Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“KOEP’nin yokluğunda savaşa tek gerçek alternatif gayri resmi anlaşma”

Yayınlanma

Bir tarafta ABD’nin dondurduğu milyon dolarlık varlıklar, ekonomik ambargolar. Diğer yanda İran’ın silah üretme noktasına gelen nükleer kapasitesi. ABD ve İran kartları açık oynuyor ancak kimsenin eli diğerini yenecek kadar iyi değil. Böyle bir ortamda Washington en azından Tahran’ın nükleer programını frenleme ve milis kuvvetlerin Suriye’deki ABD birliklerine yönelik saldırılarına son verme” umuduyla İran yönetimiyle müzakereler yürütüyor. Nükleer kapasitesinden geri adım atmaya niyeti olmayan İran’ın ise ekonomik ambargonun bir nebze gevşemesine ihtiyacı var.

Müzakere sürecinin KOEP benzeri bir anlaşma ile sonuçlanmayacağı artık herkes kabul ediyor. Peki iki ülke arasında ufukta nasıl bir anlaşma görünüyor.

The Emirates Policy Center (EPC) birkaç hafta içinde ABD ile İran arasında gayri resmi nitelikte bir anlaşmaya varılacağını iddia eden bir analize yer verdi. Brookings Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan, ulusal güvenlik stratejileri profesörü Ömer Taşpınar’ın (National Defense University) kaleme aldığı analiz, KOEP gibi resmi bir anlaşma seçeneğinin yokluğunda, gayri resmi uzlaşının savaşa tek gerçek alternatif olduğu görüşünde:

***

Bir Sonraki ABD-İran Anlaşması: Bağlam, Motivasyon ve Dinamikler

Temel Çıkarımlar:

  • Washington ve Tahran arasında Biden yönetiminin seçim gündemine ve İran’ın güvenlik ve dini kurumlarının ekonomik ve siyasi çıkarlarına hizmet edecek geçici, küçük, gayri resmi ve yazılı olmayan bir anlaşmanın zamanı gelmiş gibi görünüyor.
  • Gayri resmi bir anlaşma arayışı, her iki ülkenin de iç ve jeopolitik durumlarında meydana gelen değişikliklerden dolayı ivme kazandı.
  • Tahran ile gayri resmi ve yazılı olmayan bir mutabakat Biden yönetimi için çok daha tercih edilebilir çünkü böyle bir anlaşma daha az siyasi ve hukuki denetime maruz kalacaktır.
  • İran’ın nükleer ilerlemelerini tersine çeviren, programına katı sınırlamalar ve şeffaflık önlemleri getiren ve İran yaptırımlarının hafifletilmesi sağlayan KOEP gibi resmi bir anlaşma seçeneğinin yokluğunda, bu mini anlaşma savaşa tek gerçek alternatif olarak görünüyor.

Washington, Tahran ile nükleer diplomasi konusunda üç temel gerçeği kabul etti. Birincisi, Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın (KOEP) kurtarılması mümkün değil. İkincisi, İran’ın elde ettiklerini- fiili nükleer devlet statüsü, silahlanmaya küçük bir adım uzakta- geri döndürmek için iddialı bir gündem içeren herhangi bir B planı da aynı derecede gerçekçi değil. Üçüncüsü, pragmatik sertlik yanlıları şu anda Tahran’ı sıkı bir şekilde kontrol altında tutuyor ve Washington ile geçici bir anlaşmadan kaybedecek bir şeyleri olmadığına inanıyorlar. Suudi Arabistan ile normalleşmeleri ve Moskova ile derinleşen askeri ilişkileri sayesinde Washington’a karşı üstünlük sağladıklarını düşünüyorlar.

Washington ile Tahran arasında Biden yönetiminin seçim gündemine ve İran’ın güvenlik ve dini kurumlarının ekonomik ve siyasi çıkarlarına hizmet edecek geçici, küçük, gayri resmi ve yazılı olmayan bir anlaşmanın zamanı gelmiş gibi görünüyor. Tüm bunlar yeni bir aşamada olduğumuzu gösteriyor. Öncelik anlaşmazlığın çözümünden, gerilimin daha da tırmanmasını önlemeye doğru kaydı. Artık masada olan şey KOEP’nin yenilenmesi ya da “daha azı için daha azı” şeklinde daha küçük bir anlaşma değil. Bunun yerine daha mütevazı ama yine de kritik derecede gerekli bir şey var: çatışmayı önleme taahhüdü.

Washington’daki kaynaklar böyle bir gayri resmi anlaşmanın önümüzdeki birkaç hafta içinde mümkün olabileceğini belirtiyor. Bu anlayış, mütevazı ve gayri resmi bir anlaşmanın feci bir askeri çatışmadan çok daha iyi olduğu yönündeki sağlam siyasi varsayıma dayanıyor. Tahran uranyum zenginleştirmeye devam ederse ABD ile İran arasında ya da daha kötüsü İsrail ile İran arasında böyle bir askeri çatışma kaçınılmaz olacak. İran’ın son dönemde kaydettiği ilerlemenin en net resmi, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) Mayıs ayında yayınladığı ve yüzde 60 saflıkta zenginleştirilmiş 114 kg uranyum bulunduğunu bildiren raporunda yer alıyor. Bu seviye sivil kullanım için uygun değil. Eğer daha da işlenerek %90’lık silah sınıfı seviyesine getirilirse, en az iki nükleer bomba üretmek için yeterli olur.

Bir dağın içine inşa edilmiş müstahkem bir tesis olan Fordow’da, çevre örneklerini test eden müfettişler yüzde 83.7 saflıkta zenginleştirilmiş uranyum izlerine rastladı. İran, suçu anlık bir donanım arızasına attı; İran’ın bu kadar yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum stokladığına dair bir kanıt yoktu. Ancak bu keşif, geçici bir anlaşmaya varılmasına yönelik diplomatik çabalara aciliyet kazandırdı.

Washington ve Tahran için Değişen Şartlar

Bu teknik faktörün yanı sıra, her iki ülkeyi çevreleyen iç ve jeopolitik koşulların değişmesi nedeniyle gayri resmi bir anlaşma arayışı ivme kazandı. Amerikan dinamiklerini analiz ederek başlayalım. Başkan Biden, 2024 başkanlık seçimlerinden önce İran ile ciddi bir askeri çatışmadan kaçınmak istiyor. Beyaz Saray halihazırda Rusya ile Ukrayna ve Çin ile Tayvan üzerinden yaşanan gerilimlerle meşgul. Dahası, Amerikan ekonomisi enflasyon ve gergin bütçe politikaları nedeniyle zayıf durumda. Bu koşullar altında, Orta Doğu’da yeni bir Amerikan savaşı, ekonomi ve Biden’ın 2024’teki seçim beklentileri için felaket olacaktır.

Yeni bir anlaşmayla diplomatik bir atılım yapılması ihtimali de zayıf. İslami rejimin kötüleşen imajı, İran ile diplomasi yürütmek isteyenleri engelliyor. Geçen yıl boyunca protestoların şiddetle bastırılması, Demokrat kampta ve ABD Kongresi’nde yenilenmiş bir nükleer anlaşmayı onaylamak için az da olsa var olan iştahı da yok etti. Devrim Muhafızları kan dökerek iktidarı elinde tutuyor: bu yıl 349 kişi idam edildi. Böyle bir ortamda resmi bir nükleer anlaşma imzalamak siyaseten imkânsız hale geldi.

İran’ın uzlaşmaya yanaşması ihtimal dışı olsa bile, ABD Kongresi’nin 2015 yılında neredeyse oybirliğiyle kabul ettiği İran Nükleer Anlaşması İnceleme Yasası’na (INARA) göre, Başkan’ın İran’a yönelik yaptırımları askıya almadan önce Tahran’ın nükleer programıyla ilgili herhangi bir anlaşmayı kongreden incelemesini talep etmesi gerekiyor. Bu koşullar altında, Tahran ile gayrı resmi ve yazılı olmayan bir anlaşmaya varmak Biden yönetimi için çok daha tercih edilebilir çünkü böyle bir anlaşma daha az siyasi ve yasal denetme maruz kalacak. Kongre incelemesi gerekmeyecek ve siyasi tepki ılımlı olacak. Dahası, böyle gayri resmi bir anlaşmanın parametreleri içinde İran’a “ödün verildiği” suçlamalarından kaçınmak için yeterli “stratejik belirsizlik” olacak.

İran’daki dinamikler ne olacak? On yılı aşkın bir süredir ilk kez muhafazakârlar Tahran’da iktidarın çoğunluğunu tekellerine almış durumda. Artık muhafazakârlar ve ılımlılar arasında yoğun bir rekabet yok. Sonuç olarak, muhafazakârlar ılımlıların güçlenmesinden endişe etmeden zor konularda (Riyad veya Washington ile ilişkiler gibi) daha rahat hareket edebiliyor. Tahran’ın İbrahim Reisi hükümeti döneminde Suudi Arabistan’la ilişkilerini normalleştirmesi, bu genel kanıya aykırı bağlamda görülebilir.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle ortaya çıkan jeopolitik koşullar da İslami rejimin lehine işliyor ve Moskova’yı Tahran’ın askeri kapasitesine daha bağımlı hale getiriyor. Yüzlerce İran insansız hava aracı ve büyük miktarda mühimmat karşılığında Rusya, İran’a siyasi destek, nakit para ve Ukrayna savaş alanında ele geçirilen Batı teknolojisini sağladı. Moskova ayrıca İran’a savaş uçakları ve füze teknolojisi gibi gelişmiş silahlar transfer etmeyi de düşünüyor. Rusya’nın öngörülebilir gelecekte Batı’dan izole kalmaya devam edecek olması Tahran’ın Moskova’ya karşı elini güçlendiriyor.

İran’ın Çin’in arabuluculuğunda Riyad’la yakınlaşması Washington için başka büyük bir diplomatik darbe oldu ve İran’ı izole etme çabalarını zorlaştırdı. Ancak Suudilerin normalleşmesinin ekonomik faydalarından tam anlamıyla yararlanabilmek için Tahran’ın istikrara ve Batı ile bir miktar yumuşamaya ihtiyacı var. Rejimin Rusya ile derinleşen askeri ilişkileri ve Çin ile genişleyen ekonomik ilişkiler sayesinde İran’ın izolasyonu Washington için daha zor hale geldi. Tüm bunlar Washington’un umduğunun aksine zamanın Tahran’ın pazarlık pozisyonunu zayıflatmadığını gösteriyor. Aksine İran’ın Amerikan baskısına karşı eli güçlü. Bir yandan uranyum zenginleştirmeye devam ederken bir yandan da diplomatik angajman için zamanın gelmiş olabileceğine dair sinyaller gönderiyor.

İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in 11 Haziran’da yaptığı bir konuşmada İran’ın nükleer altyapısına dokunulmaması koşuluyla Batı ile bir anlaşmaya açık olduklarının sinyalini vermesinin nedeni bu olabilir. İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed İslami de gazetecilere yaptığı açıklamada Tahran’ın Batı’yı yaptırımları kaldırmaya zorlamak için zenginleştirme seviyesini artırdığını söyleyerek Tahran’ın anlaşmaya açık olduğunun sinyalini verdi. Ancak Tahran, ABD ile (olası bir anlaşma ile) elde edeceklerinin sınırları olduğunun farkında. Biden yönetimiyle yapılacak herhangi bir resmi anlaşma, KOEP kapsamında elde edilenden daha az iddialı ve dolayısıyla Tahran için daha az faydalı olacak.

İran ayrıca Amerika ile bir anlaşma müzakere edip ABD Kongresi’nin bunu reddetmesini ya da Trump’ın yeniden seçilmesi halinde 18 ay içinde tekrar yırtıp atmasını görmek istemiyor. Ancak daha küçük, gayri resmi bir anlaşmanın böyle bir dezavantajı olmayacak. Potansiyel olarak önemli ekonomik kazanımlar karşılığında mütevazı bir taviz verilecek. Dahası Tahran nükleer anlaşmayı, İran’ın nükleer programı üzerindeki bazı kilit kısıtlamaların sona ereceği en azından 2025 yılına kadar canlı tutmak istiyor.

Gayri resmi bir anlaşma birçok açıdan İran’ın ihtiyaçlarına yanıt verecek ve feci bir askeri çatışma riskini önleyecektir. Washington’un İran’ı nükleer eşiğin hemen altında bırakacak bir anlaşmayı alkışlaması zor. Bir alternatif bulmak da zor. Gayri resmi bir anlaşma ya da mini bir mutabakat olmadan İran uranyum zenginleştirmeye devam edecek ve askeri seçenek kaçınılmaz hale gelerek tüm bölgeyi bir savaşa sürükleyebilecektir. Şimdilik, İran ve ABD arasında varılacak zımni bir mutabakatla işi oluruna bırakmak en iyi seçenek.

‘Gayri Resmi Anlaşma’ Nasıl Görünecek?

Kısa cevap kimsenin bilmediği; bunu söylemek için henüz çok erken. Ortada 159 sayfalık KOEP belgesine benzer bir şey olmayacak ama sessiz, gayrı resmi bir anlaşma olacak. Mütevazı düzeyde bir güvenle bilinen şey, Biden yönetiminin İran’ın aşağıdaki maddelere uyması konusunda ısrarcı olduğudur:

  • İran’da haksız yere hapsedilen üç İran asıllı Amerikan vatandaşının serbest bırakılması,
  • İran’dan uranyumu yüzde 60’ın üzerinde zenginleştirmekten kaçınacağına dair sözlü taahhüt,
  • Zenginleştirilmiş uranyum stoklamasını yavaşlatmaya yönelik sözlü taahhüt,
  • Irak ve Suriye’deki Şii milislerin ABD askerlerine ve müteahhitlerine yönelik saldırıları son bulacak,
  • Rusya ile askeri işbirliğini sınırlandırma taahhüdü,
  • UAEA ile daha şeffaf bir iş birliği.

Bunun karşılığında ABD İran’a yönelik yaptırımları sıkılaştırmaktan kaçınacak, günlük bir milyon varil petrol satışına göz yumacak (İran’ın zaten gizlice sattığı petrolün üzerine), İran petrolü taşıyan petrol tankerlerine el koymaktan vazgeçecek ve UAEA ya da BM Güvenlik Konseyi’ni Tahran’a karşı cezalandırıcı önlemler almaya zorlamayacak. Amerikalı tutuklular serbest bırakıldığında, Washington yabancı bankalarda tutulan İran parası üzerindeki blokajı kaldıracak ve ABD’de tutuklu bulunan dört İranlıyı serbest bırakacak.

ABD, Irak ve Güney Kore’nin İran’a olan 10 milyar dolarlık borcunu serbest bırakacak. Bu para İran’a iade edilmeyecek ancak Tahran bu parayı gıda ve ilaç için harcayabilecek. Biden yönetimi Irak hükümetine, İran’a 2.76 milyar dolarlık gaz ve elektrik borcunu ödemesi için bir muafiyet sağlamıştı. Washington bunun rutin bir muafiyet olduğunda ısrar ederken, Irak tarafı onayın Irak Dışişleri Bakanı ile ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken arasında Suudi Arabistan’daki bir konferans sırasında yapılan görüşmede verildiğini bildirdi. Gayri resmi bir anlaşmanın uygulanması kolay olmayacaktır. Zorlukların ilk işaretleri, İran müesses nizamı içindeki grupların ABD’nin mahkumların serbest bırakılmasına ilişkin talepleri konusunda anlaşmazlığa düşmesiyle ortaya çıktı.

İşleri zorlaştırabilecek bir diğer faktör de İsrail. Başbakan Netanyahu herhangi bir uzlaşmaya karşı çıkıyor. İsrail’in Washington’un kabul ettiği şeylere bağlı kalmayacağını defalarca açıkladı. Ancak Netanyahu, İsrail’in güvenlik kurumlarını ilgilendiren büyük bir siyasi krizle karşı karşıya ve İran’ın uranyum zenginleştirmesini ve silahlanma yolunda ilerlemesini donduran gayri resmi ve geçici bir anlaşma için ülkeyi harekete geçirecek siyasi sermayeye sahip olmayabilir. Knesset’te ABD ile İran arasında imzalanması beklenen gayri resmi anlaşmayla ilgili bir soruya Netanyahu, Biden’ın bir nükleer anlaşma değil “mini bir anlaşma” müzakere ettiğini savunarak alışılmadık bir pragmatiklik sergiledi. Knesset üyelerine “Bunun üstesinden gelebileceğiz” dedi.

Resmi bir anlaşmanın yokluğu göz önüne alındığında, bu mini anlaşmanın temel zayıflığı uygulama mekanizması olacaktır. Zımni bir mutabakata nasıl güvenilebilir? UAEA’nın rolü, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin izinsiz denetlenmesinde kilit önem taşıyacak. Anlaşmaya uyulup uyulmadığını test etmenin bir başka yolu da her iki tarafın da taahhütlerine uyma konusunda atacağı somut adımları görmek olacak. İran’ın, Irak’taki Şii milis vekil grupların Amerikan hedeflerine saldırmasını durdurması halinde bu durum netleşecek. Aynı mantık ABD’nin İran petrolü taşıyan petrol tankerlerine el koymayı durdurması için de geçerli. Benzer şekilde, mahkumların yakın zamanda serbest bırakılıp bırakılmayacağı konusunda da bir gizem kalmayacak.

Son olarak, İran ile gayri resmi bir anlaşmanın caydırıcılık ve askeri seçeneklerin sonu olmadığını belirtmek önemli. Washington, İsrail ile geniş çaplı tatbikatların, İsrail’in İran’a karşı askeri güç kullanma tehditlerinin, ABD’nin İran’ın silah edinmesine izin vermeyeceğine dair tekrarlanan açıklamalarının ve Avrupa’nın uranyumu yüzde 90 oranında zenginleştirmenin BM yaptırımlarının yeniden uygulanmasını tetikleyeceğine dair uyarılarının bir araya gelmesinin Tahran’ı bomba düzeyinde malzeme üretmekten caydıracağını umuyor.

Sonuç

Washington’un gözünde gayri resmi bir anlaşma önemli bir amaca ulaşıyor: savaşa yol açabilecek riskli bir tırmanışı önlüyor. Bu anlaşma, KOEP’nin yerini alacak resmi bir anlaşma için koşulların zaman içinde daha elverişli hale geleceği umuduna (ya da hüsnü kuruntusuna) dayanıyor. Gayrı resmi anlaşma, Washington’un şu anda Ukrayna ve Tayvan’a odaklanan dikkatini dağıtacak bir krizden kaçınma arzusunu yansıtıyor. İran’ın nükleer ilerlemelerini tersine çeviren, programına katı sınırlamalar ve şeffaflık önlemleri getiren ve İran’a yönelik yaptırımların hafifletilmesini sağlayan KOEP gibi resmi bir anlaşmanın tercih edilen seçenek olmaması durumunda, bu mini anlaşma savaşa tek gerçek alternatif olarak görünüyor.

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English