GÖRÜŞ
Tayvan seçimlerinde sürpriz tartışma konusu Hindistan
Yayınlanma
Yazar
Duygu Çağla Bayram23 milyon nüfuslu canlı bir demokrasi olan Tayvan 13 Ocak 2024’te Başkanlık seçimine gidiyor. İktidardaki Demokratik İlerleme Partisi (DPP), Çin Milliyetçi Partisi Kuomintang’a (KMT) karşı yarışacak. Ülkenin kurucu partisi Kuomintang’ın 50 yıllık yönetiminin ardından, Demokratik İlerleme Partisi ilk kez 2000 yılında Kuomintang’ı mağlup ederek iktidara geldi. Bu iki partinin Çin’e yaklaşımı oldukça farklı. Son sekiz yıldır muhalefette kalan Kuomintang, Pekin ile daha yakın ilişkiler kurmaya eğilimli iken Demokratik İlerleme Partisi ise tam aksine Pekin ile sınırlı ilişkileri ve Amerika başta olmak üzere Çin karşıtı güçlerle işbirliğini gözetiyor.
Ancak konu Tayvan seçimleri değil, seçim arifesinde olan Tayvan’da Hindistan’ın sürpriz bir tartışma konusu hâline gelmesi. Bunun nedeni, Hindistan ve Tayvan’ın imzalamaya hazırlandığı göç anlaşması. Tayvan’ın nüfusu hızla yaşlanıyor. Aynı zamanda büyük bir işçi kıtlığı ile karşı karşıya. Dolayısıyla çoğu Doğu Asya ülkesi gibi Tayvan da büyük bir nüfus krizi eşiğinde. 2023 başlarında gündeme gelen Hindistan ile Tayvan’ın bir göç anlaşması imzalamaya hazırlandığı haberi aslında şu ana kadar herhangi bir tartışma yaratmamıştı. Böyle bir anlaşma ile Tayvan’ın karşı karşıya kaldığı işgücü sıkıntısına çözüm getirilmesi bekleniyordu. Hindistan hâlihazırda Avrupa ülkeleri ile bu anlaşmaların bir kısmını imzaladı. Bu anlaşmalar sayesinde işçilerin ve yeteneklerin Hindistan’dan dış pazarlara geçişi kolaylaşıyor.
Geçtiğimiz kasım ayında, Tayvan tarafından fabrikalarda, çiftliklerde ve diğer mesleklerde çalışmak üzere 100 bin Hint işçinin işe alınacağı yönünde haberlerin duyulması ile Tayvan toplumunda tartışmalar baş gösterdi. Ufak çaplı protestolar da yaşandı ama Tayvan toplumundaki Hindistan halkına karşı duyulan önyargı ile Hint göçmen akını korkusu asıl sosyal medyada açık bir şekilde yansıdı. Bu korku öyle açıktı ki ülkeye Hint göçmen işçi sokmak demek ölüme davetiye çıkarmak demek, Tayvanlı kadınlar ve çocuklar ciddi güvenlik sorunu yaşayacak, şeklinde söylemlere tanıklık edildi.
Tayvan’ın Hint göçmen işçilere yönelik izinleri genişleteceğine dair gündeme yayılan haberler yalnızca Tayvan toplumu düzeyinde tartışma yaratmadı. Bu konu aynı zamanda Tayvan’daki siyasi partilerde de ciddi bir tartışma konusu hâline geldi. Muhalefetteki Kuomintang’ın Başkan adayı Hou Yu-ih, hükümeti Hindistan ile yapılan göç anlaşması ile ilgili ayrıntıları açıklığa kavuşturmaya çağırdı. Ancak Tayvan Çalışma Bakanı Hsu Ming-chun, ülkenin iddia edildiği gibi Hindistan’dan 100 bin işçi alma planının olmadığını açıkladı ve bu yöndeki iddiaların sahte olduğunu ve seçim kazanımları için insanların fikirlerini manipüle etmek amacı ile kötü niyetli insanlar tarafından ortaya atıldığını söyledi.
Aslında Hsu, Hint vatandaşlarının çalışmak için adaya göç etmelerine imkân veren bir anlaşma için görüşmelerin sürdüğünü kabul etmişti. Ama tam olarak kaç işçiye izin verileceği henüz bilinmiyor. Tayvan, Pekin’i yanlış bilgi pompalamakla suçlayarak toplam sayının 100 bin olacağını iddia eden raporları reddediyor. Dahası, Tayvan hükümeti ve ulusal güvenlik kurumları, Çin’in Hindistan’a yönelik sosyal medya düşmanlığının planlanmasında rol oynadığını ve Çin yanlısı çok sayıda sosyal medya hesabının göç tartışmasını körüklediğini iddia ediyor ve bunun Pekin’in Hindistan ve Tayvan’ı birbirinden uzaklaştırma çabası olduğunu ileri sürüyor.
Doğrusu Pekin’in Tayvan’daki kamuoyu anlatılarını şekillendirmek için düzenli olarak dezenformasyon kullandığı söyleniyor. Bilindiği üzere Pekin, 1949 yılından bu yana Tayvan adasını kendi topraklarının bir parçası olarak görüyor. Ve son yıllarda Pekin’in daha agresif bir dış politika benimsemesi nedeni ile Tayvan üzerindeki politik ve askeri gerilimlerin artması ile Yeni Delhi’nin Taipei ile daha yakın bir ilişki kurmaya başlaması aynı zamana denk geldi.
Demokratik İlerleme Partisi’nin adayı Tsai Ing-wen, 2016 yılında Tayvan’ın ilk kadın başkanı seçildiğinde, Başbakan Narendra Modi liderliğindeki Hindistan hükümeti, -Çin anakarasıyla bağlarını göz önünde bulundurarak- göreve başlama törenine herhangi bir resmi temsilci göndermekten kaçınmıştı. Ancak dört yıl sonra, Tsai’nin yeniden seçilmesinin ardından Yeni Delhi’nin politik bakış açısı öyle değişti ki Modi, korona virüsü salgınının dünya çapında yaygınlaştığı bir dönemde, yemin törenine katılmak üzere iki Hint milletvekilini göndermeyi uygun gördü. Ve bu, Pekin’den uluslararası topluma “tek Çin” politikasına bağlı kalmaya devam etmesi yönünde çağrılarda bulunulmasını sağladı.
Ve son dört yıldır da -2020’den bu yana- Hindistan ile Tayvan arasındaki resmi olmayan bağlar, Yeni Delhi’nin Pekin ile ilişkilerinin gergin kalmasıyla daha da güçlendi. Bu aynı zamanda Hindistan’ın diplomatlarının veya dış hizmet görevlilerinin Çince öğrenme eğitimini tamamen Çin anakarasından Tayvan’a taşıdığı yıl. Şu an Delhi-Taipei ilişkileri her zamankinden daha yakın. Narendra Modi’nin Hindistan’ın G-20 başkanlığı hakkındaki makalesinin Tayvan’ın önde gelen gazetesi Taipei Times’da yayımlanması, artan Hindistan-Tayvan dostluğunun bir belirtisi olarak gösterilirken aynı zamanda Çin’e de bir mesaj niteliğinde olduğu öne sürüldü.
Tayvan medyasında Hindistan’a giderek daha fazla yer verildiği gözle görülür bir biçimde dikkati çekiyor. Dahası, Yeni Delhi’nin her ne kadar Taipei ile resmi diplomatik ilişkileri olmasa da son zamanlarda Delhi Tayvanlı yarı iletken firmalarını kendine çekmeye çalıştı, Tayvan’ın Hindistan’daki diplomatik varlığını genişletmesine izin verdi ve aynı zamanda Uluslararası Güneş İttifakı gibi kuruluşlarda Tayvan’a daha fazla yer verdi.
İkili ticaret 2001’de 1 milyar doların biraz üzerindeyken 2021’de 7 milyar dolara yükseldi. Geçtiğimiz temmuz ayında, Tayvan’ın fiili konsolosluğu olan üçüncü bir Taipei Ekonomik ve Kültür Merkezi Mumbai’de açıldı. Yeni Delhi, adanın önde gelen yarı iletken firması Taiwan Semiconductor Manufacturing Company’i (TSMC) Hindistan’da bir üretim tesisi kurmaya teşvik etti. Ve Amerikan teknoloji devi Apple’ın elektronik bileşen tedarikçisi olan Tayvan merkezli Foxconn, geçtiğimiz günlerde Çin anakarasından uzaklaşmak için 1,6 milyar dolar değerinde yatırım yaptığını duyurdu.
Artık Hindistan yavaş yavaş çekingenliklerinden kurtuluyor ve dikkati Tayvan’a kadar uzanıyor. Ayrıca Tayvan’a karşı yalnızca Hint halkı arasında değil, aynı zamanda politik yelpazede, Hint akademisinde, düşünce kuruluşlarında ve medyada da bir iyi niyet dalgası göze çarpıyor.
Aslında Modi, Hindistan Başbakanı olmadan öncesinden Tayvan ilişkilerine yatırım yapmaya başlamıştı. 1999 yılında Bharatiya Janata Partisi’nin genel sekreteri olarak adayı ziyaret etti. 2011 yılında Hindistan’ın Gujarat devletinin başbakanı olarak Tayvanlı bir heyeti ağırladı. Ertesi yıl, Tayvanlı yetkililer Gujarat’ta devlete yabancı yatırım çekmeyi amaçlayan küresel bir konferansa katıldı. Ve 2014 yılında Modi Hindistan’ın lideri olarak yemin ettiğinde Tayvan’ın Yeni Delhi’deki temsilcisi Tien Chung-kwang da yemin törenine davet edildi. Ancak Hindistan hükümeti, 2018 ve 2019’daki “Modi-Xi gayriresmi zirveleri” sonrasında Tayvan’a karşı daha temkinli bir yaklaşım benimsedi. Yeni Delhi hem Pekin ile olan dostluğunu hem de gelişen ikili ticareti bozmak istemiyordu ki Modi’nin ezici bir zafere ulaştığı 2019’daki ikinci yemin törenine Tayvan temsilcisi davet edilmedi. Ama Çin ile 2020’de yeniden alevlenen sınır kavgası her şeyi yeniden tersine çevirdi. Yeni Delhi’nin Pekin ile ilişkileri soğudukça Taipei, Delhi’nin yenilenen samimiyetinden yararlandı.
Yeni Delhi’nin Taipei ile ilişkisi önce artan ortak ekonomik çıkarlara, sonra da politik-stratejik çıkarlara dayalı olarak mantık doğrultusunda ilerliyor. Her ne kadar Tayvan’ın diplomatik alanı daralıyor ve yalnızca bir düzine kadar ülke onu hâlâ egemen bir devlet olarak tanıyor olsa da diğer ülkeler diplomatik ve ekonomik bağları güçlendirmenin yeni yollarını buluyor ve Hindistan ise bunların arasında en önemlisi olabilir. Ancak Hindistan’da Tayvan ile politik olarak daha fazla ilgilenme zamanının geldiğine ilişkin bir farkındalık doğsa da Hindistan’ın “tek Çin” politikasına ilişkin duruşunun değişmesi pek olası değil.
Yine de doğrusu bütün bunlar Pekin için kaygı verici. Dahası, geçtiğimiz ağustos ayında, üç eski üst düzey Hint askeri yetkilinin Tayvanlı yetkililer tarafından Taipei’de düzenlenen bir güvenlik diyaloğuna katılması ile gündeme gelen Hindistan-Tayvan savunma görüşmeleri Çin’de ekstra bir kaygı yarattı. Ve bu da Pekin’e yönelik ileri sürülen dezenformasyon iddialarının doğru olabileceğine işaret ediyor. Ancak söz konusu Hindistan-Tayvan göç anlaşmasını manipüle veya sabote etmek olduğunda, bazı Tayvanlı sivil grupların da Hint göçmen akınına ilişkin kaygılarını dile getirdiğini de unutmamak gerekiyor.
İlginizi Çekebilir
-
Corc Habaş: Devrim ve direniş üzerine
-
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
Filipinler Devlet Başkanı Marcos, Güney Çin Denizi’nde hak iddia eden yasaları imzaladı
-
ABD hükümeti Intel’i kurtarmayı planlıyor
-
Çin yerel yönetimler için 1,4 milyar dolarlık borç takas programını açıkladı
GÖRÜŞ
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
Yayınlanma
1 gün önce09/11/2024
Yazar
Hasan ÜnalAmerikan seçimleri ‘beklendiği gibi’ Trump’ın galibiyetiyle sonuçlandı. Kamuoyu anketleri çoğu zaman Trump ile Kamala Harris’i kafa kafaya göstererek bir kez daha yanıldılar. Trump hem toplam oylarda hem de ‘salıncak eyaletlerde’ (swing states) başarılı bir performans sergiledi. Bu satırlar yazılırken Temsilciler Meclisi sonuçları kesinleşmemişti. Eğer orada da çoğunluğu alırlarsa Cumhuriyetçiler muazzam bir zafer elde edecekler. Başkana ilaveten Kongre’nin iki kanadı, eyalet başkanlarında ve eyalet parlamentolarında ezici çoğunluk elde etmek ancak ve ancak Trump sayesinde gerçekleşmiş olacak.
TRUMP NE YAPACAK VE NASIL YAPACAK?
Amerikan seçimlerini bu defa Rusya’nın Soçi şehrinde her yıl düzenlenen Valdai Tartışma Kulübü’nün yıllık forumunda takip ettim. Dünyanın hemen hemen her tarafından gelen akademisyen, düşünce kuruluşu mensubu ve uzmanlardan oluşan yaklaşık elli ila altmış kişilik bir grup ile Rusya’dan katılan yaklaşık yirmi ila otuz uzmanın oluşturduğu yıllık foruma her zaman olduğu gibi Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov (ikinci günü) ve Rusya Devlet başkanı Putin de katıldı (son gün kapanış oturumu). Ayrıca Başbakan Yardımcısı Novak ve Kremlin’in Personel Başkanı Oreşkin de Forum’a katılarak epeyce konuşan ve sorulara cevap verenler arasındaydılar. Geçen sene olduğu gibi, bu yıl da Putin giriş konuşması ve daha sonra sorulara verdiği cevaplarla dört saatten fazla kaldı. İnanılmaz berrak bir içerik ve üslupla lafı eveleyip gevelemeden konuştu.
İkinci defa katıldığım (4-7 Kasım) Forum’un bu defa en dikkat çeken taraflarından birisi katılımcıların hepsinin büyük bir ilgiyle Amerikan seçimlerini takip etmesiydi. Trump’ın kazanmasının kesinleşmesinin ardından katılımcılar arasında hangi ülkeden geldiklerine göre farklı yorumlara rastlamak mümkündü. Örneğin Trump’ın gelişini Rusya’dan katılanlar ve diğerleri Ukrayna savaşında şimdiye kadar Kolektif Batı’nın izlediği politikalara son vereceği beklentisiyle olumlu karşılarken, Çin’den gelen misafirler ve/veya Çin üzerine yoğunlaşanlar Vaşington ile Beijing arasında sert rüzgarlar esebileceğini düşünüyorlardı.
Orta Doğu ülkelerinden gelenler arasında da benzer görüş ayrılıkları ilk anda dikkat çekiyordu. Örneğin Orta Doğulu katılımcılardan bazıları Trump döneminde Amerika’nın Suriye ve Irak’tan çekilmesinin ciddi ihtimal olduğunu söyleyerek bir manada olumlu görüşler ileri sürerken İran’lı katılımcılar İsrail’e tam destek vermesi muhtemel bir Trump yönetimi ile İran arasında savaş ihtimalinden söz ediyorlardı.
Öte yandan Batılı katılımcılar (İngiltere, Kanada vd.) Trump’ın gelişini neoliberal ekonomik düzenin sonunun başlangıcı olarak görme eğilimindeydiler. Zengin-fakir uçurumunu feci şekilde derinleştiren ve demokrasilerin temeli sayılan orta sınıfı neredeyse ortadan kaldırmak üzere olan neoliberal ekonomi modelleri zaten Valdai toplantılarına katılan uzmanlar tarafından sert bir şekilde eleştiriliyor.
İLK DEĞERLENDİRMELER
Öncelikle Batılı katılımcıların üzerinde durduğu konu neoliberal ekonomi politikaları açısından sonun başlangıcıydı. Öyle anlaşılıyor ki, neoliberal ekonomi politikaları anavatanı Amerika’da reddedilmiş durumda. Özellikle 1980’lerden itibaren Amerika’nın sadece uygulamakla kalmadığı, aynı zamanda dünyanın hemen hemen her tarafında zorladığı neoliberal ekonomi politikaları, kamucu ve planlı kalkınma modelleri uygulayan başta Çin olmak üzere Vietnam gibi ülkeler kendi hızlı kalkınmaları için fırsata dönüştürürken başta Amerika olmak üzere gelişmiş ülkelerin çoğunda bu politikalar toplumlarda büyük kırılmalara sebep olmuştu. Bizdeki sonuçları belki de dünyanın en kötüleri arasında…
Amerika’nın bütün sistemi aşırı derecede parasallaştırması, sanayi üretiminden büyük ölçüde çıkması ve ekonomi büyürken bunun toplumun büyük bir kısmının hayatı üzerinde hiçbir olumlu etkide bulunmaması gibi sebepler Trump’ın çıkışının temel gerekçesiydi. Şimdilerde beklenen, Trump’ın söylediklerinin ne kadarını politikaya ve eyleme dönüştürüp dönüştürmeyeceği… Örneğin onlarca yıldır önce Çin ve diğer Uzak Doğu ülkelerine ve Meksika’ya sanayi ve ileri teknoloji yatırımları yapan şirketleri tekrardan Amerika’ya gelip yatırıma zorlamak mümkün olacak mı? Olmazsa Trump, kampanya sırasında söylediği gibi, başta Çin olmak üzere Amerika’ya çok büyük miktarda ihracat yapan ülkelerin mallarına yüksek gümrük vergileri koyabilecek mi? Ve bu tür tedbirlere başvururken toplumun desteğini almayı sürdürebilecek mi?
Öte yandan vergileri indirme sözü veren Trump bunu yaptığı takdirde, hızla artan bütçe açığıyla ve 35 trilyon doları geçmiş bulunan ve yıllık çevrilme faizi bir trilyon dolar civarındaki (bu miktar muhtemelen artmaya devam edecek) kamu borçlanması ile nasıl baş edecek? Acaba seçimleri kazanamaması için kendisiyle adeta bir meydan savaşına tutuşmuş olan ve kısaca Derin Devlet olarak tarif ettiğimiz yapının en önemli bileşeni olan silah şirketlerine rağmen ülkenin savunma harcamalarını ciddi ölçüde azaltma yoluna gidebilir mi? Belki… Hatta belki de yapmak zorunda…
DIŞ POLİTİKA SEÇENEKLERİ
Trump Ukrayna savaşı konusunda kendisini bağlamış durumda. ‘Başkan olsaydım bu savaşın çıkmasına izin vermezdim, yeniden seçilirsem birkaç telefon konuşmasıyla bu işi bitiririm’ sözleri hafızalarımıza kazınan Trump’ın kuzeyimizdeki savaşı sonlandırmak için ciddi adımlar atacağına şüphe yok. Karşısındaki muhalefet ise Amerikan Derin Devleti’nin başta silah şirketleri olmak üzere bütün bileşenleri ve Avrupa’daki hükümetler olacak. Derin Devlet ile kapsamlı bir mücadeleye bu defa daha hazırlıklı görünen Trump suikasta uğramaz ve iktidarını sağlamlaştırırsa Ukrayna savaşı ile ilgili söylediklerini politika haline dönüştürebilir.
Ukrayna savaşı ile ilgili olarak karşılaşacağı ikinci muhalefet Avrupa’daki çapsız hükümetler olacak gibi görünüyorlar. Rusya’nın Ukrayna’da stratejik bir yenilgiye uğratılmasını ve ardından bu koca ülkenin paramparça edilmesini isteyen Baltık ülkeleri ile eski Doğu Avrupa’nın tarihsel karın ağrılarını kendi Rusya politikaları haline çevirmiş olan Avrupa devletleri için Trump’ın seçilmiş olması kelimenin tam anlamıyla bir felaket.
Trump’a ‘Ukrayna savaşını aynen sürdürelim, sen silah-para yardımlarına devam et, biz de sana Çin politikalarında tam destek verelim hatta istersen Tayvan’ı bağımsız devlet olarak tanımaya kadar vardırabiliriz işi’ diyebilirler. Hatta demeye hazırlandıklarına dair haberler sızmaya başladı bile… Ancak böyle bir politika Trump’ın bugüne kadar söylediği her şeyin – özellikle Ukrayna konusunda – tersini yapması anlamına gelir. Öte yandan Trump Çin ile belki bir ticaret savaşına hazırlanmakta olsa da Tayvan üzerinden bir sıcak savaş daha doğrusu vekalet savaşı çıkartmak istediğine dair fazlaca bir şey bilmiyoruz.
Amerika’da toplumun çok büyük bir bölümünün gözünde adeta nefret kavramı haline gelen deniz aşırı ülkelere karşı Amerika’nın giriştiği ve çok büyük maliyetlere sebep olan savaşlara Trump’ın toptan karşı olduğunu söylemeye bile gerek yok. Dolayısıyla Trump’ın Ukrayna’daki savaşı durdurmaya odaklanırken Çin ile ticaret savaşlarına girişebileceğini ama bunun ötesinde bütün dünyayı ateşe atma riski bulunan bir vekalet savaşından uzak durma ihtimalinin daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
ORTA DOĞU SENARYOLARI
Trump’ın Suriye ve Irak’tan birinci döneminde de çekilmek istediğini; ancak Derin Devlet unsurlarının pek çok manevra ile bunu engellediğini hatta Suriye örneğinde Amerika’nın 2019 ve sonrasında Özel Temsilcisi olan Büyükelçi James Jeffrey’nin Trump’ın seçimleri kaybetmesinden sonra yaptığı açıklamada, Suriye’den çekilmiş gibi yaparak Başkan’ı aldattıklarını söylediğini biliyoruz. Trump’ın bu konudaki kararlılığından bahsetmek bile mümkün. Hatta aynı kararlılığın Irak için de söz konusu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bütün bunlar Türkiye açısından fevkalade önemli fırsatlar yaratabilir ki, bunlara önümüzdeki haftalarda gerek yazılarımızda gerekse Stratejik Pusula programlarında değineceğiz.
Trump ve İsrail konusu da şüphesiz kapsamlı analizler yapılmasını gerektiriyor. Fena halde İsrail yanlısı olacağı, İran’ın üzerine yürüyeceği veya İsrail’i İran’ın üzerine salacağı gibi tezlerin epeyce doğru tarafları olduğuna hiç şüphe yok. Öte yandan Orta Doğu’da yeni savaş çıkarmayacağını sürekli dile getiren Trump’ın İsrail’e veya pek de sevmediği Netanyahu’ya açık çek vereceğini beklemek yanıltıcı olabilir.
Çünkü özellikle birinci döneminde Derin Devlet ile giriştiği mücadelede yardım ve desteğine ihtiyaç duyduğu İsrail lobisini mutlu etmek için İran ile daha önceki dönemde yapılmış bulunan Nükleer Antlaşmadan tek taraflı olarak çekilerek anlaşmaya kadük hale getirdiğini, İran’a karşı maksimum baskı politikasına yöneldiğini biliyoruz. Ancak bütün bunlar İran ile şimdi bir savaş çıkaracağı anlamına gelmeyebilir, özellikle de çok kutuplu dünya düzeninde… Sonuçta İran ile başlatacağı bir savaşı Amerika ve/veya İsrail’in kazanma ihtimali düşük olduğuna ve İran kolay lokma olmayacağına göre Trump’ın İsrail desteğinin belirli sınırlamalara tabi tutulacağını düşünebiliriz. Bütün bunlar çok olağanüstü bir dönemin başlangıcında olduğumuzu/olacağımızı gösteriyor.
GÖRÜŞ
Trump’ın dönüşü Hindistan için hem iyi hem kötü hem de ‘öngörülemez’
Yayınlanma
3 gün önce07/11/2024
Yazar
Duygu Çağla Bayram5 Kasım’da Amerikalılar Başkan Yardımcısı Kamala Harris ile eski Başkan Donald Trump arasında seçimini yaptı, Amerika Birleşik Devletleri’nin 47. Başkanı 45. Başkan Donald Trump. Daha önceki başkanlık döneminde Trump ile iyi bir kimya yakalayan Hindistan Başbakanı Narendra Modi Trump’ı ilk tebrik edenlerden ve seçilen kişi ile telefon görüşmesi yapan ilk kişilerden biriydi.
“Bütün dünya Başbakan Modi’yi seviyor”
“Hindistan muhteşem bir ülke”
“Başbakan Modi muhteşem bir adam”
“Başbakan Modi ve Hindistan gerçek bir dost”
Trump telefon görüşmesinde Başbakan Modi’ye bunları söyledi…
Trump’ın yeniden göreve gelmesi ile Amerika-Hindistan ilişkileri —çoğunlukla ticaret tarafında— bazı sarsıntılar ile karşılaşabilir, ancak Trump ve Modi arasındaki kimya ve politik/ideolojik yakınlaşmalar istikrar sağlayıcı da olabilir ki diplomaside kişisel ilişkiler önemlidir. Modi’nin geçmişte de kendisini öven Trump ile oldukça iyi bir ilişkisi var ve bu, önümüzdeki 4 yıl boyunca Hindistan-Amerika ilişkilerinin istikrarlı kalmasına yardımcı olabilir.
Donald Trump 2024 seçimlerinde Harris’i yenerek Ocak 2025’te yeniden Amerika Başkanı olarak Başkan Joe Biden’dan görevi devralmaya hazırlanırken gelin biz de Trump’ın geri dönüşünün Hindistan için hem iyi hem de kötü yönlerini masaya yatıralım ve genel bir Asya değerlendirmesi yapalım ve sonra tekrar Hindistan’a dönelim:
Şimdi kötüden başlayalım:
Ticaret söz konusu olduğunda Trump Hindistan için bir kaygı kaynağı: Ticarette istikrar önemli çünkü Hindistan-Amerika ticareti yaklaşık 200 milyar dolar. Trump Hindistan’ı ticaret sisteminin büyük bir “istismarcısı” olarak görüyor, Amerikan ithalatına uygulanan yüksek Hint tarifelerinden hoşlanmıyor, bu da Amerika iş dünyasına dezavantaj sağlıyor ve Trump Amerika’ya gelen tüm ithal mallara yüzde 20 oranında gümrük vergisi uygulanmasını istiyor ANCAK Bazı Hint ekonomistler Trump’ın tarifelerinin uygulanması halinde Hindistan’ın GSYİH’sının 2028 yılına kadar yüzde 0,1 oranında küçülebileceği tahmininde bulunuyor.
Trump ayrıca Çin mallarına yüzde 60 oranında bir tarife de öneriyor ki bu da istikrarsızlaştırıcı bir küresel ticaret savaşını tetikleyebilir ve Hindistan bundan kaçınmayı tercih eder.
Bir de son birkaç yıldır Biden yönetimi Hindistan’ın yarı iletkenler ve diğer ileri teknoloji alanlarında temel üretim yeteneklerini geliştirmesine yardımcı olmayı destekliyor ancak Trump’ın bu öncelikleri aynı şekilde destekleyip desteklemeyeceği de henüz belli değil.
Bu arada özellikle Hindistan’da Trump’ın “işlemsel doğasında” olumlu yönler görme eğilimi çok, ancak Trump’ın derin korumacı içgüdüleri ve Amerika-Çin ilişkilerindeki olası çalkantılar özellikle ekonomileri ticarete bağımlı Asya’daki pek çok devlet için zorluk anlamına gelebilir…
Bir başka “kötü” de göç konusu:
Milyonlarca Hint çalışma vizesi ile Amerika’da. Ve Amerika’nın göçmenlik sisteminin sorunları var: H1B çalışma vizelerini almak zor ve genellikle çok esnek değil, ayrıca çok sayıda Hint kendilerine daimi ikamet statüsü veren Yeşil Kart almak için beklemek zorunda. Ve Şimdi Trump Hint göçmenler için aslında bir sorun: H1B’yi Amerikan refahının “hırsızlığı” olarak nitelendirmişti ve Başkan olarak yabancı işçilerin H1B çalışma vizesine erişimini kısıtlamıştı. Trump şimdi tutumunu biraz değiştirmiş ve göçü kolaylaştırmanın sinyallerini vermiş gibi görünse de bazen gerçeği deneyimlemeden asla bilemezsiniz… Trump’ın “öngörülemez” bir doğası da var çünkü…
O zaman buradan bir başka “kötüye” geçelim: öngörülemezlik:
Doğrusu Trump son derece öngörülemez bir figür. Bunun Hindistan açısından iki önemli örneği var: Keşmir konusunda Hindistan ve Pakistan arasında arabuluculuk yapmayı teklif etti ki Hindistan bundan hoşlanmadı. Amerika birliklerini Afganistan’dan çekmek için Taliban ile bir anlaşma yaptı ve bu Hindistan’ın çıkarlarına aykırıydı.
Trump’ın ayrıca Japonya ve Güney Kore dahil olmak üzere ya da başta olmak üzere Amerika’nın müttefikleri ile kavga etme alışkanlığı da var.
Ayrıca Tayvan’ı Çin “saldırganlığına” karşı savunup savunmayacağı da belirsizliğini koruyor.
Bu, Amerika’nın Asya’daki ittifaklarını zayıflatabilir ve bu da yalnızca Çin’in konumunu güçlendirecektir. Bu da aslında Hindistan’ın çıkarına değil…
Şimdi de Trump’ın Hindistan’a yönelik politikalarına iyi taraftan bakalım:
Trump her zaman Hindistan-Amerika arasında güçlü bir ilişki kurulmasını çok daha baskın ve net bir biçimde savundu. Başkan olarak Hindistan ile büyük savunma anlaşmaları imzaladı ve Quad gibi grupların yeniden canlanmasına yardımcı oldu. Ayrıca Çin konusunda da güçlü bir tutum sergiledi ki bu Hindistan için bir açıdan iyi oldu ve muhtemelen bu tutumunu sürdürecektir.
Trump Rusya için de iyi haber olabilir. Ukrayna savaşının başladığı 2022’den bu yana Hindistan’ın tarafsız duruşu ve Rusya ile bağları Batı ile gerginlik yarattı. Ancak Trump’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile de bağları var ki Bu, Rusya ile ilişki kurma olasılığının daha yüksek olduğu anlamına geliyor. Trump ayrıca Ukrayna’daki savaşın da hızlı bir şekilde sona ermesini istiyor – Hindistan gibi. Yani Trump’ın Moskova ile bağları Rusya ile yakın bağları nedeni ile Hindistan üzerinde Batı baskısının azalması anlamına gelebilir. Bütün bunlar Yeni Delhi’de memnuniyetle karşılanacaktır. Ancak bu anlama gelmeyebilir de…
Olumlu başka bir nokta, Hindistan Amerikalı liderlerin demokrasi ve dini özgürlükler üzerine verdiği derslerden sıklıkla rahatsız oluyor, ancak Trump’ta bunun pek az örneği var. Başkan olarak Hindistan’daki iç politika hakkında pek bir şey söylemedi (örneğin, 2019’da Keşmir’de 370. maddenin kaldırılması söz konusu olduğunda)…
Trump’ın temsil ettiği Cumhuriyetçilere karşı rakibi Harris’in temsil ettiği Demokratlar genellikle insan hakları ve dini azınlıklar ile ilgili sorunlara ilişkin Hindistan’ın iç siyasetine müdahale etmeleri ile tanınırlar.
Hindistan’ın Bangladeş konusunda da Biden-Harris yönetimi ile sorunları vardı: Doğrusu Amerika’nın Sheikh Hasina hükümetinin düşmesine yönelik yaklaşımı Hindistan’ın çıkarlarına karşı duyarsızdı.
Gelelim Khalistan davasına: Bu bence olumsuz bir nokta… (Khalistan davasını gelecek yazıda işleyeceğiz…)
(Amerika’da – Hindistan’ın sorumlu tutulduğu – başarısız suikast girişimine uğrayan Khalistan / Sih ayrılıkçılık hareketi liderlerinden) Gurpatwant Pannun davası Hindistan’ın Batı ülkelerindeki Khalistan yanlısı gruplar hakkındaki kaygılarını artırdı. Ve Hindistan’daki pek çok kişi Trump’ın Hindistan’daki hak sorunları konusunda bu kadar yaygara çıkarmayacağını düşünüyor. Genel olarak doğru ama yönetiminin kiralık katil iddiasını yumuşatacağı akla pek yatkın gelmiyor. Dolayısıyla Amerika topraklarında ve doğduğu şehirde bu kadar ciddi bir olay ikili bir gerginlik noktası olmaya devam edecektir.
Sonuç olarak Hindistan-Amerika ilişkileri altın çağına girmek üzere mi? Hayır. Bu, “duyarsız karşılıklılıkların” altın çağı da olabilir… Belki de Hindistan çok taraflılık oynamak için daha az alana sahip olacak Belki de Amerika ve Çin arasında çok daha zorlu bir denge rotasında yürümek zorunda kalacak.
Dış politikada Trump’ın ticaret savaşlarını sevdiğini, gerçek savaşlardan pek hoşlanmadığını ve sıfır toplamlı bir dünya görüşüne sahip olduğunu biliyoruz. Yönetim yaklaşımı kaotik ve belirsizliği/öngörülemezliği kendi yöntemi olarak benimsiyor. Trump’ın yeniden seçilmesi daha çekişmeli, daha kaotik ve çok kutuplu – çok merkezli bir dünyaya doğru geçişin sembolü olarak da görülebilir ve muhtemelen bu yönde geçişi de hızlandıracaktır. Acaba Trump’ın yeniden seçilmesi Amerika’nın bir süper güç olarak zirve noktasına ulaştığının bir semptomu olarak görülebilir mi? Bilirsiniz, zirveyi görmek çoğu zaman düşüşün habercisidir. Ve içe dönüşün bir semptomu mu acaba? Belki de yapılacak en iyi şey Amerika’nın içe dönüşü yoğunlaştıkça Amerika’ya bel bağlamaktan daha çok istenilen dünya için ne tür bedellerin ödenebileceğini dikkatlice hesaplamak olacaktır. Bu noktada Amerikan stratejisinin bir merkez olarak kabul edilmesinden çok bir değer olarak sorgulanmasına yönelik bir geçiş işbirliği eğilimlerini hızlandırabilir, Amerika’nın kendi müttefikleri başta olmak üzere özellikle Asya ülkelerinde ortaklıkların güçlendiği ve derinleştiği görülebilir, beklenmedik stratejik uzaklaşmalar da görülebilir örneğin Amerikan köprüsüne gereksinim duyan Japonya ile Güney Kore…
Bu, Putin’e verdiği destek nedeni ile Hindistan üzerinde bir baskı anlamına da gelebilir… Ayrıca Trump yönetimi ticaret ve göç konularında daha sıkı pazarlıklar yapabilir.
Genel olarak konuşursak Amerika’nın Güney Asya’daki politikasının devamlılığı beklenebilir. Bunun büyük bir nedeni Amerika Hint-Pasifik politikasının artık Asya genelinde Amerika politikasını yönlendirmesi. Özellikle belirli ülkelere yönelik yaklaşımlar açısından mevcut politikadan elbette sapmalar olacak çünkü öyle ya da böyle yeni bir başkan olacak ancak daha geniş bölgesel yaklaşımın değişmesi pek olası görünmüyor. Yani Trump büyük olasılıkla Hint-Pasifik stratejisini sürdürecektir.
Trump’ın alışılmışın dışında düşünme ve işlemsel yaklaşımı dikkate alınırsa, Hindistan genelde Trump’ın Hint-Pasifik bölgesine yaklaşımını dikkatle gözlemleyecektir. Özelde de Çin ve İran’a yönelik politikalarını dikkatle izliyor olacak. İran Hindistan’ın Avrasya’daki bağlantı girişimleri açısından kritik öneme sahip.
Ve Çin ile istikrar istiyor…
İstikrarlı bir ilişkinin her iki ülke için de değeri var: Hindistan’ın, Çin’in 1. kuşakta üçüncü dünya ülkesinden küresel bir güç merkezine nasıl dönüştüğünün teknolojik bilgisine, ölçeğine ve uzmanlığına ihtiyacı var; Çin’in ise tüketimi artırmak için devasa bir pazar olan Hindistan’a ihtiyacı var. Ki Jeopolitikte dostlar ya da düşmanlar yoktur, yalnızca çıkarlar vardır. Ancak kaybedilen güvenin de geri kazanılması güven fıtratında yoktur… (1962 savaşı nedeni ile Hindistan asla Çin’e güvenmez – bir de Hindistan’a göre Çin’in saldırgan ve yayılmacı mantalitesi de dikkate alınırsa – bu nedenle istikrar da barış da koşullu olacaktır…)
GÖRÜŞ
Rusya-Ukrayna Savaşında Kuzey Kore’nin askeri hamlesinin etkileri
Yayınlanma
4 gün önce06/11/2024
Yazar
Merve Suna Özel Özcan2022 Şubat ayında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı, başlangıçta bölgesel bir çatışma olarak görülse de hızla genişleyen bir etki alanına sahip olmuştur. Her ne kadar doğrudan savaşan taraflar Rusya ve Ukrayna olsa da, bu savaşta giderek çeşitlenen aktörler devreye girmiştir. Özellikle Batı’nın Ukrayna’ya verdiği desteğin artması karşısında, Rusya da kendisini mevcut izolasyon politikalarından sıyırmak amacıyla adımlar atmakta ve bu çabalar askeri hamlelerle birleşmektedir. Böylece karşımıza farklı bir reel politika tablosu çıkmaktadır. Bu yeni süreçte, savaşın doğası gereği yayılmacı özellikleri kendini göstermeye başlamıştır. Rusya, 2022 Şubat ayında özel askeri operasyon olarak başlattığı bu savaşta, Ukrayna’nın doğusunda Neo-Nazi grupların varlığına ve NATO’nun sürekli olarak genişleme çabalarına karşı tehdit algısı ile hareket etmiştir. Ancak süreç, mevcut reel politiğin Soğuk Savaş yaklaşımlarını yansıtır biçimde yeniden şekillenmesine yol açmıştır. Sonuç olarak, savaşın yarattığı gerçeklik, ittifaklar ve yeni aktörlerle birlikte sürekli bir yayılma ve genişleme eğilimini de beraberinde getirmiştir.
Bu bağlamda, en dikkat çekici gelişmelerden biri, Kuzey Kore ile Rusya arasındaki askeri işbirliğidir. Kuzey Kore askerlerinin Rusya ve Ukrayna topraklarında Rusya tarafında savaşacağına dair haberler medyada hızla yer bulmuştur. İlk etapta Rusya ve Kuzey Kore bu iddiaları açıkça doğrulamasalar veya reddetmeseler de, saha gerçekleri bu işbirliğinin varlığını işaret etmektedir. Kuzey Kore askerleri savaş alanına dâhil olmuş görünmektedir. Bu çalışmada, Kuzey Kore’nin bu hamlelerinin hem bölgesel hem de küresel etkileri ele alınacaktır. Kuzey Kore’nin bu askeri desteği, yalnızca Rusya-Kuzey Kore ilişkileri bağlamında değil, aynı zamanda Kuzey Kore’nin uluslararası sistemdeki konumu açısından da önemli değişimleri beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla, bu adımı yalnızca savaş odaklı bir perspektiften incelemek sınırlı bir değerlendirme sunacaktır. Kuzey Kore’nin bu hamlesini, ülkenin küresel ve bölgesel sahnede aldığı yeni pozisyon açısından yorumlamak ve değerlendirmek gerekmektedir.
Kuzey Kore-Rusya ilişkilerinde ‘en yakın yoldaş” dönemi
Rusya-Ukrayna Savaşı’nda gerilimin artmasıyla birlikte yeni ittifak arayışlarına giren Vladimir Putin, 2023 itibarıyla Soğuk Savaş döneminin en dikkat çekici müttefiklerinden biri olan Kuzey Kore ile ilişkilerine ağırlık vermiştir. 1948 yılında Sovyetler Birliği Kuzey Kore’yi tanıyan ilk ülke olmuş ve bu dönemde Kore Savaşında da Kuzey Kore’yi desteklemiştir Soğuk Savaş sonrasında da iki ülke arasındaki ilişkiler, geçmişte doğrudan bir kopma ya da uzaklaşma yaşamamış olsa da, 1990’lar her iki ülke için de bir geçiş dönemi olmuştur. Bu açıdan 2000 sonrası dönem Rus Dış Politikasında Putin etkinin görüldüğü bir süreçte dış politikada aktif bir dönemi beraberinde getirmişti. Hatta Vladimir Putin 2000 yılında Pyongyang’da Kim Jong-il’i ziyaret etti. Kuzey Kore ilişkiler de bu yeni sürecin bir parçası olmuştur. Esas gelişim ise şüphesiz Ukrayna Savası ile kendini gösterir. 2023 itibari ile iki ülke arasında güçlü bir müttefik bağ kurulmuş oldu özellikle geçtiğimiz yıl iki liderin Vostochny Cosmodrome’daki buluşması, küresel güvenlik dinamikleri ve Ukrayna savaşının gidişatı üzerindeki etkisi açısından önemli idi. Çünkü bu görüşme ile iki ülkenin yaptırımlar karşısında dostluğu pekişirken aynı zamanda kazan kazan üzerinden yeni bir politika şekillendi. Öyle ki bu ziyaret esnasında Kuzey Kore lideri Kim Jong Un, onur konuklarının yer aldığı deftere “Uzay fatihlerinin ülkesi olarak Rusya’nın şanı asla sönmeyecek” yazdı.[1] Elbette buradaki temel vurgu 1957’de Sputnik uydusunun fırlatılması ve 1961’de Yuri Gagarin’in uzaya çıkan ilk insan olması gibi önemli olaylara atıf idi. Ama aynı zamanda Rusya’dan kazanılacak yeni teknolojik bilgilerin de bir ifadesi idi. Peki, ama buradaki temel konu ne idi?
Bilindiği üzere, Rusya’ya uygulanan Batı yaptırımları kapsamında Rusya şu an uluslararası sistemde izole edilmiş bir konumda. Bu, Rusya’nın birçok hammaddeye ve aynı zamanda teknolojik ürüne erişimde sorun yaşadığı anlamına geliyor. Bu zorlukları aşmak için alternatif ittifakların devreye girmesi kaçınılmazdı ve Kuzey Kore bu noktada önemli bir aktör olarak devreye girdi. Kuzey Kore, Rus ordusu için Ukrayna’da kullanılmak üzere top mermisi ve benzeri askeri ürünlerin üretim merkezi haline geldi. Benzer şekilde, kazan-kazan politikası Kuzey Kore için de geçerli. Kuzey Kore’de kıtlık, en önemli sorunlardan biri olarak dikkat çekiyor. Ülkede var olan diktatörlük ve Batı yaptırımları, halkın büyük ekonomik sıkıntılar ve gıda güvenliği sorunları yaşamasına neden oluyor. Bu noktada Rusya, Kuzey Kore’ye büyük bir destek sağlayarak bu sorunların çözümüne katkıda bulunuyor. ABD’ye göre, Kuzey Kore, Rusya’ya askeri mühimmat içeren 16.000’den fazla nakliye konteyneri gönderiyor.[2] Buna karşılık, Rusya da Kuzey Kore’ye teknoloji ve askeri yardımın yanı sıra tonlarca tahıl sağlıyor.[3] Sonuç olarak, bu işbirliği Putin’in 72. yaş gününde derinleşmiş bir dostluğun yansıması oldu. Kim Jong-un, Putin’in yeni yaşını “en yakın yoldaş” olarak kutladı. Yaptırımların getirdiği bu yoldaşlık, iki ülkenin dayanışmasını güçlendiren bir etki yarattı.
Asker, savaş ve para
Rusya- Ukrayna savasında gelinen nokta savaşın uzayan gerçekliklerinin sahada kendini göstermesi ile okunmakta. Özellikle asker yetersizliği yaşayan Ukrayna karşısında Rusya’nın da sınırsız bir askeri personeli olmadığı unutulmamalı. Ancak Rusya mutlak suretle bu durumu paralı. Askerler ya da mahkumlar[4] ile karşılamaya çalışmakta idi keza mahkumların savaş alanına yollanması politikası Ukrayna tarafından da uygulanmakta.[5] Nitekim askeri anlamda tarafların karşılaştığı. En büyük problem insan kaynağının az olması. Bu açıdan Rusya bu soruna yeni bir çözüm bulmuş gibi görülmekte. Kuzey Kore ile gerçekleşen askeri iş birliği ve stratejik ortaklık kapsamında Rusya’ya Kuzey Kore’den asker gönderilmesi.
Konuya dair bir süredir basında Kuzey Koreli askerlerin Rusya tarafında yer aldığı. Savaş alanında görüldüklerine dair haberler yer alıyordu, ancak resmi kaynaklardan doğrulama gelmemişti. Bu durumda her iki aktör içinde sürecin nasıl olacağından ziyade aslında bölgesel ve küresel etkileri düşünülmeli. Bunun en büyük nedeni savaşın yayılmacı doğasına bağlıdır. Kuzey Kore’nin Rusya’da 10 bin civarı askeri olduğu ve eğitim aldıkları yönündeki haberleri Savunma Bakanı Lloyd J. Austin tarafından da dile getirildi. Austin konuya dair , bölgede Kuzey Kore askerlerinin yaklaşık 8.000’inin şu anda Kursk Oblast’ında olduğunu bildiklerini ancak bu askerlerin Ukrayna güçlerine karşı çatışmaya henüz girmediklerini belirtti. [6] Ancak bu çatışmanın olmayacağını ifade etmiyor. Olası bir savaş durumunda ise Kuzey Kore karşısında Güney Kore üzerinden yeni bir çatışma alanı başlaması muhtemel. Bunun en önemli nedeniyse hafta başında yapılan ABD li yetkilerini açıklamalarının yanı sıra Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Güney Kore Dışişleri Bakanı Cho Tae-yul ve Ulusal Savunma Bakanı Kim Yong-hyun bir araya geldiği görüşmede ABD ile Güney Kore arasındaki sağlam ittifaktan bahsetmeleri. Yani olası bir yeni gelişme bölgede bulunan ABD askerlerinin de dail olduğu yeni bir Kore Savaşı başlatabilir mis sorusu akıllara gelmekte.
Aslında, Rusya’nın Kuzey Kore ile ilişkilerinden ve savaş sürecinden kazancı bellidir: asker ve mühimmat. Ancak Kuzey Kore’nin bu savaştan kazancı ne olacaktır? Sadece Güney Kore ile savaş ihtimalini artırmak mı? Burada en önemli konu, Kuzey Kore’nin Rusya ile yaptırımlar karşısında kader ortaklığı yapmasının yanı sıra Batı karşıtı söylemlerle karşılıklı ticareti ve teknoloji paylaşımını artırmaktır. Sonuç olarak, Kuzey Kore Rusya’ya asker ve mühimmat sağlarken, Rusya da Kuzey Kore’ye nükleer teknoloji gibi alanlarda yardım edebilecek bir güç konumundadır. Ayrıca, Kuzey Kore’nin enerji ihtiyacını ve özellikle tahıl tedarikini karşılamak da önemlidir. Ülkede kıtlık, en önemli sorunlardan biri olmaya devam etmekte ve Kuzey Kore asker karşılığında uluslararası alanda ihtiyacı olan en temel konuları Rusya aracılığı ile sağlayacaktır. Ancak bunun Batı nezdinde getirisi bölgesel anlamda yeni bir çatışma alanı riskini de artırmaktadır.
[1] https://tass.com/world/1674125
[2] https://tr.euronews.com/2024/10/08/kuzey-kore-lideri-kim-jong-un-en-yakin-yoldasi-putinin-dogum-gununu-kutladi
[3] https://mil.in.ua/en/news/hundreds-of-thousands-of-tons-of-grain-technology-and-military-assistance-russia-s-payment-for-aid-from-north-korea/
[4] https://www.bbc.com/news/world-europe-68140873
[5] https://edition.cnn.com/2024/09/11/europe/pokrovsk-ukraine-prisoners-enlist-soldiers-intl-cmd/index.html
[6] https://www.defense.gov/News/News-Stories/Article/article/3953130/north-korean-soldiers-likely-to-enter-russian-war-on-ukraine/
Trafik lambası koalisyonunun elde patlayışının üç aşaması
Corc Habaş: Devrim ve direniş üzerine
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
Filipinler Devlet Başkanı Marcos, Güney Çin Denizi’nde hak iddia eden yasaları imzaladı
Çok Okunanlar
-
AMERİKA5 gün önce
ABD seçimlerinde “üçüncü aday”: Jill Stein
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
İran: Sol el Araplarla kucaklaşmaya devam ederken, sağ el İsrail’le çatışıyor
-
GÖRÜŞ4 gün önce
Rusya-Ukrayna Savaşında Kuzey Kore’nin askeri hamlesinin etkileri
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Son düzlükte Demokratlar panikte… Trump gerçekten önde mi?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trumpizmin sınıfsal kökenleri sanıldığından daha karmaşık
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Amerikan düşünce kuruluşu CSIS’e göre Yahya Sinvar’ın ölümü ne anlama geliyor?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Foreign Policy: Netanyahu Trump’ı destekliyor, ancak pişman olabilir
-
AVRUPA3 gün önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?