Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

İran için 2025 zor kararlar yılı olacak

Yayınlanma

“Geçtiğimiz bir yıl içinde İran’da gördüğümüz olaylar, bir Avrupalının bütün hayatı boyunca yaşayacağı olaylardan daha fazlaydı.” Bu cümleyi birkaç ay önce bir İranlının X (eski Twitter) sayfasında okumuştum. İlginç şu ki son İran seyahatimde bir taksi şoförü de tam olarak aynı cümleyi söyledi ve haber okumaktan artık yorulduğundan bahsetti.

Gerçekten de İran, geçtiğimiz bir yıl içinde öyle olağanüstü günler yaşadı ki bu yıl, ülke için son birkaç on yılın en uzun yılı olarak nitelendirilebilir. İranlıların 2024 yılında yaşadığı her bir olay, herhangi bir ülke için başlı başına tarihi bir dönüm noktası sayılabilirdi. Ancak İran, 2024 yılında bu olayların hepsini bir arada yaşadı.

Belki de 2024 yılının en önemli özelliği, yaşanan problemlerin en ufak bir çözüm olmadan 2025 yılına devrediliyor olmasıdır. Bu durum, İranlıların gelecek yıl 2024’ten daha sakin bir yıl geçirip geçiremeyeceklerini belirsiz kılıyor.

Peki, İran’ın geçtiğimiz yıl yaşadığı en önemli olaylar hangileriydi:

İç Siyaset:

Meclis Seçimleri:

1 Mart 2024 tarihinde İran İslam Cumhuriyeti’nin 12. Meclis seçimleri yapıldı ve beklendiği üzere muhafazakarlar Meclis’te çoğunluğu elde etmeyi başardı. Bu seçim, oy kullanma hakkına sahip bireylerin sadece %40’ının katıldığı bir seçimle sonuçlandı ve İslam Cumhuriyeti siyasi tarihinde en düşük katılım oranını kaydetti. Bu olay, İnkılap sonrası İran siyasi tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıydı. Muhalifler bu durumu, İran’ın mevcut siyasi sisteminden halkın uzaklaştığının bir sembolü olarak değerlendirirken, iktidar yanlıları bunu İran halkının hükümete bir protesto mesajı olarak yorumladı.

Anayasa Koruma Konseyi’nin, reformistlerden ve hatta eleştirel muhafazakarlardan birçok Meclis adayını diskalifiye etmesi ve onların seçimlere katılmasını engellemesi, bu siyasi tepkilerin ana nedeni olarak görüldü. Bunun yanında, ekonomik durumun kötü olması da bir diğer neden olarak değerlendirildi.

Pek çok kişi, 12. Meclis’in, dönemin Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin hükümetiyle en uyumlu ve iş birliği yapacak şekilde tasarlandığını düşünüyordu. Büyük şehirlerde seçmen katılımının son derece düşük olması, buna karşılık küçük şehirlerde daha fazla katılım olması, İran toplumunun siyasi sosyolojisindeki değişimlerin göstergesi olarak yorumlandı.

Uzmanlar Meclisi Seçimi:

Meclis seçimleriyle eş zamanlı olarak, İran halkı, altıncı dönem Uzmanlar Meclisi (Meclis-i Hobregan) seçimleri kapsamında, Anayasa Koruma Konseyi tarafından adaylıkları onaylanmış 88 müctehidi seçti.

Uzmanlar Meclisi, İran İslam Cumhuriyeti Anayasası’nın 107. maddesine göre, liderin seçilmesi, görevden alınması ve liderin davranışlarının denetlenmesi sorumluluğunu üstlenen “nitelikli” fakihlerden oluşmaktadır. Her dönemi 8 yıl süren bu meclis, liderin davranışlarını denetleme ve mevcut liderin vefatı durumunda bir sonraki lideri seçme görevini üstlendiği için bu dönem, özel bir önem taşımaktadır.

Birçok kişi, Ayetullah Ali Hamaney’in yaşı göz önüne alındığında, İran İslam Cumhuriyeti’nin bir sonraki liderinin altıncı dönem Uzmanlar Meclisi üyeleri tarafından seçilme olasılığının yüksek olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle, bu dönemin Uzmanlar Meclisi seçimleri önceki dönemlere göre daha büyük bir önem arz etmektedir.

Belki de bu önemden dolayı, Uzmanlar Meclisi temsilcilerinin adaylıklarını onaylama görevine sahip olan Anayasa Koruma Konseyi, bu dönemde oldukça sıkı bir eleme süreci yürütmüş ve İran’ın eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani gibi, daha önce Uzmanlar Meclisi’nde birkaç dönem temsilcilik yapmış kişilerin adaylıklarını reddetmiştir.

Bu sıkı denetimin, Uzmanlar Meclisi’nde daha uyumlu bir yapı oluşturarak, gelecekteki liderin seçimi sırasında en az tartışma ve anlaşmazlık yaşanmasını sağlama amacıyla gerçekleştirildiği düşünülmektedir.

Cumhurbaşkanının Ölümü:

19 Mayıs günü, tüm haber ajansları, İran ve Azerbaycan Cumhurbaşkanlarının katılımıyla gerçekleşen Kız Kalesi ortak sınır barajının açılışının ardından iki komşu ülke arasındaki siyasi soğukluğun sona erdiği yönünde analizler yaparken, aniden “Cumhurbaşkanının helikopterinin acil inişi” haberi gündeme düştü.

Bir saat sonra, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve beraberindeki heyetin iletişim hattının koptuğu anlaşıldı. Helikopterde bulunan diğer isimler arasında Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Doğu Azerbaycan Valisi Malik Rahmati, Doğu Azerbaycan eyaleti Vali-Fakih temsilcisi Seyyid Muhammed Ali Al-i Hâşim, Cumhurbaşkanlığı Koruma Birliği Komutanı ve üç pilot bulunuyordu.

Kurtarma operasyonları, yoğun ormanlık alanlar ve kötü hava koşulları (yağmur ve yoğun sis) nedeniyle büyük zorluklarla karşılaştı. Farklı insansız hava araçlarının, arama kurtarma ekiplerinin ve eğitimli arama köpeklerinin kullanıldığı bu süreçte, Cumhurbaşkanı ve beraberindeki ekibin durumu hakkında kesin bilgi alınması 15 saat sürdü. Sonunda, ertesi sabah Cumhurbaşkanının ölüm haberi doğrulandı.

Cumhurbaşkanının ölümü, onun İran’ın gelecekteki lider adaylarından biri olarak görüldüğü ve birçok kişinin yeni Meclisin hükümetine tam destek verecek şekilde tasarlandığını düşündüğü bir dönemde gerçekleşti.

Ölüm olayı, bir yandan Gazze’de yaşanan olaylar nedeniyle İran ve İsrail arasındaki gerilimlerin giderek tırmandığı bir dönemde dış politikada belirsizliklere yol açarken, diğer yandan Cumhurbaşkanına yönelik bir suikast ihtimalini gündeme getirdi. Resmi devlet raporları, helikopter kazasının ana nedeninin yoğun sis ve kötü hava koşulları olduğunu açıklasa da, kamuoyu şu sorularla ilgili ikna olmadı: Neden üç helikopterden sadece Cumhurbaşkanını ve Dışişleri Bakanını taşıyan helikopter düştü ve düşen helikopterin yeri neden 15 saatte bulunamadı?

Erken Cumhurbaşkanlığı Seçimi:
İbrahim Reisi’nin vefatının ardından, İran Anayasası’nın 131. maddesi uyarınca, “Cumhurbaşkanının ölümü, istifası, hastalığı veya görevden alınması gibi durumlarda, geçici Cumhurbaşkanlığı Konseyi en geç elli gün içinde yeni Cumhurbaşkanının seçilmesini sağlamakla yükümlüdür ve bu süre içinde Cumhurbaşkanlığı yetkilerini referandum hariç üstlenir” hükmüne dayanarak, Cumhurbaşkanlığı seçimleri 6 adayla gerçekleştirildi.

Bu seçim de, Anayasa Koruma Konseyi’nin aday eleme sürecinin gölgesinde yapıldı. Bir reformist aday, 5 muhafazakar adayla yarıştı. Reformist veya ılımlı muhafazakar kanattan tanınmış birçok isim diskalifiye edilerek seçimlere katılma hakkı kazanamadı. Reformist kanattan yalnızca, eski Sağlık Bakanı ve reformist hareketin önde gelen ismi Muhammed Hatemi’nin kabinesinde görev almış Mesud Pezeşkiyan, seçimlere katılmayı başardı.

Pezeşkiyan, seçimlerde %53.6 oy alarak, ultra muhafazakar rakibi Said Celili’yi mağlup etti ve Cumhurbaşkanı seçildi. Kampanya sürecinde ahlak polisinin kaldırılması, ekonomik reformlar ve diplomatik açılım gibi vaatlerle dikkat çekti.

Reformist hareket, Meclisteki muhafazakar temsilcileri, halkın düşük katılımıyla seçilmiş bir azınlık temsilcisi olarak değerlendirirken, Pezeşkiyan’ın Cumhurbaşkanlığına desteğini sürdürüyor. Ancak seçim sonuçlarına göre Pezeşkiyan, halkın yalnızca %25’lik bir kesiminden doğrudan destek alabilmiştir. Pezeşkiyan hükümetinin başarı veya başarısızlık değerlendirmesini başka bir yazıda ele alacağız.

Süregelen Ekonomik Kriz:
2024 yılında İran, önceki yıllarda olduğu gibi ekonomik krizle mücadele etmeye devam etti. Ulusal para biriminin değeri bir yıl içinde %100 oranında düştü ve enflasyon oranı -Merkez Bankası verilerine göre- %40 civarında seyretmeye devam etti. Bu durum, İran ekonomisinde kronik bir hastalığa dönüşmüş durumda. 2020 yılından 2024 yılının sonuna kadar İran’ın ulusal para biriminin değeri 1 dolar karşısında 13 bin tümen iken 89 bin tümen seviyesine düştü. Başka bir deyişle, İranlılar son 5 yılda paralarının %600’den fazla değer kaybettiğini gördü ve bu kaybın önemli bir kısmı son bir yıl içinde gerçekleşti. En kaygı verici nokta ise, bu durumun iyileşeceğine dair kimsenin bir umut taşımamasıdır.

Ulusal para biriminin değer kaybı, buna bağlı olarak enflasyon ve kontrolsüz fiyat artışları, halkın memnuniyetsizliğini artırmış ve bu memnuniyetsizlik zamanla daha da derinleşmiştir.

Enerji Krizi:
Bu yılın yaz aylarından itibaren İran’da önemli bir konu haline gelen ve son haftalarda gündemin ilk sıralarında yer alan bir diğer mesele ise enerji kıtlığı ve ülkenin elektrik ve gaz altyapısının ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kalmasıdır. İran, bu yaz sık sık elektrik ve su kesintileriyle, kış aylarında ise tekrar eden elektrik kesintileriyle karşı karşıya kaldı. Elektrik üretim santrallerinin standartlara uygun çalışmaması nedeniyle hava kirliliği de bu enerji krizinin bir sonucu olarak ortaya çıktı ve çevresel krizlere yol açtı ve açıyor.

Uzmanlar, ülkenin enerji sektörüne yönelik altyapı yatırımlarının eksikliğini, özellikle son yıllardaki ağır yaptırımlar ve hükümet yetkililerinin kötü yönetimini bu durumun başlıca nedeni olarak değerlendiriyor. Bu sorunun önümüzdeki yıl daha da karmaşık hale gelmesi ve önemli sosyal ve siyasi sonuçlar doğurması muhtemeldir.

Sivil Özgürlüklerde İyileşme:
Reformist bir cumhurbaşkanının iktidara gelmesiyle ve geçtiğimiz yıl İran’da başörtüsü meselesiyle ilgili önemli protestoların yaşanmış olması göz önüne alındığında, 2024 yılında kadınların giyim tarzıyla ilgili devlet baskılarının belirgin şekilde azaldığı gözlemlendi. Son haftalarda, geçen yıl engellenmiş bazı popüler mesajlaşma uygulamalarının erişime açılması da sivil özgürlüklerde bir iyileşme olduğuna işaret etmektedir.

Dış Politika:

2024 yılı boyunca İran’ın dış politikası büyük ölçüde Gazze Savaşı’nın etkisi altında kaldı. Yılın ilk aylarında İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarının şiddetlenmesi ve bu operasyonların eşi görülmemiş bir soykırıma dönüşmesi, çatışmaların uzun vadeli olacağını ve bu durumun İran için de sonuçlar doğuracağını gösterdi.

Savaşın uzamasıyla birlikte İran’daki analizler iki ana gruba ayrıldı: Birinci grup, İran’ın İsrail’in savaş tuzağına düşmemesi gerektiğini savunuyordu. Bu gruba göre, İsrail, İran’ı provoke ederek Gazze’deki savaşını savunmasız Gazze halkıyla bir yüzleşme olmaktan çıkarıp İran’la bir çatışmaya dönüştürmeye çalışıyordu. Böylece İsrail, Gazze’deki soykırım suçlarını göz ardı ettirebilir ve kendisini mağdur göstererek ABD ve Avrupa’dan bir uluslararası koalisyonun desteğini kazanabilirdi. Bu grup, İran’ın İsrail’le minimum düzeyde bir çatışmaya girmesi gerektiğini ve İsrail’in İran’ı daha geniş bir savaşa çekmesine izin verilmemesi gerektiğini savundu. Bu yaklaşımı benimseyenler, İran’ın mevcut ekonomik zorluklarını, halkın hükümete olan memnuniyetsizliğini, Cumhurbaşkanının ölümü ve iç siyasi değişiklikleri, olası petrol altyapısına yönelik saldırıları ve İran’ın ana gelir kaynaklarının kesilmesini savaştan uzak durmanın ana nedenleri olarak gördüler.

İkinci grup ise, İsrail’in İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzunu yok etmeye karar verdiğini ve İran’ın İsrail’e ağır darbeler vurması gerektiğini savunuyordu. Bunlara göre, Eğer İran, İsrail’e karşı ciddi bir tepki vermezse, gelecekte bu savaşın bedelini çok daha ağır bir şekilde ödeyecekti. Bu grup, İsrail’e ağır darbeler indirildiği takdirde İran’ın stratejik olarak ölüm ve yaşam arasında bir tercih yaptığını, ancak İsrail’le çatışmadan kaçınmanın gelecekte kaçınılmaz bir çöküşe yol açacağını düşünüyordu. Bu grup, İran’ın İsrail’e karşı sert darbeler vurabileceğini, İran’ın balistik füze saldırılarındaki teknolojik kapasitesini gösterdiğini ve nükleer stratejisini değiştirerek atom bombası üretimi ve testine yönelmesiyle İsrail’e karşı önemli bir caydırıcılık sağlayabileceğini savundu.

Geçen yılki olaylara bakıldığında, İran’ın birinci grubun görüşünü seçtiği ancak İsrail’e karşı bazı saldırılardan da geri durmadığı görülmektedir.

İran’ın dış politikasındaki son bir yılın en önemli gelişmelerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

İsrail’e Karşı İlk Askeri Operasyon: İran ve İsrail arasındaki çatışma, son birkaç on yıldır güvenlik düzeyinde veya vekil gruplar aracılığıyla sürdürülmekteydi. Ancak, nihayet 14 Nisan 2024 tarihinde İran, İsrail’in Şam’daki İran Konsolosluğu’na düzenlediği saldırıya yanıt olarak doğrudan bir füze operasyonu gerçekleştirdi. Bu operasyon, “Va’de-i Sadık 1” olarak adlandırıldı. Söz konusu operasyon, İran ve İsrail arasında gerçekleşen ilk doğrudan yüzleşme, dünyanın en büyük İHA saldırısı ve İran’ın tarihindeki en büyük füze saldırısı olarak nitelendirildi.

Va’de-i Sadık Operasyonu’nda İran, 300’den fazla İHA ve füze fırlatarak Filistin’in İsrail işgali altındaki topraklarını hedef aldı. Bu füzelerden bazılarının, İsrail’in savunma sistemlerini aşarak, Noatim Hava Üssü gibi önemli askeri hedeflere isabet ettiği söylenildi.

Operasyon, İsrail’in 1 Nisan 2024’te Şam’daki İran Konsolosluğu’na düzenlediği saldırıya bir yanıt olarak gerçekleştirildi. İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı, bu operasyonun sebebinin, İsrail’in İran’ın kırmızı çizgilerini aşması ve Şam’daki İran Konsolosluğu’na saldırması olduğunu açıkça belirtti. İsrail’in bu saldırısında, İran Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü’ne bağlı üst düzey komutanlardan biri olan Muhammed Rıza Zahidi dahil olmak üzere yedi kişi hayatını kaybetti.

İran’ın Birleşmiş Milletler’deki temsilciliği, bu askeri operasyonun BM Şartı’nın 51. maddesi uyarınca meşru müdafaa hakkı çerçevesinde gerçekleştirildiğini belirtti.

Birçok uzman, bu operasyonun İsrail’e zarar vermekten ziyade, İran’ın İsrail’in füze savunma sistemlerini aşabilme kapasitesini ve İsrail’e doğrudan bir darbe vurma yeteneğini göstermek amacı taşıdığını ifade etti.

Tahran’da Heniye Suikastı:
Hamas’ın siyasi büro başkanı ve liderlerinden biri olan İsmail Heniye, 31 Temmuz 2024 tarihinde saat 01:37’de Tahran’da, kendisine eşlik eden korumasıyla birlikte İsrail tarafından suikasta uğradı. Heniye, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katıldıktan sonra, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’ne ait bir konaklama merkezine döndüğü sırada suikast düzenlendi.

Bu olay, İran güvenlik servisleri için büyük bir güvenlik felaketi olmasının yanı sıra, İsrail’in tüm olası kırmızı çizgileri aşması anlamına geliyordu. Bu suikast, İran için ciddi bir itibar kaybı olarak değerlendirildi.

Va’de-i Sadık 2 Operasyonu:
1 Ekim 2024’te İran, İsrail’e karşı ikinci bir füze saldırısı olan Va’de-i Sadık 2 Operasyonu’nu gerçekleştirdi. Bu saldırı, İsmail Heniye’nin Tahran’da suikasta uğramasının ardından iki ay sonra ve İsrail’in Hizbullah’ın komuta merkezine yönelik artan saldırılarının ardından düzenlendi. Özellikle Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Hizbullah Güney Cephesi Komutanı Ali Kerki ve Devrim Muhafızları Operasyon Başkan Yardımcısı Abbas Nilfurşan’ın ölümüne yol açan bir hava saldırısından dört gün sonra gerçekleştirildi.

Operasyon kapsamında, Tahran, Kaşan, Tebriz, Şiraz ve Kirmanşah çevresindeki bölgelerden 200 balistik füze, hipersonik Feth ve Hayberşiken füzeleri fırlatıldı.

Bu operasyon, İran’ın İsrail’e karşı gerçek bir güç gösterisi olarak değerlendirildi ve İran toplumunda önemli bir ulusal birlik yarattı. İranlılar, siyasi ve ideolojik bağlılıklarından bağımsız olarak, bu operasyonu ulusal onurlarını savunma eylemi olarak gördüler.

İsrail’in İran’a Saldırısı:
26 Ekim 2024’te İsrail, “Tevbe Günleri Operasyonu” adıyla İran’a üç dalga halinde hava saldırısı düzenledi. Bu saldırılar gece boyunca ve şafak vaktine kadar İran’ın birkaç eyaletinde devam etti ve İran yetkililerine göre oldukça sınırlı hasarlara yol açtı. İsrail, bu saldırıların, İran ve vekil gruplarının “aylarca süren sürekli saldırılarına” ve İran’ın Ekim 2024’te İsrail’e düzenlediği füze saldırısına bir yanıt olduğunu belirtti. Bu operasyonda İran’ın hava savunma kuvvetlerinden 4 kişi hayatını kaybetti.

Bu saldırı, İran’da görünürde büyük bir yıkıma yol açmasa da, İsrail’in ilk kez İran topraklarına doğrudan askeri bir saldırı düzenlemesi nedeniyle, İran-İsrail çatışmasının tarihinde yeni bir sayfa olarak değerlendirildi.

Nükleer Çıkmazın Devamı:
İran ve İsrail arasındaki çatışmalar, İran’ın nükleer meselesine olan ilgiyi gölgede bıraksa da İran, tehlikeli bir gerçekle karşı karşıya: 2015 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2231 sayılı kararıyla kabul edilen ve 10 yıllık geçerliliği olan anlaşmaya göre, İran’ın nükleer anlaşmayı ihlal ettiği tespit edilirse, 5+1 Komisyonu tarafından BM Güvenlik Konseyi’ne bildirilmesi durumunda, herhangi bir daimi üyenin talebi üzerine önceki BM yaptırımları 60 günlük bir süreçte otomatik olarak geri getirilebilecek.

Avrupa ülkeleri ve ABD, nükleer anlaşmanın 10 yıllık süresinin sona ermesine yaklaşırken, İran’ı nükleer taahhütlerini ihlal etmekle suçlamaya çalışmakta ve böylece İran’ı küresel güvenlik için bir tehdit olarak gösterip BM yaptırımlarını geri getirmek istemektedir. İran dışişleri bakanı Abbas Irakçi, birkaç hafta önce bu durumu İran için potansiyel bir kriz olarak tanımladı ve bunun İran için ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısında bulundu. (Önümüzdeki aylarda “Trigger Mechanism” veya “Snapback” olarak bilinen otomatik yaptırım mekanizması hakkında çok daha fazla şey duyacağımızı şimdide söylemek zor bir tahmin değil.)

Bu durum, ABD’de Donald Trump’ın yeniden başkanlık koltuğuna oturmasıyla daha karmaşık bir hal alacaktır.

Bölgesel Konumun Zayıflaması:
İsrail, Lübnan’da sahada kayda değer bir ilerleme sağlayamamış ve geri çekilmek zorunda kalmış olsa da, Hizbullah liderlik kadrosuna yönelik suikastlarla Lübnan direnişine ve dolayısıyla İran’a ağır bir stratejik darbe vurmayı başardı. Bunun ardından Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın siyasi sahneden çekilmesi ve İran karşıtı grupların Suriye’de iktidara gelmesi, İran’ın Hizbullah’a olan kara bağlantısını kesmesi ve Hamas, İslami Cihad ve diğer direniş gruplarına yönelik lojistik destek hattını zayıflatması anlamına geldi. Bu gelişmeler, İran’ın bölgesel konumunu zayıflatarak İran’ı bölgesel politikalarını ciddi şekilde gözden geçirmeye zorlamakta ve zorlamaya devam edecektir.

2024 yılı genelinde, İran iç politikada her ne kadar olaylarla dolu bir yıl geçirmiş olsa da büyük bir kriz yaşamadan yılı geride bırakmayı başardı. Ancak dış politikada, İran şiddetli krizlerle karşı karşıya kaldı; bu krizler, İran’ın bölgesel ve uluslararası politikalarının gelecekte dönüşmesine neden olacak. Bu politik değişim, İran ile bağlantılı bazı grupların eylemlerinde de değişiklik anlamına gelecek ve bu durum, bölgesel dinamiklerde yeni gelişmeleri beraberinde getirecektir.

2025 yılı, İran için şüphesiz ki zorlu ve dalgalı bir yıl olmakla beraber zor kararlar yılı olacak.

GÖRÜŞ

2024 Çin için nasıl geçti?

Yayınlanma

Yazar

2024’te Çin’in ekonomik toparlanması hala yavaş görünüyordu ve birçok gözlemcinin beklentilerini karşılamadı. Ancak, küresel açıdan bakıldığında, Çin dünyanın en büyük büyüme motoru olmaya devam ediyor.

Daha da önemlisi, Çin nihayet uzun süredir beklenen bazı kararlar aldı veya belirli koşullarda değişimler yaşadı. Bu adımlar gecikmiş gibi görünebilir, ancak kesinlikle çok geç sayılmaz.

  1. Ekonomik ve Mali Politikalarda Zamanında Düzenlemeler

2024’te Çin, zorunlu karşılık oranlarının düşürülmesi, altyapı yatırımlarının artırılması ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin gelişiminin desteklenmesi gibi bir dizi destekleyici ekonomik ve mali politika açıkladı.

Borsa hızla toparlandı, büyük şehirlerde gayrimenkul piyasası istikrara kavuştu, imalat PMI yeniden büyüme alanına girdi ve tüketici pazarı kademeli olarak toparlandı.

Sermaye piyasalarına olan güvenin tamamen geri kazanılıp kazanılmadığı belirsizliğini koruyor. Ancak yıl sonunda hükümet, 14 yıl aradan sonra ilk kez “ılımlı gevşek para politikası” kavramını yeniden gündeme getirdiğinden, 2025 yılı umut verici görünüyor.

Bu politikalar pandeminin hemen ardından uygulansaydı, etkileri daha büyük olabilirdi. Yine de, Batı’da finans politikalarındaki aşırı parasal genişlemenin olumsuz sonuçları Çin’de sıklıkla “susuzluğu gidermek için zehir içmek” deyimiyle tanımlandı.

Bu bağlamda, Çin Komünist Partisi’nin tereddütü anlaşılabilir. Neyse ki, değişim çok geç gelmedi.

  1. Emeklilik Yaşının Kademeli Olarak Ertelenmesi

Uzak vadeli etkileri olan bir diğer konu ise Çin’in emeklilik yaşını geciktirme yaklaşımı oldu. Çin’i uzun süredir takip edenler, 1,4 milyar nüfusu yaşlanan bir topluma dönüştürmenin büyük bir zorluk olduğunu bilirler.

Doğum oranlarının düşmeye devam etmesiyle, sözde demografik fırsat penceresi kayboluyor ve emeklilik sistemi üzerindeki baskı artıyor.

Son yıllarda emeklilik yaşının ertelenmesi Çin toplumunda geniş çapta tartışıldı. Diğer ülkelerde olduğu gibi, çoğu Çinli daha uzun süre çalışmaya hevesli olmasa da, bu uygulama kaçınılmaz hale geldi.

Kapsamlı kamu tartışmaları ve Çin Komünist Partisi’nin çeşitli görüşleri dikkate alması sayesinde, kademeli reformlar geniş çapta kabul gördü ve bazı gelişmiş ülkelerde görülen siyasi çıkmazlar veya sokak protestoları önlendi.

Çin Komünist Partisi bu reformu daha erken ve daha kararlı bir şekilde uygulayabilirdi, ancak yaygın tartışmalar kamuoyunun kabulünü artırdı. Bu gecikmenin de kendi içinde bir değeri var.

  1. Bölgesel Diplomaside Stratejik Atılımlar

Çin, bölgesel diplomatik dinamiklerde uzun süredir beklenen değişimlere tanık oldu.

Karmaşık bir jeopolitik ortamda, Çin esas olarak Japonya, Hindistan ve Avustralya ile ilişkileri yumuşatmaya çalıştı. Böylece iç meselelere ve ABD ile rekabete odaklanabilecekti. Ancak, ilk iki alandan farklı olarak, bu durum diğer ülkelerin “iş birliğini” gerektirdi.

Bir yandan, bu yıl yaşanan değişiklikler Çin’in yumuşak ve sert politikalarla yürüttüğü tutarlı çabaların bir sonucudur; diğer yandan, Donald Trump’ın ABD başkanı olarak seçilmesi de rol oynadı. Sonunda bu ülkeler, Çin’e yönelik tutumlarını fark edilir şekilde değiştirdiler.

Sino-Hint sınır sorunu bir kez daha etkili bir şekilde yönetildi, Japonya Dışişleri Bakanı Çin’e yönelik olumlu açıklamalarda bulundu ve Çin-Avustralya ilişkileri bazı dalgalanmaların ardından normale döndü, bu da her iki ekonomiye fayda sağladı. Bu diplomatik atılımlar, Çin için daha elverişli bir bölgesel ortam yarattı.

Bu değişikliklerin daha erken olması daha iyi olurdu, ancak mevcut sonuçlar yine de oldukça tatmin edici.

Özellikle 2024 yılı sonunda Mao Zedong’un doğum yıldönümünde Çin, dünyanın ilk iki altıncı nesil savaş uçağı olduğuna inanılan iki yeni savaş uçağını test uçuşuna soktu. Bu çığır açan olay, Çin’in ileri savaş uçağı teknolojisinde Batı’nın önüne geçtiğini gösterdi.

Aynı gün, yapay zeka şirketi DeepSeek, DeepSeek-V3 adlı yeni model serisinin ilk versiyonunu resmen tanıttı ve aynı anda açık kaynak olarak yayınladı. Açık kaynak modeller arasında test performansı birinci sırada yer aldı ve birçok açıdan kapalı kaynaklı büyük modellerle eşleşti. Hesaplama maliyetinin ise “GPT-4’ün sadece 1/100’ü” olduğu bildirildi.

Bu başarılar daha erken ortaya çıksaydı, ABD’yi Çin ile eşit diyalog ve “sağlıklı rekabet” konusunda daha ciddiye almaya teşvik edebilirdi.

Ancak şu anda bile çok geç değil – özellikle yeni ABD başkanı göreve başlamadan önce. Belki de durumu anlayacaktır.

Okumaya Devam Et

ASYA

Kopuşun yılı: 2024’te KDHC’de neler oldu?

Yayınlanma

Yazar

Geride bıraktığımız 2024 yılı, dünya genelinde siyasi ve ekonomik dengelerin hızla değiştiği ve uluslararası ilişkilerde gerilimlerin tırmandığı bir yıl oldu. Bu dalgalanmalardan en çok etkilenen bölgelerden biri de Kore Yarımadası oldu. 

Kore Yarımadası’ndaki gelişmelerden bahsedildiğindeyse, basında çoğunlukla Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) ve lideri Kim Jong-un’la ilgili kimi yanlış kimi abartı, kimiyse politik motivasyonlu manipülatif içerikler öne çıkıyor. 

1950-1953 yılları arasında yaşanan savaş, imzalanan ateşkes anlaşması ve teknik olarak 74 yıldır devam eden bir savaş hali… Kuzey Kore’de yaşananları ve Pyongyang yönetiminin adımlarını gerçekten anlamak için, konuya bu savaş hali zemininden bakmak şart. Yarımada’da yaşanan ve Yarımada’yı ilgilendiren her güncel gelişmenin kökeni, bir türlü imzalanamayan bir barış anlaşmasında bulunuyor.

Ancak, Kuzey Kore’yle ilgili yayınlanan ve çoğunluğu bir magazin haber dilini çağrıştıran bu aktarımlar, bölgenin dünyayı da etkileme potansiyeli bulunan en büyük gerçekliğini arka plana itiyor: Savaş.

2024 yılı ise, sürekli hatırlanan bu savaş ihtimaline en çok yaklaşılan yıllardan biri oldu.

Peki, 2024’te KDHC’de neler yaşandı? İşte Kuzey cephesinde, geride bıraktığımız yılın öne çıkan olayları:


Ocak – Çin ile dostluk, Güney’e ‘baş düşman’ tanımlaması

Çin lideri Şi Cinping ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un, birbirlerine gönderdikleri yeni yıl tebrik mesajlarında, 2024’ü iki ülke arasında ‘dostluk yılı’ ilan ettiklerini duyurdu.

Aynı ay içerisinde Kim Jong-un, komutanlarına, askeri çatışmayı seçmeleri halinde “ABD ve Güney Kore’yi yok etmek için en güçlü araçların seferber edilmesi” talimatı verdi. Kore İşçi Partisi genel merkezinde üst düzey askeri liderlerle düzenlenen toplantıda konuşan Kim, ülkenin kendisini korumak için ‘kılıcını keskinleştirmesini gerektirdiğini’ kaydetti.

2024’ü ‘kopuş yılına’ çeviren bir diğer önemli olay ise, Kim’in Yüksek Halk Meclisi (SPA) toplantısında Güney Kore’nin ‘değişmez baş düşman’ olarak tanımlanması için anayasanın yeniden yazılması çağrısında bulunması oldu. Pyongyang, Kore’de iki tarafın da yararına olacak bir barışa dair umutlarının kalmadığını, Kim’in Ocak ayındaki bu çağrısıyla ilk defa en yüksek perdeden duyurmuş oldu.

Şubat – Rusya’ya mühimmat iddiaları, milli marş değişikliği

Kim Jong-un, ülkesinin savunma bakanlığına yaptığı ziyarette, Güney kore ile ‘Diyalog ve diplomatik ilişki kurmanın anlamsız olduğunu’ ve ‘ülkesinin çöküşünü isteyen Güney Koreli kuklalarla gerçekçi olmayan diyalog ve işbirliğinden kurtulduklarını’ açıkladı. 

Kopmakta olan ilişkileri gösteren bir diğer olay ise, Kore milli marşında yapılan değişiklik oldu. Marşta Kore Yarımadası’nın tamamını ifade eden “Üç bin ri’lik güzel vatanım” ifadesi, “Dünyadaki güzel vatanım” ifadeleriyle değiştirildi.

Şubat ayı ayrıca, daha sonra ‘Kuzey Koreli askerler Rus ordusunda savaşıyor’ tartışmalarının zeminini oluşturacak ilk iddialardan birinin ortaya atıldığı ay oldu. Güney Kore Savunma Bakanı Shin Won-sik, gazetecilere yaptığı açıklamada Kuzey Kore’nin temmuz ayından bu yana Rusya’ya 6 bin 700 konteyner dolusu mühimmat gönderdiğini iddia etti.

Mart – ABD ve Güney Kore tatbikatına sert yanıt, Japonya’ya ret

Pyongyan, ABD ile Güney Kore’nin 4 Mart’ta başlattığı ‘Özgürlük Kalkanı’ tatbikatına ‘savaş hazırlıkları’ ile yanıt verdi. Kim Jong-un, ülkedeki bir askeri eğitim üssüne yaptığı ziyarette ‘düşmanların savaşın fitilini ateşlemeye yönelik en ufak girişimlerini kontrol altına almak için’ tatbikatları artırma talimatı verdi, Güney Kore ile ABD’nin ‘ağır bir bedel ödeyeceklerini’ söyledi.

Kim Jong-un’un kız kardeşi, Kore İşçi Partisi Merkez Komitesi başkan yardımcısı Kim Yo-jong ise, Japonya Başbakanı Fumio Kişida’nın Kuzey Kore lideri Kim ile görüşme talep ettiğini duyurarak, “Japonya gerçekten ikili ilişkileri geliştirmek ve Kuzey Kore’nin yakın komşusu olarak bölgesel barış ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmak istiyorsa, genel çıkarlarına uygun stratejik seçenek için siyasi bir karar vermesi gerekir” açıklamasında bulundu.

Nisan – Karşı saldırı tatbikatı, diplomasi atağı, Rus heyetle görüşme

Silah denemelerine ve atış tatbikatlarına sürekli devam eden Pyongyang, bu sefer bir ilk olarak, süper büyük çoklu roketatarların kullanıldığı bir nükleer karşı saldırı tatbikatı gerçekleştirdiğini duyurdu. ‘Nükleer tetik sistemi’ denen bu sistemle ilgili konuşan Kim, kullanılan çoklu roketatarların ‘keskin nişancı tüfeği’ kadar isabetli olduğunu söyledi.

Nisan ayında ayrıca, üst düzey bir ekonomik heyet, 2020 yılından bu yana bilinen ilk görüşmeler için İran’a gönderildi. 

Öte yandan, Rusya Dış İstihbarat Teşkilatı Direktörü Sergeiy Narışkin liderliğindeki bir Rus heyetin Mart ayında başlayan ziyareti, Nisanda sona erdi. Narışkin liderliğindeki heyet, Kuzey Kore Devlet Güvenlik Bakanı Lee Chang-de ile görüştü, taraflar Rusya ve Çin’i çevreleyen tehditleri ele aldı.

Mayıs – Güney propagandasına karşı çöp balonları

Mayıs ayının en büyük gündemi ise, Pyongyang’ın Güney’e gönderdiği içi çöp dolu balonlar oldu. Kuzey Kore yönetimi, bu hamleyi, Güney’in Kuzey’e yönelik dev hoparlörler de dahil olmak üzere uzun süreli propaganda çalışmalarına karşılık olarak yaptığını açıkladı.

Haziran – Rusya ile ilişkilerde yeni adım: Putin Kore’de

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Haziran ayında, 24 yıl sonra ilk kez Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’ı ziyaret etti. Ziyarette iki ülke arasında imzalanan Kapsamlı Stratejik Ortalık Anlaşması’nda, Rusya ve Kuzey Kore’nin savaş durumunda acil askeri yardım sağlamak için mevcut tüm araçları kullanacağı teyit edildi.

Temmuz – ‘Rusya’ya heyet gitti’ iddiası, sel felaketinde yetkililere eleştiri

Reuters, Rusya ile imzalanan ‘Kapsamlı Stratejik Ortaklık’ anlaşması kapsamında, Kuzey Kore’nin Kim II Sung Askeri Üniversitesi Başkanı Kim Geum-chol başkanlığındaki bir askerî eğitim heyetinin Rusya’ya gittiğini iddia etti. 

Temmuz ayında ülkenin kuzeybatısında yaşanan sel felaketinde, Kore lideri Kim, kurtarma çalışmalarına bizzat katıldı, üst düzey yetkilileri sorumsuz davranmakla eleştirdi.

Ağustos – Turizm ayı, viral olan selfie

Ağustos ayının en dikkat çeken gelişmesi, Kore’nin Kovid-19 salgını nedeniyle 5 yıldır turizme kapalı tuttuğu sınır kapılarını bir şehir için yeniden açtığını duyurması oldu. Çin merkezli en az 2 tur şirketi, turistlerin yakında Samjiyon kentini ziyaret edebileceklerini duyurdu.

Öte yandan, Güney Koreli masa tenisi karma çiftler oyuncuları Lim Jong-hoon ve Shin Yu-bin ile Kuzey Koreli Kim Kum-yong ve Ri Jong-sik’in Paris’te düzenlenen Yaz Olimpiyatları’nda bronz ve gümüş madalyalarını aldıktan sonra birlikte selfie çektirmeleri dünya gündemine oturdu. Batı medyası daha sonra, Kuzey Koreli oyuncuların ‘soruşturulduğunu’ söylese de, bu konuda herhangi bir kanıt hiçbir zaman sunulmadı.

Bu ayın askeri gelişmesi ise, Kore ordusunun Güney sınırına yeni ek balistik füze sistemleri yerleştirmesi oldu.

Eylül – Uranyum zenginleştirme tesisi

Eylül ayında ise, gündem, Kuzey Kore tarafından ilk kez servis edilen uranyum zenginleştirme tesisinin fotoğraflarıydı. Kore medyası, bu ziyaretle ilgili olarak, Kim’in ülkesinin nükleer alandaki ‘mükemmel teknik gücü’ ile ilgili sürekli olarak ‘büyük memnuniyet duyduğuna yönelik ifadelerini’ aktardı.

Ekim – Savaş hazırlıkları

Ekim ayı, Kore ilişkilerinde gerilimin arttığı bir ay oldu. Pentagon, Kuzey Kore’nin, Rusya’ya takviye olarak yaklaşık 10 bin asker gönderdiğine inandıklarını açıklayarak, Ukrayna’da Kore askerleri tartışmasını en üst düzeyden yeniden gündeme soktu. 

Kore Dışişleri Bakanlığı, 11 Ekim’de yayınladığı bir bildiride Seul yönetiminin ‘kışkırtmalarda kırmızı çizgiyi aştığını’, 3 ve 9 Ekim tarihlerinde insansız hava araçlarıyla sızma yaparak başkent Pyongyang’ın orta kesimine çok sayıda ‘karalama bildirisi’ dağıttığını açıkladı.

Ayın 17’sinde ise, Kore Savunma Bakanlığı Sözcüsü, Kore İşçi Partisi Merkez Askeri Komisyonu’nun talimatıyla, ülkenin Güneyinde bulunan iki bölgede yolların patlatılarak Güney Kore arasındaki bağlantı yollarının tamamen kesildiğini açıkladı.

Kasım – Rusya ile ekonomik anlaşma

Kuzey Kore askerlerinin Rusya’da savaştığı iddiası Ukrayna tarafından da dile getirilirken, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Kuzey Kore askerlerinin Rusya’nın Kursk bölgesinde ilk çatışmalarına girdiklerine dair haberleri “doğrulayamayacağını” bildirdi. Rusya’da Kuzey Kore askerlerinin olup olmadığı konusu hala belirsizliğini koruyor. 

Güney Kore ordusu ise, Kuzey Kore’nin ABD anakarasını vurmak üzere tasarlanmış yeni bir kıtalararası balistik füze denemesine karşılık olarak ABD’nin Pazar günü Japonya ile gerçekleştirilen üçlü bir tatbikatta uzun menzilli bir bombardıman uçağı uçurduğunu açıkladı. Bu adım, Pyongyang’ın sert tepkisiyle karşılandı.

Pyongyang’ın Kremlin’le imzaladığı askeri anlaşmayı ise, iki ülke arasında imzalanan ve turizmi artırmak da dahil olmak üzere ekonomik işbirliğini geliştirmeyi hedefleyen yeni bir ekonomik anlaşma takip etti.

Aralık – Rusya’yla anlaşma yürürlüğe girdi

20024’ün son ayındaysa, Rusya Dışişleri Bakanlığı, Rusya ve Kuzey Kore arasında haziranda imzalanan kapsamlı stratejik ortaklık anlaşmasının yürürlüğe girdiğini açıkladı.

Öte yandan, Batı medyası, Ukrayna’daki Kuzey Kore askerlerine ilişkin ‘Fırtına Kolordusu’ ve benzeri yayınlarını artırdı. Rusya da Kuzey Kore de, Ukrayna’daki Kuzey Kore askerleri konusunda henüz resmi bir açıklama yapmadı. 

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Yıl Sonu Değerlendirmesi: Çalkantılı ve Heyecan Dolu Bir 2024

Yayınlanma

Yazar

2024 yılı tarihe karışmak üzere ve bu yıl kesinlikle çalkantılarla, heyecan verici olaylarla ve beklenmedik gelişmelerle dolu bir dönem olarak öne çıkacak. Çin burçlarının Ejderha Yılı’na uygun olarak, bu yıl, hareketli ve sarsıcı bir yıl oldu. Çin kültüründe, Ejderha, 12 burçtan biri olup, imparatoru simgeleyen, iyi şans getiren ve denizleri ile gökleri sarsan bir süper yaratık olarak görülür. Batı kültüründe ise ejderha, uğursuz güçlerin bir temsili olup, büyük bir güce sahip olsa da yıkıcı ve potansiyel olarak felaket getirici bir varlık olarak algılanır. Ejderha Yılı’nın doğasına uygun olarak, 2024 yılı Amerika, Avrupa, Afrika ve Asya’da siyasi manevralar ve çatışmalarla geçti. Bu da dünyayı kan ve karanlık gölgelerle boyayarak, gelecek yıl daha fazla huzursuzluk ve belirsizlik olacağının habercisi oldu.

Trump’ın Zaferle Dönüşü Küresel Kaygılara Yol Açtı

2024 yılının en büyük sürprizi ve riski, ABD başkanlık seçimleri ve eski Başkan Donald Trump’ın beklenmedik, güçlü geri dönüşü oldu. Sadece dört yıl iktidarda kalan Demokrat Parti, Başkan Joe Biden’ı yarıştan çekip yerine Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i aday gösterdi. Ancak bu, Trump ve Cumhuriyetçi Parti’nin ezici momentumunu durdurmaya yetmedi. Bir suikast girişiminden sağ kurtulan Trump, Beyaz Saray’ı ezici bir zaferle geri aldı. Cumhuriyetçi Parti, nadir bir şekilde Senato ve Temsilciler Meclisi’nin yanı sıra Yüksek Mahkeme’nin de kontrolünü ele geçirdi.

Trump’ın daha önceki “sert” yönetim tarzını deneyimlemiş olan dünya, şimdi daha da iddialı ve kendinden emin bir “Trump 2.0” ile karşı karşıya. ABD, tek bir partinin elinde toplanan güçle, Trump’ın etkisi altında şekilleniyor. Trump’ın yeniden iktidara gelmesiyle ABD’nin, Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Paris İklim Anlaşması ve UNESCO gibi uluslararası çok taraflı kuruluşlardan ve anlaşmalardan çekilmesi bekleniyor. Bu durum küresel yönetim sistemini ciddi şekilde bozabilir. Trump’ın “Önce Amerika” ve “Amerika Her Şeyin Üstünde” politikaları, ticaret ortaklarına yüksek tarifeler uygulamasına ve güvenlik müttefiklerini askeri harcamalarını büyük ölçüde artırmaya zorlamasına neden olacak. Trump, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’nin titizlikle inşa ettiği transatlantik ve transpasifik ittifaklarını zayıflatabilir, bu da “Amerikan Barışı” olarak bilinen dönemi tehlikeye atabilir. Trump’ın Kanada’yı ABD’nin 51. eyaleti yapma, Danimarka’dan Grönland’ı satın alma ve Panama Kanalı’nı yeniden ele geçirme gibi sözleri, bu ülkeleri rahatsız etti ve endişelendirdi.

Rusya-Ukrayna Savaşı Rusya’nın Lehine Dönüyor

Neredeyse üç yıldır süren Rusya-Ukrayna savaşı, artık belirgin bir şekilde Rusya lehine dönmüş durumda. Üçüncü yılına giren savaşta Rusya, stratejik savunmadan tam ölçekli bir saldırıya geçti ve güneydeki kontrolünü sağlamlaştırarak Donbas bölgesinde hâkimiyetini genişletti. Bu da Ukrayna ordusunun geri çekilmesine yol açtı. Rusya, Ukrayna’nın altyapısını hedef alarak hem Ukrayna ordusunun hem de halkın moralini bozmayı amaçlıyor. ABD ve Avrupa’dan gelen yardımlara rağmen, Ukrayna ağır kayıplar veriyor, özellikle insan gücü konusunda zorlanıyor ve uzun süreli bir savaşı sürdüremiyor.

Trump’ın savaşı uzatmaya karşı çıkması ve yeniden iktidara gelmesiyle birlikte ABD’nin Ukrayna’ya yönelik destek politikası zayıflıyor. Ukrayna hükümeti, ABD’nin desteğini kaybetme ihtimaliyle karşı karşıya. Başkan Volodimir Zelenski ve diğer üst düzey yetkililer, kaybedilen toprakları geri alma konusunda zorluk yaşadıklarını açıkça dile getiriyor. Barış görüşmelerine, hatta toprak tavizleri vererek savaşı sona erdirmeye daha sıcak bakıyorlar. Batılı liderlerin çoğu, savaşın 2025 yılına kadar ateşkesle sonuçlanabileceğini öngörüyor.

Almanya ve Fransa’daki Siyasi Krizler Avrupa Birliği’ni Zorluyor

Bu yılın sürprizlerinden biri de Avrupa Birliği’nin iki motoru olan Almanya ve Fransa’daki iç siyasi krizler oldu. Almanya’da Şansölye Olaf Scholz’un Hür Demokratik Parti’den (FDP) Maliye Bakanı Christian Lindner’i görevden alması, koalisyon içinde iç çatışmaya yol açtı. Bu da Bundestag’da güven oylamasının başarısız olmasına ve Şubat 2025’te erken parlamento seçimlerine gidilmesine sebep oldu. Almanya’daki siyasi krizin temelinde ekonomik ve sosyal sorunlar yatıyor. Scholz hükümetinin Rusya-Ukrayna savaşında ön saflarda yer alması, savunma harcamalarını artırması ve ABD’yi takip ederek değerler odaklı bir diplomasi yürütmesi, göçmen ve mülteci sorunlarını çözememesi, sanayi gerilemesini önleyememesi ve refahı artırmada başarısız olması halkın desteğini kaybetmesine neden oldu. Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yükselişi, bir sonraki hükümetin oluşumunda önemli bir rol oynayabilir.

Fransa’da ise Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2024 ortasında erken seçim kararı alması, aşırı sağın oylarını artırmasına yol açtı. Bu durum, parlamentonun üçe bölünmesine ve siyasi istikrarsızlığa neden oldu. 4 Aralık’ta, sadece üç aydır görevde olan Başbakan Michel Bayeni parlamentodan güvenoyu alamadı. On gün sonra, François Bayrou başbakan olarak göreve geldi. Bayrou, Macron’un altıncı başbakanı ve bu yıl içinde atanan dördüncü başbakan oldu. Ancak Bayrou’nun görev süresi belirsizliğini koruyor ve halk desteği yüzde 34 gibi tarihi bir düşük seviyeye gerilemiş durumda.

Brexit sonrası AB’nin geleneksel “üçlü motoru” (Almanya, Fransa, Birleşik Krallık) “Fransız-Alman ikilisine” dönüşürken, her iki ülkedeki siyasi istikrarsızlık ve hükümet değişiklikleri Avrupa bütünleşmesini ve birliğini ciddi şekilde etkiliyor. Bu durum, bu iki temel taş ülkenin uluslararası alandaki etkisini zayıflatıyor. Aşırı sağ güçlerin koalisyonlara dahil olması halinde, Almanya ve Fransa’nın geleneksel politikaları sarsılacak, hatta AB’nin “parçalanmasına” ve birleşme sürecinde tarihi bir gerilemeye yol açabilecektir.

Orta Doğu’daki Savaş Eşi Benzeri Görülmemiş Şiddetteydi, Kazanan Bir, Kaybeden Çok Oldu 

“Altıncı Orta Doğu Savaşı,” İsrail-Filistin çatışmasının tetiklemesiyle patlak verdi. Savaş hızla Doğu Akdeniz boyunca dikey olarak yayılırken, yatay olarak da Basra Körfezi’ne sıçradı. Bu durum, İsrail’in ABD liderliğinde bir kamp oluşturduğu, İran ve Suriye’nin ise Filistin, Lübnan, Yemen ve Irak’taki milis güçlerle birleşerek karşı cepheyi oluşturduğu bir “sekiz cepheli” savaş yarattı. Gazze’deki acımasız kuşatma savaşı ve Lübnan’daki yoğun hava saldırılarıyla geçen savaş, yıl sonunda Suriye’de dört yıldır süren ateşkesin aniden bozulmasına ve Suriye rejiminin büyük bir savaş yaşanmadan hızla çökmesine yol açtı.

Düzenli savaş, gerilla savaşı, gölge savaşı, vekalet savaşı ve yüksek teknoloji savaşlarının iç içe geçtiği bu hibrit savaş, modern insan uygarlığını utandırdı. Türkiye, kaosu fırsata çevirerek Beşar Esad rejiminin devrilmesine yardımcı olan tek kazanan ülke olarak öne çıktı. Ancak, İsrail ve Filistin de dahil olmak üzere diğer tüm taraflar kaybeden oldu. En büyük stratejik kayıpları, Suriye üzerinde derin etkisi olan Rusya ve İran yaşadı. Rusya, Orta Doğu’daki küresel güç statüsünü kaybederken, İran’ın titizlikle inşa ettiği “Direniş Ekseni” ve “Şii Hilali” ağır darbe aldı.

Filistin, Lübnan ve Suriye, İsrail’in topraklarını işgal etmesi nedeniyle belli bir askeri meşruiyete sahipken, diğer taraflar kendilerini savunma veya Filistin’i kurtarma bahanesiyle hareket ederek kendi çıkarlarını gözetti. Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu’daki en büyük savaş, ahlaki açıdan zayıf ve çıkar odaklı bir “haksız savaş” olarak tarihe geçti.

Eski Sömürgeler Bağımsızlıklarını Vurguluyor, Fransız Ordusu Afrika’dan Tamamen Çekiliyor

20 Aralık’ta Fransa, Orta Afrika ülkesi Çad’dan askerlerini çekmeye başladı. Her ne kadar çekilen asker sayısı sadece 120 olsa da bu adım, Fransa’nın Afrika’daki siyasi ve askeri etkisinin azalmasında tarihi bir dönüm noktası oldu. Çad, Fransa’nın Afrika’da askeri varlığını sürdürdüğü son bölgeydi. Mali, Burkina Faso ve Nijer gibi ülkelerdeki darbe sonrası yönetimler, Fransız birliklerini ülkelerinden kovarak Rusya ve ABD gibi yeni müttefiklere kucak açtı.

Fransa, Afrika ülkelerinin eski sömürgeci gücü olarak, bu ülkeler bağımsızlık kazansa da askeri varlığını korudu. Bu varlık, genellikle terörle mücadele ve Fransız çıkarlarını koruma bahanesiyle sürdürüldü. Fransa’nın Çad’daki askeri müdahaleleri kesintili olarak yaklaşık 64 yıl sürdü ve en yoğun dönemde 1000 askere ulaştı. 2014’ten itibaren Fransa, Sahel bölgesinde “Barkhane Operasyonu” adı altında terörle mücadele operasyonları yürüttü ve bu süreçte 5100 asker sahaya sürüldü. Ancak, Fransa’nın genel gücünün azalması ve Cumhurbaşkanı Macron’un yurtdışı asker konuşlandırmalarını azaltma isteği, Afrika ülkelerinin artan bağımsızlık bilinciyle birleşince Fransa, Afrika’dan adım adım çekilmeyi tercih etti.

Güney Kore’de Darbe Girişimi Başarısız Oldu: “Mavi Saray Laneti” Yine Hortladı 

2024 yılı, Doğu Asya’da da hareketli geçti. Başlangıçta, Kuzey Kore’nin insansız hava araçlarının Pyongyang’a sızması Güney-Kuzey ilişkilerini hızla kötüleştirdi. Ardından, Kuzey Kore ve Rusya ortak savunma niteliğinde bir ittifak anlaşması imzaladı. Kuzey Kore’nin Rusya-Ukrayna savaşına asker gönderdiği yönündeki haberler, Doğu ve Batı’da iki sıcak nokta yarattı.

Dünya kamuoyu, Kuzey Kore-Rusya ilişkilerindeki bu gelişmeleri izlerken, Güney Kore’de bir gece ansızın siyasi çalkantı yaşandı. Siyasi krizle boğuşan Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol, müttefiklerinin kehanetlerine kapılarak anayasaya aykırı bir şekilde sıkıyönetim ilan etti. Bu, 1987’deki “Haziran Ayaklanması”ndan bu yana Güney Kore’de yaşanan en ciddi anayasal kriz oldu.

Muhalefet milletvekilleri, sıkıyönetim kuvvetlerinin barikatını aşarak parlamentoya girdi ve üçte iki çoğunlukla sıkıyönetim kararını iptal etti. Bu durum, Yoon Suk-yeol’ü geri adım atmaya ve kamuoyundan özür dilemeye zorladı. Yoon, uğursuz olduğuna inandığı için birçok başkanın başına kötü olaylar geldiği Mavi Saray’a taşınmayı reddetti. Ancak, “Mavi Saray Laneti”nden kaçamadı ve görevdeki ikinci azledilen başkan olarak tarihe geçti. Bu darbe girişimi kan dökülmeden atlatılmış olsa da Güney Kore’deki parti kavgaları ve siyasi sistemin felç olması nedeniyle büyük bir kriz olarak değerlendirildi.

BRICS ve ŞİÖ Büyüyor, Küresel Güney Yükselmeye Devam Ediyor

23 Aralık’ta, 2024 BRICS Zirvesi’ne ev sahipliği yapan Rusya, 1 Ocak 2025’ten itibaren Belarus, Bolivya, Endonezya, Kazakistan, Tayland, Küba, Uganda, Malezya ve Özbekistan’ın BRICS’e resmi olarak ortak ülke statüsüyle katılacağını açıkladı. Bu, geçen yıl gerçekleşen tarihi genişlemenin ardından gelen bir başka büyük genişleme dalgası oldu. Asya, Afrika, Latin Amerika ve Avrupa’dan ülkelerin katılımıyla BRICS daha kapsayıcı hale geldi.

Benzer şekilde, 2024 Haziran’ında Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi’nde Belarus’un tam üyeliği onaylandı ve toplam üye sayısı 10’a yükseldi. Buna ek olarak, iki gözlemci ülke ve 14 diyalog ortağı bulunmaktadır.

BRICS ve ŞİÖ, yeni gelişen ve yükselen ülkeler tarafından başlatılan bölgesel çok taraflı mekanizmalardır. Bu yapılar sürekli olarak büyüyüp güçlenerek, Batı’nın G7 grubunun küçülmeye ve zayıflamaya devam ettiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, siyasi, ekonomik ve ticari güçlerin yeniden dağılımını ve yeniden yapılanmasını temsil etmektedir. Doğunun yükselişi ve batının gerilemesi, güneyin yükselmesi ve kuzeyin gerilemesi dünya düzenindeki değişimi yansıtmaktadır. Ayrıca, Küresel Güney ülkeleri bir araya gelerek işbirliği yapma, barış ve kalkınmayı teşvik etme konusunda daha kararlı bir duruş sergilemektedir. Bu yeni perspektif ve vizyon, 2024’ün genel gri tonlarına nadir bir parlaklık katmaktadır.

Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English