Bizi Takip Edin

Dünya Basını

Tarihçi Niall Ferguson: Üçüncü Dünya Savaşı’nın yaşanmayacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz

Yayınlanma

ABD’de yaşayan İskoç tarihçi Niall Ferguson, Bloomberg‘deki köşesinde Ukrayna, İsrail ya da Tayvan’ın yenilmesi ya da boyun eğmesi halinde Amerikalı yetkililerin nasıl tepki vereceğine dair çeşitli distopik senaryolar sundu.

Ferguson köşesinde, yazarların ve film yapımcılarının uzun zamandır büyük savaşlarla ilgili alternatif tarihler icat ettiklerini ve bunların kayıtsız Amerikalılar için uyarıcı hikayeler olması gerektiğini belirterek ABD vatandaşlarının yenilgiyi akıllarında canlandırıp canlandıramadıklarını merak ettiğini belirtti.

Tarihçi, ABD’nin 2021’de Afganistan’dan aşağılayıcı bir şekilde çekilmesinin ‘kolektif hafıza kuyusundan hızla aşağıya doğru sürüklendiğini’ anımsattı.

Yazar, 2024’ün sonlarında İran’ın başarılı bir şekilde nükleer silah geliştirdiği ve Hizbullah’ın İsrail’e büyük bir füze saldırısı başlattığı haberleri ortaya çıkarsa ABD’nin vereceği tepkiyi kurgulayarak Washington yönetiminin 1973’te Arap-İsrail savaşına müdahil olmasına neden olan Sovyetler Birliği’ne yaptığı gibi İran’ı da nükleer silahlarını kullanmakla tehdit edebileceğini öne sürdü.

Ferguson, “Ya da Washington bir kez daha İsrail’i kendi bekası için savaşı ‘tırmandırmasının’ kabul edilemez olduğu konusunda uyaracak mı?” diye sordu.

‘Çin adayı kuşatırsa Amerikalılar Tayvan’ı ne kadar süre hatırlayacak?’

“Bir başka soru da, Çin ordusu adayı (Tayvan’ı) kuşatır ve ABD Başkanı (Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlama risklerini analiz ettikten sonra) yardım için gemilerini göndermezse Amerikalılar Tayvan’ı ne kadar süre hatırlayacak?” diyen Ferguson, Amerikalıların Tayvan demokrasisinin sonuyla Grammy töreni ya da Super Bowl’dan daha fazla ilgilenip ilgilenmeyeceğini sordu.

Yazar, bu distopik senaryoların hiçbirinin gerçekleşmemesini tevekkülle umduğunu, fakat özellikle 2021’de Kabil’in düşmesinden sonra, ABD’nin her üç durumda da utanmadan pes edebileceğini düşünmemekte zorlandığını ifade etti.

‘Ukrayna, İsrail ya da Tayvan yenilgilerinin sonuçları 11 Eylül saldırılarından çok daha kötü olacaktır’

Tarihçiye göre bunun nedeni Amerikalıların da içten içe yenildiklerini düşünmemeleri, çünkü Vietnam’da da Afganistan’da olduğu gibi sonuçlarla yüzleşenlerin yerli halk olması. Ferguson, “Dolayısıyla Ukrayna, İsrail ya da Tayvan’ın işgal edilmesine izin vermesi halinde ABD’yi korkunç sonuçların beklediğini iddia etmek zor. Ancak bu sonuçlar 11 Eylül saldırılarından çok daha kötü olacaktır,” ifadelerini kullandı.

Ferguson, İngiliz yazar Len Deighton’ın alternatif bir Britanya tarihi anlatan British SS adlı kitabına atıf yaptı. Deighton, 1978 yılında baslında romanında, Almanya’nın 1940 yılında Britanya’yı işgal etmesi, kralı tutuklaması, Winston Churchill’i idam etmesi ve kukla bir hükümet kurmasının ardından yaşanan kurgusal olayları kaleme alıştı. Tarihçinin de belirttiği gibi, roman keskin bir gerçekçilikle dolu.

Öte yandan Ferguson, belirli koşullar altında yenilgiyi hayal etmeye çalışmanın morali bozabileceğini, ancak aynı zamanda zihnin kaybetmenin imkansız olduğu gerçeğine uyum sağlamasına olanak tanıdığını belirtti.

Yazara göre Ukraynalılar yenilgiyi düşünmekte zorlanmıyor. Ferguson, “Ukraynalılar Putin’in sömürgeci ordusunun neler yapabileceğini biliyorlar. Benzer şekilde, İsraillilerin çoğu Hamas’ın zaferinin ikinci bir soykırıma yol açacağını biliyor. İsrailliler 7 Ekim 2023’te yaşanan vahşeti asla unutmayacaktır,” diye ekledi.

Ancak tarihçiye göre çok az Amerikalı aynı şekilde düşünüyor. Sovyet birliklerinin ABD’yi işgal ettiği ve okul çocuklarına Rambo ruhuyla işgalcilerle savaşmalarını emrettiği Kızıl Şafak filminin gösterime girmesinden bu yana tam 40 yıl geçti. Ferguson, böyle bir filmin şimdi çekilebileceğinden kuşkulu.

Ferguson köşesinde kimsenin çekmeyeceğini söylediği bir filmin tasvirini yapıyor: 2024, Çin Tayvan’ı abluka altına alıyor ve Tayvanlı yetkililer ABD’den ablukayı kaldırması ve deniz taşımacılığını yeniden başlatması için gemilerini göndermesini talep ediyor. Bunun için en az iki uçak gemisi ve çok sayıda denizaltı gönderiliyor. Ferguson, bunun tamamen mümkün olduğuna inanıyor, halihazırda Kızıldeniz’de bir, Filipinler açıklarında iki ve Japon sularında bir ABD uçak gemisi mevcut.

Ferguson’a göre tüm bunlar piyasada paniğe yol açacak: Hisse senetleri yüzde 20 düşecek, ancak Apple (üretiminin çoğunu Çin’de yapıyor) ve Nvidia (çiplerinin çoğu Tayvan’da üretiliyor) yüzde 50 düşecek. Dolar uluslararası ticarette yükselecek, ancak ABD’de yaşayanlar birikimlerini bankalardan çekmeye başlayacak.

Tarihçi, Çin’in ABD gemilerine füze ve insansız hava araçlarıyla saldırmaya başlaması halinde durumun daha da karmaşık hale geleceğini öne sürüyor. Ayrıca Ferguson’a göre ABD Başkanı, Japonya’nın Çin üslerine saldırmasını onaylayıp onaylamayacağına da karar vermek zorunda kalacak.

Ferguson’a göre bu çerçevede ABD ordusu başkana, uzun menzilli gemisavar füzeleri gibi bazı önemli silahlarının bir hafta içinde tükeneceğini hatırlatacak.

Tarihçiye göre, söz konusu senaryo eğer bu yıl gerçekleşirse, her şey seçim kampanyasının ortasında yaşanacak. Ve Donald Trump, Joe Biden’ı ya yeni bir ‘sonsuz bir savaş’ başlatmakla ya da tam tersine Tayvan’ı savunmayarak zayıflık göstermekle suçlayacak.

‘Amerika’nın Normandiya’ya yaptığı başarılı çıkarmaya kadar yaşamış olan insanlar, savaşı nihai olarak kazanacaklarından şüphe duyuyordu’

Niall Ferguson, tüm bunların tuhaf ya da fantastik görünebileceğini kabul ediyor. Fakat Ferguson’a göre bu durum, Japonların 7 Aralık 1941’de Pearl Harbor’a saldırmasının yol açtığı kargaşadan daha olağanüstü değil. Tarihçi, İkinci Dünya Savaşı sırasında, 1944 yılında Amerika’nın Normandiya’ya yaptığı başarılı çıkarmaya kadar yaşamış olan insanların, Müttefiklerin savaşı nihai olarak kazanacaklarından şüphe duyduklarına dikkat çekiyor.

Ferguson’a göre en ilginç şey, Çin’in zaferinden sonra ABD’deki günlük yaşamın nasıl olacağını düşünmek. Ona göre, terhis edilen askerler ve denizciler dışında başlangıçta herkes için her şey olağan olacak, ancak Pekin yavaş yavaş kendini göstermeye başlayacak.

Yazarın tahminine göre Amerikalılar aylar içinde telefonda ne konuştuklarını, e-postalarda ne yazdıklarını ya da eski yayınlarını merak edecek ve kayıtlarını silmeye başlayacak. Bazıları işbirliği yapmaya karar verecek, diğerleri direnecek ama çoğu yeni gerçeği kabul edecek.

Ferguson, Len Deighton’ın British SS adlı kitabında durumu şöyle anlattığına dikkat çekiyor: “Eylül 1941’de Douglas Archer, vatandaşlarının çoğu gibi gözlerini yarı kapalı tutuyordu.”

Fransız tarihçi Emmanuel Todd: Batı’nın nihai çöküşüne şahit oluyoruz

Dünya Basını

ABD’nin eski Asya çarı Kurt Campbell: Çin’le hesapsız bir çatışmaya girmekten kaçınılmalı

Yayınlanma

Eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ve uzun süredir Asya uzmanı olan Kurt Campbell, ABD’nin Çin’le tehlikeli bir sarmalın içine girmekten kaçınması gerektiğini söyledi. ‘Önce Amerika’ politikası ‘Yalnız Amerika’ politikasına dönüşmemeli dedi.

Campbell, bu hafta Tokyo ve bölgede yaptığı ziyaret sırasında Nikkei Asia‘ya verdiği özel röportajda, “Muhtemelen Çin ve ABD kadar birbirine bağımlı iki ülke yoktur” dedi. Ancak “bu karşılıklı bağımlılıktan daha rahatsız olan iki ülke de yok” diye ekledi.

Joe Biden yönetiminin ikinci diplomatı olarak görevinden ayrıldıktan sonra ilk kez Asya’yı ziyaret eden Kurt Campbell, mevcut Başkan Donald Trump’ın Çin ile ticaret savaşı küresel ekonomiyi ve Asya’yı sarsarken konuştu. ABD, rakibine %145’e varan yeni gümrük vergileri uygulayarak bazı ürünlerin efektif vergisini %245’e kadar yükseltti. Pekin ise Amerikan mallarına %125 gümrük vergisi uygulayarak misilleme yaptı. Campbell, şu anda “Pekin ile Washington arasında neredeyse hiçbir iletişim kanalı bulunmaması”nın riski artırdığını söyledi.

Trump bu hafta iki tarafın müzakere halinde olduğunu ısrarla belirtirken, Çin görüşmelerin yapıldığını yalanladı.

Kurt Campbell, “ABD ile Çin arasında kasıtsız bir yanlış hesaplamadan endişe duyuyorum” diyerek, öncelikli hedefin “kasıtsız bir askeri çatışmaya girilmemesini sağlamak” olduğunu vurguladı.

ABD-Çin ilişkilerinin “derin rekabet” ile tanımlanmaya devam edeceğini belirten Campbell, Washington’daki herhangi bir yönetimin hedefinin “bu rekabeti mümkün olduğunca istikrarlı ve sağlıklı hale getirmek” olması gerektiğini söyledi.

2013 yılında kurucularından olduğu Washington merkezli danışmanlık şirketi The Asia Group’un başkanlığını yürüten Campbell, her iki tarafın da sessiz, kapalı kapılar ardında görüşmelerin yolunu aradığını düşündüğünü söyledi. Ancak “hiçbiri yüzünü kaybetmek istemediği” için diyalog yolunu bulmak “zor olacak” dedi.

Trump, anlaşma halinde gümrük vergilerinin “önemli ölçüde” indirilebileceğini belirtirken, Çin bazı ABD ürünlerine uyguladığı vergileri muafiyet kapsamına almayı düşünüyor.

Geri adım atma görevi, daha geniş uluslararası ilişkilerdeki değişiklikler nedeniyle karmaşık hale geliyor.

Rusya ve Kuzey Kore vurgusu

Kurt Campbell ayrıca, “Şu anda en çok endişe duyulan ilişki, açıkçası Rusya ile Çin arasındaki ilişkidir” dedi. Pekin’nin, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline devam etmesini sağlayarak, ekonomik destek ve çeşitli çift kullanımlı teknolojiler sağladığını savunan Campbell, bunun karşılığında Çin’in, ABD ve müttefiklerinin çıkarlarına “derinden aykırı” denizaltılar ve diğer yeteneklerle ilgili teknolojiler aldığını düşünüyor.

Aynı şekilde Campbell, Kuzey Kore’yi “tehlikeli bir joker kart” olarak nitelendirdi. Trump’ın Pyongyang ile “bir tür diplomasi kurmanın yollarını bulmakla ilgilendiğini” düşünse de, başarısız adımların tekrarlanmasından endişe duyuyor.

1994 tarihli ikili anlaşma çerçevesi, 2000’li yıllarda yapılan altı taraflı görüşmeler ve Trump’ın Kuzey Kore lideri Kim Jong Un ile yaptığı çok sayıda toplantıya atıfta bulunarak, “Önceki çabaların başarılı olmadığını unutmamalıyız” dedi. Bu arada Kuzey Kore’nin, “nükleer silahlar ve bunları uzun menzilli füzelerle fırlatma kapasitesi” konusunda ilerleme kaydettiğini kaydetti.

Bunun da ötesinde Campbell, Trump’ın ilk dönemine kıyasla “dünyanın, Kuzey Kore’nin Rusya ve Çin ile güçlenen ilişkileri göz önüne alındığında, ABD ile diplomasiye daha da dirençli hale gelebileceği şekilde değiştiğini” söyledi.

Güney Kore ve Japonya ile üçlü işbirliği ve gemi inşası

Campbell’a göre ABD’nin izlemesi gereken yol, Trump yönetiminin dost ve düşmanlara gümrük vergileri uygulayıp baskı yapmasına rağmen ittifakları güçlendirmektir.

“Atabileceğimiz en önemli adımlar, caydırıcılık ve benzer düşünen ülkelerle ortak çabalardır” dedi, bu ülkeler arasında, bölgedeki iki uzun soluklu müttefik olan Japonya ve Güney Kore ile üçlü işbirliğinin de yer aldığını belirtti.

Campbell, ticari ve askeri önemi ve Çin’in hakim konumu nedeniyle bu alanı ‘en büyük zorluklarımızdan biri’ olarak nitelendirerek, üçlü işbirliği için doğal bir alan olarak özellikle gemi inşasını gündeme getirdi. Güney Kore ve Japonya bu alanda en büyük ikinci aktörlerdir.

Campbell, “Bu tür bir işbirliğini zorlaştıran birçok kısıtlama var, ancak Başkan Trump’ın belirttiği şeylerden biri, iş yapmaya açık olduğu” dedi. “O, belirli alanlarda, askeri teknolojide ve özellikle gemi inşasında daha güçlü ilişkiler kurmak için uzun süredir var olan engelleri aşmaya hazır” ifadelerini kullandı.

Japonya bölgede ABD için en önemli ilişki

Trump’ın gümrük vergilerini bir baskı aracı olarak kullanmasına ve Tokyo’nun Washington ile bir anlaşma arayışına girmesine rağmen, Campbell “ABD’de bunun sadece önemli bir ilişki değil, ABD için en önemli ilişki olduğu ve bu ilişki üzerine bir dizi başka şey inşa ettiğimizin farkında olunduğunu” söyledi.

Campbell, Japonya’nın her zamanki gibi “geride kalma” zamanının değil, katılım ve fırsatları değerlendirme zamanı olduğunu söyledi.

Tokyo’ya “iki farklı yolda, tam hızla ilerlemesi” tavsiyesinde bulundu. Bunlardan biri, “Washington ile derin bir işbirliği içinde stratejik bir şekilde çalışmak için mümkün olan her şeyi yapmak.” Diğeri ise, çok taraflı ticaret çerçevelerini güçlendirmek, iklim değişikliği ve temiz enerji konusunda öncülük etmek ve Trump yönetiminin ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nı (USAID) kapatarak yarattığı boşluğu doldurmak için Afrika, Pasifik ada ülkeleri ve Güneydoğu Asya’ya yardım sunmaya devam etmek gibi “Japonya’nın dünyadaki rolünü güçlendirmek için giderek daha bağımsız adımlar atmak.”

ABD-Japonya ittifakının güvenlik yönüne gelince, eski müsteşar, bunun “paternalist olamayacağını” ve “tamamen eşit bir ortaklık olması gerektiğini” söyledi.

“Genişletilmiş caydırıcılıkta Japonya’nın [daha büyük] bir rol oynamasını dışlamıyorum” dedi.

İmparatorluk ve işgalin hatıralarının hala taze olduğu bir bölgede, daha aktif Japon kuvvetleri muhtemelen şüpheyle karşılanacaktır. Ancak Kurt Campbell, “Mesajım şudur: Şimdi cesur olmak, kendinden emin olmak, dış politikada bazı riskler almak ve Japonya’nın küresel sahnedeki rolünü ilerletmek için doğru zaman” dedi.

“Zorluklar ve riskler olduğu kesinlikle doğru, ancak fırsatlar da var. Bu fırsatları şekillendirme zamanı” diye ekledi.

Campbell ayrıca, ABD’nin askeri varlığının ve nükleer caydırıcılığının önemini vurgulayarak, “Dikkatli olmalıyız ve Amerikan dış politikasının en büyük başarılarından birinin, çoğu ülkenin Avrupa ve Asya üzerinde ABD’nin genişletilmiş caydırıcılığını açık ve net bir şekilde kabul etmesi olduğunu kabul etmeliyiz” dedi ve ekledi: “Barış ve istikrarın korunması için çok önemli olan bu sağlam taahhüdü ülkelerin sorgulamasına neden olmayacak adımlar atmaya devam etmeliyiz.”

Tayvan vurgusu

Ona göre bu, Tayvan için de geçerli.

Campbell, Washington’un Pekin’i tanıyan ve Taipei ile gayri resmi ilişkiler için bir çerçeve belirleyen 1979 tarihli Tayvan İlişkileri Yasası’nı “dış politikadaki en önemli yasama liderliği örneği” olarak nitelendirdi. Tayvan’da barışı korumak ABD’nin çıkarlarına uygun olduğunu savundu.

“Sadece şunu söylemek isterim: [Tayvan ile] gayri resmi ilişkilerimizi derinleştirmek ve güçlendirmek ABD için hayati önem taşıyor ve Tayvan’ın Pasifik’te, güvenlik ve teknoloji alanlarında yaptığımız pek çok şeyde demokratik bir aktör ve gayri resmi ortak olarak gücünü kutlamalıyız” dedi.

Pekin, Tayvan yakınlarında askeri tatbikatlar düzenlerken, “saldırganlığı caydırmak, özellikle Tayvan Boğazı’nda hiç bu kadar önemli olmamıştı” dedi.

Campbell, Çin’in 1,4 milyarlık nüfusu ve ekonomik gücüyle Soğuk Savaş dönemindeki Sovyetler Birliği’nden daha zorlu bir rakip haline geldiğini belirterek, bunun yine ittifakların güçlendirilmesine bağlı olduğunu savundu.

“Nihayetinde Çin’i caydırmanın en iyi yolu, ortaklarla birlikte hareket etmektir” dedi. Ancak ABD’nin gümrük vergileri ve diğer adımlarıyla kendini izole ettiğini belirtti.

Campbell, ‘Amerika Önce’ politikasının ‘Amerika Yalnız’ politikasına dönüşmemesi gerektiğini vurguladı. ‘Yalnız Amerika’, ABD’yi zayıflatacak, bizi daha fakir, daha güvensiz ve açıkçası hala bir dereceye kadar Amerikan liderliğine ihtiyaç duyan bir dünyada çok daha endişeli hale getirecektir.”

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Bender Abbas patlaması: Sabotaj mı kaza mı?

Yayınlanma

Tahran ile Washington nükleer anlaşma için kritik aşamaya yaklaşırken, İran’ın Bender Abbas kentindeki en önemli limanında yaşanan ve en az 46 kişinin öldüğü patlamanın sabotaj mı yoksa kaza mı olduğu tartışılıyor.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz haber, bu soruyu patlamayla ilgili İran basınında yapılan tartışmaları ve yetkililerin açıklamalarına yer vererek yanıtlamaya çalışıyor:

***

İran-ABD diplomasisi ilerlerken İran’ın önemli limanında büyük yangın

Amwaj.media / 28 Nisan 2025

Olay: İran ve ABD, Tahran’ın nükleer programı konusunda üçüncü tur dolaylı müzakereleri tamamladı. Müzakereler, ayrıntıların olası anlaşmanın geleceğini belirleyeceği kritik bir aşamaya girerken, iki taraf Avrupa’da bir araya gelecek. Bu gelişmeler yaşanırken, İran’ın güneyindeki liman kenti Bender Abbas’ta meydana gelen ölümcül patlama, bunun bir kaza mı yoksa müzakereleri sabote etmeye yönelik gizli bir İsrail operasyonu mu olduğu sorularını gündeme getirdi.

Nükleer müzakereler: 26 Nisan’da Umman’da yapılan görüşmelerin ardından taraflar, 3 Mayıs’ta yeniden toplanmak üzere ön anlaşmaya vardı. Üst düzey İranlı bir siyasi kaynak Amwaj.media’ya yaptığı açıklamada, bir sonraki turun Avrupa’da olacağını ancak yine Umman’ın arabuluculuk yapacağını belirtti.

Trump yönetiminin İran’a sunduğu teklif: BAE modeli

-Muskat’ta yaklaşık altı saat süren görüşmelere İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi ve ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff katıldı. İlk kez teknik uzmanlar düzeyinde de paralel görüşmeler yapıldı ve bu, nükleer silahların yayılmasını önleme ve yaptırımların kaldırılması gibi teknik konuların detaylıca tartışılmasına zemin hazırladı.

-Irakçi görüşmeleri, “çok ciddi” olarak tanımladı. Baş müzakereci Irakçi, ilerleme kaydedildiğini kabul etti ancak “hem önemli konularda hem de detaylarda hâlâ farklılıklar” bulunduğunu söyledi.

-Irakçi, “Müzakere sürecinden ve hızından memnunum. Ciddiyet ve kararlılık var. Ancak anlaşmaya varılabilir mi? Umutluyum ama çok temkinliyim” dedi.

-İsmi açıklanmayan bir ABD’li yetkili de Axios’a “ilerleme kaydedildiğini” doğrularken, “hala yapılacak çok iş olduğunu” belirtti.

İran basını 27 Nisan’da müzakereler konusunda iyimser bir ton sergilemeye devam etti ancak müzakerecilerin anlaşma detaylarına odaklandıkça ilerlemenin yavaşlayabileceğini de kabul etti.

-Reformist günlük Hammihan gazetesi, müzakerelerdeki “hızlı ilerlemeyi” överken, ekonomi odaklı Donya-e Eqtesad gazetesi ise “anlaşmaya yönelik ortak bir istek” olduğunu savundu.

-Siyasi yorumcu Abdülreza Feracirad, reformist Arman-e Melli gazetesinde yazdığı makalede, “teknik müzakerelerin daha zor ve zaman alıcı olacağını” belirtti. Bu nedenle, başarılı bir sonuca ulaşmanın “her iki tarafın da daha fazla sabır, hassasiyet ve esneklik göstermesini gerektireceğini” ifade etti.

NYT: İsrail’in İran saldırısı ABD’deki çatlak nedeniyle rafa kalktı

-Muhafazakâr Horasan gazetesinde yazan yorumcu Muhammed Mehdi Rahimi ise, 2015 İran nükleer anlaşmasında yer alan ve İran’a yönelik BM yaptırımlarının otomatik olarak geri getirilmesine yol açan “snapback” mekanizmasının, planlandığı gibi Ekim 2025’te sona ermesi gerektiğini savundu. Bu değerlendirme, Batı’nın 2015 anlaşmasının süresi dolan hükümlerini yeni bir anlaşmayla uzatma çabalarına ilişkin haberlerin gündeme geldiği bir dönemde yapıldı.

Patlama: Umman’daki görüşmeler sürerken, Bender Abbas’taki Şehid Recai Limanı’nda bir konteyner terminalinde büyük bir patlama meydana geldi. En az 40 kişi hayatını kaybetti, binden fazla kişi yaralandı.

-İran Parlamentosu Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu üyesi Ali Hezriyan, patlamanın güçlü devlet kuruluşu Müstezafin Vakfı’na bağlı bir holding ve yatırım şirketi olan Sina Liman ve Denizcilik Hizmetleri şirketinin kullandığı bir terminalde meydana geldiğini açıkladı.

-Şirketin CEO’su Said Caferi, aynı gün yaptığı açıklamada, “son derece tehlikeli malların” normal ürünler gibi etiketlenerek terminale yerleştirildiğini iddia etti.

-İçişleri Bakanı İskender Mumini, patlamanın yaşandığı terminalin, limanın toplam 30 bin konteynerlik kapasitesinin onda biri kadar bir alanı kapladığını ancak olayın yine de büyük bir felaket olduğunu söyledi.

Bazı gözlemciler, çıkan turuncu dumanın, füze yakıtı üretiminde kullanılan kimyasalların yanarken çıkardığı dumana benzediğini iddia etti.

-Ancak Savunma Bakanlığı Sözcüsü Rıza Taleenik, 27 Nisan’da yaptığı açıklamada, olayın yaşandığı bölgede askeri amaçlı veya başka türde herhangi bir yakıtın depolandığı iddiasını kesin bir dille reddetti. Sözcü, yabancı medyayı “hedefli sahte haberler” yoluyla “psikolojik operasyonlar” yürütmekle suçladı.

-Olayla ilgili soruşturma devam ederken, yetkililer şu ana kadar patlamanın resmi nedenine ilişkin herhangi bir açıklama yapmadı.

Özellikle patlamanın zamanlaması, İran’da birçok kişinin olayın kasıtlı bir sabotaj olup olmadığı konusunda şüphe duymasına yol açtı.

– İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in kıdemli danışmanı Ali Şamhani’ye bağlı Nour News, Umman’daki nükleer görüşmelerle aynı zamana denk gelen patlamanın “bir kaza mı yoksa kasıtlı bir plan mı” olduğunu sorguladı. Ajans, erken sonuçlara varmaktan kaçınılması gerektiğini söyledi ve ABD ile nükleer müzakereler boyunca “sabırlı olunması” çağrısında bulundu.

– Muhafazakar Kayhan gazetesi, yetkililere soruşturmayı hızlandırmaları ve olayın “ihmal ve hata” sonucu mu yoksa “başka faktörlerden” mi kaynaklandığını bir an önce açıklamaları çağrısında bulundu.

-Reformist gazeteci Armin Montazeri ise Şehid Recai Limanı’nın ticari önemine ve olayın zamanlamasına dikkat çekerek, “yabancı müdahale olasılığının yüksek” olduğunu belirtti.

Patlamanın nedeni üzerindeki tartışmalar sürerken, bu trajedi İran genelinde büyük bir dayanışma dalgası yarattı.

-Vatandaşlar, yaralılara yardım etmek için hızla bölgedeki kan bankalarına akın etti. Öte yandan, Bender Abbas’ta faaliyet göstermeyen yolculuk paylaşım uygulaması Tapsi, rakibi Snapp üzerinden şehir sakinlerine ücretsiz yolculuk kodu sağlayarak kan bağışı merkezlerine ulaşmalarına yardımcı oldu.

-İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, 27 Nisan’da Bandar Abbas’a giderek patlamada yaralananları ziyaret etti ve patlama alanında incelemelerde bulundu.

Aynı gün, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney de hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı dileklerini iletti.

-Yayımladığı açıklamada Hamaney, yetkililere olayın arkasında herhangi bir ihmal veya kasıtlı eylem olup olmadığının “titizlikle araştırılması” ve “uygun yasal adımların atılması” talimatını verdi.

-Ayrıca, hükümet 28 Nisan’ı ulusal yas günü ilan etti.

Bağlam / Analiz: Şehid Recai Limanı, İran’ın en büyük ve en modern konteyner limanı. Ülkenin toplam ticaretinin %55’i ve tüm konteyner faaliyetlerinin yaklaşık %85’inden fazlası bu liman üzerinden gerçekleşiyor.

-Yılda 100 milyon ton mal işleme kapasitesine sahip liman, ülkenin ana ticari limanı olarak hizmet veriyor.

-Hürmüz Boğazı’na yakın stratejik konumuyla bu tesis, İran’ı dünyanın dört bir köşesinden 80 farklı limana bağlıyor ve hem ithalat, hem ihracat hem de bölgesel transit için hayati öneme sahip. Büyüklüğü ve bağlantı ağı nedeniyle Şehid Recai Limanı, İran ekonomisinin ve uluslararası ticaret akışının merkezinde yer alıyor.

Konteyner terminalinde füze yakıtı üretiminde kullanılabilecek tehlikeli maddelerin depolandığı iddiasını yetkililer resmen yalanlasa da yılın başlarında böyle maddeleri taşıyan gemilerin limana yanaştığına dair haberler bulunuyor.

-Batılı medya kuruluşları, açık kaynak verilerine dayanarak, 2025 yılı Şubat ve Mart aylarında, her biri yaklaşık bin tonluk iki büyük sodyum perklorat sevkiyatının Şehid Recai Limanı’na ulaştığını bildirdi. Sodyum perkloratın katı füze yakıtı üretimi için kritik bir kimyasal madde olduğu biliniyor.

Öte yandan, İran’ın nükleer programının ister diplomasi ister askeri müdahale yoluyla olsun tamamen sökülmesini talep eden İsrail’in, İran’a yönelik uzun bir gizli operasyon geçmişi bulunuyor. Bu operasyonlar özellikle İran’ın nükleer ve füze programlarını hedef alıyor.

-İsrail’e atfedilen önceki gizli operasyonlar arasında, 2010 yılında ABD ile ortak yürütüldüğüne inanılan Stuxnet siber saldırısı yer alıyor. Bu saldırı, İran’ın uranyum zenginleştirme santrifüjlerine ciddi zarar vermişti.

-Ayrıca Tel Aviv, İranlı nükleer bilim insanlarına yönelik bir dizi suikastın, İran’daki askeri ve nükleer tesislerde meydana gelen patlamaların ve 2018 yılında İran nükleer arşivlerinin çalındığı iddia edilen olayın da arkasında olmakla suçlanıyor.

Gelecek: Bender Abbas’taki patlamaya ilişkin İran’ın yürüteceği soruşturma, yalnızca İran içinde değil, aynı zamanda yabancı hükümetler ve istihbarat servisleri tarafından da yakından izlenecek.

Nükleer program değil, nükleer silah hedefte

-Eğer olayın bir sabotaj olduğu doğrulanırsa, bu durum nükleer müzakerelerde yeni bir güven bunalımı yaratabilir ve İran’ı müzakere masasında daha sert bir tutum almaya itebilir. Bununla birlikte, Tahran’daki karar alıcılar, üçüncü tarafların sabotaj girişimlerinin amacının diplomasi sürecini sekteye uğratmak olduğunu bilerek, pozisyonlarını buna göre dikkatle ayarlayacaklardır.

-Öte yandan, eğer olayın resmi olarak bir kaza olduğu açıklanırsa, yetkililer diplomatik sürecin zarar görmemesi için patlamanın etkisini hafifletmeye çalışabilir.

Bu arada, bir sonraki müzakere turunda, özellikle ABD Başkanı Donald Trump’ın 2017-21 dönemindeki ilk görev süresi sırasında 2015 nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekilmesi nedeniyle, uranyum zenginleştirme, yaptırımların kaldırılmasına ilişkin takvim ve gelecekteki ihlallere karşı garantiler gibi teknik konulara daha derinlemesine girilmesi bekleniyor.

-Hem İranlı hem de Amerikalı yetkililer, süreci ilerletme konusunda kararlı görünse de, müzakereciler için anlaşmayı sonuçlandırmak adına zaman daralıyor.

-Müzakereler uzadıkça hem iç hem de uluslararası siyasi baskıların artması ve İran-ABD diplomasisine karşı olan üçüncü taraflara fırsat doğması riski büyüyor.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Jeffrey Sachs: ABD’nin Asya’daki askeri üslerini kapatın

Yayınlanma

Editörün notu: Columbia Üniversitesi’nde profesör, Sürdürülebilir Kalkınma Merkezi direktörü ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı başkanlığı görevlerini yürüten ve “şok terapisi ekonomisti” olarak da bilenen Prof. Jeffrey Sachs, Başkan Trump’ın Asya’daki ABD üslerinin maliyetinden şikayet etmesine karşın, çok daha iyi çözümün bu üsleri kapatıp askerleri geri çekmek olduğunu savunuyor. Sachs’a göre Japonya ve Kore gibi zengin ülkelerin kendi savunmalarını sağlayabileceğini, diplomatik çözümlerin daha etkili olduğunu ve üslerin savunmadan çok ABD’nin güç gösterisine hizmet ettiğini belirtiyor. Sachs, Çin’in tarihi olarak bölgeyi işgal etmediğini ve bu üslerin Çin ile Kuzey Kore tarafından tehdit olarak algılandığını vurguluyor. Ayrıca Sachs, süper güçler arasında “siz bizim mahallemizden uzak durun, biz de sizinkinden” şeklinde karşılıklı bir anlaşmanın trilyonlarca dolar tasarruf sağlayıp nükleer savaş riskini azaltacağını ifade ediyor.


ABD’nin Asya’daki askeri üslerini kapatın

Jeffrey Sachs, Other News

22 Nisan 2024

Başkan Donald Trump, ABD’nin Asya’daki askeri üslerinin ABD açısından fazla maliyetli olduğundan yine yüksek sesle şikayet ediyor. Japonya ve Kore ile yapılan yeni gümrük vergisi müzakereleri kapsamında Trump, Japonya ve Kore’ye ABD askerlerinin konuşlandırılması için ödeme yapma çağrısında bulunuyor.

Size çok daha iyi bir fikir: Üsleri kapatın ve ABD askerlerini ABD’ye geri gönderin.

Trump, Japonya’da 50 bin ve Kore’de yaklaşık 30 bin asker konuşlandırarak ABD’nin Japonya ve Kore’ye büyük hizmet sunduğunu ima ediyor. Ancak bu ülkelerin kendilerini savunmak için ABD’ye ihtiyacı yok.

Zenginler ve kesinlikle kendi savunmalarını sağlayabilirler. Çok daha önemlisi, diplomasi kuzeydoğu Asya’da barışı Amerikan askerlerinden çok daha etkili ve çok daha ucuza sağlayabilir.

ABD, sanki Japonya’nın Çin’e karşı savunulması gerekiyormuş gibi davranıyor. Bir bakalım. Son 1000 yıl boyunca, ki bu sürenin son 150 yılı hariç Çin bölgenin baskın gücüydü, Çin kaç kez Japonya’yı işgal etmeye kalkıştı? Eğer sıfır cevabını verdiyseniz, haklısınız. Çin tek bir kez bile Japonya’yı işgal etmeye teşebbüs etmedi.

İtiraz edebilirsiniz. Peki ya yaklaşık 750 yıl önceki 1274 ve 1281’deki iki girişime ne demeli? Moğolların 1271 ile 1368 yılları arasında geçici olarak Çin’i yönettiği dönemde, Japonya’yı işgal etmek için iki kez sefer filoları gönderdikleri ve her iki seferde de tayfunların (Japon efsanelerinde Kamikaze rüzgarları olarak bilinir) ve Japon kıyı savunmalarının birleşimiyle yenilgiye uğratıldıkları doğrudur.

Öte yandan Japonya, Çin’e saldırma veya işgal etme amaçlı birden fazla girişimde bulundu.

1592’de kibirli ve dengesiz Japon askeri lider Toyotomi Hideyoşi, Ming Çin’ini fethetme hedefiyle Kore’yi işgal başlattı. Çok ilerleyemedi, 1598’de Kore’yi bile boyunduruk altına alamadan öldü.

1894-1895’te Japonya, Çin-Japon savaşında Çin’i işgal edip yendi ve Tayvan’ı Japon kolonisi olarak aldı. 1931’de Japonya, kuzeydoğu Çin’i (Mançurya) işgal etti ve Mançukuo Japon kolonisini kurdu. 1937’de Japonya, Çin’i işgal ederek Pasifik bölgesinde İkinci Dünya Savaşı’nı başlattı.

Bugün kimse Japonya’nın Çin’i işgal edeceğini düşünmüyor ve Çin’in Japonya’yı işgal edeceğine inanmak için hiçbir mantıklı sebep veya tarihsel emsal yok. Japonya’nın kendisini Çin’den korumak için ABD askeri üslerine ihtiyacı yok.

Aynı durum Çin ve Kore için de geçerli. Son 1000 yılda Çin, ABD’nin Çin’i tehdit ettiği tek durum dışında Kore’yi hiç işgal etmedi. Çin, 1950 sonlarında Kuzey Kore’nin yanında, Çin sınırına doğru kuzeye ilerleyen ABD birlikleriyle savaşmak için savaşa girdi.

O zamanlar ABD’li General Douglas MacArthur, pervasızca Çin’e atom bombalarıyla saldırmayı tavsiye etmişti. MacArthur ayrıca o dönemde Tayvan’da bulunan Çinli milliyetçi güçlerin Çin anakarasını işgal etmesini desteklemeyi de önermişti. Başkan Harry Truman, Tanrı’ya şükür, MacArthur’un tavsiyelerini reddetti.

Güney Kore’nin Kuzey Kore’ye karşı caydırıcılığa ihtiyacı olduğu kesin ama bu, Kuzey Kore’nin nükleer cephaneliğini ve askeri yığınağını azaltmak yerine defalarca körükleyen ABD’nin varlığından ziyade, Çin, Japonya, Rusya, Kuzey Kore ve Güney Kore’yi içeren bölgesel güvenlik sistemi aracılığıyla çok daha etkili ve inandırıcı bir şekilde sağlanabilir.

Savunma değil, güç gösterisi

Aslında Doğu Asya’daki Amerikan askeri üsleri Japonya veya Kore’nin savunması için değil, gerçekten ABD’nin güç gösterisi içindir. Bu, kaldırılmaları için daha da geçerli neden. ABD, Doğu Asya’daki üslerinin savunma amaçlı olduğunu iddia etse de, Çin ve Kuzey Kore tarafından anlaşılır şekilde doğrudan tehdit olarak görülüyorlar; örneğin, bir “baş kesme” (liderliği yok etme) saldırısı olasılığı yaratarak ve Çin ile Kuzey Kore’nin ABD provokasyonuna veya bir tür yanlış anlaşılmaya yanıt verme sürelerini tehlikeli şekilde kısaltarak…

Rusya, aynı haklı nedenlerle Ukrayna’daki NATO’ya şiddetle karşı çıktı. NATO, sık sık ABD destekli rejim değişikliği operasyonlarına müdahale etti ve füze sistemlerini tehlikeli şekilde Rusya’ya yakın yerleştirdi. Sahiden de, tıpkı Rusya’nın korktuğu gibi, NATO Ukrayna Savaşı’na aktif olarak katıldı; silahlar, strateji, istihbarat sağladı ve hatta Rusya’nın derinliklerindeki füze saldırıları için programlama ve takip bile yaptı.

Trump’ın şu anda Panama’da Hong Konglu şirkete ait iki küçük liman tesisine takıntılı olduğunu, Çin’in ABD güvenliğini tehdit ettiğini iddia ettiğini (!) ve tesislerin Amerikalı alıcıya satılmasını istediğini unutmayın. Öte yandan ABD, Çin’i iki küçük liman tesisiyle değil, Japonya, Güney Kore, Guam, Filipinler ve Hint Okyanusu’nda Çin’in uluslararası deniz yollarına yakın büyük ABD askeri üsleriyle çevreliyor.

Temel mütekabiliyet

Süper güçler için en iyi strateji, birbirlerinin alanlarından uzak durmaktır. Çin ve Rusya, en hafif tabirle, Batı Yarımküre’de askeri üsler açmamalı. Bunun en son denendiği zaman, Sovyetler Birliği’nin 1962’de Küba’ya nükleer silahlar yerleştirdiği zamandı ve dünya neredeyse nükleer yok oluşla sona eriyordu (Dünyanın nükleer kıyamete ne kadar yaklaştığına dair şok edici ayrıntılar için Martin Sherwin’in dikkate değer kitabı Gambling with Armageddon‘a göz atınız).

Ne Çin ne de Rusya, kendi mahallelerindeki ABD üsleriyle karşı karşıya kalmanın tüm provokasyonlarına rağmen, bugün bunu yapmaya en ufak eğilim göstermiyor.

Trump para tasarrufu yapmanın yollarını arıyor; ABD federal bütçesinin yılda 2 trilyon dolar (ABD GSYİH’sinin yüzde 6’sından fazla) kan kaybettiği göz önüne alındığında mükemmel fikir. ABD’nin denizaşırı askeri üslerini kapatmak, başlamak için mükemmel yer olur.

Trump, ikinci döneminin başında bile bu yöne işaret ediyor gibi görünmüştü, fakat Kongre’deki Cumhuriyetçiler askeri harcamalarda azalma değil, artış çağrısında bulundu. Ancak Amerika’nın yaklaşık 80 ülkedeki 750 kadar denizaşırı askeri üssü varken, bu üsleri kapatmanın, tasarrufu cebe indirmenin ve diplomasiye dönmenin tam zamanı.

Ev sahibi ülkeleri ne onlara ne de ABD’ye faydası olmayan şey için ödeme yapmaya zorlamak, hem ABD hem de ev sahibi ülkeler için büyük zaman, diplomasi ve kaynak israfı.

ABD, Çin, Rusya ve diğer güçlerle temel anlaşma yapmalı: “Siz askeri üslerinizi bizim mahallemizden uzak tutun, biz de bizimkileri sizinkinden uzak tutalım.”

Büyük güçler arasındaki temel mütekabiliyet, önümüzdeki on yılda trilyonlarca dolarlık askeri harcamadan tasarruf sağlayacak ve daha da önemlisi, Kıyamet Günü Saati’ni nükleer kıyamete 89 saniye kaladan geriye itecektir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English