Bizi Takip Edin

AMERİKA

ABD’de kritik dava: Büyük Teknoloji şirketleri, devlet müdahalesine karşı

Yayınlanma

Geçen pazartesi günü, ABD Yüce Mahkemesi, son elli yıldır Amerikan iktisadi düzenine rehberlik eden bazı temel fikirlere meydan okuyan önemli bir davayı dinledi.

Davanın bilinen adı ‘NetChoice v. Paxton’ (NetChoice, Paxton’a karşı) ve cevabı aranan soru, Anayasa’nın Birinci Maddesinin ‘ifade özgürlüğü’ kisvesi altında Google, Meta, Amazon ve TikTok gibi teknoloji platformlarının ekonomik regülasyonunu yasaklayıp yasaklamadığı idi.

NetChoice, çevrimiçi işletmelerin ticaret birliği olarak işlev görüyor. NetChoice’ın üyeleri arasında Amazon, Google, Lyft, Meta, Nextdoor, PayPal, Snap, TikTok, Verisign, Waymo ve X bulunuyor.

NetChoice ve mali kaynakları

NetChoice, Google, Facebook, Amazon ve TikTok tarafından finanse edilen bir lobi grubu ve öncelikle bu tür firmaları kısıtlamak için tasarlanmış kamu kurallarına karşı dava açıyor.

Bütçesi ise bir hayli büyük: Federal hükümetin tüm Tekel Karşıtı departmanının yaklaşık %15’ine eşit.

NetChoice, Florida’daki benzer bir yasanın yanı sıra, yasayı engellemek için derhal dava açtı. Büyük teknoloji firmaları ilk başta bu davayı ‘partizan bir mücadele’ olarak göstermeye çalıştı, çünkü Teksas büyük teknoloji firmalarına karşı siyasi muhafazakârları savunmaya çalışıyordu.

Fakat bu girişim başarısız oldu, çünkü Demokratların yönetimindeki California’nın ‘California Yaşa Uygun Tasarım Kodu Yasası’ gibi, NetChoice’un engellemek için dava açtığı bir dizi başka yasa da var.

Davaların özeti

2021’de Florida ve Teksas eyaletleri, 50 milyondan fazla Amerikalı kullanıcısı olan sosyal medya platformlarının kullanıcılara karşı bakış açısına göre ayrımcılık yapamayacağını zorunlu kılan bir yasa çıkardı. Yasalar açıkça Donald Trump’ın Twitter ve Facebook’tan atılmasına karşı bir tepki olarak gündeme gelmişti.

İki teknoloji grubu, 2021’de federal mahkemede Florida yasasına itiraz etti. Bölge mahkemesi, tedbirin uygulanmasını engelledi ve bunun muhtemelen Birinci Maddeyi ihlal ettiğini belirledi. Florida, ABD 11. Daire Temyiz Mahkemesi ticaret gruplarının yanında yer almadan önce karara itiraz etti. 

Davanın sonucu, trilyonlarca dolarlık piyasayı ekonomik olarak doğrudan etkileyecek. Ama daha önemlisi, ABD’deki siyasi ve toplumsal sonuçları gibi görünüyor. Büyük Teknoloji firmalarına karşı tekel karşıtı, mahremiyet hakları, medeni haklar ve ifade özgürlüğü konularında iddialar var ve Kongre ve eyalet yasama organları, bu şirketlerin ‘gözetleme reklamcılığını’ ve çocukları nasıl istismar ettiğini ele almak için hareket ediyor.

Bu dava, bu karşı siyasi hamlelerin bir kısmını veya tamamını bozma tehdidinde bulunuyor, çünkü Büyük Teknoloji şirketlerinin avukatlarının yola çıktığı temel öncül, Amerikan Anayasasının, demokratik olarak seçilmiş yetkililerin, kararları önemli toplumsal sonuçlara yol açsa bile, özel teknoloji platformlarına müdahalesine izin vermediği iddiası.

Dava ilerledikçe ve tartışmalar ortaya çıktıkça, bir dizi ilginç ve tuhaf soru gündeme geldi. Örneğin, Facebook’un hizmetlerini ırksal veya dini olarak ayrımcılığa göre verme veya çocukları bağımlı hale getiren hizmetler oluşturma konusunda Birinci Maddeden kaynaklı bir hakkı var mı? Şirketin avukatı Paul Clement’e göre cevap “Evet.”

Bir başka örnek: Google, siyasi anlaşmazlık nedeniyle Tucker Carlson veya Rachel Maddow’un Gmail hesabını silebilir mi? Şirket avukatına göre cevap yine “Evet.” 

Bir başka örnekte, Yargıç Neil Gorsuch, Gmail gibi teknoloji şirketlerinin, şirketlerin kabul etmediği ırk, siyaset ve din gibi konulardaki e-postaları ve özel doğrudan mesajları silip silemeyeceğini sordu. Clement, bunun ‘eşit koruma’ maddesinin nasıl uygulandığına bağlı olarak karara bağlanması gerektiğini, fakat ‘bu meselenin [de] özünde editoryal kararları içerdiğini’ söyledi.

ACLU, mahremiyet çalışan hukuk profesörleri, Etsy gibi firmalar, tarihçiler, sivil haklar grupları, ABD Ticaret Odası ve General Stanley McChrystal gibi ulusal güvenlik uzmanları gibi çeşitli üçüncü taraflar da Büyük Teknoloji şirketlerine destek çıktı.

Argümanlar ve karşı argümanlar: Kamusal alan masaya yatırıldı

Florida Başsavcısı Henry Whitaker, sosyal medya platformlarının sansür politikalarını ‘tutarsız bir şekilde’ uygulama ve belirli kullanıcıları platformdan çıkarma veya sansürleme konusunda Birinci Madde hakkına sahip olmadığını savunarak davasını ortaya koydu. 

Whitaker, sosyal medya platformlarının ‘kendilerini ifade özgürlüğü için tarafsız forumlar olarak pazarlayarak’ başarıya ulaşmasına rağmen, artık ‘çok farklı bir tondan konuştuklarını’ savundu.

Whitaker, “Sitelerinde barındırdıkları her şeyi sansürlemek için geniş bir Birinci Madde hakkına sahip olduklarını iddia ediyorlar, bunu yaparken tüketicilere kendi temsilleriyle çelişse bile. Fakat Birinci Maddenin tasarımı, konuşmanın bastırılmasını önlemektir, onu etkinleştirmek değil,” dedi.

Baş Yargıç John Roberts ise endişe duymaları gereken ilk şeyin ‘modern kamusal alanı’ eyaletin düzenlemesi gerektiği olup olmadığını sorguladı. Whitaker ise cevap olarak, büyük işletmelerin konuşmacıları susturma gücüne sahip olması nedeniyle, eyaletlerin fikirlerin özgürce yayılmasını sağlamakta çıkarları olduğunu savundu.

Teksas Başsavcısı Aaron Nielson da ‘milyarlarca insanın konuşmasına pasif bir şekilde ev sahipliği yapan platformların kendileri konuşmacılarsa ve ayrımcılık yapabiliyorsa, konuşulacak bir kamusal alan olmayacağını’ savundu.

Yargıçların kafası karışık

Davaya bakan Yüce Mahkeme yargıçlarının ise ‘ifade özgürlüğü’ meselesiyle nasıl başa çıkacağı hâlâ muamma.

Örneğin Yargıç Gorsuch, ‘gençleri bağımlılığa veya intihara, depresyona ve bu tür şeylere çekmek için özel olarak tasarlanmış algoritmaların’ ifade özgürlüğü kapsamında olup olmadığını ve bu nedenle devlet tarafından düzenlenip düzenlenemeyeceğini sordu.

Avukat Clement’in cevabı, bunları devletin düzenleyemeyeceği yönündeydi.

Yargıç Barrett, büyük teknoloji firmalarının dine dayalı olarak kullanıcıları yasaklayıp yasaklayamayacağını sordu. Yine, cevap evetti: Eğer Google, platformunda yalnızca Katoliklerin bulunmasına izin vermek istiyorsa, ‘Protestanların Katolik partisine girmesine izin vermemek’ için bir Birinci Maddeye dayalı hakkı vardı.

Regülasyon karşıtlığında Jim Crow esintileri

Teknoloji şirketlerinin ‘devlet müdahale edemez’ argümanının izi, ABD’deki Sivil Haklar hareketi ve buna yönelik muhfazakâr tepkiye kadar götürülebilir.

1964 Sivil Haklar Yasası ve buna karşı çıkan Yale Üniversitesi’nin ‘efsanevi’ hukuk profesörü Robert Bork’un adı bu nedenle yeni dava ile birlikte tekrar gündeme geldi. Bork, sivil haklar hareketinin ırksal ayrımcılığa karşı mücadelesi ile ilgili olarak, ırksal ayrımcılığın ‘özelleştiği’ müddetçe savunulabileceği yargısında bulunmuştu.

Bork’un ırksal ayrımcılığı savunan The New Republic makalesi o kadar tartışma yaratmıştı ki, Güneyli köle sahiplerinin torunları memnuniyetlerini gizleme gereği duymamıştı; hatta, Güney Carolina’lı bir banker, Bork’a bir mektup yazarak, ‘Yale’de bir Goldwater adamına sahip olmanın kendileri için çok cesaret verici’ olduğunu söylemişti. Barry Goldwater, Arizona’nın efsanevi muhafazakâr senatörünün adıydı.

The New Republic editörleri ise, Bork’un yasal görüşlerine karşı sağlam bir argüman sunuyorlardı: Tüm aksi iddialara rağmen, çağlardan beri, özel mülkiyet sahipleri bazı kamusal dayatmalar çerçevesinde işlerini görebilirdi. Örneğin İngiliz örfi hukukunda, bir hancı, ayık ve düzenli olmak kaydıyla, tüm müşterileri kabul etmekle mükellefti. ABD’deki Güneyli işletmeler ve Bork ise, özel mülkiyet hukukunu kötüye kullanıyor ve kamusal zorunluluklardan tam muafiyet talep ediyorlardı.

Bork, makalesinde ırkçılığı görünşte savunmuyordu; onun kişisel fikrine göre ırkçılık ‘iğrenç’ti. Ama püf noktası burası değildi: Ona göre, devletin, iş adamlarının özel mülklerini kullanma şartlarını dikte etmede hiçbir rolü yoktu. 

Güneyli mülkiyet hakkı neoliberal finansallaşma ile birleşirse…

Yale profesörü aslında, Amerikan İç Savaşı esnasında, Atlantik’in iki yakasındaki kölelik savunucularının argümanlarını tekrar ediyordu. Güneyli köle sahipleri ve destekçileri, kölelerinin kendi özel mülkleri olduğunu söyleyerek, özel mülkiyete yönelik devlet müdahalesinin liberalizmin temel ilkesine aykırı olduğunu savunuyorlardı.

Amerikan İç Savaşı’nı kölelik karşıtı Kuzeyli cumhuriyetçiler kazansa da, savaştan hemen sonra Güney ile uzlaşmaya gidildi ve buradaki beyaz toprak sahiplerine ırksal ayrımcılık uygulama hakkı verildi. ‘Jim Crow yasaları’ olarak bilinen bu yasalar, Güneyde ırksal ayrımcılığı pekiştirirken, siyahiler örneğin otobüslere veya otellere beyazlarla birlikte giremez hale gelmişti.

‘Jim Crow’ ifadesinin kökeni, ilk kez 1828’de, beyaz aktör Thomas D. Rice tarafından siyah suratlı bir şarkı ve dans karakteri olan ‘Jump Jim Crow’a atfediliyor. Rice’ın şöhretinin bir sonucu olarak, Jim Crow 1838’de ‘Zenci’ anlamına gelen aşağılayıcı bir ifade haline gelmişti. Güney yasama organları, 19. yüzyılın sonunda Afrikalı Amerikalılara yönelik ırk ayrımcılığı yasalarını kabul ettiğinde, bu yasalar ‘Jim Crow yasaları’ olarak tanındı.

1964’te federal düzeyde ırksal ayrımcılık uygulamasına son verilse de bu argümanların güçlü bir siyasi etkisi olmaya devam etti. Güney, kamu hizmeti kurallarını ve tekelcilik karşıtı kuralları her zaman desteklemişti, çünkü Güneyliler bu yasal araçları Kuzey sermayesinin ezici gücü üzerindeki kontroller olarak gördüler.

Bork, 1960’lı yıllarda iktisadi olarak da, büyük şirketler karşısında küçükleri koruyan tekel karşıtı yasalara karşı çıkarak bunların ‘verimsiz’ ve tüketicilere zararlı olduğunu savunmuştu. Fortune dergisindeki yazısının ardından Bork, büyük şirketler tarafından el üstünde tutulmaya başlanmış ve cezbedici ücretlerle ‘araştırma’ fonlarına erişim sağlamıştı.

Neoliberal dönemle birlikte hız kazanan deregülasyon eğilimi, hem tekel karşıtı küçük şirketleri hem de Güneyli beyaz mülk sahiplerini ‘devlet [müdahalesi] karşıtı’ bir düzlemde siyasallaştıracak ve bunlar, dönemin aşırı finansallaşmasının kuralsızlaşma isteği ile ortaklaşacaktı.

Ama işin garibi, Bork’un tezleri liberal solu da etkileyecekti. Sermayenin yoğunlaşması ve tekelleşme eğiliminde bir sorun görmeyen Bork, iktisadi uzmanlığı severken, popülizmi ve küçük işletmeciliği sevmiyordu. Bork için bu, tüketici hakları meselesiydi ve tam da bu nedenle tekellerin fiyat kontrollerine gitmesini de onların mülkiyetten doğan hakları olarak gördüğünü yazıyordu.

Dolayısıyla, fiyat kontrollerinin her türlüsü artık yasaldı, cinsiyet ve ırk ayrımına dayalı olanları hariç. Bunun önünde bir engel olup olmadığı, Yüce Mahkeme’deki dava ile birlikte açıklığa kavuşabilir. Ama Büyük Teknoloji’nin savunmasında, Bork’un Sivil Haklar karşıtı ve tekel yanlısı akıl yürütmesinin izi rahatça sürülebilir.

AMERİKA

Trump’ın “51. eyalet” şakası Kanada’yı karıştırdı

Yayınlanma

Kanada Maliye Bakanı Chrystia Freeland’ın, başkan seçilen Donald Trump’ın yaklaşan gümrük vergisi tehditleriyle en iyi nasıl başa çıkılacağı konusundaki uzlaşmaz farklılıkları gerekçe göstererek istifa etmesiyle Kanada siyaseti karıştı.

Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Trump ile olası bir gümrük vergisi savaşına ilişkin korkularla bağlantılı bir iç siyasi krizle karşı karşıya kalırken, Seçilmiş Başkan, Kanada’nın ABD’nin 51. eyaleti olmasının “harika bir fikir” olacağını söyleyerek şaka yapınca işler daha da karmaşık hale geldi.

Trump çarşamba günü Truth Social platformunda yaptığı paylaşımda, “Birçok Kanadalı Kanada’nın 51. Eyalet olmasını istiyor. Vergilerden ve askeri korumadan büyük ölçüde tasarruf edecekler. Bence bu harika bir fikir. 51. Devlet!!!” dedi.

Leger tarafından yapılan bir ankete göre Kanadalıların %13’ü ülkenin ABD’nin bir eyaleti olmasını istiyor.

Trump, Trudeau’ya “Kanada Valisi” demişti

Trump aynı şakayı kasım ayı sonlarında Mar-a-Lago tatil köyünde verdiği bir akşam yemeğinde de yapmış ve izleyicilerden kahkahalar yükselmişti.

Fox News’e göre seçilmiş başkan, iki ülkenin birleşmesinin fentanil kaçakçılığı konusundaki endişelerini gidereceğini ve büyük ölçüde ABD’nin güney sınırını etkileyen bir sorun olan yasadışı göç akışını durduracağını öne sürmüştü.

Daha sonra Trump, Truth Social’da yaptığı başka bir paylaşımda da Başbakan Justic Trudeau’yu Kanada’nın “valisi” olarak adlandırmıştı ki bu, normalde ABD eyaletlerinin liderleri tarafından kullanılan bir unvan.

Bakan Freeland, istifadan önce Trudeau ile atıştı

Freeland ve Trudeau, kısa bir süre önce açıklanan iki aylık tatil satış vergisi ve Freeland’ın “maliyetli bir siyasi hile” olarak nitelendirdiği Kanadalılara 250 Kanada doları (168 avro) çek verilmesi konusunda anlaşmazlığa düştü.

Freeland, Trump’ın Kasım ayında yaptığı ülkeye %25 gümrük vergisi uygulama tehdidi bağlamında da Kanada’nın bu tür politikaları kaldırayamayacağını savunuyordu.

Freeland istifa mektubunda, “Ülkemiz ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya. Bu da mali barutumuzu bugünden kuru tutmak anlamına geliyor, böylece yaklaşan bir tarife savaşı için ihtiyaç duyabileceğimiz rezervlere sahip olabiliriz,” dedi.

Muhalefetten ve iktidar partisinden erken seçim çağrısı

Kararının, Trudeau’nun bir hafta önce kendisine ülkenin maliye bakanı olarak kalmasını istemediğini söylemesinin ardından geldiğini söyledi. 

Hükümetin bütçesini sunmadan hemen önce gelen bu ayrılış, hükümeti zor durumda bıraktı ve Trudeau ile zaten kırılgan olan Liberal Parti’yi uçurumun kenarına getirdi.

Trudeau’nun partisinin üyeleri onu istifaya çağırırken, Kanada’nın üç muhalefet partisi lideri de pazartesi günü Trudeau’nun görevi bırakması gerektiğini söyledi.

Muhalefetteki Kanada Muhafazakâr Partisi lideri Pierre Poilievre de erken federal seçim çağrısında bulundu. Kanadalı siyasetçi, “Her şey kontrolden çıkmaya başladı. Bu şekilde devam edemeyiz,” dedi.

Olası Trump vergileri Kanada’yı felç edebilir

Kasım ayında Trump, yasadışı göç ve ABD’deki fetanil kriziyle mücadele etmek gerekçesiyle Kanada ve Meksika’dan ülkeye giren tüm ürünlere %25 oranında kapsamlı bir vergi uygulayacağını söylemişti.

Ekonomistler bu tür tarifelerin Kanada ekonomisine önemli ölçüde zarar vereceği uyarısında bulunuyor. ABD hükümetinin verilerine göre Kanada 2022 yılında ABD ithalatının yaklaşık 437 milyar dolarını gerçekleştirmiş ve aynı yıl ABD ihracatının da en büyük pazarı olmuştu.

Kanada toplam ihracatının yaklaşık %75’ini ABD’ye yapıyor.

Freeland, Trump’ın kasım ayında yaptığı açıklamanın ardından, “ABD’ye sattığımız şeyler gerçekten ihtiyaç duydukları şeyler. Onlara petrol satıyoruz, elektrik satıyoruz, kritik mineraller ve metaller satıyoruz,” demişti.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Arjantin ile IMF arasında yeni program müzakereleri

Yayınlanma

Arjantin, Uluslararası Para Fonu ile mevcut 44 milyar dolarlık anlaşmanın yerini alacak yeni bir program arayışında.

Bloomberg’in aktardığına göre IMF Baş Sözcüsü Julie Kozack perşembe günü yaptığı açıklamada Javier Milei hükümetinin, selefinden devraldığı anlaşmanın son gözden geçirmelerini tamamlamak yerine yeni bir program üzerinde çalıştığını doğruladı.

Perşembe günü Washington’da bir basın toplantısı düzenleyen Kozack, “Yetkililer yeni bir programa geçmek istediklerini resmen ifade ettiler ve müzakereler şu anda devam ediyor,” dedi.

Arjantin ile IMF arasındaki görüşmeler, Ekonomi Bakanı Luis Caputo’nun ofisinden ve merkez bankasından yetkililerden oluşan bir ekibin bu ayın başlarında fon temsilcileriyle görüşmek üzere Washington’a gitmesinin ardından ivme kazandı.

Arjantin’in bir sonraki IMF programına ilişkin müzakerelerdeki temel soru, kurumun Milei’ye 44 milyar dolarlık yükü devretmenin ötesinde ek finansman sağlayıp sağlamayacağı ve ne kadar sağlayacağı. 

Arjantin lideri bu yılın başlarında 15 milyar doları telaffuz etmiş fakat son zamanlarda bu rakama atıfta bulunmamıştı. Caputo bu hafta yaptığı açıklamada yeni fonların programın bir parçası olmasını beklediğini söyledi.

Kabul edildiğinde bu, ülkenin 1958’den bu yana kuruluşla yaptığı 23’üncü, 2018’den bu yana ise üçüncü program olacak.

IMF’nin Arjantin’deki sicili, on yıllar boyunca yapılan pek çok anlaşmanın ekonomiyi toparlayamaması ve birbiri ardına gelen hükümetlerin küresel borç verici kurumun parasını harcarken program hedeflerini sıklıkla ihlal etmesi nedeniyle kötü.

Milei ve baş müzakerecisi Caputo’nun da IMF ile ilişkileri karışık. Başkan bu yılın başlarında fonun üst düzey yetkililerinden biri olan Rodrigo Valdes’i eleştirmiş, Valdes de müzakerelerden çekilmeyi tercih etmişti.

Caputo da 2018’deki ilk anlaşma sırasında IMF yetkilileriyle kur politikası konusunda anlaşmazlığa düşmüş ve o dönemde Arjantin’in maliye bakanı olarak kısa bir süre merkez bankası başkanlığı yaptıktan sonra istifa etmişti.

Bu arada IMF yönetimi bu yıl Milei ve Caputo’yu harcamaları kısmak, enflasyonu düşürmek ve ülkenin birçok döviz kuru arasındaki farkı kapatmakla övdü.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Cumhuriyetçilerin federal fon yasası Kongre’ye takıldı

Yayınlanma

ABD Temsilciler Meclisi, hükümetin kapanmasına sadece bir gün kala, dün gece federal fonların süresini uzatacak bir tasarıyı kabul edemedi. 

Harcama tedbirinin çökmesi, Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson’ın defalarca taktik değiştirmek zorunda kaldığı kaotik bir mücadelenin uzamasına neden oldu.

Trump destekli tasarı, 30’un üzerinde Cumhuriyetçi ve neredeyse tüm Demokratların karşı çıkmasıyla gerekli üçte iki çoğunluğu sağlayamadı.

Nihai oylamada 235 üye tasarı aleyhinde, 174 üye ise tasarı lehinde oy kullandı; 38 Cumhuriyetçi tasarı aleyhinde, iki Demokrat ise tasarı lehinde oy kullandı.

Cumhuriyetçi muhalefetin düzeyi, Cumhuriyetçi liderlerin tasarıyı başka bir süreç altında gündeme getirmekte zorlanacağına işaret ediyor. 

Johnson başlangıçta Demokrat liderlerle hükümetin finansmanını 14 Mart’a kadar uzatacak yaklaşık 1.550 sayfalık bir tasarı üzerinde anlaşmaya varmıştı. Tasarı, afet yardımı, çiftlik yardımı ve Kongre üyeleri için maaş zammı da dahil olmak üzere partiler üstü yasama öncelikleriyle doluydu. 

Fakat Cumhuriyetçilerin sağ kanadı, Trump’ın milyarder danışmanı Elon Musk’ın özellikle eleştirdiği tasarıya yüklendi ve nihayetinde Trump, tasarıyı engelledi.

Bunun üzerine Johnson tasarıyı yeniden yazmak için kolları sıvadı ve Trump’ın talep ettiği iki yıllık borç tavanı uzatma maddesini ekledi.

Trump NBC’ye verdiği demeçte borç tavanının kaldırılmasını desteklediğini ve bunun gerçekleşmesi için “öncülük etmeye” hazır olduğunu söylemişti.

Trump’ın Kongre’deki en güçlü destekçilerinden bazıları da dahil olmak üzere Cumhuriyetçiler, en azından Demokratlar görevdeyken borç tavanının yükseltilmesine tarihsel olarak karşı çıkmışlardı. Şimdi ise Trump, tavanı tamamen kaldırmaları için onları zorlayacağını söylüyor.

Demokratlar perşembe günü kapalı kapılar ardında yapılan bir toplantıda tasarıya karşı çıkma kararı aldılar.

Demokrat Temsilci Jamie Raskin, “Anlaşmada yer alan pek çok önemli şeyi yerle bir eden bu teklifle geri dönmek, özellikle de liderliğimize danışmadıkları için bir hakaret ve aşağılamadır,” dedi.

Gözden geçirilmiş tasarı bazı muhafazakâr bütçe açığı savunucuları için de yetersizdi ve Teksaslı Cumhuriyetçi Temsilci Chip Roy tasarıya karşı çıkanlar arasındaydı.

Borç tavanı, ABD Hazinesi tarafından üstlenilebilecek ulusal borç miktarına ilişkin yasal bir sınır ve böylece federal hükümetin halihazırda aldığı borca ek olarak daha fazla borç alarak ne kadar para ödeyebileceğini belirliyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English