Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

İsrail’in göçmen işçi zulmü

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail’de tarım alanında çalışan yabancı işlerin yaşadıkları zorluklar ve uğradıkları zorbalıklara odaklanıyor. Tarımsal işgücü büyük oranda Filistinli nüfusa dayanan İsrail, 7 Ekim sonrası bu işgücünün İsrail’e girişini yasakladı. Büyük çiftliklerin zarar etmeye başlaması nedeniyle işgücü açığını kapatmak için denizaşırı ülkelerden işçi alımına başladı. Ancak İsrail’e gelen göçmen işçiler kendilerine vaat edilenden çok farklı bir manzarayla karşılaşıyor:

***

İsrail Filistinli çiftçilerin yerini doldurmak istiyor

Yeni gelen Hintli işçiler istismarın yaygın olduğunu söylüyor.

Joshua Yang

Geçen aralık ayında Mahesh Odedara, evinden binlerce mil uzakta ve savaş halindeki yabancı bir ülkede beş yıl boyunca yaşamak ve çalışmak üzere bir sözleşme imzaladı. Hindistan’ın batısındaki Porbandar kentinden 30 yaşında bir çiftçi olan Odedara, İsrail’deki bir çiftlikte çalışmanın risklerinin farkındaydı. Ancak Odedara’nın sözleşmesi ona düzenli, sekiz saatlik bir iş günü, İsrail yasalarına göre güçlü işçi hakları ve aylık 5.571 şekel (1.500 $) maaş vaat ediyordu ki bu Odedara’nın Porbandar’da kazandığından çok daha fazlaydı. Bu teklif geri çevrilemeyecek kadar iyiydi.

İsrail çiftliklerinin Odedara gibi tarım işçilerine çok ihtiyacı var. Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısının ardından İsrail hükümeti, İsrail’in tarımsal işgücünün kritik bir bileşeni olan on binlerce Filistinli işçinin ülkeye girişini yasakladı. Kış başında çiftlikler bir “insan gücü krizi” ile karşı karşıya kaldı. Hükümet politikasının değişeceğine dair bir işaret olmadığından, çiftçiler ayakta kalabilmek için Hindistan, Malavi ve Sri Lanka gibi ülkelerden binlerce yabancı işçi ithal etmeye yöneldi.

Başlangıçta Odedara’nın beklentileri yüksekti. Yeni kazandığı maaşla, ailesine destek olmak için her ay eve yüzlerce dolar gönderebilecekti; bu para aynı zamanda aile çiftliği için ekipman satın almaya da gidebilirdi. Odedara bir gün Porbandar’da kendisine bir ev bile satın alabileceğini umuyordu.

Ancak İsrail’e vardıktan kısa bir süre sonra Odedara, işverenlerinin sözleşmesini yerine getirmeye pek niyetli olmadıklarını fark etti. Odedara İsrail’in kuzeyindeki bir çiftçi topluluğu olan Ahituv’da, 11-12 saatlik yorucu vardiyalarla ürün topladı; hafta sonları çalışmaya zorlandı ve kendisine yasal saatlik asgari ücretin çok altında ödeme yapılacağı söylendi. Ay sonunda ise kendisine hiç ödeme yapılmadı -Odedara’nın patronu, maaşının nedenini açıklamadan iş bulma kurumuna gönderildiğini bildirdi.

(Yorum için ulaşılan Odedara’nın eski işvereni, Odedara’nın kendisi için çalıştığını reddetti; ancak, aynı işveren için çalıştığını belirten başka bir göçmen işçi, Odedara’nın çalışma koşulları ve eksik ücretlerle ilgili iddialarını doğruladı. İş bulma kurumu yorum talebine yanıt vermedi.)

Çiftliklerin Odedara gibi işçilerine sağladığı konutlar da yaşanamaz durumdaydı. Odedara sekiz gün boyunca çalıştığı Khatsav’da, tahta kalaslardan ve sac levhalardan yapılmış derme çatma bir odada uyudu; banyosu toprak zeminli açık bir barakadaki tuvaletti ve duşta sıcak su yoktu. İlk birkaç ay içinde Odedara yaklaşık 25 kilo verdi.

Her ne kadar şanslı olanlardan biri sayılsa da Odedara şimdi İsrail’e geldiği için “gerçekten pişman” olduğunu söylüyor: Odedara’nın kardeşi Bharat, İsrail’de dört yıl boyunca hasta bakıcı olarak çalışmış ve sonunda ona çok daha iyi çalışma koşullarına sahip bir çiftlikte iş bulabilmiş.

Yine de Odedara’nın Ahituv ve Khatsav’da yaşadıkları istisna sayılamaz. Bharat’a göre, istismar ve yasadışı işgücü uygulamaları yaygın. “Tarım için gelen tüm yeni insanlarla tanışıyordum. Onlarla konuşuyordum ve herkesin sorunu aynıydı” diyor Bharat: “Maaşları için, hakları için, temel gereksinimleri için mücadele etmek zorundalar. Kimse onlara yardım etmiyor. Çaresiz durumdalar.”

Çiftçilik İsrail’in ulusal kimliğinin temelini oluştursa da ülkenin tarım sektörü on yıllardır İsrailli olmayan işgücüne dayanıyor. 1967 yılında İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’yi ele geçirmesinin ardından hükümet bu bölgelerde yaşayanları İsrail ekonomisine entegre etmeye karar verdi. Tel Aviv Üniversitesi’nde İsrailli işgücü üzerine çalışan sosyolog Adriana Kemp, o zamandan beri “Filistinliler İsrail işgücünün ayrılmaz bir parçası oldu” diyor. “Bu kadar çok sayıda Filistinliden olmadan tarım ya da inşaat gibi sektörlerden bahsedemezsiniz.”

Kemp, 1990’lara gelindiğinde -Filistinli militanların şiddet olaylarının ardından- İsrail’in “denizaşırı göçmen işçilere kapıyı açma olasılığının gündeme geldiğini söyledi: “İşte o zaman farklı ülkelerden [işçi] getirmeye başladılar.” Ancak yine de Filistinliler sayıca fazlaydı; 2021’de on binlerce Filistinli işçi İsrail’in toplam tarımsal işgücünün dörtte birini oluşturuyordu.

Ardından 7 Ekim geldi. Gazze’den gelen tarım işçilerinin Hamas savaşçılarına istihbarat sağladığını iddia eden İsrail hükümeti, yaklaşık 20.000 Filistinli tarım işçisinin ülkeye yeniden girişini yasakladı. (İsrail iç güvenlik servisi o zamandan beri bu bulguya kısmen itiraz etti). Aynı dönemde, 2012 İsrail-Tayland ikili anlaşması nedeniyle daha önce İsrail’deki en büyük denizaşırı işçi nüfusu olan yaklaşık 7.800 Taylandlı işçi, en az 39’unun Hamas saldırısında öldürülmesinin ardından kaçtı.

Tarım sektörü neredeyse bir gecede tüm yabancı işgücünün üçte birinden fazlasını kaybetti. Savaşın ilk haftalarında İsrailli gönüllüler zor durumdaki çiftçilere yardım etmek için devreye girse de çiftlikler zarar etmeye başladı. Kasım ayına gelindiğinde, İsrail hükümeti işgücünü yenilemek için yeni bir göçmen programı aracılığıyla 5.000 kadar denizaşırı işçinin ülkeye girişine izin vereceğini açıkladı.

Bu planı ilk duyduğunda Orit Ronen’in ilk aklına gelen bunun “büyük bir karmaşaya” yol açacağı oldu. Tel Aviv merkezli bir işçi hakları sivil toplum kuruluşu olan Kav LaOved’de çalışan Ronen, mevcut sömürü göz önüne alındığında yeni gelenlerin ne kadar savunmasız olacağının farkındaydı. Ronen ayrıca birçok çiftliğin işçileri barındırmak için yeterli altyapıya sahip olmadığını da biliyordu, çünkü çiftliklerin önceki Filistinli işçileri Batı Şeria ya da Gazze’den gelip gidiyordu.

Ronen endişelenmekte haklıydı. Binlerce yeni işçinin İsrail’e gelmeye başladığı aralık ayı başından bu yana Kav LaOved, kötü muameleye maruz kaldıklarını bildiren 300’den fazla işçiden bilgi ve yardım talebi aldı. Odedara ve diğerlerinin maruz kaldığı koşullar İsrail çalışma yasalarına göre açıkça yasadışı. Ancak Ronen, daha önce de uygulanmayan iş kanunun 7 Ekim saldırısından bu yana “daha az” uygulandığını söyledi.

İsrail hükümetinin iş kanununun uygulanmasından sorumlu kurumu olan Nüfus ve Göçmenlik İdaresi (PIBA) görüşme taleplerine yanıt vermedi. PIBA sözcüsü Sabine Haddad bir e-postada “Yabancı işçiler için çağrı merkezimiz var, burada sorunu tam olarak açıklayabilirler ve kontrol edilirler” diye yazdı.

Bharat, göçmen işçilerin misilleme korkusuyla PIBA’nın çağrı merkezine başvurmaktan çekindiklerini, işverenlerin işçilere “Eğer dediğimiz gibi çalışmazsanız sizi Hindistan’a geri göndeririz dediklerini” söyledi: “İşverenler bunu yapamazlar. Ben bunu biliyorum ama [işçiler] bilmiyor. Onlar yeni.” (İsrail yasaları, işçilerin işten çıkarılmaları halinde yeni bir iş bulmak için 90 gün boyunca ülkede kalmalarına izin veriyor).

Sınır dışı edilme tehdidi özellikle güçlü çünkü çoğu işçi İsrail’e gitmeden önce ödedikleri yüksek ücretler nedeniyle beş yıllık sözleşmeleri süresince İsrail’de mahsur kalmış durumda. Odedara’nın durumunda, Hindistan’daki bir acente kendisinden el altından 6.300 dolar istemiş ve Odedara da bunu ailesinin birikimleriyle ödemiş.

Bu ücretler yeni bir olgu değil, ancak emek savunucusu örgütler, 2012 yılında İsrail ve Tayland’ın Taylandlı göçmen işçiler için yıkıcı ücretleri ortadan kaldıran ikili bir anlaşma yapmasıyla büyük bir zafer kazandı. Böyle bir hüküm içermeyen 7 Ekim sonrası göç planı bu ilerlemeyi geri almakla tehdit ediyor. Ronen, “Özellikle Hindistan’dan gelen [işçiler] komisyonculara binlerce dolar ödüyorlar” dedi: “Onlar için bu çok büyük bir mesele ve bu onları çok savunmasız hale getiriyor.”

Ve bir de savaş var. Hindistan’ın güneyindeki Kerala eyaletinden 29 yaşındaki Melbin Paul, Lübnanlı militan grup Hizbullah’ın 7 Ekim’den bu yana neredeyse her gün roket fırlattığı İsrail-Lübnan sınırına yakın bir kümes hayvanı çiftliğinde çalışmak üzere görevlendirildi.

Paul, 4 Mart sabahı bir badem ağacını budarken kafasını kaldırdığında bir füzenin doğrudan kendisine ve işçi arkadaşlarına doğru geldiğini gördü. “Kaçmak için zaman yoktu” dedi. Bir Hizbullah tanksavar füzesi olan mermi “göz açıp kapayıncaya kadar” etkisini gösterdi. Paul’un arkadaşı 31 yaşındaki Kerala yerlisi Pat Nibin Maxwell anında öldü. Maxwell’den birkaç metre uzakta duran Paul’un vücudunun sağ tarafında on santim büyüklüğünde şarapnel yaraları vardı.

Tel Aviv Üniversitesi’nde bir işçi hakları derneği yöneten Avukat Michal Tadjer, “Savaştan önce de Gazze Şeridi yakınlarında çalışan tarım işçilerinin yaralanması ya da ölmesi çok yaygındı” dedi. Maxwell, son on yılda roket ateşiyle öldürülen en az yarım düzine tarım işçisinden biri.

İran’ın 13 Nisan’da İsrail’e yönelik saldırılarının ardından Hindistan Dışişleri Bakanlığı İsrail’deki vatandaşlarına kendilerini Hindistan Büyükelçiliğine kaydettirmeleri ve “hareketlerini asgari düzeyde kısıtlamaları” çağrısında bulundu. Bu uyarı, yeni işçilerin güvenlik durumu hakkında onlarca yıldır İsrail’de bulunan Filistinli işçilerden ya da Taylandlı göçmenlerden çok daha az bilgiye sahip olduğunu gösteriyor.

Paul ve arkadaşları, çiftliklerinin Ekim ayı ortasında Margaliot sakinlerinin tahliye ettiği kapalı bir askeri bölgede olduğunu hiç duymamışlardı. Paul, “İsrail’e ilk kez geliyorum. Ateşin ve savaşın nerede olduğunu [bilmiyordum]” dedi.

Ancak göçmen işçi sömürüsünün boyutları yakında daha da kötüleşebilir. Ronen’e göre Kasım ayından bu yana 3.000’e yakın tarım işçisi geldi; çiftlikleri tam işgücü kapasitesine ulaştırmak için 8.000 ila 12.000 işçiye daha ihtiyaç var. Önümüzdeki aylarda 10.000 Sri Lankalı işçinin İsrail’e getirilmesi için ayrı bir anlaşma yapılmış durumda. Bunu muhtemelen daha fazla karmaşa izleyecek.

Filistinli işgücünü kaybetmenin derin güvenlik sonuçları da olacak. 7 Ekim’den önce İsrail’deki Filistinli işçilerin geliri Filistin Yönetimi’nin GSYİH’sinin yaklaşık yüzde 20’sini oluşturuyordu. İsrail iç güvenlik servisi aylardır Batı Şeria’daki Filistinli işçilerin İsrail’e geri alınması çağrısı yapıyor ve Batı Şeria’da giderek kötüleşen ekonomik koşulların daha fazla istikrarsızlığa ve şiddete yol açacağı uyarısında bulunuyor. Ancak İsrail hükümetindeki sağcı bakanlar, ne pahasına olursa olsun Filistinli iş gücünden geri dönmesini kabul etmeyerek yasağı kaldırmayı reddetti.

İşçiler için, aldıkları maaşlar evlerinde kazanabilecekleri kıt miktarların çok üstünde. Odedara için yapılacak çok iş var: Mevcut işinin koşulları, önceki görevlerine göre önemli oranda iyileşse de hala sözleşmesinde belirtilenin altında ödeme alıyor ve bir de önceki eksik maaşlarını alma meselesi var. Bharat, Odedara’nın “bir çözüm bulacağını” söyledi: “Burada kalmak istiyor ama daha iyi koşullarda, böyle değil.”

Ne olursa olsun, 7 Ekim sonrası yeni gelenler 2029’a kadar İsrail’de kalacak; yani en azından önümüzdeki beş yıl boyunca, Filistinli işçilere yönelik yasak kaldırılsa bile pek çok Filistinli tarım işçisinin geri dönecek bir işi olmayacak.

Görünen o ki kesin olan tek şey İsrail’in, işgücü için kendi nüfusunun ötesine bakmaya devam etmek zorunda kalacağı. Kemp, “İsrail, Filistinli olsun ya da olmasın, tarımda uzun süredir vatandaş olmayan işgücüne dayanıyor. Bu yapısal bağımlılık ortadan kalkmayacak” dedi.

DÜNYA BASINI

Barzani’nin Tahran ziyaretinin perde arkası

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağınız Amwaj.media’da yayınlanan haber-analiz, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) lideri Neçirvan Barzani’nin iki günlük Tahran ziyaretinin arka planına odaklanıyor.  

***

Barzani seçimlerin ertelenmesi için İran’ın desteğini aldı mı?

Haber: Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani üst düzey İranlı yetkililerle görüşmek üzere Tahran’a gitti. Ziyaret, Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile rakibi Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasında kısmen, yaklaşan IKBY Parlamentosu seçimleri nedeniyle büyüyen çatlağın ortasında gerçekleşti.

Barzani’nin, İran ile yakın ilişkileri olan KYB’nin itirazlarına rağmen, bölgesel seçimlerin ertelenmesi için Tahran’dan destek istediği söyleniyor. Görüşmelerde ayrıca İranlı Kürt muhalif grupların Kuzey Irak’taki varlığının yanı sıra İsrail ve Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarının da ele alındığı bildiriliyor.

Barzani ve beraberindeki heyet 5-6 Mayıs tarihlerinde Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Ekber Ahmadian ile bir araya geldi.

  • Barzani’nin sözcüsü ziyaretin amacının “Kürdistan bölgesinin komşularının çıkarları için bir tehdit olmayacağını” teyit etmek olduğunu söyledi. Resmî açıklamada ayrıca görüşmelerin “İran, Irak ve IKBY arasındaki ikili ilişkileri ve işbirliğini güçlendirmeyi” amaçladığı ve bölgesel siyasi gelişmelerle de ilgili olacağı vurgulandı.
  • Gözlemciler bu ziyaretin kısmen, Tahran tarafından önemli bir bölgesel jeo-stratejik rakip olarak görülen Türkiye ile Erbil’in giderek yakınlaşan ilişkisine dair İran’ın endişelerini gidermeyi amaçladığını da öne sürdü.

Görüşmelerle ilgili çok az ayrıntı basına yansımış olsa da İran Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamada, Kuzey Irak’taki İran muhalifi gruplar ve İsrail’in İran sınırlarına yakın olduğu iddiası da dahil güvenlik konularına odaklanıldığını gösterdi.

  • Reisi’nin Bağdat ve Erbil’i Mart 2023’te İran ve Irak arasında imzalanan güvenlik anlaşmasını tam olarak uygulamaya çağırdığı ve “Irak topraklarında karşı devrimci unsurların tamamen silahsızlandırılması ve yok edilmesi” için çalışmanın “gerekliliğini” vurguladığı belirtildi.
  • İran Cumhurbaşkanı ticaretin geliştirilmesine açık olduklarını ifade ederken, “güvenliğin her türlü işbirliği ve etkileşimin genişletilmesinin temel dayanağı olduğunu” belirtti.
  • Haberde Barzani’nin şu sözlerine yer verildi: “İran bizim için sadece bir komşu değil. Eğer İslam Devrimi ve İslam Cumhuriyeti olmasaydı, bugün Kürt hareketinin akıbetinin ne olacağı bilinemezdi.” Barzani, “İran’dan beklentimiz Irak’taki sorunların çözümünde yanımızda olmaya devam etmesidir” diye ekledi.
  • IKBY Başkanı’nın ayrıca “Hiçbir sağduyu, bugün en çok kınanması gereken pozisyondaki bir rejimle ilişkileri, güçlü ve dost bir ülkeye tercih etmemize izin vermez” dediği belirtildi. Barzani ayrıca ikili güvenlik anlaşmasını tam olarak uygulama taahhüdünü de dile getirdi. Bu sözler bazı gözlemciler tarafından, İran’ın uzun süredir sürgündeki İranlı Kürt muhalif gruplarla işbirliği de dahil IKBY’de faaliyet gösterdiğini iddia ettiği İsrail’e bir gönderme olarak yorumlandı .

Tahran’ın KDP’nin IKBY’de yaklaşan bölgesel parlamento seçimlerini erteleme çabasını desteklemeyi ve KYB’ye böyle bir planı kabul etmesi için baskı yapmayı kabul ettiği bildiriliyor.

Kürt medya kuruluşu Ava, 2 Mayıs’ta KYB’ye İranlı bir heyet tarafından Kürdistan Parlamentosu seçimlerinin KDP’nin katılımı olmadan yapılamayacağının söylendiğini iddia etti. Amwaj.media bu iddiayı bağımsız olarak doğrulayamadı.

Bağlam/analiz: Irak Federal Yüksek Mahkemesi’nin 21 Şubat’ta Kürt özerkliğine zarar verdiği düşünülen bazı kararlar almasına tepki gösteren KDP, yaklaşan bölgesel seçimlere katılmayacağını açıkladı. Seçimlerin 10 Haziran’da yapılması planlanıyordu ancak Erbil merkezli parti geçen haftalarda seçimlerin ertelenmesini talep etti. KYB lideri Bafel Talabani ve diğer Kürt partileri herhangi bir ertelemeye şiddetle karşı çıktı.

  • IKBY Başkanı’nın Tahran ziyareti, iktidardaki Şii Koordinasyon Çerçevesi’nin önde gelen liderleriyle bir araya gelmesinden sadece birkaç gün sonra gerçekleşti. Barzani, Irak’ın eski başbakanları Nuri el-Maliki (2006-14) ve Haydar el-İbadi’nin (2014-18) yanı sıra Hikmet Hareketi lideri Ammar el-Hekim ile de görüştü. Barzani ayrıca görevdeki Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani (2022-) ile de görüştü.
  • Barzani’nin yaklaşan seçimlerin ertelenmesi için Şii partilerden destek aldığı bildiriliyor. Ayrıca Maliki’nin, üst düzey KDP yetkilisinin Tahran ziyaretini kolaylaştırdığı belirtiliyor.

Barzani’nin Şii liderlerle yaptığı görüşmelerde Bağdat’ın, IKBY’de saldırılar düzenlediğinden şüphelenilen silahlı grupları kontrol altına alacağına dair güvence istediği bildirildi.

  • 26 Nisan’da Kor Mor gaz sahasına düzenlenen insansız hava aracı saldırısı, dört Yemenli işçinin ölümüne neden oldu ve üretim bir hafta boyunca durdu. Sahada günde ortalama 452 milyon fit küp gaz üretiliyor ve bu üretim IKBY’nin elektrik ihtiyacının karşılanması için kritik önem taşıyor.
  • 26 Nisan’daki insansız hava aracı saldırısının sorumluluğunu hiçbir grup üstlenmese de saldırının Şii bir silahlı grup tarafından gerçekleştirildiğinden şüpheleniliyor. Geçmişte bu tür olaylar, Bağdat ve Erbil’in bölgedeki hava güvenliğinden kimin sorumlu olduğu noktasında karşılıklı suçlamalarda bulunmasına yol açmıştı.
  • İran tarafından desteklendiğine inanılan silahlı grupların yanı sıra İslam Cumhuriyeti de son yıllarda IKYB topraklarına doğrudan saldırdı. Son olarak Devrim Muhafızları 15 Ocak’ta İsrail’in Mossad ajanları tarafından kullanıldığını iddia ettiği Erbil’deki hedeflere balistik bir füze fırlattı. Füze saldırısında aralarında önde gelen bir Kürt işadamının da bulunduğu çok sayıda kişi öldü. Iraklı Kürt yetkililer Tahran’ın iddialarını reddetti.

Ayrıca Barzani’nin Bağdat ve Tahran ziyaretleri, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın kısa süre önce Irak’a yaptığı önemli ziyaretin ardından geldi.

  • Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 Nisan’da Bağdat ve Erbil’e yaptığı ziyaret 13 yıl aradan sonra gerçekleşen ilk ziyaretti ve Türkiye’nin Irak’taki çıkarlarını güçlendirmeye odaklanıyordu.
  • Bu nadir ziyaret kapsamında Irak, Katar, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında Türkiye’yi Körfez Arap ülkelerine bağlamayı amaçlayan büyük bir transit girişim olan ‘Kalkınma Yolu’nun inşası için bir ön anlaşma imzalandı. Dörtlü anlaşmada İran’ın yer almaması dikkat çekti.

Öngörü: Eğer Barzani gerçekten de Bağdat ve Tahran’dan yaklaşan bölgesel seçimlerin ertelenmesi için destek almışsa, KYB muhtemelen bunu kabul etmek zorunda kalacak. KDP’nin manevralarının sonucunu, önümüzdeki günlerde resmen açıklaması bekleniyor.

  • KDP’nin tam bir ilerleme kaydedebilmesi için KYB ile müzakereleri sürdürmesi ve muhtemelen Süleymaniye merkezli partiye bazı tavizler vermesi gerekiyor. Böyle bir sürecin hem Bağdat’ı hem de Tahran’ı kapsayacak olması çok önemli.
  • Bölgesel seçimlerin ertelenmesini desteklemesi halinde İran muhtemelen IKBY’deki İranlı Kürt muhalif gruplara karşı Erbil’in işbirliğini güçlendirmeye çalışacaktır.
  • Tahran’la daha sıcak bağlar kurmak, Erbil’in Bağdat’la arasındaki, IKBY’de federal bütçeden ayrılan pay ve Bağdat’ın IKBY’deki maaşları ödeme taahhüdü gibi bazı anlaşmazlıkları çözmesine de yardımcı olabilir.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

ABD’de üniversite protestoları ve ‘CEO’ olarak rektörler

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD kampüslerinde Filistin yanlısı öğrencilere yönelik polis saldırıları sürerken, Branko Milanovic, bildiğimiz anlamda üniversitelerin artık mevcut olmadığını; insanlık, empati, saygı gibi değerlerin yerini kaba şirket çıkarlarının aldığını; Amerikan üniversitelerinin fabrikaya, yöneticilerinin de CEO veya yönetim kuruluna dönüştüğünü yazıyor. Bu şartlar altında her tür ‘grev’ veya ‘iş yavaşlatma’, tedarik zincirlerine bir darbe sayılıp ezilecektir.


Fabrika olarak üniversiteler

Branko Milanovic
Global Inequality and More 3.0
4 Mayıs 2024

Polisin üniversiteleri gösteri yapan öğrencilerden temizlediği pek çok örnek gördüm ve okudum. Polis, öğrencilerin yarattığı özgürlük vahalarından memnun olmayan yetkililerin emriyle gelirdi. Silahlı olarak gelir, öğrencileri döver ve protestoya son verirdi. Üniversite yönetimi öğrencilerin yanında yer alır, ‘üniversitenin özerkliği’ni (yani polisten muaf olma hakkını) öne sürer, istifa eder ya da görevden alınırdı. Bu olağan bir durumdur.

ABD’deki mevcut ifade özgürlüğü gösterileri dalgasının benim için yeniliği, öğrencilere saldırması için polisi çağıranların üniversite yöneticileri olmasıydı. New York’ta yaşanan en az bir olayda, polis neden çağrıldıklarına şaşırmış ve bunun ters etki yarattığını düşünmüştü. Yöneticilerin bu tutumunun, yöneticilerin kampüslerde düzeni sağlamak üzere iktidarlar tarafından atanabildiği otoriter ülkelerde ortaya çıkabileceği anlaşılabilir. Bu durumda, itaatkâr devlet memurları olarak, polisi çağırma yetkisine nadiren sahip olsalar da, ‘temizlik’ faaliyetlerinde polisi destekleyecekleri açıktır.  

Fakat ABD’de üniversite yöneticileri Biden ya da Kongre tarafından atanmıyor. O zaman neden kendi öğrencilerine saldırsınlar ki? Onlar gençleri dövmeyi seven kötü kişiler mi?

Cevabım, hayır. Öyle değiller. Sadece yanlış bir iş yapıyorlar. Rollerini geleneksel olarak üniversitelerin rolü olan özgürlük, ahlak, merhamet, kendini feda etme, empati ya da arzu edildiği düşünülen diğer değerleri genç nesillere aktarmaya çalışmak olarak görmüyorlar. Bugünkü rolleri, üniversite adı verilen fabrikaların CEO’ları olmaktır. Bu fabrikalar, öğrenci adı verilen ve düzenli yıllık aralıklarla mezunlara dönüştürdükleri bir hammaddeye sahiptir. Dolayısıyla bu üretim sürecindeki herhangi bir aksaklık, tedarik zincirindeki bir aksaklık gibidir. Üretimin devam edebilmesi için mümkün olan en kısa sürede ortadan kaldırılması gerekir. Mezun olan öğrenciler ‘[dışarı] çıkarılmalı’, yeni öğrenciler getirilmeli, onlardan gelen paralar cebe indirilmeli, bağışçılar bulunmalı, daha fazla fon sağlanmalıdır. Öğrenciler sürece müdahale ederlerse, gerekirse güç kullanılarak disipline edilmeleri gerekir. Düzenin yeniden sağlanması için polis devreye sokulmalıdır.

Yöneticiler değerlerle değil, kârlılıkla ilgilenmektedir. Yaptıkları iş Walmart, CVS ya da Burger King’in CEO’su ile eşdeğerdir. The Atlantic’te yakın zamanda yayınlanan bir makalede anlatıldığı gibi, değerlerden ya da ‘entelektüel açıdan zorlayıcı bir ortamdan’ ya da ‘canlı tartışmalardan’ (ya da her neyse!) söz etmeyi, günümüzde şirketlerin üst düzey yöneticilerinin her zamanki promosyon amaçlı, performatif konuşmaları olarak kullanacaklardır. Kimse bu tür konuşmalara inanmıyor değil. Fakat bu tür konuşmalar yapmak son derece olağan. Bu yaygın olarak kabul gören bir ikiyüzlülüktür. Sorun şu ki, üniversitelerde bu düzeyde bir ikiyüzlülük hâlâ çok yaygın değil çünkü tarihsel nedenlerden ötürü üniversiteler tam olarak sosis fabrikaları gibi görülmüyordu. Daha iyi insanlar yetiştirmeleri gerekiyordu. Fakat gelir ve bağışçıların parası için verilen mücadelede bu unutuldu. Bu nedenle sosis fabrikası duramıyor ve polis çağırmak gerekiyor.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsrail ile ticareti kesme kararı can yakabilir: “Bölge hükümetleri yardımcı olmalı”

Yayınlanma

İsrail ile ticareti geçen ay sınırlayan Türkiye, iki gün önce ticareti tamamen kesme kararı aldı. Ticaret Bakanlığı 3 Mayıs’ta “İsrail hükümeti, Gazze’ye kesintisiz ve yeterli miktarda insani yardım akışına izin verinceye kadar” İsrail ile ihracat ve ithalatın tamamen durdurulduğunu açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kararla ilgili açıklamasında, “Tüm batı İsrail’e çalışıyor. Biz daha sabredemezdik ve adımlarımızı attık” dedi.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber, Türkiye’nin bu adımının İsrail ve Türkiye’ye ne gibi etkileri olabileceğini uzman yorumlarıyla değerlendiriyor:

***

Erdoğan Netanyahu’ya karşı: Bu işin sonu nereye varacak?

Türkiye Gazze nedeniyle İsrail ile ticareti kesti. Bu can yakabilir.

GIORGIO CAFIERO

Türkiye kısa bir süre önce Gazze’de “kötüleşen insani trajedi” nedeniyle İsrail ile ticareti askıya aldı.

Ankara, İsrail’in Gazze’ye “kesintisiz ve yeterli” yardım akışına izin vermesi halinde ticareti yeniden başlatacağını açıkladı. Tahmin edilebileceği gibi İsrail’in baş diplomatı Israel Katz, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “Türk halkının ve iş adamlarının çıkarlarını hiçe sayarak ve uluslararası ticaret anlaşmalarını göz ardı ederek” bir “diktatör” gibi davranmakla suçladı. Hamas ise şaşırtıcı olmayan bir şekilde Türkiye’yi övdü.

Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim, 2009 Davos Zirvesi ve 2010 Gazze filosu baskını gibi son yıllarda yaşanan çeşitli olaylarda arttı. Ancak bugüne kadar Türkiye-İsrail ekonomik ilişkileri bu fırtınaları hep atlattı. Bu nedenle Türkiye’nin bu ay İsrail ile ticareti durdurması büyük bir olay.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya’dan sorumlu eski Müsteşar Yardımcısı Matthew Bryza RS’ye yaptığı açıklamada, “İsrail’in Gazze’de sivillere yönelik saldırılarına, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eleştirilerini sertleştirdiği geçen yılın Ekim ayının ortalarından bu yana iki ülke ilişkilerinde olumlu seyreden tek unsur ticaretti. Türkiye’nin İsrail’le tüm ticareti kesmesiyle birlikte bu olumlu unsur da ortadan kalktı” dedi.

“Erdoğan’ın İsrail’le ilişkilere bütüncül bir yaklaşım getirerek geleneğini bozduğu görülüyor” diyen Sadeq Enstitüsü’nde Türkiye üzerine uzmanlaşan siyasi analist Batu Coşkun şu noktaya dikkat çekti: “Daha önceki krizlerde ticari ilişkiler, gergin siyasi bağlardan ayrı tutulmuştu. Şimdi ise hükümet tüm cephelerde gerilimin tırmanmasından endişe duymuyor gibi görünüyor.”

Hasan Kalyoncu Üniversitesi öğretim üyesi ve SETA Vakfı araştırmacısı Murat Aslan’a göre, İsrail üzerindeki baskıyı artırmak isteyen Türkiye’nin ticareti askıya almanın ötesinde oynayabileceği kartlar var. Bunlar arasında diğer ülkeleri İsrail’e ambargo uygulama konusunda Türkiye’ye katılmaya teşvik etmek ve Türk hava sahasını İsrail uçuşlarına kapatmak yer alıyor. Aslan, “Türkiye’nin bu adımları atıp atmayacağını bekleyip görmemiz gerekiyor, ancak birçok seçenek olduğunu biliyorum” dedi.

İç baskılar ve artan gerilim

Türkiye’nin iç siyaseti de göz önünde bulundurulmalı. Gazze savaşının erken bir aşamasında Türk toplumunun bazı kesimleri Erdoğan hükümetine, Tel Aviv’e karşı sert söylemlerin ötesinde somut adımlar atması için baskı yapmaya başladı. Birkaç hafta önce Türkiye, İsrail ile çelik, gübre ve jet yakıtı dahil 54 alanda ticareti kısıtladı.

Geçen ayki yerel seçimler öncesinde İsrail ile tüm ticaretin kesilmesi yönünde çağrılar yapıldı ve bu çağrılar Erdoğan’ın seçmenlerinin çoğunda yankı buldu. Sonuç olarak, Erdoğan’ın geleneksel destekçilerinin önemli bir kısmı ya oy vermeyi reddetti ya da hükümetin Gazze savaşı sırasında İsrail’le ticaretin devam etmesine izin veren politikasına karşı çıkarak kampanya yürüten İslamcı bir parti olan Yeniden Refah Partisi’ni destekledi.

Coşkun’a göre, Türkiye’nin İsrail’le ticaretini durdurma kararı alan Erdoğan, “popülaritesini korumak için tepki veriyor gibi görünüyor. Bu, Cumhurbaşkanının muhtemelen söylemini sertleştirmeye devam edeceği anlamına geliyor ki bu da İsrail ile ilişkilerde daha fazla gerilim demek.”

Ekonomik etki

İsrail uzun zamandır Türkiye ile güçlü ticari ve yatırım ilişkileri sürdürüyor. 2023 yılında, ikili ticaret yaklaşık olarak 7 milyar ABD doları civarındaydı. Bir Türk holdingi olan Zorlu Holding, İsrail ekonomisinde büyük bir yatırımcı ve Türk inşaat şirketleri yıllar boyunca İsrail’de büyük paralar kazandı. Ankara’nın ticareti durdurma kararı nedeniyle İsrail’de inşaat maliyetlerinin artacağı ve enflasyonist etkilerin ortaya çıkacağı varsayılabilir.

Ancak Türkiye’nin ambargosunun İsrail ekonomisine ne kadar zarar vereceği ve bu zararın ne kadar süreceği şimdilik net değil. Ülkeler ticari ilişkileri kesintiye uğradığında ya da yaptırım uygulandığında uyum sağlayabilirler. Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı geniş çaplı işgaline karşılık Batı’nın Moskova’ya karşı finansal savaş açmasının ardından Rusya’nın ticaret yollarını ve tedarik zincirlerini ayarlaması buna bir örnek. Benzer şekilde, İsrailli politika yapıcılar da şu anda ekonomilerine ne gibi zararlar gelebileceğini ve Türkiye’nin ambargosunun etkilerini nasıl telafi edeceklerini değerlendirmekle meşguller.

Ayrıca Türkiye’nin ekonomisi de darbe alacak. Ankara’nın ambargoyu daha önce uygulamamasının en önemli nedenlerinden biri de buydu. Türkiye’deki siyasi yelpazede Filistinlilere yönelik yaygın bir destek var, ancak Gazze’yi desteklemek için ne kadar bedel ödenmesi gerektiği konusu da tartışmalı.

Katar Üniversitesi İbn Haldun Merkezi’nde yardımcı doçent ve Atlantik Konseyi Scowcroft Orta Doğu Güvenlik Girişimi’nde misafir kıdemli araştırmacı olarak görev yapan Ali Bakır, RS’ye verdiği demeçte, “İsrail’deki iç durum ve Husilerin Kızıldeniz girişindeki önlemleri göz önüne alındığında bu, İsrail ekonomisine kesinlikle benzeri görülmemiş bir şekilde zarar verecek” dedi.

“Ancak diğer yandan, zaten zor durumda olan ve toparlanmaya çalışan Türk ekonomisine de zarar verecek” diyen Bakır, bu tür mali riskleri almaktan korkan bölgedeki diğer hükümetlerin, Türkiye gibi bunu yapmaya istekli olanlara yardım etmek için adım atması gerektiğini belirtti.

Azerbaycan petrolü

Türkiye’nin eylemlerinin Azerbaycan’a ve daha spesifik olarak Azerbaycan’ın İsrail’e yönelik petrol ihracatı üzerindeki etkisi önemli olacak. Azerbaycan petrolü Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından geçerek tankerlerle İsrail’e ulaşıyor. Ankara, Azerbaycan’ın Ceyhan limanı üzerinden İsrail’e petrol ihraç etmesine izin vermezse İsrail ekonomisi büyük zarar görebilir.

ABD’nin Azerbaycan Büyükelçisi olarak da görev yapmış olan Bryza, “Şu anda Türkiye’nin İsrail’e petrol akışını kesip kesmeyeceği belli değil. Böyle bir durumda, ekonomi yeni tedarik kaynakları bulma zorunluluğuna kalacağı için İsrail ekonomisi üzerinde daha önemli bir etkiye sahip olabilir” dedi.

Bryza, İsrail’in Azerbaycan’la uzun vadeli enerji sözleşmeleri olduğunu ve spot piyasadan satın alması halinde petrol için çok daha fazla ödeme yapmak zorunda kalacağını belirtti.

Aslan da “Eğer Türkiye bu akışı durdurursa… o zaman İsrail enerji için başka bir kaynak bulmak zorunda. Aksi takdirde başları belaya girecek” diye ekledi.

Bununla birlikte, Ankara-Bakü ittifakının doğası göz önüne alındığında, Türkiye bu adımı atmaktan kaçınabilir. Bryza, “Türkiye, Azerbaycan petrolünün Türkiye’nin Ceyhan limanı üzerinden İsrail’e akışını keserse şaşırırım çünkü bu Azerbaycan’ın çıkarlarına da zarar verir. Türkiye ve Azerbaycan çok yakın ikili ilişkilere sahip ve bu ilişkiyi tanımlayan klişeye göre ‘iki millet iki devlettir.”

İsrail ile ticareti durduran Türkiye’yi başkaları da izleyecek mi?

Türkiye’nin ikili ticareti askıya alması kaçınılmaz olarak İsrail ekonomisine en azından kısa vadede zarar verecek. Bu, Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetinin ve bir ülke olarak İsrail’in Gazze’deki sivillere karşı işlediği suçlar nedeniyle ödemek zorunda kalacağı ek bir maliyet olacak.

Ancak Türkiye’nin İsrail’e ambargo uygulamada yalnız kalması halinde İsrail’e verilen ekonomik zarar sınırlı kalabilir. Dikkate alınması gereken husus, diğer ülkelerin de Ankara’nın izinden gitme ihtimali ki bu durum İsrail’in ekonomik zorluklarını daha ciddi hale getirebilir.

Türkiye’nin kararı Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Arap vatandaşları tarafından memnuniyetle karşılanacak. Muhtemelen Ankara’nın İsrail’e uyguladığı ambargoyu, Müslüman ülkelerin İsrail’e nasıl davranması gerektiğine dair bir örnek olarak gösterecekler ve kendi hükümetlerini de aynı yolu izlemeye çağıracaklar. Ancak bu hükümetlerin, bunu yapıp yapmayacağı ayrı bir soru.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English