Bizi Takip Edin

AVRUPA

Avrupa’nın ‘illiberal demokrasi’ sorunu

Yayınlanma

Polonya’nın Hukuk ve Adalet Partili (PiS) cumhurbaşkanı Andrzej Duda, uzun süredir tartışma konusu olan pandemiden çıkış yardım fonlarının serbest bırakılması meselesinde çok sert bir açıklama yaptı. Duda, bundan böyle Avrupa Komisyonundan gelen tekliflere cevap vermeyeceğini, ilgili fon için gereken tüm adımları attıklarını söyledi. Polonya lideri daha da ileri giderek, Brüksel’deki bir grup “sol liberal” siyasetçinin ülkede bir iktidar değişikliği istediğini iddia etti.

Brüksel’in Polonya’ya ayırdığı kurtarma fonu 36 milyar avro civarındaydı, ama bu para uzun süredir “hukukun üstünlüğüne” uygun davranmadığı gerekçesiyle Varşova’nın eline geçmiyordu. Polonya planı sonunda onaylandı; Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ise paranın verilmesini yine “reform” şartına bağladı.

Avrupa Komisyonu geçen yılın Kasım ayında, Varşova’nın, AB tarafından alınan Polonya Disiplin Dairesinin faaliyetlerini sona erdirme kararına uymayı reddetmesi nedeniyle Polonya’ya sağlanan 100 milyon avroluk AB fonunu dondurmuştu. 15 Temmuz’da PiS hükümeti, Yüksek Mahkeme hakkındaki yasada yapılan değişiklikleri kabul etti ve disiplin kurulunun çalışmasına son verdi. 2017 yılında kurulan Disiplin Dairesi, hükümet tarafından yargıda reform olarak sunulmuştu. Daire, muhalefet ve AB tarafından ise hükümet çizgisine uymayan bağımsız yargıçların hizaya çekilmesi olarak değerlendirilmişti. Dairenin mahkeme hüviyeti yoktu, bunu hem Polonya Anayasa Mahkemesi hem de AİHM kayıt altına aldı. AB bu Daire nedeniyle Polonya’ya günlük 1 milyon avro ceza vermeye bile başlamıştı. Duda bunun üzerine Daireyi kapatıp “profesyonel sorumluluk dairesi” kurma kararı aldı. Muhaliflere göre bu da aynısının bir değişiği.

Brüksel’e karşı ‘isyan’ın lideri olarak Polonya

2000’lerin başında kurulan Polonya’nın iktidar partisi PiS, yıllar içinde bugün artık “sağ popülist” olarak adlandırılan siyasi pozisyonun Avrupa’daki en önemli temsilcilerinden biri haline geldi. İlk başlarda standart bir “Hıristiyan Demokrat” parti olacağı düşünülüyordu, Katolik Kilisesi ile de arası iyiydi. 2015’teki seçim zaferinden sonra ise eleştiriler hem içeride hem dışarı yükseldi: PiS, Polonya’nın “demokratik kurumlarına” saldırıyordu, hukuk düzenine aykırı hareket ediyordu, Anayasa Mahkemesine müdahale ediyordu, insan haklarını ve özgürlükleri kısıtlıyordu, ülkenin borcunu artırıyordu. Özetin de özeti, PiS yönetimi, 1980’lerde ortaya çıkan ve sosyalizmin çözülmesinden sonra da hükümetlerin genel olarak uyum sağladığı “Yuvarlak Masa toplantıları konsensüsü”ne aykırı davranıyordu.

Neydi bu konsensüs? Dört başlık altında toplayabiliriz: Birincisi, demokratikleşme ve desantralizasyon; ikincisi, sosyalist ekonominin “verimsizliği” ve buna çare olarak özel mülkiyetin merkezde yer alacağı hızlı bir serbest piyasacı kapitalist ekonomiye geçiş süreci; üçüncüsü, ikincisiyle bağlantılı olarak “acı reçete”nin kabulü ve IMF ile Dünya Bankası gözetiminde kemer sıkma siyasetleri; ve dördüncüsü, dış siyasette ABD ile iyi ilişkiler, AB mekanizmalarına entegrasyon ve NATO üyeliği değişmez ilkelerdi.

PiS öncesi hükümetler, sert bir özelleştirme programına ve IMF-Dünya Bankası merkezli neoliberal saldırı politikalarına sorgusuz sualsiz itaat etmişlerdi. 1990’ların başındaki Şok Terapisinin ardından 1997’de başlatılan reform süreci, neoliberal gündemi yerleştirmiş ve milyonlarca Polonyalının yaşam standartlarında ciddi bir düşüşe neden olmuştu.

İşte PiS’in 2005’te koalisyonla başlayan ve 2015’te tek başına iktidarla sonuçlanan yürüyüşü bu koşullar altında başlamıştı. Antikomünizm ve Rusya düşmanlığı konusunda kendisinden öncekilerden daha sert olan PiS, 2015 seçimlerinde “iktisadi yurtseverlik” adı altında neoliberal amentüden sapma vaadiyle seçmenlerin karşısına çıkmıştı. Bu kapsamda bankaların ve çokuluslu şirketlerin gücünün azaltılmasının yanı sıra, 1989’dan beri görülmedik bir “sosyal transfer” kampanası da öne sürülüyordu: Emeklilik yaşının düşürülmesi, tek çocuktan fazla çocuğa sahip ailelere mali destek, vergi düzenlemesi ve saatlik asgari ücret. Buna, eşcinsel evlilikleri serbest bırakan yasaya itiraz, AB’nin göç ve çok kültürlülük politikasına eleştiri, ulus-devletin güçlendirilmesi ve Hıristiyan değerlerinin korunması gibi kültürel politikalar da eşlik ediyordu. Polonya Halk Cumhuriyeti döneminden kalma, komünizmle bağlantılı sokak isimlerinin değiştirilmesi bir yana, Polonya’nın sosyalist geleneklerinden kalma sokak isimlerini bile değiştirecek kadar komünizm düşmanlığı da cabası.

Nitekim, Varşova’nın Brüksel’e karşı açtığı isyan bayrağının üzerinde, faşizm, komünizm ve LGBT’yi özdeşleştiren ve bunların hepsine karşıtlığın altını çizen bir ideolojik bulamaç yer alıyor. Bu noktada şu da söylenmeli: İlk PiS iktidarının (2005-2007) devrilmesinde, sert neoliberalizmin hâlâ kendilerine faydası olduğunu ve zenginleşebileceklerine kanaat getirmiş kenti-eğitimli profesyonel tabakaların önemli bir rolü olmuştu. Bu grup, kredi çekip ev alan, Polonya’nın kötü sağlık sisteminden kurtulmak için özel sağlık sigortaları yaptıran, özel okullarda okuyan ya da çocuklarını buralara yollayan kişilerden oluşuyordu. Avro Bölgesi krizi, bu kesimlerin de umutlarına darbe vurdu: ekonomisi komünizmin yıkılmasından sonra devamlı büyüyen, 2000’li yıllarda ise bu büyümenin tepe noktasına çıktığı Polonya, 2010’lu yıllara iktisadi yavaşlamayla giriyordu. PiS’i kuyruğuna teneke bağlayarak gönderenler, 2015’te onun “milli kapitalizmine” iki mühür birden basıyorlardı.

AB ile Polonya arasındaki gerilimin kaynağı da bu. Polonya’nın 2. Dünya Savaşı nedeniyle Almanya’dan 1,26 trilyon dolarlık tazminat istemesinin arkasındaki gerilim de bu. Polonya liderliği, “Almanya eşittir AB” denklemiyle hareket ediyor. İşte bu durum, Rusya karşıtlığıyla birleşince ilginç bir hareket alanı sağlıyor Varşova’ya: Rusya karşıtı Anglo-Amerikan ittifakı, Baltık ülkeleriyle birlikte Polonya’ya özel bir rol biçiyor. Dahası, AB’den ayrılan Britanya, Polonya’yı içine alan AB-dışı bir Doğu Avrupa ittifak sistemini perçinlemek istiyor.[1] Hal böyle olunca, Polonya hem Rusya, hem de Almanya’ya karşı sesini yükseltebiliyor.

Ses yükseltmek demek belki hafif kaçıyor: PiS lideri Jarosław Kaczyński, geçen Ağustos ayında, Avrupa’yı yönetmek üzere tasarlanan bir Alman-Rus planı olduğunu ve Polonya’nın bu plana uymadığını söylemişti. Kaczyński, Polonya muhalefetinin de bu plana uygun davrandığını ve ülkeyi “komşu güçlere itaakâr” hale getirmek istediğini ileri sürmüştü. Aynı Kaczyński, geçen sene de AB’nin “Dördüncü Alman Reich’ı” haline dönüştüğünü söyleyerek şimşeklerini üzerine çekmişti. Adalet Bakanı Zbigniew Ziobro ise yakın zamanda daha da ileri giderek Almanya’nın Polonya’da bir “sömürge hükümeti” istediğini savunmuştu. 

Macaristan anlaşma peşinde

Brüksel için baş ağrısı sayılan bir diğer “illiberal” ülke ise Macaristan. Fidesz lideri Viktor Orban, geçen Nisan ayında %54,13’lük seçim zaferinin ardından yaptığı konuşmada, zaferlerinin Ay’dan, hatta Brüksel’den bile görüldüğünü söyleyerek AB merkezine gönderme yapmıştı. Orban, zaferi kimlere karşı kazandıklarını da açıklamıştı: Solcular, Brüksel’deki bürokratlar, George Soros, uluslararası ana akım medya ve hatta Ukrayna Devlet Başkanı.

Orban, 2014 yılında yaptığı bir konuşmada hedefinin “ulusal kurumlara dayalı bir illiberal demokrasi inşa etmek” olduğunu söylemişti. Orban’a göre, 2008 küresel ekonomik krizi, liberal demokratik devletlerin küresel olarak rekabet edebilir olmadığını göstermişti. “Refah toplumları”nı, “istihdam/çalışma toplumları”na dönüştürmek istediğini söyleyen Macar lider, daha önce de enerji şirketleri ve bankalarla başa çıkabilmek için merkezi kontrolün artması gerektiğini belirtmişti. Orban, “borç köleliği”nden kurtulmak ve Macaristan’ı “AB’nin sömürgesi” haline getirmemek için uğraşıyordu. Toplumu düzenlemede dünyaya liberal yoldan bakmayı terk etmekten bahsediyordu.

Bununla birlikte, iktidarını perçinleyen Orban’ın Almanya ile yeni bir sayfa açmak istediği görülüyor. Ekim ayında Berlin’e giden Fidesz lideri, geçen sene Almanya’nın yeni şansölyesi seçilen Olaf Scholz ile görüştü. Sonrasında Orban görüşmeyi “verimli” olarak nitelendirse de ortak bir basın toplantısı düzenlenmemesi dikkat çekti.

Almanya’daki trafik ışığı koalisyonunun Orban’la yan yana gelmek istememesi anlaşılır olsa da iki ülkenin de şu anda “birlik” mesajı verdiği görülüyor. Macaristan da, tıpkı Polonya gibi, Avrupa Komisyonunun pandemi çıkış fonlarını durdurma tehdidiyle karşı karşıya. 19 Kasım’da karara bağlanacak fon akışı, Budapeşte için hayati önemde ve bu konuda Berlin’in onayını alması her şeyden önde geliyor.

Orban, Alman sanayisinin Rusya karşıtı yaptırımlar nedeniyle büyük zarar görmesi nedeniyle, Alman iş dünyasından kendi yaptırım karşıtı pozisyonuna destek bulabileceğini umuyordu. Almanya, hâlâ Macaristan’daki en büyük dış yatırımcı ve ülkenin ana ticaret ortağı. Fakat Orban’ın umduğunu bulamadığı görülüyor: Berlin’de yapılan iş dünyası forumuna katılan Orban’a Alman sanayicileri pek yüz vermedi. Alman Doğu Sanayi ve Ticaret Birliği Başkanı Philip Hausmann, Alman sanayisinin bir bütün olarak Rusya karşıtı yaptırımları desteklediğini söyledi. Hausmann bir de Alman-Macar iş ortaklığının tehlikede olduğu uyarısında bulundu. Ona göre, Macar hükümetinin gittikçe artan “illiberal” iş yapma pratikleri bu ortaklığı bozuyordu. Orban ise, “Bizimle işbirliği yapan kazanır,” demekle yetindi.

Almanya, Fransa, İtalya’da son durum

Geçtiğimiz hafta, Almanya ile Fransa arasındaki gerilimin gazete sayfalarına nasıl taşındığı buralarda pek hissedilmemiş olabilir. Ama Fransız basınındaki histeri o raddeye ulaştı ki, ülkenin en eski finans gazetesi Les Echos’ta, “Fransa ile Almanya arasında savaş tekrar mümkün hale geldi,” manşeti atıldı.

Ne olmuştu? Alman-Fransız ortak kabine toplantısı iptal edildi, Scholz ile Macron kameraların karşısına çıkmaktan kaçındı. Güncel çelişkiler belirgin: Yükselen enerji fiyatları ve Almanya’nın tek taraflı sübvansiyon kararı, ortak borçlanmanın artırılmasına itirazı… Tüm bunlar, Paris’in kaşlarının kalkmasına neden oluyor. Dahası, Olaf Scholz’ün Çin ziyareti de Emmanuel Macron tarafından hoş karşılanmadı: Macron’un Scholz’e “Avrupa’nın birlik olduğu görüntüsü vermeyi” teklif ettiği ve Alman Şansölyesi’nin bu teklifi reddettiği belirtiliyor. Fransa, AB’yi jeopolitik bir merkez haline getirmek ve ABD ile Çin’e karşı ağırlık oluşturmak için iki ülkenin özel bir ilişki geliştirmesi gerektiğini savunuyor. Üstüne üstlük, son birkaç on yılda Fransa’nın iktisadi olarak kadim rakibinin epey gerisinde kaldığı da görülüyor.

Almanya’nın pek oralı olmadığı anlaşılıyor. Askeri ve iktisadi olarak ABD’ye boyun eğen Almanya’nın, Fransa ile giriştiği ortak savunma projelerinde de bir duraklama olduğu görülüyor. Fransızların bakış açısından Almanlar şöyle düşünüyor: Eğer Avrupa merkezli bir savunma sanayisi geliştirilecekse, bu Amerikan kontrolü altındaki bir Alman sanayisi olmalıdır. Öbür türlü, böyle bir savunma sanayisi olmamalıdır. İki ülkenin AB’nin “stratejik özerkliği”nden anladığının bir hayli farklı olduğu açık.

Diğer güçlü ülke İtalya’da ise Brüksel’de “korku” uyandıran yeni sağcı iktidarın pek korkutucu olmadığı düşünülüyor. Başbakan seçilmesinin ardından Brüksel bürokratlarıyla ilk kez görüşen Giorgia Meloni, diyaloğu “çok samimi ve çok olumlu” olarak nitelendirdi. Meloni, yükselen enerji fiyatlarıyla ortak mücadele ve Rusya’ya karşı Ukrayna’ya destek konusundaki AB yanlısı pozisyonunu koruduğunu yineledi. Meloni kendini pragmatik, ılımlı ve ana akım bir siyasetçi olarak AB’ye sunuyor.

[1] Bir İtalyan gazetesinin iddiasına göre, Birleşik Krallık bir süredir Baltık ülkeleri, Polonya ve Ukrayna’dan oluşan bir “Avrupa Milletler Topluluğu” kurma isteğinde. Daha da ilginci, gazeteye göre, topluluk kurulduktan bir süre sonra Türkiye de buna eklenecek. Haber için bkz. https://kafkadesk.org/2022/05/30/uk-proposes-european-commonwealth-with-poland-ukraine-and-baltics/.

AVRUPA

Gagavuzya lideri Gutsul hakkında 20 gün tutuklama kararı

Yayınlanma

Moldova yargısı, Gagavuzya Özerk Bölgesi Başkanı Evgeniya Gutsul’u 20 gün süreyle tutukladı. Gutsul, tutuklanmasının siyasi amaçlı olduğunu savunarak Moldova Cumhurbaşkanı Maya Sandu’yu suçladı ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan yardım talep etti. Gutsul, 25 Mart’ta Kişinev Havalimanı’nda İstanbul’a gitmek üzereyken gözaltına alınmıştı.

Kişinev’deki mahkeme, Gagavuzya Özerk Bölgesi Başkanı Evgeniya Gutsul’u 20 gün süreyle tutukladı.

Savcılık, Gutsul için 30 gün tutukluluk talep etmişti, ancak mahkeme bu talebi kısmen kabul ederek siyasetçinin 20 gün tutuklu kalmasına karar verdi.

Mahkeme çıkışında konvoy eşliğinde ayrılırken Gutsul, “Gagavuzya bugün başsız bırakıldı,” dedi.

Savcı Adrian Scutaru, Gutsul’a yöneltilen suçlamaları “2023 yılında Gagavuzya’daki başkanlık seçimi kampanyasının yasa dışı finansmanı, evrakta sahtecilik, beyannamelerde sahtecilik, kampanya finansmanı raporlarında sahtecilik” olarak sıraladı.

Gutsul’un avukatları, tutukluluk kararına itiraz etmeyi planlıyor.

Evgeniya Gutsul, gözaltına alınmasının absürt olduğunu ve suçlamaların siyasi amaçlı olduğunu savundu ve kendisine yönelik bu baskının Moldova Cumhurbaşkanı Maya Sandu tarafından başlatıldığına işaret etti.

Gutsul, 25 Mart’ta Kişinev Havalimanı’nda İstanbul’a gitmek üzereyken gözaltına alındı.

Yetkililer, seçim fonlarının yönetimi düzeninin ihlali ve belgelerde sahtecilik suçlamalarıyla ilgili bir soruşturma kapsamında 72 saatliğine gözaltına alındığını açıkladı.

Gözaltına alınmasının hemen ardından Gutsul, avukatları aracılığıyla Gagavuzya halkına bir mesaj iletti.

Mesajında, “başkanlık görevinden ayrılması ve derhal ülkeyi terk etmesi karşılığında hakkındaki davanın düşürülmesinin teklif edildiğini” belirtti.

Gutsul’un avukatı Sergey Moraru, 2023 yılında da ceza davasının kapatılması karşılığında istifa etmesinin teklif edildiğini de sözlerine ekledi.

Gutsul, sadece özerk bölge halkına değil, aynı zamanda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da başvurdu.

Putin’den, “Moldova makamlarına baskı yapmak için tüm diplomatik, siyasi ve hukuki mekanizmaları kullanmasını” ve “bağımsız Moldova Cumhuriyeti içindeki Gagavuz Özerk Bölgesi’nin özel statüsüne kesin ve net bir destek vermesini” istedi.

Erdoğan’a hitaben ise Gutsul, Ankara’nın 30 yıl önce Gagavuzya’nın Moldova içinde özel statü kazanmasına yardımcı olduğunu hatırlattı ve özerk bölge halkının Türkiye Cumhurbaşkanı’nın müdahalesini beklediğini söyledi.

Gagavuzya, Moldova’nın güneyinde yaklaşık 135 bin kişinin yaşadığı özerk bir bölge.

Yerli halkın neredeyse tamamı Rusya’yı destekliyor ve ülkenin Avrupa Birliği’ne katılmasına karşı çıkıyor.

Geçen seneki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda, Gagavuzya’da özerk bölge doğumlu Aleksandr Stoianoglo birinci olurken, görevdeki Moldova Cumhurbaşkanı Maya Sandu (sonunda ikinci dönem için yeniden seçildi) ancak beşinci sırada yer aldı.

Evgeniya Gutsul, Temmuz 2023’ten beri Gagavuzya’yı yönetiyor.

Özerk bölge başkanlığı seçimlerine, iş insanı İlan Şor tarafından kurulan Şor Partisi’nden katıldı.

Haziran 2023’te, seçimlerden bir ay sonra, Moldova Anayasa Mahkemesi Şor Partisi’nin faaliyetlerini yasa dışı ilan etti.

Gözaltına alınan Gagavuzya lideri Gutsul, Putin ve Erdoğan’dan yardım istedi

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Fransa, savunma sanayisi için 450 milyon avroluk fon kuruyor

Yayınlanma

Fransa Ekonomi Bakanı Eric Lombard geçen hafta Fransa’nın kamu yatırım bankası BpiFrance’ın, insanların paralarını “uzun vadede” savunma şirketlerine yatırmaları için 450 milyon avroya kadar yeni bir fon açacağını duyurdu.

Fona minimum 500 avro yatırım yapılması gerekiyor ve garanti edilmeyen kazançlar beş yıl boyunca geri çekilemiyor.

Duyuru, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un bu ayın başlarında ülkenin zorunlu askerliği yeniden getirmeye hazır olmadığını, ama “sivilleri harekete geçirmenin yollarına bakmak” istediğini söylemesinin ardından geldi.

Lombard geçen hafta yaptığı açıklamada, sabit bir getiri oranı sunmayan yeni kişisel yatırım planının, Fransızların “uzun vadeli plasmanlarla” “savunma sektöründeki şirketlerde doğrudan hissedar” olmaları için bir yol olduğunu söyledi.

Lombard, fona doğrudan ya da hayat sigortası poliçeleri aracılığıyla yatırım yapmanın mümkün olacağını da sözlerine ekledi.

Lombard açıklamasının ardından yayın kuruluşu TF1’e yaptığı açıklamada, “Diğer özel şirketler, yatırım fonları ve bankalar müşterilerine uyarlanmış ürünler sunacaklar,” dedi.

Müşterilerin bu yılın ikinci yarısından itibaren programa abone olmaya başlaması bekleniyor.

Sıradan insanlar için cazip bir yatırım mı?

BFM TV’nin kısa süre önce yaptığı bir ankete göre, Fransa’nın Ukrayna’ya desteğinin artırılması ya da sürdürülmesinden yana olan insanlar arasında yatırım fonuna olan ilk ilgi oldukça yüksek görünüyor.

Ouest-France’a göre Fransa Silahlanma Bakanı Sébastien Lecornu kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, “Bakanlık olarak yurttaşlarımızdan hiç bu kadar çok mektup almamıştık: ‘Nasıl yardımcı olabiliriz?’ [diye soruyorlar],” dedi.

Bpifrance Genel Müdürü Nicolas Dufourcq geçen hafta yatırımcılar ve savunma şirketleri arasında yapılan bir toplantıda fonun “savunma şirketlerine yatırım yapacağını” söyledi.

Ekonomi Bakanlığı, fonun Dassault Aviation, Safran, Thales ve Airbus gibi dokuz büyük grubun yanı sıra 4.500’den fazla küçük ve orta ölçekli işletmeyi içeren Fransa’nın “endüstriyel ve teknolojik savunma üssünü” desteklemeyi amaçladığını söyledi.

Başlıca Fransız bankaları Fransız savunma sanayine desteklerini ve sektörün beklenen ihtiyaçlarını finanse etmeye hazır olduklarını teyit ettiler.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İsveç’ten Soğuk Savaş sonrası en büyük savunma harcaması artışı

Yayınlanma

İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, ülkesinin Soğuk Savaş’tan bu yana en büyük savunma harcaması artışını planladığını duyurdu. Silahlı kuvvetlerin modernizasyonu için 300 milyar İsveç kronundan (yaklaşık 30 milyar dolar) fazla kaynak ayrılacak ve savunma harcamalarının 2030’a kadar GSYİH’nin yüzde 3,5’ine çıkarılması hedefleniyor.

İsveç, silahlı kuvvetlerinin modernizasyonu için 300 milyar İsveç kronundan (yaklaşık 30 milyar dolar) fazla kaynak ayırarak savunma harcamalarını önemli ölçüde artırmayı planlıyor.

Başbakan Ulf Kristersson, bunun İsveç’in Soğuk Savaş’tan bu yana savunma kapasitesini en kapsamlı şekilde güçlendirmesi olacağını vurguladı.

Kristersson, sosyal medya platformu X (eski adıyla Twitter) üzerinden yaptığı paylaşımda, “İsveç ve tüm Avrupa, benzeri görülmemiş yeni güvenlik sınamalarıyla karşı karşıya. Bu nedenle bugün, İsveç silahlı kuvvetleri için Soğuk Savaş’tan bu yana en büyük yeniden silahlanma planını sunuyoruz,” ifadelerini kullandı.

Başbakan, ülkenin savunma bütçesinin hâlihazırda NATO’nun yüzde 2’lik Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) hedefini aştığını ancak bunun yeterli olmadığını belirtti.

Yeni strateji kapsamında, savunma harcamalarının 2030 yılına kadar GSYİH’nin yüzde 3,5’ine çıkarılacağını açıkladı.

Kristersson, bu girişimin hayata geçirilmesi için kredi finansmanı kullanılmasının planlandığını da sözlerine ekledi.

Ayrıca Kristersson, NATO’nun üye ülkelerin askeri harcamalarına ilişkin gerekliliklerinin gözden geçirilmesini başlatmayı planladığını bildirdi.

Başbakan, haziran ayında Lahey’de yapılacak NATO zirvesinde, ittifakın asgari harcama oranının yüzde 2’den daha yüksek bir seviyeye çıkarılması için çaba göstereceğini ifade etti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English