Bizi Takip Edin

Amerika

Robert Fort yazdı: İsrail lobisi solcu Demokratları böyle hedef alıyor

Yayınlanma

The Guardian gazetesi geçen haftalarda yayınladığı analizinde, Gazze’ye yönelik saldırılarında İsrail’i destekleyen bazı ABD Kongresi üyelerine, İsrail yanlısı lobilerce para verildiği ortaya koymuştu. Analize göre, yüksek meblağlarda bağış alanlar, çoğunlukla ABD’nin Tel Aviv’e askeri desteğinin sürdürülmesini talep ediyor ve İsrail’in Gazze’ye saldırılarını destekliyordu.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale de seçim dönemine giren ABD’de İsrail lobisinin Filistin’e sempati duyan demokrat adaylara karşı İsrail’e yakın demokratları nasıl desteklediğini açıklıyor. Makalenin yazarı, ABD’nin son Suriye büyükelçisi Robert Ford. Ford’a göre lobinin etkinliği, İsrail’e yapılacak ek yardım oylaması ve İsrail’in Gazze’deki eylemlerini eleştiren Demokrat Parti’nin sol kanadından Kongre üyelerinin seçimlerdeki akıbeti belli edecek.

***

AIPAC giderek daha eleştirel hale gelen Amerikan solu ile mücadele ediyor

İsrail yanlısı lobi grupları, İsrail’i eleştiren siyasetçilerin peşine düşme konusunda köklü bir geçmişe sahip. Ancak yıldırma taktikleri hız mı kaybediyor?

Robert Ford

Önümüzdeki birkaç ay içerisinde Amerika Birleşik Devletleri’ndeki İsrail yanlısı lobinin etkisinin iki kez sınanacağını göreceğiz. İlk sınav önümüzdeki haftalarda, 7 Ekim’den sonra İsrail’e yapılacak ek Amerikan yardım paketinin Washington’daki akıbeti üzerine olacak.

İkincisi ise İsrail’in Gazze’deki eylemlerini eleştiren ve bu yıl yeniden seçilmek için yarışan Demokrat Parti’nin sol kanadından Kongre üyelerinin akıbeti olacak.

22 Ocak’ta Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) destekçilerinden bir kez daha İsrail’e yeni özel yardımlar yapılması için Kongre’ye baskı yapmalarını istedi.

Geçen Kasım ayında Temsilciler Meclisi, İsrail’e 2024 bütçesinde alması planlanan yaklaşık 4 milyar dolarlık yardıma ek olarak 14 milyar dolarlık ekstra askeri yardım sağlayacak bir tasarıyı kabul etti.

Ancak, özel yardım tasarısı lehinde oy kullanan 226 Kongre üyesinin çoğu, tasarılarına siyasi zehir katan Cumhuriyetçilerdi. Tasarı, Biden yönetiminin İsrail için ekstra 14 milyar doları finanse etmek için hükümetin diğer bölümlerinden -özellikle Hazine Bakanlığı’nın vergi müdürlüğünden- fon almasını gerektiriyordu.

Biden yönetimi ve Kongre’deki Demokratlar buna karşı çıkıyor; Demokrat Parti’nin istediği hükümet programlarını ödemek için daha fazla vergi toplamak üzere vergi müdürlüğüne ihtiyaçları var.

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki müzakereler artık İsrail’e yapılacak acil yardıma değil, sınır güvenliği, vergi müdürlüğü ve Ukrayna’ya yardım da dahil olmak üzere diğer programlara yapılacak harcamalara odaklanıyor. Donald Trump Cumhuriyetçileri uzlaşmayı reddetmeye çağırıyor ve bu nedenle İsrail’e yapılacak yardımın üzerinde anlaşılmış bir fonu yok.

İki parti arasındaki bu tartışmaya beklenmedik bir çözüm bulunması halinde İsrail’e yapılacak yardımın, İsrail’e destek ve İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarına yönelik eleştirilerin kesişme noktası haline gelen Senato’dan onay alması gerekiyor.

Ocak ayında, Amerika’daki sol kanat politikacıların liderlerinden Senatör Bernie Sanders, İsrail’e askeri yardım yapılmadan önce ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İsrail’in insan hakları siciliyle ilgili bir rapor hazırlaması yönündeki talebine Kongre’den fazla destek alamadı.

AIPAC, Sanders’ın önerisine şiddetle karşı çıktı ve Senato’daki oylamayı kaybetti; 72 senatör karşı çıkarken sadece 11 senatör destekledi. Ancak Demokrat Parti’nin sol kanadından başka senatörler de İsrail’e askeri yardım konusunda yeni kısıtlamalar öneriyor.

Maryland Senatörü Van Hollen, Dışişleri Bakanlığı’nın İsrail’in savaş hukukuna ilişkin Amerikan ve uluslararası hukuku ihlal ettiğini tespit etmesi halinde İsrail’e yapılan tüm askeri yardımların durdurulmasını öngören bir yasa değişikliği teklifinde bulundu.

On sekiz senatör- Senato’daki Demokratların üçte birinden fazlası- Van Hollen’in önerisini destekliyor. Bu arada Senatör Tim Kaine (Hillary Clinton’ın 2016’daki başkan yardımcısı adayı), Biden yönetiminin Kongre’nin İsrail’e yapılan tüm askeri yardımları gözden geçirmesine izin vermesini gerektiren bir karar tasarısı sundu- bu da teslimatları geciktirecek.

AIPAC her iki tedbire de karşı çıkıyor ve İsrail’e yardım tasarısı Senato’ya gelirse Cumhuriyetçilerden destek alamayacaklar.

Kampanya bağışları

AIPAC, İsrail’i eleştiren Demokrat Partili adaylara karşı yarışacak olan Demokrat Partili adaylara yaptığı bağışları artırarak karşılık veriyor.  2022’deki kongre seçimlerinden önce AIPAC, Amerikan yasalarının gerektirdiği şekilde siyasi kampanyalara para aktarmak üzere yeni kuruluşlar oluşturdu.

Bunlardan biri AIPAC-PAC, diğeri ise bir adaya yasal olarak sınırsız miktarda para verebilen bir Süper Siyasi Eylem Komitesi olan Birleşik Demokrasi Projesi’dir (United Democracy Project).  Birleşik Demokrasi Projesi, 2022 Demokrat Parti ön seçimlerinde kampanya finansmanının en büyük kaynağıydı.

İsrail yanlısı bu kampanya finansmanı kuruluşları, bazı Demokrat Parti adaylarına gözdağı veriyor. Özellikle, John Fetterman 2022’de Senato için yarışırken, İsrail-Filistin çatışması konusundaki pozisyonunu AIPAC ile çalışan bir başka İsrail yanlısı siyasi eylem komitesiyle müzakere etmişti.

Fetterman’ın pozisyonunda yaptığı değişiklikler onları tatmin edince Mayıs 2022 Demokrat Parti ön seçimlerinde Fetterman’ın rakibine yardım etmekten kaçındılar. Fetterman daha sonra Kasım 2022 seçimlerinde Cumhuriyetçi adayı yendi ve şimdi Senato’da İsrail’in en büyük destekçilerinden biri.

Elbette AIPAC’in lobicilik faaliyetleri ve seçim kampanyalarına mali katkıları ABD’de yasal, normal ve nispeten şeffaf. Yüzlerce siyasi eylem komitesi seçim kampanyalarına mali katkı sağlıyor.

Birleşik Demokrasi Projesi’ne 2022 yılında para verenler arasında WhatsApp’ın kurucusu Jan Koum, büyük bir yatırım şirketini yöneten Paul Singer ve büyük bir perakende mağaza zinciri olan Home Depot’un kurucusu Bernie Marcus da vardı.

Bu zengin Cumhuriyetçi işadamları asla Demokrat adaylara oy vermezler ama Demokrat Parti’nin iç siyasetine müdahalede bulunuyor ve solcu Demokratlara karşı merkezcilere yardım ediyorlar.

The Intercept haber sitesinde çalışan gazeteci Ryan Grim, zengin işadamlarının Birleşik Demokrasi Projesi’ne kısmen İsrail’e yardım etmek için para verdiğini belirtti. İşadamları aynı zamanda zenginlerden daha yüksek vergi alınmasını ve büyük şirketlere yönelik daha fazla hükümet düzenlemesini destekleyen solcu Kongre üyelerini de yenmek istiyor.

Birleşik Demokrasi Projesi gibi kuruluşların finanse ettiği televizyon reklamları, bazı Demokrat seçmenlerin sempati duymadığı İsrail’e odaklanmıyor. Bunun yerine solcu Demokratlara polisin finansmanı ve suç gibi yerel konularda saldırıyorlar.

Demokrat Parti’nin sol kanadı, Demokrat Parti liderlerini zengin Cumhuriyetçilerin kendi adaylarını parti içine empoze etmeye çalıştıkları konusunda uyardı.

Bernie Sanders, 2022’de AIPAC ve İsrail dostu bazı sol eğilimli Demokratlar reddetse de AIPAC’i Demokrat Parti’nin sol kanadını yok etmeye çalışmakla suçlamıştı. Ancak pek çok solcu Demokrat, AIPAC’e karşı giderek daha öfkeli hale geliyor.

Irkçılık suçlamaları

Özellikle Demokrat Parti’nin sol kanadının gözdesi olan Kongre Üyesi Summer Lee, Temsilciler Meclisi’nde Gazze’de ateşkes çağrısında bulunan kararı destekleyen ilk Kongre üyelerinden biriydi.

Bu yıl kendi şehri Pittsburg’da 23 Nisan’da yapılacak ön seçimlerde iki Demokrat Partili rakiple karşılaşacak. AIPAC ve müttefikleri 2022’de Lee’ye karşı büyük miktarda para harcamış ve Lee o seçimi %1’den daha az oyla kazanmıştı.

Lee, AIPAC’in sıklıkla Kongre’nin siyahi üyelerine karşı olan muhalifleri finanse ettiğini vurguluyor. Aralık 2023’te AIPAC’i ırkçı olarak nitelendirerek, AIPAC’i ve zengin beyaz bağışçılarını siyahi toplulukların kendi kaderlerini tayin etmelerini engellemeye çalışmakla suçladı. (2024 ön seçimlerindeki rakiplerinden hiçbiri siyahi değil).

St. Louis kentinden siyahi Kongre üyesi olan Temsilci Cori Bush, siyahilerin baskı konusunda özel bir anlayışa sahip olduğunu ve Gazze’de ateşkes çağrısında bulunan kararın sponsorlarından olduğunu söylüyor.

AIPAC ve müttefikleri, Demokrat Parti ön seçimlerinde ona karşı yarışacak bir başka Demokrata yardım ederek karşılık veriyor.

Cori Bush’un rakibi Wesley Bell, ki kendisi de siyahidir, St. Louis’de bölge savcısı olarak görev yapıyor. Adaylığını açıkladığında İsrail’e verdiği desteğin altını çizmişti.

Amerika Birleşik Devletleri’nde yerel bir bölge savcısının St. Louis gibi şehirlerin başına bela olan büyük sorunlar yerine dış politika konularına vurgu yapması alışılmadık bir durum. Kendisinin 2017 yılında AIPAC’e bağlı bir kuruluşun davetlisi olarak İsrail’i ziyaret ettiğini de belirtmek gerekir.

Birleşik Demokrasi Projesi şimdiden YouTube’da Cori Bush’un Gazze savaşı konusundaki tutumuna saldıran bir reklam yayınladı. Kampanya parasından Kocasına “güvenlik hizmetleri” için ödeme yaptığı gibi başka kampanya sorunları da var, 6 Ağustos’taki ön seçimi kaybedebilir.

İzlenmesi gereken bir diğer ilginç Demokrat Parti önseçimi de New York’ta, siyahi Kongre üyesi Jamaal Bowman’ın beyaz rakibi George Latimer ile karşılaşacağı seçim olacak.

AIPAC, Latimer’i 25 Haziran’daki ön seçimde Bowman’a meydan okuması için teşvik etti ve onu destekleme sözü verdi. Latimer’in adaylığını açıklamadan bir hafta önce İsrail’i ziyaret etmesi dikkat çekici.

Buna karşılık Bowman, İbrahim Anlaşmalarını öven kongre kararını desteklemeyi reddetti ve Cori Bush’un Gazze’de ateşkes kararını destekledi. Bowman’ın sözcüsü aralık ayında yaptığı açıklamada AIPAC’ın Kongre’nin siyahi üyelerine karşı muhalifleri teşvik ettiğinin ve muhafazakâr finansörlere güvendiğinin bilindiğini söyledi.

AIPAC’e karşı durmak

AIPAC ve müttefiklerinin 2022 seçimlerinde desteklediği adayların çoğu kazandı, ancak Summer Lee örneğinin gösterdiği gibi hepsi değil. 2024 yılında Senatör Van Hollen’in değişikliğini destekleyen 18 Demokrat Partili senatörden beşi bu yıl yeniden seçilmek için yarışıyor.

AIPAC korkusu onların pozisyonlarını değiştirmedi. Senato’daki 50 Demokrat’tan 49’u da Başbakan Netanyahu’nun bu fikri reddetmesinin ardından iki devletli çözümü destekleyen bir mektup imzaladı.

Demokrat Parti’nin Temsilciler Meclisi’ndeki lideri New Yorklu Hakeem Jeffries, AIPAC’e yakın bir isim. Yine de ocak ayında Summer Lee’nin yeniden seçilmesini desteklediğini açıkladı, tıpkı AIPAC’ın bir başka dostu olan Kaliforniya’dan Peter Aguilar gibi.

Ayrıca, AIPAC’in bir aday bulmaya çalışmasına rağmen, İsrail’i çok eleştiren Filistin asıllı bir Amerikalı olan Kongre Üyesi Rashida Tlaib’e karşı 6 Ağustos’ta Michigan’da yapılacak Demokrat Parti ön seçimlerinde Demokrat bir rakip çıkmadı.

Son olarak, şu ana kadar İsrail’i güçlü bir şekilde destekleyen Cumhuriyetçi Parti’nin bile 7 Ekim’den sonra İsrail’e acil yardım yerine hükümet harcamalarını sınırlamaya öncelik verdiğini belirtmek önemli.

İronik olan ise AIPAC’in 2022 seçimlerinde bu Cumhuriyetçilerin birçoğunu desteklemiş olmasıdır. Joe Biden’ın başkan olarak seçilmesini onaylamayı reddeden 109 Cumhuriyetçiyi desteklediler.

Aralarında Senatör Bernie Sanders’ın da bulunduğu Demokrat Parti’den pek çok kişi AIPAC’ın Amerika’da demokrasiyi tehdit eden siyasetçilere yardım ettiği uyarısında bulundu. AIPAC, desteğini İsrail’in Amerikan Kongresinde mümkün olduğunca çok sayıda dosta ihtiyacı olduğunu söyleyerek gerekçelendirdi.

Ancak AIPAC’ın en büyük zorluğu genç Demokratlar arasında olacak. Birçok kamuoyu araştırması genç Amerikalıların genel olarak Filistinlilere daha çok sempati duyduğunu gösteriyor.

Bu genç seçmenlerin çoğu, Amerikan demokrasisine veya sola maliyeti ne olursa olsun, İsrail’in daha fazla desteğe ihtiyacı olduğu yönündeki AIPAC argümanına ikna olmuyor. Irkçılık suçlamaları genç Demokratlar arasında da daha yüksek sesle yankılanacak.

Sonuç olarak, AIPAC ve müttefikleri zengin işadamlarını popüler genç, solcu Demokrat Parti liderlerine karşı kullanmaya devam ederse, Demokrat Parti’nin gelecekteki liderlerini yabancılaştıracak ve siyasi nüfuzlarını kaybedecekler.

Amerika

Hiroşima Nagazaki Barış Komitesi’nden Steinbach, İsrail’in gizli nükleer gücünün perde arkasını anlattı

Yayınlanma

Hiroşima Nagazaki Barış Komitesi’nden John Steinbach, Schiller Enstitüsü panelinde İsrail’in gizli nükleer programının perde arkasını anlattı. Steinbach, İsrail’in nükleer cephaneliğinin sadece bir savunma aracı olmadığını, aynı zamanda başta ABD olmak üzere diğer ülkeleri kendi istediği politikalara zorlamak için kullanılan bir şantaj mekanizması olduğunu belirtti.

Hiroşima Nagazaki Barış Komitesi’nden (Hiroshima Nagasaki Peace Committee of the National Capital Area) John Steinbach, Schiller Enstitüsü tarafından düzenlenen “True Citizens of Every Nation Demand Peace” (Her Ulustan Gerçek Yurttaşlar Barış İstiyor) başlıklı online panelde, İsrail’in gizli nükleer silah programının tarihini ve mevcut durumunu detaylarıyla anlattı.

Steinbach, İsrail’in nükleer cephaneliğinin, varlığı tehdit edildiğinde tüm dünyayı yok etmeyi amaçlayan “Samson Seçeneği” doktrininin ötesinde, başta ABD olmak üzere diğer ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye zorlamak için aktif bir şantaj aracı olarak kullanıldığını vurguladı.

Steinbach, İsrail’in bugün 100 ila 500 arasında gelişmiş termonükleer bomba ve nötron bombasına sahip olduğunu belirtti. Ayrıca, ABD’nin doğu kıyılarına ve Moskova’nın ötesine ulaşabilen Jericho 1, 2 ve 3 balistik füzeleri ile Almanya tarafından sağlanan ve nükleer kapasiteye sahip en az altı adet Dolphin sınıfı denizaltıdan oluşan sofistike bir fırlatma sistemine sahip olduğunu ifade etti.

‘Asıl amaç ABD’yi zorlamak’

İsrail’in nükleer programının temel amacının, yazar Israel Shahak’ın ifadesiyle “statükoyu İsrail’in lehine dondurmak” olduğunu belirten Steinbach, bu politikanın özellikle ABD’yi hedef aldığını söyledi.

Steinbach, Fransa’nın nükleer programının eski direktörü Francis Perrin’in, “İsrail programının aslında ABD’yi istediklerini yapmaya zorlamak amacıyla tasarlandığını düşündüklerini” söylediğini aktardı.

Bu zorlama politikasının ilk kez 1973 savaşında bariz bir şekilde uygulandığını belirten Steinbach, “İsrailliler, ABD’nin devasa bir hava ikmali yapmaması durumunda nükleer silah kullanma tehdidinde bulundu. Kissinger ve Nixon istemeyerek de olsa boyun eğdi, hava ikmali gerçekleşti ve dünya nükleer alarma geçti,” dedi.

Nükleer programın kökenleri ve Fransa işbirliği

Steinbach, İsrail’in nükleer programının temellerinin, Holokost’un bir daha asla tekrarlanmaması vizyonuyla David Ben-Gurion tarafından atıldığını ve genç bir bakan yardımcısı olan Şimon Peres’in programın başına getirildiğini söyledi. Programın bilimsel liderliğini ise Ernst Bergmann’ın üstlendiğini ekledi.

Programın 1950’lerin ortalarında ABD’den alınan bir araştırma reaktörüyle büyük bir ivme kazandığını belirten Steinbach, aynı dönemde Fransa ile başlayan işbirliğine dikkat çekti.

Steinbach, “İsrail, Fransız programında tam bir ortaktı. 1950’ler ve 60’ların başındaki Cezayir testlerinin aslında ortak İsrail-Fransız testleri olduğunu anlamalıyız,” değerlendirmesinde bulundu.

Fransa’nın ayrıca Dimona reaktörünün inşasına yardım ettiğini ve tesisin sivil amaçlı bir araştırma reaktörü olarak tanıtılmasına rağmen, bunun bir plütonyum üretim reaktörü olduğunu bildiğini ifade etti.

Kennedy’yi kandıran maket tesis

Dönemin ABD başkanları Eisenhower ve Kennedy’nin İsrail’in nükleer silah edinmesine şiddetle karşı çıktığını ve programdan büyük şüphe duyduğunu belirten Steinbach, Kennedy’nin denetim talebi üzerine İsrail’in başvurduğu aldatmacayı şöyle anlattı:

“İsrail aşırı önlemler aldı. Denetçiler geldiğinde gördükleri her şey tam bir sahtekarlıktı. Onlara hiçbir zaman Dimona kompleksinin gerçek kısımları gösterilmedi, bir maket gösterildi. Denetçiler geri dönüp tesisin sivil amaçlı olduğunu söylediler.”

Steinbach, Kennedy’nin programı durdurmaya kararlı olduğunu ancak kısa bir süre sonra öldürüldüğünü de sözlerine ekledi.

Eski CIA analisti McGovern: İstihbarat ‘İran nükleer silah yapmıyor’ diyor, başkan dinlemiyor

Vanunu’nun ifşaatları oyunu değiştirdi

İsrail’in yıllarca “nükleer belirsizlik” politikası izlediğini ancak Dimona’da teknisyen olarak çalışan Mordecai Vanunu’nun Sunday London Times‘a sızdırdığı fotoğraf ve belgelerin her şeyi değiştirdiğini vurgulayan Steinbach, bu belgeleri inceleyen Manhattan Projesi’nin bomba tasarımcıları Frank Barnaby ve Ted Taylor’ın vardığı sonuçların şok edici olduğunu belirtti.

Steinbach, “O dönemde İsrail’in 200’e yakın nükleer silaha sahip olduğu tahmininde bulundular. Daha da önemlisi, İsrail’in sadece atom bombasına değil, aynı zamanda hidrojen bombasına ve savaş başlıklarıyla kolayca eşleştirilebilecek minyatürleştirilmiş nükleer silahlara da sahip olduğunu belirlediler. Bu, istihbarat camiası için devasa bir başarısızlıktı,” dedi.

Steinbach ayrıca, Güney Afrika ile ortak nükleer testler yapıldığını, program için uranyumun büyük kısmının Güney Afrika’dan, sarı kek uranyumun Almanya’dan sağlandığını ve ABD’nin Pensilvanya eyaletindeki Numec tesisinden de zenginleştirilmiş uranyum kaçırıldığına dair güçlü kanıtlar olduğunu söyledi.

‘UAEA casus yuvasına dönüştü’

Konuşmasının sonunda Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nı (UAEA) sert bir dille eleştiren Steinbach, kurumun “içinin kof ve bir casus yuvası” haline geldiğini savundu.

Steinbach, “Bu durum, UAEA’nın, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın (NPT) ve Birleşmiş Milletler’in güvenilirliğini ölümcül bir şekilde zayıflatmıştır,” ifadelerini kullandı.

Steinbach, Mısırlı diplomat Mohamed el-Baradei’nin dürüst bir UAEA direktörü olduğunu ancak ABD’nin onu kasıtlı olarak görevden alarak kurumu bugünkü haline getirdiğini iddia etti.

Okumaya Devam Et

Amerika

Eski CIA analisti McGovern: İstihbarat ‘İran nükleer silah yapmıyor’ diyor, başkan dinlemiyor

Yayınlanma

Eski CIA analisti Ray McGovern, John F. Kennedy suikastının, başkanın İsrail’in nükleer programına karşı çıkmasıyla bağlantılı olduğunu söyledi. McGovern, dönemin kilit ismi James Angleton’ın İsrail adına casusluk yaparak programı örtbas ettiğini ve ABD istihbaratının “İran nükleer silah geliştirmiyor” yönündeki raporlarının başkan tarafından göz ardı edildiğini belirtti.

Schiller Enstitüsü tarafından düzenlenen online bir panelde konuşan eski CIA analisti Ray McGovern, ABD’nin eski başkanı John F. Kennedy’nin öldürülmesinin, İsrail’in nükleer silah programına karşı çıkmasıyla doğrudan bağlantılı olduğunu ifade etti.

1963-1990 yılları arasında CIA’de görev yapan ve 1980’lerde Ulusal İstihbarat Tahminleri’ne başkanlık eden McGovern, dönemin CIA Karşı İstihbarat Şefi James Jesus Angleton’ın, İsrail’in nükleer faaliyetlerini örtbas eden bir casus olduğunu ifade etti.

McGovern, Schiller Enstitüsü’nün “True Citizens of Every Nation Demand Peace” (Her Ulustan Gerçek Yurttaşlar Barış İstiyor) başlıklı panelinde yaptığı konuşmada, ABD istihbarat camiasının 2007’den bu yana “İran nükleer silah üzerinde çalışmıyor” yönündeki raporlarının, mevcut başkan tarafından kasıtlı olarak göz ardı edildiğini belirtti.

McGovern, bu durumun CIA’in varlık nedenini sorgulanır hale getirdiğini vurguladı.

Kennedy suikastı ve ‘Potemkin köyü’ komplosu

McGovern, Kennedy’nin İsrail’in nükleer programına şiddetle karşı çıktığını ve bu programı durdurmaya kararlı olduğunu hatırlattı.

O dönemde CIA’in İsrail ile ilgili tüm konuları kontrol eden isminin James Jesus Angleton olduğunu belirten McGovern, “Adı James Jesus Angleton’dı. Kennedy suikastına karıştığına dair somut kanıtlar var,” dedi.

McGovern, Angleton’ın, ABD’li denetçileri yanıltmak için İsrail’in Dimona nükleer tesislerinde sahte bir “Potemkin köyü” kurulmasına yardım ettiğini iddia etti.

McGovern, “Denetçiler geri döndüğünde ‘Burası oldukça temiz görünüyor’ dediler. Çünkü Angleton ve İsrailli yoldaşları bu Potemkin köyünü inşa etmişlerdi,” değerlendirmesinde bulundu.

İstihbarat camiası 2007’den beri aynı şeyi söylüyor

McGovern, ABD istihbarat camiası 2007’den bu yana her yıl “yüksek güvenle” İran’ın nükleer silah geliştirmediğini raporladığını vurguladı.

Bu görüşün sadece analistlerle sınırlı kalmadığını, eski CIA Direktörü William Burns’ün de görevden ayrılmadan hemen önce bu gerçeği teyit ettiğini belirtti.

McGovern, Burns’ün, “İran’ın nükleer silah üzerinde çalışmadığını yinelemek isterim. Ayrıca, istihbarat toplama faaliyetlerimiz o kadar kapsamlı ki, eğer nükleer silah üzerinde çalışmaya başlarlarsa Batı’nın bundan neredeyse anında haberi olur,” dediğini aktardı.

‘Başkan istihbaratı dinlemiyor’

Tüm bu somut raporlara rağmen mevcut başkanın istihbaratı dinlemediğini ifade eden McGovern, Trump’ın, Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard’ı kastederek, “Onun ne dediği umurumda değil,” şeklindeki sözlerini hatırlattı.

McGovern, önümüzdeki iki haftalık kritik süreçte kamuoyunun Trump’a, “Siyonistlerin soykırımını desteklemenin kabul edilemez olduğunu” göstermesi gerektiğini belirterek, “Trump’ın bu konuda fare kapanına çekilmemesi için ne gerekiyorsa yapmalıyız,” çağrısında bulundu.

‘CIA’in varlığı sorgulanmalı’

McGovern, CIA’in varlığını sürdürmesi konusundaki kendi tereddütlerini de dile getirdi. Kurumun lağvedilmesi yönündeki çağrılara, CIA analistlerinin en azından İran konusunda doğruyu söyleyerek dik durmaları nedeniyle direndiğini söyledi.

Fakat bu tek doğru duruşun bile başkan tarafından hiçe sayılmasının, kurumun geleceği hakkında ciddi şüpheler doğurduğunu belirtti. McGovern, “Dürüst analistler, başkan ‘Onların ne dediği umurumda değil’ dediğinde ne hissedecek? Belki de CIA için artık umut kalmamıştır,” ifadelerini kullandı.

Okumaya Devam Et

Amerika

Temyiz mahkemesi, Trump’ın Ulusal Muhafızlarına şimdilik izin verdi

Yayınlanma

Perşembe günü geç saatlerde bir federal temyiz mahkemesi heyeti, Başkan Donald Trump’ın Ulusal Muhafızlar’ı şimdilik Los Angeles’ta konuşlandırmaya devam etmesine izin verdi.

Üç yargıçtan oluşan 9. ABD Temyiz Mahkemesi heyeti, Trump’ın konuşlandırmasını yasadışı bulan ve onu birliklerin kontrolünü Kaliforniya Valisi Gavin Newsom’a iade etmeye zorlayan bir yargıcın kararını oybirliğiyle askıya aldı.

Kararada, “Fakat kararımızın sadece önümüze sunulan gerçekleri ele aldığını vurgulamak isteriz. Başkanın Ulusal Muhafızları federalleştirme yetkisine sahip olduğunu düşünsek de, kararımızda federalleştirilmiş Ulusal Muhafızların gerçekleştirebileceği faaliyetlerin niteliğine değinilmemiştir,“ denildi. 

Trump’ın kararının mahkemeler tarafından incelenemeyeceği yönündeki yönetimin görüşüne katılmadığını belirtti, fakat yargıçlar mahkemelerin “son derece saygılı” olmaları gerektiğini kabul etti.

Mahkeme, “Başkan’a bu saygıyı göstererek, Başkan’ın yasal yetkisini yasal olarak kullandığı sonucuna vardık,” dedi.

Trump, zaman zaman şiddet olaylarına dönüşen Los Angeles’taki son protestoların ardından göçmenlik memurlarını korumak için binlerce Ulusal Muhafız askeri gönderdi. Bu hamle, Newsom ve eyalet başsavcısı tarafından hızla dava açılmasına yol açtı.

Mahkemenin kararı, Trump için hukuki mücadelede bir zafer anlamına gelse de, bu zafer kısa süreli olabilir. Geçen hafta askerlerin sevkini geçersiz kılan kararı veren ABD Bölge Yargıcı Charles Breyer, bugün (20 Haziran) süresiz ihtiyati tedbir kararı verip vermemeyi görüşmek üzere duruşma yapacak.

Breyer, eski Başkan Clinton tarafından atanan ve emekli Yüksek Mahkeme yargıcı Stephen Breyer’in kardeşi.

Trump, askerlerin konuşlandırılmasında, isyan olması veya normal kuvvetlerle federal yasaları uygulayamadığı durumlarda Ulusal Muhafızları federalleştirmesine izin veren bir yasayı gerekçe göstermişti.

Temyiz heyeti perşembe günü, ikinci şartın muhtemelen yerine getirildiğini kabul ettiğinden, isyan olup olmadığı sorusuna gerek olmadığını açıkladı.

Kararda, “Davacıların kendi sunumlarında, bazı protestocuların molotif kokteyl dahil olmak üzere nesneler attığı ve mülke zarar verdiği belirtiliyor. Davalıların sunduğu beyanlara göre, bu faaliyetler federal memurların yasaları uygulama yeteneğini önemli ölçüde engelledi,” denildi.

Üç yargıçtan oluşan temyiz heyeti, Trump tarafından atanan iki yargıç, Mark Bennett ve Eric Miller ile eski Başkan Joe Biden tarafından atanan yargıç Jennifer Sung’dan oluşuyor.

9. Temyiz Mahkemesi, Trump’ın vali “aracılığıyla” konuşlandırma emrini verme zorunluluğunu yerine getirmediğine dair Newsom’ın argümanını da reddetti.

Newsom, bunun kendi onayını gerektirdiğini iddia etmişti fakat temyiz heyeti, Kaliforniya Ulusal Muhafızlarının genel emir subayına bildirimde bulunmanın yeterli olabileceğini söyledi.

Heyet, yasanın “valilere başkanın federalleşme kararı üzerinde herhangi bir veto yetkisi vermediğini” vurguladı.

Newsom yaptığı açıklamada, “Mahkeme, Trump’ın Ulusal Muhafızları istediği gibi kullanabileceği ve kendini mahkemeye açıklamak zorunda olmadığı iddiasını haklı olarak reddetti. Başkan bir kral değildir ve kanunların üstünde değildir,” dedi.

Vali, Trump’ın ABD askerlerini vatandaşlara karşı “otoriter bir şekilde kullanmasına” karşı mücadelesini sürdüreceğini de ekledi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English