Bizi Takip Edin

Avrupa

Fransa’da Halk Cephesi seçimlerden birinci çıktı ama kimse çoğunluk elde edemedi

Yayınlanma

Fransa’da aralarında Boyun Eğmeyen Fransa (LFI), Fransız Komünist Partisi (PCF), Sosyalist Parti (PS) ve Yeşiller’in de bulunduğu Yeni Halk Cephesi (NFP), Ulusal Meclis seçimlerinin ikinci turunda büyük bir sürpriz yaparak birinci parti oldu.

NFP 182 milletvekili çıkarırken, Emmanuel Macron’un ittifakı Ensemble 168 sandalye elde etti. Seçimin en büyük sürprizi ise, ilk turda büyük bir galibiyet elde eden Marine Le Pen’in Ulusal Birlik’i (RN) oldu: RN, yalnızca 143 vekil elde ederek 3. sıraya geriledi. Muhafazakâr Les Républicains da 45 koltuk kazandı.

AB’nin en büyük ikinci ekonomisinde pazar günü yapılan seçimlere katılım oranı %67 ile rekor seviyeye ulaştı. Bu oran ilk turla neredeyse aynı ve parlamento seçimleri için son 30 yılın en yüksek seviyesi.

RN, “taktik oy” sayesinde birinci ve ikinci seçim turları arasında etkin bir şekilde korunan cordon sanitaire’i (güvenlik kordonu) aşmayı başaramadı. Macron yanlısı ve sol görüşlü 200’den fazla aday seçimin ikinci turuna kalırken, üçüncü gelenler geri çekildi, böylece RN karşıtı oylar tek bir adayın arkasında toplanabildi.

Bu da RN’nin yakın gelecekte, her ne kadar 2022’de kazandıkları 88 sandalyeye ek olarak 50 ila 70 sandalye daha kazanmış olsalar da, hükümete girme ihtimalinin şimdilik neredeyse tamamen ortadan kalktığı anlamına geliyor.

Başbakan Gabriel Attal pazar günü yaptığı açıklamada, geleneklere uygun olarak ertesi sabah istifasını cumhurbaşkanına sunacağını duyurdu.

Koalisyon tartışmaları başladı

Yeni Halk Cephesi’nin de 289 sandalyelik mutlak çoğunluğun çok altında kalması, şimdi hangi parlamento koalisyonunun ortaya çıkabileceğini belirlemek için müzakerelerin başlayacağı anlamına geliyor.

Yeşiller, sosyalistler, Ensemble ve LR’nin dahil olduğu ama RN ve LFI’nin yer almadığı bir “merkez” koalisyonu kurulması yönündeki çağrılar artıyor.

Liberal Horizons partisinin başkanı olan eski başbakan Edouard Philippe pazar günü yaptığı açıklamada ancak böyle bir ittifakın “ülkeye hak ettiği istikrarı” sağlayacağını savundu ve “Herhangi bir [net] çoğunluğun ve bir hükümetin olmaması Fransa’yı aşılamaz tehlikelere maruz bırakacaktır. Ülkemizin güvenilirliği etkilenebilir ve kredi notu düşebilir,” dedi.

Mélenchon başbakanlığı istiyor

Yeşiller’in lideri Marine Tondelier bu hafta başında yaptığı açıklamada sosyalistler ve diğer daha merkezci isimlerle geniş bir koalisyona sıcak baktığını söylemişti. Tondelier ayrıca sosyalist meslektaşlarıyla birlikte Jean-Luc Mélenchon’un asla başbakan olmaması gerektiği konusunda ısrar etti.

LFI lideri hem siyasi muhaliflerinden hem de kendi kampından ciddi eleştiriler alıyor ve pek çok kişi onun varlığının istikrarlı bir ittifak umutlarını yok edebileceğinden korkuyor.

Fakat Mélenchon, pazar akşamı yeni hükümete kendisinin liderlik etmesi gerektiğini söyledi.

Oylamadan dakikalar sonra yaptığı konuşmada LFI lideri, “Cumhurbaşkanı, Yeni Halk Cephesi’ni yönetime çağırma yetkisine ve yetkisine sahiptir. Herhangi bir [koalisyon] müzakeresine girmeyi reddediyoruz,” dedi.

Mélenchon, kendi partisi adına yaptığı konuşmada, “hiçbir hile, düzenleme ya da [siyasi] kombinasyonun kabul edilemez olduğunu” söyledi.

“Macron yenilgiyi kabul etmeli”

Mélenchon, sonuçların nüfusun büyük bir kısmı ve kendilerini “tehdit altında” hisseden insanlar için bir “rahatlama” olduğunu ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve bloğunun “yenilgisinin teyit edildiğini” söyledi.

Fransız lider, Macron’u “yenilgiyi” kabul etmeye çağırdı ve ülkeyi yönetmesi için NFP’yi göreve çağırması gerektiğini söyledi.

Mélenchon, “NFP ülkeyi yönetmeye hazır. Rakamlarla desteklenen, iyi organize edilmiş bir planla donatılmış … tek tutarlı seçenektir,” diye ekledi.

Halk Cephesi içindeki çatlaklar belirginleşecek

Sol ittifak ve Macron’un liberalleri, RN’yi kazanmasını engellemek için işbirliği yapma ve taktiksel oy kullanma konusunda anlaşmış olsalar da, Fransa’yı yönetmek için iki grup arasında daha derin bir koalisyon olası görünmüyor.

Mélenchon’un başbakan olmaması konusunda da bir uzlaşma olduğu görülüyor. LFI lideri buna hazır olduğunu söylese de NFP içinde buna onay verecek parti sayısı pek de fazla değil. Dahası, Filistin ve 7 Ekim konusundaki tutumu nedeniyle Mélenchon, “antisemitizmi alevlendirmekle” suçlanıyor.

Mélenchon NFP’nin hükümette “yalnızca kendi manifestosunu” uygulayacağını söylerken, ittifaktaki PS’nin lideri olan milletvekili Raphaël Glucksmann daha uzlaşmacı görünerek “konuşmayı, tartışmayı ve siyasi kültürü değiştirmeyi” teklif etti.

Macron “fikirlerinin hâlâ yaşadığına” inanıyor

İlk ve ikinci tur sonuçlarının artık birinci parti olmadığını göstermesine rağmen, Macron’un hâlâ sonuçlardan memnun olduğu ileri sürülüyor.

Politico’ya konuşan ve seçim sonuçlarını takip ederken Macron’un yanında olduğunu söyleyen bir kişi, Cumhurbaşkanının, “Fikirlerimiz hâlâ canlı ve seçmenlerimizi kaybetmedik,” dediğini aktardı.

Macron’un Rönesans partisi milletvekili Sylvain Maillard, “240 ila 250 milletvekiliniz yoksa Fransa’yı yönetmek mümkün değil. 250 milletvekilinden oluşan bir koalisyonla Rönesans grubunun başkanıydım ve bu zaten çok karmaşıktı,” diyerek parlamento aritmetiğine işaret etti.

Sol ittifak içindeki partilerden biri olan aşırı solun deneyimli ateşli ismi LFI, cumhurbaşkanının liberalleriyle birlikte hükümet kurmayı reddetti. Aynı şekilde Macron’un Başbakanı Gabriel Attal da kendi partisinin iktidarı asla Mélenchon ile paylaşmayacağını söyledi.

RN de moral bozukluğu

İkinci turda aradığını bulamayan Ulusal Birlik’te ise yenilginin nedenleri tartışması başladı.

Parti aktivistleri sonuçlar açıklanırken Mélenchon’u yuhalarken, Başkan Jordan Bardella merkez ve solun “doğal olmayan ittifakını” “müesses nizamın bir oyunu” olarak kınadı.

RN taraftarlarına seslenen Bardella, “Emmanuel Macron, kurumlarımızı kasten felç ettikten sonra, ülkeyi belirsizliğe ve istikrarsızlığa sürükledi. Bunun sonucunda, Fransız halkını aylar boyunca günlük zorluklara herhangi bir yanıt verilmesinden mahrum bıraktı,” dedi.

RN lideri, ülkenin “aşırı solun ellerine itildiğini” öne sürdü.

Le Pen de “Macron’un savunulamaz bir durumda olduğunu” söyledi ve RN’nin yalnızca NFP ile Macron cephesi arasındaki taktiksel oylama nedeniyle kaybettiğini savundu.

Le Pen, “bugünün sonuçlarında yarının zaferinin tohumlarını gördüğünü” dile getirerek, “Zaferimiz yalnızca ertelendi,” dedi.

Teknokrat hükümet ihtimali

Fransa’da kimsenin hükümet kuramaması durumunda konuşulan senaryolardan biri de “teknokrat hükümet.”

“İtalyan usulü teknokrat hükümet” modeli tartışması şimdiden başlarken, Macron’un Ulusal Meclis’in çalışamaması halinde, 1990’ların başından bu yana dört teknokrat hükümete sahip olan İtalya’dan “ilham almak isteyebileceği” konuşuluyor.

Öte yandan İtalya’ya kıyasla Fransa’da daha geniş kapsamlı bir siyasi role sahip bir cumhurbaşkanı olması, teknokrat hükümeti hitmalini azaltıyor. İtalyan cumhurbaşkanının görevi, öncelikli amacı yönetimin ve ülkenin işleyişini sağlamak olan bir uzlaşı hükümeti atamak.

Avrupa

Estonya, nükleer silah taşıyan ABD savaş uçaklarına ev sahipliği yapmaya hazır

Yayınlanma

Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin nükleer silah taşıma kapasitesine sahip NATO müttefiki savaş uçaklarını topraklarında kabul etmeye hazır olduğunu açıkladı.

Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin nükleer silah taşıyan NATO müttefiki savaş uçaklarına ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu duyurdu.

Pevkur, F-35 savaş uçaklarının daha önce Estonya’da bulunduğunu ve yakın gelecekte ülkenin hava sahasını korumak için yeniden görev yapacağını belirtti.

Estonya’dan nükleer silahlı uçaklara yeşil ışık

Savunma Bakanı Pevkur, Postimees gazetesine yaptığı açıklamada, Estonya’nın F-35’leri kabul etme konusundaki tutumunun net olduğunu vurguladı.

Pevkur, “Eğer bu uçaklardan bazıları, menşei ülke fark etmeksizin, çift amaçlı nükleer silah taşıma kabiliyetine sahipse, bu durum bizim F-35’leri kabul etme pozisyonumuzu hiçbir şekilde etkilemez. Elbette müttefiklerimizi kabul etmeye hazırız,” ifadelerini kullandı.

Daha önce NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, ittifak üyesi ülkelerin önümüzdeki dört yıl içinde ABD’den 700 adet F-35 uçağı satın alacağını açıklamıştı.

İngiltere de nükleer misyona katılıyor

NATO içindeki bu hareketliliğe paralel olarak İngiltere, yakın zamanda 12 adet F-35 savaş uçağı satın alma ve Kuzey Atlantik İttifakı’nın nükleer misyonuna katılma niyetini açıkladı.

İngiliz hükümeti, yeni uçakların Norfolk’taki Marham üssünde konuşlandırılacağını belirtti. Bu uçakların hem konvansiyonel mühimmat hem de 50 kilotona kadar güç üretebilen Amerikan B61-12 nükleer bombalarını fırlatma kapasitesine sahip olduğu bilgisi paylaşıldı.

The Telegraph‘a konuşan bir İngiliz askeri kaynak, F-35’lerin uzun menzilli ve gizli teknolojiye sahip olmasının, “nükleer bombaları yüksek hassasiyetle atmak için son derece önemli” olduğunu söyledi.

Rusya’dan ‘karşı tedbir’ uyarısı

Geçen yıl Washington ve Londra, artan Rusya tehdidi karşısında Amerikan nükleer silahlarının yeniden İngiltere topraklarına döndürülmesi konusunda anlaşmaya varmıştı.

The Telegraph‘ın haberine göre, savaş başlıklarının 2008’den bu yana ilk kez Suffolk’taki Lakenheath üssüne yerleştirilmesi ve güçlerinin 1945’te Hiroşima’ya atılan bombanın üç katı olması bekleniyordu.

Daha önce ABD, en yeni F-35 savaş uçaklarından oluşan iki filoyu Lakenheath üssüne kaydırmayı planladığını duyurmuştu.

The Telegraph‘ın kaynakları, bunun taktik nükleer silah taşıyabilen 54 bombardıman uçağını kapsadığını iddia etmişti.

Rusya Dışişleri Bakanlığı ise Moskova’nın, Amerikan nükleer silahlarının İngiltere’ye dönüşünü bir “tırmanış” olarak göreceğini ve “telafi edici karşı tedbirlerle” yanıt vereceğini açıklamıştı.

İngiltere, Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez uçaklara nükleer silah yerleştirecek

Okumaya Devam Et

Avrupa

Orbán ile von der Leyen arasında ‘Onur Yürüyüşü’ atışması

Yayınlanma

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen arasında, Budapeşte’de yapılması planlanan “Onur Yürüyüşü” nedeniyle tartışma çıktı.

Haftalarca süren sessizliğin ardından, von der Leyen çarşamba günü  (25 Haziran) yayınladığı bir video mesajında kutlamaları destekledi. Başkan, “Macaristan yetkililerini Budapeşte Onur Yürüyüşünün gerçekleştirilmesine izin vermeye çağırıyorum. Macaristan ve ötesindeki LGBTIQ+ topluluğuna: Her zaman sizin müttefikiniz olacağım,” dedi.

Orbán ise, sosyal medyada hemen yanıt verdi ve von der Leyen’e “üye devletlerin kolluk kuvvetlerinin işlerine karışmamasını” istedi.

Von der Leyen, Orbán’a karşı çıkmak için bizzat Budapeşte’de bulunmayacak fakat 70’den fazla Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi törene katılmayı planlıyor.

Onlara İspanya Kültür Bakanı Ernest Urtasun, Hollanda Eğitim Bakanı Eppo Bruins, Fransız hükümet temsilcileri, Avrupa’nın önde gelen başkentlerinin belediye başkanları, eski Belçika Başbakanı Elio Di Rupo ve eski İrlanda Başbakanı Leo Varadkar da eşlik edecek.

Belçika’nın Avrupa Komisyonu Üyesi Hadja Lahbib de etkinlik öncesinde bugün Budapeşte’ye gidiyor.

Macaristan ise yabancı devlet adamlarının yasayı çiğneyeceğini açıkça belirtiyor.

Uluslararası konukların listesine rağmen, Adalet Bakanı Bence Tuzson eylemin yasak olduğunu ısrarla vurguluyor.

Bu hafta birkaç büyükelçiliğe gönderilen ve POLITICO tarafından elde edilen mektupta, organizatörlerin hapse atılabileceğini ve kutlamaların yasadışı olduğunu yinelendi.

Mektup, çoğu AB ülkelerinden Budapeşte’de görevli onlarca büyükelçinin etkinliği ve organizatörlerini destekleyen ortak açıklaması üzerine yazıldı.

Tuzson mektupta, “Netlik sağlamak amacıyla, çalışanlarınızın ve meslektaşlarınızın bu gerçeklerden haberdar olmasını rica ederiz. Yasal durum açık: Onur Yürüyüşü yasal olarak yasaklanmış bir toplantıdır ve bu yürüyüşü organize etmek veya duyurmak, Macaristan yasalarına göre bir yıl hapis cezası ile cezalandırılabilen bir suçtur… Yetkililer tarafından yasaklanan bir etkinliğe katılanlar, suç işlemiş olurlar,” diye yazdı.

Yasadışı davranmalarına rağmen, yürüyüşçülerin polis veya sağcı karşı protestocular tarafından doğrudan engellenmesi olası görünmüyor.

Perşembe günü düzenlenen basın toplantısında Orbán, insanlara yürüyüşe katılmamaları çağrısında bulunduğunu ama güç kullanılması planlanmadığını belirtti.

Başbakan, “Macaristan medeni bir ülkedir. Biz birbirimize zarar vermeyiz,” diye ekledi.

Daha büyük endişe, hükümetin katılımcılara para cezası vermek için yüz tanıma teknolojisini kullanıp kullanmayacağı. Bu konu, AB yasalarını ihlal edebileceği için Komisyon tarafından inceleniyor.

Katılımcıların etkinliği tehlikeli görmediklerinin bir işareti olarak, etkinliğe katılacak olan İspanya Kültür Bakanı Urtasun’un sözcüsü POLITICO’ya “Macaristan polisiyle temas halinde olmadıklarını” söyledi.

Sosyalist gruptan Fransız milletvekili Chloé Ridel, “Viktor Orbán’ın popülist söylemleriyle cesaretlenen Macar polisi veya aşırı sağcı aktivistlerden korkmuyorum; protesto için buraya gelen Macar vatandaşlarıyla birlikte Avrupa değerlerini savunmak için buradayız. Bu, otoriter rejimlere karşı mücadelede şüphesiz tarihi bir olay olacak,” dedi.

Avrupa Parlamentosu sözcüsüne göre, “milletvekillerinin ve onlara eşlik edenlerin güvenliği ve emniyeti için her şey hazır.”

Uluslararası mobilizasyona rağmen, Macaristan’da hiçbir siyasi aktör bu eylemden yararlanıyor gibi görünmüyor.

Sol eğilimli Demokratik Koalisyon, Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karácsony’nin Yeşil Partisi veya hicivci İki Kuyruklu Köpek Partisi gibi birkaç LGBTQ+ yanlısı parti Onur Yürüyüşüne katılacak olsa da, bunların desteği muhalefet lideri ve eski Fidesz üyesi Péter Magyar’ın desteğinin çok gerisinde.

Magyar’ın partisi Tisza, Orbán’ın iktidardaki Fidesz partisine karşı farkını giderek artırarak aylardır anketlerde önde gidiyor. Fakat Tisza, Nisan 2026’daki seçimlerde Orbán’dan iktidarı almak için geniş bir çoğunluk oluşturmaya çalışırken, LGBT hakları ve kimlik politikası gibi daha geniş konuları olduğu gibi Budapeşte Onur Yürüyüşünün yasaklanmasını da sistematik olarak görmezden geliyor.

Magyar’ın sağ kolu olarak görülen Zoltán Tarr, “Orbán’ın tuzağına düşmeyi reddediyoruz. Toplumu bölmek ve kamu hizmetlerinin çöküşünden ve artan yaşam maliyetlerinden dikkatleri başka yöne çekmek için tasarlanmış bir kültür savaşı provokasyonunda kullanılmayacağız,” dedi.

Tarr, Tisza liderliğindeki bir hükümetin “elbette toplanma özgürlüğünü zedelemek istemeyeceğini” de sözlerine ekledi.

Yeşil Parti Párbeszéd’in eşbaşkanı Richárd Barabás ise, Onur Yürüyüşünün “Viktor Orbán’ın baskıcı rejimine karşı ortak bir direniş” olacağını savundu.

Son yıllarda Orbán, ABD’deki muhafazakâr-Trumpist “MAGA” hareketinin retoriğini benimsedi ve “cinsiyet ideolojisi” ve “woke kültürü”ne karşı küresel hücumun Avrupa’daki ateşli savunucusu haline geldi.

Geçtiğimiz mart ayında Orbán hükümeti, çocukları korumak gerekçesiyle LGBT topluluğunu “teşvik eden veya sergileyen” kamuya açık toplantıları yasaklayan bir yasayı kabul etti.

Ülke çapında Onur Yürüyüşü kutlamalarını fiilen yasaklayan bu önlem, bir tarafta hükümet, diğer tarafta Belediye Başkanı Karácsony ve Budapeşte Onur Yürüyüşü organizatörleri arasında büyük bir çatışmaya yol açtı.

Budapeşte Onur Yürüyüşü organizatörleri, başkentin 1997’de Doğu Avrupa’da Onur Yürüyüşü düzenleyen ilk şehir olmasından bu yana her yıl olduğu gibi, yıllık etkinliği yine düzenleyeceklerini taahhüt ettiler.

Okumaya Devam Et

Avrupa

Avusturya Şansölyesi Stocker: Göçle mücadelede Merz müttefik

Yayınlanma

Avusturya Şansölyesi Christian Stocker, Berlin’in iç sınırlarda uyguladığı sert önlemler nedeniyle iki ülke arasında gerginlikler sürerken, Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’i Avrupa’ya yönelik “düzensiz göçü” önemli ölçüde azaltmada kilit bir ortak olarak gördüğünü söyledi.

Stocker, POLITICO’nun Berlin Playbook Podcast programında sığınma talepleriyle ilgili olarak, “Prosedürlerin [Avrupa Birliği] dış sınırlarında yürütülmesini sağlayacak bir çözüme ihtiyacımız var. Schengen bölgesindeki iç sınırlarımızı korumak son çözüm olamaz. Bu sadece acil bir çözüm olabilir,” dedi.

Stocker, bugün (27 Haziran) Berlin’de Merz ile görüşecek.

Avusturyalı siyasetçi, “Bu konularda benimle benzer görüşlere sahip Friedrich Merz gibi bir ortağım olduğu için çok mutluyum,” diye ekledi.

Stocker, Avusturya’yı sığınma başvuruları konusunda daha sıkı Avrupa politikalarının öncüsü olarak gördüğünü söyledi.

Almanya, Avrupa’nın daha sert göç önerilerinin bazılarına uzun süredir karşı çıkıyordu, fakat Merz’in göreve gelmesiyle bu paradigma değişti.

Sağcı muhalefet partisi Almanya için Alternatif’in (AfD) baskısı altında, CDU liderliğindeki hükümet, ülkeye gelen sığınmacıların sayısını önemli ölçüde azaltma sözü verdi.

Bu bahar göreve başladıktan sadece birkaç gün sonra, Merz’in içişleri bakanı Almanya’nın sınırlarında, Avusturya da dahil olmak üzere, kontrolleri artırdı ve Alman polisinin sığınmacılar da dahil olmak üzere daha fazla belgesiz göçmeni geri çevireceğini söyledi.

Sınırdaki sıkı önlemler, Almanya ile komşuları arasında gerginliklere yol açtı. Fransa, Polonya ve Avusturya’daki politikacılar, Merz hükümetini Schengen bölgesinde insanların ve malların serbest dolaşımını engellediği için eleştirdi.

Sonuçta, Almanya sınırlarında geri çevrilen sığınmacıların sayısı düşük oldu ve bu durum, eleştirmenlerin Merz’in sıkı önlemlerini büyük ölçüde sembolik olarak nitelendirmesine yol açtı.

Stocker, Almanya’nın sınır kontrollerinin iki ülke arasında önemli gerginlikler yarattığı yönündeki iddiaları önemsemedi ve bunun yerine Merz’in yanında yer alarak Avrupa içinde göç konusunda sert bir tutum sergileyen bir eksen oluşturdu.

Sınır kontrollerine ilişkin olarak, “Bu kısıtlamaların önemli bir etkisi olmadığını düşünüyorum. İç sınırları kontrol etme ihtiyacı varsa ve biz de bunu kendimiz yaptık… Diğer ülkelerin de aynısını yapmasını reddedemem. Başka bir deyişle, bu sınır kontrolleri nihayetinde kalıcı olması amaçlanmayan bir çözümdür, fakat bazen gerekli olabilir,” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English