Eski Ürdün Başbakanı ve Uluslararası Adalet Divanı eski Başkan Yardımcısı Awn Shawkat Al-Khasawneh Harici’ye konuştu. 5 devletin Netanyahu’nun yargılanması için UCM’ye başvurduğunu söyleyen Al-Khasawneh, uluslararası toplumun yapısı gereği ‘kararların uygulanmaya konulmasının zor olduğunu’ belirtti.
2011-2012 yıllarında Ürdün Başbakanı olarak görev yapan Awn Shawkat Al-Khasawneh, ayrıca 2000’den beri Uluslararası Adalet Divanı üyesidir ve başbakanlığı öncesinde bir dönem Divan’da başkan yardımcılığı yürütmüştür.
Ürdünlü bir uluslararası hukukçu, devlet adamı ve diplomat olan Awn Shawkat Al-Khasawneh, Haşimi Kraliyet Mahkemesi başkanlığının yanı sıra, Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu ve Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonunda görev yaptı. Al-Khasawneh, dünyanın önde gelen üniversitelerinde çeşitli uluslararası hukuk konularında yayınlar yapmakta ve dersler vermektedir.
İsrail’in 7 Ekim’de Hamas’ın baskınına karşılık olarak Gazze’de sivillere yönelik başlattığı hedef gözetmeyen saldırılar 2 ayı geride bırakırken, en az 8 bini çocuk, 6 bini kadın olmak üzere, 18 bini aşkın insan öldürüldü. Gazzeli sivillere yönelik abluka ve saldırılar sonucu uluslararası kamuoyunda tepkiler artarken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) “savaş suçu, soykırım suçu ve insanlığa karşı suçlardan” yargılanması yönünde talepler yükseliyor.
Awn Shawkat Al-Khasawneh, uluslararası kurumların ve UCM’nin atabileceği adımlar ve bölge ülkelerinin çatışmadaki rolü hakkında Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.
‘Nüfus transferi yapmama yükümlülüğü var’
İsrail’in Filistinlileri Gazze Şeridi’nden göç etmeye zorlaması Ürdün’ü doğrudan tehdit ediyor. Kral Abdullah, Ürdün’ün Filistinli mültecileri istemediğini açıkça ifade etti. Ürdün’ün bu konuda aldığı önlemler var mı? Yoksa Ürdün kapılarını açacak mı? ABD, Ürdün’ü bu konuda anlaşmaya varmaya ikna edebilir mi?
Öncelikle konuyu Ürdün-İsrail Barış Anlaşması’ndan görelim. Anlaşmanın önsözünde iki devletin zorla nüfus transferi yapmamakla yükümlü olduğunu belirten bir madde var. Eğer böyle bir şey olursa, bu anlaşmanın ihlali anlamına gelecektir. Böyle bir durumda Ürdün’ün ne yapacağını gerçekten bilmiyorum ve kimse de bilmiyor. İşlerin bu noktaya gelmemesini ve bu durumda -ben eski bir yargıcım dolayısıyla yargı konusunu atlamayacağım- muhtemelen bunun bir savaş suçu ve insanlığa karşı suç olacağını umduğumuzu ifade ettik. Bu durum birçok uluslararası anlaşma metnine de yansımıştır.
‘5 devlet Netanyahu’ya karşı UCM’ye başvurdu’
Siz yargı konusundan söz etmişken, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere liderlerden Netanyahu’nun işlediği savaş suçlarından dolayı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması yönünde çağrılar geldi. Uluslararası hukuk otoritelerinin Netanyahu’ya karşı herhangi bir adım atabileceğini düşünüyor musunuz?
Başbakan Netanyahu’nun da aralarında bulunduğu İsrailli yetkililerin adalet önüne çıkarılması için halihazırda beş devletin UCM’ye başvurma kararı var.* Ama yine ne olacağı şu an için bir soru işareti, UCM’de yavaşlığı nedeniyle bu başvurulara yanıt verecek kararlar çıkamıyor.
‘Sadece mağlup bir ülke olduğunda uluslararası mahkeme kuruluyor’
Uluslararası toplumun İsrail üzerinde hiçbir gücü ve etkisi yok. Netanyahu, UCM’de yargılansa bile ciddi bir sonuç alınabileceğini düşünüyor musunuz?
Şu anki durumda, üzücü gerçek şu ki (onun suçunu) ne kadar hissedersek hissedelim, suçluluğu kanıtlanana kadar herkesin masum olduğu varsayımı uygulanacak. Tabii ki, kanıtlar makul bir durumun olduğunu gösteriyor ancak bunun ötesine geçmek için dava edildiğini varsayarsak, birçok durumda devletlerin – hatta bazen yoksul ve dost devletler için bile geçerli – ve uluslararası toplumun doğası nedeniyle bu kararları uygulamaya koymak zor olmuştur. Aslında bu, şu anlama geliyor; eğer savaş suçundan suçlu bulunursanız, bu sizin üzerinizde bir damga olarak durur ve gelecekte işler değişebilir. Ancak sadece mağlup bir ülke olduğunda, Nürnberg Mahkemeleri (2. Dünya Savaşı’nın galipleri tarafından 1945’te Almanya’nın Nürnberg şehrinde kurulan ve Nazi savaş suçlularını yargılayan mahkeme) gibi, uluslararası bir mahkemenin mümkün olabileceğini düşünmekten nefret ediyorum. Bu organların yaratılma sebeplerinden biri de bunun sadece galip gelenin davasının adaleti olmasını engellemekti.
‘Arapların, İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşim politikalarını durdurması için ısrar etmemesi stratejik bir hataydı’
1994’te İsrail’le barış anlaşmasını müzakere eden Ürdün ekibinin hukuk danışmanıydınız. Ürdün, Mısır’dan sonra İsrail’i resmen tanıyan ikinci Arap ülkesi oldu. Bugün Gazze’deki katliama baktığımızda, bu noktada Arap ülkelerinin İsrail ile normalleşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? İsrail’in tüm dünyanın gözü önünde böyle bir katliam gerçekleştirmesinde Arap ülkelerinin İsrail’le normalleşme çabalarının rolü var mı? Gazze savaşı sonrasında İsrail ile normalleşme süreci devam edecek mi?
Aslına bakarsanız işler çok değişti. Ürdün ile İsrail arasında barış anlaşmasının imzalanmasından bu yana işler tamamen değişti. Esasında bunu kişiliklere indirgemek istemiyorum ama o dönemde iki önemli siyasetçi vardı. Bir yanda merhum Kral Hüseyin**, bir yanda merhum İzak Rabin. Büyük beklentiler vardı: Bu, Ortadoğu’nun tamamını kapsayacak bir barışın başlangıcı olacaktı. Bizim, Arapların yaptığı stratejik hatanın İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşim politikalarının durdurulmasında ısrar etmemesi olduğunu düşünüyorum. Şimdi geriye dönüp baktığımızda ilk olarak Rabin öldürüldü. Bu bir soru işaretidir; Rabin’in eşi Liya’nın İsrail’in şu anki liderinin elinde kocasının kanının olduğunu söylediği kayıtlarda yer alıyor.
Yani bu beklentilerin hiçbiri gerçekleşmedi. Bunun yerine Kral Hüseyin ve Rabin’in vefatından bu yana anlaşmanın uygulamaya konulan tek kısmı normalleşme oldu. Normalleşmenin Filistin halkının temel haklarının hayata geçirilmesiyle eşgüdümlü ilerleyeceği her zaman anlaşılmıştır. Bana göre İsrail, iyi niyetle pazarlığın kendi payına düşen kısmını tam olarak yerine getirmedi. Bunun çok üzücü bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü o anlaşmayı müzakere eden biri olarak o dönemde Araplarla Yahudilerin bir arada yaşaması umudumuzdu. Müslümanlar ve Yahudiler bir arada yaşayacaktı. Çünkü bu bizim tarihimiz. İsrail için demek istemedim, örneğin Osmanlı İmparatorluğu dahil olmak üzere iyi bir örneği kastettim. Sözde Reconquista*** (Yeniden Fetih) sonrasında Yahudilerin İspanya’dan nereye sürüldüklerini, Filistin’e, Türkiye’ye ve Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer bölgelerine sığındıklarını, Yahudi topluluklarının Müslüman dünyasının her yerinde var olduğunu hatırlıyorsunuzdur. İsrail’le barış anlaşmasını müzakere eden ekibe katılmayı kendime haklı çıkarabilmemin nedenlerinden biri de buydu.
‘İsrail’le barış anlaşmasının geldiği nokta’
Tabii ki, anlaşma bir uzlaşmaydı. Saf adalet açısından bakacak olursak Filistinlilerin haklarından vazgeçmenin hiçbir anlamı yoktu. Ama bazen adalet ile barışın birbiriyle çeliştiğini düşündük. Bu Ortadoğu halklarının acılarına son verecekti. Ne yazık ki durumun böyle olmadığı kanıtlandı. Ve bu, mevcut durumu sadece büyük can kayıpları açısından tehlikeli ve üzücü kılmakla kalmıyor. Orantısız ve korkunç üç ay… Sivil nüfusun su, yatak gibi temel ihtiyaçların reddedildiği Orta Çağ’daki barbarların savaşları gibi. Ve siz ayrım gözetmeksizin çocukları öldürüyorsunuz, buna ek olarak, bu Ortadoğu’yu gerçekten de İsrail’i dönüp avlayabilecek bir savaş yoluna sokmuş olacak. (İsrail) ilk etapta gösterdiği tutumdan çok büyük pişmanlık duyabilir.
‘Özgür bir seçim olursa Hamas kazanır’
Sizce Gazze savaşı sonrası ne olacak?
Savaştan sonra Gazze’yi kimin yöneteceğine dair pek çok plan var. İsrailliler gerçekten de Gazze’yi kimin yöneteceğine dair -kara mizah tadında- planlar yapıyor, planlar hazırlıyor. Buna eninde sonunda karar verecek olan Gazze halkıdır. Ve bunun yokluğunda, kendilerinin ve dünyadaki pek çok insanın terör örgütü olarak değil, ulusal kurtuluş örgütü olarak gördüğü Hamas, özgür bir seçim olması durumunda muhtemelen yeniden kazanacak gibi görünüyor. Birçok kişi Gazze’de yapılan seçimin Ortadoğu’da demokratik olarak yapılan tek seçim olduğunu söylüyor. Yani Batı ‘demokrasi’ deyip demokrasiyi yaymak istediğinde örneğin; Hillary Clinton şunu bunu söylüyor ama seçim sevmediği insanları ortaya çıkardığında bunların hepsinin bir anda yok oluyor olması şaşırtıcı.
‘Irak, Suriye ve Libya’nın tahribatı bu sonucu doğurdu’
Bugün neden Arap ve Müslüman ülkeler İsrail’i caydırmak için kınamanın ötesinde adımlar atmıyor? Geçmişte Araplar İsrail’e karşı birçok kez savaştı. Ancak bugün İsrail’in en sert mücadelelerini bile kınamakla yetiniyorlar. Bu ülkelerin liderleri artık Filistin sorunu ile kendi ülkelerinin çıkarını bir görmüyor mu?
En azından İslam dünyasının Arap kesimi için üzücü bir yorum. O kampta bir kargaşa var. Bu birkaç ay öncesinin ürünü değil. Irak’ın tahribatı, Suriye’nin tahribatı, Mısır’ın ekonomik sorunları, Libya’nın yıkılması vs. ile uzun bir süreç oldu. Ne yazık ki hepsi bu sonucu doğurdu. Ama sizi temin ederim ki, Arap ülkelerini yönetenler ne düşünürse düşünsün, Filistin meselesi Arap dünyasında yaşayan herkesin kalbindedir. 7 Ekim’de yaşananlara verilen spontane tepkide tam da bu yaşandı. Çünkü bunun çok uzun süredir dayanılmaz bir durum olduğu ve bu durumdaki pek çok insanın bu durumdan kurtulmaya çalışmasının kaçınılmaz olduğu pek çok saygın insan tarafından hissediliyor. Kim olursa olsun sivillerin öldürülmesini hiçbir şekilde tasvip etmiyorum. Ama bunun durup dururken olmadığını düşünüyorum. Bu, insanları bir toplama kampı olarak gerçekte tüm niyet ve amaçlara varan bir yere koyma bağlamının, aşağılama bağlamının bir parçasıydı; bu, Nazizm yönetimindekilerle aynı özelliklerde değil belki ama aynı derecede kötü ve sakıncalı.
ABD’nin Suriye ve Irak’taki üsleri sık sık saldırıya uğruyor. Pentagon’un güçlerini daha çok Ürdün ve BAE’deki üslerinde yoğunlaştırabileceği söyleniyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Ortadoğu’da, Ortadoğu’nun hemen hemen tüm ülkelerinde Amerikan üsleri var. Kızıldeniz’de ondan az Amerikan üssünün olmadığı söyleniyor. Yani bir anlamda dünya üzerinde ilan edilmemiş bir Amerikan İmparatorluğu’nda yaşıyoruz. Nasıl değişecekleri gerçekten benim bilgimin ötesinde.
‘Farklı bir dünyanın doğumunun kanlı olması kaçınılmaz’
Ukrayna ve Gazze savaşları ABD’nin Ortadoğu’daki etkisinin azalmasına yol açarken, Çin ve küresel güney ülkeleri Gazze çatışmasında arabulucu olma yolunda öne çıkıyor. Bu süreçte Arap ülkeleri liderlerinin ilk olarak Çin’i ziyaret ettiğini de düşünürsek, Gazze’de çözüm bulunmasında başta Çin olmak üzere küresel güney ülkelerinin rol oynayabileceğini düşünüyor musunuz?
Güçlü şüphelerim var. Çin’in ve hatta Rusya’nın rolü konusunda güçlü şüphelerim var. Söyleyebileceğim tek şey, bilge insanların, zamanlarını en iyi yorumlayabilen kişiler olduğudur. Ve Batı’nın bu hakimiyetine meydan okunduğu bir dönemden geçiyoruz. Ve tarihin derslerinden biri de ister belirli bir ülke içinde ister uluslararası alanda olsun, egemen bir grup ayrıcalıklı bir konumda olduğunu hissettiğinde, bu onların mantık dışı ve hatta bazen suç teşkil eden eylemlere başvurduğu zaman olduğunu söyler. Temel değişikliklerin olduğu bir dönemde, tek kutuplu bir dünyada, muhtemelen aynı güçte olmayan diğer kutuplaşmaların ortaya çıktığı bir dünyada, zor bir doğum olması kaçınılmaz; kanlı bir doğum olması kaçınılmaz.
* UCM’nin 17 Kasım’da yaptığı çalışmalara göre, mahkemeye üye 5 ülke; Güney Afrika, Bolivya, Bangladeş, Komorlar Birliği ve Cibuti, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları hakkında soruşturma talebinde bulundu.(AA)
** Kral Hüseyin bin Talal (1935-1999) modern Ürdün’ün ‘babası’ olarak biliniyor. 1991’de Kral Hüseyin, Madrid Barış Konferansı’nın toplanmasında önemli bir rol oynadı. (http://www.kinghussein.gov.jo/biography.html)
*** Granada Krallığı 1238’de Kral V. Ferdinand ve Kraliçe I. Isabella’nın Hıristiyan kuvvetlerinin eline geçer ve Mağribiler, İspanya’daki son dayanaklarını da kaybeder. (https://www.history.com/this-day-in-history/reconquest-of-spain)