DÜNYA BASINI
Çin ve Avrupa: ’16+1′ formatının yükseliş ve çöküşü
Yayınlanma
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: Son birkaç yılda Avrupa ile Çin arasındaki iktisadi ilişkiler ciddi bir erozyona uğradı. Bunda Rusya’nın Ukrayna’ya dönük askeri müdahalesinden sonra Avrupa’nın çok vektörlü politikayı ardında bırakarak ABD’nin şemsiyesi altında toplanması etkili oldu. Fakat son on yıldır Çin’in Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle geliştirdiği ve istikrarlı bir şekilde gelişen ilişkileri mevcuttu. Dün Çin’in Avrasya İşleri Özel Temsilcisi Li Hui, Varşova’da Polonya Dışişleri Bakan Yardımcısı Wojciech Gerwel ile bir araya geldi; nitekim Pekin ile bağları koparmayan ya da bu yönde niyet belli etmeyen Doğu Avrupa ülkelerinin başında da Polonya ve Macaristan geliyor. Valday Kulübü uzmanlarından Yulya Melnikova, konuyu etraflıca ele almış.
Çin ve Avrupa: “16+1” formatının yükseliş ve çöküşü
Yulya Melnikova
Valday Tartışma Kulübü
26 Ocak 2023
Valday Kulübü uzmanı Yulya Melnikova, 16+1 formatı çerçevesindeki işbirliğini ve buna eşlik eden Kuşak ve Yol Girişimi’nin güdümündeki projeleri potansiyel anahtar performans göstergelerine —uygulama kurumlarının sayısı, normları ve uygulanan projeler— göre analiz edersek ölçeğin gözlemcilerin telaşıyla pek de uyuşmadığını yazıyor.
Geriye dönüp bakıldığında 2010’ların ilk yarısı Avrupa ile Çin arasındaki ilişkilerin gelişiminde en verimli dönemlerden biriydi. O dönemde Avrupa Birliği, ekonomik krizi aştıktan sonra dış ilişkilerini çeşitlendirme fırsatını ve imkanını fark ederek yeni büyüme noktaları ararken, ÇHC de biriken sermaye ve işgücü için yeni pazarlar arıyordu. Şi Cinping ve ekibi diğer şeylerin yanı sıra Avrupa ülkeleriyle işbirliği konusunda bir dizi yapısal girişimin başlatılmasını beraberinde getiren proaktif bir eylem biçimi benimsedi. Özellikle Kuzey, Güney, Orta ve Doğu Avrupa (CEE) ülkeleriyle “X+1” modelini baz alan formatlar oluşturma imkanları değerlendirildi.
Çin’in Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle işbirliği mekanizması olan “16+1” formatının “yıldızı” çabucak yükseldi; 2012 yılında 11 AB ülkesi (Macaristan, Polonya, Litvanya, Letonya, Estonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Bulgaristan, Hırvatistan, Romanya) ve beş Balkan ülkesi bu formata dahil oldu. Yunanistan 2018-19’da katıldı; ülkenin Pire limanının 2008’den bu yana, daha sonra hisselerinin yüzde 67’sini sayın alan Çinli nakliyat şirketi COSCO ile imtiyazlı olduğu göz önüne alındığında bu hadise daha önce de gerçekleşebilirdi ama Makedonya’nın yeniden adlandırılması konusunda nihai bir karar alınması gerekiyordu. Bu zamana kadar gruptaki tüm ülkeler Çin ile Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında işbirliği konusunda mutabakat zaptları imzalamıştı; 2015’te Macaristan, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Slovakya, 2016’da Letonya, 2017’de Hırvatistan, Estonya, Litvanya ve Slovenya ve 2018’de Yunanistan. 2010’ların sonunda Brüksel ile Pekin arasındaki ilişkiler tamamen tersine kötüye gitmeye başlamıştı. Yapı, AB tarafından “Truva atı” ve Çin’in “böl ve yönet” politikasının bir ifadesi resmedilerek hızla siyaset konusu edilmeye başladı.
Sonuç olarak Litvanya 2021’in mayıs ayında, Letonya ve Estonya ise 2022’nin ağustos ayında gruptan ayrıldı. Geriye kalan 14 aktör açısından başka kararlı adımlar atılmasa da işbirliği fiilen askıya alınmış durumda. Doğal olarak bir dizi soru ortaya çıkıyor: Tüm bunların sebebi neydi? Söylendiği kadar tehlikeli miydi? Bu durum AB ile Çin arasındaki güncel ilişkiler açısından ne anlama geliyor?
Ne oldu?
Kurumların etkinliği ve istikrarı, üyeleri arasında düzenli ve etkili etkileşim uygulamalarının varlığını belirler. Yapısal bir bakış açısıyla kurumları ve etkileşim normlarının varlığıyla desteklenirler. Bu tezin teorik gerekçeleri I. Neumann, V. Pule, E. Adler’in uygulama toplulukları kavramında ve uluslararası ilişkilerin örgütsel teorisinde bulunabilir. Prosedürel bakış açısından çıkarlar, uygulamalar sırasında yaratılan kaynaklara duyulan ihtiyaç ve uluslararası ilişkilerle desteklenirler.
“16/17+1” formatı, öncelikle “saatlerin senkronizasyonu” ve normatif gündemin güncellenmesinin düzenli olması sayesinde katılımcılar arasında anlamlı işbirliği konsolidasyonuna katkıda bulunabilecek bir etkileşim ağı yapısı yaratma iddiasındaydı.
2012’den bu yana devlet başkanları zirveleri her yıl düzenleniyordu (2020’de pandemi nedeniyle zirve gerçekleşmemiş ve 2021’de çevrimiçi olarak yapılmıştı) ve ülkelerin koordinatörleri arasındaki toplantılar da yılda iki kez yapıldı. Doğrudan ÇHC Dışişleri Bakanlığına bağlı olan ÇHC ile Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri arasında işbirliği sekretaryası daimi olarak çalıştı. Örgütsel yapısının niteliği, Avrupa ülkelerinin koordinatörlerinin sekretaryanın üyesi değil diyalog ortağı olması; bu da elbette katılımcıların ortaklık süreçlerini etkileme potansiyelinde asimetri yaratıyor. Sekretarya yılda dört kez ÇHC’deki Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin büyükelçileriyle toplantılar düzenliyordu. Bu durum 2013-2019 döneminde de geçerliydi (2021 çevrimiçi zirvesi, gelecek yıl için yalnızca sınırlı bir “etkinlik listesi” oluşturdu). Zirveler, ilerlemeyi belgeleyen ve geleceğe yönelik planların ana hatlarını çizen İşbirliği için Yol Gösterici İlkeler üretti. Tüm Avrupa’yı kapsayan düzeyde buna benzer bir program hiç olmamıştı. 2015 yılında Orta Vadeli İşbirliği Ajandası, işbirliği için bir çerçeve belge olarak kabul edildi. Çok taraflı belgeler, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında işbirliğine ilişkin ikili mutabakat zaptları sistemi ile desteklendi. Bu iyi yapılandırılmış diyalog ve Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomik büyümelerinin tarihsel olarak bağlı olduğu yabancı yatırımları çekmeye yönelik nesnel pratik ilgileri, öncelikle altyapı, ulaştırma ve enerji sektörlerini ve ÇHC’nin bunları sağlamaya hazır olmasını etkiledi.1 Bu da formata büyük bir potansiyel kazandırdı ve Avrupa’nın ortak gündeminden ayrı olduğu yanılsamasını yarattı.
Sanıldığı kadar korkutucu muydu?
Esasında Kuşak ve Yol Girişimi güdümünde bu format ve beraberindeki projeler çerçevesindeki işbirliğini potansiyel anahtar performans göstergelerine —uygulama kurumlarının sayısı, uygulama normları ve uygulanan projeler— göre analiz edersek ölçek, gözlemcilerin telaşıyla pek de uyuşmuyor.
İlk olarak kurumsal bir bakış açısından katılımcılar arasındaki tüm etkileşim biçimleri mevcut müzakere mekanizmaları; yani katı yükümlülükler anlamına gelmiyorlar. Dahası AB grupta gözlemci statüsüne sahip ve bu da süreci kontrol etmesine ve kırmızı çizgiler çizmesine olanak tanıyor. Yol Gösterici İlkelerde belirtilen formatlar forumlar, geziler, değişimler ve fuarları da içeriyordu; bunlar en iyi ihtimalle bakanlar düzeyinden daha yüksek olmayan çeşitli seviyelerdeki diyaloglardı.
16+1 çerçevesinde oluşturulan kalıcı yapılar arasında tematik işbirliğine yönelik çeşitli kurumlar dikkat çekiyor: Bulgaristan ile tarım, Romanya ile enerji, Polonya ile ticaret ve iktisadi konular ve Macaristan ile turizm. 2016 yılında Riga Zirvesi bağlamında taraflar arasında bu alanda daha yakın işbirliğine ilişkin deklarasyon imzalandığında Letonya ulaştırma ve lojistik alanında grubun koordinatörü ve Litvanya da finansal teknoloji alanında koordinatör olmaya hazırdı. İlgili koordinasyon merkezi 2019’da burada açıldı ama pandemi nedeniyle tam olarak faaliyete geçemedi. Ayrıca düzenli uygulamalar arasında ticaret ve ekonomik işbirliğini teşvik etmek üzere ayrı bakanlık toplantıları ve yatırım teşvik ajansları arasındaki temasları sürdürme mekanizmaları yer alıyor.
Bununla birlikte projelerin çoğu ikili bazda veya ortak AB-ÇHC programları çerçevesinde yürütüldü; bölgesel bağlanabilirliğin geliştirilmesine yönelik platformlar, Akıllı ve Güvenli Ticaret Hatları Pilot Projesi, Trans-Avrupa Ulaştırma Ağı ve üst düzeyde iktisadi ve ticari konulara ilişkin diyalog.
Normatif bir bakış açısıyla hem Yol Gösterici İlkeler hem de mutabakat zaptları (çoğu kamuya açık değil) yasal olarak da bağlayıcı değildi. Söylemsel olarak hepsi Avrupa’nın ortak çizgisini destekliyordu ve Orta Vadeli İşbirliği Ajandası, 2020 yılına kadar AB ve Çin arasındaki işbirliği dönük stratejik ajandanın parçası olarak kabul edildi. İlgili hazırlık çalışmaları yapılmasına rağmen 2021’de her iki belgenin de güncellenmesi mümkün olmadı. Yol Gösterici İlkeler çerçevesinde, bir çerçeve işlevini yerine getirecek çok taraflı bir çerçeve belge imzalanmadı (Macaristan, Kuzey Makedonya, Sırbistan, ÇHC ile bir Gümrük Kolaylaştırma Eylem Planı imzaladı, ancak bu tam anlamıyla çok taraflı değil).
Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile ÇHC arasındaki proje işbirliği yasal olarak esasen ikili sözleşmelerle düzenleniyor, bu da AB’nin dış ticaret, yabancı yatırım kontrolü ve yabancı işletmelerin iç pazardaki diğer faaliyetlerine dönük mevzuatı ile sınırlı olduğu anlamına geliyor. Buna göre bu mevzuat sıkılaştıkça, özellikle 2019-2021 yıllarında, Yol Gösterici İlkelere daha az sayıda inisiyatif dâhil edildi.2 2021’deki çevrimiçi toplantıyı takip eden eylem planı oldukça sınırlı ve geleneksel “taraflar” ifadesi yerine, pek çok projeyle ilgili olarak “ilgili taraflar” yazıldı, bu da ortak fikir birliğinin erozyona uğradığını vurguluyordu.
Pratik düzeyde işbirliğinin göstergeleri iyi olmakla beraber çok yüksek değil. Format, Çin yatırımlarını Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomilerine çekme ve karşılıklı ticareti artırma görevini tamamladı ama bu göstergelerdeki büyümeye Avrupa ekonomileri için ticaret açığının artması eşlik etti; gruptaki pek çok ülke açısından Çin, ihracatın ilk beş kaynağı arasında3, fakat ithalatçı olarak konumu yüksek değil.4
Yatırım konusuna gelince, 2014 yılındaki format çerçevesinde Orta ve Doğu Avrupa’ya 10 milyar dolarlık bir kredi hattı açıldı ve Çin, 2014 ve 2018 yıllarında Yatırım İşbirliği Fonu’nun iki aşamasını başlattı. Büyük AB ülkelerindeki Çin yatırımları ile karşılaştırıldığında bu rakamlar aşırı değil. Kümülatif Çin’in doğrudan yabancı yatırımları sadece Macaristan, Romanya ve Slovenya ekonomilerinde toplamın yüzde 1’ini aşmıyor.5
Kuşak ve Yol Girişimi projelerine gelince, en istikrarlı şekilde uygulananlar Yunanistan’ın Pire limanının geliştirilmesi ve Budapeşte-Belgrad demiryolunun inşasıydı. AB’nin Çin aleyhindeki girişimlerini farklı yıllarda engelleyen ülkelerin Yunanistan ve Macaristan olması dikkat çekici. 2016 yılında Macaristan ve Yunanistan, Lahey Tahkim Mahkemesinin Güney Çin Denizi’nin statüsüne ilişkin kararında Çin’den doğrudan bahsedilmesini engelledi; 2017’nin mart ayında da Macaristan, Çin’deki insan hakları ihlallerine ilişkin AB Ortak Bildirisinin kabul edilmesini engelledi. 2018’in nisan ayında Macaristan’ın Pekin Büyükelçisi meslektaşlarının “Kuşak ve Yol Girişimi’nin AB’nin ticaretin serbestleştirilmesi arzusuyla çeliştiği ve Çin’in devlet teşebbüslerine imtiyaz tanıdığı” yönündeki açıklamasını imzalamadı. Yunanistan 2017’de Çin’de yaşandığı iddia edilen insan hakları ihlallerine ilişkin AB deklarasyonunun BMMYK nezdinde kabul edilmesini engelledi. Yine 2022’de Hırvatistan’daki Pelješac yarımadasında bir köprü inşaatı tamamlandı, fakat projelerin geri kalanı tamamlanmadı ya da askıya alındı. Bu durum Polonya’daki demiryolu projeleri ile Romanya, Bulgaristan ve Hırvatistan’daki altyapı projeleri için de geçerli. Üç Deniz Girişimi’ni Deniz İpek Yolu ve Rijeka (Hırvatistan) ve Koper (Slovenya) limanları da dahil olmak üzere 2016-2019 yıllarında popüler olan CEE rotalarıyla birleştirme fikri dahi hayata geçirilemedi.
Gruptan ayrılan Baltık ülkelerine gelince hiçbirinin Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında projesi olmadı. Ciro açısından Letonya, Litvanya ve Estonya’nın performansı da oldukça mütevazıydı; bu da ekonomik kayıp riskine girmeden formattan çıkarak siyasi puan kazanabilecekleri anlamına geliyor.
Bu Avrupa-Çin ilişkileri açısından ne anlama geliyor?
Letonya, Litvanya ve Estonya’nın “kurallara dayalı düzeni” sürdürme arzusu ve AB dışındaki değil, AB bünyesindeki ortaklarla ilişkilere öncelik vermesi nedeniyle “17+1”den çekilmesi, AB ile Çin arasındaki ilişkilerin siyasallaşması yönündeki genel eğilimle uyumlu.
Formatın geri kalan 14 ülkesi arasında çıkacak birkaç aday var; öncelikle Kuşak ve Yol Girişimi projelerinde yer almayan ve Çin’in dış politikasını açıktan eleştiren Çek Cumhuriyeti ve projelerini ve Çinli şirketlerin aktif ihalelere katılımını askıya alan Romanya. Siyasi olarak Baltık ülkelerine yakın olan Polonya, Orta ve Doğu Avrupa’da Çin’in demiryolu inşa etme ve Avrupa’ya konteyner trafiğini artırma projelerinden çıkarı olan başlıca ülke. Cumhurbaşkanı Duda, 2022’de Pekin’deki Olimpiyat Oyunlarının açılış törenini ziyaret ederek ortak proje imkanlarını bizzat görüştü ve 2023’te 14+1 zirvesinin Varşova’da yapılması planlanıyor. Ancak “domino etkisi” gerçekleşmese bile 14+1 formatı, bir dizi nedenden ötürü Çin’in AB’deki etkisinin ileride tahkim edilmesinde bir faktör olarak görülemez. Birincisi, daha önce en yüksek işbirliği verimliliği olmasa bile CEE ülkelerinin yeni projelere ilgisi vardı, bugün bu nesnel ilgi sadece bölgede değil, aynı zamanda ilerleme eksikliğinden kaynaklanan hüsranın etkisiyle tüm Avrupa’da azalıyor. Daha önceki makalelerden birinde Almanya’nın Çin politikasındaki dönüşümü, Fransa’nın karşılıklı bağımlılığı azaltmaya yönelik eylemleri teşvik edecek olan tutumuyla yakınlaşmasını yazmıştık.
İkinci olarak Brüksel yetkilileri, sürekli olarak Pekin ile ilişkilerde tek bir hat oluşturulmasını ve ülkelerin bu yönde inisiyatif gösterme fırsatlarının en aza indirilmesini savundu. Söylemler eylemlerle destekleniyor: 2021-2027 bütçesi Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine yönelik altyapı ve ekonomik yardım harcamalarında artış yaşandığını gösteriyor ve büyük Avrupalı şirketler, Akdeniz ve Orta ve Doğ Avrupa’daki iç ihalelere katılarak Çin sermayesini sistematik olarak dışarıda bırakmaya başladı.
Üçüncü olarak Avrupa’nın güvenliği alanında yaşanan kriz, AB politikasında pragmatizm ve çok vektörlü politikanın yerini değer odaklı bir yaklaşımın ve transatlantik işbirliğinin önceliğinin almasına yol açıyor. ABD ile Çin arasındaki rekabet ortamında Macaristan hariç Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu Washington ve Brüksel’e karşı çıkmak istemeyecektir.
Dolayısıyla AB ve Çin arasındaki ilişkilerde yapıcı eğilimlerin sürdürülmesinde bir başka faktörün daha ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin kararlı adımlar atması da pek olası görünmemekle birlikte bu ülkeler ile Çin arasındaki etkileşim kanalları giderek daha az sürdürülebilir hale geliyor.
1. Bkz: Orlik I. I., ed. The Eastern turn in the foreign economic policy of the countries of Central and Eastern Europe in the context of the growing crisis in the European Union. Moskova, RAS Ekonomi Enstitüsü, 2017. s. 294.
2. Mevzuat değişikliklerine ilişkin detaylar için bkz. European Union and the People’s Republic of China: Non-strategic partnership? Paper No. 65 / 2022 / V. B. Kashin, S. A. Shein, Yu. Melnikova, L. V. Krasikova ve diğerleri; ed. E. O. Karpinskaya, K. A. Kuzmina ve diğerleri, Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC), 2022. s. 40.
3. Özellikle Yunanistan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya ve Slovenya için. Daha fazla bilgi için bkz: Bolgova I., Melnikova Yu., Lisyakevich R. (2022) Shaping the Chinese Direction of EU Policy: The Role of Central and Eastern European Countries. World economy and international relations. No. 6 (66). s. 79-90. DOI: 10.20542/0131-2227-2022-66-6-79-90.
4. Hiçbir ülke Çin’in en büyük 10 ithalat kaynağı arasında yer almıyor.
5. Bu durum özellikle Yunanistan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya ve Slovenya için geçerli. Daha fazla bilgi için bkz: Bolgova I., Melnikova Yu., Lisyakevich R. (2022) Shaping the Chinese Direction of EU Policy: The Role of Central and Eastern European Countries. No. 6 (66). s. 79-90. DOI: 10.20542/0131-2227-2022-66-6-79-90.
İlginizi Çekebilir
-
Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı
-
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Trump’ın seçim zaferi ve Ukrayna
-
Joseph Nye, Çin’e karşı ABD-Japonya ittifakını güçlendirmeyi önerdi
-
Peru Chancay Limanı, Çin’in Kuşak Yol’u için de yeni fırsatlar açacak
-
Çin’in en büyük bankalarından biri, Rusya’ya yapılan yuan transferlerini engellemeye başladı
-
Batı yaptırımlarının ardından Rusya’da Çin malı otomobil satışları rekor kırdı
DÜNYA BASINI
Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı
Yayınlanma
14 saat önce17/11/2024
Yazar
Harici.com.trLizzi C. Lee, Foreign Policy
13 Kasım 2024
Çin bilinen zorluklara ve bilinmeyen risklere karşı hazırlanıyor.
ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump Beyaz Saray’a dönmeye hazırlanırken, küresel gözlemciler tedirginlik ve ihtiyat karışımı bir tutumla gelişmeleri izliyor. Çinli akademisyenler, ekonomistler ve politika uzmanlarıyla yapılan görüşmeler, Pekin’in ikinci bir Trump başkanlığının sonuçlarını incelerken çok daha incelikli bir bakış açısını ortaya koyuyor. Trump’ın 2016 zaferi Pekin’i hazırlıksız yakaladı. Ancak gümrük tarifeleri, teknoloji kısıtlamaları ve ticari gerilimlerle geçen dört yıl, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve danışmanlarına ABD başkanının oyun kitabını daha iyi anlamalarını sağladı.
Çin için Trump’ın dönüşü, giderek karmaşıklaşan jeopolitik ortamda yeni riskler ve bazı sınırlı ancak anlamlı fırsatlar getirebilir. Trump’ın ilk döneminden alınan dersler bazı fikirler verebilir ancak dünya önemli ölçüde değişti: Çin ekonomisi yumuşadı, COVID-19 salgını kalıcı bir iz bıraktı ve Rusya-Ukrayna çatışması ittifakları yeniden şekillendirdi. Trump’ın kendi fayda-maliyet hesabı bile değişti ve politikaları artık ikinci dönem başkanlığın kendine özgü dinamiklerini yansıtıyor. Bir danışmanının, Xi’nin de bir zamanlar atıfta bulunduğu eski bir atasözünden alıntı yaparak ifade ettiği gibi, “Akıllılar zamana uyum sağlar, zeki olanlar ise koşullara yanıt verir.”
Pekin’in ikinci bir Trump yönetimine karşı izleyeceği yüksek riskli strateji, ulusal güvenliğin ağır topu Donald Rumsfeld’in sözleriyle, farklı miktarlarda hem bilineni hem de bilinmeyeni içeriyor. En üstte en tanıdık olan “bilinen bilinenler” var ve bunların başında da gümrük tarifeleri geliyor.
2016’dan farklı olarak Pekin, Trump’ın dönüşünü, önceki politikaları sayesinde ne bekleyeceğini daha iyi bilerek karşılıyor. Beklenen zorlukların başında Trump’ın yoğunlaştırılmış ‘reshoring’ gündemi ve tüm ithalatlara %10-20 ve Çin’den ithal edilen mallara %60-100 ek gümrük vergisi gibi potansiyel tarifeler geliyor. Bunlar, ülkenin hala yavaş bir toparlanma, emlak istikrarsızlığı ve zayıflayan tüketici talebi ile mücadele ettiği bir dönemde Çin’in ihracata dayalı ekonomisine doğrudan tehdit oluşturacaktır.
Çinli uzmanlar ikinci bir Trump döneminde, ticaret şahini Robert Lighthizer gibi isimlerin daha korumacı ve çatışmacı bir yaklaşıma işaret ettiği sert bir kabine öngörüyor. Steve Mnuchin gibi isimlerin zaman zaman politikalarını yumuşattığı Trump’ın ilk yönetiminin aksine, birleşik şahin bir ekip muhtemelen ılımlılığa çok az yer bırakacaktır. Yine de Pekin, her zaman başarılı olmasa da, iç tüketimi artırmayı ve ihracata bağımlılığı azaltmayı amaçlayan “çift dolaşım” stratejisine hazırlanıyor, ancak sonuçlar durdu: İç talep gecikmekte ve ihracat seviyeleri sabit kalmakta. Pekin, tedarik zincirlerini çeşitlendirmek ve ekonomisini ticari şoklardan korumak için uğraşırken, Güneydoğu Asya’daki Çin yatırımlarının artmasında bu stratejik eksen belirgin bir şekilde görülüyor.
Pekin, konumunu güçlendirmek için ABD şirketlerine karşı önlemlerini artırdı ve uyarı ateşi açmaktan somut darbeler vurmaya geçti. ABD’nin en büyük drone üreticisi Skydio, Çin’in Tayvan Ulusal İtfaiye Teşkilatı’na yaptığı satışlar nedeniyle yaptırım uygulamasının ardından tedarik zincirinde kritik aksamalarla karşı karşıya kaldı. Calvin Klein ve Tommy Hilfiger’ın ana şirketi PVH Corp. şimdi Sincan pamuğunu boykot ettiği iddiasıyla Çin’in “güvenilmez kuruluşlar listesine” girme riskiyle karşı karşıya ve bu da önemli bir pazardaki büyümeyi tehlikeye atıyor. Intel de Çin Siber Güvenlik Derneği’nin, Intel’in gelirinin yaklaşık dörtte birini oluşturan bir pazardaki hakimiyetini tehdit eden güvenlik kusurları iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatması nedeniyle inceleme altında. Bu yaptırımlar ve soruşturmalar, Pekin’in misilleme cephaneliğinin Trump’ın ilk döneminde olduğundan çok daha güçlü olduğunu gösteren daha cesur bir duruşu ortaya koyuyor.
Çinli uzmanlar da ABD ekonomisi için potansiyel bir geri tepme görüyor. Yüzde 60’lık bir gümrük vergisi ABD enflasyonunu yukarı çekerek Federal Rezerv’i daha fazla faiz artırımına zorlayabilir. Çin politika çevrelerinde bazıları bu enflasyon riskini Trump’ın hırsları üzerinde olası bir kontrol olarak görüyor ve artan borçlanma maliyetleri ile varlık oynaklığının Trump’ın agresif gümrük tarifelerine verdiği desteği azaltabileceğini belirtiyor.
Tarifelerin ötesinde Pekin, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika’daki alternatif üretim merkezlerinin karşılaştığı kısıtlamaların da farkında. İşgücü kıtlığı, altyapı zorlukları ve kaynak kısıtlamaları gibi bölgesel darboğazlar, bu bölgelerin Çin’den uzaklaşan üretimi tamamen absorbe etmesini engelleyebilir. İronik bir şekilde, Trump’ın gümrük tarifeleri yerleşik tedarik zincirlerini uygun alternatifler olmadan bozarsa, bu sınırlamalar ABD enflasyonunu daha da kötüleştirebilir.
Trump’ın küreselleşme karşıtı duruşu tanıdık, ateşlediği ideolojik değişimler ise stratejistlerin “bilinmeyen bilinenler” olarak adlandırdığı, anlaşılan ancak tam etkisi belirsiz kalan faktörlere giriyor. Pekin için Trump’ın izolasyonist söylemi, Avrupa’da ve Asya’nın İtalya, Macaristan ve Filipinler gibi bölgelerinde yükselen popülizm dalgasıyla yankı buluyor ve Çin’in küresel hedeflerini hem zorlayan hem de karmaşıklaştıran ideolojik alt akımlar yaratıyor.
Çin’deki bazı milliyetçi sesler Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımını bir fırsat olarak görüyor. Mantık basit: Eğer ABD küresel çerçevelerden çekilir ya da NATO gibi ittifaklardan geri adım atarsa, diğer ülkeler alternatif olarak Çin’e bakabilir. Ancak Pekin’in deneyimli politika uzmanları bu fikre ölçülü bir gerçekçilikle yaklaşıyor. Çin, Batı ittifaklarının parçalanma potansiyelinin farkında olmakla birlikte, Pekin’e doğru toptan bir “pivot ”un olası olmadığının da farkında.
Avrupalı liderler Trump’ın izolasyonizminden dolayı hayal kırıklığına uğramış olabilirler ancak Çin’in artan etkisine karşı temkinli olmaya devam ediyorlar – özellikle de Pekin’in Rusya’nın Ukrayna’daki eylemlerini kınama konusundaki isteksizliği göz önüne alındığında. Rusya ‘ya yönelik bu zımni destek algısı, Avrupa’nın şüpheciliğini derinleştirdi ve Çin’in genişleyen erişiminin Avrupa’nın stratejik çıkarlarıyla uyumlu olup olmadığına dair şüpheleri körükledi.
Pekin’in danışmanları, Trump’ın geri dönüşünü sağlayan aynı popülist güçlerin Avrupa’da da zemin kazanmakta olduğu gerçeğinin de farkında. Ekonomik sıkıntılar korumacılığı teşvik ediyor. Bu hissiyatın somut ekonomik sonuçları var: Çin’in elektrikli araçlarına yönelik gümrük vergileri ve özellikle yüksek değerli sektörlerde diğer ticari korumalar için yapılan çağrılar, Avrupa’nın kendi endüstrilerini koruma arzusunun yoğunlaştığını yansıtıyor.
Pekin için ikinci bir Trump döneminin ideolojik boyutları yeni komplikasyonlar ortaya çıkarıyor. ABD’nin geleneksel küresel rolünden geri çekilmesi yeni açılımlar yaratabilirken, Avrupa’nın Çin’e daha yakın durması pek olası görünmüyor. Çin’in stratejisi, kendisini Trump’ın Amerika’sına doğrudan bir alternatif olarak konumlandırmaktan kaçınmaktır. Bunun yerine Pekin, Trump’ın aksaklıklarının tetiklediği belirsizliklerin ortasında kendisini pragmatik ve istikrarlı bir ortak olarak konumlandırıyor.
Xi yönetimi Afrika, Latin Amerika, Güneydoğu Asya ve Avrupa’nın bazı bölgelerindeki yükselen ekonomilere bu pratik duruşun altını çizerek yatırım teşviklerini, vizesiz girişi ve yeşil ve geleceğin sanayi altyapısına odaklanan yeniden canlandırılmış bir Kuşak ve Yol Girişimi’ni destekledi. Pekin’in amacı, büyüme ve istikrar arayan ülkeler için güvenilir bir ekonomik ortak olarak itibarını güçlendirmek ve bunu yaparken de Trump’ın izolasyonizminin Batı’da ortaya çıkardığı ideolojik çatlaklardan yararlanıyor görünmemek.
Xi, Çin’in özellikle teknoloji alanında kendine güvenme çabalarını hızlandırıyor; bu strateji Çinli danışmanlar arasında popüler olan bir deyimle özetleniyor: “sürekli değişen koşullara sabit bir çekirdekle yanıt vermek”. Kendi kendine yeterlilik dürtüsü yeni değil; “Made in China 2025” bu dürtünün zeminini hazırladı. Ancak Üçüncü Plenum’dan gelen son direktifler ve Xi’nin sık sık tekrarladığı “yeni üretken kalite güçlerini” teşvik etme çağrısı, yapay zeka, robotik ve yarı iletkenler gibi yeni nesil teknolojilerdeki atılımlara odaklanarak bu tutkuyu daha da ileri götürdü. Bu vizyon sadece Batı teknolojisine bağımlılığı azaltmayı değil, aynı zamanda dördüncü sanayi devrimine öncülük etme hedefiyle Çin’in öncü endüstrilerdeki hakimiyetini de ortaya koymayı amaçlıyor. Xi için bu ekonomik bir stratejiden çok daha fazlası; Çin’in iç baskılarına karşı temel bir cevap ve ABD ile rekabetinde nihai koz.
Bu kendine yeterlilik arayışı aynı zamanda küresel güney ile daha güçlü ekonomik bağlar kurmayı da kapsıyor. Xi’nin amacı Batı etkisine alternatif ticaret ağları kurmanın ötesine geçiyor; yaptırımlara dayanıklı bir tedarik zinciri ve finans ağı, yani Çin’in hırslarını bağımsız olarak besleyebilecek Batı baskılarına karşı bağışık yeni bir küresel pazar öngörüyor.
Bir de “bilinen bilinmeyenler” var – tahmin edilemeyecek kadar öngörülemez olan, Trump’la birlikte çok daha ön planda olan bir şey. Trump’ın siyasi üslubunun belirleyici özelliklerinden biri, son derece işlemci bir yaklaşım sergilemesi ve aksi takdirde basit olabilecek politikalara bir öngörülemezlik katmanı eklemesi. Pekin bu pragmatizmi yakından gözlemledi ve Trump’ın ticari içgüdülerinin çoğu zaman ideolojik bağlılıklarından daha ağır bastığını ve zaman zaman müzakere için kapılar açtığını fark etti.
Örneğin ABD Çinli telekom devi ZTE’ye yaptırım uyguladığında Xi bizzat Trump’la görüşerek yaptırımların geri çekilmesini sağladı. Pekin için bu durum, Trump’ın esnekliğinin, kişisel kabul olarak algıladığı yüksek profilli jestlerden etkilenebileceğinin altını çizdi ki Pekin bu dinamiği potansiyel olarak faydalı görüyor.
Pekin ayrıca Trump’ın şov dünyasındaki geçmişini ve imaj ve egoya verdiği önemi de anlıyor. Xi, 2017 yılında Trump ve ailesini geleneksel olarak Çin imparatorlarına ayrılan Yasak Şehir’de eşi benzeri görülmemiş bir resepsiyonla ağırlayarak etkinliğe yabancı liderlere nadiren verilen bir ihtişam kattı. Özenle hazırlanmış bu gösteri Trump’ın yüksek profilli etkinliklerden hoşlanmasını sağlamış ve Xi hakkındaki olumlu izlenimlerini derinleştirmiştir. Bu “kişiselleştirilmiş diplomasi” Pekin’in Trump’ın hassasiyetlerini anladığını gösterdi ve iki lider arasında işbirliğine dayalı bir yakınlığın temelini attı.
Çinli danışmanlar bunu akılda tutarak ikinci bir Trump döneminde de benzer ticari açılımlar yapmaya hazırlanıyor. Perde arkasında Pekin, Trump’ın yakın çevresine gayrı resmi aracılar olarak hizmet edebilecek etkili Amerikan iş dünyası figürleriyle bağlarını geliştiriyor. Örneğin Tesla operasyonları Çin pazarına derinden bağlı olan Elon Musk, ABD’nin ticari çıkarları ile Çinli politika yapıcılar arasında potansiyel bir köprü olarak ortaya çıkabilir.
Bazı danışmanlar da Trump’ın ailesiyle, özellikle de damadı Jared Kushner ve kızı Ivanka Trump ile daha önce yakın ilişki kurmuş olan eski büyükelçi Cui Tiankai gibi isimleri savunuyor. Cui’nin bağlantıları Pekin’e arka kapı diplomasisi için değerli bir “track 1.5” kanalı sunabilir ve ekstra bir erişim ve etki katmanı ekleyebilir.
Yine de Pekin, Trump’ın bu eğilimlerine çok fazla bel bağlama konusunda temkinli. Tayvan’ın ABD koruması için daha fazla ödeme yapması gerektiğini öne süren son açıklamalar Çin’de karışık tepkilere yol açtı. Bazıları bunu ABD’nin Tayvan’a verdiği desteği azaltmaya yönelik bir açılım olarak görürken, diğerleri Trump’ın her an gözden çıkarabileceği bir pazarlık kozu olarak değerlendiriyor. Pekin için bu karışık sinyaller hassas bir dengeleme hareketi yaratıyor: Trump’ın pragmatizminden yararlanmayı hedeflese de, algılanan herhangi bir tavizin bir anda geri alınabileceğini biliyor. Çin, Trump’ın anlaşma yapma tarzını yönlendirirken, onun öngörülemezliğinin tamamen farkında olarak ihtiyatlı bir iyimserlikle ilerliyor.
Trump’ın alışılagelmiş pragmatist tarzının ötesinde Pekin, planlarını altüst edebilecek joker kartlara karşı tetikte. Bilinmeyen bilinmeyenlerin doğası gereği neyi kaçırdığınızı bilmeniz imkansızdır, ancak ABD-Çin ilişkilerini sarsabilecek bazı ciddi ancak öngörülemez değişiklikler var. Örneğin ABD-Rusya ilişkilerindeki ani bir değişim Pekin için önemli sonuçlar doğurabilir. Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki daha yakın bir ittifak, Çin’in Moskova ile ilişkilerini zorlayabilir ve Pekin’i küresel güç yapısı içinde potansiyel olarak izole edebilir. Aynı şekilde Trump’ın Hint-Pasifik bölgesindeki beklenmedik manevraları Çin’in Japonya, Güney Kore ve Hindistan gibi bölgesel güçlerle dikkatle yürüttüğü ilişkilerini sarsabilir.
Çin’in hırsları üzerindeki kritik bir kısıtlama, Washington’un teknoloji ihracatı üzerindeki sıkılaştırıcı kontrolünde yatıyor ve bu da Pekin’in stratejik hesaplarına daha fazla bilinmeyen katan bir taktik. ABD’nin genel niyeti açık olsa da (Çin’in ileri teknolojilere erişimini sınırlamak) Washington’un ne kadar ileri gideceği belirsizliğini koruyor. Son ihracat kontrolleri yarı iletkenler ve yapay zeka gibi önemli alanları hedef alarak Çin’in teknolojik ilerlemesini çok önemli bir zamanda engelleme tehdidinde bulunuyor.
Çinli analistler bu hamleleri sadece rekabetçi engeller olarak değil, Çin’in stratejik alanlarda, özellikle de hem ekonomik büyüme hem de askeri güç için kritik önem taşıyan yapay zeka ve kuantum bilişim alanlarındaki yükselişini durdurmaya yönelik hesaplanmış bir strateji olarak yorumluyor. Pekin yeni kısıtlama katmanlarını izlerken, ABD’nin eylemlerinin ölçeği ve etkisi değişkenliğini koruyor ve Çin’in teknoloji yörüngesine istikrarsızlaştırıcı bir belirsizlik enjekte ediyor. Bu belirsizliklere hazırlıklı olmak için, Xi’nin daha geniş vizyonu, Trump 2.0 ya da diğer güçler tarafından tetiklenen öngörülemeyen küresel değişimlere karşı dayanabilecek kadar dirençli bir ekonomi inşa etmektir; bunu yaparken ekonomik çalkantıları ya da daha da kötüsü Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) kontrolünü istikrarsızlaştırmayı riske atmamayı hedeflemektedir.
Trump’ın dönüşü aciliyet yaratabilir, ancak Pekin Trump’ı kaotik bir dünya düzeninin nedeni olmaktan çok belirtisi olarak görüyor ve bu da Xi’nin Çin’in kendine güvenini güçlendirmeye yönelik uzun süredir devam eden inancını pekiştiriyor. Xi’ye göre teknoloji, tedarik zincirleri ve eğitim alanlarında dayanıklılığı artırmak Çin’i dış şoklardan korumak ve ÇKP’nin iktidarı için gerekli olan istikrarı sağlamlaştırmak anlamına geliyor.
Gerçekte Xi’nin “Trump tarzı” aksaklıkları yönetme zemini Trump’ın ilk döneminden çok önce başladı. Çin’in yaklaşımı her zaman dış baskılara karşı kırılganlıkları en aza indirmeye dayanmıştır ve bu Xi’nin dünya görüşüyle derinlemesine bağlantılı bir yöndür. Yine de bu dayanıklılık arayışı ince bir çizgide yürüyor. Savunmanın güçlendirilmesi Çin’in izolasyonunu derinleştirebilir; bu da paradoksal olarak yeni zayıflıklar yaratabilecek bir kalkan. Yerli tedarik zincirleri ve teknoloji bağımsızlığındaki kazanımlar gerçek bir ilerlemeye işaret ediyor, ancak Xi’nin vizyonunun büyük bir kısmı hala hedefe yönelik. Pekin, giderek daha fazla çalkantıyla tanımlanan bir dünyada Çin’in gücünün hızlı büyümesinden ziyade türbülanslara dayanma kapasitesiyle ölçüleceğinin farkında olarak bu savunmaları güvence altına almak için yarışıyor.
DÜNYA BASINI
Alman Demokratik Cumhuriyeti: Kadın özgürleşmesinde ileriye doğru büyük bir adım
Yayınlanma
15 saat önce17/11/2024
Yazar
Harici.com.trÇevirmenin notu: Batı medyası ve onların anti-komünist temayüllü ideologlarının “despotik”, “merkeziyetçi”, “bürokratik” olarak sıfatlandırdığı “geleneksel sosyalist” devletler, Alman Demokratik Cumhuriyeti, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti, Polonya Halk Cumhuriyeti, Macaristan Halk Cumhuriyeti, Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti, Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti ve Romanya Sosyalist Cumhuriyeti…
Hemen tamamında kadının ev köleliğinden kurtulması ve ev işleri gibi kadını bunaltan, köleleştiren işlerin endüstrinin bir parçası haline getirilmesi, yani evin ekonomik bir birim olmaktan çıkarılması, toplumun yeniden üretimi sorununu ve doğan çocuğun devlet tarafından bakımının sağlanarak kadın üzerindeki yükün hafifletilmesi ve giderek tamamen bir yük, biyolojik olarak gerileten bir yük, olmaktan çıkarılması için muazzam çabalar harcandı. Belki bu çabalar yetersiz kaldı, çok sonraları yavaşladı hatta bir kısmı geri alındı ama bu çabalar harcandı. Bu haklar aynı zamanda, en ileri burjuva demokratik ülkelerde bile, bazı ileri liberal çevreler tarafından sözü edilen ama asla gerçekleştirilmeyen haklardı. Öyle ki kadınlar, ilkel komünal toplumdan bu yana en geniş haklarını ilk olarak bu rejimler altında elde ettiler ve bu hakları fiili olarak da onlarca yıl uyguladılar.
Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, bu “reel sosyalizm” deneyimlerinin kadınlara yönelik politikalarındaki tılsımın sadece rakamsal olarak daha çok istihdamda olmalarında değil, kadını boyunduruğu altına alan bağların kökünden çözülmesinde olduğunu “içeriden”, Alman Demokratik Cumhuriyeti deneyimi üzerinden anlatıyor. Yazarın temel tezi ise, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve buna bağlı olarak üretim koşullarında gerçekleşen radikal değişimlerin, kadınların toplumsal konumunu dönüştürmekteki gücünü kanıtlayan onlarca yıllık bir deneyimin, bugünkü feminist tartışmalara katkı sunabilecek yeni bir perspektif getirebileceği.
Demokratik Almanya deneyiminin ışığında: Kadın özgürlüğünden öğrenebileceklerimiz ve koruyabileceklerimiz
Florentine M. Sandoval
Internationale Forschungsstelle DDR
2 Ekim 2024
Çev. Leman Meral Ünal
Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin (DDR) sona ermesi Doğu Alman kadınlarını bir çağ kadar geriye götürdü. 1989 sonrası gelişen kadın hareketi hâlâ sosyalizmde neyin övgüye değer neyin kınanabilir olduğunu tartışadursun, bu tartışma aslında çoktan gereksiz hale gelmişti: Zira DDR’nin yasaları artık geçerli değildi; aile ve sosyal politika da dahil olmak üzere hiçbir alanda sosyalist sistemle devamlılık yoktu ve olmayacaktı. Aile hukuku alanı yeniden burjuva yasallığı ile düzenleniyordu. Almanya’nın imparatorluk döneminden kalma ceza kanunu maddeleri tekrardan yürürlüğe giriyor, kürtaj ve muayene hizmetlerine erişim yeniden tanımlanıyordu. Doğu Alman ekonomisinin eşi benzeri görülmemiş şekilde özelleştirilmesi ve sanayisizleştirilmesi karşısında kadınlar ya yeni Batı Alman üstlerinin hor görmesi ile ya da işsizlikle sınanacaklardı. Ve genellikle erkeklere olan ekonomik bağımlılıklarına [yeniden] geri dönmek zorunda kaldılar. Kaybedilen asıl şey, kadınların özgürleştirilmesi sorumluluğunu üstlenmiş bir devlet ve toplumdu.
Sosyalist Doğu Almanya’da yaşanan devrimci altüst oluşlar öylesine muazzamdı ki, ortadan kalkışından otuz yılı aşkın süre sonra dahi hissedilmeye ve ölçülmeye devam ediyor. Bu, 2023 itibariyle Doğu’da kadın istihdamının daha yüksek olması, kreşlerin Batı’ya kıyasla yaygınlığı ve Batı’da yüzde 19 olan kadın-erkek ücret farkının Doğu’da yüzde 12 olması gibi göstergelerde kendini sürekli yeniden hatırlatmakta. DDR’nin 40 yıllık varlığı boyunca birçok çelişki ortadan kaldırılamamış olsa da (ev işleri ve [eşit] ücret başta olmak üzere), bu çelişkilerin kapitalist koşullar altında daha da yoğunlaştığı bugünden geriye bakıldığında yine de pek çok şey kaybedilmiş gibi görünüyor.
Fakat DDR, geçmişten bugüne düşürdüğü gölgeyle Batı Alman toplumunu ifşa etmeye devam ediyor ve bugünkü feminist tartışmalarda genellikle eksik olan bir perspektifi açıyor. Çünkü DDR deneyimini Batı’daki ve günümüzdeki feminist hareketten farklı kılan şey, toplumsal üretim ilişkilerinin ve kadınların özgürleşmesi için toplumsal ve kitlesel seferberliğin rolüdür.
DDR’deki kadın politikasının en temel hedefi, mümkün olan en geniş kadın kitlesini üretim sürecine dahil etmekti ve bu da ancak DDR’de bunun toplumsal temeli sağlandığı için mümkündü. Bu strateji, 19. yüzyıl boyunca devrimci işçi hareketi içinde olgunlaşan, kadınların demokratik, sosyal ve ekonomik haklar mücadelesinin bir bütün olarak işçi sınıfının kurtuluşuyla yakından ilişkili olduğu anlayışına dayanıyor. Proleter kadın hareketinin öncülerinden Clara Zetkin gibi isimler, kadınların ezilmişliğinin ve yüzyıllar içinde gelişen ataerkil ilişkiler ile ahlaki değerlerin, özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla sıkı bir bağ içinde olduğunu ve kapitalist üretimle iç içe geçtiğini; dolayısıyla da yalnızca üretim koşullarında radikal bir değişimle kadınların kurtuluşu için gerekli koşulların yaratılacağını savunmuşlardı.
Her ne kadar kapitalist ekonomilerde kadınlar için kaçınılmaz olarak sömürü koşulları yaratsa da, kadınların iş gücüne dahil olması, DDR gibi üretim ilişkilerinin sosyalist tarzda örgütlendiği bir devlette tarihsel olarak ilerici bir tekamül yaratmıştır. Zira özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve buna eşlik eden emeğin doğasındaki değişim, kadınların toplumsal konumunu kökünden değiştirmişti.
Elbette bu, kadınların kendi çabaları olmadan başarılamazdı. Kadınların istihdama kazandırılmak için seferber edildiği pek çok girişimden birine örnek olarak “ev kadınları birlikleri” verilebilir. 1950’li yıllarda, çalışmayan kadınlardan oluşan bu kolektifler, iş gücüne acil ihtiyaç duyulan projelerde çalışmış kadınları daha sonra kalıcı bir işe girmeleri için teşvik ediyordu. Kocalar ile ev içinde yaşanan çatışmaların bu noktada tayin edici bir rolü olduğunun altı kalınca çizilmeli. Kadınların hane içindeki izolasyonuna ilişkin siyasal tartışmalar yeniden canlandı, bu da kadınların üretim sürecine katılımını arttırdı ve dolayısıyla da ekonomik bağımsızlıklarına giden yolu açmış oldu. Diğer bir deyişle, maddi teşvikler ve bilinçlendirme birlikte çalışmış ve etkili olmuştu.
İstihdamın kendisi kapsamlı bir çocuk bakım altyapısının geliştirilmesini ve eş zamanlı olarak ev işlerinin azaltılmasını ve daha iyi bölüşülmesini gerektiriyordu Bunlar birbirini etkileyen ve birbirine bağlı süreçlerdi. Sosyalist işyeri aynı zamanda kadınlar için toplumsal görevlerin iç içe geçtiği bir merkezdi – kültürel etkinlikler, eğitimler ve çocuk bakımı ve sağlık hizmetleri bu merkezler aracılığıyla organize edilmekteydi. Buralarda kadın işçiler kendi başlarına etkili olabiliyor, haklarını talep edebiliyor ve savunabiliyorlardı. Sendikaların kadın komisyonları, bir işyerinin tüm kadın işgücünün kişisel ve mesleki gelişimi için kolektif bir araç olan Frauenförderpläne’nin (“kadınların terfi planları”) hazırlanmasını ve uygulamanın izlenmesini sağlıyordu. Üretken emek en önemli itici güç haline gelirken, yeniden üretim emeği kadınların özgürleşmesinin önündeki en büyük engel olmaya devam edecekti.
Kırk yıl oldukça kısa bir süredir. 1990 yılına kadar çözülmeden kalan sorunlar ve çelişkiler değerlendirilirken bu gerçek muhakkak göz önünde bulundurulmalıdır. Teknik yeniliklere, ev içi sorumlulukların kısmen de olsa toplumsallaştırılmasına ve medyanın erkeklere yönelik çağrılarına rağmen, yeniden üretim işi büyük ölçüde kadınlara bırakıldı. Nitelik farkının kapatılamaması ve/veya kadınların aynı niteliklere sahip olmalarına rağmen yönetim pozisyonlarına ulaşamamaları nedeniyle kadın-erkek ücret farklılıkları devam etti; DDR’nin Gençlik Araştırmaları Merkez Enstitüsü (ZIJ) tarafından yürütülen çalışmaların da gösterdiği gibi, genç nesillerde daha az yaygın olsa bile, aile içindeki geleneksel roller hâlâ varlığını sürdürüyordu.
DDR’de kız çocukları, farklı bir kadın imajıyla büyüdüler ve doğalında hayata dair yüksek beklentiler geliştirdiler; ancak DDR’li son yılların zorlu gerçekliği düşünüldüğünde bu beklentiler her zaman karşılanamadı. DDR’de sosyalizm ve kadın özgürlüğü arasındaki bağlantı kesin bir şekilde kurulmuş ve kanıtlanmış olsa da sosyalist devletin erken yıllarındaki devrimci enerjinin üzerine dahasını inşa etmek mümkün olamadı.
Aslında, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayabilme yolunda eşit işe eşit ücret, eşit eğitim olanakları, eşit ortak karar alma hakkı gibi önemli ilkeler henüz Sovyet İşgal Bölgesi’ndeyken (1945-1949) ortaya konmuştu, çünkü komünistler ve sosyalistler için bunlar, [kadınlar mevzubahis olduğunda] müzakere edilemez, temel haklardı. Ancak DDR’deki deneyimler, bu hakları güvence altına alan temel yapıları inşa etmenin karmaşık ve uzun bir görev olduğunu ve basitçe “yukarıdan” empoze edilemeyeceğini de kanıtlar nitelikte. Doğu Almanya’daki kitlesel inisiyatifler ve demokratik yapılar olmasaydı, gerekli zihniyet değişimini sağlamak ve çeşitli toplumsal grupları kadınların kurtuluşu lehine kazanmak mümkün olamazdı. Birlik meclisleri, kadın komisyonları ve teşvik planları gibi somut araçlar, bu toplumsal zorluğu aşmak için vardı. Bu araçlardan yararlanıp yararlanmamak bireylere bağlı olsa da kullanımı istisna değil kuraldı.
Yoksulluğun arttığı, güvencesizleşmenin olağanlaştığı ve kadın haklarının dünya çapında geriletildiği bir dönemde, bireyselleştirme ilkesinin tam tersini, yani DDR’de olduğu türden kadınların kitlesel ve toplumsal seferberliğini düşünmek önemlidir. DDR’deki 40 yıllık kadın politikası ve teşvikinde nelerin kaybedildiği ve geriye nelerin kaldığı, çözülemeyenler ve mümkün olanlar, günümüzün kadın eşitliği tartışmalarına ve mücadelesine verimli bir şekilde taşınabilir, tabii eğer izin verilirse. Kadınların kurtuluşunu bireysel ilişkilerin bir vaadi olarak görmek yerine tarihsel ve toplumsal bir görev olarak belleyen DDR’nin hem ulaşılan hem de ulaşılamayan politik hedefleri, parçalanmış olan kadın hareketine bir yön sağlayabilir. Bu, her şeyden önce DDR mirasının da bir parçası.
DÜNYA BASINI
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Trump’ın seçim zaferi ve Ukrayna
Yayınlanma
2 gün önce16/11/2024
Yazar
Harici.com.trEditörün notu: Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Soçi’de düzenlenen Valday Kulübü’nde Moszkvater dergisine verdiği mülakatta, Rusya’nın Ukrayna savaşına ilişkin duruşunu ve Batı ile olan gerilimli ilişkilerini değerlendirdi. Ayrıca, Donald Trump’ın olası seçim zaferinin Avrupa ve küresel siyaset üzerindeki etkilerine dair görüşlerini paylaştı. Peskov, Trump’ın seçim kampanyasında barış çabalarına vurgu yapmasına rağmen, bu vaatlerin nasıl hayata geçirileceğine dair belirsizliklerin sürdüğünü ifade ediyor. Trump’ın önceki döneminde ABD ve Rusya arasında gergin de olsa bir diyalog olduğunu belirten Peskov, mevcut Biden yönetiminde bu diyaloğun tamamen kopmuş olduğuna dikkat çekiyor.
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Rusya ile diyalog fırsatları, Trump’ın seçilmesi ve Ukrayna savaşı
Gábor Stier, Moszkvater (Macarcadan Almancaya çeviren: Éva Péli, NachDenkSeiten)
“Donald Trump’ın barışı nasıl tesis edeceği henüz net değil. Ancak Batı ittifakı, bu savaşı başlatmak bile istemeyen Rusya’yı stratejik bir yenilgiye uğratmayı hedefliyor.”
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Soçi’de düzenlenen Valday Kulübü toplantısında Moszkvater’e verdiği mülakatta bu sözleri dile getirdi. Peskov, Rusya ile AB arasındaki ilişkilerin geleceği ve Viktor Orbán’ın barış çabaları hakkında da soruları yanıtladı.
Gábor Stier: Donald Trump’ın zaferi, dolaylı olarak Viktor Orbán için de bir zafer anlamına geliyor. Zira muhtemelen AB liderleri arasında Trump’ı en çok destekleyen isim Macaristan Başbakanıydı. Ayrıca Orbán, Trump’ın vaatlerinden biri olan Ukrayna’da barış için de kararlı bir şekilde çalışıyor. Sizce Trump’ın zaferi, barışa ya da en azından müzakerelere bir adım daha yaklaştırır mı? Bu sonuç herhangi bir fark yaratır mı?
Dmitriy Peskov: Şu anki durum belirsiz ve bu konuda bir şey söylemek için henüz erken. Orbán’ın pragmatizmini biliyoruz ve bu krizden bir çıkış yolu bulma konusundaki kararlılığını görüyoruz. Aynı zamanda, Macaristan Başbakanının bu çatışmada Avrupa Birliği liderlerinin görüşlerini paylaşmadığını da gözlemliyoruz. Diyaloğu reddediyorlar. Fakat bir sorun bu şekilde nasıl çözülebilir? Bu mümkün değil. Trump da seçim kampanyası sırasında barış için çaba göstereceğini söyledi. Fakat bunu gerçekten yapacak mı? Bu fikri nasıl hayata geçirmeyi planlıyor? Bu kesinlikle belirsiz.
Henüz kimse barışın formülünü bilmiyor…
Evet, aynen öyle. Trump, önceki başkanlık döneminde de pek çok şey söyledi. Ancak Rusya bağlamında bunların hiçbirini görmedik. Yine de iki ülke arasında bir diyalog süreci olması onun lehine bir durumdu. Bu görüşmeler oldukça gergindi ama yine de bir diyalogdan söz edebiliriz. Trump’ın başkanlığı, bu anlamda Biden yönetiminden temel bir fark taşıyor.
Trump’ın zaferinin AB üzerindeki etkileri ne olacak sizce? AB elitleri bu sonucu çaresizlikle karşıladı…
Bakın, bu konuda da yalnızca Trump’ın geçmişte ya da seçim kampanyası sırasında söylediklerine dayanarak bir şey söyleyebiliriz. Trump bariz anlamda bir izolasyonist, bu yüzden Avrupa mallarının ABD’ye ihracatını kısıtlayacağı kesin. Gümrük vergilerini artıracak ve böylece Avrupalı üreticiler açısından işleri zorlaştıracak. Avrupa halihazırda Rusya’nın ucuz doğalgazı olmadan zor durumda. Onun yerine, pahalı ABD LNG’sine mahkûm oldular. Böylece Avrupalılar ABD’ye iki kat bedel ödüyor: Önce Rus gazının iki katı fiyatına LNG’yi ithal ediyorlar, sonra da mallarını ABD pazarında satmaya çalışırken zorlanıyorlar. Bu açıkça görülebiliyor.
Gábor Stier: Sizce bu durum AB için bir fırsat oluşturabilir mi? Trump’ın Avrupa’dan biraz uzaklaşması, ABD’nin sunduğu güvenlik garantisinin maliyetini artıracaktır…
Dmitriy Peskov: Evet, Trump zaten ilk başkanlık döneminde NATO üyelerinden savunma harcamalarını gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 2’sine çıkarmalarını talep etmişti. Şimdi ise bu koruma kalkanının maliyeti yüzde 3 ila 4 arasında olabilir.
Gábor Stier: Bu, ihtimal dışı değil. Fakat AB, stratejik özerkliğini güçlendirmek ve kendi savunma kapasitesini oluşturmak zorunda kalacak. Bu nedenle, Trump’ın zaferinin AB için bir fırsat da olabileceğini düşünüyorum.
Dmitriy Peskov: Kesinlikle. Avrupa öncelikle kendi kimliğiyle ilgilenmeli. Bağımsız bir yapıya kavuşmalı ki kendi güvenliğini düşünmeye ve korumaya başlayabilsin. Şu anda Avrupa, Rusya’dan korkuyor. Ancak korkuyorsa, neden diyalog kurmuyor? Bunu anlamıyorum.
Gábor Stier: AB-Rusya-ABD üçgeninden baktığımızda mevcut durum, bu çatışma ve bölünme hem AB’yi hem de Rusya’yı etkiliyor. Ancak üçüncü taraf olan ABD, bu durumdan kazançlı çıkıyor. Siz de öyle düşünmüyor musunuz?
Dmitriy Peskov: Evet, AB ve Rusya kaynaklarını tüketirken, ABD bu durumdan ciddi paralar kazanıyor. Yaklaşık iki yılda bir buçuk trilyon dolarlık bir kazanç söz konusu.
Gábor Stier: Ayrıca Washington, stratejik hedeflerine de ulaşıyor…
Dmitriy Peskov: Kesinlikle. Bu durum AB’yi ABD’ye daha da bağımlı hale getiriyor…
Gábor Stier: […] ve hem Avrupa’yı hem de Rusya’yı zayıflatıyor.
Dmitriy Peskov: ABD bu stratejik hedefi bir asırdır izliyor ve şimdi istediklerini aldılar. Çünkü Rusya ile AB arasındaki ilişkiler neredeyse tamamen bozulmuş durumda ve taraflar arasında artık neredeyse hiçbir diyalog yok.
Gábor Stier: Evet, bu oldukça mantıksız ve kesinlikle iyi bir şey değil. Peki sizce “askerî özel harekâtı” sona ermesinin ardından, savaşın bitiminden sonra, diyaloğu yeniden başlatmak ve ilişkileri yeniden şekillendirmek mümkün olacak mı?
Dmitriy Peskov: Tabii ki, ancak yeni bir temelde. Çünkü Rusya değişti. Neden bu özel askerî harekâtı başlattı? Çünkü kimse onun çıkarlarını dikkate almaya yanaşmadı. Daha önce de söylediğim gibi, Rusya değişti. Fakat yine de mantıklı bir diyaloğa açık kalmaya devam ediyor.
Gábor Stier: Eğer bu çatışmadan çıkış yolu bulma ve bir barış formülü geliştirme gerekliliğinden bahsedecek olursak, Ukrayna’nın silahsızlandırılması meselesinin müzakerelerde NATO üyeliği meselesinden daha önemli olabileceğini düşünüyorum. Zira NATO’ya katılmasa bile Kiev, Batı tarafından silahlandırılmaya devam ediyor. Bu durum Rusya için kabul edilemez bir senaryo ama Avrupa’daki istikrarı da güçlendirmiyor, aksine gerilimi sürdürmeye devam ediyor. Sizce Ukrayna’nın silahsızlandırılması için bir şans var mı?
Dmitriy Peskov: Şu an için böyle bir şans yok. Şu anda neredeyse herkes, savaşın devam etmesi gerektiğini ve Rusya’ya stratejik bir yenilgi yaşatmayı hedeflediklerini söylüyor. Washington’dan Paris’e, Londra’dan Berlin’e kadar bu söylem tekrarlanıyor.
Gábor Stier: Son bir soru: Eğer bu savaş çok uzun sürerse, diyelim ki beş yıl daha devam ederse, Rusya hayatta kalabilir. Ancak bu senaryo, ABD’nin çıkarlarına daha uygun görünüyor; zira Rusya’yı zayıflatmak onların stratejik amacı. Bu durum, nihayetinde Sovyetler Birliği’ni çökerten sürece oldukça benziyor. Sizce bu nedenle, savaşın bir an önce sona ermesi Rusya’nın çıkarına mı?
Dmitriy Peskov:
Evet, bu doğru. Rusya’nın bu savaşı istemediği aşikâr. Böyle bir niyeti yoktu. Savaş, her zaman çıkarların korunmasında başvurulacak son çaredir.
Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı
Alman Demokratik Cumhuriyeti: Kadın özgürleşmesinde ileriye doğru büyük bir adım
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Trump’ın seçim zaferi ve Ukrayna
Joseph Nye, Çin’e karşı ABD-Japonya ittifakını güçlendirmeyi önerdi
Peru Chancay Limanı, Çin’in Kuşak Yol’u için de yeni fırsatlar açacak
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Rusya-Ukrayna Savaşında Kuzey Kore’nin askeri hamlesinin etkileri
-
AMERİKA2 hafta önce
ABD seçimlerinde “üçüncü aday”: Jill Stein
-
RUSYA5 gün önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA1 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA2 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
İsrail’in ‘sekiz cepheli çatışmada’ tuzağa düşürülmesine dair bir inceleme
-
DÜNYA BASINI5 gün önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi