AMERİKA
ABD’de kritik dava: Büyük Teknoloji şirketleri, devlet müdahalesine karşı
Yayınlanma
Geçen pazartesi günü, ABD Yüce Mahkemesi, son elli yıldır Amerikan iktisadi düzenine rehberlik eden bazı temel fikirlere meydan okuyan önemli bir davayı dinledi.
Davanın bilinen adı ‘NetChoice v. Paxton’ (NetChoice, Paxton’a karşı) ve cevabı aranan soru, Anayasa’nın Birinci Maddesinin ‘ifade özgürlüğü’ kisvesi altında Google, Meta, Amazon ve TikTok gibi teknoloji platformlarının ekonomik regülasyonunu yasaklayıp yasaklamadığı idi.
NetChoice, çevrimiçi işletmelerin ticaret birliği olarak işlev görüyor. NetChoice’ın üyeleri arasında Amazon, Google, Lyft, Meta, Nextdoor, PayPal, Snap, TikTok, Verisign, Waymo ve X bulunuyor.
NetChoice ve mali kaynakları
NetChoice, Google, Facebook, Amazon ve TikTok tarafından finanse edilen bir lobi grubu ve öncelikle bu tür firmaları kısıtlamak için tasarlanmış kamu kurallarına karşı dava açıyor.
Bütçesi ise bir hayli büyük: Federal hükümetin tüm Tekel Karşıtı departmanının yaklaşık %15’ine eşit.
NetChoice, Florida’daki benzer bir yasanın yanı sıra, yasayı engellemek için derhal dava açtı. Büyük teknoloji firmaları ilk başta bu davayı ‘partizan bir mücadele’ olarak göstermeye çalıştı, çünkü Teksas büyük teknoloji firmalarına karşı siyasi muhafazakârları savunmaya çalışıyordu.
Fakat bu girişim başarısız oldu, çünkü Demokratların yönetimindeki California’nın ‘California Yaşa Uygun Tasarım Kodu Yasası’ gibi, NetChoice’un engellemek için dava açtığı bir dizi başka yasa da var.
Davaların özeti
2021’de Florida ve Teksas eyaletleri, 50 milyondan fazla Amerikalı kullanıcısı olan sosyal medya platformlarının kullanıcılara karşı bakış açısına göre ayrımcılık yapamayacağını zorunlu kılan bir yasa çıkardı. Yasalar açıkça Donald Trump’ın Twitter ve Facebook’tan atılmasına karşı bir tepki olarak gündeme gelmişti.
İki teknoloji grubu, 2021’de federal mahkemede Florida yasasına itiraz etti. Bölge mahkemesi, tedbirin uygulanmasını engelledi ve bunun muhtemelen Birinci Maddeyi ihlal ettiğini belirledi. Florida, ABD 11. Daire Temyiz Mahkemesi ticaret gruplarının yanında yer almadan önce karara itiraz etti.
Davanın sonucu, trilyonlarca dolarlık piyasayı ekonomik olarak doğrudan etkileyecek. Ama daha önemlisi, ABD’deki siyasi ve toplumsal sonuçları gibi görünüyor. Büyük Teknoloji firmalarına karşı tekel karşıtı, mahremiyet hakları, medeni haklar ve ifade özgürlüğü konularında iddialar var ve Kongre ve eyalet yasama organları, bu şirketlerin ‘gözetleme reklamcılığını’ ve çocukları nasıl istismar ettiğini ele almak için hareket ediyor.
Bu dava, bu karşı siyasi hamlelerin bir kısmını veya tamamını bozma tehdidinde bulunuyor, çünkü Büyük Teknoloji şirketlerinin avukatlarının yola çıktığı temel öncül, Amerikan Anayasasının, demokratik olarak seçilmiş yetkililerin, kararları önemli toplumsal sonuçlara yol açsa bile, özel teknoloji platformlarına müdahalesine izin vermediği iddiası.
Dava ilerledikçe ve tartışmalar ortaya çıktıkça, bir dizi ilginç ve tuhaf soru gündeme geldi. Örneğin, Facebook’un hizmetlerini ırksal veya dini olarak ayrımcılığa göre verme veya çocukları bağımlı hale getiren hizmetler oluşturma konusunda Birinci Maddeden kaynaklı bir hakkı var mı? Şirketin avukatı Paul Clement’e göre cevap “Evet.”
Bir başka örnek: Google, siyasi anlaşmazlık nedeniyle Tucker Carlson veya Rachel Maddow’un Gmail hesabını silebilir mi? Şirket avukatına göre cevap yine “Evet.”
Bir başka örnekte, Yargıç Neil Gorsuch, Gmail gibi teknoloji şirketlerinin, şirketlerin kabul etmediği ırk, siyaset ve din gibi konulardaki e-postaları ve özel doğrudan mesajları silip silemeyeceğini sordu. Clement, bunun ‘eşit koruma’ maddesinin nasıl uygulandığına bağlı olarak karara bağlanması gerektiğini, fakat ‘bu meselenin [de] özünde editoryal kararları içerdiğini’ söyledi.
ACLU, mahremiyet çalışan hukuk profesörleri, Etsy gibi firmalar, tarihçiler, sivil haklar grupları, ABD Ticaret Odası ve General Stanley McChrystal gibi ulusal güvenlik uzmanları gibi çeşitli üçüncü taraflar da Büyük Teknoloji şirketlerine destek çıktı.
Argümanlar ve karşı argümanlar: Kamusal alan masaya yatırıldı
Florida Başsavcısı Henry Whitaker, sosyal medya platformlarının sansür politikalarını ‘tutarsız bir şekilde’ uygulama ve belirli kullanıcıları platformdan çıkarma veya sansürleme konusunda Birinci Madde hakkına sahip olmadığını savunarak davasını ortaya koydu.
Whitaker, sosyal medya platformlarının ‘kendilerini ifade özgürlüğü için tarafsız forumlar olarak pazarlayarak’ başarıya ulaşmasına rağmen, artık ‘çok farklı bir tondan konuştuklarını’ savundu.
Whitaker, “Sitelerinde barındırdıkları her şeyi sansürlemek için geniş bir Birinci Madde hakkına sahip olduklarını iddia ediyorlar, bunu yaparken tüketicilere kendi temsilleriyle çelişse bile. Fakat Birinci Maddenin tasarımı, konuşmanın bastırılmasını önlemektir, onu etkinleştirmek değil,” dedi.
Baş Yargıç John Roberts ise endişe duymaları gereken ilk şeyin ‘modern kamusal alanı’ eyaletin düzenlemesi gerektiği olup olmadığını sorguladı. Whitaker ise cevap olarak, büyük işletmelerin konuşmacıları susturma gücüne sahip olması nedeniyle, eyaletlerin fikirlerin özgürce yayılmasını sağlamakta çıkarları olduğunu savundu.
Teksas Başsavcısı Aaron Nielson da ‘milyarlarca insanın konuşmasına pasif bir şekilde ev sahipliği yapan platformların kendileri konuşmacılarsa ve ayrımcılık yapabiliyorsa, konuşulacak bir kamusal alan olmayacağını’ savundu.
Yargıçların kafası karışık
Davaya bakan Yüce Mahkeme yargıçlarının ise ‘ifade özgürlüğü’ meselesiyle nasıl başa çıkacağı hâlâ muamma.
Örneğin Yargıç Gorsuch, ‘gençleri bağımlılığa veya intihara, depresyona ve bu tür şeylere çekmek için özel olarak tasarlanmış algoritmaların’ ifade özgürlüğü kapsamında olup olmadığını ve bu nedenle devlet tarafından düzenlenip düzenlenemeyeceğini sordu.
Avukat Clement’in cevabı, bunları devletin düzenleyemeyeceği yönündeydi.
Yargıç Barrett, büyük teknoloji firmalarının dine dayalı olarak kullanıcıları yasaklayıp yasaklayamayacağını sordu. Yine, cevap evetti: Eğer Google, platformunda yalnızca Katoliklerin bulunmasına izin vermek istiyorsa, ‘Protestanların Katolik partisine girmesine izin vermemek’ için bir Birinci Maddeye dayalı hakkı vardı.
Regülasyon karşıtlığında Jim Crow esintileri
Teknoloji şirketlerinin ‘devlet müdahale edemez’ argümanının izi, ABD’deki Sivil Haklar hareketi ve buna yönelik muhfazakâr tepkiye kadar götürülebilir.
1964 Sivil Haklar Yasası ve buna karşı çıkan Yale Üniversitesi’nin ‘efsanevi’ hukuk profesörü Robert Bork’un adı bu nedenle yeni dava ile birlikte tekrar gündeme geldi. Bork, sivil haklar hareketinin ırksal ayrımcılığa karşı mücadelesi ile ilgili olarak, ırksal ayrımcılığın ‘özelleştiği’ müddetçe savunulabileceği yargısında bulunmuştu.
Bork’un ırksal ayrımcılığı savunan The New Republic makalesi o kadar tartışma yaratmıştı ki, Güneyli köle sahiplerinin torunları memnuniyetlerini gizleme gereği duymamıştı; hatta, Güney Carolina’lı bir banker, Bork’a bir mektup yazarak, ‘Yale’de bir Goldwater adamına sahip olmanın kendileri için çok cesaret verici’ olduğunu söylemişti. Barry Goldwater, Arizona’nın efsanevi muhafazakâr senatörünün adıydı.
The New Republic editörleri ise, Bork’un yasal görüşlerine karşı sağlam bir argüman sunuyorlardı: Tüm aksi iddialara rağmen, çağlardan beri, özel mülkiyet sahipleri bazı kamusal dayatmalar çerçevesinde işlerini görebilirdi. Örneğin İngiliz örfi hukukunda, bir hancı, ayık ve düzenli olmak kaydıyla, tüm müşterileri kabul etmekle mükellefti. ABD’deki Güneyli işletmeler ve Bork ise, özel mülkiyet hukukunu kötüye kullanıyor ve kamusal zorunluluklardan tam muafiyet talep ediyorlardı.
Bork, makalesinde ırkçılığı görünşte savunmuyordu; onun kişisel fikrine göre ırkçılık ‘iğrenç’ti. Ama püf noktası burası değildi: Ona göre, devletin, iş adamlarının özel mülklerini kullanma şartlarını dikte etmede hiçbir rolü yoktu.
Güneyli mülkiyet hakkı neoliberal finansallaşma ile birleşirse…
Yale profesörü aslında, Amerikan İç Savaşı esnasında, Atlantik’in iki yakasındaki kölelik savunucularının argümanlarını tekrar ediyordu. Güneyli köle sahipleri ve destekçileri, kölelerinin kendi özel mülkleri olduğunu söyleyerek, özel mülkiyete yönelik devlet müdahalesinin liberalizmin temel ilkesine aykırı olduğunu savunuyorlardı.
Amerikan İç Savaşı’nı kölelik karşıtı Kuzeyli cumhuriyetçiler kazansa da, savaştan hemen sonra Güney ile uzlaşmaya gidildi ve buradaki beyaz toprak sahiplerine ırksal ayrımcılık uygulama hakkı verildi. ‘Jim Crow yasaları’ olarak bilinen bu yasalar, Güneyde ırksal ayrımcılığı pekiştirirken, siyahiler örneğin otobüslere veya otellere beyazlarla birlikte giremez hale gelmişti.
‘Jim Crow’ ifadesinin kökeni, ilk kez 1828’de, beyaz aktör Thomas D. Rice tarafından siyah suratlı bir şarkı ve dans karakteri olan ‘Jump Jim Crow’a atfediliyor. Rice’ın şöhretinin bir sonucu olarak, Jim Crow 1838’de ‘Zenci’ anlamına gelen aşağılayıcı bir ifade haline gelmişti. Güney yasama organları, 19. yüzyılın sonunda Afrikalı Amerikalılara yönelik ırk ayrımcılığı yasalarını kabul ettiğinde, bu yasalar ‘Jim Crow yasaları’ olarak tanındı.
1964’te federal düzeyde ırksal ayrımcılık uygulamasına son verilse de bu argümanların güçlü bir siyasi etkisi olmaya devam etti. Güney, kamu hizmeti kurallarını ve tekelcilik karşıtı kuralları her zaman desteklemişti, çünkü Güneyliler bu yasal araçları Kuzey sermayesinin ezici gücü üzerindeki kontroller olarak gördüler.
Bork, 1960’lı yıllarda iktisadi olarak da, büyük şirketler karşısında küçükleri koruyan tekel karşıtı yasalara karşı çıkarak bunların ‘verimsiz’ ve tüketicilere zararlı olduğunu savunmuştu. Fortune dergisindeki yazısının ardından Bork, büyük şirketler tarafından el üstünde tutulmaya başlanmış ve cezbedici ücretlerle ‘araştırma’ fonlarına erişim sağlamıştı.
Neoliberal dönemle birlikte hız kazanan deregülasyon eğilimi, hem tekel karşıtı küçük şirketleri hem de Güneyli beyaz mülk sahiplerini ‘devlet [müdahalesi] karşıtı’ bir düzlemde siyasallaştıracak ve bunlar, dönemin aşırı finansallaşmasının kuralsızlaşma isteği ile ortaklaşacaktı.
Ama işin garibi, Bork’un tezleri liberal solu da etkileyecekti. Sermayenin yoğunlaşması ve tekelleşme eğiliminde bir sorun görmeyen Bork, iktisadi uzmanlığı severken, popülizmi ve küçük işletmeciliği sevmiyordu. Bork için bu, tüketici hakları meselesiydi ve tam da bu nedenle tekellerin fiyat kontrollerine gitmesini de onların mülkiyetten doğan hakları olarak gördüğünü yazıyordu.
Dolayısıyla, fiyat kontrollerinin her türlüsü artık yasaldı, cinsiyet ve ırk ayrımına dayalı olanları hariç. Bunun önünde bir engel olup olmadığı, Yüce Mahkeme’deki dava ile birlikte açıklığa kavuşabilir. Ama Büyük Teknoloji’nin savunmasında, Bork’un Sivil Haklar karşıtı ve tekel yanlısı akıl yürütmesinin izi rahatça sürülebilir.
İlginizi Çekebilir
-
Ukrayna, Trump’ın dönüşüyle barış müzakerelerine hazırlanıyor
-
Trump’ın yeni “sınır çarı” Tom Homan
-
Trump, Batı Şeria’nın ilhakına şartlı destek verecek
-
Donald J. Trump’ın ideolojisi
-
Stephen Walt, 10 maddede ABD seçimlerini yazdı: Winter is coming!
-
Haaretz: Medya kuruluşları Amsterdam olaylarına ilişkin haberlerini revize ediyor
AMERİKA
Donald Trump Jr, yeni yönetimde yer almak yerine “paralel ekonomi” inşasına katılıyor
Yayınlanma
6 saat önce12/11/2024
Yazar
Harici.com.trDonald Trump Jr, babasının Beyaz Saray’daki ekibinin bir parçası olmak yerine muhafazakâr eğilimli şirketlere ve “Çevresel, sosyal ve kurumsal yönetişim (ESG) karşıtı” ekonomiye yatırım yapan bir girişim sermayesi şirketine katılmayı tercih etti.
Konuyla ilgili doğrudan bilgi sahibi bir kişinin Financial Times’a (FT) aktardığına göre, seçilmiş başkanın en büyük oğlu Florida merkezli girişim şirketi 1789 Capital’e ortak olarak katılacak.
Trump Jr, yeniden seçim kampanyasında merkezi bir rol oynamış, daha köklü rakiplerin rekabetini geride bırakarak Trump’ın başkan yardımcısı olarak seçtiği JD Vance’e destek vermişti.
Trump Jr’ın ayrıca başkanlık için üçüncü parti adaylığından vazgeçerek Trump’a destek veren Robert F Kennedy Jr ile yakın ilişkiler kurulmasında da etkili olduğu bildiriliyor.
46 yaşındaki Trump Jr, Trump’ın bir zamanlar alay ettiği fakat o zamandan beri benimsediği bir sektör olan kripto para birimlerine karşı artan ilgisini de teşvik eden isim.
Kardeşleri Eric ve Barron ile birlikte Trump Jr, bu yıl kurulan bir kripto şirketi olan World Liberty Financial ile yakından ilgileniyor.
“Yeni sağ” hareketleri savunan Trump Jr, “Amerikan refahının bir sonraki çağını inşa eden şirketleri desteklediğini” iddia eden bir girişim şirketine katılıyor.
1789 Capital, alternatif medya da dahil olmak üzere “paralel ekonomi” olarak adlandırılan alanı hedefliyor. 2022’de kurulan küçük firmanın özel piyasalar veritabanı PitchBook’ta listelenmiş bir yatırımı var: Tucker Carlson Network, ünlü sunucu Tucker Carlson tarafından kurulan yayın platformu.
Trump destekçisi Omeed Malik tarafından kurulan şirket, web sitesine göre ayrıca çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) ilkelerinden “olumsuz etkilenen sektörleri” ve “aşırı bürokrasinin ağırlaştırdığı endüstrileri bozan en son teknolojileri” hedefliyor.
ABD’de seçilmiş başkan Donald Trump tarafından yeni yönetimin “sınır çarı” “şahin” göçmen karşıtı tutumuyla bilinen eski polis şefi Tom Homan oldu.
Bir zamanlar New York eyaletinde polis memuru ve Sınır Devriyesi ajanı olan Homan, Obama yönetimi tarafından 2013 yılında Göçmenlik ve Gümrük Muhafazanın (ICE) sınır dışı etme şubesinin başına getirilmişti.
Homan’ın Başkan Obama döneminde ICE’de görev yaptığı süre boyunca kurum rekor sayıda resmi sınır dışı işlemi gerçekleştirdi. Obama, Homan’a en yüksek kamu hizmeti beratı olan Başkanlık Rütbe Ödülü vermişti.
İlginç bir nokta, Obama yönetiminde ılımlı bir isim olarak tanınan Homan, Trump yönetiminin ilk dönemlerinde bazı sertlik yanlılarının eleştirilerine maruz kalmıştı. Fakat Homan, Trump yönetiminin en şahin göçmenlik politikalarının yüzü haline geldi.
Öte yandan The Atlantic‘e göre Homan, 2014 yılında Obama’nın İç Güvenlik Bakanı Jeh Johnson’a caydırıcı bir önlem olarak aileleri ayırmayı önermiş, Johnson ise bu fikri “kalpsiz ve pratik değil” diyerek reddetmişti.
Trump ilk döneminin başlarında Homan’ı ICE’nin direktör vekili olarak atadı. Homan, belgesiz göçmenlerin Trump yönetimi altında “korkmaları gerektiğini” söylediğinde tartışma yaratmıştı.
Homan, Trump yönetiminin ilk döneminde binlerce göçmen çocuğun ebeveynlerinden ayrılmasına yol açan meşhur “sıfır tolerans” politikasının fikir babalarından biriydi.
Bu kapsamda ebeveynler yasadışı girişten yargılanırken, çocuklar, onları yeniden bir araya getirme planı olmadan refakatsiz çocuklar için barınaklara gönderildi.
Homan, dönemin İç Güvenlik Bakanı Kirstjen Nielsen’in aile bölünmelerine yeşil ışık yakmak için onayladığı politika notunu imzalayan üç yetkiliden biriydi. Homan Haziran 2018’de ICE’den ayrıldı.
Ekim ayında CBS News’in “60 Minutes” programına verdiği bir röportajda Homan, Trump’ın seçim kampanyasındaki önemli vaatlerinden biri olan Amerikan tarihindeki en büyük sınır dışı operasyonunun ABD hükümeti tarafından nasıl gerçekleştirileceğini özetlemişti.
Homan, Trump’ın kampanya vaadi için “Göçmen toplumu için tehdit edici değil. Yasadışı göçmen toplumu için tehdit edici olmalı. Ama tarihi bir yasadışı göç krizinin hemen ardından. Bunun yapılması gerekiyor,” demişti.
CBS News muhabiri Cecilia Vega’ya, önce suçluları ve ulusal güvenlik tehditlerini hedef alacağını ve daha sonra ülkede yasadışı olarak bulunan ve sınır dışı edilmesine karar verilen suçlu olmayan göçmenleri sınır dışı etmeye çalışacağını söyledi.
Biden yönetimi şu anda ICE’ye ciddi suçluları, ulusal güvenlik tehditlerini ve sınırı yeni geçenleri tutuklamaya ve sınır dışı etmeye odaklanma talimatı vermiş durumda ve ciddi suçlar işlemeden uzun süredir ABD’de yaşayan belgesiz göçmenleri sınır dışı edilmekten koruyor.
Homan ayrıca, Biden yönetiminin 2021’de sonlandırdığı işyerlerinde geniş çaplı göçmen gözaltılarını yeniden devreye sokacağını belirtti. Homan, işyeri göçmenlik uygulamaları için, “Bu gerekli olacak,” dedi.
Bununla birlikte Homan, sınır dışı etme operasyonunun “toplama kampları” veya “mahallelerin toplu olarak taranmasını” içermeyeceğini ileri sürdü.
Homan, toplu sınır dışı işlemlerinin aileleri ayırmadan yapılıp yapılamayacağı sorusuna ise, “Elbette yapılabilir. Aileler birlikte sınır dışı edilebilir,” cevabını verdi.
Bir araştırma, yaklaşık 4 milyon ABD vatandaşı çocuğun belgesiz bir ebeveynle yaşadığını gösteriyor.
Homan ayrıca Heritage Foundation’ın muhafazakâr hükümet vizyonunun bir taslağı olan “Project 2025”e katkıda bulunanlar arasında yer alıyor.
AMERİKA
Stephen Walt, 10 maddede ABD seçimlerini yazdı: Winter is coming!
Yayınlanma
10 saat önce12/11/2024
Yazar
Harici.com.trUluslararası İlişkiler teorilerinde realist yaklaşımın öne çıkan isimlerinden biri olan, Harvard Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü Stephen M. Walt, Foreign Policy’de Trump’ın iktidara geri dönüşüyle ilgili çıkarımlarını ve bunun iç ve dış politikaya olası etkilerini yazdı. Makaleyi sizler için çevirdik.
***
Stephen M. Walt, Foreign Policy
Trump 2.0 hakkında ne düşünmeli?
Sinemaseverler devam filmlerinin nadiren iyi olduğunu ve genellikle orijinalinden daha karanlık bir hal aldığını bilirler. Trump’ın Başkan olduğu ilk bölüm pek çokları için hayal kırıklığı, bazıları içinse ölümcül oldu ve bu da Trump’ın 2020 seçimlerini neden kaybettiğini açıklıyor. Yeniden çevrilmiş hali daha da kötü olacak – işte 2024 ABD başkanlık seçimlerinin en önemli 10 çıkarımı.
ABD siyaseti bir gizemdir. ABD seçim siyasetinin nasıl işlediğini kimsenin anlamadığı ve bu konudaki geleneksel bilgeliğin çoğunun son derece yanlış olduğu, daha önce açık değilse bile, artık ezici bir şekilde ortada. Anketler güvenilir değil, “saha oyununun” önemine ilişkin gerçekler geçerli değil ve ne olacağını bildiğini düşünen tüm akıllı insanlar sadece yanılmakla kalmadı, aynı zamanda çok fazla yanıldılar. 2016’da olduğu gibi, eski ABD Başkanı Donald Trump ve ekibinin de hepimiz kadar şaşırdığından şüpheleniyorum. Benim kabaca görüşüm, ABD’li elitlerin hala toplumda ne kadar büyük bir öfke ve korku olduğunu ve bunların çoğunun kendilerine yönelik olduğunu hafife aldıkları yönünde. Demokratlar için neyin yanlış gittiğini ve uzmanların bunu neden bir kez daha gözden kaçırdığını açıklayan bir yığın post-hoc analiz olacaktır, ancak aynı “uzmanların” bunu anlamak için sekiz yılı vardı ve yine de kafaları karışmış haldeler.
Trump öngörülemez olacak. Evet, öyle. Trump öngörülemezliği başkalarının dengesini bozan bir özellik olarak görüyor ve hakkını verdiği dengesiz davranışlarıyla bir üne sahip olması onu tutarsız olduğu için eleştirmeyi zorlaştırıyor. Bu nedenle, destekçileri de dahil olmak üzere hiç kimse onun tam olarak ne yapacağını bildiğinden emin olmamalıdır. Kişisel siyasi ve mali çıkarları dışında bir şey yapmayacağı kesin ama bunun politikaya nasıl yansıyacağını anlamak mümkün değil. Kampanyası sırasında pek çok çılgınca şey söyledi, ancak bunların ne kadarının palavra ve blöf, ne kadarının samimi olduğunu göreceğiz.
Dahası, Cumhuriyetçi Parti içinde başta Çin olmak üzere bazı kilit konularda önemli bölünmeler var. Realistler Asya’ya odaklanmak ve ABD’nin Tayvan’a olan bağlılığını güçlendirmek için Avrupa’dan (ve belki de Orta Doğu’dan) kopmak isterken, izolasyonistler ve liberteryenler neredeyse her yerden kopmak ve kendi ülkelerindeki idari devleti parçalamaya odaklanmak istiyorlar. Ve bu insanlardan bazılarının Asya’da nükleer silah kullanma konusunda oldukça korkutucu fikirleri var. Kimin hangi görevlerialacağına dikkat edin, ancak bunu bilmek bile size her şeyi anlatmayacaktır çünkü her iki grup da yönetimde yer alacaktır ve Trump bunlar arasında pinpon oynayabilir.
Ayrıca Trump’ın dış ilişkilere ne kadar önem vereceği de belli değil. Öncelikle Demokrat rakiplerinden intikam almaya ve kötü şöhretli Proje 2025’te açıklanan radikal iç gündemi takip etmeye mi odaklanacak yoksa ABD politikasını tüm dünyada dönüştürmeye mi çalışacak? Sizin tahmininiz de benimki kadar iyi. Ama unutmayın: Trump aynı zamanda enerjisi ve odaklanma yeteneği gözle görülür şekilde azalan bir adam (ve ilk döneminde bu kadar etkileyici değildi). Atadığı kişiler, bir şeyler ters gidene ve suçu üstlenmek zorunda kalana kadar çok fazla serbestliğe sahip olacaklar. Sonuç olarak: Ben de dahil olmak üzere hiç kimse Trump’ın ne yapacağını bildiğinden emin olmamalı.
Liberal hegemonya öldü. ABD Başkanı Joe Biden, Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve ekiplerinin geri kalanı, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana ABD dış politikasına yön veren liberal hegemonya stratejisini canlandırmaya çalıştılar. Girişimleri daha önceki versiyonlardan daha başarılı olmadı ve seçmenler şimdi kesin bir ret cevabı verdi. Trump’a oy veren insanlar demokrasiyi yaymakla ilgilenmiyor, insan haklarını önemsemiyor, serbest ticarete derin bir şüpheyle yaklaşıyor, yabancıları ülkeden uzak tutmak istiyor ve küresel kurumlara karşı temkinli davranıyor. Trump’ın açıkça düşmanca olmasa da tüm bunlara karşı kayıtsız olduğunu biliyorlar ve bu onlar için sorun değil.
Hem Demokratları hem de Cumhuriyetçileri bu başarısız stratejiye bağlı kaldıkları için defalarca eleştirdiğim göz önüne alındığında, seçim sonuçlarından memnun olacağımı düşünebilirsiniz. Ben memnun değilim, çünkü Trump’ın dış ve iç politikaya yaklaşımının Amerikalıları daha da yoksul, daha bölünmüş ve daha savunmasız bırakacağına inanıyorum. İşlerin şu anda kötü olması daha da kötüye gitmeyeceği anlamına gelmiyor.
Yaklaşan ticaret savaşına dikkat! Trump’ın seçim kampanyasında herkese 1930’ların gümrük vergilerini uygulamaktan bahsetmesinin sadece bir palavra ya da blöf olması ve daha bilgili insanların onu böylesine hızlı ve kendine zarar veren bir adımdan vazgeçirmesi mümkündür. Yine de bunu bilmek zor ve pek çok şey Trump’ın bu konuyu Robert Lighthizer gibi korumacılara mı havale edeceğine yoksa nispeten açık pazarlara ve küresel tedarik zincirlerine bağımlı olan yeni teknoloji dostlarını mı dinleyeceğine bağlı. Trump hiçbir zaman modern ekonomilerin nasıl işlediğine dair sofistike bir anlayış sergilemedi, bu nedenle ciddi bir ticaret savaşı başlatırsa pek çok istenmeyen olumsuz sonuç bekliyorum (yani artan açıklar, tahvil piyasası baskıları, enflasyon vb.) Kendisinden başka suçlayacak kimsesi olmayacak ama eminim bir yerlerde uygun bir günah keçisi bulacaktır.
Avrupa perişan halde. Trump, ABD’nin Avrupalı müttefiklerini stratejik bir varlık olarak görmüyor ve uzun zamandır Avrupa Birliği’ne açıkça düşmanlık besliyor. Geçmişte AB’den düşman olarak bahsetti ve Brexit’in harika bir fikir olduğunu düşündü çünkü AB’nin ekonomik konularda tek bir sesle konuşabileceğini ve bu nedenle ABD’nin etrafından dolaşmasının daha zor olduğunu anladı. The GOP (Grand Old Party) her türlü düzenlemeye olmasa da çoğuna karşı ve Elon Musk gibi insanlar Avrupa’nın dijital gizlilik konusundaki daha sıkı kurallarına karşı çıkıyor. Trump’ın Brüksel’i görmezden gelmesini, ABD’nin çok daha güçlü bir konumda olduğu Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilere odaklanmasını ve AB’yi zayıflatmak ya da bölmek için elinden geleni yapmasını bekleyin. Bu tehlikenin Avrupalıları (Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un sürekli savunduğu gibi) muhalefet için bir araya getirmesi mümkündür, ancak her ülkenin kendi başının çaresine bakması daha olasıdır.
NATO’ya gelince, Trump tamamen çekilmeye karar verebilir, ancak örgüt Amerikalıların çoğu tarafından hala popüler ve resmi bir çekilme Savunma Bakanlığı ve Kongre’deki bazı Cumhuriyetçilerden çok fazla tepki alacaktır. Avrupalıları yeterince şey yapmadıkları için sürekli azarlarken ve onları ABD silahlarına daha fazla savunma doları harcamaya zorlarken ittifak içinde kalması daha olası. Bu yaklaşımı benimseyen ilk ABD başkanı olmayacaktır. Biden yıllarının sıcak banyosundan sonra Trump 2.0, ABD’nin Avrupalı ortaklarına soğuk bir duş gibi gelecektir.
Ukrayna gerçekten perişan halde. Harris’in de seçilmiş olsaydı Ukrayna’daki çatışmaların sona ermesi için çok çaba sarf edeceğine inanıyorum ve mümkün olan en iyi anlaşma yine de Kiev için oldukça olumsuz olurdu. Ancak ABD desteğinin devam edeceği ihtimalini kullanarak Ukrayna’ya daha iyi koşullar sağlamaya çalışır ve Rusya ile anlaşma yapıldıktan sonra da bir miktar güvenlik yardımı sağlardı. Trump’ın ABD yardımını kesmesi ve Avrupalılara Ukrayna’nın kendi sorunları olduğunu söylemesi çok daha muhtemel. Kongre’yi yeni bir büyük yardım paketine oy vermeye ikna etmek için beş kuruşluk siyasi sermaye harcamayacağı kesin. Kamuoyu onu destekleyecektir ve tek endişesi Rusya’nın ülkenin geri kalanını istila ederek kendisini beceriksiz, zayıf ve naif göstermesi olabilir. Ancak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin kalıcı bir bölünmeyi kabul eder ve geriye nominal olarak bağımsız ama artık NATO üyeliğine yönelmeyen hasarlı bir Ukrayna kalırsa, Amerikalıların çoğu sayfayı çevirip yoluna devam edecektir. Trump daha sonra savaşı sona erdirdiği için tüm övgüleri üzerine alacaktır.
Orta Doğu’daki çekişmeler devam edecek. Biden ve Blinken’ın Orta Doğu’yu kötü idare etmesi Harris’e seçimlerde zarar verdiği gibi, hem insanlık dışı hem de etkisiz bir politikayla arasına mesafe koyma konusundaki isteksizliği de Harris’e zarar verdi. Diğer şeylerin yanı sıra bu tutum, Trump’ı insan hakları, demokrasi ya da hukukun üstünlüğünü önemsemeyen tehlikeli bir aşırılık yanlısı olarak gösterme çabalarını da baltaladı. Ancak kimse Trump’ın Beyaz Saray’da olmasıyla işlerin düzeleceği yanılsamasına kapılmamalıdır. İlk döneminde İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya istediği her şeyi verdi, İran’ın nükleer silah elde etmesini engelleyen anlaşmadan çekildi ve Gazze, Lübnan ve işgal altındaki Batı Şeria’daki masum insanların karşı karşıya kaldığı trajik kayıplar için tek bir damla gözyaşı dökmeyecek. İsrail’in İran’a saldırmasına yardım etmekten çekinebilir (özellikle de dostu Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman bunu yapmamasını tavsiye ederse), ancak aksi takdirde İsrail’e Filistinlileri yok etmek ya da sürgün etmek için yeşil ışık yakmaya devam edecektir.
Trump’ın kendisini büyük bir barışçı olarak gösterip, başarısız İbrahim Anlaşması çizgisinde bir tür süper güçlü büyük pazarlık peşinde koştuğunu hayal edebiliriz. Hatta ilk döneminde Kuzey Kore lideri Kim Jong Un ile görüştüğü gibi İran’ın yeni cumhurbaşkanı ve hatta dini lideriyle görüşmekten mutluluk duyacağını açıkladığını bile hayal edebilirim. Ancak Trump’ın gerçek bir müzakere yürütecek ne sabrı ne de bant genişliği olduğu için, tüm bunlardan gürültü, öfke ve hiçbir şey ifade etmeyen bir sürü reklamdan başka bir şey çıkmayacaktır.
Çin belirsiz. Yukarıda da belirtildiği üzere, Trump’ın danışmanları Çin ile nasıl başa çıkılacağı konusunda hemfikir değiller, bu da Trump’ın Çin ile tam olarak nasıl başa çıkacağını bilmeyi imkansız kılıyor. Ticaret konularında sert bir tutum sergileyeceği neredeyse kesin ve Çinli firmalara çip ve diğer teknoloji transferi biçimleri üzerindeki kısıtlamaları geri çekeceğine inanmakta zorlanıyorum. Çin düşmanlığı belki de Washington’da iki partiyi de ilgilendiren tek konu ve bu da Washington ile Pekin arasında büyük bir pazarlığı hayal etmeyi zorlaştırıyor.
Ne yazık ki Trump’ın ABD’nin Asyalı müttefikleriyle de kavgaya tutuşması muhtemel ve Tayvan’ın doğrudan tehdit edilmesi ya da saldırıya uğraması halinde desteğe gelip gelmeyeceği konusunda şimdiden şüpheler uyandırdı. Çin’e karşı durmak Asyalı ortaklara bağlı olduğu için -ABD’nin okyanus ötesinde olması gibi bariz bir sebepten ötürü- Trump’ın yaklaşımı derin ve içsel bir çelişki içeriyor. Çinli yetkililer Trump’ın yeniden seçilmesi konusunda biraz kararsız olabilirler, zira şüphesiz yeni ve sert gümrük vergileriyle karşılaşmaktan endişe ediyorlar. Ancak Trump’ın ilk döneminde Asya’ya yaklaşımı tutarsız ve etkisiz olan fevri ve beceriksiz bir yönetici olduğunu da biliyorlar. Trump’ın ikinci döneminde Biden ve Blinken’ın Asya’da elde ettiği bazı kazanımları (ki bu onların en büyük dış politika başarısıydı) tersine çevirmesi muhtemel ve bu Pekin’in memnuniyetle karşılayacağı bir gelişme.
İklim krizi. Bu kolay ama yine de endişe verici. Trump iklim değişikliği konusunda şüpheci olmaya devam ediyor, doğru enerji politikasının fosil yakıtlar için “drill, baby, drill” olduğuna inanıyor ve sonuçları hakkında endişelenmiyor çünkü o zamana kadar güvenli bir şekilde ölmüş olacak. Bu konudaki küresel ilerleme yavaşlayacak, Amerika Birleşik Devletleri’nde yeşil dönüşümü hızlandırma çabaları tersine dönecek ve insanlığın geleceğini güvence altına almaya yönelik uzun vadeli çabalar yerini kısa vadeli karlara bırakacaktır. Bu yaklaşım aynı zamanda yeşil teknolojilerin üstünlüğünü Çin ve diğerlerine kaptırabilir ve ABD’nin uzun vadeli ekonomik konumunu zayıflatabilir, ancak Trump bunu umursamayacaktır.
Bölünmüş bir toplumda birleşik güç. Bazı gözlemciler Trump’ın zaferini ulusal birliğin bir işareti, Amerikalıların çoğunun tamamen onun arkasında olduğunun bir göstergesi olarak görebilir. Bu görüş ciddi anlamda yanıltıcıdır. Demokratlar MAGA gündemini benimsemeyeceklerdir -özellikle de kendi eyaletlerinde- ve 2025 Projesi’nde özetlenen önlemler, siyaset kurumunda daha da büyük bölünmelere yol açacaktır. Siyasi rakiplerinin peşine düşmek, mifepristonu yasaklayarak kürtajı büyük ölçüde imkansız hale getirmek, aşı karşıtı birini kritik bir kamu sağlığı kurumunun başına getirmek, milyonlarca insanı sınır dışı etmeye çalışmak ve sivil toplumun diğer bağımsız kurumlarına saldırmak ülkeyi birleştirmeyecektir.
Aynı zamanda, Cumhuriyetçi Parti’nin tek bir yürütme organı yaratmaya yönelik uzun vadeli kampanyası, Beyaz Saray’ın, Yüksek Mahkeme’nin, Senato’nun ve -neredeyse kesinleşti- Temsilciler Meclisi’nin tam kontrolü ile artık meyvelerini vermeye çok yakın. Birleştirilmiş ve denetlenmeyen güçle ilgili sorun, hataları tespit etmenin ve zamanında düzeltmenin zor olmasıdır. Hesap verebilirlik mekanizmaları Amerika Birleşik Devletleri’nde zaten olması gerekenden daha zayıftır ve bu seçim onları daha da zayıflatmayı vaat etmektedir.
Kamu sağlığı, güvenliği, kadın hakları, merkez bankası özerkliği vb. konulardaki yerel sonuçların yanı sıra, derinleşen kutuplaşma hükümetin etkili dış politika yürütme kabiliyetini de tehdit etmektedir. Sarkaç bu kadar çılgınca sallanmaya devam ettiğinde, hiçbir ülke ABD’nin bir dönemden daha uzun süre söz verdiği hiçbir şeyi yapacağına güvenemez. Hükümet, iç düşmanların kökünü kazımakla, kazançlı bir işte çalışan milyonlarca vatandaşını sınır dışı etmekle ve deneyimli kamu görevlilerinin yerine yandaş ve yandaş olmayanları getirmekle meşgul olduğunda, dış dünyaya karşı mantıklı bir yaklaşım sergileme kabiliyeti de kaçınılmaz olarak zayıflar. Derinden bölünmüş bir ABD tam da düşmanlarının görmek istediği şeydir ve Trump’ın bunu daha da kötüleştirmekten başka bir şey yapacağını düşünmek için hiçbir neden yok.
Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel rolü göz önüne alındığında, Amerikalılar ve dünyanın geri kalanı, insan denek kontrollerinden tamamen bağımsız olarak yürütülen büyük bir sosyal deneye katılmak üzereler. Bu deneyin birkaç olumlu sonuç vereceğine inanmak istiyorum, ancak korkarım ki elde edilecek mütevazı kazanımlar, kendi kendine açılan bir dizi yara tarafından bastırılacak. Kış geliyor. Uyarmadı demeyin!
Çin’in en büyük uçak üreticisi COMAC ilk müşterisi olarak Air China’yı duyurdu
Donald Trump Jr, yeni yönetimde yer almak yerine “paralel ekonomi” inşasına katılıyor
Mahkeme, Meloni’nin göçmenleri Arnavutluk’a gönderme planlarını bir kez daha engelledi
Japon 7-Eleven İsrail’deki sekiz mağazasının tamamını kapattı
Ukrayna solundan Sosyalist Enternasyonal’e açık mektup
Çok Okunanlar
-
AMERİKA1 hafta önce
ABD seçimlerinde “üçüncü aday”: Jill Stein
-
GÖRÜŞ6 gün önce
Rusya-Ukrayna Savaşında Kuzey Kore’nin askeri hamlesinin etkileri
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trumpizmin sınıfsal kökenleri sanıldığından daha karmaşık
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Son düzlükte Demokratlar panikte… Trump gerçekten önde mi?
-
AVRUPA5 gün önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Foreign Policy: Netanyahu Trump’ı destekliyor, ancak pişman olabilir
-
AMERİKA3 gün önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
FT: ‘Batı, Kuzey Kore’yi hafife almanın bedelini ödeyecek’