Bizi Takip Edin

Avrupa

Mario Draghi’den AB için kritik konuşma: Radikal bir değişime ihtiyacımız var

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz konuşma, eski Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı ve eski İtalya Başbakanı Mario Draghi’nin, 16 Nisan 2024 günü Brüksel’de düzenlenen Avrupa Sosyal Haklar Sütunu (EPSR) Üst Düzey Konferansta yaptığı konuşmanın dökümüdür. Draghi, geçen sene Avrupa Komisyonu tarafından AB’nin ‘rekabet edebilirliğine’ ilişkin bir rapor hazırlamakla görevlendirilmişti. Draghi’nin çağrısını yaptığı ‘radikal değişim’, daha önce ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın ve ECB Başkanı Christine Lagarde’ın konuşmaları (bakınız ve bakınız) ile uyumlu görünüyor. Draghi, temel olarak ABD ve Çin’in rekabetinin AB ekonomisini ‘bozduğunu’ öne sürüyor; Avro bölgesi krizi sonrasındaki kemer sıkma politikalarını eleştiriyor; AB ve Çin ile yatırım ve rekabet yarışına girebilmek için tekelleşme ve daha sıkı bir AB bütünleşmesi talep ediyor; bunun bir uzantısı olarak da devlet-sermaye ilişkilerinin yeniden yapılandırılarak işbirliğinin yoğunlaştırılması gerektiğine işaret ediyor. Eski İtalyan başbakanı, ‘ortak’ AB politikasının mümkün olmadığı yerlerde, daha dar bir kadronun bu işi kotarması gerektiğine işaret ediyor, ki bu özellikle savunma (veya siz adına savaş deyin) politikalarında kendini gösterme potansiyeli taşıyor. Elbette burada, Almanya ve Hollanda gibi ‘mali açıdan muhafazakâr’ AB ülkelerinin, İtalya ve Fransa gibi görece daha borçlu ülkelerin ‘ortak borçlanma’ taleplerine yönelik direnişi belirleyici olacak. Ama gidişat, savunma politikaları ve sermaye piyasaları söz konusu olduğunda AB’nin merkeziyetçiliğe/tekelleşmeye doğru bir adım daha atmak istemesidir. Son olarak, metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Mario Draghi: Gerekli olan radikal bir değişimdir

Bir anlamda raporumun tasarımının ve felsefesinin nasıl şekillendiğini ilk kez sizlerle paylaşma fırsatı buluyorum.

Rekabet gücü uzun bir süredir Avrupa için tartışmalı bir konu olmuştur.

Nobel ödüllü iktisatçı Paul Krugman 1994 yılında rekabet gücüne odaklanmayı ‘tehlikeli bir saplantı’ olarak nitelendirmişti. Krugman’a göre uzun vadeli büyüme, başkalarına karşı göreceli konumunuzu iyileştirmeye ve büyümeden pay almaya çalışmaktan ziyade, herkesin yararına olan üretkenliği artırmaktan geçer.

Kamu borcu krizinden sonra Avrupa’da rekabet edebilirlik konusunda izlediğimiz yaklaşım onun bu görüşünü kanıtlar nitelikteydi. Ücret maliyetlerini birbirimize göre düşürmeye çalışan kasıtlı bir strateji izledik  ve bunu döngüsel bir maliye politikasıyla birleştirdiğimizde, net etki yalnızca kendi iç talebimizi zayıflatmak ve toplumsal modelimizin altını oymak oldu.

Fakat asıl mesele rekabetçiliğin hatalı bir kavram olması değildir. Mesele Avrupa’nın yanlış bir odak noktasına sahip olmasıdır.

Savunma ve enerji gibi derin ortak çıkarlarımızın olduğu sektörlerde bile rakiplerimizi kendi içimizde görerek, içe döndük. Aynı zamanda dışarıya da yeterince bakmadık: pozitif bir ticaret dengesiyle, ciddi bir politika sorunu olarak dış rekabet gücümüze yeterince dikkat etmedik.

İyi bir uluslararası ortamda, küresel düzeyde oyun alanına ve kurallara dayalı uluslararası düzene güvendik ve başkalarının da aynısını yapmasını bekledik. Fakat şimdi dünya hızla değişiyor ve bu bizi gafil avladı.

En önemlisi, diğer bölgeler artık oyunu kurallarına göre oynamıyor ve rekabetçi konumlarını güçlendirmek için aktif olarak politikalar geliştiriyorlar. Bu politikalar en iyi ihtimalle yatırımları bizim ekonomimiz pahasına kendi ekonomilerine yönlendirmek; en kötü ihtimalle de bizi kalıcı olarak kendilerine bağımlı kılmak için tasarlanıyor.

Örneğin Çin, yeşil ve ileri teknolojilerde tedarik zincirinin tüm parçalarını ele geçirmeyi ve içselleştirmeyi hedefliyor ve gerekli kaynaklara erişimi güvence altına alıyor. Bu hızlı tedarik genişlemesi, birçok sektörde önemli ölçüde kapasite fazlasına yol açıyor ve sektörlerimizi baltalamakla tehdit ediyor.

ABD ise, Avrupalı firmalar da dahil olmak üzere yüksek değerli yerli üretim kapasitesini kendi sınırları içine çekmek için geniş ölçekli sanayi politikasını kullanırken, rakiplerini dışlamak için korumacılığı ve tedarik zincirlerini yeniden yönlendirmek ve güvence altına almak için jeopolitik gücünü kullanıyor.

[Avrupa] Komisyon[u] bu boşluğu doldurmak için elinden gelen her şeyi yapsa da, AB düzeyinde eşdeğer bir ‘Endüstriyel Mutabakat’a [Industrial Deal] hiçbir zaman sahip olamadık. Bu nedenle, devam etmekte olan bir dizi olumlu girişime rağmen, hâlâ birçok alanda nasıl yanıt vereceğimize dair genel bir stratejiden yoksunuz.

Yeni teknolojilerde liderlik için giderek artan kıyasıya bir yarışa nasıl ayak uyduracağımıza dair bir stratejiden yoksunuz. Bugün savunma dahil olmak üzere dijital ve ileri teknolojilere ABD ve Çin’den daha az yatırım yapıyoruz ve dünya çapında ilk 50 arasında sadece dört küresel Avrupalı teknoloji oyuncumuz var.

Geleneksel endüstrilerimizi düzenlemeler, sübvansiyonlar ve ticaret politikalarındaki asimetrilerin neden olduğu eşit olmayan bir küresel oyun alanından nasıl koruyacağımıza dair bir stratejiden yoksunuz.

Enerji yoğun sektörler buna bir örnektir.

Diğer bölgelerde bu sektörler sadece daha düşük enerji maliyetleriyle değil, aynı zamanda daha az regülasyon yüküyle karşı karşıyadır ve bazı durumlarda Avrupalı firmaların rekabet etme kabiliyetini doğrudan tehdit eden büyük sübvansiyonlar almaktadır.

Stratejik olarak tasarlanmış ve koordineli politika eylemleri olmadan, bazı sektörlerimizin kapasitelerini azalarak bitirmesi veya AB dışına taşınması mantıklıdır.

Ayrıca bağımlılıklarımızı artırmadan hedeflerimizi gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğumuz kaynak ve girdilere sahip olmamızı sağlayacak bir stratejiden de yoksunuz.

Avrupa’da haklı olarak iddialı bir iklim gündemimiz ve elektrikli araçlar için katı hedeflerimiz var. Fakat rakiplerimizin ihtiyacımız olan kaynakların çoğunu kontrol ettiği bir dünyada, böyle bir gündemin kritik minerallerden bataryalara ve şarj altyapısına kadar tedarik zincirimizi güvence altına alacak bir planla birleştirilmesi gerekiyor.

Organizasyonumuz, karar alma mekanizmalarımız ve finansmanımız ‘dünün dünyası’ –Covid öncesi, Ukrayna öncesi, Ortadoğu’daki çatışmalar öncesi, büyük güç rekabetinin geri dönüşü öncesi– için tasarlandığından müdahalemiz kısıtlı kaldı.

Fakat bugünün ve yarının dünyasına uygun bir AB’ye ihtiyacımız var. Bu nedenle Komisyon Başkanı’nın benden hazırlamamı istediği raporda önerdiğim şey radikal bir değişimdir, çünkü ihtiyaç duyulan şey budur.

Nihayetinde Avrupa ekonomisi genelinde bir dönüşüm gerçekleştirmemiz gerekecek. Karbondan arındırılmış ve bağımsız enerji sistemlerine; entegre ve yeterli bir AB tabanlı savunma sistemine; en yenilikçi ve hızlı büyüyen sektörlerde yerli üretime ve üretim temelimize yakın olan derin teknoloji ve dijital inovasyonda lider bir konuma güvenebilmeliyiz.

Fakat rakiplerimiz hızla ilerlerken biz de önceliklerimizi değerlendirmeliyiz. Yeşil, dijital ve güvenlik sorunlarına en fazla maruz kalan sektörlerde acil eylemlere ihtiyaç vardır. Raporumda Avrupa ekonomisindeki bu makro sektörlerden on tanesine odaklanıyoruz.

Her sektör özel reformlar ve araçlar gerektirmektedir. Yine de analizimizde politika müdahaleleri için ortaya çıkan üç ortak konu var.

İlk ortak konu ölçeğin etkinleştirilmesidir. Başlıca rakiplerimiz ölçek yaratmak, yatırımları artırmak ve en önemli sektörlerde pazar payı elde etmek için kıta büyüklüğünde ekonomiler olmalarının avantajını kullanmaktadır. Biz de Avrupa’da aynı doğal büyüklük avantajına sahibiz, ama parçalanma bizi geride tutuyor.

Örneğin savunma sanayinde ölçek eksikliği, Avrupa’nın endüstriyel kapasitesinin gelişimini engelliyor; bu da yakın tarihli Avrupa Savunma Sanayi Stratejisinde kabul edilen bir sorun. ABD’deki ilk beş oyuncu, büyük pazarın %80’ini temsil ederken, Avrupa’da bu oran %45’tir. 

Bu fark büyük ölçüde AB savunma harcamalarının parçalı olmasından kaynaklanmaktadır.

Devletler birlikte çok fazla alım yapmıyor –ortak alımlar harcamaların %20’sinden azını oluşturuyor– ve kendi pazarımıza yeterince odaklanmıyorlar: son iki yılda yapılan alımların neredeyse %80’i AB dışından yapıldı.

Yeni savunma ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için ortak alımlarımızı artırmalı, harcamalarımızın koordinasyonunu ve ekipmanlarımızın birlikte çalışabilirliğini artırmalı ve uluslararası bağımlılıklarımızı önemli ölçüde azaltmalıyız.

Ölçeği kullanmadığımız bir başka örnek de telekomünikasyondur. AB’de yaklaşık 450 milyon tüketiciden oluşan bir pazarımız var, fakat kişi başına düşen yatırım ABD’dekinin yarısı kadar ve 5G ve fiber dağıtımında geride kalıyoruz.

Bu uçurumun bir nedeni, ABD’de üç ve Çin’de dört mobil ağ grubuna karşılık, Avrupa’da 34 mobil ağ grubuna sahip olmamızdır –ve bu muhafazakâr bir tahmindir, aslında çok daha fazlasına sahibiz– genellikle ulusal ölçekte faaliyet gösteriyoruz. Daha fazla yatırım yapılabilmesi için Üye Devletler arasında telekom düzenlemelerini daha da uyumlu hale getirmemiz ve konsolidasyonu engellemek yerine desteklememiz gerekiyor.

Ölçek, farklı bir şekilde, en yenilikçi fikirleri üreten genç şirketler için de çok önemlidir. Bu şirketlerin iş modeli, hızlı büyüyebilmelerine ve fikirlerini ticarileştirebilmelerine bağlıdır ki bu da büyük bir iç pazar gerektirir. 

Ayrıca ölçek, AB hasta verilerinin standartlaştırılması ve sahip olduğumuz tüm bu veri zenginliğine ihtiyaç duyan yapay zeka kullanımı yoluyla yeni, yenilikçi ilaçlar geliştirmek için de gereklidir – keşke bunlar standartlaştırılabilse.

Avrupa’da geleneksel olarak araştırma alanında çok güçlüyüz fakat inovasyonu pazara sunma ve yaygınlaştırma konusunda başarısızız. Bu engeli, diğer hususların yanı sıra, banka kredilerindeki mevcut ihtiyati düzenlemeleri gözden geçirerek ve teknoloji alanındaki startup’lar için yeni bir ortak düzenleyici rejim oluşturarak aşabiliriz.

İkinci konu ise kamu mallarının sağlanmasıdır. Hepimizin fayda sağlayacağı, fakat hiçbir ülkenin tek başına gerçekleştiremeyeceği yatırımlar söz konusu olduğunda, birlikte hareket etmemiz için güçlü bir gerekçe vardır, aksi takdirde ihtiyaçlarımıza göre eksik hizmet sunarız: örneğin iklimde, savunmada ve diğer sektörlerde de eksik hizmet sunarız. 

Avrupa ekonomisinde koordinasyon eksikliğinin yatırımların verimsiz bir şekilde düşük kalmasına neden olduğu birçok tıkanma noktası bulunmaktadır. Enerji şebekeleri ve özellikle de ara bağlantılar buna bir örnektir.

Entegre bir enerji piyasası firmalarımız için enerji maliyetlerini düşüreceğinden ve gelecekteki krizler karşısında bizi daha dirençli kılacağından –Komisyon’un REPowerEU bağlamında takip ettiği bir hedef– bunlar açıkça kamu yararınadır.

Fakat dahili bağlantılar [interconnections] planlama, finansman, malzeme tedariki ve yönetişim konularında koordine edilmesi zor kararlar alınmasını gerektirmektedir; dolayısıyla ortak bir yaklaşım üzerinde mutabık kalmadıkça gerçek bir Enerji Birliği oluşturmamız mümkün olmayacaktır.

Bir başka örnek de süper bilgisayar altyapımızdır. AB, dünya standartlarında yüksek performanslı bilgisayarlardan (HPC’ler) oluşan bir kamu ağına sahiptir, ama özel sektöre yayılma şu anda çok çok sınırlıdır.

Bu ağ özel sektör tarafından kullanılabilir –örneğin yapay zeka girişimleri ve KOBİ’ler– ve karşılığında elde edilen mali faydalar HPC’leri yükseltmek ve AB bulut genişlemesini desteklemek için yeniden yatırılabilir.

Bu kamu mallarını belirledikten sonra, kendimize bunları finanse edecek araçları da sağlamamız gerekir. Kamu sektörünün oynayacağı önemli bir rol var ve özellikle savunma gibi parçalı harcamaların genel etkinliğimizi azalttığı alanlarda AB’nin ortak borçlanma kapasitesini nasıl daha iyi kullanabileceğimiz konusunda daha önce konuşmuştum.

Fakat yatırım açığının büyük bir kısmının özel yatırımlarla kapatılması gerekecektir. AB’de özel tasarruflar çok yüksektir, fakat bu tasarruflar çoğunlukla bankalardaki mevduatlara aktarılmakta ve daha büyük bir sermaye piyasasında olabileceği kadar büyümeyi finanse etmemektedir. Bu nedenle Sermaye Piyasaları Birliği’nin (CMU) ilerletilmesi genel rekabet gücü stratejisinin vazgeçilmez bir parçasıdır.

Üçüncü konu ise temel kaynak ve girdilerin tedarikinin güvence altına alınmasıdır.

İklim hedeflerimizi, artık güvenemeyeceğimiz ülkelere bağımlılığımızı artırmadan gerçekleştireceksek, kritik mineral tedarik zincirinin tüm aşamalarını kapsayan kapsamlı bir stratejiye ihtiyacımız var.

Şu anda bu alanı büyük ölçüde özel aktörlere bırakırken, diğer hükümetler tüm zinciri doğrudan yönetiyor veya güçlü bir şekilde koordine ediyor. Ekonomimiz için de aynı şeyi sağlayacak bir dış ekonomi politikasına ihtiyacımız var.

Komisyon bu süreci Kritik Hammaddeler Yasası ile başlattı fakat hedeflerimizi daha somut hale getirmek için tamamlayıcı tedbirlere ihtiyacımız var. Örneğin, öncelikle ortak tedarik, güvenli çeşitlendirilmiş tedarik, havuzlama ve finansman ve stoklama için özel bir AB Kritik Mineral Platformu öngörebiliriz.

Güvence altına almamız gereken bir diğer önemli girdi de –ki bu özellikle siz sosyal ortakları ilgilendiriyor– vasıflı işçi arzımızdır.

AB’de şirketlerin dörtte üçü doğru becerilere sahip çalışanları işe almakta zorlandıklarını bildirirken, işgücümüzün %14’ünü temsil eden 28 meslekte şu anda işgücü açığı olduğu tespit edilmiştir.

Yaşlanan toplumlar ve göçe yönelik daha az olumlu tutumlar nedeniyle bu becerileri kendi içimizde bulmamız gerekecek. Becerilerin uygunluğunu sağlamak ve esnek beceri geliştirme yollarını şekillendirmek için birden fazla paydaşın birlikte çalışması gerekecektir.

Bu konudaki en önemli aktörlerden biri de siz sosyal ortaklar olacaksınız. Değişim zamanlarında her zaman çok önemli oldunuz ve Avrupa, işgücü piyasamızın dijital çağa uyum sağlamasına yardımcı olmak ve çalışanlarımızı güçlendirmek için size güvenecek.

Bu üç konu, kendimizi nasıl örgütlediğimiz, birlikte ne yapmak istediğimiz ve neleri ulusal düzeyde tutmak istediğimiz hakkında derinlemesine düşünmemizi gerektiriyor. Fakat karşı karşıya olduğumuz güçlüğün aciliyeti göz önüne alındığında, tüm bu önemli soruların cevaplarını bir sonraki Antlaşma değişikliğine kadar erteleme lüksüne sahip değiliz.

Farklı politika araçları arasında tutarlılığı sağlamak için, ekonomi politikalarının koordinasyonuna yönelik yeni bir stratejik aracı şimdi geliştirebilmeliyiz.

Ve eğer bunun mümkün olmadığını görürsek, belirli durumlarda, Üye Devletlerin bir alt kümesiyle ilerlemeyi düşünmeye hazır olmalıyız. Örneğin, 28. rejim(*) şeklinde güçlendirilmiş işbirliği, CMU’nun yatırımları harekete geçirmesi için ileriye dönük bir yol olabilir. Fakat kural olarak, Birliğimizin siyasi bütünlüğünün birlikte hareket etmemizi gerektirdiğine inanıyorum – muhtemelen her zaman. Ve aynı siyasi uyumun şu anda dünyanın geri kalanındaki değişimler tarafından tehdit edildiğinin farkında olmalıyız.

Rekabet gücümüzü yeniden tesis etmek tek başımıza ya da sadece birbirimizi yenerek başarabileceğimiz bir şey değildir. Daha önce hiç olmadığı şekilde bir Avrupa Birliği olarak hareket etmemizi gerektiriyor.

Rakiplerimiz tek bir stratejiyle tek bir ülke gibi hareket edebildikleri ve gerekli tüm araç ve politikaları bu stratejinin arkasında sıralayabildikleri için bize fark atıyorlar.

Onlarla boy ölçüşebilmek için Üye Devletler arasında yenilenmiş bir ortaklığa ihtiyacımız var; Birliğimizi yeniden tanımlamak, 70 yıl önce Kurucu Atalarımızın Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu kurarken yaptıklarından daha az iddialı değil.

Teşekkür ederim.


(*) 28. rejim: Özetle, 28. rejim, üye devletlerin ulusal yasal rejimlerinin yanında yer alan AB kurallarının ayrı bir yasal çerçevesidir. AB’de yerleşik taraflar, işlemlerini ilgili üye devletin ulusal hukuku yerine böyle bir çerçevenin yönetmesini tercih edebilirler. Şu anda AB’de 27 üye devlet bulunduğundan, bu tür çerçeveye ‘28. rejim’ adı veriliyor. (ç.n.)

Avrupa

Britanya istihbarat servisi MI6’in başına tarihte ilk kez bir kadın atandı

Yayınlanma

Britanya’da dış istihbarat servisi MI6’in başkanlığına tarihte ilk kez bir kadın atandı. Başbakanlık ofisinden yapılan açıklamada, teşkilatın 18’inci lideri olacak ismin Blaise Metreveli olduğu duyuruldu. Metreveli, kariyeri boyunca hem MI6 hem de iç güvenlik servisi MI5’te üst düzey görevlerde bulundu.

Britanya’da, ülkenin dış istihbarat kurumu olan Gizli İstihbarat Servisi’nin (MI6) başkanlığına tarihinde ilk kez bir kadın atandı.

Britanya Başbakanı Keir Starmer’ın ofisinden yapılan basın açıklamasında, “Aziz Michael ve Aziz Paul Nişanı sahibi Blaise Metreveli, teşkilat tarihindeki 18’inci lider ve bu göreve gelen ilk kadın olacak,” ifadeleri kullanıldı.

Teknoloji biriminden başkanlığa

Britanyalı The Guardian gazetesinin haberine göre, 47 yaşındaki Metreveli şu anda MI6’in teknoloji ve inovasyondan sorumlu ‘Q’ departmanını yönetiyor.

Cambridge Üniversitesi’nde sosyal antropoloji eğitimi alan Metreveli, kariyeri boyunca hem MI6 hem de iç güvenlik servisi MI5’te üst düzey yönetici pozisyonlarında görev yaptı.

Servisteki görevinin büyük bir kısmını Orta Doğu ve Avrupa’daki operasyonel görevlerde geçirdi.

Metreveli, atanmasıyla ilgili yaptığı açıklamada, “MI6, Britanyalıların güvenliğini sağlama ve Britanya’nın yurt dışındaki çıkarlarını destekleme konusunda kilit bir rol oynamaktadır. MI6’in cesur subayları ve ajanları ile uluslararası ortaklarımızla birlikte bu çalışmaya devam etmeyi dört gözle bekliyorum,” diye konuştu.

Türkiye’yi yakından tanıyan ‘C’ görevini devrediyor

Geleneksel olarak MI6 başkanına İngilizce “chief” (şef) kelimesinin kısaltması olan ‘C’ unvanıyla hitap ediliyor. Teşkilatta ismi resmi olarak kamuoyu tarafından bilinen tek çalışan da başkan oluyor.

Mevcut MI6 Başkanı Richard Moore, Eylül 2020’den bu yana yaklaşık beş yıldır bu görevi yürütüyordu.

Moore, MI6 başkanı olmadan önce diplomat olarak görev yapmış ve Britanya’nın Türkiye Büyükelçisi olarak bulunduğu dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile güçlü bağlar kurmuştu.

Mayıs ayında The Times gazetesi, MI6’in başına ilk kez bir kadının geçebileceğini ve yönetim tarafından üç kadın adayın değerlendirildiğini yazmıştı. Haberde, adaylardan ikisinin MI6 subayı olduğu bilgisi de yer almıştı.

Okumaya Devam Et

Avrupa

Danimarka’da “Yankee go home” sesleri: ABD’nin kullanımına açılan üsler tartışma yarattı

Avatar photo

Yayınlanma

Yazar

Danimarka parlamentosu (Folketing), halkın geniş çaplı protestolarına ve uzmanların ciddi hukuki uyarılarına rağmen, ABD’nin Danimarka topraklarında kalıcı askerî üsler kurmasına olanak tanıyan yasayı kabul etti. 95 milletvekilinin “Evet”, 11’inin “Hayır” oyu verdiği ve bir kişinin çekimser kaldığı oylama sonucunda, üç hava üssü ABD ordusunun kullanımına açılmış oldu. 

ABD ordusuna teslim edilen üsler hangileri?

Danimarka, Skrydstrup, Karup ve Aalborg üslerini ABD ordusuna teslim etti. Skrydstrup Hava Üssü, Danimarka Hava Kuvvetleri’nin ana savaş kanadı. Karup, 3 bin hektarlık alanıyla Danimarka’nın en büyük hava üssü. Hem sivil havalimanı hem de askeri tesis olarak hizmet veren Aalborg ise, C‑130 ve Challenger uçaklarına ev sahipliği yapıyor. 

Danimarka medyasının aktardığı haberlere göre, oylama sırasında hükûmet cephesinden tek bir bakan bile kürsüye çıkıp anlaşmayı savunmadı. Tartışmalar boyunca yalnızca Enhedslisten, Alternativet partilerinden temsilciler ve bağımsız vekil Theresa Scavenius söz alarak anlaşmanın hukuka ve demokrasiye aykırı yönlerini vurguladı.

“Danimarka, ABD’nin askeri imparatorluğunun parçası haline geliyor”

Danimarka’nın Kırmızı-Yeşil İttifakı Enhedslisten’in savunma sözcüsü Trine Pertou Mach, anlaşmaya “Danimarka, ABD’nin askeri imparatorluğunun bir parçası haline geliyor” ifadeleriyle tepki gösterdi. Mach ayrıca, anlaşmanın ‘10 yıl boyunca feshedilemeyeceğine’ dikkat çekerek, Danimarka’nın savunma politikası üzerindeki kontrolünün zayıflayacağı öngörüsünde bulundu. 

Anlaşmaya ilişkin bir diğer önemli tartışma konusu ise, Danimarka Anayasası’na uygun olup olmadığı. Danimarka İnsan Hakları Enstitüsü’nden, uluslararası hukuk profesörü Frederik Harhoff, Danimarka medyasına yaptığı açıklamada, söz konusu anlaşmanın Anayasa’nın 20. maddesine aykırı olabileceğini açıkladı. Bu madde, Danimarka egemenliğinin NATO ve Avrupa Birliği (AB) gibi yalnızca uluslararası örgütlere devredilebileceğini öngörürken, ABD gibi ‘tekil bir ülkenin’ ulusal makamlarına devri açıkça yasaklanıyor.

“Devlet kavramının çöküşü anlamına gelir”

İnsan Hakları Enstitüsü’nden Peter Vedel Kessing ise, “Eğer başka bir ülkenin askerî güçlerine Danimarka topraklarında yetki veriliyorsa, bu yalnızca anayasanın değil, devlet kavramının da çöküşü anlamına gelir” değerlendirmesinde bulundu.

Tartışmalı 6. madde

Anlaşmanın en tartışmalı maddelerinden biri olan madde 6, ABD ordusuna ‘gerekli görülen tüm yetkileri’ kullanma hakkı tanıyor, ancak bu yetkilerin neleri kapsadığı açıkça belirtilmiyor. ABD askerî polisinin Danimarka vatandaşlarını yargılayabilme ve zor kullanabilme yetkisine sahip olup olmayacağı ise hala belirsizliğini koruyor.

Protestolarla karşılandı

Danimarka’da kritik hava üslerinin ABD’ye devri üzerinden yaşanan tartışmalara protestolar da eşlik etti. 

Başkent Kophenag başta olmak üzere ülkenin büyük kentlerinde anlaşmaya karşı düzenlenen protestolarda, “Yankee go home” (Yankee evine dön” ve “USA-baser – nej tak” (ABD üssü – Hayır teşekkürler) sloganları öne çıktı.

Aarhus kent merkezli, ABD ve NATO’nun askeri faaliyetlerine karşı eylemleriyle bilinen barış örgütü ‘Aarhus mod Krig og Terror’ (Savaşa ve teröre karşı Aarhus) sözcüsü sözcüsü Carsten Andersen, “Eğer Trump bu üslerden Rusya’yı tehdit ederse ya da Danimarka boğaz ve geçitlerini Ruslara kapatırsa, bombalanacak ülke ABD değil, Danimarka olur” ifadelerini kullandı. 

Komünist Parti lideri Lotte Rørtoft-Madsen ise, anlaşmayı şu şekilde değerlendirdi:

“Az önce meclisin ABD ile üs anlaşmasını onayladığı oturumu izledim. Tartışma sadece 38 dakika sürdü. 38 dakikanın sonunda ABD ordusunun Danimarka topraklarında konuşlanması kabul edildi. Bu anlaşmayla üç bölge ABD egemenliğine bırakılıyor. ABD askerleri silah taşıyabilecek, güç kullanabilecek. Bu durum Danimarka Anayasası’na aykırı. Tartışma boyunca hükümet partilerinden tek bir temsilci bile söz almadı.”

Rørtoft-Madsen ayrıca, Amerikan askerlerinin anlaşma kapsamında kendi posta hizmetlerini, bankacılık işlemlerini ve vergi muafiyetlerini düzenleyebileceğini belirterek, anlaşmanın Danimarka’yı bir ‘paralel toplum’ haline getirdiğini vurguladı.

ABD’nin Avrupa’daki ayak izi büyüyor

Bu gelişme her şeyden önce, ABD’nin NATO’nun kuzey kanadını tahkim etmeye yönelik stratejisi kapsamında hem nüfuz oluşturma, hem de Rusya’ya karşı Avrupa’nın militarizasyonu planının bir parçası.

Ancak bu anlaşma, Danimarka’da önemli bir kesim tarafından ‘tarafsızlık, egemenlik ve hukuk devleti ilkelerinden ödün verilmesi’ anlamına geliyor. Üstelik bu anlaşma, kısa süre önce Grönland üzerinden yaşanan egemenlik tartışmaları ve ABD’nin bölgede artan askerî nüfuzu nedeniyle zaten gergin olan siyasi atmosferi daha da kızıştırmış durumda.

Kaynaklar:

https://arbejderen.dk/indland/protester-i-syv-byer-da-folketinget-vedtog-baseaftalen-med-usa/

https://www.theguardian.com/world/2025/jun/11/denmark-vote-defence-bill-us-airbases

https://arbejderen.dk/indland/staerk-protest-mod-amerikanske-baser/

https://arbejderen.dk/indland/groent-lys-til-militaere-usa-baser-i-danmark/

https://arbejderen.dk/indland/lovforslag-om-amerikanske-baser-kan-vaere-i-strid-med-grundloven/

Okumaya Devam Et

Avrupa

Karadağ, Ukrayna askerlerini eğiten AB misyonuna katılıyor

Yayınlanma

Karadağ parlamentosu, ülkenin Avrupa Birliği’nin Ukrayna’ya yönelik askeri yardım misyonuna katılımını onayladı. Karadağ Savunma Bakanı, askerlerin Ukrayna topraklarına gönderilmeyeceğini, eğitimin Almanya ve Polonya’da verileceğini belirtti. Karadağ ayrıca, ABD desteğiyle insansız hava aracı üretip ilk partiyi Ukrayna’ya gönderecek.

Karadağ parlamentosu, ülkenin Avrupa Birliği’nin (AB) Ukrayna’ya yönelik askeri yardım misyonuna katılmasına onay verdi.

Radio Slobodna Evropa‘nın haberine göre, belgenin sunulmasından dokuz ay sonra yapılan oylamada, 81 milletvekilinden 49’u kararın lehinde oy kullandı.

Kararın gerekçesinde, Karadağ’ın bu girişime katılımının temel amacının, Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’nin uluslararası tanınmış sınırlar dahilindeki toprak bütünlüğünü koruma konusundaki savunma yeteneklerini güçlendirmek olduğu belirtildi.

Ayrıca, ülkenin bu adımla Rusya’nın askeri saldırganlığını ve diğer devletlerden gelebilecek potansiyel tehditleri caydırmaya katkıda bulunmayı hedeflediği vurgulandı.

‘Askerler Ukrayna’ya gitmeyecek’

Karadağ Savunma Bakanı Dragan Krapoviç, Karadağ askerlerinin Ukrayna topraklarında konuşlandırılmayacağının altını çizdi.

Krapoviç, “Bu konunun tamamen net olmasını istiyorum. Asla böyle bir kararı desteklemezdim. Bu misyon kapsamındaki tüm faaliyetler AB topraklarında, Polonya ve Almanya’da gerçekleştiriliyor,” ifadelerini kullandı.

AB’nin Ukrayna’ya Askeri Yardım Misyonu (EUMAM Ukraine), 17 Ekim 2022’de iki yıllık bir süre için kurulmuştu. AB ülkeleri, Kasım 2024’te misyonun görev süresini 2026’ya kadar uzatma kararı aldı. Misyonun faaliyetleri Avrupa Barış Fonu tarafından finanse ediliyor ve program kapsamında Ukraynalı askerler, başta Almanya ve Polonya olmak üzere AB üyesi ülkelerdeki üslerde eğitim görüyor.

ABD destekli İHA üretimi

Daha önce 8 Haziran’da Karadağ’ın kendi topraklarında bir insansız hava aracı (İHA) montaj projesi başlatacağı ve ilk partiyi askeri yardım olarak Ukrayna’ya teslim edeceği açıklanmıştı.

Karadağ hükümetinden yapılan açıklamada, ülkede İHA üretiminin organize edilmesinin sadece Karadağ’ın NATO çerçevesindeki savunma kabiliyetine değil, aynı zamanda Ukrayna’ya da katkı sağlayacağı belirtilmişti.

Bu projenin ayrıca Balkan ülkesinin uluslararası pazarda modern askeri teçhizatın güvenilir bir tedarikçisi olarak imajını güçlendireceği ifade edilmişti.

Proje, ABD’nin desteğiyle hayata geçirilecek ve Washington bu amaçla 15 milyon dolar tahsis edecek.

ABD’nin Podgorica Büyükelçiliği, bu yatırımın Karadağ’ın NATO kapsamındaki müttefiklik yükümlülüklerini yerine getirme konusundaki kararlılığını teyit ettiğini belirterek girişimi memnuniyetle karşıladığını duyurdu.

Vučić’ten Ukrayna’ya ‘toprak bütünlüğü’ desteği ve yeniden inşa sözü

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English