Bizi Takip Edin

Söyleşi

‘Türk dünyası ekonomik entegrasyona hazırlanıyor’

Yayınlanma

Türk dünyasının ilk uluslararası finans kurumu Türk Yatırım Fonu, 1 Ocak 2025’te politika belgesini açıklamaya hazırlanıyor. Türk Yatırım Fonu Başkanı Büyükelçi Baghdad Amreyev’e merak edilenleri sorduk.

Finansal uluslararası işbirliği kurumu olarak oldukça yenisiniz. Ve ilk Yönetim Kurulu toplantınızı mayıs ayında yaptınız. O toplantının sonuçları ve toplantıda tartışılan stratejilerin ve kararların uygulanması için oluşturulan yol haritası hakkında bilgi verir misiniz?

Bildiğiniz gibi, Türk Yatırım Fonu’nun kurulması kararı, Türk dünyasının liderleri tarafından 2022’de Semerkant’taki zirvede alındı. Kasım 2022’de, Türk dünyasının ilk finansal mekanizması ve kurumu olan Türk Yatırım Fonu’nun kurulması için özel bir anlaşma imzalandı. Orada ben de kurucu başkan olarak atandım.

Daha sonra kuruluş anlaşmasını hazırlamaya başladık ve çok kısa bir sürede anlaşmayı ortaya çıkardık. 16 Mart 2023’te, Ankara’da Türk dünyası liderlerinin olağanüstü zirvesinde, ülkelerimizin maliye ve ekonomi bakanları, liderlerimizin huzurunda bu kuruluş anlaşmasını imzaladılar. Gerçekten tarihi bir andı.

2023 yılı sonunda parlamentolarımızda onay süreci tamamlandı ve anlaşmaya göre Fon 24 Şubat 2024’te resmen yürürlüğe girdi. Bu, bizim Fonun “doğum günü” olarak kabul ettiğimiz gündür.

O tarihten bu yana çok sayıda organizasyon tamamlandı. 18 Mayıs’ta Türk Yatırım Fonu Başkanı olarak Fonun en yüksek yönetim organı olan Guvernörler Kurulu’nun ilk toplantısını düzenledim.

Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz da o toplantıya katıldı, değil mi?

Evet, Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz da bu toplantıya katıldı ve toplantıya başkanlık etti. Bizim için büyük bir onurdu.

Toplantı oldukça başarılı geçti ve Guvernörler, Fonun kurumsallaşmasının tamamlanması da dahil olmak üzere birkaç önemli karar aldılar. Ayrıca Yönetim Kurulu’nu kurdular ve onlara temel prosedür belgelerini ve diğer gerekli eylemleri hazırlamaları için talimat verdiler. O zamandan beri, Haziran ve Ağustos aylarında, iki toplantı düzenledim ve bu toplantılarda Fonun operasyonel faaliyetlerinin başlaması için önemli kararlar aldık. Operasyonel yapının oluşturulması ve yatırım politikasının hazırlanması devam eden süreçler arasında

Yatırım politikası belgemiz hala taslak aşamasında.

Yatırım politikası hazırlanması hala devam ediyor yani.

Evet, hala devam ediyor. Bu, Fonun önceliklerini ana hatlarıyla belirleyeceği, hangi projelere odaklanacağımızı ve rolümüzün ne olacağını belirteceği için önemli bir belge.

Guvernörler Kurulu’nun ilk toplantısında Azerbaycan’dan Sayın Ramil Babayev, Fonun operasyonlarını yönetmekten sorumlu Türk Yatırım Fonu Genel Müdürü olarak atandı.

Yatırım politikası kesinleştirildiğinde ve yönetim yapısı tamamen yerleştiğinde, operasyonel faaliyetlere başlamaya hazır olacağız. 

Politika hazırlıklarınızın hala devam ettiğini anlıyorum, ancak Türk Yatırım Fonu’nun hangi temel sektörleri veya endüstrileri destekleyeceği konusunda bize bir fikir verebilir misiniz? 

Evet, önceliklerimiz oldukça açık ve bunlardan birçok kez bahsettim. Her şeyden önce, Türk Yatırım Fonu’nun birden fazla amaca hizmet ettiğini belirtmek önemli. Sadece kendi ülkelerimiz içindeki projeleri finanse etmemiz gerekseydi, yeni bir fon kurmaya gerek kalmazdı. Bunun için zaten çok sayıda fon ve bankamız var.

Ancak, Türk Yatırım Fonu sadece ülkelerimiz içindeki projeleri finanse etmek için değil, aynı zamanda uluslarımızın ekonomik entegrasyonuna katkıda bulunmak için kuruldu. Fonun temel odak noktası, ülkelerimiz arasındaki entegrasyonu ve işbirliğini teşvik eden ortak projeleri finanse etmek olacak. Bu, Türk dünyasının birliği ve ekonomik gücü için hayati önem taşıyor.

Türk dünyası için ekonomik entegrasyon kavramını biraz açabilir misiniz?

Herhangi bir siyasi veya ekonomik bloğun nihai amaçları vardır. Amacımız, Türk dünyasına hizmet etme potansiyelini birleştirmek için ekonomilerimizi bir araya getirmek. Ekonomik entegrasyon, ekonomilerimizi güçlendirmek ve ekonomik potansiyelimizi birleştirmek için birlikte çalışmak anlamına geliyor. Biz yedi ülkeyiz. Ticareti teşvik ederek, yatırımları kolaylaştırarak ve altyapı, enerji ve ulaşım gibi alanlarda ortak girişimleri destekleyerek daha güçlü ve daha birleşik bir Türk dünyası inşa etmeyi amaçlıyoruz.

“Ekonomik entegrasyon” derken tam olarak neyi kastediyorsunuz? Bu entegrasyonun bir parçası olarak ortak bir Türk para birimi veya finans altyapısından mı bahsediyorsunuz?

Ekonomik entegrasyon, en azından başlangıçta, tek bir para birimi veya birleşik bir altyapıya sahip olmak anlamına gelmez. Daha çok, özellikle enerji, ulaştırma ve KOBİ’ler gibi kilit sektörlerde, ortak projeler aracılığıyla birbirimizin ekonomilerine daha derin bir şekilde dahil olmakla ilgili.

Amacımız, Avrupa Birliği veya diğer bölgesel gruplar gibi ortak hedefler doğrultusunda çalışabilen ekonomik ve politik bir blok oluşturmak. Birbirimizin ekonomilerini desteklemeli ve tüm ülkelerimize fayda sağlayacak ortak projeler üzerinde işbirliği yapmalıyız. Bu, Türk dünyasının birliği için önemli bir koşuldur.

Fon’un Türk dünyasının eksik parçası olduğunu anlıyorum. Şimdi, bu boşluğu doldurdunuz mu?

 Türk birliği halen çok taze. Türk Devletleri Teşkilatı ve diğer ilgili işbirliği örgütleri sadece 10-15 yıl önce kuruldu. Çok kısa bir süre. Elbette zamana ihtiyacımız var. Türk Yatırım Fonu’nun bu süreci hızlandıracağından eminim.

Ekonomilerimizi daha rekabetçi ve dayanıklı hale getirmek için birlikte çalışmamız gerekiyor. Zamanla Türk Yatırım Fonu, Türk dünyasında ekonomik entegrasyonu teşvik etmek için birincil finansal araç olmayı hedefliyor.

Fonun temel önceliklerinden biri, ülkelerimize yabancı yatırım çekmektir. Bunu yapmanın iki yolu vardır: Birincisi, ulusal projeleri destekleyerek ve yabancı ortakları katılmaya teşvik etmek ikincisi ise Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, Asya Kalkınma Bankası ve İslam Kalkınma Bankası gibi diğer uluslararası finans kuruluşlarıyla işbirliği yapmak.

Elbette, büyük projeler için kendimizi finanse edemiyoruz ancak bu finans kuruluşları projelerimize katkıda bulunmak için çok istekli.

Büyükelçi Amreyev, hem kurumlar hem de ülkeler açısından Asya’daki diğer güçlere ilişkin olumlu bir işbirliği perspektifine sahip olduğunuzu anlıyorum. Ancak aynı zamanda, bu bir tür jeopolitik zorluğu da beraberinde getiriyor. Çin, Rusya, diğer bazı komşu Avrupa ülkeleri… Türk Yatırım Fonu bu jeopolitik zorluklarla nasıl başa çıkacak? Bunu takiben, bir başka soru şu olabilir: Eğer küresel bir güç olarak yükselen Türk bloğundan söz ediyorsak ve Türk Yatırım Fonu finans sektöründe aktif bir oyuncu olmak istiyorsa, bu gerçekler göz önüne alındığında stratejinizi nasıl sürdüreceksiniz?

Yatırım fonu bir siyasi örgüt değil, bir finans kuruluşudur. Bu nedenle Türk Yatırım Fonu, günümüzün sorunlu dünyasının jeopolitik rekabetine veya zorluklarına dahil olmak durumunda değil. Evet, küresel toplumun karşı karşıya olduğu dramatik zorlukları kabul ediyoruz, ancak bunlarla başa çıkmak politikacıların işidir. Finansörler olarak rolümüz rekabetten ziyade işbirliğine katkıda bulunmaktır. İşbirliğine odaklanarak, bu küresel zorlukların bazılarını hafifletmeye ve uluslararası rekabetin yoğunluğunu azaltmaya yardımcı olabiliriz.

Bu nedenle olumlu bir rolümüz var, diğer ekonomik ve finansal kurumlarla birlikte çalışıyoruz. Yapıcı işbirliği ve ortak projeler aracılığıyla, karmaşık dünyamızdaki işbirlikçi çabaları desteklemeyi ve teşvik etmeyi amaçlıyoruz.

Öte yandan, küreselleşmenin dünya çapında rekabeti önemli ölçüde artırdığını da kabul ediyoruz. Sonuç olarak, ülkelerimiz yatırım çekmede zorluklarla karşı karşıya. Bu rekabet gerçek ve hedefimiz, ülkelerimizin bu zorlukların üstesinden gelmelerine ve daha rekabetçi olmalarına yardımcı olmak. Ekonomilerimizin büyümesini başarıyla destekleyerek, uluslarımızın rekabet gücünü artırmada önemli bir rol oynayabiliriz. Şu anda altı ülke Türk Yatırım Fonu’nun tam üyesidir: Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Macaristan. Ayrıca Türkmenistan’ın yakında yedinci tam üye olarak katılmasını bekliyoruz. Ayrıca, Türk Yatırım Fonu üye olmayan kuruluşlarla işbirliğine açık. Kuruluş anlaşmamız, gerekli koşulları karşılamaları ve şartları kabul etmeleri halinde diğer ülkelerin de katılmasına olanak tanıyor. Bu, dış ortaklarla da yapıcı işbirliğine imkan sağlıyor.

Uluslararası finans kuruluşlarıyla ilgili olarak, hepsiyle çalışmaya açığız. Zaten müzakerelerdeyiz ve çeşitli finans kuruluşlarının bizimle işbirliği yapma konusunda artan bir ilgi gösterdiğini gözlemliyoruz. Büyük finans fonları, bankalar ve kuruluşlarla çalışarak, üye ülkelerimiz içinde önemli kalkınma ve altyapı projelerine katılabiliriz.

Bu büyük finans kuruluşları işbirliğine olan ihtiyacı kabul ediyorsunuz ve bu da büyük altyapı projelerine önemli yatırımlar yapılacağı anlamına geliyor. Örneğin, özellikle Rusya-Ukrayna savaşı ışığında, Kazakistan ve Türkmenistan’da enerji altyapısını genişletmeye yönelik artan bir ilgi var ve bu da Türk dünyasının Avrupa için önemini artırıyor. Avrupa Birliği’nin Türk bölgesindeki enerji projelerine milyarlarca avro yatırım yapmayı planladığını biliyoruz. Projeler hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Büyük altyapı projeleri maliyetlidir ve birden fazla finans kuruluşunun katılımını gerektirir. Bahsettiğim gibi, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ve birkaç Asya bankası bu tür bir işbirliğinin kurulması konusunda istekli. Finanse edilecek özellikle enerji sektöründe olmak üzere halihazırda boru hattında birkaç projemiz var. Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan petrol ve gaz üreticisi olsa da, şu anda bu kaynakları verimli bir şekilde taşımak için boru hatları ve elektrik hatları gibi daha fazla sınır ötesi enerji altyapısına ihtiyacımız var.

Ulaşım ağının inşası sadece üretim için değil, aynı zamanda tüketiciler için de önemli. Bu nedenle diğer uluslararası finans kuruluşlarından giderek artan bir ilgi görüyoruz. Ulusal hükümetlerimizin planları var ve Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’ın Türkmenistan’dan Azerbaycan, Türkiye ve Avrupa’ya gaz boru hatları inşa etme girişimlerinde yer aldığını biliyorum. Ülkelerimiz ve Avrupalı ortaklarımız bu projelere büyük ilgi gösteriyor.

Türk dünyasında başka enerji projeleri de var. Örneğin, Kırgızistan’da Özbekistan ve Kazakistan’a hizmet edecek bir enerji santrali inşa etme konusunda büyük planlar var. Bu devasa altyapı projeleri halihazırda çeşitli finans kuruluşları tarafından inceleniyor ve işbirliği yapılabilecek çok sayıda alan var. Elbette, hükümetlerimizle yakından çalışıyoruz, önceliklerini, planlarını ve programlarını izliyoruz. Ayrıca, ulusal hükümetler tarafından ve zirvelerimizde ve hükümetler arası komisyonlarda alınan kararları da dikkate alarak, paydaşlarımız olan üye devletlerimizin öncelikleriyle uyumlu olduğumuzdan emin oluyoruz.

Macaristan’ın, özellikle AB başkanlığı sırasında, katkılarından dolayı Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) tarafından çok takdir edildiğini biliyoruz. Macaristan’ın Avrupa ve Türk dünyasını birbirine bağlamadaki rolü çok önemli kabul ediliyor. Aynı zamanda Macaristan, Türk Yatırım Fonu’na önemli miktarda parasal katkıda bulunduğunu resmen açıkladı. Bu konuda daha fazla bilgi paylaşır mısınız?

Evet, bu bir sır değil. Fon başlangıçta beş üye ülke tarafından kuruldu ve ardından Macaristan eşit payla katıldı. Her ülke 100 milyon dolar katkıda bulundu ve fonun başlangıç ​​sermayesi 600 milyon dolar oldu. Daha önce de belirttiğim gibi, bu başlangıç ​​sermayesi önümüzdeki yıllarda fonu diğer uluslararası finans kuruluşlarıyla işbirliği için daha rekabetçi ve çekici hale getirmek için önemli ölçüde artırılacak.

Fondaki paylar her zaman eşit olarak kalacak mı?

Şart değil. Başlangıç ​​sermayesine eşit paylarla katkıda bulunuldu, ancak ek sermaye daha sonra kararlaştırılabilir ve şüphesiz aynı dağılımı takip etmeyecektir. Macaristan’a gelince, diğer üyelerle aynı payla tam üye olarak katıldı. Macaristan’ın 2018’de Türk Devletleri Örgütü’ne katılmasından bu yana Türk işbirliğinde çok yapıcı bir rol oynadığını söylemeliyim. Macaristan, diğer TDT üye devletleriyle birlikte tüm işbirliği mekanizmalarına aktif olarak katılıyor. Yakın zamanda, Macaristan’ın fona katılımını kesinleştirdiğimiz ve onları tam üye yaptığımız Budapeşte’deydim. Macaristan, Türk dünyasını Avrupa’ya ve Avrupa Birliği ile Türk Devletleri Teşkilatı arasında bağlamada gerçekten vazgeçilmez bir rol oynuyor. Macaristan’ın rolünü takdir ediyoruz ve gelecekte büyümeye devam edeceğine, yalnızca Türk dünyasının entegrasyonuna değil, aynı zamanda AB ile daha yakın işbirliği yoluyla küresel entegrasyonuna da katkıda bulunacağına inanıyorum.

Fona katkıları açıklığa kavuşturmak için soruyorum, her ülke ne kadar ödeyecek? Örneğin, Türkiye’de, Türkiye’nin Kazakistan ve Türkmenistan’daki enerji altyapısı ve boru hatları gibi projeler için devlet fonu sağlayıp sağlamadığı tartışılıyor. İnsanlar, başka ülkelerdeki projeler için hazineden ne kadar rakam ödeneceğini merak ediyor.

Herhangi bir uluslararası finans kuruluşunda olduğu gibi, proje finansmanı ve önceliklendirmeyle ilgili tüm kararlar Yönetim Kurulu tarafından verilecek. Her ülkenin çıkarları ve katkıları dikkate alınacak ve burada “kaybeden” olmayacak, sadece “kazanan” olacak. 

Bu önemli röportaj için çok teşekkür ederim, Sayın Büyükelçi. Hala birçok sürecin devam ettiği anlaşılıyor, ancak şimdilik bize bir manşet verebilir misiniz? Yakın gelecekte dünyanın hangi bölgesinin Türk Yatırım Fonuyla büyük ölçekli projelerde işbirliği yapma olasılığı en yüksek? Avrupa, Asya, Rusya veya Körfez ülkeleri mi olacak? Türk Yatırım Fonu işbirliklerinde en büyük sürpriz ne olacak?

Öncelikle Türk Yatırım Fonu yeni kurulmuş bir finans kuruluşudur ve 1 Ocak 2025’te operasyonel faaliyetlerimize başlayacağız. Avrupa, Asya, İslam dünyası ve Arap dünyasındaki finans kuruluşlarıyla yakın temas ve müzakereler içindeyiz. Onlar tarafından güçlü bir ilgi görüyoruz ve onlarla ilişkilerimizi geliştirmek için eşit derecede istekliyiz.

Bence en büyük sürpriz, üye devletlerimiz içinde Türk bölgesinde elde edeceğimiz başarı olacak. Ülkelerimizin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmaya ve ortak projeler üzerinde birlikte çalışan girişimcileri desteklemeye ciddi şekilde kararlıyız. Onları desteklemek ve Türk ülkeleri ve şirketleri arasında daha fazla ortak girişim teşvik etmek için buradayız.

Söylediğim gibi, nihai hedef, daha birleşmiş bir Türk dünyasının temeli olacak Türk ülkeleri arasında daha fazla ekonomik entegrasyona katkıda bulunmaktır. Bu bizim temel amacımız.

Büyükelçi Bağdat Amreyev, bu diplomatik röportaj için teşekkür ediyorum. Türk Yatırım Fonu’nun politikaları, yatırımları ve projeleri resmi olarak başlatıldığında 1 Ocak’tan sonra daha fazlasını duymayı dört gözle bekliyoruz.

Söyleşi

İsrail-İran savaşını kim kazandı? E. Tuğamiral Alaettin Sevim Harici’ye anlattı

Yayınlanma

Yazar

12 gün süren İsrail-İran savaşı, şimdilik ABD Başkanı Donald Trump’ın dahliyle ateşkesle sonuçlanmış gibi görünse de, bölgede gerilim devam ediyor. Bu kısa süreli çatışma ardında pek çok soru işareti bıraktı. Savaş hakikatten bitti mi? Kazanan kim kaybeden kim? İran’ın nükleer tesisleri gerçekten yok oldu mu? Pek çok soru hala tartışılıyor. Bunlardan bazılarını, emekli Tuğamiral ve İstanbul Kent Üniversitesi Öğr. Gör. Dr. Alaettin Sevim’e sorduk.

İsrail-İran savaşına 10. günde müdahil olan ABD, 12. günde de “tamam bu kadar yeter savaş bitti” dedi. ABD’nin bu çatışmaya hızla girip hızla çıkmaya çalışması ne anlama geliyor? Yoksa bu da Trump’ın diplomasi masasında yaptığı gibi taktik bir manevra veya şaşırtmaca mı?

Kanaatimce Amerika, özellikle Başkan Trump zaten bu savaşa çok fazla taraftar değildi. Müdahil olmak istemedi, ancak buna mecbur kaldı. Sonuç olarak Amerika’nın teknolojik gelişmişliği ve dünya politikasındaki ağırlığına orantılı bir şekilde bir taarruz yapıldı. Ancak gerek bu saldırılan nükleer tesislerin 2 gün önceden boşaltılmaya başlaması ve bu boşaltılma kaydedildiği halde, tespit edildiği halde buradaki boşaltmaya destek veren, boşaltmayı yapan, tahliyeyi yapan unsurların herhangi bir taarruza maruz kalmamış olmasına dair kanaatim bunun önceden haber verilmiş, bu nedenle de etkisi minimize edilmiş bir taarruz olduğu yönündedir. Benzer şekilde İran’ın da Amerika’ya verdiği cevapta yine Katar’daki hava üstüne yapılan taarruzda önceden haber verilmiş olması, boşaltılmış üstlere yapılan bu taarruzun da yine kararlaştırılmış ve birlikte onay verilmiş bir taarruz olduğu ortaya çıkıyor diye değerlendiriyorum. Dolayısıyla Amerika’nın bu savaşı istemediğini, özellikle başkan Trump’ın bunu istemediğini, kısıtlı bir müdahale yapıldığını ve bu müdahale sonucunda da yine kısıtlı ve önceden planlanmış bir cevap verildiğini ve savaşın şu an için ateşkesle sonuçlandırıldığını düşünüyorum.

Bu çatışmanın sonlandığını ve İsrail-İran arasındaki ateşkesin kalıcı olabileceğini düşünüyor musunuz? Yoksa taraflar bir sonraki çatışma için birbirlerinin ağırlıklarını mı tartmış oldu?

Bence, bir müddet devam edecek. Burada asıl belirleyici olan İran’ın nükleer programına devam edip etmeyeceği ve de İsrail’de de Netanyahu’nun başının ne kadar sıkışmış olabileceği, ne kadar daha fazla iç politikada sıkışabileceği. Bunlar önemli hususlar. Bu savaşın çıkmasında da temel nedenlerin bunlar olduğunu düşünüyorum. Eğer ki bu konularda bir yumuşama sağlanırsa ateşkes en azından bir süre daha devam edecektir diye değerlendiriyorum.

Çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşme riskinden hep bahsedildi. Bu yönüyle Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması gibi bir senaryo da dillendirildi. Siz böyle bir risk görüyor musunuz? Yoksa Hürmüz’ün kapanmasıyla ilgili riskin şimdilik geçtiğini mi düşünüyorsunuz?

Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması, İran’ın çok zorda kalması ve artık başka bir çaresinin kalmadığı bir durumda söz konusu olabilir. Neler olabilir? Örneğin İran’ın petrol tesislerinin vurulması, İran’ın da petrol ihraç etme imkanlarının azalması, rejimin tehlikeye düşmesi, İran hükümetinin tehlikeye düşmesi, isyanların başlaması ve İran’ın başka çaresinin kalmaması durumunda Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması söz konusu olabilir. Aksi takdirde bu İran’ın kendi ayağına ateş etmesi olacaktır. Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasıyla beraber İran’ın da ticareti etkilenecektir. Özellikle Çin’e yaptığı petrol ürünleri sevkiyatının engelleneceği ortadadır. Bu da İran’ın ve müttefiklerinin istemeyeceği bir şeydir. Dolayısıyla Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasının, savaşın çok ilerlemesi ve İran’ın artık başka çaresinin kalmadığı bir durumda her şeyi göze alabileceği bir noktada söz konusu olabileceğini değerlendiriyorum. Yakın bir zamanda bunu mümkün görmüyorum.

İsrail-İran çatışmasında hava güçleri ve füze yetenekleri konuşuldu. Ancak Hürmüz’den Kızıldeniz’e önemli deniz ticaret yolları da diken üstündeydi. Bölgede donanmaların sahneye çıkacağı gerilimler tetiklenmiş olabilir mi?

Evet, günümüzün savaşlarının en önemli özelliği hava gücünün muhakkak olması. Hava gücüyle bir savaşı sonlandıramazsınız ama hava gücü olmadığı takdirde bir savaşı muhakkak kaybedersiniz. Hedefleriniz doğrultusunda hava gücünüzü ve düşman hava güçlerine karşı salınma kabiliyetlerinizi geliştirmek gerektiği ortaya çıktı.

Bölgede donanmalar ise zaten sahnede. Her zaman için bölgede donanmalar varlıkları son dönemde mevcut oldu. Halen de mevcut. Krizin büyümesine bağlı olarak bölgedeki donanma varlığının artması söz konusu olabilir. Örnek olarak en son Amerikan taarruzunda denizaltılardan atılan cruze füzeler kullanıldı. Dolayısıyla Amerika’nın ve diğer devletlerin görünür ve görünmez bir donanma varlığının her zaman bölgede mevcut olduğunu ve krizin gelişmesine bağlı olarak bu miktarın donanma varlığının artıp azalabileceğini devamlı olarak göz önünde bulundurmak lazım. Ama her zaman bölgedeki üsler vasıtasıyla görünür ve görünmez denizaltılar gibi görünmez unsurlarla da olsa bölgede donanma varlıkları devam edecektir.

ABD’nin ve İsrail’in bu müdahaleleri Çin ve Moskova tarafından sizce nasıl izlendi. Bu iki başkentin, hem ABD ile karşı karşıya gelmemek hem de müttefikini korumak gibi bir ikileme düştüğü söylenebilir mi?

Göründüğü üzere burada Rusya’nın belli oranda Amerika’nın müdahalesini sınırlandırmak üzere bir çabası olabilir. Özellikle Rusya’nın son dönemde yaptığı açıklamalar dikkati çekti. Örnek olarak İsrail’e çok uzun süreler boyunca İran’ın herhangi bir silah geliştirme kapasitesinin, nükleer silah geliştirme kapasitesinin olmadığını bildirdiklerini belirttiler. Daha sonra da Putin ABD müdahalesinin bölgedeki barışı ve hatta dünya barışını etkileyeceğini açıklaması da dikkat çekici oldu. Çin’in en azından bizim önümüze gelen demeçleri Rusya’ya göre daha düşük yoğunlukta kaldı. Ama İran’ın önemli bir müttefiki olarak Çin’in de demeçler seviyesinde ya da kamuoyundaki açıklamalarıyla yapılan destek seviyesinde İran’ın yanında yer aldığını görüyoruz. Burada ben özellikle Rusya’nın kapalı kapılar ardında Amerika’yı ikna çabaları olmuş olabileceğini değerlendiriyorum.

Sonuç olarak bu kriz İsrail’in İran’ın altyapısına ve nükleer kapasitesine verdiği hasarla İsrail’in avantaj sağladığını ama İran’ın da bu savaşı kaybetmeyerek kazandığını değerlendiriyorum. Özellikle de İran‘ın İsrail’e cevap verme kapasitesinin, reaksiyon gösterme kapasitesinin düşük hesaplandığını ve bu kadar uzun süre füzelerle de olsa uzak mesafeden de olsa cevap verebileceğinin değerlendirilmediğini ve burada hata yapıldığını düşünüyorum. Bu nedenle İran da bu savaşı kaybetmeyerek kanaatimce kazanan sayıldı.

Okumaya Devam Et

Söyleşi

E. Koramiral Kadir Sağdıç: ‘Hürmüz’ü kapatmak ABD-İsrail’e yarar’

Yayınlanma

E. Koramiral Kadir Sağdıç, Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında deniz güvenliğini ve işbirliğini artırmak amacıyla kurulan çok uluslu bir deniz kuvveti oluşumu BLACKSEAFOR’un (Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu) Planlama Grubu Başkanlığı’nı yürütmüş, 2009’da Güney Deniz Saha Komutanı olarak Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz güvenliğini yöneten donanma komutanlığı görevini icra etmiştir. Kadir Sağdıç’a Hürmüz Boğazı’yla ilgili gelişmeleri ve olası senaryoları sorduk: “Hürmüz’ü kapatmak ABD-İsrail’e yarar.”

‘Uluslararası hukuk açısından mümkün değil’

Hürmüz’ü kapatmak üzerine bir senaryo krizin hangi aşamasında devreye alınabilir? Hürmüz Boğazı’nın hukuki statüsü nedir? İran donanmasının bugüne kadar bu senaryo üzerine yaptığı tatbikat ve simülasyonlar nelerdir?

Hürmüz Boğazı, Cebelitarık Boğazı gibi ya da Baltık geçitleri gibi uluslararası bir su yolu ve çok da dar değil. Aslında en dar yeri 30 kilometre. Bizim Türk Boğazları gibi değil, mesela İstanbul Boğazı 700 metre. Bu 40 misli daha geniş bir yer ve karşılıklı sahillerde farklı ülkeler var. Umman var, İran var, Birleşik Arap Emirlikleri’ne kıyıdaş, aynı zamanda Katar’a kıyıdaş. Böyle kıyıdaş olan tarafların çok sayıda ülkenin aynı bölgede olduğu yerde bir Hürmüz’ü kapatmak uluslararası hukuk açısından mümkün değil.

Türk Boğazlarının özel statüsü var. Gerek Çanakkale Boğazı gerek İstanbul Boğazı çok dar ve her iki kıyısı da Türkiye Cumhuriyeti’nin kıyıları. Her ne kadar Karadeniz uluslararası su ise de 140 mil ve 300 mil gibi geniş alanlar var. Karasuları 12 mil olduğuna göre iki ülkenin sahilleri, iki ülkenin karasuları denizi kapatmıyor. Ama Türk Boğazları dediğimiz Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı’nda tüm sahiller ve içerideki su Türkiye’nin. Dolayısıyla Montrö Sözleşmesiyle Türk Boğazları’nın özel statüsü var. Ama Hürmüz Boğazı’nın öyle bir özel statüsü yok. Böyle bir durumda evet geçmiş krizlerde İran-Irak Harbi’nde tanker trafiğine zarar verme anlamında İran inisiyatif kullanıp tanker vurdu. Ama orada riski kendisi üstleniyor onun vebalini kendisi ödemek durumunda. Uluslararası hukuka sığınarak bunu yapmıyor.

‘Çin’den gelecek gelirin önü kesilir’

Askeri literatürde durum muhakemesi deriz. Bir karar almadan önce o kararı bir testten geçiririz. Bu uygunluk, tatbik kabiliyeti ve kabul edilebilirlik dediğimiz üç test aşaması var. Mesela Hürmüz Boğazı’na bu açıdan bakalım. Eğer İran kapatmaya kalkarsa bu İran’a ne kazandırır? Hürmüz’ü kapatmak amacına hizmet eder mi? Ona bakmak lazım. Örneğin kapatabildiği takdirde dikkatleri ekonomiye çeker. Çünkü petrol ve doğalgaz maliyetleri yükseliyor. Dünya ekonomisinin sıkıntıdan geçtiği bir süreçte dünyanın dikkatini petrol üzerinden Hürmüz’e çekebilir. Bu da dikkat edin, beni kollayın, kriz sönümlensin, benim haklarımı gözetin. Dolayısıyla ben de boğazı kapatmayayım gibi mütevazi bir yarar sağlayabilir.

Ama petrol fiyatları ve doğal gaz fiyatları artarsa bundan spekülatörler yararlanır. Yani uzun vadede siz yararlanamazsınız. Sonunda kriz harbe de dönüşse harbin sonunda bu sönümlenecek. Dolayısıyla kalıcı petrol fiyatları artışı için OPEC ve benzeri kartellerin topluca karar alması lazım. Yani o bölgede arz sadece İran’la olmuyor. Başta Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi ülkeler olmak üzere petrol arzının birçok oyuncusu var. Dolayısıyla OPEC kalıcı karar almadığı sürece petrol fiyatları yüksek kalmaz. Kriz boyunca yükselir sonra da düşer. Kapatılacak boğazdan İran kendi arzını da dünya piyasasına sürüyor. Özellikle uzun süreli sözleşmeler yaptığı büyük bir alıcısı var Çin. Oradan da zararı olacaktır. Bu irade İran’a kazandırmayacak, kaybettirecek çünkü Çin’den gelecek gelirin önünü keser.

‘Hürmüz’ü kapatmak İran’ı hedef haline getirir’

Hürmüz boğazının kapatılması şeklindeki bir İran askeri uygulaması ABD’ye uluslararası hukuktan kaynaklanan “meşru” bir müdahale hakkı tanır mı? Ya da ABD bunu gerekçe göstererek uluslararası bir koalisyonla İran donanmasına saldırı için “meşru” bir gerekçe bulmuş sayılır mı?

Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılmasının başka ne zararı olur? İran siyasi olarak hedef büyütür. Şu an muhatapları İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri iken bir anda boğaz kapatıldığında, buradan zarar gören çok sayıda ülke İran’ı hedefine alır ve siyasi tarafta büyük bir dengesizlik olur. Yani İsrail’e karşı siyasi yük çok artar. Gereksiz yere hedef büyütmüş olur, kendi satışları aksar. Hürmüz Boğazı’nı kapatacağım ama harbin sonunda ayakta kalırsam misliyle şu fiyattan şu kadardan arz gelecek, devam edecek, size satış yapacağım diye Çin’le şu an yapmış olduğu anlaşmanın revizyonunu yapması gerekir. Çin’le bu anlaşmayı perde arkasında revize etmeden, onları ikna etmeden Hürmüz Boğazı’nı kapatamaz.

Peki kapatılmasına karar verildi ama tatbik kabiliyeti var mı? Bunu yapabilir mi? Tatbik kabiliyetinden kasıt askeri gücünüzle elinizdeki olanaklarla, yani gemileriniz, insansız hava araçlarınız, uçaklarınız, kara bataryalarınız ateş gücü olarak o boğazdan geçen trafiği kapatmaya yetecek mi? İran girişimde bulunduğunda bu karşı unsurların yani isabet alacak olan gemilerin ülkeleri ki oradan bütün dünya ülkeleri geçiş yapıyorlar. Sadece arzı sağlayan kıyıdaş petrol üretici ülkeler değil, üçüncü tarafların gemisi de geçiyor. Dolayısıyla o gemiler zarar gördüğünde onların unsurları da öz savunma kapsamında askeri müdahaleye karşı onlar da güç kullanma aşamasına gelebilirler.

Zarar gören taraflar doğrudan hukuken İran unsurlarını hedef almayabilirler. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İran’ı üçüncü taraflara verdiği zarardan dolayı kınayıp önlemler alacaktır. Bu güç kullanmaya kadar gidebilir. Yani sadece kınamayla kalmayacak. Bir uluslararası koalisyon gücü, Birleşmiş Milletler kararları altında, Güvenlik Konseyi kararları altında İran’a muhtemelen müdahale edecektir. Bu da İsrail’in ve ABD’nin elini çok güçlendirir. Yani iki ülkeli müdahale yerine bir anda çok uluslu ve Birleşmiş Milletler’in aldığı karar altında İran’a karşı kuvvet kullanımını gerektirir ki o zaman Hürmüz Boğazı’nı kapatmanın tatbik kabiliyeti de pek yok gibi gözüküyor.

Tatbik kabiliyet de var, gücünüz de var, o gücü de askeri gücü kapatma yönünde kullanmaya kalktınız diyelim. Yok ama var diyelim. Peki, o kadar riske girmeye o kadar unsuru kaybetmeye siyasi yönden de kaybeden tarafta olmaya değer mi? İsrail ve ABD’nin İran’ı zorladığı bir aşamada bir anda dünyanın önemli bir kısmını karşısına alıp onların oluşturacağı koalisyon kuvvetlerinden zarar görüp ek güç kaybetmesine değer mi? Bu riski göğüsleyebilir mi? Bence hayır. Dolayısıyla Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması mantığını test ettiğimizde kapatılması bir kazanç getirmiyor. Ne tatbik kabiliyeti var, elindeki kuvvet dünyaya karşı onu kapatmaya yetmeyebilir; ne de riskinin kabul edilebilir bir durumu var. Dolayısıyla mantıklı davrandığı takdirde İran Hürmüz Boğazı’nı kapatmayacaktır diye değerlendiriyorum.

Diğer taraftan İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapanma teşebbüsü tabii ABD’ye doğrudan bir müdahale hakkı doğurmaz. ABD’nin bunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları üzerinden değerlendirmesi gerekir. İran doğrudan ABD gemisini, Amerikan tankerini hedef alırsa tabii ki karşı taraf olarak ABD öz savunma yapar ve misliyle mükabele de edebilir. Ama İran’ın bunu nasıl uygulayacağını bilmiyoruz. Diğer taraftan böyle bir kararın alınmayacağını mantıken de değerlendirmiş oluyorum.

‘Kriz bölgesel kalacaktır’

Böyle bir senaryoya İran ve Çin donanmaları nasıl tepki verir? Dünya üzerindeki Malakka Boğazı gibi diğer kritik su yolları üzerinde askeri tansiyonu artırıcı bir etkisi olur mu? Hürmüz’deki bir çatışmanın Husiler üzerinden Kızıldeniz’e ve diğer kritik ticaret yollarına sıçraması riskini görüyor musunuz?

Hürmüz Boğazı bölgesindeki gerilim ve tırmanışın Çin donanmasına nasıl tepki vereceği konusu da gündemde sorgulanıyor. Çin bu aşamada kendi yakın çevresi Tayvan ve Çin denizinde farklı tepkiler verebilir. Orada bir kriz gelişirse askeri harekata geçebilir. Ama Körfez bölgesinde, Hürmüz Boğaz’ında Çin donanmasının bir harekata katılacağını ya da Çin’in inisiyatif üstlenip silahlı müdahalede bulunacağını hiç mümkün görmüyorum. Öyle bir olasılık yok. Şu aşamada Çin’in gördüğümüz kadarıyla uluslararası ilişkilerde öyle bir niyeti olmadığını değerlendiriyorum. Buralarda tansiyonun artması şu an İran’ın geçmişteki bir iki yıl içinde yanında gözüken Husiler üzerinde bir etkisi olacaktır. Belki de eğer İran teşebbüs ederse Hürmüz Boğazı’nda Husiler de Kızıldeniz’de benzeri eylemler yapabilirler. Hürmüz Boğazı’nda olası bir tırmanışın, Husilerin de hareketlerini artıracağını değerlendiriyorum. Kriz ve harp durumu devam ettiği sürece Kızıldeniz’de onlar da daha ileri düzeyde girişimlerde bulunabilirler.

Diğer kritik su yollarına, örneğin Malakka Boğazı’na bu aşamada bir müdahale olacağını beklemiyorum. Ama olaylar tırmanır da bloklaşır, Avrasya’ya karşı Okyanusya ülkeleri yani Heartland dediğimiz Avrasya kıtasını Çin’in, Rusya’nın, Türkiye’nin Avrupa’yla birlikte bulunduğu ana kıtalar grubuna okyanuslardan Büyük Okyanus, Hint Okyanusu ve Atlas Okyanusu’ndan, çevreleyen başta Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Avustralya ve Kanada’nın bulunduğu deniz ağırlıklı grubun müdahalesi söz konusu olduğunda (ki buna Kore ve Japonya’yı da dahil etmeliyiz), o zaman Endonezya, Malezya gibi ülkeler üzerinden Malakka Boğazı’nda da olası gerginlik mümkün olabilir. Ama bu topyekun krizin küresel çapa sıçraması demek. Bu da çok tehlikeli bir durum olur. O aşamaya geleceğini değerlendirmiyorum. Bu krizin bölgesel kalacağını değerlendiriyorum.

Uzmanlar Harici’ye değerlendirdi: Hürmüz’ün kapanma ihtimali ‘sıfır’

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip

Yayınlanma

Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi İcra Direktörü Doç. Dr. Yang Chen, Pekin’in İsrail-İran savaşına dair tutumunu, Çin akademisinin bakışını ve gelişmelerin Çin’in Orta Doğu politikasına etkisini Harici’ye değerlendirdi.

İsrail’in saldırıları sonrası Pekin ilk tepki olarak, “ciddi endişelerini” dile getirdi ve tüm tarafları daha fazla tırmanmayı önlemeye çağırdı.

Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian, cuma günü yaptığı açıklamada, Çin’in İran’ın egemenliği, güvenliği ve toprak bütünlüğüne yönelik her türlü ihlale ve “gerginliği tırmandıran” eylemlere kararlılıkla karşı olduğunu söyledi.

Lin, “Bölgedeki ani gerginlik artışı kimseye fayda sağlamaz” dedi. “Çin, tüm tarafları, durumun daha da kötüleşmesini önlerken, bölgesel barış ve istikrarı teşvik edecek önlemler almaya çağırıyor” diye ekledi.

Sözcü, Çin’in krizi yatıştırmada “yapıcı bir rol” oynamaya hazır olduğunu da vurguladı.

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de, İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi ve İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar ile telefon görüşmeleri yaptı. İsrail’in ‌İran’a yönelik saldırılarını kınayan Wang Yi, uluslararası toplumun İran nükleer meselesinin siyasi yollardan çözülmesi için çaba gösterdiği bir dönemde, bu saldırının “kesinlikle kabul edilemez” olduğunu söyledi. “Sorunların çözümü için ‌diplomatik kanallara dönülmesi‌” çağrısı yaptı.

Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi İcra Direktörü, Doç. Dr. Yang Chen, Pekin’in İsrail-İran savaşına dair tutumunu, Çin akademisinin bakışını ve gelişmelerin Çin’in Orta Doğu politikasına etkisini Harici’ye değerlendirdi.

‘Pekin yapıcı rol oynamaya istekli’

Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian’ın açıklamalarını hatırlatan Yang Chen, Çin’in İsrail’in İran’a saldırısından derin endişe duyduğunu ve bu tür eylemlerin doğurabileceği ciddi sonuçlardan dolayı son derece kaygılı olduğunu belirtti. Çin’in, İran’ın egemenliğinin, güvenliğinin ve toprak bütünlüğünün ihlal edilmesine karşı olduğunu söyleyen Yang, ayrıca çatışmaların tırmanmasına ve gerilimin artmasına da karşı olduğunu ifade etti.

Çin’in, ilgili tüm tarafları, bölgesel barış ve istikrarı teşvik etmeye yönelik daha fazla çaba göstermeye ve gerilimi daha fazla artırmaktan kaçınmaya çağırdığını ve durumun hafifletilmesini teşvik etmek için yapıcı bir rol oynamaya istekli olduğunu kaydetti.

‘İran renkli devrim tehdidiyle karşı karşıya’

Çinli akademisyenlerin bakış açısından ise, Orta Doğu’daki temel çelişkinin artık Suudi Arabistan ile İran arasındaki önceki çatışmadan İsrail ile İran arasındaki çatışmaya kaydığını ifade etti.

Trump’ın göreve başlamasından sonra, İsrail ile İran’ın liderlik ettiği “direniş ekseni”ni arasındaki kuşatma ve karşı-kuşatma mücadelesinin tırmanmaya devam ettiğini belirten Yang, “İsrail karşıtı birlik cephesi ile İran karşıtı birlik cephesi arasındaki mücadele şiddetlenecek” değerlendirmesini yaptı.

İran’ın büyük bir “renkli devrim” tehdidiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayan Yang Chen, “Bu saldırıda, İran’ın sertlik yanlıları hedef alınıp ortadan kaldırıldı ve bu durum İran’ın etkisine ağır bir darbe vurdu. Eğer İran, İsrail saldırısına karşı kararlı bir şekilde misilleme yapmazsa, gelecekte daha tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalmasından ve bölgesel etkisinin ciddi şekilde zayıflamasından, hatta rejimin istikrarının bile tehlikeye girmesinden endişe edilmektedir” ifadelerini kullandı.

‘Çin İran’da istikrardan yana’

Çin’in Orta Doğu politikasının her zaman istikrar ve sürekliliğini koruduğunu ve dramatik değişikliklere rağmen temelden değişmeyeceğini söyleyen Yang, İran’ın Pekin için önemini ise şöyle anlattı: “İran, Çin için stratejik öneme sahip bir ülkedir. İran, Avrasya’nın merkezindedir, Kuşak ve Yol Girişimi’nin önemli bir merkezidir, Çin’in enerji kaynaklarının önemli bir kaynağıdır ve Orta Asya’daki istikrarın korunması ve Sincan’ın güvenliğinin sağlanması için önemli bir güvencedir”.

Bu sebeple Pekin’in, İran’ın istikrarlı kalmasını istediğini belirten Yang, “Çin, İran’ın ABD ve Batı tarafından baskı altına alınmasını istemez, ayrıca İran’ın ABD ve Batı’ya yönelmesini de istemez” değerlendirmesini yaptı.

İran’ın iç ve dış meselelerde büyük zorluklarla karşı karşıya olduğuna da dikkat çeken Yang, bu zorlukları şöyle sıraladı:

  1. Ekonomik durgunluk

“İlk olarak, İran’da ekonomik gelişme durgundur. 2024 yılında İran’ın gayri safi yurtiçi hasılası 434,2 milyar dolardı (bu rakam Çin’in Şensi Eyaleti’nin ekonomik büyüklüğüne eşdeğerdir); bu rakam 2008’den 2017’ye kadar olan on yıllık dönemdeki seviyesine hâlâ ulaşmamış ve 2011’deki zirve değeri olan 625,4 milyar dolardan oldukça uzaktadır. Kişi başına düşen GSYİH yaklaşık 4500 dolardır (İsrail’in kişi başı GSYİH’sı olan 52.261 doların sadece 1/12’si kadardır); bu durum İran halkının memnuniyetsizliğine neden olmuştur. Ekonomik durgunluk, İran’ın “direniş ekseni”ne güçlü destek sağlamasını da engellemektedir.”

  1. Nükleer pazarlık

“İkinci olarak, İran’da siyasi değişimler yaşanmıştır ve ılımlı bir cumhurbaşkanı göreve gelmiştir. 30 Temmuz 2024’te İran’ın yeni cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan yemin ederek göreve başladı. Ilımlı bir cumhurbaşkanı olan Pezeşkiyan, 2024 Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılımı sırasında, ülkesinin uluslararası ilişkilerinde “yapıcı” bir sayfa açma umudunu dile getirdi ve İran’ın “nükleer programı konusunda Batı ile diyaloğa hazır olduğunu” vurguladı. Bu durum da İran’ın Batı ile müzakereye ve “İran nükleer anlaşması”nı yeniden müzakere etmeye niyetli olduğunu göstermektedir. Ancak “direniş ekseni”nin zayıflamasıyla birlikte İran’ın Batı’dan yaptırım muafiyeti elde etme konusundaki pazarlık gücü azalmıştır.”

  1. Ulusal güvenlik

“Üçüncü olarak, İran’daki iç güvenlik durumu endişe vericidir. Son yıllarda İsrail, İran’da art arda suikastlar düzenlemiştir; bu suikastlara İran’ın kıdemli nükleer fizikçisi Muhsin Fahrizade, İran Devrim Muhafızları lideri Kasım Süleymani ve İran Devrim Muhafızları İstihbarat Yetkilisi Muhammed Akiki dahildir. Mayıs 2024’te İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Temmuz 2024’te Hamas lideri İsmail Haniye, İran’ın başkenti Tahran’da suikasta uğradı ve daha sonra bu olaydan İsrail resmi olarak sorumlu olduğunu kabul etti. Bu durum, İsrail ve ABD istihbarat teşkilatlarının İran’ın ulusal güvenlik sistemine tamamen sızdığını ve İran’da diledikleri gibi hareket edebildiklerini, istedikleri kişilere suikast düzenleyebildiklerini göstermektedir. İran’ın ulusal güvenliği, kendi cumhurbaşkanının, üst düzey askeri komutanlarının, önemli bilim insanlarının, üst düzey istihbarat yetkililerinin ve yabancı misafirlerin hayatlarını koruyamamıştır.”

İran’ın şu anda büyük zorluklarla karşı karşıya olduğunu vurgulayan Yang Chen, ancak buna rağmen Tahran’ın ayakta kalabilmesi için “büyük güçlerden ve zorluklardan korkmayan” bir tutum sergilemesi gerektiğini belirtti.

Yang’a göre İran, bölgesel etkisini kanıtlayabilirse ve kararlı şekilde Amerikan ve İsrail karşıtı tutumunu gösterebilirse, daha fazla dış destek elde edebilir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English