Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Rusya’da kalkınma: Liberal amentüye karşı işlenen büyük günah – 1

Yayınlanma

Biz her geçen gün biraz daha sefalete yuvarlanırken Rusya ekonomisiyle ilgili her haber mucizeyi andırıyor: modern tarihin gördüğü en büyük yaptırım saldırısının altında, ihracat ve ithalat kanalları alabildiğine kapatılmış, Ukrayna çatışmasında az çok tarafsız kalmayı tercih etmiş geleneksel ticari ortakları bile başta bankacılık olmak üzere bütün ticari faaliyetlerine ikincil yaptırım korkusuyla engeller getirmeye başlamışken “nasıl oluyor da oluyor”? Nereden geliyor bu değirmenin suyu — yoksa her şeye rağmen ucuza da olsa petrol ve doğalgazını satmanın yolunu buluyor da o sayede mi ayakta kalıyor?

Bu yazı Rusya ekonomisine derinlemesine bir bakışla genel değerlendirmeler için perspektif sunmayı ve onlardan yola çıkarak bir “değirmen” tanımına ulaşmayı amaçlıyor. Başka deyişle, şu soruyu soruyor ve cevaplıyor: iktisadi faaliyet değirmeninin suyu tek bir yerden mi gelir, veya genel olarak: nedir bu değirmen?

GENEL DURUM

Putin yönetiminin tamamen kurumsallaştığı 2003’ü milat kabul ederek, GSYH dinamiği şöyledir:

pastedGraphic.png

Rusya ekonomisindeki ilk yılların yükselişinin ardından 2008 kriziyle birlikte şiddetli düşüş ve bir daha önceki dönemin büyüme oranlarının yakalanamamış olması Rusya’nın kapitalizmin uluslararası krizinden doğrudan etkilenen bir çevre ekonomisi olmasının sonucudur. Benzer bir durum 2014’te de yaşanmıştı; Kırım krizi ve yaptırımlar 2008’deki kadar olmasa bile hızlı bir daralmaya yol açmıştı. Bunun arkasından gelen kısmi genişleme dalgası ise 2020’de pandemiyle birlikte gene bir daralmayla sonuçlanmıştı.

Ukrayna krizinin ve yıkıcı yaptırımların bu gerilemeyi hızlandıracağı ve derinleştireceği sanılıyordu. Gerçekten de 2022’nin baharında yüzde 5-8 arasında küçülme oranları telaffuz ediliyordu. Üstelik bunlar bile utangaç ifadelerdi; “anaakım” denilen iktisatçıların ve onların hakim olduğu “mali bloğun” endişesi, 2009 küçülmesini bile geride bırakan bir anti-rekor kırılacağı yönündeydi. Bununla birlikte yıl sonuna doğru tahminler yüzde 3’e kadar geriledi. Ölçümler yapıldığında daralmanın sadece yüzde 1,2 olduğu ortaya çıktı — bu beklenenin çok altındaydı. 

Ancak gene de toparlanma umudu zayıftı; genel beklenti (buna “mali bloğun” tahminleri de dahil) küçülmenin 2023’te devam edeceği veya en iyimser tahminle çok az bir büyüme olacağı yönündeydi. Ama 2023 verileri tam aksi bir durumu ortaya çıkardı: Rusya ekonomisi bir önceki yıla göre yüzde 3,6 büyümüştü. 

2020-2023 arası yıllık çeyreklere dayanan grafik, bütün iniş ve çıkışların bu dönemde siyaset ve ekonomi yönetiminde alınan kararlarla doğrudan ilişkili olduğunu ve bu ilişkinin kendisini eğrilerde şaşılacak kadar hızla gösterdiğini kanıtlar.

pastedGraphic_1.png

BÜYÜMENİN NEDENLERİ

Özellikle 2023’teki yükseliş esas itibariyle Mişustin hükümetinin teknokrat tedbirlerinin eseriydi ve bunun iki temeli vardır: 1) devlet yatırımlarında artış ve özellikle sabit sermaye yatırımları, 2) sermaye hareketinin, özellikle de yabancı ve onunla ilişkili (komprador) sermaye hareketinin sınırlanması. Bu iki ayak da Merkez Bankası’nın dogmatik para ve sermaye siyasetine rağmen uygulanmıştı ve uygulanıyor; Merkez Bankası “enflasyonist etkileri” ortadan kaldırma iddiasıyla yüksek faiz ve sermaye serbestliğini istiyor; hükümeti teknokrat kanadı (hiç şüphesiz silovikinin onu arkalaması sayesinde) liberal dogmatizmi sınırlıyor. 

Aşağıdaki grafikte görülen sabit sermaye yatırımları inşaatı, sanayide makine ve ekipman yatırımlarını ve devletin savunma siparişlerini (ama savunma sanayisine yapılan bütün yatırımları değil) kapsıyor. Makine ve ekipman arzında 2022 boyunca belirgin bir düşüş, 2023’te ise belli belirsiz bir artış var. Tamamen anlaşılır: 2022’nin ilk yaptırımlar dalgası Rusya’nın başlıca teknoloji, araç ve ekipman sağlayıcısı olan batıdan ithalat kanallarının kapanmasına yol açtı. Bunun en çıplak sonucu otomotiv sanayisinde görülebilir: sektör 2024 şubat itibariyle 2021 aylık ortalama üretiminin ancak yüzde 37’sine erişebilmişti. 2023 başından itibaren makine ve ekipman arzındaki belli belirsiz artış, ithalatın Çin’e yöneldiğini gösteriyor; ancak bu eğilim emperyalist troykanın ikincil yaptırım tehdidiyle yıl sonuna doğru gene hız kaybetti. Gerçekten de ithalat grafiğiyle makine ve ekipman arzı grafiği tamamen çakışır.

pastedGraphic_2.png

Bu bize (somut bilgi sahibi olmadığımız) savunma dışında imalat sektörüne ciddi bir sermaye yatırımı yapılmadığını gösteriyor. Demek ki savunma sanayisine yapılan sermaye yatırımları katılacak olursa toplam eğrinin çok daha keskin yükseleceği kabul edilebilir.

Gene de sivil sanayide (esas itibariyle imalat sektörü ve petrol-doğalgaz üretimi) yükselme eğiliminin sadece savunma sanayisinden kaynaklandığı ileri sürülemez. Sabit sermaye yatırımları eğrisini tayin eden başlıca faktörlerden biri, inşaat yatırımları. Onun da altında “milli projeler”, yani doğrudan bütçe yatırımları var. Aşağıdaki grafik bu yatırımların kuzeyin sert mevsimsel dalgalanmalarından bile çok az etkilenerek devam ettiğini gösteriyor. 2022’nin ilk kriz aylarındaki şok inşaat sektöründe de takip edilebiliyor; ama üçüncü çeyrekte sermaye yatırımları hâlâ epey düşük olduğu halde inşaat sektörü daha birinci çeyrek bitmeden hızla toparlanmış.

pastedGraphic_3.png 

Bu grafikler bir başka şeyi daha gösteriyor: sermaye yatırımlarında artış Mişustin’in başbakanlığıyla eşzamanlı. Dolayısıyla, yatırım kararlarının doğrudan doğruya teknokratik yönetimin siyasi kararları olduğu anlaşılıyor. Üstelik bu kararlar dünyadaki genel dogmanın ihlali de demek; dogma “kriz ortamında yatırımlar azaltılmalı” diyor; Rusya’da ise yatırımlar krizi aşmanın kaldıracı. 

Dolayısıyla, sabit sermaye yatırımlarının ne kadarının devlet tarafından yapıldığı önem taşıyor. Aşağıdaki grafik bu konuda bir fikir verecektir.

pastedGraphic_4.png

Öncelikle 2020’den (pandemi) itibaren bütçeden giderek daha büyük kaynakların sabit sermaye yatırımlarına ayrıldığını görüyoruz. Demek ki bu siyaset pandemiyle tetiklenen ve Ukrayna harekatıyla devam eden bir kararlılığın sonucu. Öz kaynaklarından sabit sermaye yatırımı yapan şirketlerin ne kadarının devlet şirketi ve ne kadarının özel şirket olduğuna dair kesin veriler yok; ancak bu bir hükümet siyaseti olduğuna göre, öz kaynak ayıran şirketlerin büyük bölümü de devlet şirketi veya devlet iştiraki olmalı. Aynı şekilde, banka kredileri de çoğunlukla bunlar tarafından kullanılıyor. Buna bir de devletin özel şirketleri mecburi gönüllülük yoluyla teşvik siyaseti eklenmeli. Sonuç, imalat sektöründe hızlı büyüme. Sabit sermaye yatırımları pek azken bu büyüme eğrisinin ortaya çıkması, emek verimliliğindeki yükselişe de işaret ediyor.

pastedGraphic_5.png

Tarım sektörünü de ele almadan geçersek bu bölüm eksik kalacak. Sektör aslında gelişmesini stratejik planlama kapsamına alınmasından başka uçak krizine borçlu; Putin’in soğukkanlılığını kaybettiği nadir olaylardan biri olan bu kriz ve arkasından Türkiye’den (tarım ürünlerinde bir sembol olarak) domates almama kararlılığı, daha önceden başlamış olan gelişme dinamiğini hızlandırdı. 

2023’te tarıma sermaye yatırımları 2015’teki seviyesinin en az iki katına çıktı. En az diyorum, çünkü 2023 yılına ait ayrıntılı istatistikler henüz yayınlanmadı; bu yüzden sermaye yatırımındaki artışı bir önceki yılla aynı kabul ediyorum. Öncelikle yatırımlar ve hububatta kendine yeterlilik arasındaki ilişkiye bakalım. Bu ikincisinde Rusya’nın üretimini bir buçuk katına çıkardığını göreceksiniz.

pastedGraphic_6.png

Tarım konulu ikinci grafik ise hububat dışındaki başlıca tarımsal üretim kalemlerinde kendine yeterlilik derecesini gösteriyor.

pastedGraphic_7.png

Grafik bize son dokuz yılda Rusya’nın kendine yeterliliğini et üretiminde sağladığını, kişi başına süt üretimini yüzde 7, meyve ve yemiş üretimini yüzde 45 artırdığını gösteriyor. Diğer kalemlerde ciddi bir değişiklik yok; ama hububat üretimindeki rekor artış sermaye yatırımının verimliliğini açık seçik gösteriyor, dolayısıyla bu alt sektörlere yatırımların artmasını beklemek gerek.

Üstelik, altını çizmeliyiz: bütün bu dönem boyunca işlenen toprak aşağı yukarı sabit (2015’te 55,1, 2022’de 53,7 milyon hektar); yani üretim artışı doğrudan doğruya verimlilik artışının sonucu.

Bütün bunlar bir başka daha göstergede arka arkaya rekorlar kırılmasına yol açıyor: PMI (Sanayi Yöneticileri Endeksi). Endeksin 50’den büyük olması bir önceki aya göre iyileşme sayılır. 

pastedGraphic_8.png

Grafiğe ABD ve Türkiye’nin PMI verilerini karşılaştırma amacıyla koydum; böylece Rusya’nın yaptırım terörüne uyum sağladığı ve kalkınmanın ileri yönlü olduğu ortaya çıkıyor.

Sabit sermaye yatırımları eğrisinin genel yönü teknokrat hükümetin siyasi önceliklerinin eseri. Aynı şekilde, bu eğrideki dalgalanmalar da teknoloji, araç ve ekipman ithalatı güçlüklerinden ziyade ortodoks ekonomi dogmatizminin sonucu. 2022 üçüncü çeyrekten itibaren bu yatırımlar artma eğiliminde olduğu halde 2023 üçüncü çeyrekten itibaren eğilim zayıflıyor. Şaşırtıcı deği, zira aynı dönemde MB faizleri yüzde 9,5’ten 16’ya çıkardı.

Eğer faiz siyaseti böyle devam ederse sanayide devlet sektörü dışında kârlılığın azalmasını ve dolayısıyla sermaye yatırımlarının da azalmasını beklemek gerek. Devlet büyük burjuvaziyi şimdiye kadar olduğu gibi sermaye sınırlamaları ve tehditlerle dize getirebilir; ama yatırım düşüşü esas itibariyle küçük ve orta burjuvaziyi etkileyecektir ve bu, “mali bloğun” şimdiden söylemeye başladığı gibi, küçük ve orta ölçekli işletmelerin efektif olmadığı, bunların kaynak israfıyla sanayiye teşvik edilmesi yerine ağırlıkla hizmet sektöründe kalması gerektiği söylemlerini kabartacaktır.

GÖRÜŞ

Modi hükümetinin diplomatik sicili üzerine

Yayınlanma

Hindistan’da 19 Nisan’da başlayan genel seçimler hâlâ sürerken halk 1 Haziran’a kadar sandık başına gitmeye devam edecek. 4 Haziran’da sonuçlanacak bir ulusal seçim sürecinde olan ülkede iki dönemdir iktidarda olan Modi hükümeti üçüncü dönemi de alacağından emin görünüyor. 2014’ten bu yana Hindistan politikasına inovatif bir biçimde yön veren Başbakan Narendra Modi son 10 yılda bazı büyük küresel zaferler elde etti. Yakın ülke ilişkileri Amerika’ya kadar uzandı, Quad’ı kurdu ve G-20 dönem başkanlığı sürecini başarılı bir biçimde yürüttü. Ama Çin politikası başarısız oldu.

Narendra Modi, 2014’ten bu yana dış politikayı hükümetinin odak noktası haline getirdi. Bunun hakkında çokça konuştuk. Şimdi – hâlihazırda ülkede bir genel seçim süreci yaşanıyorken – 10 yıllık Modi hükümetinin ardından Modi’nin dünya sahnesinde neyi başardığına ve neyi başaramadığına bir bakalım. O halde onun büyük dış politika kazanımları ile başlayalım…

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)

Modi döneminde ABD, Hindistan’ın en önemli ilişkisi haline geldi. 2014’te birçok kişi Modi’nin ABD ile zor bir ilişkisi olmasını bekliyordu. Çünkü bir zamanlar ABD, 2002 Gujarat ayaklanmalarındaki şüpheli rolü nedeni ile ona vize vermemişti. Buna karşın Modi ısrarla ABD ile daha yakın ilişkileri destekledi.

Modi, ülke içindeki tartışmalara karşın ABD ile 4 temel savunma anlaşmasını imzaladı. Bu, Hindistan’ın ABD ile savunma bağlarının temelini oluşturdu. Hindistan’ın en büyük ticaret ortağı ve Çin ile rekabette yakın bir ortak. Ve en can alıcı nokta: ABD algısı bir zamanlar Hindistan’da toksik iken Modi bunun değişmesine yardımcı oldu.

Quad (Quadrilateral Security Dialogue – Dörtlü Güvenlik Diyaloğu)

Modi, Quad’ın yeniden canlandırılmasına yardımcı olduğu için övgüyü paylaşıyor. Doğrusu birkaç nedenden dolayı bu büyük bir başarıydı:

– Hindistan’ın ciddiye alınması elzem bir güç olduğunu gösterdi,

– Japonya ve Avustralya gibi hayati önemde olan ülkeler ile güven inşa edildi,

– Çin’in Asya’daki nüfuzu dengelendi.

Sonuç olarak – Quad’ın etkinliğine ilişkin sorgulamalar ve getirilen eleştiriler göz önünde bulundurularak ifade etmek gerekirse – Hindistan için bu büyük bir ilerleme…

G-20

Bu, iki nedenden dolayı büyük bir kazançtı. Birincisi, – bu noktada aslında oldukça ilgisiz olan – Hindistan halkının dış politika ve diplomasiye yatırım yapmasını sağlamayı başardı. Ki eğer büyük bir güç olmak istiyorsanız buna ihtiyacınız var. Ve ikincisi, Hindistan Ukrayna konusunda Rusya ve Batı’nın işine yarayacak bir uzlaşmaya vardı; her ne kadar az etkili, geçici ve deklarasyondaki ifadeler yumuşatılmış da olsa…

Körfez

Modi’nin Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’a erişimi büyük bir başarıydı. Hindistan onlarca yıldır bazı Körfez ülkelerine kuşkuyla yaklaşan bir aktördü. Bunlar genellikle ABD ile müttefik olan muhafazakâr, dini monarşilerdi. Ancak Modi yönetiminde Körfez ülkeleri Hindistan için büyük ortaklar haline geldi.

BAE ve Suudi Arabistan yatırım olarak Hindistan’a milyarlarca dolar akıttı. Ayrıca her ikisi de Hindistan’ın bölgedeki nüfuzunu artıracak Hindistan Orta Doğu Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) gibi planların birer parçası. Dolayısıyla bu ülkeleri güvenilir ortaklara dönüştürmek Başbakan Modi için büyük bir başarıydı.

Bangladeş

Modi’nin komşuluk politikasının göze çarpan başarısı Bangladeş oldu. Her iki taraf da bir serbest ticaret anlaşması imzalıyor, demiryolu ve karayolu bağlantısı artıyor ve siyasi güven yüksek. Bunların çoğu Modi’nin Bangladeş Başbakanı Sheikh Hasina ile olan ilişkisi üzerine inşa edildi.

***

Evet, bunlar Modi’nin başbakan olarak kazandığı 5 büyük diplomatik zafer iken şimdi de sırada onun Hindistan’ın başbakanı olarak geçirdiği 10 yıldaki başarısızlıkları yer alıyor…

Çin

Hindistan ve Çin dört yıl boyunca Fiili Kontrol Hattı konusunda gergin bir çıkmaza girdiler. Siyasi ilişkiler 2020’den bu yana berbat durumda. Aynı zamanda Hindistan’ın Çin’e ekonomik bağımlılığı da arttı. Bu, Çin ile etkileşime geçmek için çok zaman ve enerji harcayan Modi için kötü bir sonuç.

Oysaki bir zamanlar özellikle Hindistan çevrelerince ikili ilişkilerde ve hatta genel diplomaside dahi çığır açıcı bir yenilik getireceği beklenen Modi ve Xi’nin gayriresmi zirvelerinden söz ediyorduk… Modi, 2018 gibi yakın bir tarihte dahi aralarındaki farklılıkları çözmek için Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’i sözünü ettiğimiz gayriresmi bir zirve için Hindistan’a davet etmişti. Ancak gelinen gerçek şu ki Modi’nin Hindistan’ın en güçlü komşusu ile yapıcı bir ilişki kurma umudu suya düştü. Ve Hindistan için bu, güvenlik ve politik açıdan sürekli ve kritik bir baş ağrısı anlamına geliyor.

Pakistan

Modi göreve geldiğinde bir kez daha Pakistan ile bir anlayış kurmaya çalıştı. Ve 10 yıl sonra çok az şey değişti. Her iki taraf da rakip olmaya devam ediyor. Ve terörizm gibi sorunlar hâlâ söz konusu. Ancak Pakistan politikası söz konusu olduğunda iç politikada Modi’nin iki başarısı dikkate alınıyor. Örneğin, Hindistan’ın 2019’da Pakistan’a yönelik gerçekleştirdiği nokta operasyon yurt içinde popüler oldu. Ve diğeri, 2021’de Hindistan ve Pakistan, Kontrol Hattı’nda ateşkes konusunda anlaşmaya vardı. Ancak daha geniş anlamda bir ilişki ciddi anlamda düşük noktada kalıyor.

Demokrasi ve Azınlıklar

Modi bazı ülkelerde Hindistan’ın imajını olumsuz etkiledi. Modi’nin Hindistan demokrasisini zayıflattığı ve azınlıklara karşı ayrımcılık yaptığı yönünde ciddi eleştiriler gündeme geliyor. Ancak Modi’nin destekçilerinin çoğu, bunun küresel medyanın Başbakan’a karşı önyargısını yansıttığına inanıyor.

Ama ne olursa olsun bunun Hindistan’a olumsuz etkisi yurt içinde, en azından iktidar çevrelerinde odada duran büyük bir fil… Ancak yurt dışındaki üst düzey diplomatların çoğu Modi’nin azınlıklara yönelik politikaları hakkındaki kaygılarını defalarca dile getirdiler. Hindistan’ın etkileşimleri sırasında satır aralarında bu politikaların Hindistan’ın küresel imajına ve yurt dışındaki ilişkilerine zarar vereceğinden kaygı duyduklarına ilişkin pek çok ifade yakalanabilir.

Suikast Tartışması

Geçen yıl Kanada ve ABD, Hindistan hükümetinin yabancı topraklarda düzenlenen suikastlara karıştığını savundu. Açık olmak gerekirse perde arkası bilinmiyor.

Kanada gibi vakalarda Hindistan güçlü bir biçimde karşı çıktı. Ancak Modi hükümeti 2023 yılının ikinci dilimini bu gibi suikast iddialarına karşı koymakla enerji tüketerek geçirmiş olsa da gerçek şu ki her şeyden önce Hint hükümetinin bazı unsurlarının dost ülkelerdeki cinayetlere karıştığı yönündeki algı Hindistan için utanç verici. Ve günün sonunda her ne kadar bu davalar Modi’ye kendi ülkesinde zarar vermeyecek veya büyük Batılı güçler ile işbirliğini durdurmayacak olsa da güveni ve kamuoyunun algısını olumsuz yönde etkiliyor oluşu uzun vadede yeri geldiğinde bizatihi başlı başına bir mesele olabilir…

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Rusya’da kalkınma: Liberal amentüye karşı işlenen büyük günah – 4

Yayınlanma

Yazar

SONUÇ 1: LİBERAL AMENTÜNÜN İHLALİ

Merkez Bankası’nın faiz dogmatizmi üzerinde çok durdum. Bütün bunlar elbette “faiz sebep enflasyon sonuç” formülü anlamına gelmiyor. Hatta tersine; faiz ve enflasyon arasında bir korelasyon varsa bile her ikisinin de iktisadi kalkınma açısından nedensellik ilişkisi taşımadığını gösteriyor. Alabildiğine basitleştirerek formüle edersek, sadece şu anlama geliyor: kalkınmayla nedensellik ilişkisi kurulabilecek olan başlıca iki kaldıraç vardır. Birincisi, sermaye yatırımlarının devam etmesi. Ancak kriz ortamında özel sermaye yatırım yapmak şöyle dursun sermayeyi kaçırır. Böylece ikinci kaldıraç ortaya çıkar, devletin düzenleyici ve baskılayıcı rolü artar: devlet büyük projelerle istihdam ve yatırım potansiyelini artırmakla kalmaz, özel sermayeye sınırlayıcı tedbirler de koyar. Faiz tali bir nedensellik, enflasyon ise tali bir sonuç yaratır: ilki düşük tutularak kredi yoluyla yatırımlar (başta devlet yatırımları) teşvik edilir, bu durum stratejik planlamanın varlığı ölçüsünde süratli bir istihdam ve ücret artışına yol açar. Böylece tüketici talebinin yükselmesi sayesinde sermaye yatırımları artmakla kalmaz, dahası, sadece olası enflasyonun emekçi gelirlerini tüketmesinin değil enflasyonun ortaya çıkma ihtimalinin de önüne geçilir. 

Bu döngü liberal dogmada tamamen tersine çevrilmiştir; dar kafalı islamcı dogma da onun ikizidir.

Yazıya girişte sorduğum soruya dönebiliriz şimdi. “Benzin pompası” bu işlevini kaybetti, boğucu yaptırımlarla karşı karşıya, ihracat geriliyor, bütçe açığı kronik hale gelme eğilimi gösteriyor — ama diğer taraftan gelir artıyor, istihdam genişliyor, bütün temel sektörlerde sabit sermaye yatırımları çoğalıyor, işgücü verimliliği artıyor, tüketici pazarı genişliyor… nereden geliyor bu değirmenin suyu?

Ama işte soru yanlış. Amentüde anlatılan türden bir değirmen yok, hiç olmadı. Eğer küresel sistemden çıkarsanız kendi değirmeninizi kendiniz kuruyor, kendi suyunuzu kendiniz çıkarıyorsunuz. Değirmenin kuralı şu: bir kapalı ekonomide kamu harcaması ne kadar artarsa ve bu ne kadar planlı bir şekilde yapılırsa o kadar istikrarlı bir kalkınma yakalanır. Oysa liberal dogma bunun tam tersini söylüyor bize ve dahası, onun amentüsü, bugün Rusya’da ne yapılıyorsa hepsinin tersinin yapılmasını salık veriyor. 

Çatışmanın ilk ayında liberal ekonomi imamlarının “Rusya battı” diye tepinmelerinin nedeni buydu.

Henüz ucu belirsiz bile olsa, sefalete batan ülkemizde gıpta edilecek kadar istikrarlı kalkınmanın nedeni bu.

Rusya’da kalkınma: Liberal amentüye karşı işlenen büyük günah – 3

SONUÇ 2: “KAPALI EKONOMİ”

Bütün bunlar aslında bütün gelişmelerde devlet planlaması, sabit sermaye yatırımları, savunma sanayisinin kalkınmada kaldıraç rolü oynaması ve küçük ve orta burjuvaziyi teşvik siyaseti kadar tayin edici bir başka şeyi gizlememeli: bu, yabancı sermayenin Rusya pazarını tedricen terk etmesi, içeride üretilen kârın yurtdışına çıkmasına izin verilmemesi, daha önce servetlerini offshore bölgelerine akıtan şirketlerin (ilk aklıma gelen Yandex; ona yakında dünyanın en büyük perakende satış zincirlerinden X5 de eklenecek) şimdi yerli offshore bölgelerine (Vladivostok ve Kaliningrad’da iki ada) taşınması ve devletin bütün büyük alım satım işlemlerinde onayını alma zaruretinin getirilmiş olması eklenmeli. Ve elbette, millileştirmeler (veya, Rusya’da yaygın olarak kullanılan isimlendirmeyle “deprivatizasyonlar”, yani özelleştirmelerin geri alınması). Az önce sözünü ettiğim “kapalı ekonomiyi” yaratan faktörler bunlar. 

Ne var ki bütün bunlar çok daha ayrıntılı ve devlet teorisini de ilgilendiren bir araştırmaya muhtaç; burada genel rakamları aktararak meselenin bu son derece hayati niteliğini yansıtmak ise mümkün değil. Ama gene de belli başlı birkaç noktaya değinmeden geçmek, bu yazı dizisinin bütünselliğini bozacaktır.

Rusya’da kalkınma: Liberal amentüye karşı işlenen büyük günah – 2

SONUÇ 3: İDEOLOJİ, TOPLUM, SİYASET VE İKTİSAT

Bütün bu olayın başlıca beş faktörü var.

Birincisi sosyal adalet (ideoloji) faktörüdür. Herkes biliyor ki kapitalizmin restorasyonu sürecinde özelleştirmeler korkunç bir kutuplaşmaya yol açtı (amaç da buydu zaten); bir yanda Forbes milyarderleri, diğer yanda yoksul halk kitleleri var. Bu, Alişer Usmanov’a bile “halkın sefaletinden bıktığını” söyletecek boyutta bir kutuplaşma. (Usmanov geçenlerde “halkın sefaletine karşı” 150 bin ruble aylıkla işçi piyangosu yaptı.) Sosyal adalet talebi her zaman vardı; ancak batıyla kapışma ortamında devlet de sosyal adaleti öne çıkartıyor ve yoksulluğu azaltacak tedbirlere girişiyor; bu halk ve iktidar arasındaki rıza ilişkisinin pekişmesi için de gereklidir.

Bununla bağlantılı olarak bir hukuki faktör var. Eğer meşruluk ve rıza ilişkisi hukukla kuruluyorsa kanun uygulanmak zorundadır. İktidarın rızaya en fazla ihtiyaç duyduğu dönemde hukuku uygulamaktan imtina etmesi, bu ilişkiye de zarar verir. Geçmiş özelleştirmelerin hukuksuzluğunun “deprivatizasyonlarla” ortadan kaldırılması, ilişkiyi pekiştiriyor.

Bir sosyal faktör var. Eğer kanun eksiksiz uygulanacak olsa ve eğer mevcut kararlar içtihat haline getirilecek olsa 1990’dan beri yapılmış özelleştirmelerin hemen hepsini geri almak gerekir. Ne var ki bu bir dizi nedenle yapılamaz. Birincisi, iktidarla büyük burjuvazi arasındaki simbiyoz ilişkisi buna izin vermez. Unutmamak gerek: simbiyoz bağımlılık değil ilişkinin tarafı olan bütün canlıların ondan yarar görmesi demektir. İktidar simbiyoz ilişkisini parçalamak yerine mevcut şartlarda ona halk kitlelerinin gitgide daha geniş bölümünü de katmaya çalışır. Bu birinciyle ilişkili ikinci neden iktidarın (şartlı olarak kullanıyorum bu nitelemeyi) muhafazakâr niteliğidir: bu devrimci bir iktidar değildir; bu iktidarın kendine biçtiği misyon devrimle yeniden yapmak değil (bugünkü uluslararası şartlarda bunu hiç kimse göze alamaz) çelişki ve çatışma potansiyelini mümkün olduğunca azaltacak reform tedbirlerine başvurmaktır. 

Bir siyasi faktör var. Yukarıdaki iki nedene bağlı olarak, iktidar bir ittifakı temsil eder; ancak bu ittifakın omurgası devletin varlığı, tayin edici bileşeni bu varlığı korumakla sorumlu olan kesimler ve önceliği de bu varlığın korunması ve güçlendirilmesidir. İttifakın taraflarından biri (bugünkü durumda büyük burjuvazi) bu temel misyonu iradi veya gayri iradi olarak (bile isteye veya kitlelerin yoksulluğunu tırmandırarak) aşındırmaya başlarsa iktidar ona karşı cebri tedbirlere girişir. 

Bir iktisadi faktör var. Bu faktör diğerlerinin gidişatını tayin ediyor. Alım gücünün yükseltilerek iç pazarın geliştirilmesi (kalkınma), dışarıya sermaye akışının durdurulması ve içeride yabancı sermayenin kontrolünün kırılması (iktisadi egemenlik) ve emek verimliliğinin artırılması (teknolojik egemenlik) bu boyutta öngörülen temel misyonlar.

Rusya’da kalkınma: Liberal amentüye karşı işlenen büyük günah – 1

SONUÇ 4: İKTİSADİ FAKTÖRÜN KATMANLARI

Bu faktör eşzamanlı üç katmanda işliyor. 

Birincisi, “dost olmayan ülkelere” bağlı yabancı şirketlerin stratejik ve güvenlik alanındaki yatırımları tamamen tasfiye ediliyor; diğer alanlardaki yatırımlarına ise bunların kârlarını ülke içinde tutmaları, yani sermaye çıkışından kaçınmaları ve devletin stratejik planlamasına tabi olmaları kaydıyla göz yumuluyor ve hatta teşvik ediliyor.

İkincisi, offshore şirketlerinin Rusya’daki varlıkları ülkenin savunması ve devletin güvenliğiyle ilişkilendirilerek ve çoğu durumda da özelleştirme sürecindeki yolsuzluklar gerekçe gösterilerek tasfiye ediliyor.

Üçüncüsü, bu sektörlerin dışındaki sermaye gruplarının faaliyetlerine sermayeyi ülke içinde tutmaları ve devletin stratejik planlamasına tabi olmaları ölçüsünde göz yumuluyor ve zenginleşmelerine izin veriliyor.

SONUÇ 5: DİNAMİKLER

Bunların sonucunda başlıca üç dinamik ortaya çıkıyor.

Birincisi, savunma, enerji, kimya ve ulaştırma alanlarında deprivatizasyon yoluyla devletin mutlak egemenliği kuruluyor. 

İkincisi, bu sektörlerde kalan sermaye grupları başta olmak üzere bütün sermaye grupları stratejik işletmeler listesine konularak veya başka yollardan devletin stratejik planlamasına tabi kılınıyor. Mülkiyet ilişkisi değiştirilmiyor, ama nihai kontrol büyük ölçüde devlete bırakılıyor. Bir stratejik işletme veya herhangi bir işletme mülkiyetine bakılmaksızın planlama hedeflerini yerine getiremediğinde veya onay alınmadan alım satım işlemlerine konu olduğunda soruşturuluyor. Bu son derece önemlidir: “Stratejik planlama, fiilen, sektörel alanlarda devlet kontrolünün sadece şirketlerin kontrol paketlerinin devletin elinde tutulması yoluyla değil siyasi vasıtalarla da güçlendirilmesi ve uzun vadeli bir devlet planlamasının hâkim kılınması çabasına işaret ediyor.” Bütün bu iktisadi hedeflerin gerçekleşmesi bütünüyle stratejik planlamaya tabidir.

Üçüncüsü, devletleştirmeler yoğun bir şekilde devam ederken belediyeler de özelleştirmeler veya kiralamalar yoluyla küçük ve orta burjuvaziyi teşvik siyasetini devam ettiriyor. Bu üçüncüsünü sınırlayan tek şey, şimdilik, Merkez Bankası’nın enflasyon saplantılı, faizleri yüksek tutmaya yönelik monetarist dogmatizmi; ancak bu eninde sonunda değişecektir.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Neoconlar, ‘çocukluk hastalığı’, Çin…

Yayınlanma

Yazar

İronik elbette; eski CIA analisti Ray McGovern, ABD dış politikasını belirleyen neocon’ların halini, Lenin’in ‘Sol komünizm: Bir çocukluk hastalığı’ tespitinden hareketle izah ediyor. Joe Biden’ın liderliği altında son üç yılda çok sık tekrarlanan “ABD’nin sadece ‘istisnai ulus’ olmadığı, dünyanın ‘vazgeçilmez ülkesi’ olarak ‘liderlik etme zorunluluğu’ bulunduğu” inancını anımsatıyor. Somut gerçekliğin artık bu ‘inancı’ taşıyamadığı görüşündeki McGovern, neocon’lara atfen, “Vazgeçilmez değiller, hatta istisnai da değiller” diyor.

21’inci yüzyılın ikinci on yılında Amerikan hegemonyasındaki sarsılmayı gözlemlememek mümkün değil. ABD siyasetinde iyiden iyiye ‘görünmez’ hale gelen realistlerin yerini ‘sağlı-sollu’ neocon’lar almışken, sorun daha ziyade çöküşün dünyaya etkileri olacak gibi.

‘AB imparatorluğu’ diye yaka silkerek Brexit dalgası üzerinde yükselmiş Birleşik Krallık’ın eksantrik eski Başbakanı Boris Johnson, geçenlerde “Ukrayna düşerse bu Batı için felaket olur; Batı hegemonyasının sonu olur” dedi. Bu öngörüsü gerçekleşmekteyken; Anglo-Amerikan elçisi olarak Kiev’e giderek 2022 Mart sonunda barış şansını bizzat sabote ettiği için bunda önemli pay sahibi olacak. Ne ki BoJo’ya hacet yok. Amerikan hegemonyası gardını ‘daha da doğudan’ almakta.

Neocon’ların medya ve ‘think tankland’lerinde ‘önce kaynak zengini Rusya’yı sonra Çin’i halletmek’ formülü, Slav ovalarında batağa saplanmış olabilir. ‘İnancın’ sağlamlığı Çin Halk Cumhuriyeti’yle iştigalden belli.

Biden idaresi, Şubat 2022’de Ukrayna üzerinden Rusya Federasyonu’na taarruza geçtiğinde, kurgudaki anlatı ‘Çin’in de Moskova’ya sırt çevirdiği/çevireceği’ olmuştu. Başlıkları ‘Rusya tecrit altında’ cümleleri süslerken, ağır Batı yaptırımları ile ‘çöküş kaçınılmazdı’… Yaklaşık 1.5 sene idare etti. İki yıl sonra bugün kurgu değişti; Rusya tecrit edilemedi, yaptırımlar işe yaramıyor. Ana anlatı artık ‘Rusya’ya yardım eden Çin’in Biden’ın kırmızı çizgisini aştığı’ şeklinde. (Bu noktada Harici’de 2023 Şubat ve Mart aylarında Batı kurgusunun beyhudeliğini sergileyen iki yazımı anmak isterim. https://harici.com.tr/cin-rusya-amerikan-hegemonyasina-itaatsizler-cephesi/ ile https://harici.com.tr/moskova-zirvesi-ve-senkronize-edilen-kuresel-perspektif/ )

ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti ile iştigalin fonunda ‘Ukrayna’ var fakat durum bunun çok ötesinde. Geçen hafta ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın bütün bir insanlığı ilgilendiren Çin ziyaretinde tüm ‘ihtişamıyla’ ortaya serildi.

Neoconlar, Batı militarizmi ve mükemmel fırtına – 1

SİNO-AMERİKAN NETLEŞMESİ

Ama önce son üç yılın hafızasını tazeleyelim…

20 Ocak 2021’de başkanlık görevine başlayan Joe Biden, ‘Delaware cowboy’u misali silahlarını iki ay sonra ateşlemiş, 17 Mart’ta Rusya lideri Putin’e ‘katil’ deyivermişti. O sırada baş diplomatı Antony Blinken, ‘çömez’ Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’la birlikte ‘Trump bezgini’ Çin yönetimiyle ilk diplomasi sınavı için Alaska’nın yolunu tutmaktaydı. 18-19 Mart’ta ismini Alaska’daki kentten alan ‘Anchorage görüşmeleri’ diplomasi faciasına dönüşmüştü.

Çin tarafında Dışişleri Bakanı Vang Yi ile Merkez Komitesi Dış İlişkiler Direktörü Yang Jieçi vardı. Daha basın önündeyken Blinken, ABD’nin ‘kurallar temelli düzenini’ tehdit ettiğini söylediği “Sincan, Hong Kong, Tayvan, siber saldırılar, müttefiklere karşı ekonomik baskılar…” diyerek peşreve girişmişti. Yang, sözü aldığında ‘ABD’nin üslubundan ötürü bu konuşmayı yapmak zorunda hissettiğini’ belirterek, “Öyleyse burada şunu söyleyeyim, ABD, Çin ile güç pozisyonundan konuşmak yeterliliğine sahip değil” diye çıkıştı. Ve 15 dakikayı aşan had bildirme konuşmasının sonunda gülümseyerek İngilizce “Bu, çevirmen için bir sınav” esprisini yaptı. Vang ise ABD’nin ‘temelsiz suçlamalarına’ atıfla “Bu misafirleri karşılama şekli olmamalı” diye vurguladı.

O gün Amerikan tarafı basını dışarı çıkarmak durumunda kalmıştı. Vang Yi ise daha Alaska’dayken Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’u Pekin’e davet etti.

Sino-Amerikan ilişkilerinin üç yılı, ilk facianın yarattığı havayı dağıtamadı. Nancy Pelosi’nin ‘korsan’ Tayvan ziyareti ve Amerikan ‘balonu’ gibi facialar eşliğinde, ABD Başkanı Joe Biden ile Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in Bali ve sonuncusu geçen kasımda San Francisco’daki APEC zirvesi olmak üzere iki yüz yüze görüşmesinde sadece top çevrildi. San Francisco’da, daha görüşmesinin dumanı tüterken, Biden’ın sorular üzerine Xi için ‘diktatör’ diye tekrarladığı esnada Blinken’ın bezginlik ifadesi zirveye damgasını vurmuştu.

ÇİN’E ÇİN’İ TEHDİT ETMEK İÇİN GİTMEK

Geçen hafta ABD baş diplomatı, Biden idaresi artık son yazındayken, Çin başkentine bu kez ültimatom çekmeye gitti. Ziyareti nisan başında ABD Hazine Bakanı Jenet Yellen’ınkinin ‘tamamlayıcısıydı’. Geçen yaz Pekin’e gidişinde Çinlilere Amerikan tahvillerini almaları için ‘yalvardığı’ yorumlarına konu olan Yellen ‘Çin’in kapasite fazlası’ formülüne geçmişti.

Blinken, Biden’ın 20 Nisan’da ABD Kongresi’nden geçen Hint-Pasifik (Tayvan) için 8 milyar dolarlık askeri yardımı ve TikTok’un ana şirketi ByteDance’in Amerika’daki faaliyetlerini men eden yasayı imzaladığı gün Şanghay’a ulaştı. 25-26 Nisan’da Çinli mevkidaşı Vang Yi ve ardından Devlet Başkanı Xi Jinping ile görüşmelerini aslında ‘karşılanması ve uğurlanması’ tam manasıyla yansıtıyor. Blinken’a ‘kırmızı halı’ serilmedi, vali yardımcısı düzeyinde karşılandı, kendi büyükelçisi tarafından uğurlandı.

Blinken’ın Pekin’den ayrılmadan verdiği beyanatın provokatif doğası çarpıcı. ABD’li bakan, ‘ABD’nin istikrarlı ilişkiler istediği, rekabeti yönetmek istediği, Çin’in ekonomisinin gelişmesini sınırlandırmak istemediği’ klişe cümleleri tekrarladıktan sonra sadede geldi:

“Çıkarlarımızın örtüştüğü noktalarda işbirliğini derinleştirmeye çalışsak da ABD, Çin’in yarattığı zorluklar ve geleceğe yönelik rekabet halindeki vizyonlarımız konusunda son derece açık görüşlüdür” diyerek, neye odaklanacaklarını ABD’nin belirleyeceğini öne sürdü. “Amerika her zaman temel çıkarlarımızı ve değerlerimizi savunacaktır” cümlesindeki ‘değerler’ vurgusu Çin’i ‘irrite etme’ formülasyonuydu.

Blinken, “Çin, Rusya’nın savunma sanayi üssünü güçlendirmek için kullandığı makine aletleri, mikro elektronik, mühimmat ve roket itici gazlarının yapımında kritik öneme sahip nitroselüloz ve diğer çift kullanımlı ürünlerin en büyük tedarikçisidir” iddiasıyla Rusya’nın Çin olmaza askeri gücü olamayacağını öne sürebildi.

Adeta ‘parya Avrupa’nın asıl sahibinin ABD olduğunu söylermişçesine “Pekin, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana Avrupa güvenliğine yönelik en büyük tehdidi desteklerken Avrupa ile daha iyi ilişkiler kuramaz” diye buyurdu. Ardından aleni tehdit geldi: “Çin’e bir süredir Transatlantik güvenliğinin sağlanmasının ABD’nin temel çıkarlarından biri olduğunu söylediğimiz gibi, görüşmelerimizde de Çin’in bu sorunu çözmemesi halinde bizim çözeceğimizi açıkça ifade ettim.”

ABD’nin baş diplomatının tehdidini derin serzenişi izledi: “Ayrıca Çin’in adil olmayan ticaret uygulamaları ve özellikle güneş panelleri, elektrikli arabalar ve bunlara güç sağlayan bataryalar gibi 21. yüzyıla yön verecek bir dizi kilit sektörde küresel ve ABD pazarlarındaki endüstriyel kapasite fazlalığının potansiyel sonuçları konusundaki endişelerimizi de dile getirdim. Çin tek başına bu ürünlere yönelik küresel talebin %100’ünden fazlasını üretmekte, piyasaları doldurmakta, rekabeti baltalamakta ve dünya genelinde geçim kaynaklarını ve işletmeleri riske atmaktadır.”

Blinken, ustaca ABD’deki 5 Kasım seçim kampanyasının iç siyasi tüketimine geçiş yaparken, doğrusu ‘acıklı’ bir görünüm sergiledi: “Bu daha önce de gördüğümüz bir film ve nasıl bittiğini biliyoruz; Amerikan işletmeleri paramparça oldu ve Amerikan istihdamı kayboldu. Başkan Biden bunun kendi gözetiminde olmasına izin vermeyecektir. Amerikalı işçilerin eşit şartlarda rekabet edebilmelerini sağlamak için ne gerekiyorsa yapacağız.”

Blinken, ‘Çin’in gelişimini engellemeyi ve ekonomilerini ayrıştırmayı amaçlamadıklarını’ söylerken, “Ancak Çin’in büyüme şekli önemlidir..bu, Amerikan işçilerinin ve firmalarının eşit ve adil muamele gördüğü sağlıklı bir ekonomik ilişkinin teşvik edilmesi anlamına gelmektedir” diye ekledi. Yani ‘Çinliler tişört üretsin’ demediği kaldı!

Bu ültimatomun özeti; Çin’in dış politikasını Batı belirler, Pekin itaat etmezse ‘ABD çözecek’. ABD Çin’e yarı iletkenler için yaptırım uygular fakat Çin Rusya ile ticaret yapamayacak. Çin’in nasıl büyüyeceğine ABD karar verecek, ABD’nin istedikleri yapılmazsa Çin cezalandırılacak. Çin bankalarına yaptırımlar uygulanacak, gümrük duvarları konacak.

Dünya Ticaret Örgütü kurallarını, serbest rekabeti geçiniz… Blinken, ‘Çin tipi sosyalizmle rekabet edemiyoruz’ diye hayıflanırken, mali kapitalizmin askeri-sınai kompleksinin işlevinden de seslendi. Pekin’i Güney Çin Denizi’ndeki ‘İkinci Thomas Sığlığı’nda (Ren’ai Jiao resifi) tehlikeli eylemlerle suçlayıp Filipinler ve Japonya’ya ‘savunma taahhütlerinin sapasağlam olduğunu’ vurguladı. Geçen şubat ayında ABD özel kuvvetlerinin konuşlandırıldığı Tayvan konusunda ‘tek Çin’ politikasını bir kez daha teyit ederken, Tayvan değil, ‘Tayvan Boğazı’nda barış ve istikrarın korunmasının kritik öneminin’ altını çizdi.

ÇİN ATASÖZLERİYLE YANIT

Çin liderliği bu ültimatoma nokta atışlı açıklamalarla yanıt verdi. Sıradışı bir biçimde de Xi Jinping’in Blinken’ı Pekin’deki Büyük Halk Salonu’nda kabulün hemen öncesinde çekilen video yayınlandı. Videoda Blinken’i bekleyen Xi yardımcısine “Ne zaman gidiyor?” diye sorarken görülüyor. Yardımcısı “Bu gece” diye yanıt verince “İyi” yahut “Hele şükür” mealinde yanıt veriyor. ‘Bitse de gitsek’ tarzında…

Xi Jinping’in Blinken’la görüşmesine dair Çin okuması (readout) son üç yılda tekrarlanan temanın ötesine geçildiğini ortaya koyan nitelikte. Çin lideri, ABD ile ilişkilerin 45’inci yılında ‘iniş-çıkışlardan’ ders alınması gerektiğini belirtirken, ‘karşılıklı saygı, barış içinde bir arada yaşama, kazan-kazan işbirliği’ temalarını ‘San Francisco mutabakatına’ atıfla tekrarladı. Ancak kibar ve ölçülü diplomatik ifadeleri ‘alttan alma’ olarak görülebilecek gibi değildi.

Çin lideri ‘dünyanın yüzyıldır görülmemiş bir dönüşümden geçtiği bir dönemde insanlık için ortak gelecek inşası’ vurgusunu, “Aynı gemideki yolcular birbirlerine yardım etmelidir” şeklindeki eski Çin atasözü eşliğinde dile getirdi. Xi, ABD’nin yapmadıklarına inceden dokundurdu, ‘büyük ülkelerin statülerine yakışır şekilde davranması, sorumluluk duygusuyla hareket etmeleri gerektiğini’ belirtti. ABD ile ilişkileri yine bir başka Çin atasözünden hareketle “İlerleme yoksa gerileme anlamına gelir” diye ifade etti. Ve “Bir şey söyleyip başka bir şey yapmak yerine sözler eylemlerle onurlandırmalıdır” diye uyardı.

Vang Yi’nin mevkidaşıyla görüşmesine dair Çin okuması (readout) Global Times’ta var. ‘Beş konuda uzlaşma’ başlığıyla sunulsa da Xi’nin uyarılarını detaylandırıyor. Özetle, Çinli diplomat; ‘Çin-ABD ilişkilerinde olumsuz faktörlerin artmaya ve birikmeye devam ettiğini’, ‘çeşitli aksaklıklar ve sabotajlarla karşı karşıya kaldığını’, ‘Çin’in meşru kalkınma haklarının makul olmayan bir şekilde bastırıldığını ve temel çıkarlarına sürekli olarak meydan okunduğunu’ söyledi. ‘ABD’nin Çin’in ekonomik ve teknolojik ilerlemesini bastırmak için çok sayıda tedbir uyguladığını, bunun adil rekabet değil çevreleme ve kuşatma, risk azaltma değil risk yaratma olduğunu’ söyledi. ‘Çin’in kapasite fazlası olduğu yönündeki yanlış söylemin bırakılması, Çinli şirketlere yasadışı yaptırımları kaldırması ve DTÖ kurallarını ihlal eden gümrük vergilerine son vermesi gerektiğini’ vurguladı.

‘ABD’nin egemenlik, güvenlik ve kalkınma çıkarlarıyla ilgili konularda Çin’in kırmızı çizgilerini aşmaması gerektiğinin’ altını çizen Vang, “Her iki tarafın da karşılıklı ve çok taraflı kazanımlar için küresel meseleleri ele almak üzere uluslararası işbirliğine mi öncülük edeceğini yoksa çatışma noktasına varacak ve herkes için kayıplara yol açacak şekilde karşı karşıya mı geleceğini göreceğiz” dedi.

Ukrayna anlatısına sadece Çin Dışişleri sözcüleri değindiler, o da ‘Çin krizin nedeni de parçası da olmadığı, ABD gibi yangına körükle giderken Çin’in tutumunun barışçı çözüm ve müzakerelere katkıda bulunmaya dayandığı’ oldu.   

ANLAMLI BİR TARİHTE BELGRAD’DAN MESAJ

Çin lideri bu hafta Avrupa yolcusu. Fransa, Sırbistan ve Macaristan ziyaretleri var. Özellikle Belgad’da ABD’nin Yugoslavya’yı yok edip Avrupa haritasını yeniden çizdiği 1999 müdahalesi sırasında vurduğu Çin Büyükelçiliği’ndeki 25. yıl anmalarına katılacak.

Bloomberg, Çin liderinin Avrupa’ya ‘ABD’yle aralarını açmak için gittiğini’ öne sürüyor. Trump yönetiminde rol almış Demokrasileri Savunma Vakfı’nın (FDD) Çin Programı Başkanı Matthew Pottinger, “Zaferin yedeği yok. Amerika’nın Çin ile rekabeti yönetilmemeli, kazanılmalıdır” diyor, ‘rejim değişikliği’ salık veriyor. Onu Daily Telegraph’tan Daniel Depetris, “Çin dünyanın düşmanıdır” diye yankılıyor. Defence One’da Amerikalı istihbaratçıların ‘Savaş konusunda biz daha deneyimliyiz, Çinlileri yeneriz’ ifadeleri yansıyor.

Xi Jinping, mayıs ayında NATO’nun hurdaya çevrilmiş mucize silahlarını Moskova’da sergileyen Rusya liderini ağırlayacak. ABD’nin Rusya’nın varlıklarını dondurmakla kalmayıp, çalıp Kiev’e vermekle tehdit etmesini izleyen Çinliler, Amerikan tahvillerini elden çıkarmaya devam ederken, varlıklarını Kuşak Yol yatırımlarına yönlendiriyorlar. Salt EV otomobiller değil füze fabrikalarında otomasyonu ilerletiyorlar. Tayvan’la birleşme için aceleleri yok. Çin kültüründe antik çağlardan bu yana sadece ‘erdem’ değil ‘bilgelik ve güç’ olarak kabul edilen ‘sabrın’ sınırını kestirmek zor.

Ray McGovern, Biden’ın “Çin dünyanın en zengin, en güçlü ülkesi olmak istiyor. Bu benim gözetimimde olmayacak” cümlesini anımsatırken, neocon’ların Çin’e salt ekonomik gücünden değil, komünist olmasından ötürü ‘çekemediğini’ belirtiyor. Nereden nereye…

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English