Bizi Takip Edin

AMERİKA

ABD’de ‘göçmen dostları’ ile ‘göçmen düşmanları’nın ortak sektörü: Özel göçmen hapishaneleri

Yayınlanma

ABD’nin Teksas eyaletinde Vali Greg Abbott ile federal mahkemeler ve Joe Biden yönetimi arasında patlak veren göçmen krizi, bir kez daha gözleri ülkenin güney sınırına çevirdi.

ABD’de hem federal düzeyde, hem de eyalet bazında hapishane sistemi kâr amacı güden özel kuruluşların büyük ‘yatırımlarına’ sahne oluyor. Hapishane sisteminin en önemli parçalarından biri de göçmenlerin tutulduğu özel gözaltı merkezleri.

Başkan Joe Biden, iktidardaki 100. gününde Georgia’da yaptığı bir mitingde, bir grup protestocu kendisinden özel göçmen gözaltı merkezlerinin kapatılmasını istediğinde, onlara katıldığını söylemiş ve ‘özel hapishanelerin ve özel gözaltı merkezlerinin olmaması gerektiğini’ vurgulayarak hepsini kapatmak için çalıştıklarını ilan etmişti.

Buna rağmen, iktidardaki üçüncü yılını tamamlayan Biden, göçmen gözaltı merkezlerinin idaresinde hâlâ büyük oranda kâr amacı güden kuruluşlara dayanıyor. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği (ACLU) tarafından yapılan bir analize göre, gözaltında tutulan kişilerin göçmenlerin yaklaşık %90’ı özel şirketler tarafından işletilen tesislerde bulunuyor.

Syracuse Üniversitesinde federal göçmenlik verilerini toplayan ve analiz eden bir araştırma kurumu olan Transactional Records Access Clearinghouse’a (TRAC) göre, Biden’ın Ocak 2021’de göreve gelmesinden bu yana, göçmenlik gözetiminde tutulanların sayısı iki kattan fazla arttı: 22 Ocak 2021’de 14.195’ten 3 Aralık 2023’te 36.755’e.

Biden’ın başkanlık emri göçmen merkezlerine işlemiyor

Bu rakamlar, 2019’da Trump yönetimi altında kaydedilen en yüksek göçmen gözaltı rakamlarından (55.000) daha az olsa da, gidişat, COVID-19 salgını sırasında yavaşladıktan sonra, Biden döneminde göç oranlarındaki artışı ve yönetimin sığınma davaları devam ederken daha fazla göçmeni gözaltında tuttuğunu gösteriyor.

Biden görevdeki ilk haftasında, Adalet Bakanlığına, özel olarak işletilen gözaltı tesisleriyle sözleşmeleri yenilememesi talimatını veren bir başkanlık emri yayınlamıştı. Adalet Bakanlığı sözcüsü Dena Iverson, bakanlığın emri uygulamak için çalışmaya devam ettiğini söyledi ve Hapishaneler Bürosu ve ABD Polis Teşkilatının bir düzineden fazla özel sektöre ait sağlayıcıyla sözleşmeleri feshettiğini belirtmişti.

Yine de bu emir, federal gözaltında kâr amacı gütmeyen şirketlerin kullanımında bir azalmaya yol açmış olsa da, özellikle göçmen gözaltı ‘sektörü’ için geçerli olmadı ve Göçmenlik ve Gümrük Muhafazanın (ICE) kâr amacı güden şirketlere büyük ölçüde dayanmaya devam etmesine izin verdi.

Göçmenlik sisteminin kâr amacı güden gözaltı merkezleri ile bağı onlarca yıl öncesine gidiyor. ICE, olası sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalan insanları tutmak için gözaltı merkezleri şebekesini kurarken, federal hükümetse tersine, kendi tesisini inşa etmek yerine bunu özel şirketlere yaptırıyor.

Ödüllü gazeteci ve The Marshall Project’in kurucu genel yayın yönetmeni Bill Keller, 2022’de The Guardian’a verdiği demeçte, özel olarak işletilen ve kâr amacı güden hapishaneler fikrini ilk ortaya atan kişinin Ronald Reagan olduğunu hatırlatıyor. Keller, hapishane sahiplerine, ‘otel sahipleriyle aynı şekilde’, mevcut doluluk yoluyla ödeme yapıldığından, mahkumları serbest bırakmaya hazırlamak için hiçbir motivasyonlarının olmadığına dikkat çekiyordu.

‘Esneklik’ nedeniyle hem Cumhuriyetçiler hem Demokratlar özel hapishane sisteminden yana

Time’a konuşan ICE İcra ve Kaldırma Operasyonlarından sorumlu genel müdür yardımcısı Corey A. Price’a göre, mevcut finansman ve ihtiyaç duyulan yataklar yıldan yıla değiştiğinden, göçmen konutlarının lojistiği karmaşık. Özel şirketlerle sözleşme yapmak, Kongre daha fazla fon tahsis ettiğinde ICE’nin hızlı bir şekilde yeni gözaltı yatakları getirmesine izin veriyor.

ICE ile sözleşme imzalayan ve göçmen gözaltı merkezleri şebekesinin en önemli unsurlarından biri olan CoreCivic şirketinin halkla ilişkiler direktörü Ryan Gustin, şirketin ‘Amerika’nın göçmenlik sisteminde değerli ancak sınırlı bir rol oynadığını, bunu yaklaşık 40 yıldır her yönetim için, hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi, yaptıklarını’ söylüyor.

Gustin, federal hükümet kurumlarının, şirketlerin sağlayabileceği ‘esneklik’ nedeniyle genellikle CoreCivic ile çalışmayı tercih ettiğini, bunun da ihtiyaçların ve önceliklerin yıldan yıla önemli ölçüde değişebildiği bir sektörde ‘özellikle önemli olduğunu’ belirtiyor.

CoreCivic ve GEO Group’un kirli geçmişi

İlk kez 1983 yılında Amerika Islah Şirketi (CCA) adıyla sözleşme imzalayarak dünyanın ilk özel hapishanesini inşa eden CoreCivic’in gelirinin yüzde 25’i ICE ile yapılan sözleşmelerden geliyor.

Tüm göçmen tutukluların üçte ikisinden fazlası CoreCivic ve GEO Group gibi özel hapishane şirketleri tarafından hapsediliyor ve ABD’deki en büyük 10 göçmen gözaltı merkezinden 9’u özel olarak işletiliyor.

Anlaşmaların büyüklüğü ise şaşırtıcı: 2014 yılında federal hükümet, CoreCivic’e Dilley, Teksas’ta bir aile gözaltı merkezi işletmek için dört yıllığına 1 milyar dolarlık bir sözleşme verdi. Yaz başında yaklaşık 2.000 kişiyi ‘ağırlayan’ şirket, 2.400 kişilik kapasitesine rağmen sözleşme gereği tam ödeme almıştı.

Trump’ın göçmen çocukları ailelerinden ayırma kararının yol açtığı krizin zirvesinde, şirketin hisse senedi fiyatı iki haftadan kısa bir süre içinde yüzde 14 artmıştı.

CoreCivic’in mahpus plantasyonlarından ‘süzülen’ tecrübesi

CCA’nın kurucuları T. Don Hutto and Thomas Beasley. Mother Jones’taki uzun bir araştırmaya göre Beasley, Tennessee Cumhuriyetçi Partinin lideriydi. İlk kez 80’li yıllarda özel hapishane açma fikrini Cumhuriyetçilerle konuşmuştu ama bunun için cezaevlerine bilen birisine ihtiyaç duyuyordu.

Hutto, 1967’de Rosharon, Teksas’taki Ramsey plantasyonunun müdürü olduğunda hapishaneleri yönetme kariyerine başlamıştı. Ramsey, Manhattan büyüklüğündeydi ve pamuk tarlalarında çalışan 1.500 mahkum vardı. 

Tıpkı Güney’deki diğer hapishane sistemleri gibi, Teksas’taki cezaevi ağı da doğrudan kölelik ile büyümüştü. İç Savaş’tan sonra, pamuk ve şeker yetiştiricileri çalışmaya zorlayabilecekleri kölelerinden ‘yoksun’ kalmışlardı. Ama bir avantajları vardı: Anayasanın 13. Maddesi köleliği kaldırıyor ama kapıdan kovulan köleliğin bacadan girmesine izin veren bir boşluk bırakıyordu. Kölelik ‘gönüllü ya da gönülsüz’ kaldırılmıştı, ama ‘bir suçun cezası dışında’…

Dolayısıyla ‘kölesizliğe alışamayan’ Güneyli toprak ve mülk sahipleri, mahkumlarını özel çiftliklerde, kereste kamplarında ve kömür madenlerinde çalışmak ve demiryolu raylarının döşenmesine yardımcı olmak için kiralayabilirdi.

Eyalet sonunda şirketlerin ve yetiştiricilerin ucuz mahkum emeğinden kazandıkları kolay parayı tatlı buldu ve bu yüzden 1899 ile 1918 arasında 13 plantasyon satın alıp aracıları ortadan kaldırarak onları hapishaneye dönüştürdü.

Kölelik derken, hakiki kölelikten bahsediyoruz: Teksas’ta, 1941 yılına dek hapishanelerinde kırbaç cezası yasak değildi ve mahkumlar de öncelikle ‘yeterince üretken’ olmadıkları için kırbaçlanıyordu. Arkansas’ta kırbaç cezası ancak 1968’de ortadan kaldırıldı. Mahkûmlar, ‘tembellik’ veya tarlalarda çalışma kotalarını karşılamadıkları için rutin olarak hücre hapsine alınıyordu.

Teksas hapishaneleri ayrıca özel himayeye sahip bazı mahkumlara, diğer mahkumları yöneten ve cezalandıran kişiler (Nazi toplama kamplarında bunlara ‘Kapo’ denirdi) olarak hareket etme yetkisi verdi. Bu mahkum gardiyanlar, hapishaneleri acımasız bir güçle yönetti; öyle ki, bir eyalet müfettişi, gardiyanların ve Amerikan Kapoların mahkumları ‘yumruklar, balta sapları, coplar, kurşunlu lastik hortum, at dizginleri, silah dipçikleri, siyah krikolar ve beyzbol sopaları’ ile dövdüğünü tespit etmişti.

Eyalet, Kapoları kullanarak aksi takdirde gardiyanların maaşlarına harcanacak paradan tasarruf ediyordu. 1974 tarihli bir devlet raporu, bu uygulamaların 1970’lere kadar devam ettiğini ortaya koydu.

1965’te Arkansas’ın hapishane çiftlikleri eyalet hazinesine 250.000 dolar koyuyordu. Bir eyalet polis soruşturmasının özetinde, “Bu kârları elde etmek için mahkumlar, özellikle hasat zamanında, tarlalarda şafaktan alacakaranlığa kadar acımasızca sürüldü,” yazıyordu.

ABD’de kölelik sürüyor: Mahkûmların zorla çalıştırılması her yerde

CoreCivic’in kurucusu, vahşi eğilimlerini ‘sektöre’ aktardı

İşte Hutto, bir hapishaneyi nasıl yöneteceğini böyle öğrenmişti. 1971’de Arkansas hapishane sistemini yönetmeye başlayan Hutto, mahkumları ‘küçük ödüller’ karşılığında yarıştırmaya başlamıştı. Ağustos 1972’de yüzlerce kişi, mahkumların yarışmasını izlemek için bilet satın almıştı.

Siyah ve beyaz çizgili üniformalar giyen mahkumlar vahşi atlara bindiriliyordu. Bir mahkum ata binmeye çalışırken karnına tekme yedi ve sedyeyle taşınmak zorunda kaldı.

‘Eğlencede’ mahkumlar, yağlanmış bir domuzun üzerine atlıyor ve 10 dolar kazanmak için onu yakalamaya çalışıyordu.

Bir makaleye göre, kalabalığın favorisi, mahkumların öfkeli bir boğanın boynuzları arasına bağlanmış 75 dolar içeren bir tütün kesesini almaya çalıştıkları ‘Hard Money’ adlı bir oyundu. Eğlenceyi bir muhabire anlatan Hutto, “Buradaki amacımız, her mahkûmu sorumluluklarını yerine getirecek daha donanımlı bir topluma geri döndürmek ve bu, bu yönde bir başlangıç olabilir,” diyordu.

Hutto, Arkansas hapishane sistemini ihya eden çiftçilik operasyonunu da yenilemiş ve onu ‘verimsiz, marjinal bir operasyondan son derece verimli mekanize bir operasyona’ dönüştürmüştü. Artık besin ürünlerinin yerine pamuk, pirinç ve soya fasulyesi gibi yüksek gelir getiren mahsuller yetiştiriliyordu. Hutto’nun Arkansas’taki ilk yılında, çiftlik operasyonları yaklaşık 1,7 milyon dolar gelir getirmişti.

Ceza sistemi de değişti

Habere göre, Cummins ve Arkansas’ın diğer hapishane çiftliğindeki üst düzey pozisyonların neredeyse yarısı, mahkumları çalışmaya zorlamak için ‘kendi yöntemlerine’ sahip olan Teksaslılar tarafından dolduruldu.

Arkansas’taki hapishane koşullarıyla ilgili federal bir duruşmada mahkumlar, birinin pamuk kotasını dolduramamasının ‘Texas TV’ adlı bir cezanın gerekçesi olduğunu ifade ediyordu. Bu cezada bir mahkum, alnını duvara dayayarak ve elleri arkada durmaya zorlanırdı. Orada altı saate kadar, genellikle yiyeceksiz, bazen çıplak olarak bırakılırdı.

Bir mahkum, “Sabahları sizi kaldırıyorlar ve size şerbetli iki parça ekmek veriyorlar ve bütün gün pamuk toplamanızı söylüyorlar ve yeterince toplamadığınızda sizi o duvara yapıştırıyorlar, böylece akşam yemeği ya da temiz kıyafet alamıyorsunuz. Sonra ertesi sabah, aynı şey. Hiçbir işe yaramadığında nasıl iyi bir tavır sergileyeceksin?” diye soruyordu.

Bütün bunlar, Shane Bauer’in 2018 tarihli American Prison: A Reporter’s Undercover Journey Into the Business of Punishment [Amerikan Hapishanesi: Bir Muhabirin Ceza İşine Gizli Yolculuğu] isimli kitabında ayrıntılarıyla anlatılıyor. Bauer, tebdil-i kıyafet bir şekilde CoreCivic tarafından işletilen hapishanelerde çalışarak bu kitap yazmıştı.

Özel şirketlere kölelik suçlaması

Elbette hapishane ve göçmen merkezlerinin işletmelerinin özel şirketlere verilmesi, güvenlik ve personel endişelerini beraberinde getiriyor. Kâr amacıyla hareket eden şirketler, maliyetleri azaltmak için personel sayısını azaltma gibi adımlar atıyorlar.

Biden’ın 2021’deki başkanlık emrinden aylar sonra, Pennsylvania, Philipsburg’da özel olarak işletilen bir hapishane, Federal Cezaevleri Bürosu’nun sözleşmesini yenilememesi üzerine kapatılmıştı. Fakat bir yıl içinde hapishane, Moshannon Vadisi İşlem Merkezi adlı yeni bir isim altında ve ICE ile göçmen gözaltıları için yeni bir sözleşme kapsamında yeniden açıldı.

ICE’ye göre, 6 Aralık’ta Frankline Okpu adlı Kamerunlu bir adam Moshannon Vadisi gözaltı merkezinde öldü.

Yakın zamanda Brezilya’dan sığınma talebinde bulunan Kesley Vial, geçen hafta New Mexico’daki bir gözaltı merkezinde intihar ederek öldü. Yerel savunucular ve sivil haklar avukatları, intihar nedeniyle, ‘ICE ve gözaltı merkezini işleten özel şirket CoreCivic’in koşullarını ve muamelesini’ suçladı.

Georgia’daki ayrı bir CoreCivic gözaltı tesisine geçen hafta, şirketin insanları hücre hapsi de dahil olmak üzere ceza tehdidiyle çalışmaya zorlayarak federal kölelik karşıtı yasaları ihlal ettiği iddiasıyla dava açıldı. CoreCivic yaptığı açıklamada iddiaları yalanladı.

CoreCivic’in göçmen gözaltı sözleşmeleri söz konusu olduğunda ‘en büyük rakibi’ Geo Group, California’daki bir gözaltı merkezindeki personelin, tesisteki bir işçi grevini destekledikleri için ceza olarak dört kişiyi hücre hapsine koyduğu iddialarıyla karşı karşıya.

GeoGroup da iddiaları reddetti. İddia, eyalet senatosunun California’yı gözaltı merkezlerinde hücre hapsinin kullanımını kısıtlayan ilk eyalet yapacak bir yasa tasarısı sunmasından hemen önce geldi.

Özel gözaltı merkezlerini işleten şirketlerin Cumhuriyetçi sevgisi

‘Göçmen istilasına’ neden olduğu iddia edilen Biden yönetiminin, göçmenlerin kapatılması için dayandığı özel şirketlerin Cumhuriyetçilerle olan ilişkisi ise ‘sektörün’ ironilerinden biri.

2022 yılında Jacobin’de yer alan bir makaleye göre, federal ve eyaletler düzeyindeki özel hapishane işletmelerinin en büyük ikisi, CoreCivic ile GEO Group, 2020-2022 arasında Cumhuriyetçi Valiler Birliği’ne 1,7 milyon doların üzerinde para verdi.

Örneğin özel hapishane bağışlarının büyük bir kısmı, GEO Group’un bulunduğu ve eyalet ihalelerinin verildiği Florida’daki Cumhuriyetçilere akıyor. Sektör, Florida Cumhuriyetçi Parti komitelerine 1 milyon dolardan fazla ve Florida Valisi Ron DeSantis’e 269.000 dolar bağış yapmıştı.

Yakın zamanda Cumhuriyetçi adaylık yarışından çekilen DeSantis, Donald Trump’a destek çağrısı yapmıştı. Son göçmen krizinin odağındaki Vali Abbott da özel hapishane endüstrisinin en önemli bağış sahiplerinden. Tennessee Valisi Bill Lee ve Arkansas Valisi Asa Hutchinson da özel hapishane sektörünün bağışlarından faydalanıyor.

Ülkenin en büyük hapishane işletmecilerinden biri olan GEO Group, 2017’de Trump’ın yemin töreni kutlamalarını desteklemek için 250.000 dolar bağışlamıştı. CoreCivic de aynı törenin hazırlıkları için 250.000 dolar vermişti.

Küresel sermaye göçmen kamplarına yatırım yapıyor

Fakat işler burada kalmıyor. Dünyanın en büyük finansal yatırım şirketleri arasında yer alan Fidelity, BlackRock, State Street ve Vanguard gibi devler de büyük özel hapishane yatırımcıları. BlackRock, %15,38 hisseyle CoreCivic’in en büyük yatırımcısı. State Street’in hem CoreCivic’te hem de GEO Group’ta hisseleri var.

BlackRock, özel hapishaneleri içeren ESG (çevresel, sosyal ve kurumsal yönetişim) fonları da satıyor. The Intercept’te yer alan bir araştırmaya göre, BlackRock’ın ‘sosyal sorumluluk’ fonlarından biri olan iShares ESG Screened S&P Small-Cap ETF’si (borsa yatırım fonu) CoreCivic’i içeriyor. DWS Group’un Xtrackers S&P SmallCap 600 ESG’sinden hisse satın alan yatırımcılar da CoreCivic’ten bir miktar satın alıyor.

CoreCivic’in, George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından, ‘proaktif’ olarak ‘ırksal eşitlik denetimi’ yürüten ilk şirket olduğunu duyurarak bunun sonuçlarını açıklaması da göçmen hapsetme sektörünün nasıl işlediğine ilişkin küçük bir örnek olarak tarihe geçmişti.

Şirketin DEI (çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık) raporuna göre CoreCivic, beyaz olmayan hapishane gardiyanları, yönetim kurulundaki çeşitlilik ve çeşitli gardiyan rütbelerinin yanı sıra siyahların öncülüğünde kurulan bir ticaret grubuyla ortaklığını öne çıkarıyor.

CoreCivic, kendi ESG raporunda, Newsweek/Statista tarafından Amerika’nın ‘en sorumlu şirketlerinden biri ‘olduğunu iddia eden 2021 ödülünü hatırlatıyor. Newsweek/Statista ESG sıralaması, kısmen hapishane şirketinin ‘iyi amaçlara’ olan bağlılığına ve yönetim kurulundaki kadın ve ırksal azınlıkların sayısına dayanarak CoreCivic’e yüksek bir sosyal derecelendirme veriyor.

Sınır hattında ‘büyük veri işleme’ Palantir’de

ICE ile birlikte iş yapan önemli isimlerden biri de, ilk Trump döneminde eski başkanın en büyük destekçilerinden, eski PayPal CEO’su ve Cumhuriyetçi Peter Thiel.

Thiel’in kurduğu gizemli veri madenciliği şirketi Palantir, ICE’nin ‘pis işlerini’ yaptığı gerekçesiyle eleştiriliyordu. 2020 yılında, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu (WEF) esnasında CNBC’ye bir mülakat veren Palantir CEO’su Alex Karp, şirketinin ABD’deki ‘belgesiz insanları bulduğunu’ söylemişti.

Palantir, yıllar boyunca, ICE’nin göçmenleri sınır dışı etme operasyonlardaki rolünü inkar etmişti. Şirket, ICE’nin yanı sıra Pentagon, Adalet Bakanlığı ve İç Güvenlik Bakanlığı ile de çalışıyor ve yüklü sözleşmeler elde ediyor.

AMERİKA

Pentagon: Ukrayna’da yolsuzluk oranı Avrupa’nın en yükseği

Yayınlanma

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Genel Müfettişi Robert Storch, Kongre’ye sunduğu raporda Ukrayna’daki yolsuzluğun Avrupa’daki en yüksek oranlardan biri olmaya devam ettiğini belirtti.

Raporda, “Ukrayna’da yolsuzluk algısı 2013’ten bu yana azalmış olsa da ülke hükümeti Avrupa’nın en az şeffaf ülkelerinden biri olmaya devam ediyor,” ifadelerine yer verildi.

Mevcut çatışmanın Ukrayna Savunma Bakanlığı’nda yolsuzluk, rüşvet, komisyon ve özellikle ölümcül teçhizatın tedarik maliyetinin şişirilmesi konusunda fırsatlar yarattığına işaret eden Storch, gizlilik uygulamaları nedeniyle şeffaflığa mahal verilmediğini kaydetti.

Şubat ayında Ukrayna’nın baş denetçisi Alla Basalayeva, ülkede yolsuzluğun arttığına dikkat çekmiş ve ülkedeki pek çok kişinin savaşı para kazanmanın bir yolu olarak algıladığı için kamu ihalelerindeki ihlallerin sayısı son iki yılda arttığını söylemişti.

Savunma Bakan Yardımcısı Yuriy Dıjgir ise bakanlığın 2023 yılının son çeyreğinde 270 milyon dolardan fazla mali ihlal tespit ettiğini itiraf etti.

Ayrıca bu yılın başlarında Ukrayna Devlet Soruşturma Dairesi, eski Savunma Bakanı ve beraberindeki bir yetkili hakkında bir dava açtı. Söz konusu yetkililer, zimmetlerine yaklaşık 950 milyon grivna (25 milyon doların üzerinde) geçirmekle suçlanıyorlar.

Ocak ayında Ukrayna basınında bakanlık yetkilileri ve silah şirketi Lviv Arsenal’ın yöneticilerinin arandığına dair haberler çıktı. Soruşturmaya göre yetkililer, mermi alımından yaklaşık 1,5 milyar grivna (yaklaşık 40 milyon dolar) çalmışlardı.

Ukrayna ordusunda dev yolsuzluk: Rusya ordusu neden bu kadar hızlı ilerliyor?

Okumaya Devam Et

AMERİKA

ABD İçişleri Bakanlığının Yahudi çalışanı, Gazze siyasetine tepki göstererek istifa etti

Yayınlanma

ABD’de bir içişleri bakanlığı çalışanı, Biden yönetiminin, İsrail’in Gazze işgaline verdiği desteği protesto etmek için kamuoyu önünde istifa eden ilk Yahudi isim oldu.

İçişleri Bakanlığı’nda özel kalem müdürü olarak görev yapan Lily Greenberg Call, Joe Biden’ı ABD’nin çatışmadaki politikasını meşrulaştırmak için Yahudileri kullanmakla suçladı.

Call, hem Biden’ın hem de Kamala Harris’in başkanlık kampanyalarında çalışmış ve hükümete katılmadan önce Washington’da ve başka yerlerde uzun süredir İsrail için çalışan bir aktivistti.

Call, Biden yönetiminin Gazze’de yedi aydır devam eden İsrail savaşına verdiği askeri ve diplomatik desteği protesto etmek amacıyla istifasını kamuoyuna açıklayan en az beşinci orta ya da üst düzey yönetim çalışanı oldu.

İstifa mektubunda, ülke için vizyonunun çoğunu paylaştığına inandığı bir yönetime katılmaktan duyduğu heyecanı anlattı ve “Fakat, artık vicdanen bu yönetimi temsil etmeye devam edemem,” diye yazdı.

Associated Press’e (AP) verdiği bir mülakatta Call, Biden’ın Beyaz Saray’daki Hanuka etkinliğinde, “İsrail olmasaydı, dünyada güvende olan bir Yahudi olmazdı” ve geçen hafta Washington’daki Holokost Anıtı’nda düzenlenen bir etkinlikte savaşı tetikleyen 7 Ekim’deki Hamas öncülüğündeki saldırıların “Yahudi halkını yok etmeye yönelik kadim bir arzudan” kaynaklandığını söylediği yorumlarına işaret etti.

Call, “[Biden] Yahudileri Amerikan savaş makinesinin yüzü haline getiriyor ve bu son derece yanlış,” dedi ve atalarının ‘devlet destekli şiddet’ tarafından öldürüldüğünü savundu.

Call, savaşın geneli ve ABD’nin savaşa verdiği destekle ilgili olarak, “Bence Başkan, yönetiminde bunun felaket olduğunu düşünen insanlar olduğunu bilmeli. Sadece Filistinliler için değil, İsrailliler için, Yahudiler için, Amerikalılar için, seçim beklentileri için de felaket,” ifadelerini kullandı.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

İsrailli tarihçiye, FBI’dan “Hamas” sorgusu

Yayınlanma

İsrailli tarihçi Profesör Ilan Pappé, ABD’nin Detroit Metropolitan Havaalanı’nda “Hamas destekçisi” olduğu iddiasıyla Federal Soruşturma Bürosu (FBI) tarafından 2 saat sorguya çekildiğini belirtti.

Hayfa doğumlu tarihçi Ilan Pappé, Facebook hesabından havaalanındaki sorguya ilişkin açıklamalarda bulundu. FBI çalışını iki kişi tarafından Detroit Metropolitan Havaalanı’na vardığında 2 saat sorgulandığını ve sorgu sırasında telefonunun elinden alındığını anlatan Pappé, sorular karşısında şaşkınlığa uğradığını belirtti.

Pappé, “‘Hamas destekçisi misin? İsrail’in Gazze’de soykırım yaptığını düşünüyor musun? Çatışma için çözümün nedir?’ gibi sorular sordular” ifadesini kullandı.

Ilan Pappé: İsrail demokratikleştirilemez, Filistin’in tamamı dekolonize edilmelidir

FBI’ın, ABD’deki Arap ve Müslüman arkadaşlarının kimler ve ne kadar yakın olduklarını sorduğunu aktaran Pappé, FBI çalışanlarının, İsrailli yetkililer olduğunu düşündüğü kişilerle uzun süre telefonda konuştuklarını söyledi. Pappe, telefonundaki bütün bilgilerin kopyalandıktan sonra gitmesine izin verildiğini kaydetti.

Pappe İsrail’in kuruluş mitlerine yönelttiği eleştirilere öne çıkan İsrail’deki Yeni Tarihçiler grubunun önde gelen isimlerinden biri.

2008 yılında İsrail’den ayrılan ve Exeter Üniversitesi’nde görev yapan Profesör Ilan Pappé, 8 Mart’ta, merkezi İngiltere’de bulunan İslami İnsan Hakları Komisyonunda, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının “Filistin tarihinin en karanlık anı olabileceğini” belirterek, “Yaşananlar, tarihe siyonist projenin sonunun başlangıcı olarak geçecek” demişti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English