Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“KOEP’nin yokluğunda savaşa tek gerçek alternatif gayri resmi anlaşma”

Yayınlanma

Bir tarafta ABD’nin dondurduğu milyon dolarlık varlıklar, ekonomik ambargolar. Diğer yanda İran’ın silah üretme noktasına gelen nükleer kapasitesi. ABD ve İran kartları açık oynuyor ancak kimsenin eli diğerini yenecek kadar iyi değil. Böyle bir ortamda Washington en azından Tahran’ın nükleer programını frenleme ve milis kuvvetlerin Suriye’deki ABD birliklerine yönelik saldırılarına son verme” umuduyla İran yönetimiyle müzakereler yürütüyor. Nükleer kapasitesinden geri adım atmaya niyeti olmayan İran’ın ise ekonomik ambargonun bir nebze gevşemesine ihtiyacı var.

Müzakere sürecinin KOEP benzeri bir anlaşma ile sonuçlanmayacağı artık herkes kabul ediyor. Peki iki ülke arasında ufukta nasıl bir anlaşma görünüyor.

The Emirates Policy Center (EPC) birkaç hafta içinde ABD ile İran arasında gayri resmi nitelikte bir anlaşmaya varılacağını iddia eden bir analize yer verdi. Brookings Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan, ulusal güvenlik stratejileri profesörü Ömer Taşpınar’ın (National Defense University) kaleme aldığı analiz, KOEP gibi resmi bir anlaşma seçeneğinin yokluğunda, gayri resmi uzlaşının savaşa tek gerçek alternatif olduğu görüşünde:

***

Bir Sonraki ABD-İran Anlaşması: Bağlam, Motivasyon ve Dinamikler

Temel Çıkarımlar:

  • Washington ve Tahran arasında Biden yönetiminin seçim gündemine ve İran’ın güvenlik ve dini kurumlarının ekonomik ve siyasi çıkarlarına hizmet edecek geçici, küçük, gayri resmi ve yazılı olmayan bir anlaşmanın zamanı gelmiş gibi görünüyor.
  • Gayri resmi bir anlaşma arayışı, her iki ülkenin de iç ve jeopolitik durumlarında meydana gelen değişikliklerden dolayı ivme kazandı.
  • Tahran ile gayri resmi ve yazılı olmayan bir mutabakat Biden yönetimi için çok daha tercih edilebilir çünkü böyle bir anlaşma daha az siyasi ve hukuki denetime maruz kalacaktır.
  • İran’ın nükleer ilerlemelerini tersine çeviren, programına katı sınırlamalar ve şeffaflık önlemleri getiren ve İran yaptırımlarının hafifletilmesi sağlayan KOEP gibi resmi bir anlaşma seçeneğinin yokluğunda, bu mini anlaşma savaşa tek gerçek alternatif olarak görünüyor.

Washington, Tahran ile nükleer diplomasi konusunda üç temel gerçeği kabul etti. Birincisi, Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın (KOEP) kurtarılması mümkün değil. İkincisi, İran’ın elde ettiklerini- fiili nükleer devlet statüsü, silahlanmaya küçük bir adım uzakta- geri döndürmek için iddialı bir gündem içeren herhangi bir B planı da aynı derecede gerçekçi değil. Üçüncüsü, pragmatik sertlik yanlıları şu anda Tahran’ı sıkı bir şekilde kontrol altında tutuyor ve Washington ile geçici bir anlaşmadan kaybedecek bir şeyleri olmadığına inanıyorlar. Suudi Arabistan ile normalleşmeleri ve Moskova ile derinleşen askeri ilişkileri sayesinde Washington’a karşı üstünlük sağladıklarını düşünüyorlar.

Washington ile Tahran arasında Biden yönetiminin seçim gündemine ve İran’ın güvenlik ve dini kurumlarının ekonomik ve siyasi çıkarlarına hizmet edecek geçici, küçük, gayri resmi ve yazılı olmayan bir anlaşmanın zamanı gelmiş gibi görünüyor. Tüm bunlar yeni bir aşamada olduğumuzu gösteriyor. Öncelik anlaşmazlığın çözümünden, gerilimin daha da tırmanmasını önlemeye doğru kaydı. Artık masada olan şey KOEP’nin yenilenmesi ya da “daha azı için daha azı” şeklinde daha küçük bir anlaşma değil. Bunun yerine daha mütevazı ama yine de kritik derecede gerekli bir şey var: çatışmayı önleme taahhüdü.

Washington’daki kaynaklar böyle bir gayri resmi anlaşmanın önümüzdeki birkaç hafta içinde mümkün olabileceğini belirtiyor. Bu anlayış, mütevazı ve gayri resmi bir anlaşmanın feci bir askeri çatışmadan çok daha iyi olduğu yönündeki sağlam siyasi varsayıma dayanıyor. Tahran uranyum zenginleştirmeye devam ederse ABD ile İran arasında ya da daha kötüsü İsrail ile İran arasında böyle bir askeri çatışma kaçınılmaz olacak. İran’ın son dönemde kaydettiği ilerlemenin en net resmi, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) Mayıs ayında yayınladığı ve yüzde 60 saflıkta zenginleştirilmiş 114 kg uranyum bulunduğunu bildiren raporunda yer alıyor. Bu seviye sivil kullanım için uygun değil. Eğer daha da işlenerek %90’lık silah sınıfı seviyesine getirilirse, en az iki nükleer bomba üretmek için yeterli olur.

Bir dağın içine inşa edilmiş müstahkem bir tesis olan Fordow’da, çevre örneklerini test eden müfettişler yüzde 83.7 saflıkta zenginleştirilmiş uranyum izlerine rastladı. İran, suçu anlık bir donanım arızasına attı; İran’ın bu kadar yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum stokladığına dair bir kanıt yoktu. Ancak bu keşif, geçici bir anlaşmaya varılmasına yönelik diplomatik çabalara aciliyet kazandırdı.

Washington ve Tahran için Değişen Şartlar

Bu teknik faktörün yanı sıra, her iki ülkeyi çevreleyen iç ve jeopolitik koşulların değişmesi nedeniyle gayri resmi bir anlaşma arayışı ivme kazandı. Amerikan dinamiklerini analiz ederek başlayalım. Başkan Biden, 2024 başkanlık seçimlerinden önce İran ile ciddi bir askeri çatışmadan kaçınmak istiyor. Beyaz Saray halihazırda Rusya ile Ukrayna ve Çin ile Tayvan üzerinden yaşanan gerilimlerle meşgul. Dahası, Amerikan ekonomisi enflasyon ve gergin bütçe politikaları nedeniyle zayıf durumda. Bu koşullar altında, Orta Doğu’da yeni bir Amerikan savaşı, ekonomi ve Biden’ın 2024’teki seçim beklentileri için felaket olacaktır.

Yeni bir anlaşmayla diplomatik bir atılım yapılması ihtimali de zayıf. İslami rejimin kötüleşen imajı, İran ile diplomasi yürütmek isteyenleri engelliyor. Geçen yıl boyunca protestoların şiddetle bastırılması, Demokrat kampta ve ABD Kongresi’nde yenilenmiş bir nükleer anlaşmayı onaylamak için az da olsa var olan iştahı da yok etti. Devrim Muhafızları kan dökerek iktidarı elinde tutuyor: bu yıl 349 kişi idam edildi. Böyle bir ortamda resmi bir nükleer anlaşma imzalamak siyaseten imkânsız hale geldi.

İran’ın uzlaşmaya yanaşması ihtimal dışı olsa bile, ABD Kongresi’nin 2015 yılında neredeyse oybirliğiyle kabul ettiği İran Nükleer Anlaşması İnceleme Yasası’na (INARA) göre, Başkan’ın İran’a yönelik yaptırımları askıya almadan önce Tahran’ın nükleer programıyla ilgili herhangi bir anlaşmayı kongreden incelemesini talep etmesi gerekiyor. Bu koşullar altında, Tahran ile gayrı resmi ve yazılı olmayan bir anlaşmaya varmak Biden yönetimi için çok daha tercih edilebilir çünkü böyle bir anlaşma daha az siyasi ve yasal denetme maruz kalacak. Kongre incelemesi gerekmeyecek ve siyasi tepki ılımlı olacak. Dahası, böyle gayri resmi bir anlaşmanın parametreleri içinde İran’a “ödün verildiği” suçlamalarından kaçınmak için yeterli “stratejik belirsizlik” olacak.

İran’daki dinamikler ne olacak? On yılı aşkın bir süredir ilk kez muhafazakârlar Tahran’da iktidarın çoğunluğunu tekellerine almış durumda. Artık muhafazakârlar ve ılımlılar arasında yoğun bir rekabet yok. Sonuç olarak, muhafazakârlar ılımlıların güçlenmesinden endişe etmeden zor konularda (Riyad veya Washington ile ilişkiler gibi) daha rahat hareket edebiliyor. Tahran’ın İbrahim Reisi hükümeti döneminde Suudi Arabistan’la ilişkilerini normalleştirmesi, bu genel kanıya aykırı bağlamda görülebilir.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle ortaya çıkan jeopolitik koşullar da İslami rejimin lehine işliyor ve Moskova’yı Tahran’ın askeri kapasitesine daha bağımlı hale getiriyor. Yüzlerce İran insansız hava aracı ve büyük miktarda mühimmat karşılığında Rusya, İran’a siyasi destek, nakit para ve Ukrayna savaş alanında ele geçirilen Batı teknolojisini sağladı. Moskova ayrıca İran’a savaş uçakları ve füze teknolojisi gibi gelişmiş silahlar transfer etmeyi de düşünüyor. Rusya’nın öngörülebilir gelecekte Batı’dan izole kalmaya devam edecek olması Tahran’ın Moskova’ya karşı elini güçlendiriyor.

İran’ın Çin’in arabuluculuğunda Riyad’la yakınlaşması Washington için başka büyük bir diplomatik darbe oldu ve İran’ı izole etme çabalarını zorlaştırdı. Ancak Suudilerin normalleşmesinin ekonomik faydalarından tam anlamıyla yararlanabilmek için Tahran’ın istikrara ve Batı ile bir miktar yumuşamaya ihtiyacı var. Rejimin Rusya ile derinleşen askeri ilişkileri ve Çin ile genişleyen ekonomik ilişkiler sayesinde İran’ın izolasyonu Washington için daha zor hale geldi. Tüm bunlar Washington’un umduğunun aksine zamanın Tahran’ın pazarlık pozisyonunu zayıflatmadığını gösteriyor. Aksine İran’ın Amerikan baskısına karşı eli güçlü. Bir yandan uranyum zenginleştirmeye devam ederken bir yandan da diplomatik angajman için zamanın gelmiş olabileceğine dair sinyaller gönderiyor.

İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in 11 Haziran’da yaptığı bir konuşmada İran’ın nükleer altyapısına dokunulmaması koşuluyla Batı ile bir anlaşmaya açık olduklarının sinyalini vermesinin nedeni bu olabilir. İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed İslami de gazetecilere yaptığı açıklamada Tahran’ın Batı’yı yaptırımları kaldırmaya zorlamak için zenginleştirme seviyesini artırdığını söyleyerek Tahran’ın anlaşmaya açık olduğunun sinyalini verdi. Ancak Tahran, ABD ile (olası bir anlaşma ile) elde edeceklerinin sınırları olduğunun farkında. Biden yönetimiyle yapılacak herhangi bir resmi anlaşma, KOEP kapsamında elde edilenden daha az iddialı ve dolayısıyla Tahran için daha az faydalı olacak.

İran ayrıca Amerika ile bir anlaşma müzakere edip ABD Kongresi’nin bunu reddetmesini ya da Trump’ın yeniden seçilmesi halinde 18 ay içinde tekrar yırtıp atmasını görmek istemiyor. Ancak daha küçük, gayri resmi bir anlaşmanın böyle bir dezavantajı olmayacak. Potansiyel olarak önemli ekonomik kazanımlar karşılığında mütevazı bir taviz verilecek. Dahası Tahran nükleer anlaşmayı, İran’ın nükleer programı üzerindeki bazı kilit kısıtlamaların sona ereceği en azından 2025 yılına kadar canlı tutmak istiyor.

Gayri resmi bir anlaşma birçok açıdan İran’ın ihtiyaçlarına yanıt verecek ve feci bir askeri çatışma riskini önleyecektir. Washington’un İran’ı nükleer eşiğin hemen altında bırakacak bir anlaşmayı alkışlaması zor. Bir alternatif bulmak da zor. Gayri resmi bir anlaşma ya da mini bir mutabakat olmadan İran uranyum zenginleştirmeye devam edecek ve askeri seçenek kaçınılmaz hale gelerek tüm bölgeyi bir savaşa sürükleyebilecektir. Şimdilik, İran ve ABD arasında varılacak zımni bir mutabakatla işi oluruna bırakmak en iyi seçenek.

‘Gayri Resmi Anlaşma’ Nasıl Görünecek?

Kısa cevap kimsenin bilmediği; bunu söylemek için henüz çok erken. Ortada 159 sayfalık KOEP belgesine benzer bir şey olmayacak ama sessiz, gayrı resmi bir anlaşma olacak. Mütevazı düzeyde bir güvenle bilinen şey, Biden yönetiminin İran’ın aşağıdaki maddelere uyması konusunda ısrarcı olduğudur:

  • İran’da haksız yere hapsedilen üç İran asıllı Amerikan vatandaşının serbest bırakılması,
  • İran’dan uranyumu yüzde 60’ın üzerinde zenginleştirmekten kaçınacağına dair sözlü taahhüt,
  • Zenginleştirilmiş uranyum stoklamasını yavaşlatmaya yönelik sözlü taahhüt,
  • Irak ve Suriye’deki Şii milislerin ABD askerlerine ve müteahhitlerine yönelik saldırıları son bulacak,
  • Rusya ile askeri işbirliğini sınırlandırma taahhüdü,
  • UAEA ile daha şeffaf bir iş birliği.

Bunun karşılığında ABD İran’a yönelik yaptırımları sıkılaştırmaktan kaçınacak, günlük bir milyon varil petrol satışına göz yumacak (İran’ın zaten gizlice sattığı petrolün üzerine), İran petrolü taşıyan petrol tankerlerine el koymaktan vazgeçecek ve UAEA ya da BM Güvenlik Konseyi’ni Tahran’a karşı cezalandırıcı önlemler almaya zorlamayacak. Amerikalı tutuklular serbest bırakıldığında, Washington yabancı bankalarda tutulan İran parası üzerindeki blokajı kaldıracak ve ABD’de tutuklu bulunan dört İranlıyı serbest bırakacak.

ABD, Irak ve Güney Kore’nin İran’a olan 10 milyar dolarlık borcunu serbest bırakacak. Bu para İran’a iade edilmeyecek ancak Tahran bu parayı gıda ve ilaç için harcayabilecek. Biden yönetimi Irak hükümetine, İran’a 2.76 milyar dolarlık gaz ve elektrik borcunu ödemesi için bir muafiyet sağlamıştı. Washington bunun rutin bir muafiyet olduğunda ısrar ederken, Irak tarafı onayın Irak Dışişleri Bakanı ile ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken arasında Suudi Arabistan’daki bir konferans sırasında yapılan görüşmede verildiğini bildirdi. Gayri resmi bir anlaşmanın uygulanması kolay olmayacaktır. Zorlukların ilk işaretleri, İran müesses nizamı içindeki grupların ABD’nin mahkumların serbest bırakılmasına ilişkin talepleri konusunda anlaşmazlığa düşmesiyle ortaya çıktı.

İşleri zorlaştırabilecek bir diğer faktör de İsrail. Başbakan Netanyahu herhangi bir uzlaşmaya karşı çıkıyor. İsrail’in Washington’un kabul ettiği şeylere bağlı kalmayacağını defalarca açıkladı. Ancak Netanyahu, İsrail’in güvenlik kurumlarını ilgilendiren büyük bir siyasi krizle karşı karşıya ve İran’ın uranyum zenginleştirmesini ve silahlanma yolunda ilerlemesini donduran gayri resmi ve geçici bir anlaşma için ülkeyi harekete geçirecek siyasi sermayeye sahip olmayabilir. Knesset’te ABD ile İran arasında imzalanması beklenen gayri resmi anlaşmayla ilgili bir soruya Netanyahu, Biden’ın bir nükleer anlaşma değil “mini bir anlaşma” müzakere ettiğini savunarak alışılmadık bir pragmatiklik sergiledi. Knesset üyelerine “Bunun üstesinden gelebileceğiz” dedi.

Resmi bir anlaşmanın yokluğu göz önüne alındığında, bu mini anlaşmanın temel zayıflığı uygulama mekanizması olacaktır. Zımni bir mutabakata nasıl güvenilebilir? UAEA’nın rolü, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin izinsiz denetlenmesinde kilit önem taşıyacak. Anlaşmaya uyulup uyulmadığını test etmenin bir başka yolu da her iki tarafın da taahhütlerine uyma konusunda atacağı somut adımları görmek olacak. İran’ın, Irak’taki Şii milis vekil grupların Amerikan hedeflerine saldırmasını durdurması halinde bu durum netleşecek. Aynı mantık ABD’nin İran petrolü taşıyan petrol tankerlerine el koymayı durdurması için de geçerli. Benzer şekilde, mahkumların yakın zamanda serbest bırakılıp bırakılmayacağı konusunda da bir gizem kalmayacak.

Son olarak, İran ile gayri resmi bir anlaşmanın caydırıcılık ve askeri seçeneklerin sonu olmadığını belirtmek önemli. Washington, İsrail ile geniş çaplı tatbikatların, İsrail’in İran’a karşı askeri güç kullanma tehditlerinin, ABD’nin İran’ın silah edinmesine izin vermeyeceğine dair tekrarlanan açıklamalarının ve Avrupa’nın uranyumu yüzde 90 oranında zenginleştirmenin BM yaptırımlarının yeniden uygulanmasını tetikleyeceğine dair uyarılarının bir araya gelmesinin Tahran’ı bomba düzeyinde malzeme üretmekten caydıracağını umuyor.

Sonuç

Washington’un gözünde gayri resmi bir anlaşma önemli bir amaca ulaşıyor: savaşa yol açabilecek riskli bir tırmanışı önlüyor. Bu anlaşma, KOEP’nin yerini alacak resmi bir anlaşma için koşulların zaman içinde daha elverişli hale geleceği umuduna (ya da hüsnü kuruntusuna) dayanıyor. Gayrı resmi anlaşma, Washington’un şu anda Ukrayna ve Tayvan’a odaklanan dikkatini dağıtacak bir krizden kaçınma arzusunu yansıtıyor. İran’ın nükleer ilerlemelerini tersine çeviren, programına katı sınırlamalar ve şeffaflık önlemleri getiren ve İran’a yönelik yaptırımların hafifletilmesini sağlayan KOEP gibi resmi bir anlaşmanın tercih edilen seçenek olmaması durumunda, bu mini anlaşma savaşa tek gerçek alternatif olarak görünüyor.

ORTADOĞU

Hamaney: Vatandaşların neden sandığa gitmediği araştırılmalı

Yayınlanma

İran lideri Ayetullah Ali Hamaney, 28 Haziran’da yapılan cumhurbaşkanı seçiminde rekor düşük katılımın ardından yaptığı açıklamada oy kullanmayan yüzde 60’lık kesimin ülke yönetimine karşı olduğunu düşünmenin doğru olmadığını söyledi.

İran devlet televizyonuna göre, Hamaney, başkent Tahran’daki konutunda Şehid Mutahhari İlahiyat Yüksekokulunun yöneticilerini kabul ettiği toplantıda konuşma yaptı.

Hamaney’in gündeminde geçen hafta yapılan tarihin en düşük katılımlı cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. Uzmanlar katılımın düşük olmasının siyasete duyulan hayal kırıklığının bir göstergesi olduğunu düşünürken Hamaney, “Seçimlerin ilk aşamasına katılım beklenenden az ve tahminlerin aksine gerçekleşti. Bunun nedenleri, siyasetçiler ve sosyologlar tarafından araştırılmalıdır” dedi.

Oy kullanmayan yüzde 60’lık kesime işaret eden Hamaney, “Bazı insanlar, bazı yetkilileri ve hatta İslami sistemi sevmeyebilir ancak oy vermeyen herkesin bu kişilerle aynı fikri paylaştığı düşüncesi tamamen yanlıştır” ifadelerini kullandı.

Hamaney, “İslam’ı, İslam Cumhuriyeti’ni seven ve ülkenin kalkınmasını isteyenler, bunu seçimlere katılarak göstermelidir. Cumhurbaşkanı seçiminin ikinci aşaması çok önemli” değerlendirmesinde bulundu.

Anayasayı Koruyucular Konseyinin reformist adayların birçoğunu elemesinin halkın sandığa gitme oranını düşürdüğü yaygın olarak kabul ediliyor. Bu durum, rejimin meşruiyeti ve halk ile arasının açılması tartışmalarına yol açıyor.

Geçen hafta cuma günü yapılan 14’üncü dönem cumhurbaşkanı seçiminde adaylardan hiçbiri yüzde 50’yi geçemeyince seçimi önde tamamlayan reformist aday Mesud Pezeşkiyan ile muhafazakâr aday Said Celili, ikinci tura kalmıştı.

Yüzde 40 katılım oranıyla ülke tarihindeki en düşük katılımlı cumhurbaşkanı seçimi olan birinci turda Pezeşkiyan, oyların yüzde 42,5’ini alırken Celili’nin oyu yüzde 38,6 oldu.

İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı seçildiği Haziran 2021 seçimlerinde ülke genelinde katılım yüzde 48,8 idi. 1 Mart’ta düzenlenen genel seçimlerde katılım oranı daha da geriledi ve ülke genelinde yüzde 41’e düştü.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail ve BM’den “Starlink” girişimi

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler, yardım çalışmalarının devamı için Gazze’de Starlink internet uydularını kullanmak amacıyla İsrail ile görüşmeler yürütülüyor. Hamas’ın güç kazanabileceğinden endişe duyan İsrail, BM’den bazı güvenceler istedi. BM, İsrail’in talebini yerine getirmeye hazırlanıyor.

Axios’tan Barak Ravid’in üç İsrailli ve bir BM yetkilisine dayandırdığı habere göre İsrail ve Birleşmiş Milletler (BM) Elon Musk’ın SpaceX Starlink internet sisteminin Gazze’de BM yardım görevlilerinin güvenliğini artırma planının bir parçası olarak konuşlandırılmasını müzakere ediyor.

BM, İsrail’e sistemin, Gazze’de yardım dağıtımının devam edebilmesi için gereklilik olduğunu söyledi. İsrail ise sistemin Hamas’ın eline geçmesinden ve İsrail istihbaratının, Hamas’ı izlemesini zorlaştırarak İsrail’e yönelik koordineli saldırı riskini artırmasından endişe duyuyor.

Yardım çalışanlarının İsrail hava saldırılarına hedef olması üzerinde BM, haziran ayında Gazze’deki operasyonlarının büyük bölümünü askıya aldı. Bu durum Gazze’de ihtiyaç sahibi Filistinlilere ulaşan yardım miktarında keskin bir düşüşe yol açtı ve insani krizi daha da derinleştirdi.

Axios’a konuşan İsrailli yetkililer, İsrail hükümetinin BM’nin yardım operasyonlarını askıya alma kararını BM liderliği tarafından yönlendirilen ve savaşı sona erdirmesi için İsrail üzerindeki baskıyı artırmayı amaçlayan siyasi bir hamle olarak gördüğünü söyledi. BM yetkilileri bunu özel olarak yalanladı.

ABD’li yetkililer, Biden yönetiminin taraflar arasında arabuluculuk yapmaya çalıştığını, İsrail’e BM’nin güvenlik endişelerinin gerçek olduğunu vurgularken bir yandan da bir çözüm üzerinde çalışmaya başladığını söyledi.

Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matthew Miller geçen hafta yaptığı bir açıklamada “BM’nin insani yardım ulaştırmak için karşı karşıya olduğu bazı güvenlik sorunlarını aşmak için son birkaç gündür çeşitli BM ve İsrail hükümetinin çeşitli bileşenleri arasında bir dizi görüşmeye katıldık” dedi ancak Starlink’ten özellikle bahsetmedi.

Üst düzey bir İsrailli yetkili, konunun İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın geçen hafta Washington’a yaptığı ziyaret sırasında gündeme geldiğini söyledi.

Ardından konuyla ilgili New York’taki BM merkezinde konuyla ilgili bir dizi toplantı düzenlendiği kaydedildi. Habere göre görüşmeler sırasında BM yetkilileri sahadaki personeliyle daha sağlıklı iletişim kurabilmek için SpaceX Starlink uydu sistemini Gazze’ye yerleştirmek istediklerini söyledi. İsrailli yetkililer ise Hamas’ın geçmişte sofistike ve hassas iletişim ekipmanlarını ele geçirdiğini ve Starlink sistemini de ele geçirebileceğini söyledi. İsrail; BM’den sistemin ele geçirilmesi durumunda uzaktan devre dışı bırakılabileceği konusunda garanti istediler.

Bunun üzerine BM de sistemin uzaktan etkisiz hale getirilebileceğini göstermek ve İsrail güvenlik servislerinin endişelerini gidermek amacıyla İsrailli teknik uzmanlara sistemin sunumunu yapmak üzere İsrail’e bir ekip göndermeyi önerdi.

Axios’a konuşan üst düzey bir BM yetkilisi “BM güvenlik departmanından bir ekip, Gazze’deki BM operasyonlarıyla ilgili güvenlik konularında devam eden angajmanımızın bir parçası olarak İsrail’e gidiyor” dedi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail’den “UCM” adımı: Ben-Gvir’e “göstermelik” soruşturma

Yayınlanma

İsrail Devlet Savcısı Amit Aisman’ın, “Uluslararası Ceza Mahkemesini (UCM) memnun etmek” amacıyla Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir hakkında soruşturma açılmasına ilişkin adımlar attığı iddia edildi.

İsrail devlet televizyonu KAN’da yer alan habere göre, Aisman, Başsavcı Gali Baharav-Miara’dan “Gazze’deki Filistinlileri provoke ettiği şüphesiyle” Ben-Gvir hakkında adli soruşturma başlatılmasını istedi.

Süreci Başsavcı Miara’nın yürüttüğüne yer verilen haberde, Ben-Gvir’e yönelik soruşturma açılıp açılmayacağı hakkında henüz nihai bir karar alınmadığını, soruşturma açılması yönünde karar alınsa bile Ben Gvir’e karşı iddianame hazırlanması ihtimalinin uzak olduğuna dikkati çekildi.

Başsavcılık ofisi yetkililerinin görüşlerine yer verilen haberde, muhtemel soruşturmanın “hiçbir sonuca varmayacağı” değerlendirildi.

Uzmanlar, Devlet Savcısı Aisman’ın bu adımı “sadece UCM’yi ikna etmek için” attığını belirtti.

Haberde, Ben Gvir hakkında muhtemel soruşturmanın, “UCM’yi memnun etme ve İsrail yargı sisteminin bakanları soruşturduğunu gösterme” amacıyla başlatılan “göstermelik” bir girişim olduğuna ilişkin intibaların olduğuna yer verildi.

Ben-Gvir’den tepki

Aşırı sağcı görüşleriyle bilinen Ben-Gvir ise KAN’ın haberine ilişkin X platformundaki hesabından yaptığı açıklamada, “İnanılmaz. Savcı, İsrailli bir bakanı düşman ülkenin vatandaşlarını provoke etme şüphesiyle soruşturmaya çalışıyor” ifadelerini kullandı.

Ben-Gvir, İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet (Şabak) ile başsavcılığın, “Gazze’de suikast düzenleyeceğine İsrailli bir bakana suikast düzenlemeye çalıştıklarını, bunun başarılı olmayacağını” savundu.

Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Kerim Han, 20 Mayıs’ta, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında “yakalama kararı” başvurusunda bulunduğunu bildirmişti.

Han, Netanyahu ve Gallant’ın 8 Ekim 2023’ten itibaren Gazze Şeridi’nde “savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan cezai sorumluluk taşıdığına inanmak için makul gerekçeler bulunduğunu” açıklamıştı.

Uluslararası bölgesel insan hakları mecralarında aynı şekilde Ben-Gvir hakkında da tekrarladığı provoke açıklamaları çerçevesinde benzer bir adım atılması çağrıları yükseliyor. Ben-Gvir, son olarak 30 Haziran’da yayımlanan videoda “Filistinli mahkumlar başlarından vurularak öldürülmeli” ifadelerini kullanmıştı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English