Bizi Takip Edin

Rusya

Ukrayna, Almanya, Avrupa: Putin dpa’ya ne cevap verdi?

Avatar photo

Yayınlanma

Putin’in dün, Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu’nda uluslararası haber ajanslarının yöneticileriyle yaptığı basın toplantısı, Putin için bile alışılmamış uzunluğu (Kremlin resmi sitesinde yayınlanan kısmı 50 kitap sayfasından fazla tutuyor) ve cevapların kapsamlılığıyla dikkat çekiyordu.

Harici, Putin’in konuşmasının ana hatlarını sunduğu çok iyi bir özet çıkardı; bu özet mutlaka dikkatle okunmalı ve arşivlenmeli.

Bununla birlikte dpa’nın haber servisi şefi Martin Romanczyk’un sorusu ve Putin’in bu soruya verdiği çok uzun cevap üzerinde de ayrıntılı olarak durmak gerek; zira bu cevap, Kremlin’in Ukrayna’daki çatışmaya, Berlin yönetimine, Almanya’nın siyasi elitine ve Rusya-Almanya ilişkilerinin geleceğine bakışını açık seçik gösteriyor.

13 Şubat 2023’te, yani sıcak çatışmanın başlamasından sadece 11 gün önce “Olası bir çatışma üzerine düşünceler” başlığı altında şöyle yazmıştım:

“Ukrayna krizi, sadece Rusya’dan ibaret değil. Bu kriz… Almanya’yı Rusya ile düşman bir kampa girmeye itiyor, zira Almanya’nın sanayi sermayesine haddini bildirmek zorunda. … Alman sanayi sermayesinin bugün kendi bağımsız menfaatlerini Yeşiller’in iktidar ortağı olduğu bir siyasi kombinezonda hiç değilse kısa vadede gerçekleştirmesi, bütünüyle imkânsızdır.”

O yazıdaki diğer başlıklar gibi bu öngörü de eksiksiz doğrulanmıştır. Bu doğrulamanın nedeni, çoğu zaman sanıldığı gibi Almanya devletinin (veya Avrupa’daki başka herhangi bir devletin) yöneticilerinin hain olmasından (buna kuşku yok) kaynaklanmıyor. Burada söz konusu olan şey küresel mali oligarşinin menfaatleridir ve bu menfaatler yerel sanayi sermayeleriyle çatıştığında birinciler kazanıyor. Almanya’da olan tam olarak budur. Siyasi temsilcilerin iradeleri ancak tali bir önem taşır. Bugün sıklıkla unutuluyor: Almanya’da “trafik lambası koalisyonunun” kuruluş protokolünde Almanya’nın çatışma bölgelerine silah sevkiyatının yasaklanması maddesi de vardı. Daha 24 Şubat’tan önce ilk defa dpa, bu protokol maddesinin ne kadar yanlış olduğunu ispatlamaya girişti. Arkasının nasıl geldiğini biliyoruz.

Birçok defa, şansölyeyi Kafka’nın unutulmaz kahramanına benzettim: “Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.” Şansölye ise herhangi bir böcekten, mesela tahtakurusu veya hamamböceğinden çok solucanı andırıyor; çünkü bütün sandalyelerde birden oturmaya çalışırken hepsinden düşüp yerlerde sürünmeye başladı. Batı ülkelerinin yöneticileri irade sahibi rolü yapmayı çok seviyorlar (özellikle banker kökenli olanlar bu konuda çok daha ihtiraslı); oysa bunların hiçbiri bağımsız irade sahibi değildir; bunların hepsi çoktan vasallaşmış devletlerin sözümona yöneticileri olmaktan fazlası değildir; bunların hepsi temsilcisi oldukları sınıfların menfaatleri küresel mali oligarşinin menfaatiyle çatıştığında ikincisinin karşısında boyun kırıp solucana dönüşür.

Başka deyişle, “hayret, neden bağımsızlıktan vazgeçiyorlar?” sorusu yanlış bir sorudur; doğru soru şudur: “siyasi bağımlılık, sömürü pastasından daha ballı dilimler vaat ediyorsa eğer bağımsızlıktan neden vazgeçmesinler?”

Ama beri yandan sınıf mücadelesi devam ediyor; yüzyıllara dayanan demokratik hakları bir bir budanan halklar var; sınıflar ve katmanlar var; bu yıkımın hangi yoldan devam edeceği belirsiz.

Alman sanayi sermayesiyle ilgili Putin’in gözlemleri eksiksiz doğrudur: Almanya’da hızla bir sanayisizleştirme yaşanıyor; bu süreç en başında, küresel mali oligarşinin yerli sanayiye ABD’ye veya başka ülkelere taşınarak ve militarize olarak birikimini daha hızlı bir tempoyla artırma vaadi ve dayatması yüzünden Alman sanayi sermayesinin de ağzının suyunu akıtmıştı; ne var ki işler istedikleri gibi yürümüyor, başka ülkelerde sanayi yatırımları Alman sanayisinin geleneksel rekabet yeteneğini boğuyor. Ama bu arada “atı alan Üsküdar’ı geçmiş” oluyor.

Almanya’da olan biten her şeyin altında bu vardır. Çünkü tam da bu durum çok katmanlı bir sınıf mücadelesini tetikliyor — sosyal-demokratların kitle tabanının hızla çözülmesi ve partinin çürümesi bunun sonucudur (kimse aslı daha ucuzken kalitesiz imitasyona para vermez), yeni neoliberal faşizmin koçbaşı Yeşiller az çok yerinde sayıyor, aslında Yeşiller, CDU/CSU ile AfD fiilen aynı kaynaklardan besleniyor — bunların vaatlerinin tek anlamı, yeşillerin tetiklediği siyasette militarizasyon ve faşizm eşiğinin aşılması süreci devam ederken ekonominin militarizasyonunu hızlandırmaktan ibarettir.

Almanya’da tek gerçek alternatif, öyle görünüyor ki, Wagenknecht hareketidir; ancak onu da boğmak için ellerinden geleni yapacaklardır.

Ama bir giriş olmaktan çıkıp ayrı bir yazı haline gelen cümlelere son verelim ve bu konuyu genişletmeyi başka bir yazıya bırakalım.

* * *

Romanczyk’un Putin’e sorusunun son cümlesi şöyleydi:

“Siz Ukrayna’ya silah sevkiyatı kararı aldıktan sonra sayın şansölyeyi bir şekilde uyardınız mı, ihtar veya tehdit ettiniz mi?”

Putin’in uzun cevabı şöyle:

“Alman yönetiminde Alman menfaatlerini savunan hiç kimse yok”

Neden tehdit ettiğimize karar verdiniz? Biz kimseyi tehdit etmiyoruz, hele de başka bir devletin başını. Bu çok kötü bir üslup.

Bizim şu veya bu meseleyle ilgili kendi tutumumuz var. Avrupa devletlerinin, bu beyanda Almanya’nın, Ukrayna’da meydana gelen olaylarla ilgili tutumunu da biliyoruz.

Herkes Ukrayna’daki savaşı Rusya’nın başlattığını düşünüyor. Ama hiç kimse, altını çizmek isterim: batıda, Avrupa’da hiç kimse, bu trajedinin nasıl başladığını hatırlamak istemiyor. Ukrayna’da devlet darbesiyle, anayasaya karşı devlet darbesiyle başladı. İşte savaşın başlangıcı. Bu darbeden Rusya mı suçlu? Hayır. Bugün Rusya’yı suçlamaya çalışanlar, Polonya, Almanya ve Fransa dışişleri bakanlarının Kiev’e gittiklerini ve iç siyasi krizin çözülmesiyle ilgili belgeye krizin barışçıl, anayasal yoldan çözülmesi için garantör olarak imzalarını koyduklarını unuttular mı? Avrupa’da, bu meyanda Almanya’da da hatırlamak istemiyorlar bunu. Hatırlasalar şu soru doğacak: belgenin diğer imzacıları gibi o zamanki Almanya federal cumhuriyeti yönetimi de neden Ukrayna’da devlet darbesi yapan kişilerden hukuki anayasal alana dönmelerini talep etmedi? Muhalefetle o zamanki mevcut iktidar arasındaki mutabakatların garantörü olarak yükümlülüklerini neden ihmal ettiler? Olanlardan, iktidarın anayasa dışı yoldan ele geçirilmesini kışkırtan ABD’deki güçlerle birlikte onlar da suçlu. Bunun arkasından ne geldiği bilinmiyor mu? Bunun arkasından Kırım’da yaşayanların Ukrayna bünyesinden çıkma kararı geldi, Donbass’ta yaşayanların Kiev’de devlet darbesi yapanlara boyun eğmeme kararı geldi. İşte bu çatışmanın başlangıcı.

Sonra Rusya barışçıl yoldan çözüm formülü bulmak için her tür çabayı gösterdi; 2015’te Minsk’te Minsk mutabakatlarını imzaladık; bunlar da, yeri gelmişken, BM Güvenlik Konseyi kararıyla onaylandı. Uygulanması gereken belge buydu. Ama hayır, bu problemi silahlı yoldan örtmeye karar verdiler. Ukrayna’nın güneydoğusundaki sivil halka karşı topçu, tank, hava kuvvetleri kullanımı başladı. Nedense ne Almanya’da, ne diğer Avrupa ülkelerinde, ne ABD’de hiç kimse, tekrar ediyorum hiç kimse bunları hatırlamak istemiyor.

Biz Minsk mutabakatlarının imzalanmasına katkıda bulunduk, ama kimsenin kimsenin bunları uygulama niyeti olmadığı açığa çıktı. Eski Almanya şansöliyesi de, eski Fransa devlet başkanı da bunu kamuoyu önünde açıkladılar.

Sayın Romanczyk, bunu nasıl anlamalı? Kamuoyu karşısında, Minsk mutabakatlarını yerine getirmeye niyetleri olmadığını, sadece Ukrayna’yı silahlandırmak ve askeri eylemlerin devam etmesine yönelik şartları yaratmak için imzaladıklarını söylediler. Bizi aptal yerine koydular. Öyle değil mi? Olanlar başka nasıl açıklanabilir?

Sekiz yıl boyunca bu problemin barışçıl yoldan çözümüne ulaşmak için çabaladık. Sekiz yıl!

Bir defasında eski şansölye (Merkel — b.n.) bana şöyle demişti: “Biliyor musun, Kosova’da biz, NATO, evet, o zaman Güvenlik Konseyi kararı olmaksızın harekete geçtik. Ama sekiz yıldır kan dökülüyordu, Kosova’da.” Burada Donbass’ta Rus insanlarının kanı dökülürken bu kan değil de su muydu? Kimse bunu düşünmek, bunu belirtmek istemiyordu.

Nihayetinde, Ukrayna’da o zamanki yetkililer, Minsk mutabakatlarının tek bir maddesinin bile hoşlarına gitmediğini açıkladıklarında, dışişleri bakanı da, “Yapmayacağımız neymiş?” dediğinde bir şeyler yapmak zorunda kaldık.

Bu topraklarda iktisadi ve sosyal çöküntü başlamıştı, anlıyor musunuz? Sekiz yıl. Cinayetlerden, insanların: kadınların, çocukların devamlı öldürülmesinden ise hiç söz etmiyorum.

Ne yapmaya mecbur kaldık? Onların bağımsızlığını tanımaya mecbur kaldık. Neredeyse sekiz yıl bağımsızlıklarını tanımamıştık. Hep barışçıl yoldan anlaşabileceğimizi ve bu meseleyi çözebileceğimizi bekliyorduk. Sekiz yıl! Kimsenin barış mutabakatı filan hayata geçirmeyeceğini açıkladıklarında ne yapmaya mecbur kaldık? Bunu yaptırmak için silah yoluyla girişimde bulunmaya mecbur kaldık.

Bu savaşı biz başlatmadık. Savaş 2014’te devlet darbesinden ve bu devlet darbesini kabul etmeyenleri top mermileriyle bastırma girişiminden sonra başladı.

Şimdi, uluslararası olayları, uluslararası hukuku takip edenler için. Sonra ne oldu, biz ne yaptık? Sekiz yıl boyunca tanımadık. Minsk’teki barış mutabakatlarının hayata geçmesinin kaderde yazılı olmadığını anladığımızda ne yaptık? Lütfen, herkesin dikkatini rica ediyorum: bu kendi kaderini ilan eden cumhuriyetleri tanıdık. Bunu uluslararası hukuk açısından yapmaya hakkımız var mıydı, yok muydu? BM Şartının birinci maddesinin dediğine göre, vardı. Bu, milletlerin kendi kaderini tayin hakkıdır. BM Uluslararası Adalet Divanı, bağımsızlık ve öz yönetim meselesinin çözümünde, eğer herhangi bir ülkenin herhangi bir toprak parçası böyle bir karar alırsa, bu devletin en yüksek organına başvuruda bulunma yükümlülüğü olmadığı kararını almıştı. Bütün bunlar Kosova’yla ilgili yapılmıştı. BM Uluslararası Adalet Divanı’nın kararı var, orada şöyle yazılı: eğer herhangi bir toprak parçası bağımsızlık kararı alırsa bu hakkın hayata geçirilmesi için izin almak üzere başkente başvurmak zorunda değildir. Eğer öyleyse, BM mahkemesi kararında da öyle olduğu yazılı, demek ki o sırada tanınmamış olan cumhuriyetlerin, Donetsk ve Lugansk’ın bunu yapma hakkı vardı. Onlar da bunu yaptılar; peki bizim bu cumhuriyetleri tanıma hakkımız var mıydı? Elbette vardı. Olmaz mı? Biz de onları tanıdık. Sonra anlaşma imzaladık. Onlarla anlaşma imzalama hakkımız var mıydı? Tabii ki evet. Anlaşma, bu cumhuriyetlere saldırı halinde yardımda bulunmayı öngörüyordu. Ama Kiev bizim sekiz yıl boyunca tanımadığımız bu devletlere karşı savaş yürütüyordu. Sekiz yıl.

Tanımaya hakkımız var mıydı? Vardı. Sonra BM Şartı 51’inci madde uyarınca onlara yardımda bulunduk. Biliyor musunuz, kim ne derse desin, ben sayın Guterres’e de aynısını, dosdoğru bu mantığı söyledim — adım adım. Burada hata nerede? Uluslararası hukukun ihlali nerede? Böyle bir şey yok, eğer uluslararası hukuk açısından konuşuyorsanız ihlal yok.

Evet, sonra şu cevabı duyuyoruz: olsun, ama siz saldırdınız. Biz saldırmadık, biz kendimizi koruduk, herkes anlasın. Savaşa ilk adımı anayasa karşıtı kanlı devlet darbesini teşvik edenler attı.

Şimdi, silah sevkiyatı konusu. Bir çatışma bölgesine silah sevkiyatı her zaman kötüdür. Bilhassa da bu, sevkiyatı yapanların sadece silah sevk etmekle kalmayıp silahları idaresini de elinde bulundurmasıyla ilişkili olduğunda; bu çok ciddi ve çok tehlikeli bir adımdır. Siz de biz de biliyoruz ki Almanya’da bu inkar edilmiyor (gerçi basına nasıl düştüğünü bilmiyorum): bir Bundeswehr generali nereye nasıl bir saldırı yapılacağını tartışıyor: Kırım köprüsüne mi yoksa Rusya topraklarındaki başka bir tesise mi — üstelik Rusya’ya ait olduğundan kimsenin kuşkusu olmayan toprak parçalarında.

Ukrayna topraklarında Alman yapımı ilk Alman tankları göründüğünde bu Rusya’da moral ve etik bir şok yarattı, çünkü Rusya toplumunda Almanya’ya yönelik tutum her zaman çok iyiydi. Çok iyiydi. Bugün ise Rusya topraklarındaki tesislere saldırı düzenleyebilecek bir takım füzeler de ortaya çıkacağı söylenirken bu elbette Rusya-Almanya ilişkilerini kesinkes tahrip ediyor. Ama, ünlü Alman siyasetçilerinden birinin dediği gibi, Almanya’nın İkinci Dünya Savaşından sonra hiçbir zaman kelimenin tam anlamıyla egemen bir devlet olmadığını biliyoruz. Sayın Scholz ile temas halindeydik, devamlı görüşüyorduk, federal hükümetin çalışmasının niteliğiyle ilgili bir değerlendirme yapmak istemiyorum şimdi, ama bu değerlendirmeyi Alman halkı, Alman seçmeni yapıyor. Yakında Avrupa Parlamentosu seçimleri var; bakalım ne olacak orada. Bildiğim kadarıyla — ben elbette kayıtsız değilim Almanya’ya, orada ülke içinde herhangi bir zorluğa maruz kalmamaları için temas etmemeye çalıştığım birçok dostum var, onlarla ilişkilerimi sürdürmemeye çalışıyorum — bu insanları uzun yıllardır tanıyorum, güvenilir dostlar olduklarını biliyorum, Almanya’da böyle dostlarım da çok. Kısacası, Almanya’da siyasi arenada güç dengesini biliyorum; anladığım kadarıyla, yanılmıyorsam, CDU/CSU şu anda yüzde 30 civarında, sosyal-demokratlar yüzde 16 civarında, AfD yüzde 15 oldu, geri kalanları ise düşüyor. Bu, seçmenin cevabı. Almanların ruh hali, Alman halkının ruh hali.

Almanya’nın savunma alanında, genel olarak güvenlik alanında bağımlılığını anlıyorum. Siyaset, enformasyon siyaseti alanında bağımlılığını da anlıyorum; çünkü orada nereye baksanız, hangi büyük yayın kuruluşu olursa olsun nihai hak sahibi okyanus ötesinde, Amerikan fonlarından biri. Şükür öyle; Amerikan fonlarını bu siyaseti sürdürdükleri için alkışlıyorum; harikalar, Avrupa’nın enformasyon mecrasını kendi menfaatleri açısından sımsıkı ellerinde tutuyorlar. Üstelik kendilerini, burunlarını göstermemeye çalışıyorlar.

Bütün bunlara tamam. Ama nüfuz muazzam, buna karşı koymak da çok güç. Buna da tamam. Ama bir takım elementer şeyler var — bu elementer şeyler hakkında konuşmalıyız. Bugünkü Alman yönetiminde Alman menfaatlerini savunan hiç kimsenin olmaması tuhaf. Biliniyor: Almanya’nın tam bir egemenliği yok, ama Almanlar, varlar. Onların menfaatlerini de hiç değilse birazcık düşünmek gerek.

Bakın: talihsiz boru hatları Baltık denizinin dibinde havaya uçuruldu. Kimse kızmadı bile: öyle olması gerekiyordu, oldu. Biz Avrupa’ya Ukrayna toprakları üzerinden gaz sevkiyatı yapıyoruz, dahası buna devam edeceğiz. Bunu yapıyoruz. Orada iki boru hattı sistemi vardı; birini Ukrayna tarafı kapattı, vanayı çevirdi, kapattı ve bitti; oysa bunun için bir neden bulunmuyor. Sadece bir boru hattı sistemini bıraktılar — peki. Ama oradan Avrupa’ya gaz gidiyor mu, gidiyor; Avrupalı tüketiciler de bu gazı alıyor. Türkiye üzerinden de Türk Akım’dan — gene bizim gazımız Türk Akım’dan Avrupa’ya gidiyor, Avrupalı tüketiciler onu da alıyor.

Peki, Kuzey Akım’ın bir borusunu havaya uçurdular, ama Kuzey Akım’ın diğer borusu, tanrıya şükür, hayatta. Almanya neden bu borudan bizim gazımızı almak istemiyor? Bunun mantığının ne olduğunu biri açıklayabilir mi? Ukrayna üzerinden alınabilir, Türkiye üzerinden alınabilir, ama Baltık denizinden alınamaz. Bu ne saçmalıktır? Bunun hiçbir formel mantığı yok, anlamıyorum.

Avrupa artık hiç gaz almamalı deselerdi neyse. Peki, tamam, üstesinden geliriz, Gazprom üstesinden gelir. Ama buna ihtiyacınız yok; sizin okyanus ötesinden getirdikleri üç kat pahalı sıvılaştırılmış gazı almanız lazım. Peki sizin “ekolojistleriniz” ne güne duruyor, sıvılaştırılmış doğalgazın nasıl temin edildiğini bilmiyorlar mı? Hidrolik kırılma yoluyla. Bu gazın üretildiği ABD’de yaşayanlara sorun; orada musluklardan bazen su yerine çamur akıyor. Sizin hükümetteki “ekolojistleriniz” bunu bilmiyor mu? Herhalde biliyorlardır.

Polonya da işe girişti ve Yamal-Avrupa’daki kendi vanasını kapattı. Almanya’ya gaz Polonya üzerinden gidiyordu. Biz kapatmadık; Polonyalılar kapattılar bunu. Enerji alanındaki ilişkilerimizin kesilmesinin Almanya ekonomisi üzerine etkisinin sonucunu siz benden daha iyi biliyorsunuz. Bu üzücü bir sonuç. Birçok büyük sanayi işletmesi ayak basacak bir yer arıyor, yeter ki Almanya toprakları olmasın. ABD’de açılıyorlar, Asya’da açılıyorlar. Ama üretim şartları öyle ki rekabet edemez hale geliyorlar. Üstelik bu genel olarak Avrupa ekonomisi için de ağır sonuçlar doğurabilir, çünkü Almanya ekonomisi (diğer Avrupalıları gücendirmek için değil; herkes iyi biliyor bunu) Avrupa ekonomisinin lokomotifi. Aksırıp tıksıracak olsa bütün diğerleri gribe yakalanır. Fransa ekonomisi de şu anda resesyon sınırında, bunu da herkes biliyor. Alman ekonomisi daha da düşüşe geçerse bütün Avrupa’yı sarsar.

Ben bir takım Avrupa-Atlantik bağlarının tahribi çağrısı yapmıyorum, bunu istemiyorum, yoksa başlayacaklar (siz veya başkası), birileri dediklerimi duyup diyecek ki: işte, Avrupa-Atlantik dayanışmasında bölünme çağrısı yapıyor. Hayır, bu değil; dinleyin, bence sizde yanlış bir siyaset var, her adımında fena halde yanlış. Bence şu anda olanlar ABD için de büyük, devasa bir yanlış. Liderliğini koruma arzusu yüzünden, üstelik de şimdi yaptıkları gibi, kendine zarar veren vasıtalarla. Ama Avrupa için daha da kötüsü. Evet, şöyle demek mümkün: “Sizi burada, burada ve burada destekliyoruz, ama bu da bizim. Dinleyin, eğer kendi ekonomimizi baltalarsak bu herkes için kötü olur. Bunu asla yapmamak gerek, biz karşıyız, bu bir tabu, sakın denemeyin.”

Ama bugünkü federal hükümet bunu yapmıyor. Ben, dürüst olmak gerekirse, bu davranışın ne mantığı var diye bazen hayrete düşüyorum. Peki, Rusya ekonomisini baltalamaya niyetlendiler, üç-dört, altı ay içinde bunun olacağını sandılar. Ama herkes bunun olmadığını görüyor. Geçen yıl ekonomideki büyüme yüzde 3,4’tü, bu yıl ilk çeyrekte Rusya ekonomisinin büyümesi yüzde 5,4 oldu. Dahası, Dünya Bankası da uluslararası mali-iktisadi örgütlerin verilerine dayanarak yeniden hesaplama yaptı (önümüze hedef koymuştuk) — dünyada satın alma gücü paritesi açısından beşinciydik; önümüze dördüncü sıraya yükselme hedefini koymuştuk. Dünya Bankası geçtiğimiz günlerde, daha geçen hafta sanırım, GSYH’mızı hesapladı ve Japonya’yı geçtiğimiz sonucuna vardı. Dünya Bankası’nın görüşüne göre Rusya bugün satın alma gücü paritesinde dünyanın dördüncü ekonomisi. Yani hedefe ulaşıldı.

Elbette önemli olan bu değil; bu kendi başına bir hedef değil. Tempoyu, ileriye hareketi korumak önemli, bu da şimdilik gerçekleşiyor. Neden söylüyorum bunları? Övünmek için değil; bizi engellemeye, zarar vermeye, gelişmemizi frenlemeye çabalayanların, yaptıklarının bizden çok kendilerine zarar verdiğini anlaması için. Bunu anlayıp bir takım çıkarımlar yapmalı ve davranışlarını bir şekilde düzeltmeliler. Kendileri için, sevdikleri için. Ama hayır, bu olmuyor.

Kimseyi gücendirmek istemiyorum, ama kararları alan kişilerin profesyonel hazırlık seviyesi, bu beyanda Almanya’dakiler de, benim görüşüme göre daha iyisinin arzu edilmesine yol açıyor.

Rusya

Medvedev: Bazı ülkeler İran’a nükleer silah vermeye hazır

Yayınlanma

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev, ABD’nin İran’daki üç tesise yönelik saldırısını değerlendirdi. Medvedev, barış güvercini olarak gelen Trump’ın ABD için yeni bir savaş başlattığını, İran’ın nükleer programına devam edeceğini ve bu saldırının Tahran’ı daha da güçlendirdiğini belirtti.

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev, ABD’nin gece saatlerinde İran’daki üç noktaya düzenlediği saldırıların ardından yaptığı açıklamada, “Barış güvercini olarak gelen Trump, ABD için yeni bir savaş başlattı,” ifadelerini kullandı.

Medvedev, ABD’nin bu adımla kendisini kara operasyonu ihtimali de olan yeni bir çatışmanın içine soktuğunu belirtti.

Telegram kanalı üzerinden yaptığı yorumlarda Medvedev, saldırıların sonuçlarını değerlendirerek Washington yönetimini ve İsrail’i sert bir dille eleştirdi.

‘İran nükleer programına devam edecek’

TASS ajansının aktardığına göre Medvedev, ABD’nin gece saldırısıyla neyi başardığını sorgulayarak, “Görünen o ki nükleer döngünün kritik altyapısı ya hiç zarar görmedi ya da önemsiz ölçüde etkilendi,” dedi.

Bu durumun sonuçlarına dikkat çeken Medvedev, “Nükleer materyallerin zenginleştirilmesi ve artık açıkça söylenebilir ki gelecekteki nükleer silah üretimi devam edecektir,” diye yazdı.

ABD’nin İran saldırısına Kongre’den ortak tepki: ‘Anayasaya aykırı’

‘Bazı ülkeler İran’a nükleer silah vermeye hazır’

Rus yetkili, ABD’nin saldırısının ardından bazı ülkelerin Tahran’a nükleer silah vermeye hazır olduğunu iddia etti. Medvedev, “Bir dizi ülke, İran’a doğrudan kendi nükleer mühimmatını tedarik etmeye hazır,” ifadesini kullandı.

Saldırının İran’daki siyasi rejimi zayıflatmak yerine daha da güçlendirmiş olabileceğini vurgulayan Medvedev, şu değerlendirmeyi yaptı:

“İran’ın siyasi rejimi ayakta kaldı ve yüksek bir ihtimalle daha da güçlendi. Halk, kendisine sempati duymayanlar bile, ruhani liderliğin etrafında kenetleniyor.”

Medvedev ayrıca, “Dünyadaki mutlak çoğunluk, İsrail ve ABD’nin eylemlerine karşı,” diyerek uluslararası tepkiye dikkat çekti.

Medvedev, Trump’a yönelik alaycı bir üslupla, “Bu tür başarılarla Trump, Nobel Barış Ödülü’nü göremez, bu adaylığın tüm satılmışlığına rağmen. İyi başlangıç, tebrikler Sayın Başkan!” sözleriyle açıklamasını sonlandırdı.

İranlı diplomat: Amerika ve İsrail’in asıl hedefi İran’ın içeriden çöküşüydü

Okumaya Devam Et

Rusya

Putin: Ukrayna’nın teslim olmasını beklemiyoruz

Yayınlanma

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu’nda yaptığı konuşmada önemli açıklamalarda bulundu. Putin, Ukrayna’dan teslimiyet beklemediklerini ancak ‘sahadaki gerçeklerin’ kabul edilmesini istediklerini belirtirken, Rus ekonomisinin rekorlar kırdığını ve yeni hedefler belirlediklerini vurguladı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu‘nun (SPIEF) genel kurul toplantısında yaptığı konuşmada, Ukrayna’daki durumdan Rusya ekonomisinin geleceğine kadar bir dizi konuda önemli mesajlar verdi.

Putin, Rusya’nın Ukrayna’dan bir teslimiyet beklemediğini ancak “sahadaki gerçeklerin” kabul edilmesinde ısrarcı olduğunu belirtti.

Konuşmasının ardından uluslararası politikaya ilişkin soruları da yanıtlayan Putin, Rus ekonomisinin rekor seviyede düşük işsizlik ve yüksek büyüme rakamlarına ulaştığını ifade etti.

‘Ukrayna’nın teslim olmasını beklemiyoruz’

Vladimir Putin, Rusya’nın Ukrayna’dan teslimiyet talep etmediğini ancak mevcut “sahadaki gerçeklerin” tanınması gerektiğini vurguladı. Ruslar ve Ukraynalıların “tek bir halk” olduğunu savunan Putin, “Bu anlamda bütün Ukrayna bizimdir. Rus askerinin ayağının bastığı her yer bizimdir,” ifadelerini kullandı.

Sumi’yi alma gibi bir görevleri olmadığını ancak bu olasılığı da dışlamadığını belirtti.

Putin ayrıca, Ukrayna’nın Rusya topraklarına “kirli nükleer bomba” atma niyetine dair bir kanıtları olmadığını söyleyerek, “Bu, Kiev rejiminin son hatası olur. Moskova’nın bu durumda yanıtı sert ve feci olur,” dedi.

St. Petersburg Ekonomi Forumu’nun üçüncü gününde neler konuşuldu?

Ekonomide tarihi rekorlar

Putin, Rusya’nın gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH) büyüme hızının yüzde 4’ü aşarak gelişmiş ülkeleri geride bıraktığını ve Rusya’nın Avrupa’nın en büyük ekonomisi olduğunu söyledi.

Ham madde gelirlerinin ekonomideki belirleyici rolünün azaldığını ve büyümenin sadece savunma sanayiine bağlı olmadığını vurguladı.

16 Haziran itibarıyla yıllık enflasyonun yüzde 9,6 olduğunu belirten Putin, hükümetin aktif çalışmaları ve Merkez Bankası’nın adımlarının enflasyonun yavaşlamasında rol oynadığını ifade etti.

Devlet Başkanı, ülkenin durgunluk ve resesyona izin vermemesi gerektiğini söyledi.

İşsizliğin yüzde 2,3 ile tarihi rekor seviyeye düştüğünü ve Kuzey Kafkasya bölgelerinde bu oranın yarı yarıya azaldığını belirten Putin, yoksulluğun da yüzde 7,2’ye gerileyerek rekor kırdığını ve hedefin yüzde 5’in altına inmek olduğunu açıkladı.

İş dünyası ve teknolojiye yeni vizyon

Putin, Rus ekonomisinin daha teknolojik hale gelmesi gerektiğini ve rekabetçiliğin yerli teknolojilere dayanması gerektiğini belirtti.

Son iki yılda patent başvuru sayısının yüzde 13 arttığını söyledi. Dijital rublenin kullanımının yaygınlaştırılması çağrısında bulunan Putin, birikmiş milyonlarca ton zararlı atıktan değerli bileşenlerin çıkarılması için projeler başlatılmasını önerdi.

İş dünyasının maliyetlerinin ciddi şekilde azaltılması gerektiğini vurgulayan Putin, “Daha güçlü olmak istiyoruz,” diyerek Rusya’nın 2030 yılına kadar iş yapma kolaylığı açısından en iyi 20 ülke arasına girmesi gerektiğini hedef olarak gösterdi.

Putin ayrıca, savunma ve sivil sanayi şirketleri arasındaki ayrımın kaldırılması gerektiğini belirterek, ordunun en modern ve sahada kendini kanıtlamış teknolojilerle donatılacağını ifade etti.

BRICS’in küresel ekonomideki payı artacak

Uluslararası ilişkilere de değinen Putin, Rusya ve Çin’in yeni bir dünya düzeni kurmadığını, mevcut düzeni şekillendirdiğini söyledi.

BRICS’in küresel ekonomideki payının yüzde 40 olduğunu ve bunun artmaya devam edeceğini “tıbbi bir gerçek” olarak nitelendirdi.

Putin, dünyaya siyasi manipülasyonlardan ve yeni sömürgecilik ilkelerinden arınmış yeni bir kalkınma modeli sunulması gerektiğini belirtti.

İran’daki Buşehr Nükleer Santrali’nde çalışmaların sürdüğünü ve Netanyahu ile Trump’tan buradaki Rus personelin güvenliğine dair güvence aldıklarını aktaran Putin, Rusya’nın İran’ı barışçıl nükleer enerji çalışmalarında her zaman desteklediğini ve bu alandaki haklarını savunduğunu ekledi.

Putin, Domodedovo Havalimanı’na kayyum atanmasının devletleştirmeyle bir ilgisi olmadığını, uzun yıllardır devam eden bir anlaşmazlığın mahkeme kararıyla sonuçlandığını da sözlerine ekledi.

Okumaya Devam Et

Rusya

St. Petersburg Ekonomi Forumu’nun üçüncü gününde neler konuşuldu?

Yayınlanma

St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu’nun (SPIEF) üçüncü gününde Rusya ekonomisinin geleceği masaya yatırıldı. Kremlin’in resesyon uyarısı yaptığı forumda, yüksek faiz oranlarının ekonomiyi ‘soğuttuğu’ ve şirketleri ‘iflas öncesi’ duruma getirdiği yönündeki endişeler dile getirildi. Enerji alanında ise Gazprom’un Çin ile yeni bir doğalgaz anlaşması imzalaması ve lityum üretimine başlama planları öne çıktı.

St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu’nun (SPIEF) üçüncü gününde, Rusya ekonomisinin geleceğine ilişkin endişeler ve yeni büyüme modeli arayışları tartışıldı.

Kremlin’den gelen resesyon uyarısı, yüksek faiz oranlarının ekonomiyi “soğuttuğu” yönündeki tartışmaları alevlendirirken, enerji devleri Çin ile yeni anlaşmalar imzalayarak ve stratejik madenlere yönelerek ülkenin geleceğine dair önemli sinyaller verdi.

Kremlin’den resesyon uyarısı

Forumda konuşan Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, ekonominin zamanında hızlanmaya başlamaması durumunda Rusya’da resesyon riskinin bulunduğunu belirtti. Peskov, “Eğer biraz hızlanmaya başlamazsak, Merkez Bankası’nın daha önce aldığı önlemler ekonomiyi gerçekten de önemli ölçüde yavaşlatabilir. O zaman resesyon riski ortaya çıkar,” ifadelerini kullandı.

Ekonomik Kalkınma Bakanı Maksim Reşetnikov da para ve kredi politikası dahil olmak üzere doğru kararlar alınması halinde Rusya’nın resesyonla karşı karşıya kalmayacağını söylerken, iş dünyasındaki mevcut hissiyatın “resesyonun eşiğine gelindiği” yönünde olduğunu kabul etti.

Maliye Bakanı Anton Siluanov ise ekonomide bir “soğuma” yaşandığını ancak “soğumayı her zaman yazın takip ettiğini” dile getirdi.

Rusya Sanayici ve Girişimciler Birliği (RSPP) Başkanı Aleksandr Şohin, durumun daha endişe verici olduğunu vurguladı.

İnterfaks‘a konuşan Şohin, yüksek faiz oranlarının birçok şirketi “iflas öncesi” duruma getirdiğini söyledi.

Şohin, “Durumun sistemik olarak basit olmadığını görüyoruz. Yüksek faiz oranı nedeniyle ödeme zincirleri çöküyor, büyük şirketler bile tedarik ödemelerini geciktiriyor. Bu durumdan en çok küçük ve orta ölçekli tedarikçi işletmeler zarar görüyor,” diyerek ekonomideki soğumanın tüm hızıyla devam ettiğini belirtti.

Yeni büyüme modeli arayışı

Sberbank Başkanı German Gref ise mevcut ekonomik faktörlere dayalı bir büyümenin, Rusya’nın yüzde 3’lük büyüme hedefine ulaşması için yeterli olmayacağını söyledi.

Gref, “Yeni büyüme faktörlerini ortaya çıkarmamız gerekiyor. Alternatif ekonomi sektörlerini geliştirmeli, şirketlerin yatırım paradigmalarını harekete geçirmeli ve eski verimsiz teknolojileri ortadan kaldırmak için yeni teknolojileri kullanmalıyız,” dedi.

Gref, Rus ekonomisinin verimliliğinin gelişmiş ülkelere göre yüzde 40 ila dört kat arasında geri kaldığını belirterek, rekabet ortamının, inovasyonun ve mülkiyet haklarının korunmasının kritik önem taşıdığını vurguladı.

Başbakan Yardımcısı Aleksandr Novak ise daha iyimser bir tablo çizerek yüzde 3’ün üzerinde bir büyümenin mümkün olduğuna inandığını, bunun için teknoloji ve verimlilik artışıyla iş gücü açığının kapatılması gerektiğini ifade etti.

Yabancı yatırımcı ilgisi ve Rusya’dan ayrılan şirketler

Forumda Rusya’nın uluslararası yatırım ortamı da ele alındı. Başbakan Yardımcısı Marat Husnullin, yabancı yatırımcıların Rusya’nın yeni bölgelerinde çalışmak için başvuruda bulunduklarını açıkladı.

Husnullin, bu bölgelerin yatırımcılara geniş bir pazar, vergi avantajları, düşük kira maliyetleri ve varlıklara erişim imkânı sunduğunu belirtti.

VTB Başkanı Andrey Kostin ise yabancı şirketlerin aslında Rusya’dan ayrılmak istemediğini, siyasi baskı altında kaldıklarını savundu.

Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) Başkanı Kirill Dmitriyev de Rusya’daki projelere ilk dönecek olanların Amerikalı petrol ve gaz şirketleri olacağını öne sürdü.

Rus enerji kaynaklarını terk etmenin Avrupa’ya faturası 1,3 trilyon avro

Dmitriyev, forumda yaptığı bir diğer açıklamada, Avrupa Birliği’nin (AB) Rusya’dan gaz tedarikini azaltmasının yol açtığı kayıpların 1,3 trilyon avroya ulaştığını bildirdi.

2025 başından itibaren Rus gazının Ukrayna üzerinden geçişinin durduğunu ve AB’nin 2027 sonuna kadar Rus gazından tamamen vazgeçmeyi planladığını hatırlatan Dmitriyev, bu durumun Avrupa ekonomisine ağır bir maliyeti olduğunu vurguladı.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in de daha önce Rus enerji kaynaklarından bağımsızlığın Avrupalılara çok pahalıya mal olduğunu söylediği biliniyor.

Enerji devlerinden yeni hamleler: Lityum ve Çin’e doğalgaz

Rus enerji şirketleri de forumda geleceğe yönelik stratejik adımlarını duyurdu. Gazprom Neft Yönetim Kurulu Başkanı Aleksandr Dyukov, şirketin 2028’de lityum ve iyotun endüstriyel üretimine başlamayı planladığını açıkladı.

Lityum üretiminin Orenburg oblastındaki, iyot üretiminin ise Hantı-Mansiysk Özerk Okrugu’ndaki mevcut sahalardan elde edilen sulardan yapılacağı belirtildi.

Diğer yandan Gazprom, Çinli şirketler CNPC ve PipeChina ile Rus gazının Çin’e Uzak Doğu rotası üzerinden tedarik edilmesine yönelik anlaşmalar imzaladı.

Anlaşmaların, projenin tam kapasiteye ulaşmasının ardından Çin’e yapılan boru hattı gazı tedarikini yıllık 10 milyar metreküp artırması bekleniyor. Bu hamle, Rusya’nın enerji ihracatında Doğu’ya yönelimini güçlendiren önemli bir adım olarak görülüyor.

Merkez Bankası Başkanı: Devlet şirketlerinin halka arzı ‘göstermelik’ olmamalı

Forumun bir diğer önemli gündem maddesi ise devlet şirketlerinin halka arzı (IPO) oldu. Rusya Merkez Bankası Başkanı Elvira Nabiullina, devlet şirketlerinin halka arzlarının “göstermelik” olmaması gerektiğini, yatırımcı güvenini oluşturmak için kaliteli bir hazırlık sürecinin şart olduğunu söyledi.

Nabiullina, “Bu şirketlerin yönetici kalitesinin ve motivasyonunun değiştirilmesi gerekiyor. Devlet kontrolü korunurken, yatırımcıları çekecek bir yönetim sistemi değişikliğine yol açmalı,” diyerek devletin bu konuda örnek olması gerektiğini vurguladı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English