Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Eski Ürdün Başbakanı ve Uluslararası Adalet Divanı eski Başkan Yardımcısı yanıtladı: Netanyahu UCM’de yargılanacak mı?

Yayınlanma

Eski Ürdün Başbakanı ve Uluslararası Adalet Divanı eski Başkan Yardımcısı Awn Shawkat Al-Khasawneh Harici’ye konuştu. 5 devletin Netanyahu’nun yargılanması için UCM’ye başvurduğunu söyleyen Al-Khasawneh, uluslararası toplumun yapısı gereği ‘kararların uygulanmaya konulmasının zor olduğunu’ belirtti.

2011-2012 yıllarında Ürdün Başbakanı olarak görev yapan Awn Shawkat Al-Khasawneh, ayrıca 2000’den beri Uluslararası Adalet Divanı üyesidir ve başbakanlığı öncesinde bir dönem Divan’da başkan yardımcılığı yürütmüştür.

Ürdünlü bir uluslararası hukukçu, devlet adamı ve diplomat olan Awn Shawkat Al-Khasawneh, Haşimi Kraliyet Mahkemesi başkanlığının yanı sıra, Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu ve Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonunda görev yaptı. Al-Khasawneh, dünyanın önde gelen üniversitelerinde çeşitli uluslararası hukuk konularında yayınlar yapmakta ve dersler vermektedir.

İsrail’in 7 Ekim’de Hamas’ın baskınına karşılık olarak Gazze’de sivillere yönelik başlattığı hedef gözetmeyen saldırılar 2 ayı geride bırakırken, en az 8 bini çocuk, 6 bini kadın olmak üzere, 18 bini aşkın insan öldürüldü. Gazzeli sivillere yönelik abluka ve saldırılar sonucu uluslararası kamuoyunda tepkiler artarken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) “savaş suçu, soykırım suçu ve insanlığa karşı suçlardan” yargılanması yönünde talepler yükseliyor.

Awn Shawkat Al-Khasawneh, uluslararası kurumların ve UCM’nin atabileceği adımlar ve bölge ülkelerinin çatışmadaki rolü hakkında Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘Nüfus transferi yapmama yükümlülüğü var’

İsrail’in Filistinlileri Gazze Şeridi’nden göç etmeye zorlaması Ürdün’ü doğrudan tehdit ediyor. Kral Abdullah, Ürdün’ün Filistinli mültecileri istemediğini açıkça ifade etti. Ürdün’ün bu konuda aldığı önlemler var mı? Yoksa Ürdün kapılarını açacak mı? ABD, Ürdün’ü bu konuda anlaşmaya varmaya ikna edebilir mi?

Öncelikle konuyu Ürdün-İsrail Barış Anlaşması’ndan görelim. Anlaşmanın önsözünde iki devletin zorla nüfus transferi yapmamakla yükümlü olduğunu belirten bir madde var. Eğer böyle bir şey olursa, bu anlaşmanın ihlali anlamına gelecektir. Böyle bir durumda Ürdün’ün ne yapacağını gerçekten bilmiyorum ve kimse de bilmiyor. İşlerin bu noktaya gelmemesini ve bu durumda -ben eski bir yargıcım dolayısıyla yargı konusunu atlamayacağım- muhtemelen bunun bir savaş suçu ve insanlığa karşı suç olacağını umduğumuzu ifade ettik. Bu durum birçok uluslararası anlaşma metnine de yansımıştır.

‘5 devlet Netanyahu’ya karşı UCM’ye başvurdu’

Siz yargı konusundan söz etmişken, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere liderlerden Netanyahu’nun işlediği savaş suçlarından dolayı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması yönünde çağrılar geldi. Uluslararası hukuk otoritelerinin Netanyahu’ya karşı herhangi bir adım atabileceğini düşünüyor musunuz?

Başbakan Netanyahu’nun da aralarında bulunduğu İsrailli yetkililerin adalet önüne çıkarılması için halihazırda beş devletin UCM’ye başvurma kararı var.* Ama yine ne olacağı şu an için bir soru işareti, UCM’de yavaşlığı nedeniyle bu başvurulara yanıt verecek kararlar çıkamıyor.

 ‘Sadece mağlup bir ülke olduğunda uluslararası mahkeme kuruluyor’

Uluslararası toplumun İsrail üzerinde hiçbir gücü ve etkisi yok. Netanyahu, UCM’de yargılansa bile ciddi bir sonuç alınabileceğini düşünüyor musunuz?

Şu anki durumda, üzücü gerçek şu ki (onun suçunu) ne kadar hissedersek hissedelim, suçluluğu kanıtlanana kadar herkesin masum olduğu varsayımı uygulanacak. Tabii ki, kanıtlar makul bir durumun olduğunu gösteriyor ancak bunun ötesine geçmek için dava edildiğini varsayarsak, birçok durumda devletlerin – hatta bazen yoksul ve dost devletler için bile geçerli – ve uluslararası toplumun doğası nedeniyle bu kararları uygulamaya koymak zor olmuştur. Aslında bu, şu anlama geliyor; eğer savaş suçundan suçlu bulunursanız, bu sizin üzerinizde bir damga olarak durur ve gelecekte işler değişebilir. Ancak sadece mağlup bir ülke olduğunda, Nürnberg Mahkemeleri (2. Dünya Savaşı’nın galipleri tarafından 1945’te Almanya’nın Nürnberg şehrinde kurulan ve Nazi savaş suçlularını yargılayan mahkeme) gibi,  uluslararası bir mahkemenin mümkün olabileceğini düşünmekten nefret ediyorum. Bu organların yaratılma sebeplerinden biri de bunun sadece galip gelenin davasının adaleti olmasını engellemekti.

‘Arapların, İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşim politikalarını durdurması için ısrar etmemesi stratejik bir hataydı’

1994’te İsrail’le barış anlaşmasını müzakere eden Ürdün ekibinin hukuk danışmanıydınız. Ürdün, Mısır’dan sonra İsrail’i resmen tanıyan ikinci Arap ülkesi oldu. Bugün Gazze’deki katliama baktığımızda, bu noktada Arap ülkelerinin İsrail ile normalleşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? İsrail’in tüm dünyanın gözü önünde böyle bir katliam gerçekleştirmesinde Arap ülkelerinin İsrail’le normalleşme çabalarının rolü var mı? Gazze savaşı sonrasında İsrail ile normalleşme süreci devam edecek mi?

Aslına bakarsanız işler çok değişti. Ürdün ile İsrail arasında barış anlaşmasının imzalanmasından bu yana işler tamamen değişti. Esasında bunu kişiliklere indirgemek istemiyorum ama o dönemde iki önemli siyasetçi vardı. Bir yanda merhum Kral Hüseyin**, bir yanda merhum İzak Rabin. Büyük beklentiler vardı: Bu, Ortadoğu’nun tamamını kapsayacak bir barışın başlangıcı olacaktı. Bizim, Arapların yaptığı stratejik hatanın İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşim politikalarının durdurulmasında ısrar etmemesi olduğunu düşünüyorum. Şimdi geriye dönüp baktığımızda ilk olarak Rabin öldürüldü. Bu bir soru işaretidir; Rabin’in eşi Liya’nın İsrail’in şu anki liderinin elinde kocasının kanının olduğunu söylediği kayıtlarda yer alıyor.

Yani bu beklentilerin hiçbiri gerçekleşmedi. Bunun yerine Kral Hüseyin ve Rabin’in vefatından bu yana anlaşmanın uygulamaya konulan tek kısmı normalleşme oldu. Normalleşmenin Filistin halkının temel haklarının hayata geçirilmesiyle eşgüdümlü ilerleyeceği her zaman anlaşılmıştır. Bana göre İsrail, iyi niyetle pazarlığın kendi payına düşen kısmını tam olarak yerine getirmedi. Bunun çok üzücü bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü o anlaşmayı müzakere eden biri olarak o dönemde Araplarla Yahudilerin bir arada yaşaması umudumuzdu. Müslümanlar ve Yahudiler bir arada yaşayacaktı. Çünkü bu bizim tarihimiz. İsrail için demek istemedim, örneğin Osmanlı İmparatorluğu dahil olmak üzere iyi bir örneği kastettim. Sözde Reconquista***  (Yeniden Fetih) sonrasında Yahudilerin İspanya’dan nereye sürüldüklerini, Filistin’e, Türkiye’ye ve Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer bölgelerine sığındıklarını, Yahudi topluluklarının Müslüman dünyasının her yerinde var olduğunu hatırlıyorsunuzdur. İsrail’le barış anlaşmasını müzakere eden ekibe katılmayı kendime haklı çıkarabilmemin nedenlerinden biri de buydu.

‘İsrail’le barış anlaşmasının geldiği nokta’

Tabii ki, anlaşma bir uzlaşmaydı. Saf adalet açısından bakacak olursak Filistinlilerin haklarından vazgeçmenin hiçbir anlamı yoktu. Ama bazen adalet ile barışın birbiriyle çeliştiğini düşündük. Bu Ortadoğu halklarının acılarına son verecekti. Ne yazık ki durumun böyle olmadığı kanıtlandı. Ve bu, mevcut durumu sadece büyük can kayıpları açısından tehlikeli ve üzücü kılmakla kalmıyor. Orantısız ve korkunç üç ay… Sivil nüfusun su, yatak gibi temel ihtiyaçların reddedildiği Orta Çağ’daki barbarların savaşları gibi. Ve siz ayrım gözetmeksizin çocukları öldürüyorsunuz, buna ek olarak, bu Ortadoğu’yu gerçekten de İsrail’i dönüp avlayabilecek bir savaş yoluna sokmuş olacak. (İsrail) ilk etapta gösterdiği tutumdan çok büyük pişmanlık duyabilir.

‘Özgür bir seçim olursa Hamas kazanır’

Sizce Gazze savaşı sonrası ne olacak?

Savaştan sonra Gazze’yi kimin yöneteceğine dair pek çok plan var. İsrailliler gerçekten de Gazze’yi kimin yöneteceğine dair -kara mizah tadında- planlar yapıyor, planlar hazırlıyor. Buna eninde sonunda karar verecek olan Gazze halkıdır. Ve bunun yokluğunda, kendilerinin ve dünyadaki pek çok insanın terör örgütü olarak değil, ulusal kurtuluş örgütü olarak gördüğü Hamas, özgür bir seçim olması durumunda muhtemelen yeniden kazanacak gibi görünüyor. Birçok kişi Gazze’de yapılan seçimin Ortadoğu’da demokratik olarak yapılan tek seçim olduğunu söylüyor. Yani Batı ‘demokrasi’ deyip demokrasiyi yaymak istediğinde örneğin; Hillary Clinton şunu bunu söylüyor ama seçim sevmediği insanları ortaya çıkardığında bunların hepsinin bir anda yok oluyor olması şaşırtıcı.

‘Irak, Suriye ve Libya’nın tahribatı bu sonucu doğurdu’

Bugün neden Arap ve Müslüman ülkeler İsrail’i caydırmak için kınamanın ötesinde adımlar atmıyor? Geçmişte Araplar İsrail’e karşı birçok kez savaştı. Ancak bugün İsrail’in en sert mücadelelerini bile kınamakla yetiniyorlar. Bu ülkelerin liderleri artık Filistin sorunu ile kendi ülkelerinin çıkarını bir görmüyor mu?

En azından İslam dünyasının Arap kesimi için üzücü bir yorum. O kampta bir kargaşa var. Bu birkaç ay öncesinin ürünü değil. Irak’ın tahribatı, Suriye’nin tahribatı, Mısır’ın ekonomik sorunları, Libya’nın yıkılması vs. ile uzun bir süreç oldu. Ne yazık ki hepsi bu sonucu doğurdu. Ama sizi temin ederim ki, Arap ülkelerini yönetenler ne düşünürse düşünsün, Filistin meselesi Arap dünyasında yaşayan herkesin kalbindedir. 7 Ekim’de yaşananlara verilen spontane tepkide tam da bu yaşandı. Çünkü bunun çok uzun süredir dayanılmaz bir durum olduğu ve bu durumdaki pek çok insanın bu durumdan kurtulmaya çalışmasının kaçınılmaz olduğu pek çok saygın insan tarafından hissediliyor. Kim olursa olsun sivillerin öldürülmesini hiçbir şekilde tasvip etmiyorum. Ama bunun durup dururken olmadığını düşünüyorum. Bu, insanları bir toplama kampı olarak gerçekte tüm niyet ve amaçlara varan bir yere koyma bağlamının, aşağılama bağlamının bir parçasıydı; bu, Nazizm yönetimindekilerle aynı özelliklerde değil belki ama aynı derecede kötü ve sakıncalı.

ABD’nin Suriye ve Irak’taki üsleri sık sık saldırıya uğruyor. Pentagon’un güçlerini daha çok Ürdün ve BAE’deki üslerinde yoğunlaştırabileceği söyleniyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Ortadoğu’da, Ortadoğu’nun hemen hemen tüm ülkelerinde Amerikan üsleri var. Kızıldeniz’de ondan az Amerikan üssünün olmadığı söyleniyor. Yani bir anlamda dünya üzerinde ilan edilmemiş bir Amerikan İmparatorluğu’nda yaşıyoruz. Nasıl değişecekleri gerçekten benim bilgimin ötesinde.

‘Farklı bir dünyanın doğumunun kanlı olması kaçınılmaz’

Ukrayna ve Gazze savaşları ABD’nin Ortadoğu’daki etkisinin azalmasına yol açarken, Çin ve küresel güney ülkeleri Gazze çatışmasında arabulucu olma yolunda öne çıkıyor. Bu süreçte Arap ülkeleri liderlerinin ilk olarak Çin’i ziyaret ettiğini de düşünürsek, Gazze’de çözüm bulunmasında başta Çin olmak üzere küresel güney ülkelerinin rol oynayabileceğini düşünüyor musunuz?

Güçlü şüphelerim var. Çin’in ve hatta Rusya’nın rolü konusunda güçlü şüphelerim var. Söyleyebileceğim tek şey, bilge insanların, zamanlarını en iyi yorumlayabilen kişiler olduğudur. Ve Batı’nın bu hakimiyetine meydan okunduğu bir dönemden geçiyoruz. Ve tarihin derslerinden biri de ister belirli bir ülke içinde ister uluslararası alanda olsun, egemen bir grup ayrıcalıklı bir konumda olduğunu hissettiğinde, bu onların mantık dışı ve hatta bazen suç teşkil eden eylemlere başvurduğu zaman olduğunu söyler. Temel değişikliklerin olduğu bir dönemde, tek kutuplu bir dünyada, muhtemelen aynı güçte olmayan diğer kutuplaşmaların ortaya çıktığı bir dünyada, zor bir doğum olması kaçınılmaz; kanlı bir doğum olması kaçınılmaz.

* UCM’nin 17 Kasım’da yaptığı çalışmalara göre, mahkemeye üye 5 ülke; Güney Afrika, Bolivya, Bangladeş, Komorlar Birliği ve Cibuti, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları hakkında soruşturma talebinde bulundu.(AA)

** Kral Hüseyin bin Talal (1935-1999) modern Ürdün’ün ‘babası’ olarak biliniyor. 1991’de Kral Hüseyin, Madrid Barış Konferansı’nın toplanmasında önemli bir rol oynadı. (http://www.kinghussein.gov.jo/biography.html)

*** Granada Krallığı 1238’de Kral V. Ferdinand ve Kraliçe I. Isabella’nın Hıristiyan kuvvetlerinin eline geçer ve Mağribiler, İspanya’daki son dayanaklarını da kaybeder. (https://www.history.com/this-day-in-history/reconquest-of-spain)

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English