1 Kasım seçimlerinde en yüksek oyu alarak hükümeti kuran İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, diplomaside iki temel hedef belirledi: İran’ın nükleer programını durdurmak ve İbrahim Anlaşmalarını özellikle Suudi Arabistan’a doğru genişleterek Riyad’la normalleşmek. Netanyahu her iki hedefinin de yolunun büyük ölçüde ABD ile ilişkileri sağlamlaştırmaktan geçtiğinin farkında. Ancak Netanyahu’nun dış politik hedefleriyle onun İsrail tarihinin en sağcı hükümetinin iç politika planları arasındaki uyumsuzluk bu hedeflerin önündeki en büyük engel gibi duruyor.
Netanyahu, hükümetteki ortak partilerle yaptığı ikili anlaşmalarda Batı Şeria’daki toprakların fiilen ilhakını başlatmak için yeşil ışık yaktı. Özellikle güvenlik güçlerinin başına geçirilen Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve yasa dışı yerleşim yerleri üzerinde söz sahibi olarak Maliye’yi devralan Bezalel Smotrich’in eylem ve faaliyetleri ile Filistin topraklarındaki yasa dışı yerleşim birimlerini güçlendirmek için atılan her adım Filistin’le yeni bir gerilime neden olurken İsrail’in Yahudi vatandaşları arasında da korku ve endişe yaratıyor. Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Gökhan Çınkara, Batı Şeria bölgesinde yaşayan Filistinliler için yaşam koşullarının Ben-Gvir ve Smotrich eliyle çok daha güçleşeceği görüşünde: “Batı Şeria bölgesinde (Filistin’de kalan kısmı) yaklaşık 3 milyonu aşkın kişi yaşıyor. Bu kişilerin birçoğu çalışmak için İsrail’e her gün giriş çıkış yapıyor. İsrail’den ticaret yapanlar var. Halihazırda güç olan koşulları daha da güçleştireceğini söylemek mümkündür.”
İsrail hükümetinin Filistin politikası
Sadece Batı Şeria değil, İsrail vatandaşı Araplar için de koşulların daha da zorlaşması öngörülüyor. Çınkara, “Ben Gvir’in pozisyonu itibariyle, güvenliği İsrail’de yaşayan Arap nüfus üzerinde kısıtlayıcı ve çevreleyici bir kaldıraç olarak kullanacağını söyleyebiliriz. İsrail’de Araplar arasında süregiden şiddet sarmalı bu güvenlikçi politikaların yoğun ideolojik içerikle formasyonunda önemli bir aşamayı oluşturuyor. Ben Gvir özellikle İsrail’in kuzeyinde yoğun yaşayan Araplar üzerinde politikalarını yoğunlaştıracağını düşünüyor” diyor.
Ülkede Filistin meselesi ve işgal konusunda yaşanan geleneksel siyasi anlaşmazlıklar, yeni İsrail hükümetinin politikalarıyla farklı bir boyut da kazandı. Yeni hükümetin kurulmasından hemen önce çıkarılan yasayla Ulusal Güvenlik Bakanlığının yetki alanının genişletilmesinin sınır polisini “Ben-Gvir’in özel ordusu” haline getirdiği eleştirileri yapıyor. Ben-Gvir’in, göreve gelir gelmez Batı Şeria ve Filistinli tutuklular aleyhine aldığı kararlar da eleştirileri haklı çıkarıyor.
Yargı reformu ve Yahudi şeriatı
Yeni hükümete eleştiriler Ben-Gvir’le sınırlı değil. Sağcı radikal milletvekillerinin ülkede Yahudi şeriatının uygulanması gerektiği yönündeki açıklamaları İsrail vatandaşlarında huzursuzluk ve endişeye neden oluyor. Çınkara, ayrımcılık yasası, vergiler ya da zorunlu askerlik uygulamasına dair tartışmaların İsrail’in seküler kesimlerini rahatsız edebileceğini söylüyor: “Dindar, milliyetçi ve muhafazakâr sağ sektörler için Netanyahu liderliğindeki koalisyonun atacağı adımlar partilerine olan güveni tazeleyecektir. Bu da günün sonunda İsrail’in sağ ve sol veya milliyetçi ve kozmopolit eksenlerinde bölünmesini konsolide edecektir.”
Cumartesi günü Tel Aviv’de toplanan on binlerce İsrailli, hükümetin “yargıyı zayıflatma” girişimlerini ve aşırı sağcı politikalarını protesto etti. Netanyahu’nun partisi Likud’un Adalet Bakanı Yariv Levin’in İsrail yargı sisteminde hayata geçirmeye çalıştığı “reform” adı altındaki değişiklikler de ülkede en çok eleştirilen diğer bir başlık. Levin’in tüm eleştiri ve tepkilere rağmen ısrarcı olduğu değişiklikler, Yüksek Mahkeme’nin yetkilerini sınırlandırmayı, hakimlerin seçimi üzerindeki yargı etkisini azaltmayı ve Meclis’in mahkeme kararlarını geçersiz kılabilmesini öngörüyor. Yargı ve muhaliflerin tepki gösterdiği bu değişikliklerin “İsrail demokrasisini” tırpanlayacağı ve ülkeyi otoriter bir rejime sürükleyeceği eleştirilerinin yanı sıra söz konusu yasa değişikliğinin bizzat Netanyahu hakkında açılmış davaları rafa kaldırmak gibi kişisel bir amaca hizmet etmesinin önünün açılması da tartışmanın diğer bir boyutu.
Cumartesi günü Tel Aviv’de toplanan on binlerce İsrailli, hükümetin “yargıyı zayıflatma” girişimlerini ve aşırı sağcı politikalarını protesto etti. Foto: Mostafa Alkharou / AA
ABD ile ilişkilerin geleceği ve olası riskler
Tüm bu yaşananlar ve süreç İsrail’de iç huzursuzluğu artırırken dış politikada konan hedeflerin anahtarı konumundaki ABD ile gerileme de yol açıyor. ABD Başkanı Joe Biden, yeni İsrail hükümetinin politikalarıyla ilgili, ABD’nin iki devletli çözümü desteklemeye ve bunun uygulanabilirliğini tehlikeye atan veya karşılıklı çıkar ve değerlerle çelişen politikalara karşı çıkmaya devam edeceği uyarısında bulunmuştu. Bu nedenle, Batı Şeria’da Yahudi yerleşimci sayısının artırılması ve ilhak adımlarının hızlandırılması İsrail’in Biden yönetimi ile ilişkilerinde sorunlara yol açma potansiyeli yaşıyor. Gökhan Çınkara, ABD’de sağcı birisinin iktidara gelmesi durumda mevcut İsrail siyasetinin çok da baş ağrısı yaratmayacak bir kompozisyona sahip olduğunu düşünüyor: “Fakat Biden yönetimi için aşırı sağ unsurların hükümette varlığı Ortadoğu’daki kırılgan düzen için bir tehdit teşkil ediyor.”
ABD’li Demokratlar Filistin sorunun çözümü için Tel Aviv ve Filistin’in anlaşması gerektiğini savunurken Netanyahu sorunun çözümünün diğer Arap ülkeleriyle normalleşmekten geçtiği görüşünde. Bu kapsamda önceki Başbakanlık dönemlerinde eski ABD Başkanı Donald Trump’ın arabuluculuğunda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Sudan ve Fas ile normalleşme anlaşmaları imzalayan Netanyahu’nun yeni ve en büyük hedefi Suudi Arabistan. Son dönemde yaşanan gerilime rağmen, ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki Riyad üzerinde önemli bir ağırlığı bulunuyor. Dolayısıyla Netanyahu’nun Riyad’la anlaşmaya varması için Washington’un arabuluculuğuna ihtiyacı var. Ancak İsrail hükümetinin iç politik adımlarının Washington-Tel Aviv ilişkilerinde olası bir erozyona yol açması Riyad kapısının açılmasını zorlaştırabilir. Öte yandan Arap vatandaşlarına ve Filistinlilere zulmeden, Mescid-i Aksa merkezli statükoyu Araplar aleyhine bozan bir İsrail hükümeti ile anlaşmaya varmak Arap dünyasının liderliğine oynayan Riyad’ın kolay yanaşacağı bir çözüm olmayabilir.
Washington ile ilişkilerde yaşanacak olası bir erozyonun Netanyahu’nun, diğer bir hedefi olan İran’ın nükleere erişimini engellemede de ABD üzerindeki ağırlığını kaybedebilir. ABD’nin İsrail’den bağımsız olarak “İran tehlikesini” kendi varlığına tehdit olarak görmesine rağmen İran politikasının şekillenmesinde İsrail’in güvenliğinin öncelenmesi İsrail açısından kritik önemde. Bu önceliğin değişmesi İsrail’in güvenlik algısında önemli bir kırılma yaratabilir.
Hükümetindeki sağcı unsurları dengeleyerek dış politik hedeflerine ulaşabileceğini düşünen Netanyahu, “ince bir ip üzerinde yürüyor.” Ülkede yaşanan ve her geçen gün dozajı artan gerilimin Netanyahu’nun kurmaya çalıştığı dengeyi alt üst edebilecek nitelikte patlama noktasına gelmesi uzak bir ihtimal değil. Böyle bir senaryoda ise Netanyahu’nun stratejik dış politik hedeflerinin rafa kalkması, İsrail’in içine düşeceği sorunların en küçüğü olabilir.
Lübnan Enformasyon Bakanı Ziad Makary Harici’ye konuştu: “HTŞ’den istediğimiz şey, Lübnan’ın iç meselelerine ya da işlerine karışmamasıdır.”
İki aylık yoğun ve yıkıcı bir çatışmanın ardından İsrail ve Lübnan arasında ateşkes gerçekleşti. Lübnan hükümeti, haftalar süren müzakereler sonucunda bir ateşkes anlaşmasına varmıştı. 60 gün içinde ateşkesin uygulanması öngörüldü. Anlaşmaya göre, İsrail birlikleri, belirlenen bölgelerden geri çekilecek, Lübnan Ordusu İsrail’in boşalttığı bölgelere konuşlanacak ve güvenliği sağlayacak. Bölgedeki mayınlar, patlamamış mühimmatlar ve altyapıdaki yıkımlar nedeniyle geniş çaplı bir yeniden inşa çalışması yapılacak. Birleşmiş Milletler UNIFIL güçleri, 1701 sayılı BM kararına uygun olarak güney Lübnan’da varlığını sürdürecek.
Ancak İsrail, ateşkesi şu ana kadar 100’den fazla kez ihlal etti ve bu durum Lübnan tarafından kabul edilemez olarak değerlendiriliyor. Lübnan Enformasyon Bakanı Ziad Makary, Lübnan’daki son duruma ilişkin Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.
‘İsrail ateşkesi 100’den fazla kez ihlal etti’
Lübnan’daki son durumla başlamak istiyorum. Geçici bir ateşkes olmasına rağmen İsrail vaat edilenleri uygulamıyor. Bize son durum hakkında bilgi verebilir misiniz?
Bildiğiniz gibi, yaklaşık iki ay süren ölümcül bir savaş yaşadık. Hükümet olarak haftalarca ateşkes için müzakere ettik ve sonunda Amerikalıların yardımıyla bir ateşkes anlaşmasına vardık ve bu ateşkesi duyurudan 60 gün sonra uygulamaya koymayı kabul ettik. Bu arada bir askeri plan var: Lübnan Ordusu, İsrail’in geri çekileceği bölgelere konuşlanmaya başlayacak. Yapılacak çok iş var. Ordu bu görevi üstlenecek çünkü birçok mayın, patlamamış mühimmat, yıkım, kapalı yollar, yerinden edilmiş insanlar ve İsrail ile Lübnan arasında hassas bir askeri durum var. İsrail bu ateşkesi 100’den fazla kez ihlal etti ve bu, elbette, kabul edilemez. Lübnan ateşkese saygı duyuyor ve ateşkesin açıklandığı sırada kurulan komiteye güveniyoruz. Amerikalılardan, Fransızlardan, Lübnanlılardan, UNIFIL’den ve İsraillilerden bahsediyorum. İlk toplantıları bu hafta pazartesi günü yapıldı ve umuyoruz ki bu ateşkes en kısa sürede ciddi bir şekilde uygulanır çünkü İsrail’in neden olduğu yıkımın ardından yeniden inşa etmemiz gereken çok şey var.
Eğer İsrail ateşkesi tamamen iptal eder ve kısa bir süre önce olduğu gibi Lübnan’a saldırmaya devam ederse, Lübnan’ın mevcut tutumu ne olacak? Hizbullah’ın Suriye’den geri çekilip daha fazla birliğin Lübnan’a geri dönmesi sürece nasıl etki edecek? Lübnan ordusu saldırıların tekrarlanması karşısında ne yapacak?
Bu ateşkesin bozulacağını düşünmüyorum. Her gün olaylar yaşayacağız, ancak bunun ciddi bir ateşkes olacağına inanıyorum. Sanırım yaklaşık 40 gün içinde tüm Lübnan topraklarından tam bir çekilme gerçekleşecek. Lübnan Ordusu kuvvetlerini konuşlandıracak ve 1701 sayılı kararı gerektiği gibi, güney Lübnan dahil, uygulayacağız. Elbette, bu özellikle de güney Lübnan için geçerli çünkü 1701 sayılı karar, güney Lübnan’da silahların yasak olduğunu belirtiyor ve yalnızca Lübnan Ordusu ile UNIFIL’in silah taşımasına izin veriyor.
‘Lübnan’ın egemenliğine ve çeşitliliğine saygı duyan bir Suriye’ye ihtiyacımız var’
Beşar Esad’ın devrilmesi ve Rusya’ya iltica etmesiyle Suriye’deki denklem tamamen değişti. Şam’ı ele eçiren Heyet Tahrir el Şam (HTŞ), Suriye için geçiş dönemi hazırlamaya çalışan geçici bir hükümetle çalışıyor. Lübnan’ın Suriye’deki mevcut konjonktüre ilişkin tutumu ne olacak?
Şu ana kadar HTŞ ile herhangi bir ilişkimiz yok. Söylemek istediğim şu: Suriye halkı, Suriye’yi kimin yöneteceğine kendisi karar vermelidir. Lübnan olarak bizim istediğimiz, Suriye’nin gelecekteki hükümetiyle iyi ilişkilere sahip olmak çünkü birçok çıkarımız var. Orada fanatik bir hükümete ihtiyacımız yok. Lübnan’ın egemenliğine ve çeşitliliğine saygı duyan bir komşuya ihtiyacımız var. Bu, bizim ihtiyacımız olan tek şey. Komşu ülkeler olarak ilişkilerimizi sürdürmek için gerekli ilişkileri korumak adına elimizden gelen her şeyi yapacağız. Ekonomi, ticaret, sosyal, siyasi ve hatta çözülmesi gereken sınır sorunları gibi birçok alanda çıkarlarımız var. Milyonlarca Suriyeli mülteci var ve kim yönetirse yönetsin, bu sorunların çözülmesi gerekiyor. Biz Suriye’nin iç işlerine karışmamalıyız ve aynı şekilde onların da bizim iç işlerimize karışmasına izin vermeyeceğiz. Umarız gelecekteki Suriye hükümetiyle onurlu ve verimli bir işbirliği sağlamak için çalışacağız.
‘HTŞ’den istediğimiz, iç işlerimize karışmaması’
HTŞ, Birleşmiş Milletler’in terör örgütleri listesinde yer alıyor ve birkaç ülke bu grubu terörist olarak tanımladı. Ancak yakın gelecekte durum değişebilir. Türkiye, diplomatik ilişkilerini sürdürmek için büyükelçiliğine bir maslahatgüzar atadı. Peki Lübnan’ın HTŞ’ye yaklaşımı ne? Lübnan HTŞ’yi bir terör grubu olarak görüyor mu yoksa Suriye seçimlere doğru giderken yaklaşım değişiyor mu?
Terör gruplarını tanımlayan bir sistemimiz yok. Zaten belirtmiştim, Suriye’nin gelecekteki hükümetinin hedeflerini değerlendireceğiz. HTŞ’den istediğimiz şey, Lübnan’ın iç meselelerine ya da işlerine karışmamasıdır. Şu ana kadar söylediğim gibi, Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğini öngöremeyen tek ülke biz değiliz. Sistem teorik olarak devam etmeli. Mevcut durumla ilgilenmeye devam ediyoruz—örneğin Lübnan’daki Suriye büyükelçiliği, sınırlar ve diğer konular. Yeni devletin, yeni yönetimin ve yeni hükümetin ortaya çıkmasını bekliyoruz ve o zaman yolumuza devam edeceğiz. Şu anda yaşananlardan dolayı (büyükelçilik) aktif değil. Bekleyeceğiz, ancak ortaya çıkacak herhangi bir hükümetle iyi ilişkiler kurmayı umuyoruz çünkü bu iki ülkenin de çıkarına olacaktır.
Esad’ın ayrılmasından sonra İsrail, Golan Tepeleri’nde daha fazla ilerledi. İsrail’in bölgedeki konumu ne? Uzmanlar İsrail’in Suriye’deki varlığının geçici olmayabileceğini düşünüyor. Lübnan, İsrail’in Suriye’de alan kazanmasını nasıl değerlendiriyor?
Lübnan için önemli olan İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesidir. Sizin de belirttiğiniz gibi, İsrail yalnızca Golan Tepeleri’nde veya güney Suriye’de değil, Suriye’nin ordusunu, hava ve deniz kuvvetlerini, her şeyini yok etti. Bu durum Suriye’yi zor bir konuma sokuyor. Yeni Suriye hükümetinin nasıl bir orduya ya da güvenlik gücüne sahip olacağını veya İsrail ile nasıl bir ilişki kuracaklarını bilmiyoruz. Şu anda her şey belirsiz. Tüm bunların üzerinden sadece beş ya da altı gün geçti ve işlerin nasıl şekilleneceğini görmek için zamana ihtiyacımız var.
‘Yeni cumhurbaşkanı 9 Ocak’ta seçilecek’
Lübnan’ın İsrail’in saldırıları sırasında zayıf kalmasının en önemli nedenlerinden biri de iç siyaset. Beyrut limanı patlamasıyla sarsılan Lübnan, halen ekonomik zorluklarla boğuşuyor. Bunun yanında ülke, iki yılı aşkın süredir halen cumhurbaşkanını seçemedi. Mevcut durum biraz da bu sorunun sonucu mu?
Lübnan’daki sistem, bu tür süreçleri kolaylaştırmak için tasarlanmış bir sistem değil. Karmaşık bir sistemimiz var; parlamento, din, siyasi gruplar ve daha fazlası işin içine giriyor, bu da bir cumhurbaşkanı seçimini zorlaştırıyor. Cumhurbaşkanı seçmek kolay değil çünkü yasalarımız seçim sürecini geciktiriyor, özellikle de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde. Ancak 9 Ocak’ta bir oturumumuz var ve yakında bir cumhurbaşkanımız olmasını umuyoruz.
Bir ülkeyi cumhurbaşkanı olmadan yönetemeyiz. Evet, idare edebiliriz; ülke devam eder, ölmez, yok olmaz, ortadan kaybolmaz. Ama aynı zamanda refah da getirmez. Ülkemizi geliştiremeyiz, inşa edemeyiz ve genç Lübnanlıların isteklerini yansıtan yeni, modern bir yönetim kuramayız. Onlar ki çok hırslı ve özgürlüğün korunduğu, güzel Lübnan kültürü ve Lübnan’ın takdire şayan imajı ile modern bir ülke yaratmak istiyorlar.
Cumhurbaşkanına, yeni bir hükümete, Suriye ile yenilenen ilişkilere ve İsrail ile bir ateşkese sahip olmayı umuyoruz. Uzun vadede, şahsen Lübnan’ın geleceği hakkında bir miktar iyimserim. Elbette bu durumun ciddi bir etkisi var. Geçici bir hükümet olarak büyük kararlar alamayız, yeni yetenekleri işe alamayız ya da yasaları geçiremeyiz. Sistem, cumhurbaşkanı olmadan işleyemez. En yetenekli gençlerimizi kaybediyoruz; Lübnan’ı terk ediyorlar ve bu, bizim çıkarımıza değil.
Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, Irak’a kaçan Suriye ordusu askerlerinin iadesine bugün başlanacağını açıkladı.
Irak resmi haber ajansı INA’ya göre Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, konuya dair açıklama yaptı. Miri, Irak’a Esad yönetimi askerlerinin Suriye’ye iadesine bugün başlanacağını belirtti. İade işlemlerinin Irak’taki ilgili makamlar tarafından başlatılacağını aktaran Miri, sürecin Suriye tarafı ile koordineli yürütüleceğini ifade etti.
Suriye ordusuna bağlı yaklaşık 2 bin asker 7 Aralık’ta El-Kaim Sınırı Kapısı üzerinden Irak’a kaçmıştı. 9 Aralık’ta ise Heyet-i Tahrir Şam’a bağlı askeri operasyonlar komutanlığı, zorunlu askerlik yapanlara yönelik genel af kararı çıkarmıştı.
Irak’ın Anbar vilayetine bağlı Rutba ilçesinde bir kampa yerleştirilen askerler kötü koşullar nedeniyle ülkelerine geri gönderilmek için eylem yapmıştı.
Rutba ilçesi Kaymakamı İmat el-Duleymi, yaptığı açıklamada kaçan askerlerin çadırlarda barındığını ve bölgede elektrik, su ve ısınma imkanlarının yetersiz olduğunu ve yerleştirildikleri kampın internet erişiminden yoksun olduğundan dolayı aileleriyle iletişim kuramadıklarını söylemişti.
Türkiye ve onun desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) Ayn el Arap’a (Kobani) yönelik operasyona hazırlanırken HTŞ ile aradığı diyaloğu henüz kuramayan PYD, Türkiye’ye karşı İsrail dahil tüm ülkelerden yardım bekliyor. Bu arada Suriye topraklarına giren İsrail de Dera’ya doğru ilerliyor.
PKK’nın Suriye kolu Demokratik Birlik Partisi (PYD) Başkanlık Konseyi Üyesi Salih Müslim video konferans yöntemiyle düzenlenen toplantıda gazetecilerin sorularını yanıtladı.
DW Türkçede yer alan habere göre Salih Müslim HTŞ ile PYD arasında PYD’nin işgalindeki toprakların geleceğine ilişkin henüz bir müzakere süreci başlamadığını söyledi.
Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ) Suriye’nin başkentini ele geçirip Esad yönetimini devirdiğinde Salih Müslim HTŞ ile diyaloga açık olduklarını söylemiş, “HTŞ bize bir adım atarsa biz iki adım atarız” demişti. Ayrıca PYD liderliği kendine bağlı kurumlara HTŞ’nin tanıdığı yeni Suriye bayrağının asılması talimatını vermişti.
Şam’a gönderdikleri mesajlara “henüz yanıt alamadıklarını” söyleyen Müslim, yine de olası müzakereleri yürütmek üzere bir heyet hazırladıklarını ve umutlu olduklarını belirtti.
Müslim, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın “HTŞ ve Kürtler arasında bir diyaloğu önlemek için aceleyle ve erkenden” Şam’a gitmiş olabileceğini düşündüğünü de söyledi.
HTŞ ile müzakerelerden istedikleri sonucu alamamaları halinde Şam’la bir çatışma ihtimali görüp görmediğinin sorulması üzerine Müslim, “Bu olmazsa kendimizi siyasi olarak savunacağız. Her şey masada ancak iyi niyetle yaklaşıyoruz” dedi.
Hem HTŞ hem SMO için “cihatçı” nitelemesi yapan Müslim, yine de HTŞ’nin geçmişte kendilerine yönelik operasyonlara katılmadığına dikkat çekti. Fakat bu yapının da “Türkiye ile koordinasyon halinde olduğunun” farkında olduklarını kaydetti.
“İsrail desteğine açığız”
İsrail basınında son günlerde çıkan “İsrail’in Suriyeli Kürtleri Türkiye’ye karşı koruması gerektiği” şeklindeki yorumların sorulması üzerine Müslim, “Özellikle İsrail’den değil, herkesten destek istediklerini” söyledi. Salih Müslim, “İsraille iletişimimiz yok, eğer böyle bir (Kürtlere destek) açıklamaları varsa elbette takdirle karşılarız” dedi. Müslim, Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği tutumun “İsrail’i de rahatsız ettiğini” savundu.
Jerusalem Post gazetesi 9 Aralık tarihinde, “Suriye Kürtlerinin temsilcileri yardım ve koruma talebiyle İsrailli yetkililere başvurdu” diye yazmıştı.
İsrail’in Türkiye’ye karşı açık desteğinin SDG kontrolündeki bölgelerde yaşayan Arap halkları huzursuz edip etmeyeceği sorusu üzerine Müslim, “Mısır, Fas, Tunus, Körfez ülkeleri… tüm bu Arap ülkelerinin zaten İsraille ilişkisi var” ifadelerini kullandı. Arap aşiretlerinin sırf bu yüzden kendileri aleyhine tutum almasını beklemediğini söyledi.
İsrail ordusu Dera’ya ilerliyor
Türkiye’nin PYD’ye yönelik eylemlerinden rahatsızlığını dile getiren İsrail ise Esad yönetiminin devrilmesi üzerine girdiği Suriye topraklarındaki işgalini tek bir kurşun dahi sıkmadan derinleştiriyor.
İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), İsrail’in Dera kırsalında dokuz kilometre ilerleyerek bölgedeki Koya köyüne ve Vahdet barajı bölgesine girerek stratejik mevzilere konuşlandığını duyurdu.
SOHR’un bildirdiğine göre İsrail güçleri bölgeye girmeden önce bölge sakinlerinden silahlarını teslim etmelerini istedi.
SOHR, ayrıca İsrail güçlerinin İsrail – Suriye sınırındaki tampon bölge yakınlarındaki Kuneytra bölgesi ve Dera arasındaki sınırda yer alan Sayda köyü yakınlarındaki askeri bir bölge olan 74. Tugay bölgesine girdiğini aktardı.
İsrail ordusu bu ay Esad hükümetinin çöküşünün ardından, Suriye sınırında yer alan stratejik Hermon Dağı’nı işgal etmiş ve Suriye ile işgal altındaki Golan Tepeleri arasındaki silahtan arındırılmış bölgeye girmişti. İsrailli yetkililer, bu hareketi İsrail’in sınırlarının güvenliğini sağlamak için sınırlı ve geçici bir önlem olarak tanımlamasına rağmen en az 2025’in sonuna kadar işgali devam ettireceklerinin mesajlarını veriyor.