Bizi Takip Edin

AVRUPA

Avrupa’nın ‘illiberal demokrasi’ sorunu

Yayınlanma

Polonya’nın Hukuk ve Adalet Partili (PiS) cumhurbaşkanı Andrzej Duda, uzun süredir tartışma konusu olan pandemiden çıkış yardım fonlarının serbest bırakılması meselesinde çok sert bir açıklama yaptı. Duda, bundan böyle Avrupa Komisyonundan gelen tekliflere cevap vermeyeceğini, ilgili fon için gereken tüm adımları attıklarını söyledi. Polonya lideri daha da ileri giderek, Brüksel’deki bir grup “sol liberal” siyasetçinin ülkede bir iktidar değişikliği istediğini iddia etti.

Brüksel’in Polonya’ya ayırdığı kurtarma fonu 36 milyar avro civarındaydı, ama bu para uzun süredir “hukukun üstünlüğüne” uygun davranmadığı gerekçesiyle Varşova’nın eline geçmiyordu. Polonya planı sonunda onaylandı; Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ise paranın verilmesini yine “reform” şartına bağladı.

Avrupa Komisyonu geçen yılın Kasım ayında, Varşova’nın, AB tarafından alınan Polonya Disiplin Dairesinin faaliyetlerini sona erdirme kararına uymayı reddetmesi nedeniyle Polonya’ya sağlanan 100 milyon avroluk AB fonunu dondurmuştu. 15 Temmuz’da PiS hükümeti, Yüksek Mahkeme hakkındaki yasada yapılan değişiklikleri kabul etti ve disiplin kurulunun çalışmasına son verdi. 2017 yılında kurulan Disiplin Dairesi, hükümet tarafından yargıda reform olarak sunulmuştu. Daire, muhalefet ve AB tarafından ise hükümet çizgisine uymayan bağımsız yargıçların hizaya çekilmesi olarak değerlendirilmişti. Dairenin mahkeme hüviyeti yoktu, bunu hem Polonya Anayasa Mahkemesi hem de AİHM kayıt altına aldı. AB bu Daire nedeniyle Polonya’ya günlük 1 milyon avro ceza vermeye bile başlamıştı. Duda bunun üzerine Daireyi kapatıp “profesyonel sorumluluk dairesi” kurma kararı aldı. Muhaliflere göre bu da aynısının bir değişiği.

Brüksel’e karşı ‘isyan’ın lideri olarak Polonya

2000’lerin başında kurulan Polonya’nın iktidar partisi PiS, yıllar içinde bugün artık “sağ popülist” olarak adlandırılan siyasi pozisyonun Avrupa’daki en önemli temsilcilerinden biri haline geldi. İlk başlarda standart bir “Hıristiyan Demokrat” parti olacağı düşünülüyordu, Katolik Kilisesi ile de arası iyiydi. 2015’teki seçim zaferinden sonra ise eleştiriler hem içeride hem dışarı yükseldi: PiS, Polonya’nın “demokratik kurumlarına” saldırıyordu, hukuk düzenine aykırı hareket ediyordu, Anayasa Mahkemesine müdahale ediyordu, insan haklarını ve özgürlükleri kısıtlıyordu, ülkenin borcunu artırıyordu. Özetin de özeti, PiS yönetimi, 1980’lerde ortaya çıkan ve sosyalizmin çözülmesinden sonra da hükümetlerin genel olarak uyum sağladığı “Yuvarlak Masa toplantıları konsensüsü”ne aykırı davranıyordu.

Neydi bu konsensüs? Dört başlık altında toplayabiliriz: Birincisi, demokratikleşme ve desantralizasyon; ikincisi, sosyalist ekonominin “verimsizliği” ve buna çare olarak özel mülkiyetin merkezde yer alacağı hızlı bir serbest piyasacı kapitalist ekonomiye geçiş süreci; üçüncüsü, ikincisiyle bağlantılı olarak “acı reçete”nin kabulü ve IMF ile Dünya Bankası gözetiminde kemer sıkma siyasetleri; ve dördüncüsü, dış siyasette ABD ile iyi ilişkiler, AB mekanizmalarına entegrasyon ve NATO üyeliği değişmez ilkelerdi.

PiS öncesi hükümetler, sert bir özelleştirme programına ve IMF-Dünya Bankası merkezli neoliberal saldırı politikalarına sorgusuz sualsiz itaat etmişlerdi. 1990’ların başındaki Şok Terapisinin ardından 1997’de başlatılan reform süreci, neoliberal gündemi yerleştirmiş ve milyonlarca Polonyalının yaşam standartlarında ciddi bir düşüşe neden olmuştu.

İşte PiS’in 2005’te koalisyonla başlayan ve 2015’te tek başına iktidarla sonuçlanan yürüyüşü bu koşullar altında başlamıştı. Antikomünizm ve Rusya düşmanlığı konusunda kendisinden öncekilerden daha sert olan PiS, 2015 seçimlerinde “iktisadi yurtseverlik” adı altında neoliberal amentüden sapma vaadiyle seçmenlerin karşısına çıkmıştı. Bu kapsamda bankaların ve çokuluslu şirketlerin gücünün azaltılmasının yanı sıra, 1989’dan beri görülmedik bir “sosyal transfer” kampanası da öne sürülüyordu: Emeklilik yaşının düşürülmesi, tek çocuktan fazla çocuğa sahip ailelere mali destek, vergi düzenlemesi ve saatlik asgari ücret. Buna, eşcinsel evlilikleri serbest bırakan yasaya itiraz, AB’nin göç ve çok kültürlülük politikasına eleştiri, ulus-devletin güçlendirilmesi ve Hıristiyan değerlerinin korunması gibi kültürel politikalar da eşlik ediyordu. Polonya Halk Cumhuriyeti döneminden kalma, komünizmle bağlantılı sokak isimlerinin değiştirilmesi bir yana, Polonya’nın sosyalist geleneklerinden kalma sokak isimlerini bile değiştirecek kadar komünizm düşmanlığı da cabası.

Nitekim, Varşova’nın Brüksel’e karşı açtığı isyan bayrağının üzerinde, faşizm, komünizm ve LGBT’yi özdeşleştiren ve bunların hepsine karşıtlığın altını çizen bir ideolojik bulamaç yer alıyor. Bu noktada şu da söylenmeli: İlk PiS iktidarının (2005-2007) devrilmesinde, sert neoliberalizmin hâlâ kendilerine faydası olduğunu ve zenginleşebileceklerine kanaat getirmiş kenti-eğitimli profesyonel tabakaların önemli bir rolü olmuştu. Bu grup, kredi çekip ev alan, Polonya’nın kötü sağlık sisteminden kurtulmak için özel sağlık sigortaları yaptıran, özel okullarda okuyan ya da çocuklarını buralara yollayan kişilerden oluşuyordu. Avro Bölgesi krizi, bu kesimlerin de umutlarına darbe vurdu: ekonomisi komünizmin yıkılmasından sonra devamlı büyüyen, 2000’li yıllarda ise bu büyümenin tepe noktasına çıktığı Polonya, 2010’lu yıllara iktisadi yavaşlamayla giriyordu. PiS’i kuyruğuna teneke bağlayarak gönderenler, 2015’te onun “milli kapitalizmine” iki mühür birden basıyorlardı.

AB ile Polonya arasındaki gerilimin kaynağı da bu. Polonya’nın 2. Dünya Savaşı nedeniyle Almanya’dan 1,26 trilyon dolarlık tazminat istemesinin arkasındaki gerilim de bu. Polonya liderliği, “Almanya eşittir AB” denklemiyle hareket ediyor. İşte bu durum, Rusya karşıtlığıyla birleşince ilginç bir hareket alanı sağlıyor Varşova’ya: Rusya karşıtı Anglo-Amerikan ittifakı, Baltık ülkeleriyle birlikte Polonya’ya özel bir rol biçiyor. Dahası, AB’den ayrılan Britanya, Polonya’yı içine alan AB-dışı bir Doğu Avrupa ittifak sistemini perçinlemek istiyor.[1] Hal böyle olunca, Polonya hem Rusya, hem de Almanya’ya karşı sesini yükseltebiliyor.

Ses yükseltmek demek belki hafif kaçıyor: PiS lideri Jarosław Kaczyński, geçen Ağustos ayında, Avrupa’yı yönetmek üzere tasarlanan bir Alman-Rus planı olduğunu ve Polonya’nın bu plana uymadığını söylemişti. Kaczyński, Polonya muhalefetinin de bu plana uygun davrandığını ve ülkeyi “komşu güçlere itaakâr” hale getirmek istediğini ileri sürmüştü. Aynı Kaczyński, geçen sene de AB’nin “Dördüncü Alman Reich’ı” haline dönüştüğünü söyleyerek şimşeklerini üzerine çekmişti. Adalet Bakanı Zbigniew Ziobro ise yakın zamanda daha da ileri giderek Almanya’nın Polonya’da bir “sömürge hükümeti” istediğini savunmuştu. 

Macaristan anlaşma peşinde

Brüksel için baş ağrısı sayılan bir diğer “illiberal” ülke ise Macaristan. Fidesz lideri Viktor Orban, geçen Nisan ayında %54,13’lük seçim zaferinin ardından yaptığı konuşmada, zaferlerinin Ay’dan, hatta Brüksel’den bile görüldüğünü söyleyerek AB merkezine gönderme yapmıştı. Orban, zaferi kimlere karşı kazandıklarını da açıklamıştı: Solcular, Brüksel’deki bürokratlar, George Soros, uluslararası ana akım medya ve hatta Ukrayna Devlet Başkanı.

Orban, 2014 yılında yaptığı bir konuşmada hedefinin “ulusal kurumlara dayalı bir illiberal demokrasi inşa etmek” olduğunu söylemişti. Orban’a göre, 2008 küresel ekonomik krizi, liberal demokratik devletlerin küresel olarak rekabet edebilir olmadığını göstermişti. “Refah toplumları”nı, “istihdam/çalışma toplumları”na dönüştürmek istediğini söyleyen Macar lider, daha önce de enerji şirketleri ve bankalarla başa çıkabilmek için merkezi kontrolün artması gerektiğini belirtmişti. Orban, “borç köleliği”nden kurtulmak ve Macaristan’ı “AB’nin sömürgesi” haline getirmemek için uğraşıyordu. Toplumu düzenlemede dünyaya liberal yoldan bakmayı terk etmekten bahsediyordu.

Bununla birlikte, iktidarını perçinleyen Orban’ın Almanya ile yeni bir sayfa açmak istediği görülüyor. Ekim ayında Berlin’e giden Fidesz lideri, geçen sene Almanya’nın yeni şansölyesi seçilen Olaf Scholz ile görüştü. Sonrasında Orban görüşmeyi “verimli” olarak nitelendirse de ortak bir basın toplantısı düzenlenmemesi dikkat çekti.

Almanya’daki trafik ışığı koalisyonunun Orban’la yan yana gelmek istememesi anlaşılır olsa da iki ülkenin de şu anda “birlik” mesajı verdiği görülüyor. Macaristan da, tıpkı Polonya gibi, Avrupa Komisyonunun pandemi çıkış fonlarını durdurma tehdidiyle karşı karşıya. 19 Kasım’da karara bağlanacak fon akışı, Budapeşte için hayati önemde ve bu konuda Berlin’in onayını alması her şeyden önde geliyor.

Orban, Alman sanayisinin Rusya karşıtı yaptırımlar nedeniyle büyük zarar görmesi nedeniyle, Alman iş dünyasından kendi yaptırım karşıtı pozisyonuna destek bulabileceğini umuyordu. Almanya, hâlâ Macaristan’daki en büyük dış yatırımcı ve ülkenin ana ticaret ortağı. Fakat Orban’ın umduğunu bulamadığı görülüyor: Berlin’de yapılan iş dünyası forumuna katılan Orban’a Alman sanayicileri pek yüz vermedi. Alman Doğu Sanayi ve Ticaret Birliği Başkanı Philip Hausmann, Alman sanayisinin bir bütün olarak Rusya karşıtı yaptırımları desteklediğini söyledi. Hausmann bir de Alman-Macar iş ortaklığının tehlikede olduğu uyarısında bulundu. Ona göre, Macar hükümetinin gittikçe artan “illiberal” iş yapma pratikleri bu ortaklığı bozuyordu. Orban ise, “Bizimle işbirliği yapan kazanır,” demekle yetindi.

Almanya, Fransa, İtalya’da son durum

Geçtiğimiz hafta, Almanya ile Fransa arasındaki gerilimin gazete sayfalarına nasıl taşındığı buralarda pek hissedilmemiş olabilir. Ama Fransız basınındaki histeri o raddeye ulaştı ki, ülkenin en eski finans gazetesi Les Echos’ta, “Fransa ile Almanya arasında savaş tekrar mümkün hale geldi,” manşeti atıldı.

Ne olmuştu? Alman-Fransız ortak kabine toplantısı iptal edildi, Scholz ile Macron kameraların karşısına çıkmaktan kaçındı. Güncel çelişkiler belirgin: Yükselen enerji fiyatları ve Almanya’nın tek taraflı sübvansiyon kararı, ortak borçlanmanın artırılmasına itirazı… Tüm bunlar, Paris’in kaşlarının kalkmasına neden oluyor. Dahası, Olaf Scholz’ün Çin ziyareti de Emmanuel Macron tarafından hoş karşılanmadı: Macron’un Scholz’e “Avrupa’nın birlik olduğu görüntüsü vermeyi” teklif ettiği ve Alman Şansölyesi’nin bu teklifi reddettiği belirtiliyor. Fransa, AB’yi jeopolitik bir merkez haline getirmek ve ABD ile Çin’e karşı ağırlık oluşturmak için iki ülkenin özel bir ilişki geliştirmesi gerektiğini savunuyor. Üstüne üstlük, son birkaç on yılda Fransa’nın iktisadi olarak kadim rakibinin epey gerisinde kaldığı da görülüyor.

Almanya’nın pek oralı olmadığı anlaşılıyor. Askeri ve iktisadi olarak ABD’ye boyun eğen Almanya’nın, Fransa ile giriştiği ortak savunma projelerinde de bir duraklama olduğu görülüyor. Fransızların bakış açısından Almanlar şöyle düşünüyor: Eğer Avrupa merkezli bir savunma sanayisi geliştirilecekse, bu Amerikan kontrolü altındaki bir Alman sanayisi olmalıdır. Öbür türlü, böyle bir savunma sanayisi olmamalıdır. İki ülkenin AB’nin “stratejik özerkliği”nden anladığının bir hayli farklı olduğu açık.

Diğer güçlü ülke İtalya’da ise Brüksel’de “korku” uyandıran yeni sağcı iktidarın pek korkutucu olmadığı düşünülüyor. Başbakan seçilmesinin ardından Brüksel bürokratlarıyla ilk kez görüşen Giorgia Meloni, diyaloğu “çok samimi ve çok olumlu” olarak nitelendirdi. Meloni, yükselen enerji fiyatlarıyla ortak mücadele ve Rusya’ya karşı Ukrayna’ya destek konusundaki AB yanlısı pozisyonunu koruduğunu yineledi. Meloni kendini pragmatik, ılımlı ve ana akım bir siyasetçi olarak AB’ye sunuyor.

[1] Bir İtalyan gazetesinin iddiasına göre, Birleşik Krallık bir süredir Baltık ülkeleri, Polonya ve Ukrayna’dan oluşan bir “Avrupa Milletler Topluluğu” kurma isteğinde. Daha da ilginci, gazeteye göre, topluluk kurulduktan bir süre sonra Türkiye de buna eklenecek. Haber için bkz. https://kafkadesk.org/2022/05/30/uk-proposes-european-commonwealth-with-poland-ukraine-and-baltics/.

AVRUPA

Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması

Yayınlanma

Ukrayna’nın Rusya’ya ilk kez ABD yapımı uzun menzilli füzeler fırlatması ve Rusya lideri Vladimir Putin’in ülkesinin nükleer doktrinini güncellemesi ile birlikte Avrupa ülkeleri kıtada topyekûn bir savaşa hazırlanıyor.

Alman Silahlı Kuvvetlerinin (Bundeswehr) hazırladığı “Operationsplan Deutschland” (Almanya Organizasyon Planı) başlıklı 1.000 sayfalık belgeye göre Almanya’nın NATO ülkelerinden yüz binlerce askere ev sahipliği yapacağı ve cepheye büyük miktarlarda askeri teçhizat, gıda ve ilaç göndermek için lojistik bir merkez olarak hizmet vereceği bildirildi.

Alman ordusu ayrıca Rusya’nın Avrupa genelinde insansız hava araçları uçuşlarını, casusluk operasyonlarını ve sabotaj saldırılarını genişlettiği bir durumu varsayarak şirketlere ve sivillere kilit altyapıyı nasıl koruyacakları ve ulusal savunma için nasıl harekete geçecekleri konusunda talimat veriyor.

İşletmelere acil durumlarda çalışanların sorumluluklarını detaylandıran kriz planları oluşturmaları tavsiye edildi ve enerji bağımsızlığını sağlamak için dizel jeneratör stoklamaları ya da rüzgar türbinleri kurmaları talimatı verildi.

Ekonomiye daha fazla devlet müdahalesi konuşuluyor

Bu kapsamda ekonomiye ve şirketlere yönelik devlet müdahalesi daha yoğun bir şekilde tartışılmaya başladı.

Alman devleti, kriz durumlarında geniş kapsamlı haklara sahip. Enerji krizi, devletin ne kadar hızlı müdahale edebileceğini göstermişti: O dönemde Alman hükümeti gaz depolama tesislerini kanun yoluyla doldurmuş, gaz ithalatçısı Uniper’i kamulaştırmış ve diğer şeylerin yanı sıra yüzer LNG terminalleri tedarik etmişti.

faz’ın Bavyera İşletmeler Birliği Genel Müdürü Bertram Brossardt’ın açıklamalarına dayandırdığı haberine göre, acil bir durumda “planlı ekonomiye geçiş” bile mümkün olabilir.

Bu “planlı ekonomi” uygulamalar kapsamında devlet gıda kuponu vermesi, hatta insanları su temini ya da ulaşım şirketleri gibi belirli sektörlerde çalışmaya zorlaması da gündeme getiriliyor.

Dolayısıyla şirketlerin de bugün afet yardımı, Bundesanstalt Technisches Hilfswerk (Almanya’da afet ve acil durum yönetiminden sorumlu bir kuruluş – THW) ya da itfaiye için gönüllü olan çalışanlara sahip olmaları durumunda bundan yarar sağlayabileceği öne sürülüyor.

Hamburg’daki şirket eğitimini veren Yarbay Jörn Plischke, “Bunu desteklemek size yılda birkaç güne mal olur. Fakat bir kriz anında, insanları ve altyapıyı koruyan kişilerle doğrudan bir bağlantınız olur,” diyor.

Hamburg: Sivil-askeri ekonominin kesişimi

Yarbay Plischke’nin katıldığı etkinliğin gerçekleştiği Hamburg, mal ve asker taşımacılığında merkezi bir konumda.

Hansa kentinin belediye başkanı Peter Tschentscher, faz’a verdiği demeçte, “Altyapımız askeri amaçlarla kullanılırsa, siber saldırı ve sabotaj riski önemli ölçüde artar,” uyarısında bulundu.

Hamburg Senatosu bu nedenle sivil savunmayı güçlendirmek için ek kadrolar oluşturdu. Birliklerde savaşmayan fakat koruma ve güvenliği sağlamak için çalışan gönüllülerden oluşan üçüncü bir “yurt savunma birliği” hizmete sokuldu.

Hansa kentinde şu anda Alman Silahlı Kuvvetleri ve sivil güçlerle birlikte tatbikatlar yapılıyor.

Habere göre, “Red Storm Alpha” adı verilen bu tatbikatta liman tesislerinin korunması konusunda eğitim veriliyor.

Bir sonraki tatbikat olan “Red Storm Bravo” ise yakında başlayacak ve daha büyük çaplı olacak.

Bu tür tatbikatlardan elde edilen deneyimler daha sonra “Almanya Organizasyon Planı”na aktarılacak. Bu planın sürekli gelişen ve yeni bilgi ve tehditlere uyum sağlayan “yaşayan bir belge” olması amaçlanıyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Ford Avrupa’da 4.000 kişiyi işten çıkaracak

Yayınlanma

Ford, elektrikli araçlara olan talebin yavaşlaması ve Çinli rakipleriyle girdiği rekabet nedeniyle Avrupa’da yaklaşık 4.000 kişiyi işten çıkarmayı planlıyor.

ABD’li şirket çarşamba günü yaptığı açıklamada, kesintilerin 2027 yılı sonuna kadar uygulanacağını ve Avrupa’daki 28.000 kişilik işgücünün yaklaşık yüzde 14’ünü temsil eden Almanya’daki 2.900 ve Birleşik Krallık’taki 800 işi etkileyeceğini söyledi.

Ford’un Birleşik Krallık’taki iki tesisi Dagenham ve Halewood ile İspanya’nın Valencia kentindeki fabrikası etkilenmeyecek.

Yetkililer kesintilerin idari görevlerin yanı sıra benzinli motor üretimiyle ilgili işleri de kapsayacağını söyledi.

Ford’un Avrupa Başkan Yardımcısı Dave Johnston, iş kayıplarına rağmen şirketin bölgeye bağlılığını sürdürdüğünü söyledi ve “Ford’un Avrupa’da gelecekteki rekabet gücünü sağlamak için zor ama kararlı adımlar atmak kritik önem taşıyor,” dedi.

İşçi Konseyi Başkanı: Personel kesintisi sürdürülebilir bir iş stratejisi değil

Söz konusu hamleler sendikalar ve hükümetlerle yapılacak görüşmeleri bekliyor. Ford’un işçi konseyi başkanı Benjamin Gruschka, “Bu büyük istihdam kesintisini reddediyoruz. Daha fazla personel kesintisi sürdürülebilir bir iş stratejisi değildir,” dedi.

Birleşik Krallık hükümeti de Ford’u planlanan kesintilerin tüm ayrıntılarını paylaşmaya çağırdı. Bir sözcü, “Ford ile uzun süredir devam eden bir ortaklığımız var ve Birleşik Krallık’taki üretim gelecekleri konusunda onlarla yakın bir şekilde çalışmaya devam edeceğiz,” dedi.

Küresel otomotiv endüstrisi, elektrikli araç satışlarındaki büyümenin yavaşlaması ve Çinli rakiplerle yaşanan sert fiyat rekabeti nedeniyle Avrupa’da ve başka yerlerde fabrikaların kapatılması ve personel sayısının azaltılması yönünde yoğun bir baskı altına girdi.

Şirket geçen yıl da 3.800 kişiyi işten çıkaracağını duyurmuştu

Ford, yıllardır zarar açıkladığı ve işten çıkardığı Avrupa’da zor günler geçiriyor. Şirket, yavaşlayan talebi karşılamak için, rekabet gücü yüksek pazarın daha kârlı alanlarına odaklanmak amacıyla ürün gamındaki araç sayısını azalttı.

Ford’un Avrupa’daki insan kaynakları başkanı Peter Godsell, daha fazla yeniden yapılandırma adımını göz ardı edemeyeceğini söyledi ve “benzeri görülmemiş” regülasyonları ve iktisadi rüzgarları suçladı. Godsell, “İleriye dönük olarak uygulanabilir ve kârlı bir işle burada var olmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor,” diye ekledi.

Ford geçen yılın başlarında 1.300’ü İngiltere’de olmak üzere Avrupa’da 3.800 kişiyi işten çıkaracağını açıklamıştı.

İcra Kurulu Başkanı Jim Farley, geçmişte elektrikli otomobillerin üretiminde içten yanmalı motorlarla çalışan araçlara kıyasla “yüzde 40 daha az işçiye” ihtiyaç duyulacağı konusunda uyarıda bulunmuştu.

Ford’dan Alman hükümetine uyarı

Ford ayrıca Almanya’da geliştirilen ve üretilen elektrikli spor aracı yeni Explorer ve elektrikli Capri’nin üretimini azaltacağını ve bunun Köln fabrikasındaki çalışma saatlerinin daha da kısalmasına neden olacağını söyledi. Şirket fabrikayı elektrikli araç üretecek şekilde dönüştürmek için 2 milyar dolar yatırım yaptı.

Ford’un finans müdürü John Lawler kısa bir süre önce Alman hükümetine bir bildiri yazarak piyasa koşullarını iyileştirmek ve emisyon hedeflerini karşılamak için esneklik sağlamak üzere daha fazlasını yapması çağrısında bulundu.

Lawler mektubunda, “Avrupa ve Almanya’da eksik olan şey, e-mobiliteyi ilerletmek için açık ve net bir politika gündemidir,” dedi.

Volkswagen’den patronlara taviz önerisi

Çarşamba günü erken saatlerde Volkswagen çalışanları, Alman şirket yöneticilerinin ikramiyeleri düşürmeyi, temettüleri azaltmayı ve fabrikaları kapatma planlarını iptal etmeyi kabul etmeleri halinde gelecekteki maaş artışlarından 1,5 milyar avroyu kaybetmeye hazır olduklarını söyledi.

IG Metall’in baş müzakerecisi Thorsten Gröger ve VW iş konseyi başkanı Daniela Cavallo düzenledikleri ortak basın toplantısında, daha önce talep edilen yüzde 7’lik ücret artışının, kısa süreli saat azaltma dönemlerinde ücretleri desteklemek üzere bir “dayanışma fonuna” aktarılmasını önerdiler. 

VW çalışanları ile yöneticiler arasında giderek gerginleşen açmazın ilk tavizi olan önerilen paket, yöneticilerin önümüzdeki iki yıl boyunca ikramiyelerinin bir kısmından ve “temettü politikası yoluyla katkıdan” vazgeçmeleri anlamına geliyor.

IG Metall’den Gröger, VW yöneticilerinin Almanya’daki en az üç fabrikayı kapatma planlarından vazgeçmeyi kabul etmemeleri halinde, “ülkenin on yıllardır görmediği bir endüstriyel anlaşmazlığa” hazırlanmaları gerektiğini söyledi.

VW’nin Almanya’daki tesislerinde olası grevler 1 Aralık’tan itibaren mümkün olacak.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Baltık Denizi’nde iletişim kabloları hasar gördü: Sabotaj şüphesi

Yayınlanma

Baltık Denizi’nin altındaki telekomünikasyon kablolarında hasar meydana geldi. Finlandiya-Almanya hattındaki C-Lion1 kablosunda yaşanan kesinti, sabotaj şüphelerini güçlendirdi. Almanya, İsveç ve Litvanya olayla ilgili soruşturma başlatırken, Rusya suçlamaları reddetti.

Finlandiya ile Almanya arasında Baltık Denizi’nin altından geçen C-Lion1 telekomünikasyon kablosunda bir kesinti yaşandı.

Ayrıca Litvanya ile İsveç arasındaki iletişim kabloları da zarar gördü. Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius, bu olayların sabotaj ihtimaline işaret edebileceğini belirtti.

Finlandiya devlet telekom altyapı operatörü Cinia, kabloda hasar tespit etti ve onarım için özel bir gemi hazırladı. Onarımın tam tarihinin belirsiz olduğu, ancak önümüzdeki hafta başlamasının planlandığı bildirildi.

Litvanya ile İsveç arasında iletişim sağlayan kablonun kesilmesi, Telia Lietuva tarafından doğrulandı. Olay, ülkede internet erişiminin yüzde 33 oranında azalmasına neden oldu.

Helsingin Sanomat gazetesi, Çin’e ait Yi Peng 3 gemisinin hasar bölgesine yakın olduğunu, bu geminin Danimarka donanması tarafından takip edildiğini öne sürdü.

İsveç, olayın sabotaj olabileceği şüphesiyle soruşturma başlattı.

Litvanya, olayın “terör” kapsamında değerlendirildiğini ve kablonun tamamen mi kesildiği yoksa sadece hasar mı gördüğünün soruşturulduğunu duyurdu.

Finlandiya Merkezi Soruşturma Dairesi, iletişim müdahalesi ve mülke zarar verme suçlarından inceleme yürütüyor.

Almanya ve Finlandiya dışişleri bakanlıkları, olayla ilgili derinlemesine bir soruşturma yürütüleceğini açıklarken, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, sabotaj iddialarının henüz kesinleşmediğini ifade etti.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius ise, kablonun yanlışlıkla zarar görmüş olabileceği ihtimaline şüpheyle yaklaştı.

Rusya, bu tür olaylarda kendisine yöneltilen suçlamaları reddetti. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, iddiaları “saçma ve komik” olarak nitelendirdi.

Baltık Denizi’nin altından geçen C-Lion1, Finlandiya’nın Kuzey Akım doğalgaz boru hatlarının rotasını takip ederek Orta Avrupa’ya doğrudan bağlantı sağlayan tek denizaltı kablosu.

Kablo, 2016’da devreye alındı ve Helsinki ile Rostock (Almanya) arasında veri aktarımı yapıyor.

Finlandiya ve Estonya, Baltık Denizi’nde Rusya donanmasına karşı plan hazırlıyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English