Avrupa
Mario Draghi’den AB için kritik konuşma: Radikal bir değişime ihtiyacımız var

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz konuşma, eski Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı ve eski İtalya Başbakanı Mario Draghi’nin, 16 Nisan 2024 günü Brüksel’de düzenlenen Avrupa Sosyal Haklar Sütunu (EPSR) Üst Düzey Konferansta yaptığı konuşmanın dökümüdür. Draghi, geçen sene Avrupa Komisyonu tarafından AB’nin ‘rekabet edebilirliğine’ ilişkin bir rapor hazırlamakla görevlendirilmişti. Draghi’nin çağrısını yaptığı ‘radikal değişim’, daha önce ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın ve ECB Başkanı Christine Lagarde’ın konuşmaları (bakınız ve bakınız) ile uyumlu görünüyor. Draghi, temel olarak ABD ve Çin’in rekabetinin AB ekonomisini ‘bozduğunu’ öne sürüyor; Avro bölgesi krizi sonrasındaki kemer sıkma politikalarını eleştiriyor; AB ve Çin ile yatırım ve rekabet yarışına girebilmek için tekelleşme ve daha sıkı bir AB bütünleşmesi talep ediyor; bunun bir uzantısı olarak da devlet-sermaye ilişkilerinin yeniden yapılandırılarak işbirliğinin yoğunlaştırılması gerektiğine işaret ediyor. Eski İtalyan başbakanı, ‘ortak’ AB politikasının mümkün olmadığı yerlerde, daha dar bir kadronun bu işi kotarması gerektiğine işaret ediyor, ki bu özellikle savunma (veya siz adına savaş deyin) politikalarında kendini gösterme potansiyeli taşıyor. Elbette burada, Almanya ve Hollanda gibi ‘mali açıdan muhafazakâr’ AB ülkelerinin, İtalya ve Fransa gibi görece daha borçlu ülkelerin ‘ortak borçlanma’ taleplerine yönelik direnişi belirleyici olacak. Ama gidişat, savunma politikaları ve sermaye piyasaları söz konusu olduğunda AB’nin merkeziyetçiliğe/tekelleşmeye doğru bir adım daha atmak istemesidir. Son olarak, metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Mario Draghi: Gerekli olan radikal bir değişimdir
Bir anlamda raporumun tasarımının ve felsefesinin nasıl şekillendiğini ilk kez sizlerle paylaşma fırsatı buluyorum.
Rekabet gücü uzun bir süredir Avrupa için tartışmalı bir konu olmuştur.
Nobel ödüllü iktisatçı Paul Krugman 1994 yılında rekabet gücüne odaklanmayı ‘tehlikeli bir saplantı’ olarak nitelendirmişti. Krugman’a göre uzun vadeli büyüme, başkalarına karşı göreceli konumunuzu iyileştirmeye ve büyümeden pay almaya çalışmaktan ziyade, herkesin yararına olan üretkenliği artırmaktan geçer.
Kamu borcu krizinden sonra Avrupa’da rekabet edebilirlik konusunda izlediğimiz yaklaşım onun bu görüşünü kanıtlar nitelikteydi. Ücret maliyetlerini birbirimize göre düşürmeye çalışan kasıtlı bir strateji izledik ve bunu döngüsel bir maliye politikasıyla birleştirdiğimizde, net etki yalnızca kendi iç talebimizi zayıflatmak ve toplumsal modelimizin altını oymak oldu.
Fakat asıl mesele rekabetçiliğin hatalı bir kavram olması değildir. Mesele Avrupa’nın yanlış bir odak noktasına sahip olmasıdır.
Savunma ve enerji gibi derin ortak çıkarlarımızın olduğu sektörlerde bile rakiplerimizi kendi içimizde görerek, içe döndük. Aynı zamanda dışarıya da yeterince bakmadık: pozitif bir ticaret dengesiyle, ciddi bir politika sorunu olarak dış rekabet gücümüze yeterince dikkat etmedik.
İyi bir uluslararası ortamda, küresel düzeyde oyun alanına ve kurallara dayalı uluslararası düzene güvendik ve başkalarının da aynısını yapmasını bekledik. Fakat şimdi dünya hızla değişiyor ve bu bizi gafil avladı.
En önemlisi, diğer bölgeler artık oyunu kurallarına göre oynamıyor ve rekabetçi konumlarını güçlendirmek için aktif olarak politikalar geliştiriyorlar. Bu politikalar en iyi ihtimalle yatırımları bizim ekonomimiz pahasına kendi ekonomilerine yönlendirmek; en kötü ihtimalle de bizi kalıcı olarak kendilerine bağımlı kılmak için tasarlanıyor.
Örneğin Çin, yeşil ve ileri teknolojilerde tedarik zincirinin tüm parçalarını ele geçirmeyi ve içselleştirmeyi hedefliyor ve gerekli kaynaklara erişimi güvence altına alıyor. Bu hızlı tedarik genişlemesi, birçok sektörde önemli ölçüde kapasite fazlasına yol açıyor ve sektörlerimizi baltalamakla tehdit ediyor.
ABD ise, Avrupalı firmalar da dahil olmak üzere yüksek değerli yerli üretim kapasitesini kendi sınırları içine çekmek için geniş ölçekli sanayi politikasını kullanırken, rakiplerini dışlamak için korumacılığı ve tedarik zincirlerini yeniden yönlendirmek ve güvence altına almak için jeopolitik gücünü kullanıyor.
[Avrupa] Komisyon[u] bu boşluğu doldurmak için elinden gelen her şeyi yapsa da, AB düzeyinde eşdeğer bir ‘Endüstriyel Mutabakat’a [Industrial Deal] hiçbir zaman sahip olamadık. Bu nedenle, devam etmekte olan bir dizi olumlu girişime rağmen, hâlâ birçok alanda nasıl yanıt vereceğimize dair genel bir stratejiden yoksunuz.
Yeni teknolojilerde liderlik için giderek artan kıyasıya bir yarışa nasıl ayak uyduracağımıza dair bir stratejiden yoksunuz. Bugün savunma dahil olmak üzere dijital ve ileri teknolojilere ABD ve Çin’den daha az yatırım yapıyoruz ve dünya çapında ilk 50 arasında sadece dört küresel Avrupalı teknoloji oyuncumuz var.
Geleneksel endüstrilerimizi düzenlemeler, sübvansiyonlar ve ticaret politikalarındaki asimetrilerin neden olduğu eşit olmayan bir küresel oyun alanından nasıl koruyacağımıza dair bir stratejiden yoksunuz.
Enerji yoğun sektörler buna bir örnektir.
Diğer bölgelerde bu sektörler sadece daha düşük enerji maliyetleriyle değil, aynı zamanda daha az regülasyon yüküyle karşı karşıyadır ve bazı durumlarda Avrupalı firmaların rekabet etme kabiliyetini doğrudan tehdit eden büyük sübvansiyonlar almaktadır.
Stratejik olarak tasarlanmış ve koordineli politika eylemleri olmadan, bazı sektörlerimizin kapasitelerini azalarak bitirmesi veya AB dışına taşınması mantıklıdır.
Ayrıca bağımlılıklarımızı artırmadan hedeflerimizi gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğumuz kaynak ve girdilere sahip olmamızı sağlayacak bir stratejiden de yoksunuz.
Avrupa’da haklı olarak iddialı bir iklim gündemimiz ve elektrikli araçlar için katı hedeflerimiz var. Fakat rakiplerimizin ihtiyacımız olan kaynakların çoğunu kontrol ettiği bir dünyada, böyle bir gündemin kritik minerallerden bataryalara ve şarj altyapısına kadar tedarik zincirimizi güvence altına alacak bir planla birleştirilmesi gerekiyor.
Organizasyonumuz, karar alma mekanizmalarımız ve finansmanımız ‘dünün dünyası’ –Covid öncesi, Ukrayna öncesi, Ortadoğu’daki çatışmalar öncesi, büyük güç rekabetinin geri dönüşü öncesi– için tasarlandığından müdahalemiz kısıtlı kaldı.
Fakat bugünün ve yarının dünyasına uygun bir AB’ye ihtiyacımız var. Bu nedenle Komisyon Başkanı’nın benden hazırlamamı istediği raporda önerdiğim şey radikal bir değişimdir, çünkü ihtiyaç duyulan şey budur.
Nihayetinde Avrupa ekonomisi genelinde bir dönüşüm gerçekleştirmemiz gerekecek. Karbondan arındırılmış ve bağımsız enerji sistemlerine; entegre ve yeterli bir AB tabanlı savunma sistemine; en yenilikçi ve hızlı büyüyen sektörlerde yerli üretime ve üretim temelimize yakın olan derin teknoloji ve dijital inovasyonda lider bir konuma güvenebilmeliyiz.
Fakat rakiplerimiz hızla ilerlerken biz de önceliklerimizi değerlendirmeliyiz. Yeşil, dijital ve güvenlik sorunlarına en fazla maruz kalan sektörlerde acil eylemlere ihtiyaç vardır. Raporumda Avrupa ekonomisindeki bu makro sektörlerden on tanesine odaklanıyoruz.
Her sektör özel reformlar ve araçlar gerektirmektedir. Yine de analizimizde politika müdahaleleri için ortaya çıkan üç ortak konu var.
İlk ortak konu ölçeğin etkinleştirilmesidir. Başlıca rakiplerimiz ölçek yaratmak, yatırımları artırmak ve en önemli sektörlerde pazar payı elde etmek için kıta büyüklüğünde ekonomiler olmalarının avantajını kullanmaktadır. Biz de Avrupa’da aynı doğal büyüklük avantajına sahibiz, ama parçalanma bizi geride tutuyor.
Örneğin savunma sanayinde ölçek eksikliği, Avrupa’nın endüstriyel kapasitesinin gelişimini engelliyor; bu da yakın tarihli Avrupa Savunma Sanayi Stratejisinde kabul edilen bir sorun. ABD’deki ilk beş oyuncu, büyük pazarın %80’ini temsil ederken, Avrupa’da bu oran %45’tir.
Bu fark büyük ölçüde AB savunma harcamalarının parçalı olmasından kaynaklanmaktadır.
Devletler birlikte çok fazla alım yapmıyor –ortak alımlar harcamaların %20’sinden azını oluşturuyor– ve kendi pazarımıza yeterince odaklanmıyorlar: son iki yılda yapılan alımların neredeyse %80’i AB dışından yapıldı.
Yeni savunma ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için ortak alımlarımızı artırmalı, harcamalarımızın koordinasyonunu ve ekipmanlarımızın birlikte çalışabilirliğini artırmalı ve uluslararası bağımlılıklarımızı önemli ölçüde azaltmalıyız.
Ölçeği kullanmadığımız bir başka örnek de telekomünikasyondur. AB’de yaklaşık 450 milyon tüketiciden oluşan bir pazarımız var, fakat kişi başına düşen yatırım ABD’dekinin yarısı kadar ve 5G ve fiber dağıtımında geride kalıyoruz.
Bu uçurumun bir nedeni, ABD’de üç ve Çin’de dört mobil ağ grubuna karşılık, Avrupa’da 34 mobil ağ grubuna sahip olmamızdır –ve bu muhafazakâr bir tahmindir, aslında çok daha fazlasına sahibiz– genellikle ulusal ölçekte faaliyet gösteriyoruz. Daha fazla yatırım yapılabilmesi için Üye Devletler arasında telekom düzenlemelerini daha da uyumlu hale getirmemiz ve konsolidasyonu engellemek yerine desteklememiz gerekiyor.
Ölçek, farklı bir şekilde, en yenilikçi fikirleri üreten genç şirketler için de çok önemlidir. Bu şirketlerin iş modeli, hızlı büyüyebilmelerine ve fikirlerini ticarileştirebilmelerine bağlıdır ki bu da büyük bir iç pazar gerektirir.
Ayrıca ölçek, AB hasta verilerinin standartlaştırılması ve sahip olduğumuz tüm bu veri zenginliğine ihtiyaç duyan yapay zeka kullanımı yoluyla yeni, yenilikçi ilaçlar geliştirmek için de gereklidir – keşke bunlar standartlaştırılabilse.
Avrupa’da geleneksel olarak araştırma alanında çok güçlüyüz fakat inovasyonu pazara sunma ve yaygınlaştırma konusunda başarısızız. Bu engeli, diğer hususların yanı sıra, banka kredilerindeki mevcut ihtiyati düzenlemeleri gözden geçirerek ve teknoloji alanındaki startup’lar için yeni bir ortak düzenleyici rejim oluşturarak aşabiliriz.
İkinci konu ise kamu mallarının sağlanmasıdır. Hepimizin fayda sağlayacağı, fakat hiçbir ülkenin tek başına gerçekleştiremeyeceği yatırımlar söz konusu olduğunda, birlikte hareket etmemiz için güçlü bir gerekçe vardır, aksi takdirde ihtiyaçlarımıza göre eksik hizmet sunarız: örneğin iklimde, savunmada ve diğer sektörlerde de eksik hizmet sunarız.
Avrupa ekonomisinde koordinasyon eksikliğinin yatırımların verimsiz bir şekilde düşük kalmasına neden olduğu birçok tıkanma noktası bulunmaktadır. Enerji şebekeleri ve özellikle de ara bağlantılar buna bir örnektir.
Entegre bir enerji piyasası firmalarımız için enerji maliyetlerini düşüreceğinden ve gelecekteki krizler karşısında bizi daha dirençli kılacağından –Komisyon’un REPowerEU bağlamında takip ettiği bir hedef– bunlar açıkça kamu yararınadır.
Fakat dahili bağlantılar [interconnections] planlama, finansman, malzeme tedariki ve yönetişim konularında koordine edilmesi zor kararlar alınmasını gerektirmektedir; dolayısıyla ortak bir yaklaşım üzerinde mutabık kalmadıkça gerçek bir Enerji Birliği oluşturmamız mümkün olmayacaktır.
Bir başka örnek de süper bilgisayar altyapımızdır. AB, dünya standartlarında yüksek performanslı bilgisayarlardan (HPC’ler) oluşan bir kamu ağına sahiptir, ama özel sektöre yayılma şu anda çok çok sınırlıdır.
Bu ağ özel sektör tarafından kullanılabilir –örneğin yapay zeka girişimleri ve KOBİ’ler– ve karşılığında elde edilen mali faydalar HPC’leri yükseltmek ve AB bulut genişlemesini desteklemek için yeniden yatırılabilir.
Bu kamu mallarını belirledikten sonra, kendimize bunları finanse edecek araçları da sağlamamız gerekir. Kamu sektörünün oynayacağı önemli bir rol var ve özellikle savunma gibi parçalı harcamaların genel etkinliğimizi azalttığı alanlarda AB’nin ortak borçlanma kapasitesini nasıl daha iyi kullanabileceğimiz konusunda daha önce konuşmuştum.
Fakat yatırım açığının büyük bir kısmının özel yatırımlarla kapatılması gerekecektir. AB’de özel tasarruflar çok yüksektir, fakat bu tasarruflar çoğunlukla bankalardaki mevduatlara aktarılmakta ve daha büyük bir sermaye piyasasında olabileceği kadar büyümeyi finanse etmemektedir. Bu nedenle Sermaye Piyasaları Birliği’nin (CMU) ilerletilmesi genel rekabet gücü stratejisinin vazgeçilmez bir parçasıdır.
Üçüncü konu ise temel kaynak ve girdilerin tedarikinin güvence altına alınmasıdır.
İklim hedeflerimizi, artık güvenemeyeceğimiz ülkelere bağımlılığımızı artırmadan gerçekleştireceksek, kritik mineral tedarik zincirinin tüm aşamalarını kapsayan kapsamlı bir stratejiye ihtiyacımız var.
Şu anda bu alanı büyük ölçüde özel aktörlere bırakırken, diğer hükümetler tüm zinciri doğrudan yönetiyor veya güçlü bir şekilde koordine ediyor. Ekonomimiz için de aynı şeyi sağlayacak bir dış ekonomi politikasına ihtiyacımız var.
Komisyon bu süreci Kritik Hammaddeler Yasası ile başlattı fakat hedeflerimizi daha somut hale getirmek için tamamlayıcı tedbirlere ihtiyacımız var. Örneğin, öncelikle ortak tedarik, güvenli çeşitlendirilmiş tedarik, havuzlama ve finansman ve stoklama için özel bir AB Kritik Mineral Platformu öngörebiliriz.
Güvence altına almamız gereken bir diğer önemli girdi de –ki bu özellikle siz sosyal ortakları ilgilendiriyor– vasıflı işçi arzımızdır.
AB’de şirketlerin dörtte üçü doğru becerilere sahip çalışanları işe almakta zorlandıklarını bildirirken, işgücümüzün %14’ünü temsil eden 28 meslekte şu anda işgücü açığı olduğu tespit edilmiştir.
Yaşlanan toplumlar ve göçe yönelik daha az olumlu tutumlar nedeniyle bu becerileri kendi içimizde bulmamız gerekecek. Becerilerin uygunluğunu sağlamak ve esnek beceri geliştirme yollarını şekillendirmek için birden fazla paydaşın birlikte çalışması gerekecektir.
Bu konudaki en önemli aktörlerden biri de siz sosyal ortaklar olacaksınız. Değişim zamanlarında her zaman çok önemli oldunuz ve Avrupa, işgücü piyasamızın dijital çağa uyum sağlamasına yardımcı olmak ve çalışanlarımızı güçlendirmek için size güvenecek.
Bu üç konu, kendimizi nasıl örgütlediğimiz, birlikte ne yapmak istediğimiz ve neleri ulusal düzeyde tutmak istediğimiz hakkında derinlemesine düşünmemizi gerektiriyor. Fakat karşı karşıya olduğumuz güçlüğün aciliyeti göz önüne alındığında, tüm bu önemli soruların cevaplarını bir sonraki Antlaşma değişikliğine kadar erteleme lüksüne sahip değiliz.
Farklı politika araçları arasında tutarlılığı sağlamak için, ekonomi politikalarının koordinasyonuna yönelik yeni bir stratejik aracı şimdi geliştirebilmeliyiz.
Ve eğer bunun mümkün olmadığını görürsek, belirli durumlarda, Üye Devletlerin bir alt kümesiyle ilerlemeyi düşünmeye hazır olmalıyız. Örneğin, 28. rejim(*) şeklinde güçlendirilmiş işbirliği, CMU’nun yatırımları harekete geçirmesi için ileriye dönük bir yol olabilir. Fakat kural olarak, Birliğimizin siyasi bütünlüğünün birlikte hareket etmemizi gerektirdiğine inanıyorum – muhtemelen her zaman. Ve aynı siyasi uyumun şu anda dünyanın geri kalanındaki değişimler tarafından tehdit edildiğinin farkında olmalıyız.
Rekabet gücümüzü yeniden tesis etmek tek başımıza ya da sadece birbirimizi yenerek başarabileceğimiz bir şey değildir. Daha önce hiç olmadığı şekilde bir Avrupa Birliği olarak hareket etmemizi gerektiriyor.
Rakiplerimiz tek bir stratejiyle tek bir ülke gibi hareket edebildikleri ve gerekli tüm araç ve politikaları bu stratejinin arkasında sıralayabildikleri için bize fark atıyorlar.
Onlarla boy ölçüşebilmek için Üye Devletler arasında yenilenmiş bir ortaklığa ihtiyacımız var; Birliğimizi yeniden tanımlamak, 70 yıl önce Kurucu Atalarımızın Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu kurarken yaptıklarından daha az iddialı değil.
Teşekkür ederim.
(*) 28. rejim: Özetle, 28. rejim, üye devletlerin ulusal yasal rejimlerinin yanında yer alan AB kurallarının ayrı bir yasal çerçevesidir. AB’de yerleşik taraflar, işlemlerini ilgili üye devletin ulusal hukuku yerine böyle bir çerçevenin yönetmesini tercih edebilirler. Şu anda AB’de 27 üye devlet bulunduğundan, bu tür çerçeveye ‘28. rejim’ adı veriliyor. (ç.n.)
Avrupa
Rus alüminyum devi Rusal, Alman devletini dava etmeye hazırlanıyor

Dünyanın en büyük alüminyum üreticilerinden Rusal, bir iştirakine yönelik 213 milyon avroluk ödeme emri nedeniyle Almanya’ya ‘yasa dışı kamulaştırma’ gerekçesiyle dava açabileceği uyarısında bulundu. Financial Times‘ın haberine göre, bu durum Rusya’nın VTB Bankası’nın Avrupa biriminin tasfiyesiyle ilgili anlaşmazlıktan kaynaklanıyor. Rusal, Almanya’nın ikili yatırım anlaşmasını ihlal ettiğini belirtiyor.
Financial Times‘ın (FT) haberine göre, dünyanın en büyük alüminyum üreticilerinden Rusal, iştiraki olan RTI’ya VTB Bank Europe’un (şimdiki adıyla OWH SE) tasfiyesine karar veren düzenleyicilere 213 milyon avro ödeme emri verilmesinin ardından, Almanya makamlarına karşı “yasa dışı kamulaştırma” gerekçesiyle dava açma konusunda uyarıda bulundu.
Şirket, bu uyarısını geçici Başbakan Olaf Scholz’a gönderdiği dilekçede ifade etti.
Olay, RTI ile VTB’nin Avrupa birimi arasında döviz risklerine karşı korunmak amacıyla yapılan bir riskten korunma (hedging) anlaşmasıyla ilgili.
Rusal, bu anlaşmanın Ukrayna’daki askeri eylemlerin başlamasının ardından Alman düzenleyicilerin eylemleri nedeniyle bozulduğuna inanıyor.
Şirket, dilekçede “tam tazminat” talep etti ve Almanya’nın 1989 yılında SSCB ile Almanya arasında imzalanan ikili yatırım anlaşması (yatırımların teşviki ve karşılıklı korunması anlaşması) kapsamında sağlanan “temel güvenceleri ihlal ettiğini” belirtti.
Almanya Federal Finansal Denetleme Kurumu (BaFin), 2022 yılında VTB’ye yönelik yaptırımların uygulanmasının ardından Rus bankasını iştirakinin yönetiminden uzaklaştırdı.
Kurum, oy hakkını, 1 Nisan 2023’ten itibaren VTB Bank Europe’u tasfiye etme kararı alan bir kayyıma devretti.
Aynı yıl banka adını OWH olarak değiştirmeye karar verdi ve geçen yılın ağustos ayında Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve BaFin, OWH’nin lisansını iptal etti.
Tasfiye sürecinin birkaç yıl sürmesi bekleniyor.
FT, Jersey mahkemesi tutanaklarına atıfta bulunarak, Ukrayna’daki çatışmanın başlamasının ardından Rusal’ın iştirakinin OWH’den ek teminat yatırma konusunda bir dizi talep aldığını yazdı.
RTI, bunun yaptırımları ihlal edeceğini düşünerek bu talepleri yerine getirmeyi reddetti.
Geçen sene Londra Tahkim Mahkemesi OWH lehine karar verdi ve 213 milyon avro ödenmesine hükmetti.
FT, RTI’nın bu karara itiraz etmeye çalıştığını belirtti. Şirket, OWH’nin Batı kısıtlamaları altındaki bir kuruluşun iştiraki olduğunu, ancak OWH’nin kendisinin yaptırımlara tabi olmadığını vurguladı.
Bunun yanı sıra gazetenin aktardığına göre RTI, kararın uygulanmasının OWH tasfiye memurlarına “muazzam bir beklenmedik kâr” sağlayacağı görüşünde.
VTB, OWH yönetiminin eylemlerinden sorumlu olmadığını belirtti.
Banka, “Bu eylemlerin, yasa dışı ve temelsiz olduğuna inanıyoruz, çıkarlarımızla kesinlikle uyumlu değil ve bazı durumlarda onlarla çelişiyor,” ifadelerini kullandı.
Gazete, şubat ayında OWH tasfiye memurlarının, VTB’ye yönelik yaptırımların uygulanmasının ardından Angola hükümetini kredi yükümlülüklerini yerine getirmemekle suçladığını yazmıştı.
OWH, ülkenin hükümetine karşı krediyi geri ödemeye zorlamak amacıyla tahkim süreci başlatmıştı.
Avrupa
Finlandiya ve İsveç’ten askeri sevkiyat için demiryolu projesi

Finlandiya, İsveç üzerinden Norveç’teki Narvik limanına uzanacak stratejik bir demiryolu hattı projesi geliştirmeye karar verdi. Bu hat, NATO’nun ağır silah ve birliklerini gerektiğinde hızla sevk etmesini sağlayarak askeri hareketliliği artırmayı hedefliyor. Proje, AB’nin Trans-Avrupa Ulaştırma Ağı (TEN-T) düzenlemeleri kapsamında değerlendiriliyor.
Finlandiya, İsveç üzerinden Norveç’in Narvik limanına uzanacak bir demiryolu hattı projesi geliştirmeye karar verdi.
Söz konusu hat, gerektiğinde NATO’nun ağır silah ve birliklerinin sevk edilmesi amacıyla kullanılacak.
Iltalehti gazetesinin haberine göre, demiryolu hattının planlaması için 20 milyon avro tahsis edildi ve projenin tamamının birkaç milyar avroya mal olması bekleniyor.
Demiryolu hattı, Finlandiya’nın Oulu ve Kemi limanlarından başlayarak sınır nehrini geçip İsveç tarafındaki Tornio ve Haparanda’ya ulaşacak.
Buradan madenci şehri Kiruna’ya ve nihai varış noktası olan Narvik’e devam edecek.
Finlandiya Ulaştırma ve Haberleşme Bakanı Lulu Ranne, daha önce yaptığı açıklamada, projenin “Rusya tehdidinin artması” zemininde hayata geçirildiğini iddia etmişti.
Bakan Ranne, Avrupa Birliği (AB) standartlarına uygun daha dar hat açıklığına sahip yeni demiryolu sayesinde NATO cephaneliklerinden tank ve topçu birliklerinin Finlandiya’ya ulaştırılabileceğini kaydetti.
Ayrıca Ranne, NATO birliklerinin ülkeye varışının 2026 yılı için planlandığını sözlerine ekledi.
Bakan, Avrupa Komisyonu’nun hat açıklığının genişletilmesi konusunda Helsinki’ye “baskı yaptığını” ifade etti.
Ranne, “Avrupa Komisyonu, NATO ve Silahlı Kuvvetler, İsveç ve Norveç ile yeni demiryolu bağlantısı projesini, ilk ve en acil büyük Avrupa askeri hareketlilik projesi olabilecek bir proje olarak değerlendirdi,” ifadesini kullandı.
Finlandiya Savunma Kuvvetleri Laponya Jaeger Tugayı Komutan Yardımcısı Ari Mure ise kendi adına Yle televizyonuna yaptığı açıklamada, uyumlu demiryolu hatlarının, özellikle acil durumlarda ağır askeri teçhizatın taşınması açısından büyük önem taşıdığını vurguladı.
Trans-Avrupa Ulaştırma Ağı (TEN-T) düzenlemesi, gelecek yaz AB’de yürürlüğe girecek.
Bu düzenleme, diğer hat açıklığına sahip ülkelerde 1435 mm hat açıklığına geçiş gerekliliklerini içeriyor. Finlandiya’da mevcut hat açıklığı 1524 mm iken, Rusya’da bu rakam 1520 mm.
Demiryolu bağlantısı, savunma kapasitesini güçlendirmenin yanı sıra Finlandiya’nın ihracat sanayisine ve turizmine de katkı sağlayacak.
Fin turistler, trenle hem Kuzey Norveç’e hem de İsveç’in çeşitli bölgelerine seyahat edebilecek.
‘NATO işe yaramazsa B planı’: Kuzey Avrupa ülkeleri alternatif planlar yapıyor
Avrupa
Alman devleti, Deutsche Bahn ve Lufthansa’yı savaşa hazırlıyor

Alman Federal Savunma Bakanlığı’nın savaş planları, Deutsche Bahn veya Lufthansa gibi sivil lojistik şirketlerinin cepheye ikmal malzemesi nakliyesi, asker eğitimi ve savaş teçhizatının bakımı için daha geniş bir şekilde kullanılmasını öngörüyor.
Bu bilgi Handelsblatt gazetesi tarafından yayınlandı. Buna göre, Rusya ile bir savaş durumunda, NATO askerlerinin Lufthansa uçaklarıyla doğu cephesine nakledilmesi gündemde.
1960’lı yıllardan beri Alman Savunma Kuvvetleri’nin (Bundeswehr) nakliye pilotlarının eğitimine katılan Lufthansa’nın, gelecekte savaş uçağı pilotlarının eğitimini de üstlenebileceği belirtiliyor.
Ayrıca, Lufthansa Technik Defense şirketi, gelecekte Bundeswehr’in savaş uçakları, helikopterleri ve deniz keşif uçaklarının bakım ve onarımını üstlenerek bir savunma şirketine dönüşecek.
Alman Demiryolları (Deutsche Bahn) ise, talep üzerine tankların nakliyesi için düz vagonlar temin etmeyi taahhüt etti. Haberlere göre, Alman Demiryolları, yaralıların nakliyesi için ICE vagonlarının yataklı vagonlara dönüştürülmesi konusunda da Alman Silahlı Kuvvetleri ile görüşüyor.
Almanya, silahlanmanın önünü açan anayasa değişikliğini yaptı
Almanya’da ‘sivil’ nakliye hiçbir zaman sivil olmadı
Alman ordusu, personel nakliyesinin yanı sıra savaş teçhizatının nakliyesinde de her zaman resmi olarak sivil lojistik şirketlerine başvuruyor.
Operasyonel Komuta Komutanlığı, Handelsblatt gazetesine verdiği demeçte, “kriz bölgeleri dışında” bunun “neredeyse tamamen” böyle olduğunu doğruladı.
Kriz bölgelerinde bile, özel şirketler Alman askeri nakliyesinin “önemli bir kısmını” gerçekleştiriyor. Bundeswehr, bu amaçla çok sayıda nakliye çerçeve sözleşmesi imzaladı.
Örneğin, Deutsche Bahn (DB) ve DB’nin uzun süredir bağlı şirketi olan ve şu anda Danimarkalı lojistik şirketi DSV tarafından devralınan Schenker, DHL, Hermes ve Kühne & Nagel ile sözleşmeler imzalandı.
Karayolu taşımacılığındaki en önemli yüklenicileri arasında Offenbach’daki DB Cargo’nun iştiraki Transa bulunuyor.
Operasyonel Komuta Komutanlığı’na göre, Alman ordusu aşırı geniş ve ağır malzemelerin deniz ve hava taşımacılığında sivil şirketlere “yüzde 100” bağımlıdır. Hava taşımacılığı için, Halle/Leipzig havaalanından kalkan Ukrayna’nın Antonow Airlines şirketine ait geniş gövdeli uçakları kullanıyor.
Stratejik deniz taşımacılığı için, Danimarka’nın DFDS Seaways şirketi ile bir işbirliği anlaşması imzalandı. Bu anlaşma uyarınca, DFDS Seaways, gerektiğinde 15 ila 30 gün içinde üç RoRo (roll-on/roll-off) gemisi sağlamalı.
Yaralılar için yataklı vagonlar hazırlanacak
Kara ulaşımında savaş teçhizatının nakliyesinde merkezi rol, DB şirketine ait. DB, Bundeswehr’in hizmet sağlayıcısı olan BwFuhrparkService şirketinin %24,9 hissesine sahip.
Halihazırda Litvanya’da konuşlu birlikler için ağır savaş teçhizatını nakleden DB, bir Bundeswehr subayının verdiği bilgiye göre, iştiraki DB Cargo ile birlikte demiryolu taşımacılığının planlamasını ve yürütülmesini %100 koordine ediyor.
Lojistik uzmanları, Alman demiryolu sisteminin çok kötü durumda olduğunu ve savaş durumunda yeterli nakliye kapasitesinin sağlanamayacağını ileri sürüyor.
Bu durum da göz önüne alındığında, 500 milyar avroluk özel fonun büyük bir kısmı demiryolu ağının yenilenmesi için kullanılacak. CDU/CSU ve SPD koalisyon anlaşması, demiryollarının doğuya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne doğru genişletilmesine öncelik veriyor.
DB Cargo, 2023 yılında, tankların nakliyesi için kısa vadede 343 adet düz vagon temin etmeyi taahhüt etti. Ayrıca, ihtiyaç halinde konteyner vagonlarının düz vagonlara dönüştürülmesi de planlanıyor.
Haberlere göre, Bundeswehr, DB ile ICE vagonlarının yaralıların nakliyesi için yataklı vagonlara dönüştürülmesi konusunda da görüşüyor.
Alman ordusu ve istihbaratından sivilleri savaşa hazırlama raporu
Lufthansa ile Doğu Cephesine NATO askerleri gönderilecek
Bundeswehr, Lufthansa ile işbirliğini genişletmek için kapsamlı planlar yapıyor. Bu planlar sadece nakliye projelerini kapsamıyor.
Gözlemciler, Lufthansa’nın Ağustos 2021’de Afganistan’dan binlerce kişinin tahliyesinde rol oynadığını belirtiyor: Bundeswehr’in nakliye uçakları tahliye edilecek kişileri Kabil’den Özbekistan’ın Taşkent kentine götürürken, Lufthansa buradan Almanya’ya nakliyesini üstlenmişti. Alman havayolu şirketinin toplam 17 Lufthansa charter uçuşu için yaklaşık 5 milyon avro gelir elde ettiği bildiriliyor.
Fakat savaş durumunda Lufthansa’nın uçakları sadece tahliye için gerekli olmayacak. Resmi olarak hala sivil olan havayolu şirketinin, yeni bir doğu cephesinde çatışmaların patlak vermesi halinde Almanya’dan ve muhtemelen diğer NATO ülkelerinden binlerce, hatta on binlerce askeri oraya nakletmek için uçuşlar yapması da gündemde.
Yeterli sayıda pilot ve diğer mürettebat üyesinin mevcut olup olmadığı da belirsiz ve teorik olarak, bunlar savaşta görevlendirilemezler.
Handelsblatt’ın içeriden aldığı bazı bilgilere göre, hava kuvvetlerinde geçmişi olan ve belki de gönüllü olacak bazı pilotlar var ama yine de bunun yeterli olup olmayacağı belirsizliğini koruyor.
Lufthansa savaş pilotlarını eğitebilir
Bunun ötesinde, Lufthansa tarafından askerlerin eğitimini güçlendirme konusu da gündeme geldi.
Bu, prensipte yeni bir şey değil. 1963’ten beri Alman Silahlı Kuvvetleri ile Bremen’deki Lufthansa Sivil Havacılık Okulu arasında bir işbirliği var [11] ve bu okulda askeri nakliye uçaklarının pilotları da eğitiliyor.
Lufthansa Aviation Training, Alman silahlı kuvvetlerinin nakliye pilotlarını ABD’nin Phoenix kentinde ve ayrıca Münih havaalanı yakınlarındaki simülatörlerinde de eğitiyor.
Havayolu şirketi, 2012 yılında Alman Silahlı Kuvvetleri’nin insansız hava aracı pilotlarının eğitimine de başladı; bu pilotlar, genel havacılık bilgilerini edinmek için önce normal pilot eğitimi almak zorundalar.
Şu anda Lufthansa’nın hava kuvvetleri savaş uçağı pilotlarının temel eğitimine de girip girmeyeceği tartışılıyor. Şirketin CEO’su Carsten Spohr mart ayında, bu konuda “son aylarda çok ilginç ve olumlu görüşmeler” yapıldığını açıklamıştı.
Handelsblatt gazetesi, bunun gerçekleşmesi halinde savaş uçağı pilotlarının temel eğitimlerini Lufthansa’da alacaklarını belirtiyor; sadece “sertifikasyon ve askeri pilot eğitimi” Hava Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilecek ve bu durumda Hava Kuvvetleri’nin yükü önemli ölçüde azalacak.
‘Sivil’ ve ‘askeri’ şirket ayrımı silikleşiyor
Son olarak, Lufthansa, teknik bölümü için Bundeswehr’den yeni siparişler almaya çalışıyor. 60 yılı aşkın bir süredir Bundeswehr’in uçuş hizmetlerini üstleniyor ve özellikle bakım ve onarım işlerini yürütüyor.
Şirket yönetimi, 2019 yılında askeri işlere daha fazla girme kararı almıştı. Bu plan, federal hükümetin ilk 100 milyar avroluk özel borç tahsis etmesiyle daha da ivme kazandı.
Bu ve gelecekteki askeri harcamalardan yararlanmak için Lufthansa Technik, “Defense” adında bir yan kuruluş kurdu. Bu kuruluş, Alman Silahlı Kuvvetleri ile ABD’nin F-35 savaş uçağı ve Boeing Chinook CH-47 nakliye helikopterinin bakım ve onarımına ilişkin olası siparişler için görüşmeler yürütüyor. Her iki uçak da Alman Silahlı Kuvvetleri tarafından satın alınacak.
Bunun yanı sıra Lufthansa, Alman Donanması’na teslim edilecek P-8 Poseidon deniz keşif uçağının bakım ve onarım ihalesini de almayı hedefliyor. Uçağın, Lufthansa Technik’in bakımında büyük deneyime sahip olduğu sivil kısa ve orta menzilli Boeing 737’in temel alınarak üretildiği belirtiliyor.
Ayrıca Boeing, 2022’nin sonunda Alman konsorsiyuma, Yeni Zelanda Silahlı Kuvvetleri tarafından tedarik edilen P-8 deniz keşif uçağının bakım ve onarımını da devretti.
Dolayısıyla Lufthansa, askeri işlere sadece ulusal değil, uluslararası alanda da girmek istiyor.
-
Görüş2 hafta önce
Avrupa’da savaşa hazırlık tam gaz: Fransız askeri haritacılar Romanya’da ne arıyor?
-
Görüş2 hafta önce
İran-ABD müzakereleri: Maskat görüşmesi ne anlama geliyor?
-
Ortadoğu2 hafta önce
“Suriye ve İsrail normalleşmeye hazırlanıyor” iddiası
-
Dünya Basını2 hafta önce
Trump’ın anti-sosyal devleti
-
Dünya Basını2 hafta önce
FT: Xi’nin eli neden Trump’tan daha güçlü?
-
Avrupa5 gün önce
Almanya’da tren fabrikası tank üretimine başlıyor
-
Görüş2 hafta önce
ABD’nin İran’a baskısı: Yay gerildi ama henüz tam çekilmedi
-
Dünya Basını2 hafta önce
Rusya’nın Berlin Büyükelçisi: ‘Ukrayna’da yabancı askerlerin konuşlandırılması kabul edilemez’