GÖRÜŞ
Lübnan ateşkesinin doğru anlatısı
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.trHüseyin Muştak / Batı Asya Uzmanı
Her ne kadar anlatılar savaşı Aksa Tufanı başlangıcından bu yana askeri, güvenlik ve siyasi savaşla paralellik gösterse de El-Mamedani hastanesinin bombalanması, tünellerin keşfedilip yıkıldığı iddiası, Seyid’in şehadeti, Suriye’deki İran elçilik binasına saldırı, Gerçek Vaad operasyonları gibi bazı önemli olaylar ve bu tür meseleler, rivayet savaşının önemini askeri savaştan daha yüksek bir seviyeye taşıyor.
Bu çok önemli olaylardan biri de Lübnan ile Siyonist rejim arasındaki ateşkestir. İsrail, bu ateşkesi kendisi için stratejik bir zafer olarak göstermek için yalan haberler ve siyasi sahneler kurarak zihinleri manipüle etmeyi umuyor.
İşte bazı önemli noktalar:
1- Netanyahu üç hafta önce savaş bakanı Gallant’ı kabineden kovduğunda gerekçesi “savaşı sürdürmek için yeterli cesarete sahip olmadığı” yönündeydi. Netanyahu şöyle demişti: “Hizbullah’ın işini biz daha iyi bitirebiliriz.” Şimdi ne oldu da Netanyahu ve çevresi ateşkese razı oldu? Dolayısıyla İsrail’in neden ateşkesi kabul ettiğini söylemek daha doğru olur; Hizbullah’ın ateşkesi neden kabul ettiğini değil.
2- İsrail her zaman Hizbullah’ın askeri gücünün %80’ini yok ettiğini iddia ediyor! Madem Siyonist rejimin bu kadar gücü ve yeteneği vardı, neden kalan %20’yi yok etmek için işgale devam etmedi?
3- Gerçek şu ki Lübnan’daki savaş İsrail’in istediği gibi gitmedi. Hizbullah’ın füze operasyonları İsrail’in hayal gücünün ötesindeydi. Öte yandan “direnişin toplum tarafından dışlanması” politikası başarısızlıkla sonuçlandı ve Şiilerin Hizbullah’a desteği durmadı, Lübnanlıların Hizbullah ile dayanışması da arttı.
4- İsrail, Hizbullah’ı zayıflatabileceğini ve siyasi bir krizle karşı karşıya bırakabileceğini düşünürken, İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesinden sonra cumhurbaşkanının seçilmesi gibi bazı konularda Hizbullah’la fikir ayrılıkları yaşayan akımlar, Hizbullah’a yakınlaşmaya çalıştı. Öyle ki bu konunun tanımı ve karmaşıklığı ayrı bir yazıyı gerektirir. Bu, Siyonistleri şok eden bir konudur.
5- Ateşkes anlaşmasının 13 maddesi İsrail’in istediği taslaktan uzak. Yani Hizbullah’ın ısrarı anlaşmanın maddelerinde ciddi değişikliklere yol açtı. Mesela Hizbullah bir “izleme komitesi” kurulmasını engelledi. Belirsiz “Güney” sözcüğü Litani olarak değiştirildi, 1559 sayılı Kararın adı kaldırıldı, Lübnan’da faaliyet gösteren Filistinli grupların adlarının zikredilmesi engellendi. Lübnanlı mültecilerin taslakta ‘kendi diyarları’ olarak adlandırılan yere değil, “evlerine ve topraklarına” dönmeleri kelimelerinin altı çizildi. Bu bağlamda, Hizbullah’ın tek tek gururla vurgulanması gereken başka birçok örnek de mevcut.
6- Birkaç saat önce Lübnanlı mülteciler güneydeki evlerine dönmeye başladı ancak işgal altındaki topraklarda böyle bir dönüş yok ve Siyonistler hâlâ kendilerini güvende hissetmiyor.
7- İsrail, direniş eksenindeki ulusları hayal kırıklığına uğratmak üzerine çok fazla hesap yaptı. İsrail güçlü bir cephenin güçlü bir cephe gerisi gerektirdiğini biliyor. Hizbullah’ın gücü, Lübnanlı direniş destekçilerinin cephe gerisinde onun için inşa ettiği bir güç. İsrail bu toplumsal gücü kırmak istiyor. Hizbullah’ın toplumsal gücü sadece Lübnan’la sınırlı değil. Tıpkı Hamas’ın toplumsal gücünün Gazze ile sınırlı olmadığı gibi. Biz artık Hizbullah’ın sosyal medya gücünün bir parçasıyız ve Siyonistlerin savaş ve ateşkes anlatılarının zihinlerimize sızmasına izin vermemeliyiz.
İlginizi Çekebilir
-
Trump, Ukrayna özel temsilcisini seçti
-
Haaretz: Dökülen kan miktarı başarı ölçütü mü?
-
Mısır, Gazze’de ateşkes için İsrail’e “Hamas’sız bir plan” sunacak
-
Hizbullah: İsrail’in çekilmesini tetikte takip ediyoruz
-
Berlinale kuralları: “Liberal demokratik düzen” ile uyumsuz elbiseler yasak
-
“Anlaşma şartları uygulanmasa da ateşkes devam edecek”
GÖRÜŞ
Rusya, Ukrayna’da güç gösterisi olarak hipersonik füze Oreşnik’i test etti
Yayınlanma
2 gün önce26/11/2024
Yazar
Ma XiaolinRusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 21 Kasım akşamı televizyonda yaptığı bir konuşmada Rus güçlerinin Ukrayna’daki askeri-sanayi tesislerine koordineli bir saldırı düzenlediğini açıkladı. Saldırının bir parçası olarak Rusya, nükleer başlık taşımayan Oreşnik adlı yeni bir orta menzilli hipersonik füzeyi test etti. Putin, Ukrayna’yı 19 ve 21 Kasım’da Rus askeri tesislerini hedef almak için Batı tarafından tedarik edilen silahları kullanmakla suçladı ve çatışmayı “küresel bir çatışma” olarak tanımladığı bir boyuta taşıdı. Her türlü tırmanışın Rusya’yı ulusal güvenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak için kararlı misilleme tedbirleri almaya sevk edeceği uyarısında bulundu.
Buna karşılık Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, Putin’in sözlerinin Rusya’nın savaşı daha da tırmandırma ve çatışmanın kapsamını genişletme niyetine işaret ettiğini belirtti. Zelenski, Batı silahlarını kullanma suçlamalarını reddederek Ukrayna’nın uluslararası hukuk çerçevesinde meşru müdafaa hakkı uyarınca bu tür sistemleri uzun süredir kullandığını ileri sürdü. Rusya’nın füze denemesinden önce ABD’ye 30 dakika önceden uyarıda bulunması dikkat çekicidir. Daha sonra ABD Savunma Bakanlığı bu gelişmeden duyduğu endişeyi dile getirerek denemeyi “olayların rahatsız edici bir şekilde gelişmesi” olarak nitelendirdi.
Mach 10 hızına kadar ulaşabilen Oreşnik füzesinin şu anda füze savunma sistemlerinde bilinen herhangi bir karşı tedbiri bulunmuyor. Putin’in açıklaması, Ukrayna’nın 6,000 kilometre menzilli kıtalararası füzelerin kullanımına ilişkin daha önceki iddialarına açıklık getirmiş olsa da, yine de uluslararası toplumda yaygın bir alarma yol açtı. Rusya, Oreşnik füzesini bir savaş senaryosunda test ederek, yeni revize ettiği nükleer doktrinini uygulamaya hazır olduğunun sinyalini vermeyi amaçlıyor. Ukrayna ve NATO’ya bir uyarı niteliği taşıyan bu hamle, Moskova’nın nükleer silahların ilk kez kullanılması da dahil olmak üzere, nükleer pişkinlik stratejisinden fiili konuşlandırmaya geçmeye hazır olduğunun altını çiziyor.
Ukrayna’daki çatışma, 19 Kasım’da Batı’nın desteğiyle tetiklenen bir tırmanışla bininci gününe ulaştı. 1 Kasım’da 7, ABD, Birleşik Krallık ve Fransa ortaklaşa olarak Ukrayna’nın NATO tarafından tedarik edilen orta ve uzun menzilli füzeleri Rus topraklarını hedef almak için kullanmasını artık kısıtlamayacaklarını açıkladılar. Buna karşılık Ukrayna, Rusya’nın Bryansk Oblastı’na altı adet ABD yapımı Ordu Taktik Füze Sistemi (ATACMS) fırlattı, beşi önlendi ve biri imha edildi.
Biden yönetimi ve müttefikleri Ukrayna’nın füze kabiliyetleri üzerindeki kısıtlamaların gevşetilmesinin yaratacağı risklerin farkında. 20 Kasım’da Kiev’deki ABD Büyükelçiliği, önemli hava saldırıları olasılığını gerekçe göstererek ve personeli yerlerine sığınmaya çağırarak acil bir kapatma kararı aldı. Bu önlem, çatışmanın başlamasından bu yana ABD tarafından alınan ilk önlem oldu ve İtalya, İspanya ve Yunanistan büyükelçiliklerinin de benzer adımlar atmasına yol açtı.
Ukrayna’nın füze saldırıları asgari düzeyde fiziksel hasara yol açmış olsa da, sembolik meydan okuma, potansiyel tehdit ve aşağılama niteliği taşıyan bu eylemler önemli stratejik sonuçlar doğurmaktadır. Bu tür eylemlerin devam etmesi halinde Rusya cephe hattındaki avantajlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacak ve anakarasının güvenliği daha da kötüleşebilecektir. ATACMS füzeleri, İngiliz Storm Shadow ve Fransız Scalp seyir füzeleriyle birlikte 300 ila 560 kilometre menzile sahip olup Rusya’nın batı sınır bölgelerini, Kırım gibi işgal altındaki toprakları ve hatta Karadeniz Filosunu erişim menziline sokmaktadır. Ukrayna’nın sınır bölgelerinden fırlatılması halinde bu silahlar potansiyel olarak Moskova’nın dış mahallelerini tehdit edebilir.
NATO’nun füze kısıtlamalarını hafifletmesi ve Ukrayna’nın Rus topraklarına saldırması üzerine Putin 19 Kasım’da nükleer silahların kullanımına ilişkin daha önce görülmemiş kırmızı çizgiler belirleyen revize edilmiş bir nükleer caydırıcılık politikasını onayladı. Bu politikaya göre Rusya, kendisinin ya da müttefiki Belarus’un egemenliğini ya da toprak bütünlüğünü tehdit eden önemli bir konvansiyonel saldırıya maruz kalması halinde nükleer saldırı düzenleme hakkını saklı tutuyor. Belgede ayrıca, nükleer silaha sahip bir devlet tarafından desteklenen ve nükleer silaha sahip olmayan bir devlet tarafından yapılan herhangi bir saldırının ortak bir saldırı olarak kabul edileceği ve askeri bir ittifakın bir üyesi tarafından yapılan herhangi bir saldırının tüm ittifak tarafından yapılan bir saldırı olarak değerlendirileceği belirtilmektedir.
Bu gelişen senaryo, Rusya-Ukrayna çatışmasının yoğunlaşan dinamiklerinin altını çizmekte ve küresel güvenlik risklerinin keşfedilmemiş bölgelere doğru daha fazla tırmanma potansiyelini vurgulamaktadır.
Rusya’nın uzun zamandır stratejik bir gözdağı aracı olan nükleer pişkinlik politikası artık kılıfından çıkmış gibi görünmekte ve ABD, Birleşik Krallık ve Fransa gibi nükleer silahlara sahip ülkeleri ve Ukrayna’nın çatışmayı tırmandırmasını destekleyen kolektif bir oluşum olarak NATO’yu açıkça hedef almaktadır. Moskova, ABD’nin nükleer silahı olmayan devletlere karşı nükleer silah kullanma emsaline atıfta bulunarak, nükleer bir saldırıya maruz kalmasa bile nükleer silah kullanımını başlatma olasılığının sinyallerini verdi.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, nükleer mesajının netliğini sağlamak için Batılı liderlere açıkça İngilizce hitap ederek çatışmayı “Rusya’ya karşı yeni bir niteliksel çatışma aşamasına” girmek olarak tanımladı. Lavrov, ABD personelinin ve verilerinin Ukrayna’nın Rus hedeflerine karşı ATACMS füzelerini kullanmasını sağlamadaki rolünü vurgulayarak, tarihsel bağlam olarak 1945’te ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’yi nükleer bombalamasını hatırlattı.
Rusya Sivil Savunma ve Acil Durumlar Araştırma Enstitüsü 18 Kasım’da, olası nükleer durumlara hazırlık amacıyla, 54 kişiyi nükleer patlamalardan, radyasyondan ve diğer tehditlerden koruyabilecek, Cube-M olarak bilinen modüler, mobil sığınakların seri üretimine başlandığını duyurdu. 20 Kasım’da Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri ve eski savunma bakanlarından Nikolai Patrushev, “özel askeri operasyon” ile ilgili gelişmeleri gözden geçirmek üzere Novgorod Oblastı’ndaki Sarov Federal Nükleer Merkezi’ni denetledi.
Rusya’nın 21 Kasım’da Ukrayna’yı Rusya’nın Kursk bölgesine yönelik bir saldırıda İngiliz yapımı Storm Shadow seyir füzelerini kullanmakla suçlamasıyla gerilim daha da tırmandı. Bu olay Ukrayna’nın Rusya’nın nükleer eşiği daha fazla düşürmemesi yönündeki uyarılarını dikkate almamaya devam ettiğini göstermiş ve Moskova’nın Oreşnik hipersonik füzesinin ilk muharebe denemesini yapmasına yol açmıştır. NATO’nun şu anda önleme kabiliyetinden yoksun olduğu bu füze, Rusya’nın nükleer tırmandırma stratejisini sadece bir duruştan daha fazlası olarak uygulama kararlılığının altını çiziyor.
Savaş alanında Rusya, Kursk Oblastı’ndaki Ukrayna güçlerini etkisiz hale getirmek ve Ukrayna’nın enerji altyapısına geniş çaplı saldırılar düzenlemek de dahil olmak üzere önemli kazanımlar elde etti. Kış mevsiminin başlamasıyla aynı zamana denk gelen bu önlemler, Kiev’i taviz vermeye zorlamak için azami baskı uygulamak üzere tasarlandı. Bu arada Biden yönetimi, Beyaz Saray’da olası bir iktidar değişiminden birkaç hafta önce uzun menzilli füzeler üzerindeki kısıtlamaları kaldırarak Ukrayna’ya askeri yardımı hızlandırdı.
ABD yönetiminin çatışmayı genişletme ve tırmandırma çabası, Ukrayna’nın direnişini sürdürme kapasitesini güçlendirmek, gelecekteki müzakerelerde koz elde etmek ve siyasi mirasını sağlamlaştırmak gibi stratejik hedeflerin bir karışımından kaynaklanıyor gibi görünüyor. Ayrıca bu strateji, gelecekteki bir Trump yönetiminin olası politikalarını zayıflatmaya hizmet ederek savaşı yatıştırmaya yönelik her türlü girişimi zorlaştırabilir. Donald Trump Jr. da dahil olmak üzere eleştirmenler, Biden yönetimini çatışmayı pervasızca tırmandırmakla ve potansiyel olarak ABD askeri-endüstriyel kompleksinin çıkarları doğrultusunda üçüncü bir dünya savaşının önünü açmakla suçladılar.
Trump’ın başkanlığı yeniden kazanması halinde, yönetiminin Biden döneminde Ukrayna’ya verilen füze izinlerini iptal etmesi muhtemeldir. Ancak Biden’ın politik kararlarının ve Ukrayna’nın yüksek riskli askeri manevralarının birleşik etkileri Rusya’yı saldırılarını yoğunlaştırmaya kışkırtabilir ve Trump liderliğindeki herhangi bir barış müzakeresinden önce savaş alanı dinamiklerini Rusya’nın lehine değiştirebilir.
Her ne kadar Rusya’nın savaş alanında ciddi bir terslikle karşılaşmadığı sürece nükleer eşiği aşması pek olası olmasa da, son dönemde gelen sinyaller Moskova’nın tehditlerini yerine getirmeye hazır olduğunu gösteriyor. Bunlar arasında Ukrayna’nın kilit karar alma merkezlerinin hedef alınması ya da uç senaryolarda Ukrayna’ya karşı taktik nükleer silahların kullanılması yer alıyor. Bu tür önlemler, kontrollü tahrip kapasitesine sahip olsalar bile, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nın son aşamalarındaki kararını yineleyecek ve mevcut çatışmanın istikrarsızlığının altını çizecektir.
Dolayısıyla bu savaşın gidişatı sadece askeri gelişmelere değil aynı zamanda Washington, Moskova ve Kiev’deki siyasi hesaplara da bağlıdır. Herhangi bir yanlış hesap, küresel güvenlikte tehlikeli bir dönüm noktasına işaret ederek geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabilir.
Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.
2020’deki neoliberal karşıdevrim girişimi sırasında Belarus üzerine iki hafta arayla, olayları etraflıca incelemeye çalışan iki yazı yazdım. Bunların ilkinde (Belarus’taki gelişmeler üzerine) lümpen proletaryanın neoliberal hareketin milis kuvveti haline geldiğini vurguladım ve işçi hareketinin önderliksiz olmasına rağmen örgütlü olduğunu ve karşıdevrim girişimine karşı çıktığını belirttim. Aynı yazıda 17 Ağustos’ta, yani karşıdevrim girişiminin en kızgın olduğu bir anda Lukaşenko ile Putin arasındaki telefon görüşmesine de değindim. Görüşme Lukaşenko’nun talebiyle yapılmıştı: “… iki lider, eğer zaruret doğarsa Belarus’a yardım konusunda mutabakata vardılar. Açıkça belirtmemekle birlikte bunun askeri yardımı da kapsadığı anlaşılıyor. Lukaşenko… ‘Belarus hükümetinin ilk talebiyle birlikte Belarus Cumhuriyeti’nin güvenliğini temin etmek üzere çok yönlü yardımda bulunacağı’ hususunda Rusya hükümeti ile anlaştıklarını bildirdi.” Başka deyişle Rusya yönetimi Belarus’a, tıpkı bir buçuk yıl sonra Kazakistan’da yapacağı gibi, karşıdevrim girişimini bastırmak için her türlü yardımda bulunacağı teminatında bulunmuştu ve tam da bu, Lukaşenko’nun 1994’ten beri 26 yıldır süren iktidarını bu anda halkın da desteğiyle korumasına yardımcı olmuştu. Kuşkusuz, emekçi halkın desteği sayesinde — ancak bu destek olayların başından itibaren ortaya çıkmış değildi, dahası olayların başında halk henüz tarafsızlığını koruyordu, zira (o yazıda çevirisine yer verdiğim) Belarus işçi kolektifinin açıklamasında ifade edildiği gibi: “Seçimlerdeki hilelerden, güvenlik kuvvetlerinin şiddetinden öfkeye kapıldınız. Kötü çalışma şartları ve düşük ücretlerden, yalanlardan ve adaletsizlikten, kanunsuzluktan ve haksızlıktan yorgun düştünüz.” Açıklamada birçok insanın muhalefete sırf Lukaşenko’dan bıktığı için oy verdiği, ancak karşı tarafın da “emekçi halk için çöküş ve sefalet getirecek olan radikal piyasa reformlarının temsilcisi” olduğu vurgulanıyordu. Halk ancak neoliberal karşıdevrim tehlikesiyle yüzyüze kaldığında Lukaşenko’yu kerhen desteklemişti.
Karşıdevrim girişiminin gücünü kaybettiği sırada yazdığım ikinci yazımda (Belarus ve renkli “devrim”e dair) Belarus işçi hareketinin “dağınıklık ve örgütsüzlüğüne rağmen etkili bir muhalefet yürüttüğünü” vurguladım. Burada bir kez daha karşıdevrim girişiminin bastırılmasında Rusya’nın rolü üzerinde durdum ve Putin’in 27 Ağustos açıklamasına yer verdim. Rusya devlet başkanı bu açıklamada Lukaşenko’nun kendisinden Rusya silahlı kuvvetlerinden bir ihtiyat kuvveti oluşturulmasını ve bu kuvvetin Belarus’ta olayların kontrolden çıkması halinde kullanılmasını istediğini söylüyordu. Aynı yerde, 29 Ağustos’ta yapılan Belarus Yurtsever Güçlerinin 2020 Seçimlerinden Sonra Ülkedeki Durumla İlgili Konferansı sonuç bildirgesini de özellikle inceledim. Ülkenin bütün sol güçlerini bir araya toplayan Konferans, demokratik bir anayasa, emekçilerden yana bir iktisat siyaseti ve Rusya ile birlik (“Birlik Devleti”) için halkoylamasını savunuyordu. Bu sonuncusu özellikle dikkat çekicidir, zira Lukaşenko, Birlik devleti anlaşmalarına rağmen ısrarla ağırdan alıyordu.
* * *
Batka, halk dilinde babalık anlamına gelen bir kelime. Papazlara da öyle derler. Sıfatı olduğu kişinin aile büyüğü gibi itibar sahibi olduğunu gösterir. Lukaşenko’nun lakabı aynı zamanda.
Batka’nın siyaseti çok uzun bir süre içeride sosyal devlet dışarıda Rusya ve batı arasında Rusya’dan yana bir denge siyasetiydi. Bu siyaset esas itibariyle 1996’da Lukaşenko’nun batı yanlısı Yüksek Sovyet’e karşı iktidar mücadelesi sırasında şekillenmişti. Ancak 2020’de karşıdevrime doğru kimi dalgalanmalarla birlikte dışarıda batıcılık ve içeride kapitalist “reformlar” ağır basmaya başlamıştı. Halkın “kötü çalışma şartları ve düşük ücretlerden, yalanlardan ve adaletsizlikten, kanunsuzluktan ve haksızlıktan yorgun düşmesinin” nedeni buydu.
Karşıdevrim girişimi bunu bir süreliğine tersine çevirdi. Ne var ki en azından bu yılın ortalarından beri içeride başkanlık seçimleri yaklaşırken yeni ittifak arayışları, dışarıda “çokvektörlülük” arayışı, ve en az bunlar kadar önemlisi, ihracata dayalı Belarus ekonomisinin yaptırımlar yüzünden alarm sinyali vermesi, bana öyle geliyor ki, Batka’nın siyasetinde yeni bir dalgalanma yaratıyor.
Belarus’ta 26 Ocak’ta başkanlık seçimleri yapılacak. Lukaşenko elbette yedinci dönem adaylığını koyacak. Birkaç gün önce Belarus Yüksek Seçim Komisyonu, Batka’dan başka altı adayın daha seçimlerde yarışacağını açıkladı. Bir şansları olduğundan değil. Birincisi, Batka yeterince güçlü bir liderdir ve Belarus’ta hiç kimsenin Lukaşenko karşısında elle tutulur bir şansı olamaz; ama ikincisi, seçimler meşruiyet vasıtasıdır ve bu adaylar fiilen ancak Lukaşenko’nun yeni bir seçim zaferinin meşruiyetine hizmet edecek.
Her ülkenin siyasi kültürü farklı, Belarus da fazlasıyla nevi şahsına münhasır. Yani sorun seçimlerin bu şekilde cereyan edecek olması değil. Sorun şu: Lukaşenko “milleti birleştirmek” (veya, bu siyasi kavramın yerli karşılığını kullanırsak, “milli mutabakat”) sağlama adına bütün siyasi kesimleri kapsayacak yeni bir ortam hazırlamaya çalışıyor.
Siyasette kavramlar nesnel durumu değil siyasi tercihleri yansıtır. Milli mutabakat da öyle. Eğer 2020’de karşıdevrim girişiminin halk tarafından bastırılmasının halkın birliğini sağladığını söylerseniz bunun anlamı emekçilerin yönetime katılmasını, örgütlenmesini, taleplerinin karşılık görmesini, kamu sektörünün güçlenmesini hedefliyorsunuz demektir. Yok eğer 2020 karşıdevrim girişiminin milli birliği parçaladığını söylüyorsanız bu tamamen başka bir anlam taşır.
“Milli mutabakat” daima ve her yerde milli birliğin parçalanmış olduğu kabulüne dayanır; bunun gerçek anlamı ise daima ve her yerde siyasi mekanizmalar üzerindeki nüfuzu zayıflayan burjuvaziyi tekrar tayin edici güç haline getirmektir. Yani milli mutabakat daima ve her yerde emekçi halk kitlelerinin birliğini değil burjuvazinin sarsılan hegemonyasını pekiştirmeyi ve emekçi halkı bu projeye yedeklemeyi hedefler. Belarus’ta da, öyle görünüyor ki, durum bu; siyasi stratejisi ABD ve AB tarafından hazırlanan, taktik yönetimi ise Polonya tarafından yapılan 2020 karşıdevrim girişimiyle milli birliğin bozulmuş olduğu varsayılıyor. Bunun da iki sonucu var: birincisi, Belarus siyasi jargonunda batı yanlısı muhalifler için kullanılan milliyetçi “zmar”lara alan açılması, ikincisi de “çokvektörlülük” adına bütün sandalyelerde birden oturma siyasetinin güç kazanması.
2020, Lukaşenko’nun “çokyönlülüğünün” hemen ardından patlak vermişti. Bunun anlamı Rusya ile ilişkilerin batı lehine rölantiye alınmasıydı. Oysa Belarus’un bağımsız (ve başarılı) kalkınma siyasetinin teminatı Rusya ile iyi ilişkilerdi. Karşıdevrim bastırıldıktan sonra toplanan Belarus Yurtsever Güçlerinin Konferansı da bunun altını çiziyordu.
Ama Lukaşenko yönetimi şimdi bir kez daha ağır ağır aynı noktaya dönüyor.
Son bir yıldır dikkat çekici bir dizi gelişme var.
İçeride: 2020 karşıdevriminin başlıca manivelası olan Polonya merkezli Nexta adlı telegram kanalının elebaşısı, BÇB milliyetçisi (karşıdevrimin bayrağı beyaz-kırmızı-beyaz olduğu için bu kelimelerin Belarusçasının baş harfleriyle öyle denir) Roman Protaseviç “pişmanlık getirdiği” gerekçesiyle serbest bırakıldı. Protaseviç yeni rolüne pek hevesle uyum sağlamış olmalıydı ki BAE’ye gitmesine ve orada, Rusya’daki liberal muhalefetin tanınmış isimlerinden Kseniya Sobçak’la röportaj yapmasına da izin verildi. Bu yılın başından beri “birlik devleti” ve Rusya yanlılarına karşı bir dizi tutuklama ve yasaklama, bu eski hükümlü yeni gözdenin Belarus liberal muhalefetiyle “milli mutabakat” inşa çalışmasında rol aldığına işaret ediyor.
Rusya ile ilişkilerde: Lukaşenko Kiev kuvvetlerinin Kursk oblastine saldırısından kısa bir süre önce Ukrayna sınırındaki kıtalara çekilme emri verdi. Bu emir Belarus sınırında Kiev’in elinin rahatlamasına yardımcı oldu. Lukaşenko ancak ekim ortasında, Kiev rejiminin Belarus sınırına sevkiyatlarını gerekçe göstererek sınıra birlik sevk edileceğini açıkladı. Ağustos ortasında Ukrayna’da artık “nazi filan olmadığını” söyledi: “Orada artık bu nazilerden yok. Ukrayna denazifike oldu. Orada kalan birkaç kuduz nazi var ama onlar da artık moda değil.” Eğer öyleyse Rusya’nın Ukrayna harekatının deklare edilmiş üç temel talebinden biri olan denazifikasyon tamamlanmış demektir. Bu da Kremlin’e “artık bitirin” demenin başka bir yoludur. Üçüncüsü, Lukaşenko eylül ortasında Donetsk Halk Cumhuriyeti başkanı Puşilin ile görüşmesinde muhatabına “Ukrayna’yla da Donetsk cumhuriyetiyle aynı ilkeler üzerinde işbirliğine hazır olduğunu” söyleyiverdi.
Rusya ile ilişkiler meselesi ve birlik devleti projesi neoliberal muhalefetle halk güçleri arasındaki çatışmanın en belirgin şekilde ortaya çıktığı alan. Bunun başlıca nedeni, neoliberal muhalefetin programının Rusya ile bütün ilişkileri koparmaya dayanıyor olması. Bu muhalefetin karşıdevrim girişiminin arifesinde yayınladığı “Belarus İçin Reanimasyon Reform Paketi” başlıklı belge fiyat liberalizasyonu ve özelleştirmelerden başka Rusya’yla tam bir kopuşu da vazediyordu. Bunlar bütün eski Sovyet ülkelerinde neoliberal karşıdevrim girişimlerinin hiç şaşmaz iki halkasıdır. Belarus solu ise tam bu nedenle Rusya ile ilişkilerin güçlendirilmesinden ve birlik devletinden yanadır. Yukarıda değindiğim Konferansın sonuç bildirgesinden başka Belarus Komünist Partisi XIV’üncü kongre MK raporunda da vurgulanmıştı bu ve hiç de KP’nin “Kremlin’e angaje” olduğu anlamına gelmiyordu.
Belaruslu gazeteci Nadejda Sablina, Harici’de geçen hafta yayınlanan ve Belarus Halk Meclisi’ni incelediği yazısında ülkesi için “istikrarlı bir kalkınma ve öngörülebilir bir gelecek döneminin sona erdiğini”, ülkesinin emperyalizmin saldırganlığı yahut ABD ve NATO’nun Rusya’ya karşı savaşının içine çekilmesi tehdidiyle karşı karşıya olduğunu, ihracata dayalı ekonominin de yaptırımlardan olumsuz etkilendiğini vurgulamıştı. Sablina’ya göre bütün bunlar iktidarın merkezde toplanma eğilimini güçlendiriyor.
Bu şartlarda siyasi önderliğin tutumu daha tayin edici hale gelir. Batka’nın 2020 karşıdevriminin arifesinde olduğu gibi hem içeride hem dışarıda bütün sandalyelerde birden oturma siyaseti 2020’dekinden farklı bir sonuç üretir mi, bilmiyorum.
GÖRÜŞ
Hindistan ile Kanada arasındaki diplomatik drama zirvede
Yayınlanma
1 hafta önce20/11/2024
Yazar
Duygu Çağla BayramHindistan-Kanada draması son perdede Haziran 2023’te Khalistan yanlısı figür Hardeep Singh Nijjar’ın Kanada’da öldürüldüğü dönemde başlıyor. Khalistan hareketi Hindistan’da ayrı bir Sih vatanının kurulmasını talep ediyor. Hindistan’da kanlı ve şiddetli bir geçmişi var. Şu anda Khalistan’ın birçok destekçisi Kanada’da yaşıyor. Hindistan Kanada’dan Khalistan hareketine karşı sert önlemler almasını istiyor, ancak Kanada bunu yapmıyor ve bu da büyük bir gerginlik noktası. Geçtiğimiz yıl bu gerginlikler patlak verdi. Eylül 2023’te Kanada Başbakanı Justin Trudeau şok edici bir kamuoyu açıklaması yaptı. Sih topluluğu lideri Hardeep Nijjar’ın ölümünde Hindistan hükümet ajanlarının parmağı olduğunu iddia etti. Hindistan Khalistanlı gruplara karşı çıkıyor ve onlarla savaşıyor VE Kanada gibi ülkelerin bunlarla etkili bir şekilde başa çıkmadığına inanıyor ANCAK Hindistan’ı alenen bir suikast ile suçlamak çok ileri bir adımdı.
Hindistan Trudeau’nun “saçma” olarak nitelediği iddialarını öfkeyle reddetti. Bu durum Hindistan ve Kanada arasında büyük bir diplomatik dramaya yol açtı. Her iki ülke de birbirlerinin diplomatlarını sınır dışı etti ve genel olarak son bir yıldır iki ülkenin birbirlerine karşı öfkesi zirve yapıyor. Ve 14 Ekim’de işler iyice çığırından çıktı. Kanada Hindistan’a, Kanada’da Khalistanlılara yönelik saldırılar ile ilgili davalarda birkaç Hint diplomatın soruşturulduğunu bildirdi. Kanada’nın söyledikleri: Hint diplomatlar ve istihbarat yetkilileri yurtdışındaki Khalistanlıları öldürmek için gangster Lawrence Bishnoi ile birlikte çalışıyor. Dahası Kanada, Hindistan İçişleri Bakanı Amit Shah gibi üst düzey politikacıların Khalistanlılara yönelik şiddete izin verdiğini söylüyor. Ve bu kanıtı Hindistan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Ajit Doval’a sunduğunu iddia ediyor. Hindistan, Kanada’nın hala gerçek bir kanıt sunmadığına inanıyor. 14 Ekim’de Yüksek Komiseri Sanjay Verma (Kanada’daki en yüksek Hint diplomatı) olmak üzere Kanada’dan birkaç diplomatı geri çekti. Hindistan’ın bu hamlesi Kanada’nın Hint diplomatların Hardeep Nijjar suikastı davasına ilişkin bağlantıları nedeni ile soruşturulduğunu belirtmesinin ardından geldi. Kanada hükümetini Hint diplomatları koruyamamakla suçladı. Hindistan ayrıca Kanada’yı açıkça ayrılıkçı Khalistan hareketlerini desteklemekle suçladı. Ayrıca Hindistan’ın küresel itibarını karalama girişimleri nedeni ile Başbakan Justin Trudeau’yu doğrudan eleştirdi. Dahası üst düzey Kanadalı diplomatları da Hindistan’dan sınırdışı etmesi ile İlişki artık fiilen öldü…
Anlatılar savaşı böyle tırmanmaya devam ettikçe söz konusu olan bu drama Hindistan ve Kanada arasındaki ticaretten göçe kadar her şeyin ciddi şekilde etkilenebileceği anlamına geliyor. Kanada için yaptırımlar gibi ilave önlemler de masada. Hindistan da çıkarlarını korumak için gerekeni yapacağını söyledi. İki ülke arasında durum gerçekten kritik bir noktada. Kanada şu anda çoktan diplomatik atağa geçmiş durumda. Başbakan Trudeau, konu ile ilgili İngiltere Başbakanı Keir Starmer ile görüştü. Dışişleri Bakanı üst düzey Amerikalı ve Batılı yetkililer ile temas halinde. Kuşkusuz Hindistan da kendi anlatısının geçerliliğini sağlamak için çalışacaktır AMA Ayrıca, Kanada artık Hindistan’ı bir “siber tehdit düşmanı” olarak görüyor Kİ bu da muhtemelen diplomatik baskıyı artırma girişimi: Ekim sonlarında Kanada hükümetinin yayımladığı Ulusal Siber Tehdit Değerlendirme raporu Hindistan’dan gelen siber tehditlere dikkati çekmiş; Hindistan’ı Rusya, Çin ve İran ile birlikte düşman olarak listelemişti…
Hindistan ile Kanada arasındaki diplomatik gerginlik ciddileşti ancak bu durum birdenbire kötüleşmedi. Krizin 10 yıllık bir arka planı var. 2015’ten başlayalım. Trudeau’nun Kanada Başbakanı olduğu dönem bu. 2015 yılında Başbakan Modi’nin başarılı ziyaretinin ardından göreve geldi. Geçtiğimiz on yıl boyunca Kanada Başbakanı Stephen Harper, Hindistan ile daha güçlü bir ilişki kurulması yönünde çaba sarf etmişti. 2010 yılında Harper, Serbest Ticaret Anlaşması müzakerelerinin başlatılmasına yardımcı oldu. Ayrıca 2015 yılında Hindistan ile Kanada’nın uranyum satmayı kabul ettiği bir nükleer anlaşma imzaladı. Harper ayrıca 2011’i Kanada’da “Hindistan Yılı” ilan etti. Dolayısıyla Trudeau’nun güçlü bir ikili ilişki devraldığını söylemek yerinde olur.
Seçim kampanyası sırasında Trudeau’nun Liberal Partisi Hindistan ile daha yakın ticari ilişkiler kurulması çağrısında bulunuyor ancak onun Hindistan politikası hakkında fazla bir şey bilinmiyordu Kİ Trudeau’nun Harper’ın oluşturduğu ivmeyi değerlendiremediği yönünde bir algı oluştu. 2016 yılında Kanada Yüksek Komiseri Nadir Patel, ilişkinin “otomatik pilota” alınıp alınmadığı konusunda sorulara maruz kalıyordu. Otopilot ilişkide görünürde bir ilişki var ancak bağlantı eksikliği yaşayan daha az öncelikli bir ilişki bu. Bunun nedeni yorumcuların Trudeau’nun başbakan olarak ilk yılında Hindistan’ı ihmal ettiğini düşünmesiydi. Hint medyasına göre serbest ticaret anlaşmasına ilişkin müzakereler de yavaşlamıştı.
Trudeau’nun 2018’deki Hindistan ziyareti, 2017’deki ziyareti sırasında Çin ile ticaret anlaşması yapma çabalarının başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından geldi. Daha önce de belirtildiği gibi yorumcular arasındaki spekülasyonların bir kısmı Trudeau’nun Çin’e odaklandığı, Hindistan’ın ise nispeten düşük bir önceliğe sahip olduğu yönündeydi. 2018 yılında Trudeau ilişkiyi ileriye taşımak amacı ile Hindistan’a gitti ancak bu en hafif deyiş ile tartışmalı bir ziyaretti Kİ 1986’da bir Hindistan Kabine bakanını öldürmeye çalışmaktan suçlu bulunan Jaspal Atwal, Kanada Yüksek Komiserliği’nden bir akşam yemeği daveti almıştı. Atwal, Khalistan yanlısı hareketin bir parçasıydı. Davet hemen iptal edildi ancak Hindistan’da çoktan büyük bir kamuoyu öfkesine yol açmıştı. Hindistan ve Kanada yeni yatırımlar ve terörle mücadele konusunda ortak bir işbirliği çerçevesi açıklarken bu olay ziyareti gölgede bıraktı. Kanada, terörle ilgili ortak çerçevede ilk kez Babbar Khalsa International gibi Khalistan yanlısı terör gruplarından söz etti. Bu, Kanada’nın “Khalistan terörüne karşı yumuşak imajını” değiştirmeye çalıştığı umudunu doğurdu. Bu olmayacaktı…
Hint medyası 2018’de Kanada’nın Khalistan aşırıcılığını kamu güvenliğine yönelik bir tehdit olarak tanımlayan bir rapor yayımladığını bildirdi. ANCAK siyasi olarak aktif olan ve Liberal Parti’nin büyük destekçileri olan bu gruplardan baskı geldi Kİ Trudeau hükümeti bu baskıya boyun eğdi. Raporun bir sonraki versiyonunda Khalistan/Sih aşırıcılığına ilişkin tüm ifadeler kaldırıldı. Hint yetkililer bu geri adımdan dolayı büyük hayal kırıklığına uğradı. 2020’de devam eden çiftçi yasası protestoları hakkında Trudeau’nun yaptığı yorumlar ile işler daha da kötüleşti. Hindistan bu müdahaleye karşı çıktı.
Trudeau’nun partisi 2021’de parlamentodaki çoğunluğunu kaybetti. Yeni Demokrat Parti lideri Jagmeet Singh ile koalisyon kurdu. Singh, Khalistan yanlısı bir mitingde konuştu ve 1984 isyanlarını “soykırım” olarak nitelendirdi. Kİ kendisi Hindistan’a kuşku ile yaklaşan önemli bir isim olarak tanınıyor. Savunma ve ticaret alanındaki ilişkiler büyümeye devam ederken siyasi gerginlikler de derinleşiyordu. 2023’te aşırılık yanlısı Amritpal Singh’e yönelik insan avı, yetkililerin interneti kapatmasına yol açtı. Jagmeet Singh, gerginliği artıran “acımasız” önlemleri kınadı. Baskılar, Kanada’daki Hindistan Yüksek Komiserliği’ne karşı protestolara ve iddia edilen sis bombalarının kullanılmasına yol açtı. Khalistan yanlısı gruplar da saldırıyı yücelten propaganda yayınladılar. Ayrıca Hardeep Singh Nijjar’ın ölümü ile ilgili olarak belirli Hint diplomatlara saldıran belirli propaganda da yayınladılar. Diplomatlarına yönelik bu saldırılar Delhi’yi kızdırdı. Kanadalı yetkililerin harekete geçmemesine öfkelenen Hindistan Dışişleri Bakanı S Jaishankar, Kanada’yı “oy bankası siyaseti” uygulamakla suçladı. Ancak Kanada hükümeti Nijjar’ın ölümü ile ilgili iddiaların doğru olduğunu düşünüyordu.
Eylül 2023’te Kanada Başbakanı Justin Trudeau kamuoyu önünde Hint hükümet yetkililerini Nijjar’ı öldürme planına dahil olmakla açıkça suçladı. Ancak Hindistan’a iddialarına ilişkin belirli bir kanıt sunmadı. Bu durum gerginliğe ve birkaç Kanadalı diplomatın Hindistan’dan çekilmesine yol açtı. Ticaretten göçe kadar Hindistan-Kanada ilişkisinin neredeyse tamamı durma noktasına geldi. Hindistan, Kanada’yı Khalistan yanlısı gruplara göz yummakla suçladı. Kanada, Hindistan’ın bu dava ile ilgili harekete geçmesini talep etti. Yani şu sıralar yaşananlar zaten istikrarsız olan ilişkiyi altüst etti.
Kanada’nın Hindistan’ın ayrılıkçılık ve terörizm konusundaki kırmızı çizgilerine karşı kasıtlı körlüğü, doğal bir partner pahasına diaspora siyasetine öncelik verdiğini ortaya koyuyor Kİ Sih diasporası ve Sih ayrılıkçı hareketi yani Khalistan hareketi Kanada’da ve Kanada siyasetinde ciddi ölçüde etkin ve etkili. Ve 2025 yılı sonlarında da Kanada seçimleri var. Bu demek oluyor ki bu drama bir süre daha zirvelerde gezinecektir. Ancak Hindistan artık jeopolitikada “nominal bir oyuncu” değil. Gerekirse Kanada ile ilişkisinin dağılmasına dahi izin verecektir…
Bir de madalyonun başka yüzü var:
Hindistan’ın Kanada takıntısı “odadaki büyük fili” görmezden geliyor. İlk iddianame Amerika’da bildirildi. Büyük olasılıkla Kanada’yı uyaran Amerika’ydı. Beş Göz ülkelerinin hepsi Kanada’ya desteklerini ifade ettiler. Kanada’daki çekişme daha kamuoyuna açık, ancak Amerika’daki suçlamalar daha ciddi. Hindistan’ın sertliğini gösterebileceğini iddia eden herkes için şu rahatsız edici soru var: Kanada’ya karşı sert konuşmalar acaba konu gerçek büyük güçler ile başa çıkmaya geldiğinde yüksek perdeden ses yükseltme dozunun azaltıldığı gerçeğinden yalnızca bir dikkat dağıtma mı?..
Amerika da bir Hint istihbarat yetkilisinin geçen yıl Amerika-Kanada çifte vatandaşı Sih ayrılıkçı Gurpatwant Singh Pannun’a yönelik (başarısız) suikast planlarını yönettiğini iddia etmiş, kısa süre önce açıklanan iddianamede Amerika Hindistan’ın dış istihbarat servisi Araştırma ve Analiz Kanadı (R&AW) eski çalışanı Vikash Yadav’ı New York’ta Sih ayrılıkçıya karşı düzenlenen komployu yönetmek suçundan hukuki işlem başlatmıştı. Ve Amerika’daki iddianame Kanada ve Hindistan arasındaki gerginliğin tekrar tırmandığı bir döneme denk geliyordu…
Amerika’daki durum nasıl gelişmişti?
Trudeau’nun Kanada Parlamentosu’nda Hindistan’a yönelik iddialarından yalnızca iki ay sonra Amerikalı yetkililer Nikhil Gupta isimli bir Hint vatandaşına Amerika topraklarında bir Amerikan vatandaşını öldürmesi için bir katil tutmaya çalıştığı iddiası ile dava açmıştı. Başkan Biden’dan kamuoyuna açık bir yorum duyulmadı ancak Amerika Federal Mahkemesi’nde açılan iddianame oldukça suçlayıcıydı. Hindistan —Kanada’nın benzer suçlamalarına verdiği yanıta tezat oluşturacak bir biçimde— Amerika’nın kaygılarını “saçma” olarak görmedi ve anlamlı bir eylemde bulunma sözü verdi. Ve Amerika’nın Hindistan ile paylaştığı bilgileri araştırmak için üst düzey bir soruşturma başlattığını duyurdu. Dolayısıyla Amerika tarafında —Kanada’dakinin aksine— dava herhangi bir diplomatik drama olmadan ilerledi. Son olarak Amerika yetkilileri FBI tarafından engellenen kiralık katil komplosundaki rolü nedeni ile eski bir Hint istihbarat görevlisi Vikash Yadav’a karşı suçlamalarda bulunurken Amerika sözcüleri her fırsatta hem Hindistan’ın Kanada soruşturmasında işbirliği yapması gerektiğinde hem de Amerika’nın anlamlı bir hesap verebilirlik görmek istediğinde ısrar ediyorlar. Dahası, hedef olan Gurpatwant Pannu Hindistan hükümetine karşı bir hukuk davası açtı ve Ajit Doval’ı onu öldürme planının arkasındaki kişilerden biri olarak suçlarken Modi hükümetinin soruşturma için kurduğu üst düzey ekip yakın zamanda Amerika’yı ziyaret ediyor ve Hindistan Parlamentosu veya Hindistan halkı ile paylaşmadığı soruşturma bulgularını paylaşıyordu ANCAK Amerika’dan “Amerika Birleşik Devletleri bu soruşturmadan anlamlı bir hesap verebilirlik çıkana kadar kesinlikle tatmin olmayacak” yanıtını aldı.
Aynı konu hakkında Kanada ve Amerika’dan gelen iki ayrı suçlama ve bunlara Hindistan’dan giden iki farklı yanıt: Birine “kavgacı” bir duruş benimserken diğerine çok daha sakin ve işbirlikçi…
Peki Neden?
Birincisi Hindistan sistemde yani dünya politikasında kendinin Kanada’dan çok daha güçlü ve etkili olduğuna inanıyor.
İkincisi Hindistan Kanada’ya kıyasla Amerika’yı çok daha güçlü bir devlet ve çok daha fazla ihtiyaç duyulan bir ortak olarak görüyor.
Üçüncüsü Batılı ülkelerin Kanada için Hindistan ile büyüyen ilişkilerini baltalamayacağını varsayıyor.
Dördüncüsü Kanada’nın Hindistan’a çok fazla ekonomik zarar veremeyeceğini düşünüyor.
Ayrıca Amerika’nın Nikhil Gupta’ya yönelik kolayca reddedilemeyecek yasal süreçleri başlatarak Hindistan’ı köşeye sıkıştırması da Hindistan’dan gelen tepkilerdeki farklılıkta önemli bir faktör. Kİ buna karşı diğer tarafta ise kamuya açık alanda hiçbir kanıt sunulmayan basit suçlamalara eşdeğer Kanada’nın çabaları var.
ANCAK Amerika tarafındaki gelişmeler ile paralel olarak dikkate alınırsa, Hindistan’ın Kanada’ya yönelik inkarları inandırıcılığından ödün veriyor. Dolayısıyla Hindistan’ın Kanada’ya karşı “kavgacı” duruşu onun Batılı politika seçkinleri arasındaki sempatikliğini zayıflatırken Amerika’ya karşı “işbirlikçi” duruşu ise onu ancak Küresel Güney’in gözünde zayıf göstermeye yarıyor…
***
Bu arada, Hardeep Singh Nijjar ayrılıkçı Sih örgütü Khalistan Kaplan Gücü’nün (KTF) —Hindistan’ın iddiasına göre— beyni-lideri iken Gurpatwant Singh Pannun bir diğer bağımsız Khalistan fikrini savunan Adalet için Sihler (SJF) isimli örgütün kurucusu ve lideri. Bunlar Hindistan’da yasaklı örgütler ve her iki isim de Hindistan hükümeti tarafından terörist olarak niteleniyor.
Trump, Ukrayna özel temsilcisini seçti
Haaretz: Dökülen kan miktarı başarı ölçütü mü?
AMB Başkanı Lagarde: Trump’a ABD LNG’si almayı önerebiliriz
Putin’den Ukrayna’ya uyarı: Karar alma merkezleri hedef olabilir
Rusya’da enflasyon, Nisan 2022’den bu yana en yüksek seviyeye ulaştı
Çok Okunanlar
-
RUSYA7 gün önce
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Batka’nın Belarus’u
-
AVRUPA1 hafta önce
İsveç’te halka ‘savaşa hazırlık’ broşürü dağıtıldı: Sivillere ne öğretiliyor?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Kim Jong-un’un ‘savaşa hazırlık’ çağrısı ne anlama geliyor?
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
“Alman sermayesinin mevcut çıkarları CDU-SPD koalisyonu ile örtüşüyor”
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?
-
SÖYLEŞİ1 hafta önce
“Avrupa, ABD’nin eklentisi olarak kalırsa, dünyanın önemsiz bir parçası haline gelecek”
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Trump’ın seçim zaferi ve Ukrayna