Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

CIA Direktörü William Burns yazdı: Casusluk ve devlet idaresi

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Daha önce ABD’nin Moskova Büyükelçisi olarak görev yapan ve uzun yıllarda boyunca Dışişleri Bakanlığında çeşitli pozisyonlarda bulunan William Burns, Joe Biden’ın başkanlığa gelmesiyle 2021’de CIA Direktörlüğüne atandı. Aşağıda tercümesi verilen ve önde gelen düşünce kuruluşlarından Council on Foreign Relations’ın yayınında yayımlanan makalesinde Burns, Ukrayna ihtilafı, ABD-Çin çekişmesi ve Amerikan istihbaratının kafasını kurcalayan zorluklara değinmiş.


Casusluk ve devlet idaresi: CIA’in Rekabet Çağı’na uygun dönüşümü

William J. Burns

Foreign Affairs

30 Ocak 2024

Ülkeler birbirlerinden sır sakladıkları süre boyunca birbirlerinden sır çalmaya da çalışmışlardır. Casusluk, teknikleri sürekli gelişse bile, devlet idaresinin ayrılmaz bir parçası olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Amerika’nın ilk casusları Devrim Savaşını birbirleriyle ve yabancı müttefikleriyle yazışmak için şifreler, gizli kurye ağları ve görünmez mürekkep kullanarak geçirdiler. İkinci Dünya Savaşı’nda, gelişmekte olan sinyal istihbaratı alanı Japonya’nın savaş planlarının ortaya çıkarılmasına yardımcı oldu. Soğuk Savaş’ın başlarında, Sovyet askeri tesislerini etkileyici bir netlikle fotoğraflayabilen U-2 ve diğer yüksek irtifa casus uçaklarının ortaya çıkmasıyla ABD’nin istihbarat kabiliyetleri tam anlamıyla stratosfere çıktı.

CIA’in Virginia Langley’deki merkezindeki anıt duvarına kazınmış basit yıldızlar, ülkelerine hizmet ederken hayatlarını kaybeden 140 teşkilat görevlisini onurlandırıyor. Anıt, sayısız cesur eylemin kalıcı bir hatırlatıcısı. Fakat bu kahramanlık örnekleri ve CIA’in pek çok gizli başarısı Amerikan kamuoyu tarafından teşkilatın tarihine zaman zaman gölge düşüren hatalardan çok daha az biliniyor. İstihbaratın belirleyici imtihanı, her zaman karar mercilerinin uluslararası ortamdaki derin değişimleri —her yüzyılda yalnızca birkaç kez ortaya çıkan plastik anlar— öngörmek ve bu değişimleri yönlendirmelerine yardımcı olmak olmuştur.

Başkan Joe Biden’ın da yinelediği üzere ABD, bugün Soğuk Savaş’ın şafağı ya da 11 Eylül sonrası dönem kadar önemli olan nadir dönemlerden biriyle karşı karşıya. Çin’in yükselişi ve Rusya’nın intikamcılığı, ABD’nin artık tartışmasız bir üstünlüğe sahip olmadığı ve varoluşsal iklim tehditlerinin arttığı yoğun stratejik rekabetin yaşandığı bir dünyada göz korkutucu jeopolitik zorluklar ortaya çıkarıyor. Sanayi Devrimi’nden ya da nükleer çağın başlangıcından bile daha kapsamlı bir teknoloji devrimi meseleleri daha da karmaşık hale getiriyor. Mikroçiplerden yapay zekâya ve kuantum hesaplamaya kadar yeni teknolojiler, bilişim mesleği de dahil olmak üzere dünyayı dönüştürüyor. Pek çok açıdan bu gelişmeler, CIA’in işini her zamankinden daha da zorlaştırıyor, düşmanlara kafamızı karıştırmak, bizden kaçmak ve bizi gözetlemek için güçlü yeni araçlar veriyor.

Ancak dünya ne kadar değişirse değişsin, casusluk insan ve teknoloji arasındaki bir etkileşim olmaya devam ediyor. Yalnızca insanların toplayabileceği sırlar ve sadece insanların yürütebileceği gizli operasyonlar olmaya devam edecektir. Teknolojik gelişmeler, özellikle de sinyal istihbaratındaki gelişmeler, bazılarının öngördüğü gibi bu tür insan operasyonlarını önemsiz hale getirmedi, bilakis uygulamalarında devrim yarattı. Yirmi birinci yüzyılda etkili bir istihbarat teşkilatı olabilmek için CIA’in yeni teknolojilere hakimiyeti ile her zaman mesleğimizin merkezinde yer alan insanlar arası becerileri ve bireysel cesareti harmanlaması gerekiyor. Bu da operasyon görevlilerinin sürekli teknolojik gözetimin olduğu bir dünyada casusluk yapabilmeleri için gerekli araç ve tekniklerle donatılması ve analistlerin en iyi insani kararları verebilmeleri için devasa miktarlardaki açık kaynaklı ve gizli olarak elde edilmiş bilgileri sindirebilecek sofistike yapay zekâ modelleriyle donatılması anlamına geliyor.

Aynı zamanda CIA’in topladığı istihbaratı kullanım biçimi de değişiyor. Rakipleri zayıflatmak ve müttefikleri toparlamak için bazı sırların kasıtlı olarak kamuoyuna açıklanması anlamına gelen “stratejik gizlilik kaldırma”, karar mercileri için daha da güçlü bir araç haline geldi. Bunu kullanmak, istihbarat toplamak için kullanılan kaynakları ya da yöntemleri pervasızca tehlikeye atmak anlamına gelmiyor ama her şeyi gizli tutma refleksine mantıklı bir şekilde direnmek anlamına geliyor. ABD istihbarat camiası, aynı zamanda istihbarat diplomasisinin artan değerini öğreniyor, müttefiklere yardım etme ve düşmanlara karşı koyma çabalarının karar mercilerini nasıl destekleyebileceğine dair yeni bir anlayış kazanıyor.

CIA ve tüm istihbarat mesleği açısından tarihi zorlukların yaşandığı, jeopolitik ve teknolojik değişimlerin şimdiye kadar karşılaştığımız en büyük sınavı oluşturduğu bir dönemdeyiz. Başarı, geleneksel insan istihbaratı ile gelişmekte olan teknolojilerin yaratıcı yollarla harmanlanmasına bağlı olacaktır. Başka bir deyişle, değişimle ilgili tek güvenli tahminin değişimin hızlanacağı olduğu bir dünyaya uyum sağlamayı gerektirecektir.

Dizginleri olmayan Putin

Soğuk Savaş sonrası dönem, Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal ettiği anda mutlak surette sona erdi. Geçtiğimiz yirmi yıl, büyük bir kısmını Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in içinde barındırdığı kin, hırs ve güvensizliğin yanıcı bileşimini anlamaya çalışarak geçirdim. Öğrendiğim bir şey varsa o da Putin’in Ukrayna’yı ve Ukrayna’nın tercihlerini kontrol etme saplantısını hafife almanın her zaman bir hata olduğudur. Bu kontrol olmadan Rusya’nın büyük bir güç olmasının ya da kendisinin büyük bir Rus lider olmasının imkânsız olduğuna inanıyor. Bu trajik ve acımasız saplantı şimdiden Rusya’ya utanç getirdi ve tek boyutlu ekonomisinden şişirilmiş askeri gücüne ve yozlaşmış siyasi sistemine kadar zayıflıklarını ortaya çıkardı. Putin’in işgali aynı zamanda Ukrayna halkının nefes kesici bir kararlılık ve azim göstermesine de yol açtı. Rusya’nın hava saldırıları ve Ukrayna’nın savaş alanındaki azim ve yaratıcılığının canlı görüntüleriyle noktalanan Ukrayna’ya sık sık yaptığım savaş zamanı gezilerinde onların cesaretine ilk elden şahit oldum.

Putin’in savaşı Rusya açısından pek çok açıdan başarısızlıkla sonuçlandı. Kiev’i ele geçirme ve Ukrayna’ya boyun eğdirme şeklindeki asıl hedefinin aptalca ve hayali olduğu ispatlandı. Ordusu büyük zarar gördü. En az 315 bin Rus askeri öldü ya da yaralandı, Rusya’nın savaş öncesi tank envanterinin üçte ikisi yok edildi ve Putin’in on yıllardır övündüğü askeri modernizasyon programının içi boşaltıldı. Tüm bunlar, Batı’nın desteğiyle Ukraynalı askerlerin cesaret ve becerilerinin doğrudan bir neticesi. Bu arada Rusya’nın ekonomisi uzun vadeli gerilemeler yaşıyor ve ülke akıbetini Çin’in iktisadi vasalı olarak belirliyor. Putin’in abartılı hırsları başka bir şekilde de geri tepti: NATO’nun daha da büyümesini ve güçlenmesini sağladılar.

Putin’in baskıcı tutumu yakın zamanda zayıflayacak gibi görünmese de Ukrayna’daki savaşı ülke içindeki iktidarını sessizce aşındırıyor. Geçtiğimiz haziran ayında paralı asker lideri Yevgeniy Prigojin tarafından başlatılan kısa süreli kalkışma, Putin’in özenle cilalanmış kontrol imajının arkasında gizlenen bazı işlev bozukluklarına bir bakış sunmuştu. Prigojin’in ayak takımı isyancıları Moskova’ya doğru yol alırken Putin, düzenin hakemi olarak özenle ün kazanmış bir liderden ziyade kopuk ve kararsız görünüyordu. Rus seçkinlerinin pek çoğu açısından mesele kralın çıplak olup olmadığı değil, giyinmesinin neden bu kadar uzun sürdüğüydü. Ödeşmenin nihai havarisi olan Putin, kalkışmasını başlattıktan iki ay sonra şaibeli bir uçak kazasında ölen Prigojin ile sonunda hesaplaştı. Fakat Prigojin’in Putin’in savaşının özündeki yalanlara, askeri yanlış kararlara ve Rus siyasi sisteminin kalbindeki yozlaşmaya dönük ısırgan eleştirisi yakında ortadan kalkmayacak.

Bu yıl, Ukrayna’daki savaş alanında, sonuçları ülkenin özgürlüğünü ve bağımsızlığını sürdürmek için verdiği kahramanca mücadelenin çok ötesine geçecek bir dayanıklılık testi olacak gibi görünüyor. Putin, Çin’den aldığı kritik parçaların yanı sıra İran ve Kuzey Kore’den aldığı silah ve mühimmatla ülkenin savunma üretimini yeniden canlandırırken rüzgârın kendisinden tarafa estiğine, Ukrayna’yı ezip geçebileceğine ve onun Batılı destekçilerini yıpratabileceğine dair bahse girmeye devam ediyor. Ukrayna’nın önündeki zorluk Putin’in kibrini kırmak ve yalnızca cephede ilerleme kaydederek değil, aynı zamanda cephe gerisinde daha derin saldırılar düzenleyerek ve Karadeniz’de istikrarlı kazanımlar elde ederek çatışmanın devam etmesinin Rusya’ya maliyetinin yüksek olduğunu göstermektir. Bu ortamda Putin, yeniden nükleer kılıcı sallamaya başlayabilir ve tırmanma riskini tamamen göz ardı etmek aptallık olur. Fakat bu risklerden boş yere korkmak da aynı derecede aptalca olacaktır.

Başarının anahtarı, Ukrayna’ya dönük Batı yardımının korunmasında yatıyor. ABD savunma bütçesinin yüzde beşinden daha az olan bu yardım, ABD açısından kayda değer jeopolitik getirileri ve Amerikan endüstrisi açısından kayda değer getirileri olan nispeten mütevazı bir yatırım. Silah akışının devam etmesi, ciddi müzakereler için bir fırsat doğması halinde Ukrayna’yı daha güçlü bir konuma getirecektir. Bu, Ukrayna için uzun vadeli bir kazanç ve Rusya için stratejik bir kayıp sağlama şansı sunuyor; Ukrayna egemenliğini koruyabilir ve yeniden inşa edebilirken Rusya, Putin’in çılgınlığının kalıcı maliyetleriyle uğraşmak zorunda kalacaktır. ABD’nin bu kritik zamanda çatışmadan çekilmesi ve Ukrayna’ya desteğini kesmesi, kendi kalesine tarihi boyutlarda bir gol atmak olacaktır.

Şi’nin güç oyunu

Hiç kimse ABD’nin Ukrayna’ya sunduğu desteği Çinli liderler kadar yakından takip etmiyor. Çin, ABD’nin hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetine hem de bunu yapabilecek iktisadi, diplomatik, askeri ve teknolojik güce sahip tek rakibi olmaya devam ediyor. Ülkenin son elli yıldaki iktisadi dönüşümü olağanüstü oldu. Bu, Çin halkının büyük övgüyü hak ettiği ve dünyanın geri kalanının müreffeh bir Çin’in küresel bir fayda olduğu inancıyla geniş ölçüde desteklediği bir dönüşüm. Mesele Çin’in yükselişinin kendisi değil, ona giderek daha fazla eşlik eden tehditkâr eylemler. Çin lideri Şi Cinping, üçüncü devlet başkanlığı dönemine Mao Zedong’dan bu yana seleflerinin hepsinden daha fazla güce sahip olarak başladı. Şi, bu gücü Çin’in dönüşümünü mümkün kılan uluslararası sistemi güçlendirmek ve canlandırmak için kullanmak yerine, onu yeniden yazmaya çalışıyor. İstihbarat mesleğinde liderlerin söylediklerini dikkatle inceleriz. Ancak ne yaptıklarına daha da fazla dikkat ederiz. Şi’nin Putin ile “sınır tanımayan” ortaklığından Tayvan Boğazı’nda barış ve istikrara yönelik tehditlerine kadar içeride artan baskısını ve dışarıdaki saldırganlığını görmezden gelmek mümkün değil.

Fakat Batı’nın dayanışmasının Şi’nin ocak ayında yeni Devlet Başkanı Lai Çing-te’yi seçen Tayvan’a karşı güç kullanmanın riskleri konusundaki hesapları üzerindeki etkisi de öyle. ABD’yi sönmekte olan bir güç olarak görmeye meyilli olan Şi açısından Amerika’nın Ukrayna konusundaki liderliği kesinlikle sürpriz oldu. ABD’nin Putin’in saldırganlığına karşı koymak için iktisadi acı çektirme ve bu acıyı absorbe etme istekliliği —ve müttefiklerini de aynı şeyi yapmaları için bir araya getirme becerisi— Pekin’in Amerika’nın ölümcül bir düşüşte olduğuna dair inancıyla güçlü bir şekilde çelişti. Çin kıyılarına yaklaştıkça, Amerika’nın Hint-Pasifik’teki müttefik ve ortak ağının dayanıklılığı Pekin’in düşünceleri üzerinde ayıltıcı bir etki yarattı. Çinlilerin Amerika’nın beceriksizliğine dair algılarını yeniden canlandırmanın ve Çin’in saldırganlığını körüklemenin en kesin yollarından biri Ukrayna’ya verilen destekten vazgeçmek olacaktır. Ukrayna’ya maddi desteğin devam etmesi Tayvan’ın zararına olmaz; ABD’nin kararlılığına dair Tayvan’a yardımcı olacak ciddi bir mesaj gönderir.

Çin ile rekabet, bu ülke ile ABD arasındaki yoğun iktisadi karşılıklı bağımlılık ve ticari bağlar zemininde gerçekleşiyor. Bu tür bağlar iki ülkeye ve dünyanın geri kalanına oldukça iyi hizmet etti ama aynı zamanda ABD’nin güvenliği ve refahı açısından kritik kırılganlıklar ve ciddi riskler yarattı. Kovid-19 salgını, hayat kurtaran tıbbi malzemeler için herhangi bir ülkeye bağımlı olmanın tehlikesini her hükümete açıkça gösterdi; tıpkı Rusya’nın Ukrayna’daki savaşının Avrupa’ya enerji için tek bir ülkeye bağımlı olmanın risklerini açıkça göstermesi gibi. Günümüz dünyasında hiçbir ülke kendisini kritik mineraller ve teknolojiler konusunda tek bir tedarikçinin insafına terk etmek istemez; özellikle de bu tedarikçi söz konusu bağımlılıkları silah haline getirmeye niyetliyse. Amerikalı karar mercilerinin de savunduğu üzere, en iyi yanıt makul bir şekilde “riski azaltmak” ve çeşitlendirmek; ABD’nin tedarik zincirlerini güvence altına almak, teknolojik üstünlüğünü korumak ve endüstriyel kapasitesine yatırım yapmaktır.

Bu istikrarsız ve ayrışmış dünyada “riskten korunan ortanın” ağırlığı giderek artıyor. Demokrasiler ve otokrasiler, gelişmiş ekonomiler ve gelişmekte olanlar ve küresel Güney’deki ülkeler, seçeneklerini en üst düzeye çıkarmak için ilişkilerini çeşitlendirmeye giderek daha fazla niyetleniyorlar. ABD ya da Çin ile tek eşli jeopolitik ilişkilere bağlı kalmanın çok az faydasını ve çok fazla riskini görüyorlar. Daha fazla ülkenin “açık” bir jeopolitik ilişki statüsüne (ya da en azından “karmaşık” bir ilişki statüsüne) yönelmesi, Çin ile ilişkilerini geliştirirken bazı konularda ABD’nin izinden gitmesi muhtemel. Ve eğer mazi emsal teşkil ediyorsa Washington, tarihsel olarak büyük güçler arasındaki çatışmaları tetiklemeye yardımcı olan ve sayıları giderek artan orta güçler arasındaki rekabete dikkat etmeli.

Tanıdık bir engel

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’de gerçekleştirdiği katliamın yol açtığı kriz, Orta Doğu’nun ABD için oluşturmaya devam ettiği alternatiflerin karmaşıklığını acı bir şekilde hatırlatıyor. Çin ile rekabet Washington’un en yüksek önceliği olmaya devam edecek, ancak bu diğer zorluklardan kaçabileceği anlamına gelmiyor. Bu yalnızca ABD’nin dikkatli ve disiplinli bir şekilde hareket etmesi, aşırıya kaçmaktan kaçınması ve nüfuzunu akıllıca kullanması gerektiği anlamına geliyor.

Son kırk yılın büyük bir kısmını Orta Doğu’da ve Orta Doğu üzerine çalışarak geçirdim ve bu kadar karışık ya da patlamaya hazır bir bölge çok az gördüm. İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki yoğun kara harekâtını durdurmak, acı çeken Filistinli sivillerin derin insani ihtiyaçlarını karşılamak, rehineleri kurtarmak, çatışmanın bölgedeki diğer cephelere yayılmasını önlemek ve Gazze’de “ertesi gün” için uygulanabilir bir yaklaşım şekillendirmek inanılmaz derecede çetin meseleler. İsrail’in güvenliğinin yanı sıra Filistin devletini de teminat altına alan ve Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleriyle normalleşme için tarihi fırsatlardan yararlanan kalıcı bir barış umudunu yeniden canlandırmak da öyle. Mevcut krizin ortasında bu ihtimalleri tahayyül etmek ne kadar zor olsa da bu ihtimalleri ciddiyetle takip etmeden krizden çıkmayı hayal etmek daha da zor.

İsrail’in ve bölgenin güvenliğinin anahtarı İran ile başa çıkmaktır. İran rejimi krizden cesaret aldı ve nükleer programını genişletirken ve Rusya’nın saldırganlığını mümkün kılarken son bölgesel vekiline kadar savaşmaya hazır görünüyor. İran’ın müttefiki olan Yemenli isyancı grup Husiler, 7 Ekim’den sonraki aylarda Kızıldeniz’de ticari gemilere saldırmaya başladı ve diğer cephelerde tırmanma riskleri devam ediyor.

ABD, Orta Doğu’nun can sıkıcı sorunlarının çözümünden tek başına sorumlu değil. Fakat bunların hiçbiri, ABD’nin aktif liderliği olmadan çözülmek bir yana, yönetilemez bile.

Bizim gibi casuslar

Jeopolitik rekabet ve belirsizlik —iklim değişikliği ve yapay zekâ gibi benzeri görülmemiş teknolojik ilerlemeler gibi ortak zorluklardan bahsetmiyorum bile—son derece karmaşık bir uluslararası manzara oluşturuyor. CIA açısından mecburiyet, hızla dönüşen bu dünyaya ayak uydurmak için istihbarat yaklaşımını dönüştürmektir. Ulusal İstihbarat Direktörü Avril Haines’in liderliğindeki CIA ve Amerikan istihbarat camiasının geri kalanı, bu anı gerektirdiği aciliyet ve yaratıcılıkla karşılamak için fazlaca çalışıyor.

Bu yeni manzara insan istihbaratına odaklanmış bir teşkilat açısından özel zorluklar ortaya koyuyor. ABD’nin başlıca rakipleri olan Çin ve Rusya’nın küçük ve dar danışman çevreleri içinde faaliyet gösteren kişisel otokratlar tarafından yönetildiği bir dünyada, liderlerin niyetleri hakkında fikir edinmek her zamankinden hem daha önemli hem de daha zor.

Tıpkı 11 Eylül’ün CIA için yeni bir dönemi başlatması gibi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi de yeni bir dönemi başlattı. CIA ve istihbarat ortaklarımızın Başkan ve üst düzey karar mercilerine ve özellikle de Ukraynalılara Putin’i engelleme konusunda yardımcı olmak için yaptıkları çalışmalardan büyük gurur duyuyorum. Birlikte, yaklaşan işgal konusunda erken ve doğru uyarılarda bulunduk. Bu bilgi aynı zamanda Başkan’ın Kasım 2021’de Putin ve danışmanlarını planladıklarını bildiğimiz saldırının sonuçları konusunda uyarmak üzere beni Moskova’ya göndermeye karar vermesini sağladı. Ukrayna’ya hâkim olma fırsatının kapandığına ve yaklaşan kışın elverişli bir fırsat sunduğuna inanan Putin ve danışmanları, kendi konumlarını abartarak ve Ukrayna’nın direnişini ve Batı’nın kararlılığını hafife alarak, kayıtsız ve müdanasız bir tavır sergilediler.

İyi istihbarat o zamandan beri Başkan’ın Ukrayna’ya yardım sunmak üzere güçlü bir ülke koalisyonunu harekete geçirmesine ve sürdürmesine yardımcı olmuştu. Aynı zamanda Ukrayna’nın kendisini olağanüstü bir cesaret ve azimle savunmasına da ön ayak olmuştu. Başkan ayrıca stratejik gizliliğin kaldırılmasından da yaratıcı bir şekilde yararlanmıştı. İşgalden önce yönetim, İngiliz hükümeti ile birlikte, suçu Ukraynalıların üzerine atmak ve Rusya’nın askerî harekâtına bahane sağlamak üzere tasarlanmış “sahte bayrak” operasyonlarına dönük planlarını ifşa etmişti. Bu ve daha sonraki ifşaatlar, Putin’in geçmişte sık sık silah olarak kullandığını gördüğüm sahte anlatıları reddetti. Onu rahatsız edici ve alışık olmadığı bir şekilde geri adım atmak zorunda bıraktılar. Ve hem Ukrayna’yı hem de onu destekleyen koalisyonu güçlendirdiler.

Bu arada, savaşa karşı duyulan hoşnutsuzluk, devlet propagandası ve baskının kalın yüzeyinin altında Rus liderliğini ve Rus halkını kemirmeye devam ediyor. Bu hoşnutsuzluk akımı CIA için nesilde bir kez görülebilecek bir adam toplama fırsatı yaratıyor. Bunun boşa gitmesine izin vermeyeceğiz.

Rusya en yakın tehdit olsa da Çin uzun vadede daha büyük bir tehdit ve son iki yıldır CIA kendisini bu önceliği yansıtacak şekilde yeniden organize ediyor. Uzun zaman önce öğrendiğim bir kurumsal hakikati kabul ederek işe başladık; bütçeler onları yansıtmadığı sürece öncelikler gerçek değildir. Bu doğrultuda CIA, dünya genelinde Çin ile ilgili istihbarat toplama, operasyon ve analiz çalışmalarına önemli ölçüde daha fazla kaynak ayırdı; yalnızca son iki yılda Çin’e odaklanan genel bütçemizin yüzdesini iki katından fazla artırdık. Latin Amerika’dan Afrika’ya ve Hint-Pasifik bölgesine kadar dünyanın dört bir yanında Çin ile rekabet edebilmek için çabalarımızı artırırken daha fazla Mandarin konuşanı işe alıyor ve eğitiyoruz.

CIA’in on kadar “görev merkezi” var, bunlar kurumun çeşitli müdürlüklerinden görevlileri bir araya getiren konuya özel gruplar. 2021 yılında sadece Çin’e odaklanan yeni bir görev merkezi kurduk. Tek ülkeli tek görev merkezi olan bu merkez, bugün CIA’in her köşesine yayılmış bir iş olan Çin ile ilgili çalışmaları koordine etmeye yönelik merkezi bir mekanizma sağlıyor. Ayrıca Pekin’deki muhataplarımızla istihbarat kanallarını sessizce güçlendiriyoruz ki bu da karar mercilerinin gereksiz yanlış anlamalardan ve ABD ile Çin arasında kasıtsız çarpışmalardan kaçınmalarına yardımcı olmak için önemli bir araç.

Çin ve Rusya, CIA’in dikkatinin büyük bir kısmını meşgul etse de teşkilat terörle mücadeleden bölgesel istikrarsızlığa kadar diğer zorlukları ihmal etmeyi göze alamaz. ABD’nin Temmuz 2022’de Afganistan’da El Kaide’nin kurucularından ve eski lideri Eymen ez-Zevahiri’ye karşı gerçekleştirdiği başarılı saldırı, CIA’in terör tehditlerine karşı mücadeleye odaklandığını ve bu konuda önemli kabiliyetlerine sahip olduğunu gösterdi. CIA ayrıca her yıl on binlerce Amerikalının ölümüne neden olan sentetik opioid fentanil istilasıyla mücadeleye yardımcı olmak için kayda değer kaynaklar ayırıyor. Ve yalnızca Kuzey Kore ve Güney Çin Denizi gibi uzun zamandır stratejik olarak önemli kabul edilen yerlerde değil, aynı zamanda Latin Amerika ve Afrika gibi jeopolitik önemi önümüzdeki yıllarda artacak olan dünyanın bazı bölgelerinde de tanıdık bölgesel zorluklar ortaya çıkıyor.

Daha akıllı casuslar

Bu arada biz de gelişen teknolojiye yaklaşımımızı dönüştürüyoruz. CIA, bireylerden istihbarat toplamaya dönük eski tekniklerle —insan istihbaratı ya da HUMINT— yüksek teknoloji araçlarını harmanlamak için çalışıyor. Teknoloji elbette casusluğun pek çok yönünü her zamankinden daha zor hale getiriyor. Her sokakta video kameraların bulunduğu ve yüz tanıma teknolojisinin giderek yaygınlaştığı akıllı kentler çağında casusluk yapmak çok daha zor hale geldi. Sürekli gözetim, yurt dışında düşman bir ülkede çalışan ve değerli bilgiler sunmak için kendi güvenliklerini riske atan kaynaklarla görüşen bir CIA görevlisi için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Ancak bazen CIA’in aleyhine işleyen aynı teknoloji —ister teşkilatın faaliyetlerindeki kalıpları ortaya çıkarmak için büyük veri madenciliği olsun, ister bir ajanın her hareketini izleyebilen devasa kamera ağları olsun— CIA’in lehine ve başkalarının aleyhine de işleyebilir. CIA yeni teknolojileri kullanmak için rakipleriyle yarışıyor. Teşkilat, ilk teknoloji şefini atadı. Ve Amerikan inovasyonunun kayda değer bir rekabet avantajı sunduğu özel sektörle daha iyi ortaklıklar kurmaya odaklanan yeni bir görev merkezi daha kurdu.

CIA’in kurum içi bilimsel ve teknolojik kabiliyetleri halen mükemmel. Teşkilat yıllar içinde depolar dolusu casus aygıtı geliştirdi; benim favorim yusufçuk gibi görünen ve havada süzülen tasarımlı Soğuk Savaş kamerası. Yapay zekâ alanındaki devrim ve gizli olarak topladığımız bilgilerin yanı sıra açık kaynaklı bilgilerin çığ gibi büyümesi, CIA analistleri açısından tarihi yeni fırsatlar yaratıyor. Tüm bu materyalin daha hızlı ve daha verimli bir şekilde sindirilmesine yardımcı olacak yeni yapay zekâ araçları geliştiriyoruz ve böylece görevlilerin en iyi yaptıkları işe (karar mercileri açısından neyin en önemli olduğu ve ABD’nin çıkarları için neyin en önemli olduğu konusunda mantıklı yargılar ve içgörüler sağlamaya) odaklanmalarını sağlıyoruz. Yapay zekâ, insan analistlerin yerini almayacak ama şimdiden onları güçlendiriyor.

Bu yeni dönemde bir diğer öncelik de CIA’in dünya çapında sahip olduğu eşsiz istihbarat ortaklıkları ağını derineşiyor ki bu ABD’nin yalnız rakiplerinin şu anda sahip olmadığı bir değer. CIA’in ortaklarından —onların koleksiyonlarından, uzmanlıklarından, bakış açılarından ve pek çok yerde teşkilatın yapabildiğinden daha kolay faaliyet gösterme kapasitelerinden— faydalanabilmesi başarısı için kritik öneme sahip. Diplomasi bu eski ve yeni ortaklıkların yeniden canlandırılmasına bağlı olduğu gibi istihbarat da buna bağlı. İstihbarat mesleği özünde insani etkileşimlerle ilgilidir ve en yakın müttefiklerimizle bağlarımızı güçlendirmek, en azılı düşmanlarımızla iletişim kurmak ve aradaki herkesi geliştirmek için doğrudan temasın yerini hiçbir şey tutamaz. Direktör olarak görev yaptığım yaklaşık üç yıl boyunca 50’den fazla yurt dışı seyahatinde bu ilişkilerin tüm aşamalarını yaşadım.

Bazen istihbarat görevlileri açısından diplomatik temasın resmi tanıma anlamına gelebileceği durumlarda tarihi düşmanlarla uğraşmak daha uygun. Bu nedenle Başkan beni, ABD birliklerinin nihai çekilişinden hemen önce Taliban liderliğiyle temas kurmam için 2021’in ağustos ayının sonlarında Kabil’e göndermişti. Bazen CIA’in dünyanın karmaşık bölgelerindeki ilişkileri, insani ateşkes ve Gazze’deki rehinelerin serbest bırakılması için Mısır, İsrail, Katar ve Hamas ile devam eden müzakerelerde olduğu gibi pratik olanaklar sunabilir. Bazen bu tür bağlar siyasi iniş çıkışlarla dolu ilişkilerde sağduyulu bir denge sağlayabilir. Bazen de istihbarat diplomasisi çıkarların yakınlaşmasını teşvik edebilir ve ABD’li diplomatların ve karar mercilerinin çabalarını sessizce destekleyebilir.

Gölgelerde

Her gün dünyanın dört bir yanındaki istasyonlardan gelen telgrafları okurken, yabancı başkentlere seyahat ederken veya merkezdeki meslektaşlarımla konuşurken CIA görevlilerinin kabiliyet ve cesaretlerinin yanı sıra karşılaştıkları amansız zorlukları da hatırlıyorum. Zor yerlerde zor işler yapıyorlar. Özellikle 11 Eylül’den bu yana inanılmaz hızlı bir tempoda çalışıyorlar. Hakikaten de bu yeni ve ürkütücü çağda CIA’in misyonunu yerine getirebilmesi, çalışanlarımıza sahip çıkmamıza bağlı. Bu nedenle CIA, merkezdeki ve sahadaki tıbbi kaynaklarını güçlendirdi, aileler, uzaktan çalışanlar ve iki kariyerli çiftler için programlar geliştirdi ve özellikle teknoloji uzmanları için daha esnek kariyer yolları araştırdı, böylece görevliler özel sektöre geçebilir ve daha sonra teşkilata geri dönebilir.

Yeni görevliler için işe alım sürecimizi kolaylaştırdık. Artık başvurudan nihai teklife ve güvenlik iznine geçmek iki yıl öncesine göre dörtte bir oranında daha kısa sürüyor. Bu iyileştirmeler, CIA’e olan ilginin artmasına katkıda bulundu. 2023 yılında, 11 Eylül’ün hemen sonrasından bu yana herhangi bir yılda olduğundan daha fazla başvuru aldık. İşgücümüzü çeşitlendirmek için de çok çalışıyoruz. 2023’te işe alınan kadın ve azınlık görevlilerin yanı sıra teşkilatın en üst kademelerine terfi edenlerin sayısı bakımından tarihi zirvelere ulaştık.

CIA görevlileri zorunlu olarak gölgelerde, genelde gözden ve akıldan uzakta çalışırlar; aldıkları riskler ve yaptıkları fedakarlıklar nadiren iyi anlaşılır. ABD’nin kamu kurumlarına olan güvenin azaldığı bir dönemde CIA, benim ve teşkilattaki diğer herkesin anayasayı korumak için ettiğimiz yemine ve yasalar karşısındaki yükümlülüklerimize bağlı, kararlı bir şekilde apolitik bir kurum olmaya devam ediyor.

CIA görevlileri aynı zamanda bir ekip duygusuyla ve Amerikan tarihinin bu kritik anında kamu hizmetine olan derin ve ortak bağlılıkla birbirlerine bağlı. Yıllar önce seçkin bir askeri kariyere sahip olan babamdan aldığım tavsiyenin doğruluğunu biliyorlar. İş hayatımda ne yapacağımı düşünürken bana el yazısıyla bir not göndermişti: “Hiçbir şey seni ülkene onurla hizmet etmekten daha fazla gururlandıramaz.” Bu, önce Dışişleri Bakanlığı’nda ve şimdi de CIA’de olmak üzere devlette uzun ve şanslı bir kariyere başlamama yardımcı oldu. Yaptığım seçimden asla pişman olmadım. Kendileri için aynı şeyleri hisseden ve yeni bir çağın zorluklarına göğüs geren binlerce CIA görevlisiyle birlikte hizmet etmekten büyük gurur duyuyorum.

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı

Yayınlanma

Lizzi C. Lee, Foreign Policy
13 Kasım 2024

Çin bilinen zorluklara ve bilinmeyen risklere karşı hazırlanıyor.

ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump Beyaz Saray’a dönmeye hazırlanırken, küresel gözlemciler tedirginlik ve ihtiyat karışımı bir tutumla gelişmeleri izliyor. Çinli akademisyenler, ekonomistler ve politika uzmanlarıyla yapılan görüşmeler, Pekin’in ikinci bir Trump başkanlığının sonuçlarını incelerken çok daha incelikli bir bakış açısını ortaya koyuyor. Trump’ın 2016 zaferi Pekin’i hazırlıksız yakaladı. Ancak gümrük tarifeleri, teknoloji kısıtlamaları ve ticari gerilimlerle geçen dört yıl, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve danışmanlarına ABD başkanının oyun kitabını daha iyi anlamalarını sağladı.

Çin için Trump’ın dönüşü, giderek karmaşıklaşan jeopolitik ortamda yeni riskler ve bazı sınırlı ancak anlamlı fırsatlar getirebilir. Trump’ın ilk döneminden alınan dersler bazı fikirler verebilir ancak dünya önemli ölçüde değişti: Çin ekonomisi yumuşadı, COVID-19 salgını kalıcı bir iz bıraktı ve Rusya-Ukrayna çatışması ittifakları yeniden şekillendirdi. Trump’ın kendi fayda-maliyet hesabı bile değişti ve politikaları artık ikinci dönem başkanlığın kendine özgü dinamiklerini yansıtıyor. Bir danışmanının, Xi’nin de bir zamanlar atıfta bulunduğu eski bir atasözünden alıntı yaparak ifade ettiği gibi, “Akıllılar zamana uyum sağlar, zeki olanlar ise koşullara yanıt verir.”

Pekin’in ikinci bir Trump yönetimine karşı izleyeceği yüksek riskli strateji, ulusal güvenliğin ağır topu Donald Rumsfeld’in sözleriyle, farklı miktarlarda hem bilineni hem de bilinmeyeni içeriyor. En üstte en tanıdık olan “bilinen bilinenler” var ve bunların başında da gümrük tarifeleri geliyor.

2016’dan farklı olarak Pekin, Trump’ın dönüşünü, önceki politikaları sayesinde ne bekleyeceğini daha iyi bilerek karşılıyor. Beklenen zorlukların başında Trump’ın yoğunlaştırılmış ‘reshoring’ gündemi ve tüm ithalatlara %10-20 ve Çin’den ithal edilen mallara %60-100 ek gümrük vergisi gibi potansiyel tarifeler geliyor. Bunlar, ülkenin hala yavaş bir toparlanma, emlak istikrarsızlığı ve zayıflayan tüketici talebi ile mücadele ettiği bir dönemde Çin’in ihracata dayalı ekonomisine doğrudan tehdit oluşturacaktır.

Çinli uzmanlar ikinci bir Trump döneminde, ticaret şahini Robert Lighthizer gibi isimlerin daha korumacı ve çatışmacı bir yaklaşıma işaret ettiği sert bir kabine öngörüyor. Steve Mnuchin gibi isimlerin zaman zaman politikalarını yumuşattığı Trump’ın ilk yönetiminin aksine, birleşik şahin bir ekip muhtemelen ılımlılığa çok az yer bırakacaktır. Yine de Pekin, her zaman başarılı olmasa da, iç tüketimi artırmayı ve ihracata bağımlılığı azaltmayı amaçlayan “çift dolaşım” stratejisine hazırlanıyor, ancak sonuçlar durdu: İç talep gecikmekte ve ihracat seviyeleri sabit kalmakta. Pekin, tedarik zincirlerini çeşitlendirmek ve ekonomisini ticari şoklardan korumak için uğraşırken, Güneydoğu Asya’daki Çin yatırımlarının artmasında bu stratejik eksen belirgin bir şekilde görülüyor.

Pekin, konumunu güçlendirmek için ABD şirketlerine karşı önlemlerini artırdı ve uyarı ateşi açmaktan somut darbeler vurmaya geçti. ABD’nin en büyük drone üreticisi Skydio, Çin’in Tayvan Ulusal İtfaiye Teşkilatı’na yaptığı satışlar nedeniyle yaptırım uygulamasının ardından tedarik zincirinde kritik aksamalarla karşı karşıya kaldı. Calvin Klein ve Tommy Hilfiger’ın ana şirketi PVH Corp. şimdi Sincan pamuğunu boykot ettiği iddiasıyla Çin’in “güvenilmez kuruluşlar listesine” girme riskiyle karşı karşıya ve bu da önemli bir pazardaki büyümeyi tehlikeye atıyor. Intel de Çin Siber Güvenlik Derneği’nin, Intel’in gelirinin yaklaşık dörtte birini oluşturan bir pazardaki hakimiyetini tehdit eden güvenlik kusurları iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatması nedeniyle inceleme altında. Bu yaptırımlar ve soruşturmalar, Pekin’in misilleme cephaneliğinin Trump’ın ilk döneminde olduğundan çok daha güçlü olduğunu gösteren daha cesur bir duruşu ortaya koyuyor.

Çinli uzmanlar da ABD ekonomisi için potansiyel bir geri tepme görüyor. Yüzde 60’lık bir gümrük vergisi ABD enflasyonunu yukarı çekerek Federal Rezerv’i daha fazla faiz artırımına zorlayabilir. Çin politika çevrelerinde bazıları bu enflasyon riskini Trump’ın hırsları üzerinde olası bir kontrol olarak görüyor ve artan borçlanma maliyetleri ile varlık oynaklığının Trump’ın agresif gümrük tarifelerine verdiği desteği azaltabileceğini belirtiyor.

Tarifelerin ötesinde Pekin, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika’daki alternatif üretim merkezlerinin karşılaştığı kısıtlamaların da farkında. İşgücü kıtlığı, altyapı zorlukları ve kaynak kısıtlamaları gibi bölgesel darboğazlar, bu bölgelerin Çin’den uzaklaşan üretimi tamamen absorbe etmesini engelleyebilir. İronik bir şekilde, Trump’ın gümrük tarifeleri yerleşik tedarik zincirlerini uygun alternatifler olmadan bozarsa, bu sınırlamalar ABD enflasyonunu daha da kötüleştirebilir.

Trump’ın küreselleşme karşıtı duruşu tanıdık, ateşlediği ideolojik değişimler ise stratejistlerin “bilinmeyen bilinenler” olarak adlandırdığı, anlaşılan ancak tam etkisi belirsiz kalan faktörlere giriyor. Pekin için Trump’ın izolasyonist söylemi, Avrupa’da ve Asya’nın İtalya, Macaristan ve Filipinler gibi bölgelerinde yükselen popülizm dalgasıyla yankı buluyor ve Çin’in küresel hedeflerini hem zorlayan hem de karmaşıklaştıran ideolojik alt akımlar yaratıyor.

Çin’deki bazı milliyetçi sesler Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımını bir fırsat olarak görüyor. Mantık basit: Eğer ABD küresel çerçevelerden çekilir ya da NATO gibi ittifaklardan geri adım atarsa, diğer ülkeler alternatif olarak Çin’e bakabilir. Ancak Pekin’in deneyimli politika uzmanları bu fikre ölçülü bir gerçekçilikle yaklaşıyor. Çin, Batı ittifaklarının parçalanma potansiyelinin farkında olmakla birlikte, Pekin’e doğru toptan bir “pivot ”un olası olmadığının da farkında.

Avrupalı liderler Trump’ın izolasyonizminden dolayı hayal kırıklığına uğramış olabilirler ancak Çin’in artan etkisine karşı temkinli olmaya devam ediyorlar – özellikle de Pekin’in Rusya’nın Ukrayna’daki eylemlerini kınama konusundaki isteksizliği göz önüne alındığında. Rusya ‘ya yönelik bu zımni destek algısı, Avrupa’nın şüpheciliğini derinleştirdi ve Çin’in genişleyen erişiminin Avrupa’nın stratejik çıkarlarıyla uyumlu olup olmadığına dair şüpheleri körükledi.

Pekin’in danışmanları, Trump’ın geri dönüşünü sağlayan aynı popülist güçlerin Avrupa’da da zemin kazanmakta olduğu gerçeğinin de farkında. Ekonomik sıkıntılar korumacılığı teşvik ediyor. Bu hissiyatın somut ekonomik sonuçları var: Çin’in elektrikli araçlarına yönelik gümrük vergileri ve özellikle yüksek değerli sektörlerde diğer ticari korumalar için yapılan çağrılar, Avrupa’nın kendi endüstrilerini koruma arzusunun yoğunlaştığını yansıtıyor.

Pekin için ikinci bir Trump döneminin ideolojik boyutları yeni komplikasyonlar ortaya çıkarıyor. ABD’nin geleneksel küresel rolünden geri çekilmesi yeni açılımlar yaratabilirken, Avrupa’nın Çin’e daha yakın durması pek olası görünmüyor. Çin’in stratejisi, kendisini Trump’ın Amerika’sına doğrudan bir alternatif olarak konumlandırmaktan kaçınmaktır. Bunun yerine Pekin, Trump’ın aksaklıklarının tetiklediği belirsizliklerin ortasında kendisini pragmatik ve istikrarlı bir ortak olarak konumlandırıyor.

Xi yönetimi Afrika, Latin Amerika, Güneydoğu Asya ve Avrupa’nın bazı bölgelerindeki yükselen ekonomilere bu pratik duruşun altını çizerek yatırım teşviklerini, vizesiz girişi ve yeşil ve geleceğin sanayi altyapısına odaklanan yeniden canlandırılmış bir Kuşak ve Yol Girişimi’ni destekledi. Pekin’in amacı, büyüme ve istikrar arayan ülkeler için güvenilir bir ekonomik ortak olarak itibarını güçlendirmek ve bunu yaparken de Trump’ın izolasyonizminin Batı’da ortaya çıkardığı ideolojik çatlaklardan yararlanıyor görünmemek.

Xi, Çin’in özellikle teknoloji alanında kendine güvenme çabalarını hızlandırıyor; bu strateji Çinli danışmanlar arasında popüler olan bir deyimle özetleniyor: “sürekli değişen koşullara sabit bir çekirdekle yanıt vermek”. Kendi kendine yeterlilik dürtüsü yeni değil; “Made in China 2025” bu dürtünün zeminini hazırladı. Ancak Üçüncü Plenum’dan gelen son direktifler ve Xi’nin sık sık tekrarladığı “yeni üretken kalite güçlerini” teşvik etme çağrısı, yapay zeka, robotik ve yarı iletkenler gibi yeni nesil teknolojilerdeki atılımlara odaklanarak bu tutkuyu daha da ileri götürdü. Bu vizyon sadece Batı teknolojisine bağımlılığı azaltmayı değil, aynı zamanda dördüncü sanayi devrimine öncülük etme hedefiyle Çin’in öncü endüstrilerdeki hakimiyetini de ortaya koymayı amaçlıyor. Xi için bu ekonomik bir stratejiden çok daha fazlası; Çin’in iç baskılarına karşı temel bir cevap ve ABD ile rekabetinde nihai koz.

Bu kendine yeterlilik arayışı aynı zamanda küresel güney ile daha güçlü ekonomik bağlar kurmayı da kapsıyor. Xi’nin amacı Batı etkisine alternatif ticaret ağları kurmanın ötesine geçiyor; yaptırımlara dayanıklı bir tedarik zinciri ve finans ağı, yani Çin’in hırslarını bağımsız olarak besleyebilecek Batı baskılarına karşı bağışık yeni bir küresel pazar öngörüyor.

Bir de “bilinen bilinmeyenler” var – tahmin edilemeyecek kadar öngörülemez olan, Trump’la birlikte çok daha ön planda olan bir şey. Trump’ın siyasi üslubunun belirleyici özelliklerinden biri, son derece işlemci bir yaklaşım sergilemesi ve aksi takdirde basit olabilecek politikalara bir öngörülemezlik katmanı eklemesi. Pekin bu pragmatizmi yakından gözlemledi ve Trump’ın ticari içgüdülerinin çoğu zaman ideolojik bağlılıklarından daha ağır bastığını ve zaman zaman müzakere için kapılar açtığını fark etti.

Örneğin ABD Çinli telekom devi ZTE’ye yaptırım uyguladığında Xi bizzat Trump’la görüşerek yaptırımların geri çekilmesini sağladı. Pekin için bu durum, Trump’ın esnekliğinin, kişisel kabul olarak algıladığı yüksek profilli jestlerden etkilenebileceğinin altını çizdi ki Pekin bu dinamiği potansiyel olarak faydalı görüyor.

Pekin ayrıca Trump’ın şov dünyasındaki geçmişini ve imaj ve egoya verdiği önemi de anlıyor. Xi, 2017 yılında Trump ve ailesini geleneksel olarak Çin imparatorlarına ayrılan Yasak Şehir’de eşi benzeri görülmemiş bir resepsiyonla ağırlayarak etkinliğe yabancı liderlere nadiren verilen bir ihtişam kattı. Özenle hazırlanmış bu gösteri Trump’ın yüksek profilli etkinliklerden hoşlanmasını sağlamış ve Xi hakkındaki olumlu izlenimlerini derinleştirmiştir. Bu “kişiselleştirilmiş diplomasi” Pekin’in Trump’ın hassasiyetlerini anladığını gösterdi ve iki lider arasında işbirliğine dayalı bir yakınlığın temelini attı.

Çinli danışmanlar bunu akılda tutarak ikinci bir Trump döneminde de benzer ticari açılımlar yapmaya hazırlanıyor. Perde arkasında Pekin, Trump’ın yakın çevresine gayrı resmi aracılar olarak hizmet edebilecek etkili Amerikan iş dünyası figürleriyle bağlarını geliştiriyor. Örneğin Tesla operasyonları Çin pazarına derinden bağlı olan Elon Musk, ABD’nin ticari çıkarları ile Çinli politika yapıcılar arasında potansiyel bir köprü olarak ortaya çıkabilir.

Bazı danışmanlar da Trump’ın ailesiyle, özellikle de damadı Jared Kushner ve kızı Ivanka Trump ile daha önce yakın ilişki kurmuş olan eski büyükelçi Cui Tiankai gibi isimleri savunuyor. Cui’nin bağlantıları Pekin’e arka kapı diplomasisi için değerli bir “track 1.5” kanalı sunabilir ve ekstra bir erişim ve etki katmanı ekleyebilir.

Yine de Pekin, Trump’ın bu eğilimlerine çok fazla bel bağlama konusunda temkinli. Tayvan’ın ABD koruması için daha fazla ödeme yapması gerektiğini öne süren son açıklamalar Çin’de karışık tepkilere yol açtı. Bazıları bunu ABD’nin Tayvan’a verdiği desteği azaltmaya yönelik bir açılım olarak görürken, diğerleri Trump’ın her an gözden çıkarabileceği bir pazarlık kozu olarak değerlendiriyor. Pekin için bu karışık sinyaller hassas bir dengeleme hareketi yaratıyor: Trump’ın pragmatizminden yararlanmayı hedeflese de, algılanan herhangi bir tavizin bir anda geri alınabileceğini biliyor. Çin, Trump’ın anlaşma yapma tarzını yönlendirirken, onun öngörülemezliğinin tamamen farkında olarak ihtiyatlı bir iyimserlikle ilerliyor.

Trump’ın alışılagelmiş pragmatist tarzının ötesinde Pekin, planlarını altüst edebilecek joker kartlara karşı tetikte. Bilinmeyen bilinmeyenlerin doğası gereği neyi kaçırdığınızı bilmeniz imkansızdır, ancak ABD-Çin ilişkilerini sarsabilecek bazı ciddi ancak öngörülemez değişiklikler var. Örneğin ABD-Rusya ilişkilerindeki ani bir değişim Pekin için önemli sonuçlar doğurabilir. Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki daha yakın bir ittifak, Çin’in Moskova ile ilişkilerini zorlayabilir ve Pekin’i küresel güç yapısı içinde potansiyel olarak izole edebilir. Aynı şekilde Trump’ın Hint-Pasifik bölgesindeki beklenmedik manevraları Çin’in Japonya, Güney Kore ve Hindistan gibi bölgesel güçlerle dikkatle yürüttüğü ilişkilerini sarsabilir.

Çin’in hırsları üzerindeki kritik bir kısıtlama, Washington’un teknoloji ihracatı üzerindeki sıkılaştırıcı kontrolünde yatıyor ve bu da Pekin’in stratejik hesaplarına daha fazla bilinmeyen katan bir taktik. ABD’nin genel niyeti açık olsa da (Çin’in ileri teknolojilere erişimini sınırlamak) Washington’un ne kadar ileri gideceği belirsizliğini koruyor. Son ihracat kontrolleri yarı iletkenler ve yapay zeka gibi önemli alanları hedef alarak Çin’in teknolojik ilerlemesini çok önemli bir zamanda engelleme tehdidinde bulunuyor.

Çinli analistler bu hamleleri sadece rekabetçi engeller olarak değil, Çin’in stratejik alanlarda, özellikle de hem ekonomik büyüme hem de askeri güç için kritik önem taşıyan yapay zeka ve kuantum bilişim alanlarındaki yükselişini durdurmaya yönelik hesaplanmış bir strateji olarak yorumluyor. Pekin yeni kısıtlama katmanlarını izlerken, ABD’nin eylemlerinin ölçeği ve etkisi değişkenliğini koruyor ve Çin’in teknoloji yörüngesine istikrarsızlaştırıcı bir belirsizlik enjekte ediyor. Bu belirsizliklere hazırlıklı olmak için, Xi’nin daha geniş vizyonu, Trump 2.0 ya da diğer güçler tarafından tetiklenen öngörülemeyen küresel değişimlere karşı dayanabilecek kadar dirençli bir ekonomi inşa etmektir; bunu yaparken ekonomik çalkantıları ya da daha da kötüsü Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) kontrolünü istikrarsızlaştırmayı riske atmamayı hedeflemektedir.

Trump’ın dönüşü aciliyet yaratabilir, ancak Pekin Trump’ı kaotik bir dünya düzeninin nedeni olmaktan çok belirtisi olarak görüyor ve bu da Xi’nin Çin’in kendine güvenini güçlendirmeye yönelik uzun süredir devam eden inancını pekiştiriyor. Xi’ye göre teknoloji, tedarik zincirleri ve eğitim alanlarında dayanıklılığı artırmak Çin’i dış şoklardan korumak ve ÇKP’nin iktidarı için gerekli olan istikrarı sağlamlaştırmak anlamına geliyor.

Gerçekte Xi’nin “Trump tarzı” aksaklıkları yönetme zemini Trump’ın ilk döneminden çok önce başladı. Çin’in yaklaşımı her zaman dış baskılara karşı kırılganlıkları en aza indirmeye dayanmıştır ve bu Xi’nin dünya görüşüyle derinlemesine bağlantılı bir yöndür. Yine de bu dayanıklılık arayışı ince bir çizgide yürüyor. Savunmanın güçlendirilmesi Çin’in izolasyonunu derinleştirebilir; bu da paradoksal olarak yeni zayıflıklar yaratabilecek bir kalkan. Yerli tedarik zincirleri ve teknoloji bağımsızlığındaki kazanımlar gerçek bir ilerlemeye işaret ediyor, ancak Xi’nin vizyonunun büyük bir kısmı hala hedefe yönelik. Pekin, giderek daha fazla çalkantıyla tanımlanan bir dünyada Çin’in gücünün hızlı büyümesinden ziyade türbülanslara dayanma kapasitesiyle ölçüleceğinin farkında olarak bu savunmaları güvence altına almak için yarışıyor.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Alman Demokratik Cumhuriyeti: Kadın özgürleşmesinde ileriye doğru büyük bir adım

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Batı medyası ve onların anti-komünist temayüllü ideologlarının “despotik”, “merkeziyetçi”, “bürokratik” olarak sıfatlandırdığı “geleneksel sosyalist” devletler, Alman Demokratik Cumhuriyeti, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti, Polonya Halk Cumhuriyeti, Macaristan Halk Cumhuriyeti, Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti, Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti ve Romanya Sosyalist Cumhuriyeti…

Hemen tamamında kadının ev köleliğinden kurtulması ve ev işleri gibi kadını bunaltan, köleleştiren işlerin endüstrinin bir parçası haline getirilmesi, yani evin ekonomik bir birim olmaktan çıkarılması, toplumun yeniden üretimi sorununu ve doğan çocuğun devlet tarafından bakımının sağlanarak kadın üzerindeki yükün hafifletilmesi ve giderek tamamen bir yük, biyolojik olarak gerileten bir yük, olmaktan çıkarılması için muazzam çabalar harcandı. Belki bu çabalar yetersiz kaldı, çok sonraları yavaşladı hatta bir kısmı geri alındı ama bu çabalar harcandı. Bu haklar aynı zamanda, en ileri burjuva demokratik ülkelerde bile, bazı ileri liberal çevreler tarafından sözü edilen ama asla gerçekleştirilmeyen haklardı. Öyle ki kadınlar, ilkel komünal toplumdan bu yana en geniş haklarını ilk olarak bu rejimler altında elde ettiler ve bu hakları fiili olarak da onlarca yıl uyguladılar.

Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, bu “reel sosyalizm” deneyimlerinin kadınlara yönelik politikalarındaki tılsımın sadece rakamsal olarak daha çok istihdamda olmalarında değil, kadını boyunduruğu altına alan bağların kökünden çözülmesinde olduğunu “içeriden”, Alman Demokratik Cumhuriyeti deneyimi üzerinden anlatıyor. Yazarın temel tezi ise, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve buna bağlı olarak üretim koşullarında gerçekleşen radikal değişimlerin, kadınların toplumsal konumunu dönüştürmekteki gücünü kanıtlayan onlarca yıllık bir deneyimin, bugünkü feminist tartışmalara katkı sunabilecek yeni bir perspektif getirebileceği.


Demokratik Almanya deneyiminin ışığında: Kadın özgürlüğünden öğrenebileceklerimiz ve koruyabileceklerimiz

Florentine M. Sandoval
Internationale Forschungsstelle DDR
2 Ekim 2024
Çev. Leman Meral Ünal

Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin (DDR) sona ermesi Doğu Alman kadınlarını bir çağ kadar geriye götürdü. 1989 sonrası gelişen kadın hareketi hâlâ sosyalizmde neyin övgüye değer neyin kınanabilir olduğunu tartışadursun, bu tartışma aslında çoktan gereksiz hale gelmişti: Zira DDR’nin yasaları artık geçerli değildi; aile ve sosyal politika da dahil olmak üzere hiçbir alanda sosyalist sistemle devamlılık yoktu ve olmayacaktı. Aile hukuku alanı yeniden burjuva yasallığı ile düzenleniyordu. Almanya’nın imparatorluk döneminden kalma ceza kanunu maddeleri tekrardan yürürlüğe giriyor, kürtaj ve muayene hizmetlerine erişim yeniden tanımlanıyordu. Doğu Alman ekonomisinin eşi benzeri görülmemiş şekilde özelleştirilmesi ve sanayisizleştirilmesi karşısında kadınlar ya yeni Batı Alman üstlerinin hor görmesi ile ya da işsizlikle sınanacaklardı. Ve genellikle erkeklere olan ekonomik bağımlılıklarına [yeniden] geri dönmek zorunda kaldılar. Kaybedilen asıl şey, kadınların özgürleştirilmesi sorumluluğunu üstlenmiş bir devlet ve toplumdu.

Sosyalist Doğu Almanya’da yaşanan devrimci altüst oluşlar öylesine muazzamdı ki, ortadan kalkışından otuz yılı aşkın süre sonra dahi hissedilmeye ve ölçülmeye devam ediyor. Bu, 2023 itibariyle Doğu’da kadın istihdamının daha yüksek olması, kreşlerin Batı’ya kıyasla yaygınlığı ve Batı’da yüzde 19 olan kadın-erkek ücret farkının Doğu’da yüzde 12 olması gibi göstergelerde kendini sürekli yeniden hatırlatmakta. DDR’nin 40 yıllık varlığı boyunca birçok çelişki ortadan kaldırılamamış olsa da (ev işleri ve [eşit] ücret başta olmak üzere), bu çelişkilerin kapitalist koşullar altında daha da yoğunlaştığı bugünden geriye bakıldığında yine de pek çok şey kaybedilmiş gibi görünüyor.

Fakat DDR, geçmişten bugüne düşürdüğü gölgeyle Batı Alman toplumunu ifşa etmeye devam ediyor ve bugünkü feminist tartışmalarda genellikle eksik olan bir perspektifi açıyor. Çünkü DDR deneyimini Batı’daki ve günümüzdeki feminist hareketten farklı kılan şey, toplumsal üretim ilişkilerinin ve kadınların özgürleşmesi için toplumsal ve kitlesel seferberliğin rolüdür.

DDR’deki kadın politikasının en temel hedefi, mümkün olan en geniş kadın kitlesini üretim sürecine dahil etmekti ve bu da ancak DDR’de bunun toplumsal temeli sağlandığı için mümkündü. Bu strateji, 19. yüzyıl boyunca devrimci işçi hareketi içinde olgunlaşan, kadınların demokratik, sosyal ve ekonomik haklar mücadelesinin bir bütün olarak işçi sınıfının kurtuluşuyla yakından ilişkili olduğu anlayışına dayanıyor. Proleter kadın hareketinin öncülerinden Clara Zetkin gibi isimler, kadınların ezilmişliğinin ve yüzyıllar içinde gelişen ataerkil ilişkiler ile ahlaki değerlerin, özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla sıkı bir bağ içinde olduğunu ve kapitalist üretimle iç içe geçtiğini; dolayısıyla da yalnızca üretim koşullarında radikal bir değişimle kadınların kurtuluşu için gerekli koşulların yaratılacağını savunmuşlardı.

Her ne kadar kapitalist ekonomilerde kadınlar için kaçınılmaz olarak sömürü koşulları yaratsa da, kadınların iş gücüne dahil olması, DDR gibi üretim ilişkilerinin sosyalist tarzda örgütlendiği bir devlette tarihsel olarak ilerici bir tekamül yaratmıştır. Zira özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve buna eşlik eden emeğin doğasındaki değişim, kadınların toplumsal konumunu kökünden değiştirmişti.

Elbette bu, kadınların kendi çabaları olmadan başarılamazdı. Kadınların istihdama kazandırılmak için seferber edildiği pek çok girişimden birine örnek olarak “ev kadınları birlikleri” verilebilir. 1950’li yıllarda, çalışmayan kadınlardan oluşan bu kolektifler, iş gücüne acil ihtiyaç duyulan projelerde çalışmış kadınları daha sonra kalıcı bir işe girmeleri için teşvik ediyordu. Kocalar ile ev içinde yaşanan çatışmaların bu noktada tayin edici bir rolü olduğunun altı kalınca çizilmeli. Kadınların hane içindeki izolasyonuna ilişkin siyasal tartışmalar yeniden canlandı, bu da kadınların üretim sürecine katılımını arttırdı ve dolayısıyla da ekonomik bağımsızlıklarına giden yolu açmış oldu. Diğer bir deyişle, maddi teşvikler ve bilinçlendirme birlikte çalışmış ve etkili olmuştu.

İstihdamın kendisi kapsamlı bir çocuk bakım altyapısının geliştirilmesini ve eş zamanlı olarak ev işlerinin azaltılmasını ve daha iyi bölüşülmesini gerektiriyordu Bunlar birbirini etkileyen ve birbirine bağlı süreçlerdi. Sosyalist işyeri aynı zamanda kadınlar için toplumsal görevlerin iç içe geçtiği bir merkezdi – kültürel etkinlikler, eğitimler ve çocuk bakımı ve sağlık hizmetleri bu merkezler aracılığıyla organize edilmekteydi. Buralarda kadın işçiler kendi başlarına etkili olabiliyor, haklarını talep edebiliyor ve savunabiliyorlardı. Sendikaların kadın komisyonları, bir işyerinin tüm kadın işgücünün kişisel ve mesleki gelişimi için kolektif bir araç olan Frauenförderpläne’nin (“kadınların terfi planları”) hazırlanmasını ve uygulamanın izlenmesini sağlıyordu. Üretken emek en önemli itici güç haline gelirken, yeniden üretim emeği kadınların özgürleşmesinin önündeki en büyük engel olmaya devam edecekti.

Kırk yıl oldukça kısa bir süredir. 1990 yılına kadar çözülmeden kalan sorunlar ve çelişkiler değerlendirilirken bu gerçek muhakkak göz önünde bulundurulmalıdır. Teknik yeniliklere, ev içi sorumlulukların kısmen de olsa toplumsallaştırılmasına ve medyanın erkeklere yönelik çağrılarına rağmen, yeniden üretim işi büyük ölçüde kadınlara bırakıldı. Nitelik farkının kapatılamaması ve/veya kadınların aynı niteliklere sahip olmalarına rağmen yönetim pozisyonlarına ulaşamamaları nedeniyle kadın-erkek ücret farklılıkları devam etti; DDR’nin Gençlik Araştırmaları Merkez Enstitüsü (ZIJ) tarafından yürütülen çalışmaların da gösterdiği gibi, genç nesillerde daha az yaygın olsa bile, aile içindeki geleneksel roller hâlâ varlığını sürdürüyordu.

DDR’de kız çocukları, farklı bir kadın imajıyla büyüdüler ve doğalında hayata dair yüksek beklentiler geliştirdiler; ancak DDR’li son yılların zorlu gerçekliği düşünüldüğünde bu beklentiler her zaman karşılanamadı. DDR’de sosyalizm ve kadın özgürlüğü arasındaki bağlantı kesin bir şekilde kurulmuş ve kanıtlanmış olsa da sosyalist devletin erken yıllarındaki devrimci enerjinin üzerine dahasını inşa etmek mümkün olamadı.

Aslında, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayabilme yolunda eşit işe eşit ücret, eşit eğitim olanakları, eşit ortak karar alma hakkı gibi önemli ilkeler henüz Sovyet İşgal Bölgesi’ndeyken (1945-1949) ortaya konmuştu, çünkü komünistler ve sosyalistler için bunlar, [kadınlar mevzubahis olduğunda] müzakere edilemez, temel haklardı. Ancak DDR’deki deneyimler, bu hakları güvence altına alan temel yapıları inşa etmenin karmaşık ve uzun bir görev olduğunu ve basitçe “yukarıdan” empoze edilemeyeceğini de kanıtlar nitelikte. Doğu Almanya’daki kitlesel inisiyatifler ve demokratik yapılar olmasaydı, gerekli zihniyet değişimini sağlamak ve çeşitli toplumsal grupları kadınların kurtuluşu lehine kazanmak mümkün olamazdı. Birlik meclisleri, kadın komisyonları ve teşvik planları gibi somut araçlar, bu toplumsal zorluğu aşmak için vardı. Bu araçlardan yararlanıp yararlanmamak bireylere bağlı olsa da kullanımı istisna değil kuraldı.

Yoksulluğun arttığı, güvencesizleşmenin olağanlaştığı ve kadın haklarının dünya çapında geriletildiği bir dönemde, bireyselleştirme ilkesinin tam tersini, yani DDR’de olduğu türden kadınların kitlesel ve toplumsal seferberliğini düşünmek önemlidir. DDR’deki 40 yıllık kadın politikası ve teşvikinde nelerin kaybedildiği ve geriye nelerin kaldığı, çözülemeyenler ve mümkün olanlar, günümüzün kadın eşitliği tartışmalarına ve mücadelesine verimli bir şekilde taşınabilir, tabii eğer izin verilirse. Kadınların kurtuluşunu bireysel ilişkilerin bir vaadi olarak görmek yerine tarihsel ve toplumsal bir görev olarak belleyen DDR’nin hem ulaşılan hem de ulaşılamayan politik hedefleri, parçalanmış olan kadın hareketine bir yön sağlayabilir. Bu, her şeyden önce DDR mirasının da bir parçası.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English