Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

‘İsrail-Suudi normalleşmesinde Netanyahu başrol değil’

Yayınlanma

İsrail-Suudi normalleşmesi için müzakereler sürerken yetkililerden anlaşmanın yakın olduğuna ilişkin açıklamalar geliyor. Anlaşma karşılığında Suudilerin ABD’den talep ettiği sivil nükleer gündemine destek ve güvenlik garantisi en önemli sorun olarak sunulsa da en azından İsrail için öyle değil.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz, normalleşme anlaşmasının önündeki en büyük engelin Suudilerin ve ABD’nin İsrail’den istediği Filistin konusundaki taviz olduğunu açıklıyor. İsrail Başbakanı Netanyahu, Filistin konusunda verecekleri tavizi önemsizleştirerek ortaklarına kabul ettirmeye çalışırken ABD yönetimi söz konusu tavizlerin İsrail hükümetini değişime zorlamasını umuyor. Öte yandan İsrail’in iç tartışmalarından bağımsız olarak çok aktörlü bu anlaşma denkleminde İsrail’in rolü oldukça kısıtlı. Analize göre ABD’nin esas hedefi Çin’in Ortadoğu’da artan etkisini sınırlamakla ilgili:

***

İsrail-Suudi Normalleşme Anlaşmasının Önündeki Temel Engel (uranyum) Zenginleştirme Değil, Siyaset ve Filistin

İsrail ve ABD, Suudi Arabistan’ın nükleer programına yeşil ışık yakılmasına karşı iç siyasi muhalefetle karşı karşıya ve Netanyahu’nun aşırı sağcı koalisyon ortakları Filistinlilere herhangi bir taviz verilmesini şimdiden reddetmiş durumda.

Amos Harel

Amerikalı, İsrailli ve Suudi liderlerin, iki ülke arasındaki normalleşme müzakerelerinde ilerleme kaydedildiğine dair kamuoyuna yaptıkları açıklamalar, ortaya çıkan anlaşmalarla ilgili, ilk kez siyasi ve medyatik bir tartışmaya yol açıyor. Ancak detayların çoğu henüz kamuoyu tarafından bilinmiyor. İsrail tarafında güvenlik kurumları sessizliğini koruyor ve Başbakan Binyamin Netanyahu görüşmelerle ilgili ne kadar bilgi verileceğine karar veriyor. Bu noktada bunlar sadece kısmi ayrıntılar.

Son günlerde Suudilerin ABD’den (ve dolaylı olarak İsrail’den) krallık topraklarında sivil bir nükleer programın başlatılmasını kabul etmesini talep ettiğine dair yaygın söylemlere rağmen, bunun anlaşmanın imzalanmasının önündeki en büyük engel olup olmayacağı şüpheli.

Hem İsrail hem de ABD’de asıl sorun siyasi. Amerikan tarafında, Biden yönetiminin, anlaşmayla ilgili hem Cumhuriyetçiler hem de Demokrat Parti’nin sol kanadındaki pek çok çekinceye rağmen Kongre’de geniş bir destek toplaması gerekiyor, her ikisi de kendine özgü nedenlerle Suudi rejiminden hoşlanmıyor. İsrail tarafında ise sorun sağ tarafta: her iki aşırı sağcı partinin de Filistinlilere herhangi bir taviz verilmesine karşı çıkması ve Washington’un aksi yöndeki beklentilere rağmen rejim darbesi destekçilerinin (yargı reformu) yasanın devam etmesini talep etmesi.

İsrail’de nükleer maddeye muhalefet, muhalefet lideri MK Yair Lapid (Yesh Atid) ve aralarında nükleer uzmanların da bulunduğu bazı eski üst düzey güvenlik yetkilileri tarafından dile getiriliyor. Netanyahu’nun etrafındakiler, muhaliflerin anlaşmanın detaylarını bilmediklerini ve bunlar ortaya çıktığında uygulamada gerçek bir sorun olmadığının görüleceğini iddia ediyor. Bu açıklamalar Amir Tibon ve Ben Samuels’in iki hafta kadar önce Haaretz’de yayınlanan haberleri üzerine geldi: Biden yönetimi, sivil amaçlı uranyum zenginleştirme tesislerinin Suudi topraklarında inşa edileceği, ancak bunların uzaktan Amerikan izleme ve kontrolüne tabi olacağı bir taslak üzerinde çalışıyor.

İsrail güvenlik kurumlarının desteklemesi halinde böyle bir düzenlemeye daha az muhalefet edilmesi mümkün. Netanyahu daha ziyade Suudi Arabistan ile yapılacak bir anlaşmadan elde edilecek çok sayıda kazancı vurgulamaya çalışıyor: Diğer Arap ve Müslüman ülkelerle ilişki kurmanın kapısının açılması, İran’ın Arap dünyasındaki etkisinin azalması, İsrail ekonomisi için olağanüstü bir iş fırsatı.

Netanyahu’nun yüksek sesle söylemediği şey ise bu anlaşmada baş aktörün kendisi olmadığı. Bu anlaşma ilerliyor çünkü Amerika ve bir dereceye kadar da Suudi Arabistan açısından faydalı bir anlaşma. Sadece ABD Başkanı Joe Biden’ın 2024 başkanlık seçimleri öncesinde bir dış politika başarısına duyduğu ihtiyaç için değil. Asıl mesele, ABD’nin Çin ile küresel stratejik rekabet içinde olması ve Amerikalıların neredeyse her şeyi bu perspektiften incelemesi. İsrail-Suudi anlaşması ve bunun Riyad’a sağlayacağı pek çok fayda, Çin’in artan etkisine karşı Suudilerin Batı ile bağlarını güçlendirecek.

Netanyahu kabul etmese de bu hikayedeki önemsiz rolünün farkında. Bu aynı zamanda İran’ın ekonomik imtiyazlar karşılığında uranyum zenginleştirmesini daha yüksek seviyelerde dondurma taahhüdü ve halihazırda gerçekleşmiş olan tutuklu ve rehinelerin karşılıklı serbest bırakılması da dahil Amerika’nın İran’la uzun vadeli anlaşmalara varma girişimleri için de geçerli. Burada da İsrail’in etkisi marjinal ve Netanyahu periyodik eleştirilerde bulunmakla yetiniyor.

Netanyahu’nun söyleminin değişmiş olması da ilginç. Netanyahu, liderliğini yaptığı sağcı bloğun kendisini iktidara taşıyan zaferi kazandığı geçen Kasım ayındaki seçimlerden önce İran’ın nükleer sahibi olmasını engellemeyi hayatının misyonu olarak tanımlıyordu. Son zamanlarda bu misyon değişti. Şimdi Suudi Arabistan’la kendi tanımıyla “tarihi barışa”, diğer Sünni-Arap ülkelerine kapıları açmaya ve bu ülkelerle barışın koşulu olarak İsrail-Filistin sorununun çözülmesi talebine karşı çıkmaya odaklanıyor.

Washington yönetimi ABD ile Suudi Arabistan arasında daha sıkı ilişkiler kurmak için çok şey yapmaya istekli ve İsrail de bundan faydalanabilir. Bunun en önemli örneği, uzun süredir uygulanması ertelenen ve şimdi gerçekleşecek olan ABD’yi ziyaret eden İsrailliler için vize zorunluluğunun kaldırılması anlaşmasıdır. Biden’ın şu anda açıklamadığı şey ise karşılığında İsrail’den tam olarak ne talep edeceği.

Sırdaşı New York Times köşe yazarı Thomas Friedman hafta sonu kaleme aldığı yazısında Biden’ın anlaşmanın yanı sıra Netanyahu’ya Filistin konusunda önemli adımlar beklediğini açıkça ifade ettiğini yazdı. Yakın zamana kadar Biden’ın baskısının, Netanyahu’nun yargı reformu atağını dizginleme kararı almasını sağlayacağına dair bir umut vardı. En azından şimdilik, yönetimin bu cephedeki baskıyı azalttığı görülüyor.

Filistin meselesi

Yukarıda da belirtildiği üzere asıl zorluk Filistin meselesinde yatıyor. Bakanlar Bezalel Smotrich, Itamar Ben-Gvir ve bazı Likud milletvekilleri, anlaşmanın bir parçası olarak Filistinlilere taviz verme anlamına gelebilecek her şeye karşı çıkacaklarını şimdiden açıkça ortaya koydular. Netanyahu’nun çevresi, bu tavizlerin çoğunlukla Suudi Arabistan’dan Ramallah’taki Filistin Yönetimine büyük miktarda fon akışını içereceğini ve dolayısıyla bunun muhalefet uyandırması için bir neden olmadığını sızdırmakla meşgul olmasına rağmen bu böyle.

Netanyahu sanki mesele hallolmuş ve koalisyonda anlaşmaya karşı muhalefet çok az olacakmış gibi davranıyor. Ancak görünen o ki Amerikan yönetimi anlaşmanın ancak iki aşırı sağcı parti yerine Benny Gantz’ın Ulusal Birlik Partisi’ni içeren başka bir koalisyonla imzalanabileceğini varsayıyor. Bu değişim, Gantz’ın henüz vermediği onaya ve Netanyahu’nun kendisini yasal çıkmazdan kurtaracağı kesin olmayan böyle bir hamleyle kumar oynamaya istekli olmasına bağlı.

Genel olarak, başbakanın geçen hafta yansıttığı iyimserliğe rağmen, meşhur “tatil sonrası” dönem onun için pek de umut verici değil. Diğer konuların yanı sıra, ultra-Ortodoks partilerin askeri yasa tasarısını geçirme talebi, kendisini çok endişelendiren sözde iş göremezlik yasasına ilişkin bir talep ve yargı darbesi yasalarına ilişkin diğer Yüksek Mahkeme talepleriyle uğraşmak zorunda kalacak.

Bu arada bölge yangın yeri. Gazze Şeridi sınırındaki şiddetli protestolar bir kez daha günlük olay haline geldi ve Hamas bunların arkasında olduğunu gizlemek için fazla zahmete girmiyor. Batı Şeria’da her gün birkaç silahlı saldırı olayı meydana geliyor ve Batı Şeria’da ve Yeşil Hat içinde ciddi terör saldırıları hazırlıkları yapıldığına dair onlarca uyarı yapılıyor. Beyrut’ta Filistinli örgütlerin katıldığı bir konferansta İsrail’e yönelik terör saldırılarının artırılması kararı alındı.

Cumartesi gecesi bir IDF gücü Tulkarim yakınlarındaki Nur Şems mülteci kampına girdi. Çıkan çatışmada iki Filistinli öldü, bir asker de yaralandı. IDF ve Şin Bet, Ramallah yakınlarındaki Birzeit Üniversitesi’nde, istihbarata göre yakın gelecekte bir terör saldırısı gerçekleştirmeyi planlayan Hamas üyesi sekiz öğrenciyi tutukladı. Tüm bu olaylar İsrail-Suudi kanalındaki ilerlemeden bağımsız olarak gerçekleşiyor, ancak taraflar bir anlaşma imzalamaya yaklaştıkça bundan etkilenecek ve belki de üzerinde bir etki yaratacak.

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English