Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Yeni dünya ekonomisi: Milliyetçi kapitalizm, neoliberal kapitalizme karşı

Yayınlanma

Çevirmenin notu: 2022 senesi Batı ile dünyanın en büyük emtia tedarikçisi Rusya arasında köprülerin kalmadığını iyiden iyiye gösterdi. Fakat Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin önemli bir bölümü, Batı’nın yaptırım politikalarına riayet etmeyerek Rusya ve Çin ile ticareti sürdürüyor. Diğer yandan ABD’nin hegemonyasının zayıflama dönemine girdiği artık aşikâr. Ve “BRICS” çatısı altında toplanan ve bu çatıya girme niyetinde olan ülkelerin varlığı, ABD’nin son bir asırdaki en sadık müttefiklerinin Çin ile ilişkiler geliştirmesi, bir şeylerin değişmekte olduğunu gösteriyor. Marksist iktisatçı Richard D Wolff yorumlamış.


Oluşan yeni dünya ekonomisi

Richard D Wolff — Asia Times

16 Nisan 2023

BRICS grubu yeni dünya düzeninin çekirdeğini oluşturabilir, ancak gelecek henüz tayin edilmiş değil.

Ortaya çıkan yeni, solmakta olan eskiyi her zaman hem korkutur hem de ona ilham verir. Tarih, zıtların bu birlikteliğinin çıktısıdır. Yeni olanın keskin kenarlı reddi, coşkulu kutlamalarla karşı karşıya gelir.

Bu hakikatin acı inkârları artarken bile eski olan bir kenara itiliyor. Oluşan yeni dünya ekonomisi tam da bu tür çelişkiler sergiliyor.

Dört önemli gelişme bunları örnekleyebilir ve etkileşimlerinin altını çizebilir.

Ekonomik milliyetçiliğe geçiş

Birincisi, neoliberal küreselleşme paradigması artık eskidi. Ekonomik milliyetçilik ise yeni.

Bu, önceki tutumlarınızın bir kez daha tersine dönmesi. Meşhur kâr güdüsüyle hareket eden kapitalizm, eski merkezlerinde (Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya) emek gücünün çok daha ucuz olduğu, pazarların daha hızlı büyüdüğü, ekolojik kısıtlamaların zayıf olduğu ya da hiç olmadığı ve hükümetlerin hızlı sermaye birikimini daha iyi kolaylaştırdığı başka yerlere giderek daha fazla yatırım yaptı.

Bu yatırımlar kapitalizmin eski merkezlerine büyük kârlar getirdi, borsaları patladı ve böylece gelir ve servet eşitsizlikleri (en zenginler menkul kıymetlerin büyük kısmına sahip olduğu için) büyüdü.

1960’lardan sonra hızla kapitalizmin yeni merkezleri (Çin, Hindistan ve Brezilya) haline gelen ülkelerde ortaya çıkan ekonomik büyüme daha da hızlıydı. Bu büyüme, eski merkezlerden taşınan sermayeyle daha da arttı.

Kapitalizmin dinamiği daha önce üretim merkezini Britanya’dan Avrupa kıtasına, oradan da Kuzey Amerika ve Japonya’ya taşımıştı. Aynı kâr odaklı dinamik, 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başında onu Asya anakarasına ve ötesine taşıdı.

Neoliberal küreselleşme teoride ve pratikte kapitalizmin bu yer değiştirmesini hem yansıttı hem de meşrulaştırdı. Dünya çapında hem özel hem de kamuya ait/işletilen işletmelere getirilen kâr ve büyümeyi kutladı.

Küreselleşmenin diğer yönlerini küçümsedi ya da görmezden geldi: (1) çoğu ülkede artan gelir ve servet eşitsizlikleri; (2) üretimin kapitalizmin eski merkezlerinden yeni merkezlerine kayması ve (3) yeni merkezlerdeki üretim ve pazarların eski merkezlere göre daha hızlı büyümesi.

Bu değişimler eski merkezlerin toplumlarını sarstı. İyi işler giderek kapitalizmin yeni merkezlerine kaydıkça buralardaki orta sınıflar zayıfladı ve ufaldı.

Eski merkezlerin işveren sınıfları güçlerini ve zenginliklerini sosyal konumlarını korumak için kullandılar. Aslında, yeni merkezlerden gelen büyük kârları toplayarak daha da zenginleştiler.

Ancak neoliberal küreselleşme, kapitalizmin eski merkezlerindeki çoğu çalışan için felaket oldu. Bu sonuncularda işveren sınıfı sadece artan kârlara el koymakla kalmadı, aynı zamanda kapitalizmin eski merkezlerindeki gerilemenin maliyetini de çalışanların sırtına yükledi.

İş dünyası ve zenginlere vergi indirimleri, [göçün de etkisiyle] durgun ya da azalan reel ücretler, kamu hizmetlerinin “kemer sıkma” politikalarıyla azaltılması ve altyapının ihmal edilmesi eşitsizliğin artmasına neden oldu.

Kapitalist Batı’daki işçi sınıfları, neoliberal küreselleşmenin kendileri için de en iyi politika olduğu yanılgısının şokunu yaşadılar. Fransa ve Yunanistan’daki kitlesel ayaklanmalar ve Küresel Güney’deki sol siyasi değişimler gibi ABD genelinde de yükselen işçi militanlığı, neoliberal küreselleşmenin ve onun siyasi ve ideolojik liderlerinin reddedilmesini gerektiriyor.

Bunun da ötesinde, kapitalizmin kendisi sarsılıyor, sorgulanıyor ve meydan okumaya maruz kalıyor. Statükonun aksini iddia etme çabalarına rağmen yeni yollarla kapitalizmin ötesine geçme projeleri yeniden tarihsel ajandada.

Kamu gücünün genişletilmesi

İkinci olarak, son on yıllarda neoliberal küreselleşmenin şiddetlenen sorunları kapitalizmi ayarlamalar yapmaya zorladı. Neoliberal küreselleşme kapitalizmin eski merkezlerinde kitle desteğini kaybettikçe, devletler kapitalist sistemi sürdürmek için yetkilerini artırdı ve ekonomiye daha fazla müdahalede bulundu.

Kısacası, ekonomik milliyetçilik neoliberalizmin yerini almak üzere yükseldi. Eski laissez-faire ideolojisi ve politikaları yerine, milliyetçi kapitalizm devletin genişleyen gücünü rasyonalize etti.

Kapitalizmin yeni merkezlerinde, artan devlet gücü, eski merkezleri belirgin biçimde aşan bir iktisadi kalkınma yarattı. Yeni merkezlerin reçetesi, (tekil şahısların sahip olduğu ve işlettiği) büyük bir özel girişim sektörünün, devletin sahip olduğu ve memurları tarafından işletilen büyük bir kamu işletmesi sektörüyle bir arada var olduğu bir sistem yaratmaktı.

Çoğunlukla özel kapitalist bir sistem (ABD veya Britanya’daki gibi) veya çoğunlukla devlet kapitalizmi sistemi (SSCB’deki gibi) yerine Çin ve Hindistan gibi yerler melezler üretti. Güçlü yerel hükümetler, iktisadi büyümeyi en üst düzeye çıkarmak için büyük özel ve kamu sektörlerini bir arada yönetti.

Hem özel hem de kamu işletmeleri ve bunların bir arada varoluşu “kapitalist” etiketini hak ediyor. Zira her ikisi de işverenler ve çalışanlar arasındaki ilişki etrafında örgütleniyor. Hem özel hem de kamu işletmelerinde/sistemlerinde, dar bir işveren azınlığı büyük bir çalışan çoğunluğuna hükmediyor ve onu kontrol ediyor.

Ne de olsa kölelik de çoğu zaman efendi-köle ilişkisini tanımlayan özel ve kamu işletmelerinin bir arada var olduğunu gösteriyordu. Benzer şekilde feodalizmde de aynı efendi-serf ilişkisine sahip özel ve kamu işletmeleri vardı.

Kapitalizm, aynı işveren-işçi ilişkisi etrafında örgütlenmiş özel ve kamu işletmelerini bir arada gösterdiğinde ortadan kalkmaz. Dolayısıyla devlet kapitalizmini sosyalizm ile karıştırmıyoruz.

İkincisinde, kapitalist olmayan farklı bir iktisadi sistem, işyerlerinin işveren-işçi örgütlenmesini, işçi kooperatiflerinde olduğu gibi demokratik bir işyeri topluluğu örgütlenmesi lehine değiştirir. Bu anlamda sosyalizme geçiş, günümüzde yeni bir dünya ekonomisinin oluşumuna dair kargaşanın da muhtemel bir sonucu.

Çin’deki kamu-özel sektör melezi, son 30 yıldır devam eden, dikkat çekici derecede yüksek ve kalıcı GSYİH ve reel ücret büyüme oranlarına ulaştı. Bu başarı, her yerdeki ekonomik milliyetçilikleri bu melezi bir model olarak benimsemeleri yönünde derinden etkiliyor.

ABD’de bile Çin ile rekabet, büyük çaplı devlet müdahaleleri için bir bahane haline geldi. İç vergileri artıran gümrük vergisi savaşları, aksi takdirde laissez-faire ideolojisini vaaz eden politikacılar tarafından coşkuyla desteklenebilir.

Aynı durum, devlet tarafından yürütülen ticaret savaşları, devletin belirli şirketleri cezalandırmak ya da yasaklamak üzere hedef alması, Çin karşıtı pek çok ekonomik oyun gibi tüm sektörlere verilen devlet teşvikleri için de geçerli.

İmparatorluğun çöküşü

Üçüncüsü, son on yıllarda ABD imparatorluğu zirveye ulaştı ve gerilemeye başladı. Dolayısıyla diğer tüm imparatorlukların (Yunan, Roma, Pers ve İngiliz) klasik doğum, gelişim, gerileme ve ölüm modelini izliyor.

ABD imparatorluğu geçen yüzyılda ve özellikle de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Britanya İmparatorluğu’ndan doğmuş ve onun yerini almıştı. Daha önce, 1776’da ve 1812’de Britanya İmparatorluğu, bağımsız ABD kapitalizminin gelişmesini engellemek ya da durdurmak için askeri girişimlerde bulunmuş ve başarısız olmuştu.

Bu başarısızlıkların ardından Britanya, ABD ile ilişkilerinde farklı bir yol izledi. Sömürgelerindeki çok sayıda savaşın ve 19. ve 20. yüzyıllar boyunca birbiriyle rekabet eden sömürgeciliklerin ardından Britanya’nın imparatorluğu artık yok.

Asıl soru, ABD’nin Britanya’nın emperyal gerilemesinden önemli bir ders çıkarıp çıkarmadığı, hatta çıkarıp çıkaramayacağı. Yoksa durmaksızın gerileyen küresel hegemonik konumunu korumak için askeri araçları her zamankinden daha umutsuz ve tehlikeli bir şekilde denemeye devam mı edecek?

Sonuçta ABD’nin Kore, Vietnam, Afganistan ve Irak savaşlarının tamamı kaybedildi. Çin artık Ortadoğu’daki başlıca barış gücü olarak ABD’nin yerini aldı. ABD dolarının en üstün küresel para birimi olarak günleri sayılı. ABD’nin yüksek teknoloji endüstrilerindeki üstünlüğü artık Çin’in yüksek teknoloji endüstrileriyle paylaşılmalı.

Apple’ın Tim Cook’u gibi ABD’nin önde gelen şirket CEO’ları ve ABD Ticaret Odası bile ABD ile Çin arasında daha fazla ticaret ve yatırım akışından kâr elde etmek istiyor. Joe Biden yönetiminin Çin’e yönelik artan siyasi odaklı düşmanlıklarına dehşetle bakıyorlar.

Gelecek ne getirecek?

Dördüncü olarak, ABD imparatorluğunun gerilemesi, gerileme derinleşirken bir sonraki adımın ne olacağı sorusunu gündeme getiriyor.

Çin yükselen yeni hegemon mu? ABD’nin Britanya’dan devraldığı gibi imparatorluğu ABD’den mi devralacak? Yoksa çok uluslu yeni bir dünya düzeni mi ortaya çıkacak ve yeni bir dünya ekonomisini mi şekillendirecek?

En ilginç ve belki de en olası ihtimal, Çin ve BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) uluslar grubunun yeni bir dünya ekonomisinin inşasını ve sürdürülmesini üstlenmesi.

Ukrayna’daki savaş BRICS ittifakını güçlendirerek böyle bir sonucun ortaya çıkma ihtimalini şimdiden yükseltti. Diğer pek çok ülke BRICS çerçevesine girmek için başvuruda bulundu ya da yakında başvuracak.

Birlikte, dünyanın iktisadi kalkınmasında yeni bir kutup oluşturacak nüfusa, kaynaklara, üretken kapasiteye, bağlantılara ve birikmiş dayanışmaya sahipler. Bu rolü oynamaları halinde Avustralya ve Yeni Zelanda’dan Afrika, Avrupa ve Güney Amerika’ya kadar dünyanın geri kalan bölgeleri dış iktisadi ve siyasi politikalarını yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaklardır.

Bu ülkelerin ekonomik gelecekleri kısmen eski ve yeni dünya ekonomik örgütleri arasındaki mücadeleyi nasıl yönlendireceklerine bağlı. Bu gelecek, aynı şekilde hem neoliberal/küreselleşen kapitalizmin hem de milliyetçi kapitalizmin eleştirmenlerinin ve kurbanlarının tüm uluslarla nasıl etkileşime girdiklerine de bağlı.

DÜNYA BASINI

FP: Büyük hesaplaşma kapıda

Yayınlanma

Yazar

İsrail’in en yüksek mahkemesi Netanyahu’yu durdurabilir mi?

Bibi’nin iki üst düzey yetkiliyi görevden alma hamlesinin ardından büyük hesaplaşma kapıda.

David E. Rosenberg / FP

Önümüzdeki haftalarda, İsrail demokrasisinin geleceğiyle ilgili büyük bir mücadele yaşanacak. Demokratik normları ve hukukun üstünlüğünü temsil eden tarafın bu mücadeleyi kazanacağının hiçbir garantisi yok.

Bir tarafta, devletin diğer organları zayıflatma ve sadık isimleri öne çıkarma hedefiyle geçen hafta iki kilit İsrailli yetkiliyi görevden almaya çalışan Başbakan Binyamin Netanyahu var. Diğer tarafta ise Yüksek Mahkeme yer alıyor. Teorik olarak Netanyahu’nun gündeminin bazı bölümlerini engelleme gücüne sahip olan mahkeme, pratikte ise kararlarını tanımamaya kararlı ve yetkilerini aşındırmaya çalışan bir hükümetle karşı karşıya.

İsrail’de hükümet-yargı kavgası yeniden alevlendi

Bu anayasal bir çıkmaza dönüşürse, Netanyahu’nun iktidara dönüşünden bu yana İsrail’i sarsan sokak protestoları yeniden alevlenebilir. Ülkeye dair genellikle temkinli açıklamalarda bulunan bazı etkili İsrailliler bile olası bir iç savaş konusunda uyarıyor.

Bu krizi tetikleyen olaylar, hükümetin son günlerde peş peşe aldığı iki karar oldu: İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ın görevden alınması ve Başsavcı Gali Baharav-Miara’nın görevden alınma sürecinin başlatılması. Netanyahu, Bar’a olan güvenini kaybettiğini ve onu görev için “fazla yumuşak” bulduğunu belirterek kararı savundu. Adalet Bakanı Yariv Levin ise uzun süredir görevden almak istediği Baharav-Miara’yı “uygunsuz davranış” ve hükümetle “önemli ve uzun süredir devam eden görüş ayrılıkları” nedeniyle hedef aldı.

Hem Şin-Bet Direktörü hem de Başsavcı, hükümet tarafından atanan isimler olsa da onları görevden almak basit ve kolay bir prosedür değil.

Normal koşullarda, Şin-Bet Direktörü’nün görevden alınması idari hukuk çerçevesinde ele alınır; kararın gerekçelendirilmesi ve “makul” bulunması gerekir. Başsavcı ise ancak bir danışma komitesi kararıyla görevden alınabilir.

Netanyahu hükümeti, Başsavcı’nın azil sürecini başlattı

Ancak şu anda koşullar normal değil. Yasal düzenlemeler, hükümetin hem hukuki hem de ahlaki kurallara bağlı kalacağı varsayımıyla hazırlanmıştı. Netanyahu’nun geçmişteki hükümetleri de dahil önceki hükümetler de bu yetkililerle anlaşmazlıklar yaşanmıştı, fakat hiçbir zaman görevden alma yoluna gidilmemişti.

Ancak Netanyahu, tıpkı ABD Başkanı Donald Trump gibi, gücüne sınır koyan bu mekanizmalardan rahatsızlık duyuyor ve siyasi rakiplerini hedef almaktan geri durmuyor. Ve yine Trump gibi Netanyahu da liderlerinin iktidar hırsını kendi toplumlarını yeniden şekillendirmek için kullanan ideologların yardım ve desteğini alıyor.

Baharav-Miara, Yüksek Mahkeme’yi ve yargı organının diğer kurumlarını zayıflatacak “yargı reformu” projesi dahil hükümetin anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü eylemlerini ısrarla reddettiği için bir engel olarak görülüyor.

Bar ise normalde hükümetin hedefi olmayacak bir güvenlik bürokratıydı. Ancak Şin-Bet’in görevleri arasında İsrail demokrasisini korumak ve ulusal güvenliğe yönelik tehditleri araştırmak da bulunuyor. Bu görevler onu hükümetle karşı karşıya getirdi.

İsrail’de “devlete sızma” tartışması: “Dün vatan haini ilan ettiniz yarın idam edersiniz”

Netanyahu hükümetinin demokratik normlara karşı açtığı savaş, Baharav-Miara ve Bar’ı görevden alma girişiminden çok önce başlamıştı. İlk adım, 2022 sonunda hükümetin kurulmasının hemen ardından Levin’in yargıyı siyasetin kontrolüne almayı hedefleyen kapsamlı “yargı reformu” planını açıklamasıyla atıldı. Bu reform girişimi, geniş çaplı sokak protestoları, Yüksek Mahkeme’nin iptal kararları ve 2023 Ekim’inde yaşanan Hamas saldırısıyla birlikte rafa kalktı.

Ancak hükümetin yargı reformunu yeniden gündeme getirmeyi beklediği açıktı. Levin uzun süredir yargıyı “yozlaşmış ve solcu” olmakla suçluyor. Hükümetin aşırı sağcı ve dindar ortakları ise Yüksek Mahkeme’yi, İsrail’i daha dindar ve muhafazakâr bir topluma dönüştürme çabalarının önündeki en büyük engel olarak görüyor.

Netanyahu bu görüşleri paylaşmasa da yargı reformu sayesinde hakkında devam eden yolsuzluk davalarından sıyrılma ihtimali vardı. Protestolar, davalar ve savaşın baskısıyla, zamanla o da aşırı sağın bürokratları düşman olarak gören önermesini yavaş yavaş kabul etmeye başladı. Netanyahu eskiden “derin devletin” kendisini yıkmaya çalıştığına dair iddiaları sosyal medyadaki destekçilerine bırakırdı şimdi artık bu ifadeleri bizzat kendisi de kullanıyor.

Netanyahu, Trump’ın izinde: Yargıya ‘derin devlet’ suçlaması

Yargı reformunu yeniden başlatmak için uygun zaman geçen sonbaharda geldi. Hamas, Hizbullah ve İran’a karşı savaşlarda İsrail üstün görünse de savaş atmosferi sokak protestolarını bastırmak için yeterince yoğun bir ortam sağladı. Ayrıca Trump’ın yeniden iktidara gelişiyle birlikte, Beyaz Saray artık demokratik olmayan adımlara ses çıkarmayacaktı.

Ancak bu kez hükümet, yeni protestolara yol açma olasılığı daha düşük olan kademeli bir yaklaşımı tercih etti. Bu ay başında, Meclis yargıçları disiplin altına alan kurulun kontrolünü koalisyon milletvekillerine devreden bir yasayı onayladı. Yargıç atamalarını siyasallaştıracak bir başka yasa tasarısı da şu an Meclis’te. Son adımlar ise Şin-Bet Direktörü ve Başsavcının görevden alınması oldu.

Bu siyasi mücadele, Yüksek Mahkeme’de görülecek görevden alma davalarının arka planını oluşturacak. Ancak davaların içeriği, teknik olarak “çıkar çatışması” olup olmadığı sorusu etrafında şekillenecek.

Bar yönetimindeki Şin-Bet, Netanyahu’nun ofisinden sızdırıldığı iddia edilen gizli belgeler ile Katar’dan Netanyahu’ya yakın kişilere yapılan ödemeleri araştırıyordu. Ayrıca polis teşkilatına aşırı sağcı örgütlerin sızmasını da araştırdığı ortaya çıktı. Muhalifler, Netanyahu’nun Bar’ı görevden almasının yasal açıdan gerekçelendirilebilir görünse de asıl amacının bu soruşturmaları durduracak bir ismi atamak olduğunu savunuyor. Bu nedenle yargı müdahale etmeli.

Netanyahu’nun sözcüsünün maaşını Katar ödemiş

Aynı durum başsavcı Baharav-Miara için de geçerli. Kendisi, Netanyahu’nun yolsuzluk, rüşvet ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılandığı davanın başsavcısı. Şu sıralar Netanyahu haftada iki kez Tel Aviv’deki mahkemede ifade veriyor. En azından teoride, sadık bir kişinin bu pozisyonda olması İsrail liderinin mahkumiyetten kaçmasını kolaylaştırabilir.

Yüksek Mahkeme, şimdiden Bar’ın görevden alınmasını durduran geçici bir tedbir kararı aldı ve konuyla ilgili temyiz başvurularını 8 Nisan’da dinleyecek. Mahkeme dört farklı karar verebilir: Temyiz başvurularını tamamen reddedebilir, hükümete kararını yasal çerçeveye uygun şekilde yeniden düzenlemesini emredebilir, Bar’ın birkaç ay içinde istifa etmesini öngören bir uzlaşma önerebilir ya da görevden alma kararını tamamen iptal edebilir. Sonuncusu olursa, büyük bir çatışma başlayacak demektir.

Yüksek Mahkeme Baharav-Miara’nın görevden alınmasına müdahale etmese bile süreç normalde aylar sürecek. Önce hükümetin oluşturduğu bir komitenin karar vermesi gerekiyor. Ancak hükümet, bu süreci hızlandırmak istiyor. Levin, Baharav-Miara’ya istifa etmesi yönünde baskı yapıyor ve son iki yıldır ona yönelik yıpratma kampanyasını sürdürüyor.

Yüksek Mahkeme harekete geçecek mi? Mahkeme Başkanı Isaac Amit kararlı bir isim ve Bar davasına bakan üç kişilik heyet hükümet aleyhine karar verme ihtimali yüksek olan daha liberal yargıçlardan oluşuyor. Öte yandan, Netanyahu, Levin ve hükümet üyeleri uzun süredir mahkemeyi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Onlara göre mahkeme tarafsız olmadığı gibi hükümeti yargılama hakkına da sahip değil. Levin, Amit’in ocak ayında mahkeme başkanı olarak atanmasına karşı çıktı ve o zamandan beri onu boykot ediyor.

Normal şartlarda, Yüksek Mahkeme’nin kararı, ne kadar tatsız olsa da hükümet için bağlayıcı. Ancak bu kez hükümet kararları tanımama sinyalleri veriyor. Geçici tedbir kararının ardından bazı bakanlar, nihai kararın da tanınmayabileceğini açıkladı. Mahkemeyi ya geri adım atmaya zorlayacaklar ya da müdahil olmaktan caydıracaklar.

On binlerce İsrailli Netanyahu hükümetine karşı yürüyor

Bu durumda, hükümet ile yargı arasındaki güç dengesi İsrail halkı tarafından belirlenecek. Eğer anketler doğruysa, halk “derin devlet” argümanına inanmıyor. Yüksek Mahkeme’ye hükümetten daha fazla güveniyor. Geçen hafta sonu ülke genelinde 100 binden fazla kişi Bar’ın görevden alınmasına karşı protesto gösterileri düzenledi.

Ancak bu protestoların etkili olması için çok daha büyük ve uzun süreli olması gerekiyor. Bu da garanti değil. Gazze’deki savaşın yeniden alevlenmesi, aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir’in hükümete dönüşü ve protestolara karşı sert polis müdahaleleri, 2023’teki gibi kitlesel protestoların tekrarını zorlaştırabilir. Aylar süren savaşlar ve krizlerin ardından, halk artık yorgun olabilir. Netanyahu’nun umudu da tam olarak bu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Batı medyası ve siyasetinden ardı ardına değerlendirmeler geliyor.

Medyadaki değerlendirmeler, büyük oranda “jeopolitik dönüşümlerin” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açtığı fırsat pencereleri ile ilgili.

Örneğin Politico’da ‘Erdoğan demokratik muhalefeti bastırmak için jeopolitik bir fırsat yakaladı’ başlıklı haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllarını demokrasiyi aşındırmak, muhalefeti bastırmak ve ülkenin ordu ve kamu hizmetlerini tasfiye etmekle geçirdi. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını gömmek için bu jeopolitik anı seçmiş gibi görünüyor,” deniyor.

Analizde, Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Tucker Carlson’a verdiği mülakatta söylediklerine referans veriliyor. Witkoff, geçen hafta Carlson’a verdiği beyanda, iki lider arasında kısa süre önce gerçekleşen telefon görüşmesini “harika” ve “dönüm noktası niteliğinde” olarak nitelendirmişti.

Bloomberg: Erdoğan, NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle tutuklamaya ses çıkmayacağına güveniyor

Bloomberg’de yer alan ‘Erdoğan dünyanın Türkiye’deki kargaşayı görmezden geleceğine güveniyor’ başlıklı değerlendirmede ise, İmamoğlu’nun hapse atılmasının ardından Erdoğan’ın, “NATO müttefiklerinin Türkiye’ye, demokrasi kavgasından daha fazla ihtiyaç duyduklarına güvendiğini” öne sürüyor.

Analizde, “Türkiye Cumhurbaşkanı ve NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı, dünyanın kendisine, ülkenin demokrasisi için verilen mücadeleye katılma ihtiyacından daha fazla ihtiyaç duyduğuna güveniyor. ABD ve Avrupa güvenlik sorunlarıyla meşgulken, Erdoğan kendisini Ukrayna’dan Orta Doğu ve Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar kilit bir güç simsarı olarak konumlandırdı,” deniyor.

Bloomberg, Avrupa başkentlerinden gelen birkaç itiraz dışında, İmamoğlu’nun tutuklamasının ardından uluslararası tepkinin yokluğunun dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.

Yazıda, “Erdoğan muhtemelen Türkiye’nin artan stratejik öneminin demokratik eksikliklerinden daha ağır bastığını hesapladı. Yatırımcılar Türk varlıklarını terk ederken ve yabancı parayı ülkeye geri getirme yolunda son dönemde kaydedilen ilerlemeyi geri alma riskini taşırken bile, bu şimdiye kadar siyasi olarak karşılığını veren bir bahis,” ifadeleri kullanıldı.

Ekonomi yayını, özellikle Ukrayna’daki savaşın Avrupa’yı, Türkiye’ye giderek daha fazla bağımlı hale getirdiğini ileri sürüyor.

Economist: Geriye otokrasiye yakın bir yönetim kaldı

Ünlü ekonomi dergisi Economist ise İmamoğlu’nun tutuklanmasını ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibini hapse attı ve Türkiye’nin demokrasisini tehlikeye attı’ başlığıyla verdi.

“Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor,” iddiasında bulunan dergi, her şeye rağmen Türkiye’deki seçimlerin ‘çoğunlukla serbest’ kaldığını, ama İmamoğlu’nun tutuklanması ile birlikte “geriye çıplak otokrasiye yakın bir yönetim kaldığını” öne sürdü.

Tutuklamaların Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir gördüğü en büyük protestolara yol açtığına işaret eden Economist, protestolardaki gözaltıları ve polis şiddetini de sayfalarına taşıdı.

Euractiv: Erdoğan jeopolitik değişimi değerlendirerek zamanını iyi seçti

Euractiv’de yer alan değerlendirmede de, “İç siyasi çalkantılara rağmen, Ankara’nın AB ile daha yakın ilişkiler kurması ve bloğun savunma fonlarına erişim kazanması için daha iyi bir zamanlama olamazdı,” deniyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘zamanını iyi seçtiğini’ savunan Euractiv, ‘içeride demokratik muhalefeti bastırmak ve dışarıda jeopolitik puan toplamak için jeopolitik değişimi değerlendirdiğini’ yazıyor.

Bir süredir AB-Türkiye ilişkilerinin gergin seyrettiğini hatırlatan Euractiv, ABD’nin Kıta’dan çekilme işaretleri vermesi ve Rusya ile ilişkileri düzeltmek istemesi birlikte büyük bir silahlanma hamlesi başlatan Avrupa’da Türkiye’ye bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor.

Bazı AB diplomatlarına göre ABD Başkanı Donald Trump’ın dönüşü ve jeopolitik değişimler Kıta’da Ankara ile daha yakın ilişkilere bakış açısını değiştirdi.

‘Brüksel’de Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu söyleniyor’

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin, Avrupa’daki güvenlik zirvelerine giderek daha fazla katılmaya başladığını ve üst düzey yetkililerin de bu konuya ilgi duyduklarını açıkça ifade ettiğini vurgulayan Euractiv, “Brüksel’deki iktidar koridorlarında tekrarlanan bir söylem, Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu ve uzun vadeli güvenlik çıkarlarının birkaç kişinin kısa vadeli çıkarlarının önüne geçmesi gerektiği yönünde,” diye yazıyor.

Ankara’nın, Avrupa’nın savunma planları için kendisine ihtiyaç olduğunu çok iyi anladığını savunan yayın, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Erdoğan ile daha yakın işbirliği için AB nezdinde lobi yaptığını aktarıyor.

Yazıda şunlar söyleniyor:

“Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşımı sağlayan önemli bir nakliye ve ticaret yolu olan ve savaşın ilk günlerinde Rus savaş gemilerine kapatmakta tereddüt etmediği İstanbul Boğazı’nın kontrolünde kilit rol oynuyor. Gelecekte Avrupa savaş gemilerinin Karadeniz’e erişimine ihtiyaç duyulması halinde, anahtar Ankara’nın elinde olacak. Yerli Kırım Tatarlarının Osmanlı İmparatorluğu ile bir dizi tarihi bağı olan Kırım Yarımadası’nda kalıcı bir Rus varlığı Ankara’nın çıkarına olmayabilir.”

Euractiv’e konuşan AB yetkililerine göre Türk askeri teçhizatı, blok dışından temin edilebilecek en ucuz seçenekler arasında yer alıyor ve Ukrayna ve Azerbaycan da dahil olmak üzere savaş bölgelerinde sahada test edildi.

‘AB, Türk askerine Ukrayna’da güveniyor’

Yine habere göre, Gelecekte Ukrayna’da yapılacak bir barış anlaşmasında Avrupalı barış gücü askerlerinin ateşkesi sağlaması halinde Türkiye’nin askeri gücü de işe yarayabilir.

AB savunma fonlarına erişim konusunda, giderek artan sayıda AB diplomatı, Avrupa’nın ‘gerçekleri görmesi’ ve ABD’ye bağımlılığının yerini alacak ortak tabanını genişletmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor.

Bir AB diplomatı, AB’nin “bir noktada, hızlı bir şekilde yeniden silahlanma konusunda ciddiysek bu ülkelere ve endüstrilerine ihtiyacımız olduğu konusunda pragmatik bir durum değerlendirmesine varması gerektiğini” söyledi. Euractiv’e göre bu görüşler Brüksel’de giderek daha fazla yankı buluyor.

Bir AB yetkilisi, Fransa’nın savunma konusundaki ‘Avrupalı Satın Al’ rağmen, savunma konusunda Türkiye gibi tüm bu ülkelere yaklaştıklarını söyledi.

Avrupa’nın yeni silahlanma fonuna AB dışından katılım için, üçüncü ülkelerin AB ile savunma anlaşması imzalaması gerekiyor. Öte yandan böyle bir savunma anlaşması için ‘nitelikli çoğunluk’ yeterli olduğundan, Kıbrıs ve Yunanistan’ın itirazlarına rağmen Brüksel ile Ankara arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının önünde engel yok.

Bu hafta başında masaya yatırılan ve üye devletler tarafından şartları daha da sıkılaştırmak ya da gevşetmek üzere değiştirilebilecek olan taslak metne göre, ikinci anlaşma doğrudan üçüncü ülke ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanacak.

Bazı AB diplomatlarına göre, Türkiye’de dengeler değişirse, Polonya’nın AB dönem başkanlığı daha hızlı bir anlaşma için oybirliği arayışından vazgeçebilir.

Yine Euractiv’e göre, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı’yla aynı safta yer almak arasında ince bir ipte yürümesi ikinci derecede önemli bir mesele gibi görünüyor.

Scholz’un İmamoğlu tepkisine rağmen Berlin, Ankara ile yakın savunma işbirliği istiyor

Dolayısıyla, özellikle Almanya’dan gelen bazı tepkilere rağmen, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik Kıta’dan gelecek tepkilerin genellikle “görmezden gelmek” olacağına vurgu yapılıyor.

Dahası, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un sert eleştirilerine rağmen, Alman yetkililer Berlin’in daha yakın bir savunma işbirliğinin önünde durmayacağını vurgulamakta gecikmedi. Fransız Elysee yetkilileri ise kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı.

Üst düzey AB yetkilileri Türk yetkilileri demokratik standartlara uymaya çağırırken, “temel haklara saygı ve hukukun üstünlüğünün AB’ye katılım süreci için elzem” olduğunu belirttiler fakat AB liderlerinin çoğunluğu sessiz kaldı.

Bazı AB diplomatları, stratejik gereklilikler lehine konuyu görmezden gelebileceğine inanıyor. Fakat diğer alanlarda AB-Türkiye ilişkilerinin yakınlaşması konusunda yaşanan siyasi tıkanıklık farklı görünüyor.

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Ankara’nın yıllardır iki temel talebi olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisinin, ‘reform eksikliği’ nedeniyle ilerleme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor. 

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında yankı buldu

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında geniş yankı buldu. Pek çok Batılı yayın kuruluşu, tutuklamanın Türkiye’deki ‘demokrasi ilkeleri üzerindeki endişeleri artırdığını’ ve siyasi motivasyon taşıdığını ileri sürdü. Batı basını, Türkiye genelinde İmamoğlu’na destek gösterilerini ve uluslararası kuruluşların tepkisini de haberleştirdi.

Batı basını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına geniş yer ayırarak, Türkiye’nin “demokratik ilkelerine dair endişeleri ve tutuklamanın potansiyel siyasi nedenlerini” ele aldı

The Times (Birleşik Krallık): Gazetenin bir köşe yazısında, İmamoğlu’nun tutuklanması ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999’daki hapis cezası alması arasında paralellikler kuruldu. Yazıda, Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi İmamoğlu’na karşı mevcut eylemlerinin, Erdoğan’ın daha önceki demokratik vaatlerinden uzaklaşmayı yansıttığı öne sürüldü.

The Guardian (Birleşik Krallık): The Guardian, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye genelinde yayılan geniş çaplı protestoları haberleştirdi. Gösterilerin “demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklar için daha geniş bir harekete dönüştüğünü” yazdı. Makale, Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD gibi kuruluşlardan gelen cılız tepkilerle uluslararası yanıtın sınırlı kaldığına da dikkat çekti.

Associated Press (ABD): Associated Press, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasına yol açan hukuki süreci ele aldı. Tutuklamanın yaklaşan seçimler öncesinde gerçekleştiği zamanlamasına ve Türkiye’nin siyasi ortamı üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Haber, muhalefet figürlerinden ve uluslararası kuruluşlardan gelen tutuklamanın siyasi çıkarımlarını eleştiren yorumlara da yer verdi.

Euronews (Avrupa): Euronews, İstanbul ve diğer şehirlerdeki kitlesel protestoları detaylı bir şekilde aktardı. Protestocuların gösteri yasaklarına ve yol kapatmalara karşı gelmesini vurguladı. Haber, “protestocular arasında tutuklamanın Erdoğan’ın ana rakibini saf dışı bırakmak için siyasi amaçlı olduğu” algısının yaygın olduğunu belirtti.

El País (İspanya): El País, İmamoğlu’nun geçici tutukluluğuna yol açan yargı sürecini haberleştirdi. Muhalefetin tutuklamayı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir rakibi ortadan kaldırma amaçlı siyasi bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.

Die Welt (Almanya): Die Welt, mahkemenin İmamoğlu’nu tutuklama kararını ve ardından başlayan kitlesel protestoları haberleştirdi. İmamoğlu’nun asılsız ve iftira niteliğinde olduğunu ifade ederek reddettiği teröre destek iddialarına da değindi.

Diğer yandan Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ifade etti.

Von der Leyen, Ankara’ya özellikle seçilmiş yetkililerin hakları olmak üzere “demokratik değerleri koruma yükümlülüğünü” hatırlattı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise kararı “adaletin trajedisi” ve demokratik sürece yönelik bir saldırı olarak kınadı.

Kuruluş, tutuklamanın “İstanbul seçmenlerinin seçtikleri temsilciden mahrum bırakılarak haklarının ihlal edildiğini” savundu.

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English