Bizi Takip Edin

Dünya Basını

Amerikan basını: Nükleer savaş kapıda, Ukrayna’da ateşkese gidilmeli

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Rusya’nın Ukrayna’ya dönük askeri müdahalesi birinci yılını doldurdu. Moskova’nın Kiev’deki hedeflerinde kayda değer bir sapma meydana gelmedi ve Batı da aynı şekilde Ukrayna’yı silahlandırmaya devam ediyor. The Nation dergisinde yer bulan editoryal görüş yazısında, ABD ve müttefiklerine nükleer savaşın tehlikesinin ciddiye alınması ve bir an evvel ateşkese gidilmesi gerektiği uyarısı yapılıyor.


Ukrayna’yı kurtarmak için savaşı bitirin

The Nation — 16 Şubat 2023

Çatışmalar kaygı verici bir hal almaya başlarken şimdi ateşkesi zorlamanın tam vakti.

24 Şubat, Rusya’nın Ukrayna’yı yasa dışı ve gaddar bir şekilde işgalinin birinci yıldönümü. Ukrayna halkının olağanüstü cesaretini ve direnişini selamlarken savaşın sürdüğü, can kayıplarının arttığı, insanların sakat kaldığı, kentlerin ve köylerin yakılıp yıkıldığı, ailelerin yerlerinden edildiği acı bir tablo yaşıyoruz.

Bu aynı zamanda felaketi önlemeye dönük fırsatları olan ama bunları değerlendirmemeyi tercih eden Biden yönetimi için de aklını başına alma vakti olmalı.

Amerikan istihbaratının tahminleri, Rusya ve Ukrayna’nın asker kayıplarının toplamda 200 bini aştığını gösterirken, Birleşmiş Milletler en az 7 bin 10 Ukraynal sivilin hayatını kaybettiğini tahmin ediyor. Ukrayna içinde yerinden edilmiş insanların sayısı yaklaşık 6 milyon. Buna ek olarak 8 milyon Ukraynalı sığınmacı da Avrupa’daki diğer ülkelere kaçtı ki bu, İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden bu yana kıtadaki en büyük göç dalgası.

Ukrayna’nın sahadaki ilk başarılarının yarattığı coşku hem Washington’da hem de Brüksel’de mutlak askeri zaferin ve hatta belki de Moskova’da rejim değişikliğinin gerçekçi hedefler olduğu hissini besledi.

Fakat savaşın ikinci yılına girerken çatışmalar kaygı verici bir hal almaya müsait görünüyor. Rusya, şu anda sahaya 24 Şubat 2022’de konuşlandırdığının neredeyse üç katı büyüklüğünde bir işgal gücü sürüyor. Ukrayna sınırına 300 bin ila 500 bin arasında asker yığılmış durumda. Binlerce yedek askerin de Belarus’ta cepheye gitmek üzere beklediği bildiriliyor.

Döneminin belki de en önde gelen diplomatı olan George F. Kennan, ABD’nin Birinci Dünya Savaşına girişini değerlendirirken şunları yazmıştı: “O dönem savaştan en büyük menfaatimizin savaşın mümkün olan en kısa sürede sona erdirilmesi olduğunu fark etmemiştik”. Amerika, tekrar bu hataya düşmekten kaçınmalı.

Bugüne dek Biden yönetimi, iki nükleer güç arasında savaş çıkmasından korkarak Amerikan kuvvetlerinin doğrudan müdahalesine karşı durdu. Ancak maliyetler ve taahhüdümüzün kapsamı arttıkça ABD’nin kaybetmeyi alamayacağını savunan bir koro da ses yükseltecek. Eğer Seymour Hersh’in son haberine öne sürüldüğü gibi Kuzey Akım boru hatlarının imha edilmesinde ABD’nin parmağı varsa Biden yönetimi, Ukrayna’yı Rusya’nın başlıca askeri düşmanı haline getirme yolunda vahim adımlara çoktan başvurmuş demektir. Geçen hafta Pentagon’un ABD komandolarını Ukrayna’ya gönderdiği programı yeniden hayata geçirmek istediği ortaya çıktı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley’in Ukrayna’nın artık siyasi çözüm araması gerektiği yönündeki sağduyulu görüşlerinin göz ardı edilmemesini bekleyebiliriz.

Fakat Biden şu ana dek Kiev’in daha fazla silah ve ABD’nin askeri angajmanını arttırma çağrılarını büyük ölçüde kabul etti. Çoğu Amerikalı, Ukraynalı askerlerin, Amerikan ordusunun Oklahoma’daki bir üssünde eğitim görmekte olduğunu öğrendiğinde şaşıracaktır. Romanya’da Ukrayna sınırı yakınlarına konuşlanmış olan 101. Hava İndirme Tümeni birlikleri de dahil Avrupa’da savaşa hazır 100 bin asker olduğunu öğrendiklerinde de aynı derecede şaşıracaklardır. Şirketlerin yönetim kurulu odalarında ve Beltway’deki yeşil odalarda bu savaşın genişletilmesine dair duyulan heyecan Amerikan halkı tarafından paylaşılmıyor.

Diplomatik çözüme ulaşmak kolay olmayacak. Her iki taraf da taviz vermek zorunda kalacak. Ukrayna’nın güvenlik garantilerine, yeniden inşa için kaynaklara ve Avrupa içinde bir geleceği ihtiyacı olacak. Fakat 2014’ten bu yana kaybettiği tüm toprakları geri alma umudundan da cayması gerekecek. Rusya’nın da ilhak ettiğini iddia ettiği toprakların çoğundan vazgeçmesi gerekecek. Nihayetinde uluslararası yaptırımlardan kurtulması gerekecek.

Şimdi ateşkesi zorlama vakti, bunu müzakereler izleyecektir.

Son Ukraynalıya kadar savaşma niyetinde olanların yalvarışlarını reddetmeliyiz. Yaşadıkları acılar göz önüne alındığında Ukraynalılar, makul görülebilir bir şekilde anlaşmayı kabul etmekte isteksiz olabilirler. Ancak ABD ve NATO’daki ortakları, rüzgârın Ukrayna’dan yana esmediğini çok iyi biliyor. Ukrayna’nın korunması için hayati önem taşıyan Batı birliği şimdiden çatlamaya başladı.

Rusya da —ve Putin— saldırganlığının bedelini ağır ödedi. Ukrayna korkunç kayıplar verdi ama ulusal bütünlük ve özgüven kazandı. Ukrayna’yı kurtarmak ve muhtemelen nükleer bir büyük güçlerin yer alacağı ve hakikaten de yıkıcı olacak bir çatışma riskinden kaçınmak için savaşa son vermenin zamanı geldi. Bunun gerçekleşmesi için ABD ve müttefikleri, şimdi barış çabalarına öncülük etmeli.

Dünya Basını

Jeffrey Sachs: ABD’nin Asya’daki askeri üslerini kapatın

Yayınlanma

Editörün notu: Columbia Üniversitesi’nde profesör, Sürdürülebilir Kalkınma Merkezi direktörü ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı başkanlığı görevlerini yürüten ve “şok terapisi ekonomisti” olarak da bilenen Prof. Jeffrey Sachs, Başkan Trump’ın Asya’daki ABD üslerinin maliyetinden şikayet etmesine karşın, çok daha iyi çözümün bu üsleri kapatıp askerleri geri çekmek olduğunu savunuyor. Sachs’a göre Japonya ve Kore gibi zengin ülkelerin kendi savunmalarını sağlayabileceğini, diplomatik çözümlerin daha etkili olduğunu ve üslerin savunmadan çok ABD’nin güç gösterisine hizmet ettiğini belirtiyor. Sachs, Çin’in tarihi olarak bölgeyi işgal etmediğini ve bu üslerin Çin ile Kuzey Kore tarafından tehdit olarak algılandığını vurguluyor. Ayrıca Sachs, süper güçler arasında “siz bizim mahallemizden uzak durun, biz de sizinkinden” şeklinde karşılıklı bir anlaşmanın trilyonlarca dolar tasarruf sağlayıp nükleer savaş riskini azaltacağını ifade ediyor.


ABD’nin Asya’daki askeri üslerini kapatın

Jeffrey Sachs, Other News

22 Nisan 2024

Başkan Donald Trump, ABD’nin Asya’daki askeri üslerinin ABD açısından fazla maliyetli olduğundan yine yüksek sesle şikayet ediyor. Japonya ve Kore ile yapılan yeni gümrük vergisi müzakereleri kapsamında Trump, Japonya ve Kore’ye ABD askerlerinin konuşlandırılması için ödeme yapma çağrısında bulunuyor.

Size çok daha iyi bir fikir: Üsleri kapatın ve ABD askerlerini ABD’ye geri gönderin.

Trump, Japonya’da 50 bin ve Kore’de yaklaşık 30 bin asker konuşlandırarak ABD’nin Japonya ve Kore’ye büyük hizmet sunduğunu ima ediyor. Ancak bu ülkelerin kendilerini savunmak için ABD’ye ihtiyacı yok.

Zenginler ve kesinlikle kendi savunmalarını sağlayabilirler. Çok daha önemlisi, diplomasi kuzeydoğu Asya’da barışı Amerikan askerlerinden çok daha etkili ve çok daha ucuza sağlayabilir.

ABD, sanki Japonya’nın Çin’e karşı savunulması gerekiyormuş gibi davranıyor. Bir bakalım. Son 1000 yıl boyunca, ki bu sürenin son 150 yılı hariç Çin bölgenin baskın gücüydü, Çin kaç kez Japonya’yı işgal etmeye kalkıştı? Eğer sıfır cevabını verdiyseniz, haklısınız. Çin tek bir kez bile Japonya’yı işgal etmeye teşebbüs etmedi.

İtiraz edebilirsiniz. Peki ya yaklaşık 750 yıl önceki 1274 ve 1281’deki iki girişime ne demeli? Moğolların 1271 ile 1368 yılları arasında geçici olarak Çin’i yönettiği dönemde, Japonya’yı işgal etmek için iki kez sefer filoları gönderdikleri ve her iki seferde de tayfunların (Japon efsanelerinde Kamikaze rüzgarları olarak bilinir) ve Japon kıyı savunmalarının birleşimiyle yenilgiye uğratıldıkları doğrudur.

Öte yandan Japonya, Çin’e saldırma veya işgal etme amaçlı birden fazla girişimde bulundu.

1592’de kibirli ve dengesiz Japon askeri lider Toyotomi Hideyoşi, Ming Çin’ini fethetme hedefiyle Kore’yi işgal başlattı. Çok ilerleyemedi, 1598’de Kore’yi bile boyunduruk altına alamadan öldü.

1894-1895’te Japonya, Çin-Japon savaşında Çin’i işgal edip yendi ve Tayvan’ı Japon kolonisi olarak aldı. 1931’de Japonya, kuzeydoğu Çin’i (Mançurya) işgal etti ve Mançukuo Japon kolonisini kurdu. 1937’de Japonya, Çin’i işgal ederek Pasifik bölgesinde İkinci Dünya Savaşı’nı başlattı.

Bugün kimse Japonya’nın Çin’i işgal edeceğini düşünmüyor ve Çin’in Japonya’yı işgal edeceğine inanmak için hiçbir mantıklı sebep veya tarihsel emsal yok. Japonya’nın kendisini Çin’den korumak için ABD askeri üslerine ihtiyacı yok.

Aynı durum Çin ve Kore için de geçerli. Son 1000 yılda Çin, ABD’nin Çin’i tehdit ettiği tek durum dışında Kore’yi hiç işgal etmedi. Çin, 1950 sonlarında Kuzey Kore’nin yanında, Çin sınırına doğru kuzeye ilerleyen ABD birlikleriyle savaşmak için savaşa girdi.

O zamanlar ABD’li General Douglas MacArthur, pervasızca Çin’e atom bombalarıyla saldırmayı tavsiye etmişti. MacArthur ayrıca o dönemde Tayvan’da bulunan Çinli milliyetçi güçlerin Çin anakarasını işgal etmesini desteklemeyi de önermişti. Başkan Harry Truman, Tanrı’ya şükür, MacArthur’un tavsiyelerini reddetti.

Güney Kore’nin Kuzey Kore’ye karşı caydırıcılığa ihtiyacı olduğu kesin ama bu, Kuzey Kore’nin nükleer cephaneliğini ve askeri yığınağını azaltmak yerine defalarca körükleyen ABD’nin varlığından ziyade, Çin, Japonya, Rusya, Kuzey Kore ve Güney Kore’yi içeren bölgesel güvenlik sistemi aracılığıyla çok daha etkili ve inandırıcı bir şekilde sağlanabilir.

Savunma değil, güç gösterisi

Aslında Doğu Asya’daki Amerikan askeri üsleri Japonya veya Kore’nin savunması için değil, gerçekten ABD’nin güç gösterisi içindir. Bu, kaldırılmaları için daha da geçerli neden. ABD, Doğu Asya’daki üslerinin savunma amaçlı olduğunu iddia etse de, Çin ve Kuzey Kore tarafından anlaşılır şekilde doğrudan tehdit olarak görülüyorlar; örneğin, bir “baş kesme” (liderliği yok etme) saldırısı olasılığı yaratarak ve Çin ile Kuzey Kore’nin ABD provokasyonuna veya bir tür yanlış anlaşılmaya yanıt verme sürelerini tehlikeli şekilde kısaltarak…

Rusya, aynı haklı nedenlerle Ukrayna’daki NATO’ya şiddetle karşı çıktı. NATO, sık sık ABD destekli rejim değişikliği operasyonlarına müdahale etti ve füze sistemlerini tehlikeli şekilde Rusya’ya yakın yerleştirdi. Sahiden de, tıpkı Rusya’nın korktuğu gibi, NATO Ukrayna Savaşı’na aktif olarak katıldı; silahlar, strateji, istihbarat sağladı ve hatta Rusya’nın derinliklerindeki füze saldırıları için programlama ve takip bile yaptı.

Trump’ın şu anda Panama’da Hong Konglu şirkete ait iki küçük liman tesisine takıntılı olduğunu, Çin’in ABD güvenliğini tehdit ettiğini iddia ettiğini (!) ve tesislerin Amerikalı alıcıya satılmasını istediğini unutmayın. Öte yandan ABD, Çin’i iki küçük liman tesisiyle değil, Japonya, Güney Kore, Guam, Filipinler ve Hint Okyanusu’nda Çin’in uluslararası deniz yollarına yakın büyük ABD askeri üsleriyle çevreliyor.

Temel mütekabiliyet

Süper güçler için en iyi strateji, birbirlerinin alanlarından uzak durmaktır. Çin ve Rusya, en hafif tabirle, Batı Yarımküre’de askeri üsler açmamalı. Bunun en son denendiği zaman, Sovyetler Birliği’nin 1962’de Küba’ya nükleer silahlar yerleştirdiği zamandı ve dünya neredeyse nükleer yok oluşla sona eriyordu (Dünyanın nükleer kıyamete ne kadar yaklaştığına dair şok edici ayrıntılar için Martin Sherwin’in dikkate değer kitabı Gambling with Armageddon‘a göz atınız).

Ne Çin ne de Rusya, kendi mahallelerindeki ABD üsleriyle karşı karşıya kalmanın tüm provokasyonlarına rağmen, bugün bunu yapmaya en ufak eğilim göstermiyor.

Trump para tasarrufu yapmanın yollarını arıyor; ABD federal bütçesinin yılda 2 trilyon dolar (ABD GSYİH’sinin yüzde 6’sından fazla) kan kaybettiği göz önüne alındığında mükemmel fikir. ABD’nin denizaşırı askeri üslerini kapatmak, başlamak için mükemmel yer olur.

Trump, ikinci döneminin başında bile bu yöne işaret ediyor gibi görünmüştü, fakat Kongre’deki Cumhuriyetçiler askeri harcamalarda azalma değil, artış çağrısında bulundu. Ancak Amerika’nın yaklaşık 80 ülkedeki 750 kadar denizaşırı askeri üssü varken, bu üsleri kapatmanın, tasarrufu cebe indirmenin ve diplomasiye dönmenin tam zamanı.

Ev sahibi ülkeleri ne onlara ne de ABD’ye faydası olmayan şey için ödeme yapmaya zorlamak, hem ABD hem de ev sahibi ülkeler için büyük zaman, diplomasi ve kaynak israfı.

ABD, Çin, Rusya ve diğer güçlerle temel anlaşma yapmalı: “Siz askeri üslerinizi bizim mahallemizden uzak tutun, biz de bizimkileri sizinkinden uzak tutalım.”

Büyük güçler arasındaki temel mütekabiliyet, önümüzdeki on yılda trilyonlarca dolarlık askeri harcamadan tasarruf sağlayacak ve daha da önemlisi, Kıyamet Günü Saati’ni nükleer kıyamete 89 saniye kaladan geriye itecektir.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

‘Rusya tehdidi’ ve Kuzey Avrupa’nın askerileşmesi

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini bulacağınız değerlendirme, Kuzey Avrupa’da giderek derinleşen güvenlik kaygılarını ve NATO’nun bölgesel genişlemesini stratejik bir zaruret çerçevesinde ele alıyor. Finlandiya ve İsveç’in tarafsızlıktan kolektif savunma mimarisine geçişini, tarihsel hafızanın yeniden seferber edilmesi ve Rusya’ya atfedilen tehditkâr süreklilikle temellendiren bir anlatıya yaslanıyor. Ancak metin, bu dönüşümün jeopolitik sonuçlarını incelerken, Soğuk Savaş’tan miras kalan ve günümüzde yeniden üretildiği görülen güvenlikçi tahayyülleri sorgulamadan yeniden kuruyor. NATO’nun genişleyen sınırlarıyla birlikte Arktik coğrafyasının da Batılı güvenlik paradigmasına dahil edilişi, yalnızca askeri caydırıcılık değil, aynı zamanda doğal kaynaklara erişim ve ticaret yolları üzerinde kurulan yeni bir egemenlik dili olarak da okunabilir. Bu bağlamda metin, kuzeyin buzullarında donmuş görünen büyük güç rekabetinin, aslında derin jeoekonomik fay hatlarında ısınmakta olduğunu da ima ediyor; kimi zaman örtük, kimi zaman ise açık bir dille.


Kuzey Avrupa’nın Üzerinde Dolaşan Rus Tehdidi

Hugo Blewett-Mundy
The Arctic Institute
17 Nisan 2025
Çev. Leman Meral Ünal

Kuzey Avrupa tarihsel olarak hep Rusya ile Batı dünyası arasında bir çatışma alanı oldu. Büyük Kuzey Savaşı’nda (1700-1721) Büyük Petro, Rusya’yı büyük bir güce dönüştürmek için İsveç İmparatorluğu hakimiyetine meydan okumuştu. Bugün ise bölge kendini bir kez daha Doğu-Batı çatışmasının merkezinde buluyor.

Uzun süredir tarafsızlığını koruyan Finlandiya ve İsveç, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya dönük geniş çaplı işgaline hızlı bir karşılık verdi. Rus yayılmacılığına ilişkin ortak tarihsel deneyim, bu iki İskandinav ülkesini, Moskova’nın Ukrayna’nın çok ötesine uzanabilecek uzun vadeli bir tehdit oluşturduğu sonucuna götürdü. NATO’ya katılmak, biraz da bu yüzden Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası düzeni zor yoluyla yeniden yazma çabasına karşı koymak için gerekli görüldü. Ve katılımlarının ardından her iki ülke de Avrupa-Atlantik güvenlik sağlayıcıları olarak rollerine daha da sıkı sarıldılar.

Finlandiya silahlı kuvvetleri, Avrupa’daki birçok muadilinin aksine, Soğuk Savaş’ın sona erdikten sonra da caydırıcılığa odaklanmaya devam etti. Bu durum, Finlandiya’nın NATO’nun kolektif güvenlik sisteminde merkezi bir rol oynamasına imkân tanıdı. Finlandiya Savunma Bakanı Antti Häkkänen, geçtiğimiz yıl olası bir savaş halinde Kuzey Avrupa’nın savunmasını üstlenmekle görevli yeni bir NATO kara komutanlığı kurdu.

İsveç de bir NATO üyesi olarak Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliğine önemli katkılar sundu. 2 milyar doların üzerinde savunma malzemesi ihraç ederek Avrupa’nın en büyük savunma sanayi üslerinden biri olma unvanını elde etti. Kuşkusuz İskandinav yarımadasındaki konumu da onu stratejik açıdan önemli kılmaya devam etti. Öyle ki İsveç Donanması’nın Baltık Denizi boyunca uzanan geniş kıyı hattındaki tehditlere ilişkin doğrudan bilgi elde edebiliyor olması, NATO’nun bölgeye yönelik deniz stratejisi geliştirmesini sağlıyordu.

Ancak belki de tüm bunlardan önemlisi, Finlandiya ve İsveç, NATO’ya geniş bir coğrafi erişim sunuyorlar. 2022-2024 yılları arasında İsveç Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Tobias Billström, NATO’nun İskandinavya’ya genişlemesinin, Kuzey Kutbu, Kuzey Atlantik ve Baltık bölgelerini birbirine bağlama etkisi yarattığını belirtmişti. Bu, uluslararası normlar ya da değerler yerine güç dengesi çerçevesinde düşünen bir Rusya ile yüzleşen NATO için hayati önem taşıyacaktır.

İster Çarlık döneminde, ister Sovyet döneminde, isterse de komünizm sonrası dönemde olsun, bazı sabit coğrafi gerçeklikler, Rusya’nın dış politikasını etkileyegelmiştir. Ural Dağları dışında çok az doğal sınırı olan Büyük Avrasya düzlüğünde Rusya, ulusal bekasını hep genişleme yoluyla sağlamaya çalışmıştır. Biraz tuhaf görünse de, Rusya’nın hissettiği bu içsel güvensizlik duygusu bugün bile ülkenin kendi kimliğine nüfuz etmektedir.

Sovyetler Birliği çözüldüğünde Rus liderliği, ülkelerini Doğu Avrupa’nın sınırlarına mahkum eden ABD liderliğindeki uluslararası düzeni kabul etmeyi reddetti. 1996’dan 1998’e kadar Rusya dışişleri bakanı olarak görev yapan Yevgeni Primakov, Mihail Gorbaçov’un Batı ile tutturduğu uzlaşmacı yaklaşımı terk ederek, Sovyet sonrası hakimiyet alanlarını savunmayı önceliklendirdi.

Primakov’un dış politika anlayışının etkisi, bugün Vladimir Putin yönetimindeki Rusya’da hala görülüyor. “Rusya’nın gelişimini güçlendiren elverişli dış ortam”, Putin’in 2012’de başlayan üçüncü döneminden bu yana Kremlin belgelerinin baskın teması olmuştur. Rusya için Kuzey Denizi’nin kontrolü bu jeopolitik hedefe ulaşmada kritik bir rol oynamaktadır.

Kuzey Denizi Rotası (NSR) –Barents Denizi’nden Bering Boğazı’na uzanan ticaret hattı– Moskova’ya Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Rus gazı ithalatındaki azalmanın ekonomik maliyetini dengeleme fırsatı sunuyor. Eylül 2024’te, Rusya’ya ait sıvılaştırılmış doğalgaz taşıyan bir LNG-2 tankeri, NSR üzerinden geçerek yaptırımları ilk kez bu yolla deldi. Güvenlik çıkarlarına gelince, Rusya NATO ile doğrudan bir çatışma çıkması halinde Barents ve Norveç Denizlerinde ve daha geniş anlamda Kuzey Atlantik’te seyrüsefer özgürlüğünü korumaya çalışıyor.

Bu doğrultuda Rusya, geniş ve giderek daha açık hale gelen kuzey sınırlarının savunmasına büyük bir dikkat gösteriyor. Nitekim son Rus dış politika belgesinde, Arktik bölgesi önemli bir stratejik alan olarak tanımlandı. Rusya’nın Kola Yarımadası’ndaki Kuzey Filosu, Grönland-İzlanda-Birleşik Krallık hattında NATO’ya deniz erişimini engelleme kapasitesini göstermek için önemli tatbikatlar yaptı. Rusya, Ukrayna’da kayıplar vermeye devam ettikçe gücünü gösterebilmek için Arktik’te nükleer caydırıcılığa daha da fazla başvuracaktır.

Norveç, büyük güç rekabetinin ortaya çıkması ve Kuzey Kutbu’nda giderek artan yanlış hesaplama riskinden büyük endişe duymaya başladı. Norveç hükümeti geçtiğimiz yıl 83,281 kilometrelik kıyı şeridi boyunca harekât kabiliyetine ve durumsal farkındalığa öncelik veren uzun vadeli savunma planını açıkladı. Öneriler kapsamında Norveç, önümüzdeki on yıl içinde savunmaya 600 milyar Norveç kronu (yani 50,9 milyar Avro) harcayacağını açıkladı.

Diğer NATO müttefiklerinin de Norveç örneğinin izinden giderek Rusya’nın oluşturduğu uzun vadeli tehdide uygun, güvenilir bir savunma ve caydırıcılık duruşu inşa etmeleri gerekecektir. Her ne kadar 2022 Stratejik Konsepti Rusya’yı “en önemli ve doğrudan tehdit” olarak tanımlasa da, NATO’nun Rusya’nın sistemik tehdidine karşı hazırlıklı olup olmadığı net değil. Savunma harcamaları için belirlenen yüzde 2’lik asgari eşik, Moskova’nın NATO topraklarına saldırısını caydırmak için gereken “ileri savunma” yeteneklerini elde etmek için oldukça yetersiz görünmektedir.

NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, aralık ayında yaptığı uyarıda, NATO’nun Rusya ile “uzun vadeli bir çatışma” karşısında yetersiz kalabileceğini söylemişti. Rus ekonomisi savaş zamanı modunu açmış durumda, öyle ki 2025 yılı bütçesinin üçte biri savunmaya ayrıldı bile.

Moskova, NATO’nun 5. Maddesinin¹ inandırıcılığını test ettiğinin bir işareti olarak hibrit savaşa yöneldi. Finlandiya’ya göre Moskova, doğrudan askeri güç kullanılmayan [siber saldırılar, dezenformasyon, ekonomik baskı gibi] müdahale biçimlerinin artışından sorumlu. Bu kötü niyetli faaliyetler, oldukça karmaşık ve bir o kadar da kapsamlı: Sabotajdan göçün araçsallaştırılmasına ve Baltık Denizi’ndeki deniz seyrüsefer sistemlerine müdahaleye kadar uzanıyor.

Rusya-NATO ilişkilerindeki kopukluk, Moskova’nın jeopolitik hedeflerine ulaşmak için askeri hazırlıklarını sürdürdüğünü düşündüğümüzde, muhtemeldir ki öngörülebilir gelecekte de devam edecek. Bu yeni güvenlik durumunda, Kuzey Kutbu artık Avrupa-Atlantik alanından ayrı bir varlık olarak görülemez. NATO, Rusya’yı caydırma ihtiyacıyla Arktik’te barış ve istikrarı sürdürme gerekliliği arasında bir denge kurmanın yolunu bulmak zorundadır.


¹ NATO’nun 5. maddesi, bir üyeye yönelik silahlı saldırının tüm üyelere yapılmış sayılacağını belirtir. 5. madde, NATO’nun kolektif savunma ilkesini tanımlar; ancak bu ilke, siyasi koşullara ve ittifak içi güç dengelerine bağlı olarak uygulanabilirliği tartışmalı bir güvenlik vaadine dönüşebilmektedir. İttifak tarihinde sadece bir kez işletilmiştir, o da 11 Eylül saldırılarından sonra, ABD için. (ç .n.)

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Şin-Bet Direktörü’nün yeminli beyanı ne anlama geliyor?

Yayınlanma

Yazar

Şin-Bet Direktörü Ronen Bar, Yüksek Mahkeme’ye sunduğu yeminli ifadede Başbakan Netanyahu’nun kendisinden yasalar yerine şahsen kendisine itaat etmesini talep ettiğini ve güvenlik kurumunu kişisel çıkarları için kullanmaya çalıştığını açıkladı.

Netanyahu ile ilgili bu iddialar çokça dile getirilmiş olsa da ilk kez hukuki bağlayıcılığı olan bir mahkeme önünde üstelik görevdeki bir isim tarafından belgeleriyle gündeme getiriliyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz hem Bar’ın iddialarını hem de bu iddiaların İsrail açısından ne anlama geldiğini inceliyor:

***

Bu bir tatbikat değil: Ronen Bar’ın yeminli beyanı İsrail kritik bir uyarı niteliğinde

Şin Bet Direktörü, Yüksek Mahkeme’ye sunduğu resmi beyanda, Netanyahu’nun kendisine devlete ve yasalarına değil, şahsen kendisine sadakat göstermesini talep ettiğini açıkladı; yargıçların bu konudaki yanıtı, İsrail demokrasisinin ve güvenliğinin geleceğini şekillendirecek.

Yuval Yoaz / Times of Israel

Şin Bet Direktörü Ronen Bar’ın pazartesi günü İsrail Yüksek Mahkemesi’ne sunduğu yeminli beyan, İsrail halkı için kritik bir uyarı niteliğinde.

Ülkenin başlıca güvenlik kurumlarından birinin başkanı, mahkemeye resmî ve açık biçimde, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun kendisinden şahsi sadakat talep ettiğini yani yasalara ya da mahkemelere değil, doğrudan başbakana itaat etmesini istediğini ve Netanyahu’nun Şin Bet’in geniş etki alanına sahip imkân ve yeteneklerini kişisel ve siyasi çıkarları için sistematik biçimde kullanmaya çalıştığını beyan etti.

FT: İsrail anayasal krizin eşiğinde

Tehlike çanları sadece çalmakla kalmıyor adeta sağır ediyor.

Mahkemenin Bar’a beyanını sunması için verdiği sürenin bitmesine dakikalar kala, yargıçların masasının üzerine iki belge ulaştı. Bunlardan yalnızca biri kamuya açık. Bar’ın sekiz sayfadan oluşan kamuya açık yeminli beyanı 4 Nisan’da yargıçlara gönderdiği mektubun içeriğini detaylandırıyor. Gizli yeminli beyanı ise 31 sayfa ve beş ek belge içeriyor.

Mahkemenin kararı gereği, kamuoyu bu detaylı beyana tam erişemeyecek. Ancak belge başbakana ve yakın çevresine de teslim edildiği düşünüldüğünde sızıntı ihtimal dışı değil. Ayrıca yargıçlar, görevden alma konusundaki kararlarında bu belgelerin özetini kullanabilirler. Söz konusu görevden alma kararı, geçen ay Netanyahu’nun yönlendirmesiyle kabine tarafından oybirliğiyle alınmış ve bu da mahkemenin şu anda değerlendirmekte olduğu itirazlara yol açmıştı.

Netanyahu’nun da mahkemeye perşembe günü sunması gereken yanıtında bu yeminli beyanın yankılarının yer alması bekleniyor tabi son anda geri adım atmazsa.

Bar’ın beyanının ardından, Netanyahu’nun ofisi hemen bir açıklama yayınlayarak “Ronen Bar, Yüksek Mahkeme’ye sahte bir yeminli beyan sundu, bu yakında detaylı şekilde çürütülecek” dedi. Ancak, bu çürütmenin Netanyahu’nun sunacağı yeminli beyanda yer alacağına dair bir taahhüt verilmedi.

Bar’ın 31 sayfalık gizli belgesini bir kenara bırakırsak, sadece kamuya açık yeminli ifadesi bile okuyucuları şaşkına çevirmeye yetiyor.

Yüksek Mahkeme, Şin-Bet kararına itirazları dinledi

Bar’ın Netanyahu hakkında dile getirdiği birçok iddia yıllardır kamuoyunda tartışılmış olsa da bu durum tamamen farklı. Çünkü hukuki bağlayıcılığı var. Suçlamalar artık bizzat Shin Bet şefi tarafından açık ve net bir şekilde dile getiriliyor ve mahkemeye yeminli ifade niteliği taşıyan imzalı bir beyanname ile sunuluyor.

Bar’ın sunduğu her önemli iddia, İsrail’i sarsacak nitelikte birer bomba:

  • Netanyahu, olası bir anayasal kriz durumunda Bar’dan, Yüksek Mahkeme’ye değil kendisine itaat etmesini istemiş. Bu tür bir talepte bulunulması bile soruşturulması gereken ciddi bir suç niteliğinde.
  • Netanyahu, Bar’a, devam eden ceza davasında mahkemede ifade vermesini engelleyecek bir güvenlik gerekçesi yayınlaması için defalarca baskı yapmış. Bu yönde Netanyahu’nun çevresinden biri tarafından hazırlanan bir taslak Bar’a imzalanması için iletilmiş, ancak Bar imzalamayı reddetmiş.
  • Netanyahu, Bar’dan Şin Bet’in gözetleme araçlarını İsrail vatandaşlarına karşı – özellikle de 2023’te hükümetin yargı reformuna karşı düzenlenen protesto hareketinin liderlerine karşı – kullanmasını istedi. Bu talebine gerekçe olarak sözde “yıkıcı faaliyet” iddialarını öne sürdü. Bu, Şin Bet’in siyasi faaliyetlerden uzak durma ilkesini ve ifade özgürlüğünü hiçe saymak anlamına geliyor.
  • Netanyahu bu talepleri, toplantıların sonunda, askeri sekreteri ve ses kayıt cihazını kullanan görevlileri odadan çıkardıktan sonra, yani kayda geçmesini önlemek amacıyla sözlü olarak iletmiş.
  • Bar, Başbakan Netanyahu ve Kabine Sekreteri Yossi Fuchs’a mektup göndererek, 7 Ekim’de Hamas tarafından gerçekleştirilen saldırı ve katliamla ilgili olayların soruşturulması için devlet düzeyinde bir komisyon kurulmasının ulusal güvenlik açısından taşıdığı önemi detaylı biçimde anlatmış. Bar, bunun yalnızca yönetişim açısından doğru bir adım olacağı için değil, aynı zamanda güvenlik kurumlarının gerekli sonuçları çıkarabilmesi ve doktrin ile kurumlarda köklü reformlar yapılabilmesi için de elzem olduğunu vurgulamış. Ancak Netanyahu, böyle bir soruşturma kurulmasına ısrarla karşı çıkmaya devam ediyor.

Bar’ın yeminli beyanından çıkan genel sonuç, asıl meselenin yalnızca görevden alınmasının profesyonel gerekçelerle mi, yoksa kişisel saiklerle mi yapıldığından ibaret olmadığını gösteriyor. Bu sorunun yanıtı fazlasıyla açık.

Netanyahu’dan yargı kararını tanımama sinyali

Asıl odak noktası artık, İsrail’in şu anda yönetiminin başında, en azından bir güvenlik kurumu lideri tarafından adı konularak ciddi şekilde suçlanan bir kişi tarafından yönetiliyor olması gerçeği.

Bar’ın beyanı iki temel anlam taşıyor:

Bunlardan ilki kanıt niteliğinde: Bar’ın bu iddiaları bir yeminli beyanla sunmuş olması, onlara hukuki ağırlık kazandırıyor. Yüksek Mahkeme, teknik olarak yeminli ifade veren kişilerin çapraz sorgulanmasına izin verebilir. Her ne kadar bu uygulama 1990’lardan bu yana kullanılmasa da mahkeme bu davada buna izin verebilir.

İkinci çıkarım ise Bar’ın tam ve gizli yeminli ifadesine eklediği belgelerle ilgili: Bar’ın gizli beyanına eklediği belgeler, iddialarını destekleyen nesnel kanıtlar sunmak için hazırlandı. Bu belgelerin kamuya açıklanmamış olması, toplantı tutanakları, karar özetleri veya iç yazışmalar gibi güvenirliğine itiraz edilmesi zor belgeler içerdiği ihtimalini artırıyor.

Bu da Netanyahu’nun kendi tezini yalnızca sözlü savunmayla değil, somut belgelerle desteklemek istemesi durumunda ciddi delil sıkıntısı yaşayabileceği anlamına geliyor.

Bar’ın yeminli beyanının kamuoyu, hukuk ve anayasa açısından etkileri derin. 7 Ekim saldırısının öngörülememesi nedeniyle görevden ayrılacağını açıklayan Bar, bu hukuki mücadeleyi şahsi çıkar için değil, devlet adına veriyor.

Bar meselesinin çözüm şekli sadece bir sonraki Şin Bet direktörünün bağımsızlığını etkilemeyecek. Bar’ın yeminli ifadesinin içindeki belgeler göz önüne alındığında çok büyük ölçüde, İsrail Devleti’nin güvenlik ve demokratik geleceğini şekillendirecek.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English