıtlamanın bir istisnası, H-2A işçilerini yıl boyunca kullanabilen koyun ve keçi işletmeleri gibi merada çiftlik hayvanı üreticileri için yapılıyor.
H-2A programındaki işverenler, ABD’li işçileri işe alma çabalarının başarılı olmadığını göstermeli ve ABD Çalışma Bakanlığı da bunu belgelemeli.
Buna ek olarak, federal hükümet, bir ABD vatandaşına ödenmesi gereken ücreti aşmayan yeterli ücret ve barınma imkanı sağlamasını şart koşuyor.
H-2A programı kapsamındaki işçiler söz konusu olduğunda, eyaletler arasında başı Cumhuriyetçi Florida çekiyor. Onu California, Georgia, Washington ve Kuzey Caroline takip ediyor.
Bu vize türünde de başı Meksikalı işçiler çekiyor (%90 civarı). Mesikalıları ise, Güney Afrikalılar takip ediyor.
Bununla birlikte, göçmen işçi tutan çiftçiler, H-2A Geçici Tarım İşçisi programının maliyetinin kendileri için gitgide arttığına da işaret ediyorlar.
Trump’ın göçmen operasyonlarından sonra
Özellikle tarımsal işgücü söz konusu olduğunda, Amerikalı çiftçilerin göçmen karşıtı operasyonlardan endişelenmek için yeterince sebebi olduğu görülüyor.
Örneğin Kansas De Soto’daki Bowlin Farms’ın sahibi Steve Bowlin, “Hepimizin yediği gıdayı üretmeye çalışmak, göçmen işçiler olmadan neredeyse imkansız. Vizeli tarım işçilerini getirmek için hükümet aracılığıyla H-2A programını kullanıyoruz, çünkü ABD’de yaptığımız işi yapacak yeterli sayıda işçi yok,” diyor.
Öte yandan ABD’de tarımsal alanlar ve tarım istihdamı zaten düşme eğiliminde. ABD Tarım Bakanlığına göre, 2017’den 2022’ye kadar çiftlik sayısında %7’lik bir düşüş yaşandı, yani sadece beş yılda yaklaşık 142.000 çiftlik azaldı.
Çiftçiler, kuş gribi salgınları ve artan yem ve gübre maliyetleri de dahil olmak üzere işletmelerini ayakta tutmak için çeşitli zorluklarla karşı karşıya.
Eğer “belgesiz” işçiler de geldikleri ülkelere gönderilirlerse, özellikle ABD tarımında halihazırda var olan ithalata yönelme eğilimi artabilir. Ameirkan gıda ithalatında Meksika’nın yeri, yıllar içinde üçte ikiden beşte dörde doğru artma eğiliminde.
Trump’ın ilk ticaret savaşlarından bu yana, Çin de tarımsal ithalatını güneye kaydırmış durumda. Pekin, Arjantin ve Brezilya gibi ülkelerden de daha fazla tahıl satın alıyor; bu ülkeler, 2023 yılında Çin’in en büyük mısır tedarikçisi olarak ABD’yi geride bıraktı.
Örneğin Financial Times’a konuşan Iowa Çiftçiler Birliği Başkanı Aaron Lehman, son ticaret savaşında, “Asyalı alıcılarımızın çoğu Güney Amerika’daki soya fasulyesi üreticileriyle ilişkiler geliştirmeye başladı ve pazarımızdan giderek daha fazla pay aldılar ve biz bunu geri alamadık,” diyor.
Yeni bir ticari gerginlik ihtimali, ürün fiyatlarındaki düşüş ve artan maliyetlerden etkilenen Amerikalı çiftçilerin zaten zor durumda olduğu bir döneme denk geliyor. ABD Tarım Bakanlığının verilerine göre, kârın geniş bir ölçüsü olan net çiftlik geliri 2022’de 181,9 milyar dolarken, 2024’te 140,7 milyar dolar olması öngörülüyor, ki bu, %23’lük bir düşüş demek.
Yeni ekipman yatırımlarının azalırken, düşük talep nedeniyle tarım makineleri satanlar da zor durumda.
Orta ve Güney Amerika’da tarımsal ürünlerin, kısmen işgücü maliyetlerinin de az olması nedeniyle ucuza mal edilmeleri, Amerikan tarımında gerileme ile göçmen işçilerin azaltılması eğilimini besleyebilir.
Trump’ın Tarım Bakanı olarak seçtiği Brooke Rollins’in, Kongre onay oturumunda H-2A programını kaldırmayı değil reforme etmeyi savunması da tarımdaki yönelimlere ilişkin ipuçları veriyor.
AMERİKA
Rubio: Hoşlarına gitmiyor ama tek plan, Trump’ın planı
Yayınlanma
2 gün önce14/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Başkan Donald Trump’ın Ukrayna’daki çatışmayı sona erdirmek için ateşkes arayışında olduğunu ve Orta Doğu için yeni bir plan üzerinde çalıştığını açıkladı. Rubio, Trump’ın doğrudan diplomasi yaklaşımını vurgulayarak, Avrupa ülkelerinin Ukrayna’ya güvenlik garantileri sağlaması gerektiğini belirtti.
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, perşembe günü yaptığı açıklamada, Başkan Donald Trump’ın Ukrayna’daki çatışmayı sona erdirmeye kararlı olduğunu ve ilk adım olarak ateşkes arayacağını söyledi.
Rubio, bir radyo programında yeni yönetimin dış politika önceliklerini özetleyerek, Trump’ın diplomasiye ve anlaşma yapmaya yönelik doğrudan yaklaşımını vurguladı.
Rubio, Clay Travis and Buck Sexton Show programında Trump’ın hem Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hem de Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ile görüştüğünü ve her iki liderin de savaşın sona ermesini istediğini kaydetti.
Rubio, “Savaşı sona erdirmek istiyor. Sadece bir duraklama aramıyor, sona ermesini istiyor,” dedi ve ekledi: “Belki bu bir ateşkesle başlar. Henüz anlaşmaya varılmadı, hatta müzakere bile edilmedi, ama sadece şunu söylüyorum ki, yardım koridorları açmak ve her iki tarafın da enerji altyapısını hedef almadığından emin olmak gibi şeyler de var.”
Rubio, herhangi bir çözümün sadece ABD, Avrupa ve NATO’yu değil, küresel bir çabayı gerektireceğini vurguladı. Avrupa ülkelerinin Ukrayna için güvenlik garantileri sağlaması gerektiğini öne sürdü.
Rubio, “Avrupa’nın Ukrayna için kalıcı güvenlik garantileri sağlaması gerekecek. Bunu yapmaya istekli olması gerekenler Avrupalılar olacak,” şeklinde konuştu.
Dışişleri Bakanı, kendisi ve Başkan Yardımcısı’nın cuma günü Münih’te Zelenskiy ile görüşeceğini doğruladı. Uzun bir aradan sonra Rus mevkidaşlarıyla temasların yeniden başlayacağını ve Rus yetkililerle görüşmelerin de yapılacağını belirtti.
Rubio, “Ruslarla yaklaşık iki buçuk yıldır konuşmadık, bu yüzden Başkan’ın dün Vladimir Putin ile yaptığı görüşme, iki buçuk yıl sonra Vladimir Putin ile yapılan ilk başkanlık görüşmesiydi,” değerlendirmesini yaptı.
Gazze’ye dönecek olursak, Rubio, Başkan Trump’ın bölge için, özellikle de çatışma sonrası Gazze’nin geleceğiyle ilgili bir plan aradığını söyledi. Trump’ın, başka ülkeler uygulanabilir alternatifler sunmazsa, ABD’nin Gazze’de daha büyük bir rol üstlenmesi yönündeki önerisinden bahsetti. Rubio, “Başkan, tamam o zaman, biz de bunu yapacağız diyor. Bunu üstleneceğiz. İnsanları yerlerinden oynatmak zorunda kalacağız. Şu anda ortada olan tek plan bu,” dedi. Arap ülkelerinden de yakında kendi önerilerini sunmalarının beklendiğini de sözlerine ekledi.
Rubio, “Hoşlarına gitmiyor ama tek plan, Trump’ın planı. Daha iyi bir planları varsa sunmanın tam zamanı. Bunu heyecanla bekliyoruz,” diye konuşarak bölgedeki ülkeler “bu konuyu halledemezse, İsrail’in bir şeyler yapması gerekeceğini” ileri sürdü. Rubio, “Başladığımız yere döneriz, bu da sorunu çözmez,” ifadesini kullandı.
Rubio, Trump’ın dış politika tarzını önceki Biden yönetiminin tarzıyla karşılaştırarak, Trump’ın doğrudanlığını ve kararlılığını vurguladı. Rubio, “Biden ve Trump aynı evrende bile değiller, değil mi? Yani, aynı evrende bile değiller,” dedi.
Trump’ın net iletişiminin ve kararlı bir şekilde hareket etme isteğinin öngörülebilirlik sağladığını ve dış politika sonuçlarını iyileştirdiğini savunan Rubio, “Ne yapacağını söylüyor ve sonra da gerçekten yapıyor,” diye konuştu.
Latin Amerika’ya gelince, Rubio, El Salvador Devlet Başkanı Nayib Bukele’yi ve suç oranını azaltma yaklaşımını övdü. El Salvador’un çete üyelerini geri almak da dahil olmak üzere güvenlik konularında ABD ile işbirliği yapmaya istekli olduğunu belirtti.
Rubio, “Gitti ve temelde tüm bu çete üyelerini topladı ve hepsini büyük bir hapishaneye tıktı… Ve aniden suç ortadan kayboldu, bir gecede,” değerlendirmesini yaptı.
Meksika konusunda Rubio, yönetimin odak noktasının sınır güvenliği olduğunu, insan kaçakçılığını, uyuşturucu kaçakçılığını ve kartel faaliyetlerini durdurmayı amaçladığını belirtti.
ABD’nin, ABD’den Meksika’daki kartellere yapılan silah kaçakçılığı da dahil olmak üzere bu sorunları ele almak için Meksika ile ortak bir plan üzerinde çalıştığını söyledi.
Rubio, “Onlarla toplu bir plan üzerinde çalışıyoruz, değil mi? Sınırın kendi taraflarında onlarla, biz de kendi tarafımızda birlikte çalışacağız, böylece onların silah kaçakçılığı sorununu, fentanil sorununu, kitlesel göç sorununu ve kartel sorununu çözebiliriz,” diye ekledi.

Trump’ın özel temsilcisi savaşın 180 günde biteceğini öne sürdü

Ukrayna, ABD’nin nadir toprak minerallerinin yüzde 50’si teklifini reddetti

Trump’ın Ukrayna’da maden hamlesindeki gizli özne: Çin

Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması – 2

JD Vance AfD liderleri ile görüştü
Çok Okunanlar
-
AMERİKA4 gün önce
Altman ile Musk arasındaki atışma sertleşiyor
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Abhazya’nın yeni lideri Türkiye ile daha yakın işbirliğine giden yolu açabilir
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
Krizdeki kapitalizmin aracı faşizm ve Trump
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
İktidarda kalmanın yolları
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Gazze’de bir çadırda yazılan Filistin yemek kitabı
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
SDG-HTŞ çıkmazında 3 senaryo
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Trump 2.0 başlarken Çin-ABD ilişkileri belirsizliğini koruyor