Bizi Takip Edin

Avrupa

AB’den deregülasyon hamlesi: Yeşil Mutabakat’tan geri adımlar başladı

Yayınlanma

Avrupa Birliği, bu tür kuralların birliğin ABD ve Asya ile rekabet etme çabalarını engelleyen bir ağırlık haline geldiği yönündeki şikayetlerin ortasında, planlanan çevresel, sosyal ve kurumsal yönetişim (ESG) düzenlemelerinin önemli bir kısmını geri çekmek üzere.

Bloomberg tarafından görülen belgelere göre Avrupa Komisyonu, ESG raporlama gerekliliklerinden tedarik zinciri yönetimine kadar her şeyi kapsayan düzenlemelerin, bloktaki ticari çıkarları korumak için esnetilmesini önerdi. Nihai teklifin çarşamba günü (26 Şubat) kamuoyuna açıklanması bekleniyor.

Bu hamle, çevresel, sosyal ve yönetişim mevzuatının dizginlenmesi için hem Avrupa içinden hem de dışından gelen yoğun baskının ardından geldi. Bu gelişme, dünyadaki ESG fon varlıklarının %80’inden fazlasını oluşturan Avrupa’da ESG’nin geleceği açısından büyük önem taşıyor.

AB’nin en büyük iki ekonomisi olan Almanya ve Fransa, her iki ülke de iktisadi verimliliğin düşmesine tepki gösterdiğinden, daha küçük ve orta ölçekli şirketlerin raporlama gerekliliklerinin tam kapsamından çıkarılması için yoğun lobi faaliyetleri yürütüyor.

Fransa’da bir hükümet sözcüsü, ESG kurumsal raporlama kurallarını, uyması beklenen şirketler için “cehennem” olarak nitelendirecek kadar ileri gitti.

ABD’den gelen tehditler de etkili oldu

Avrupa’nın ESG gündemini küçültme kararı, Amerikan şirketleri Başkan Donald Trump yönetiminde yeni bir deregülasyon çağına girerken geldi. Trump, selefi Joe Biden’ın “yeşil” politikalarını geri alırken gümrük tarifelerini ABD ticaret politikasının temel taşı haline getirdi.

AB de ESG regülasyonlarının kapsamını daraltması için ABD’nin daha doğrudan baskısıyla karşı karşıya kaldı.

Yeni onaylanan ABD Ticaret Bakanı Howard Lutnick, geçen ay Cumhuriyetçi senatörlere, AB pazarına maruz kalan Amerikan şirketlerinin kurumsal sürdürülebilirlik durum tespitine (CSDDD) uymalarının beklenmemesini sağlamak için “ticaret araçlarını” kullanmayı düşünmeye istekli olduğunu söyledi.

Sınırda karbon vergisi mekanizmaları da yumuşatılacak

Avrupa Komisyonu, değer zincirlerinin ESG ihlalleri içerdiğinin tespit edilmesi halinde şirketleri yasal sorumluluğa maruz bırakacak şekilde tasarlanan Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifinin önemli ölçüde sınırlandırılmasını öneriyor.

Buna daha düşük potansiyel cezalar ve iş ortakları, tedarikçiler ve müşterilerin ESG risklerini izleme yükümlülüğünün azaltılması da dahil.

Daha az sıkı iklim politikalarına sahip ülkelerden AB’ye ithal edilen çelik ve çimento gibi mallara vergi koyacak olan Karbon Sınır Ayarlama Mekanizması, yerli şirketlerin daha az raporlama yükümlülüğü ile karşı karşıya kalması için yumuşatılacak.

Alman ve Fransızların KOBİ bürokrasisini azaltma talebi karşılık buldu

Komisyon ayrıca sadece 1.000’den fazla çalışanı olan ve yıllık geliri 450 milyon avroyu aşan firmaların hem Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD) hem de CSDDD’nin tam kapsamına tabi olmasını öneriyor.

Böyle bir uygulama, CSRD’de başlangıçta hedeflenen şirketlerin tahmini %85’ini kapsam dışında bırakacak ve Alman ve Fransız talepleriyle uyumlu olacak.

Brüksel, “Avrupa Rekabet Edebilirliği için Yeni Anlaşmaya ilişkin Budapeşte Deklarasyonu”nda, işletmeler için “açık, basit ve akıllı bir düzenleyici çerçeve” sağlamak ve “idari, düzenleyici ve raporlama yüklerini büyük ölçüde azaltmak” için “devrim niteliğinde bir basitleştirme sürecinin başlatıldığını” duyurmuştu.

Avrupa Komisyonu’nun Ekonomiden Sorumlu Üyesi Valdis Dombrovskis bu kararın gerekçesi olarak, “Bir yandan gereksiz kısıtlama ve sınırlamalarla kendimize yüklenirken diğer yandan küresel düzeyde rekabet edebilmeyi bekleyemeyiz,” dedi.

Alman ekonomisine sıfır maliyetle büyüme fırsatları

Alman sermayesi uzun zamandır böyle bir adım atılmasını istiyordu ve buna hazırlanıyordu.

Alman İşveren Sendikaları Konfederasyonu (BDA) Aralık 2024 gibi erken bir tarihte AB’ye “gerekliliklerin azaltılmasına yönelik öneriler” sunmuştu.

BDA, Tedarik Zinciri Direktifinin kapsamının 5.000’den fazla çalışanı olan şirketlerle sınırlandırılmasını istemiş, ayrıca raporlama zorunluluğunun doğrudan tedarikçilerle sınırlandırılması ve ihlaller için artık uygulanabilir bir sorumluluk olmaması çağrısında bulunmuştu.

Alman Sanayi Federasyonu (BDI) ise daha da ileri gitti. Fransız ve İtalyan sanayi dernekleri Medef ve Confindustria ile birlikte kaleme aldığı bir pozisyon belgesinde, üye ülke hükümetlerinin ilgili AB düzenlemelerini ulusal hukuka uygularken sıkılaştırmalarını yasaklayacak bir “azami uyum” maddesi çağrısında bulundu.

BDI, “Bürokrasinin azaltılması, sıfır maliyetle büyüme fırsatları anlamına gelir,” diyerek AB’yi harekete geçmeye çağırdı.

BDI, “Açıklanan torba yasa ile Avrupa Komisyonu sadece raporlama gerekliliklerini azaltmakla kalmamalı, aynı zamanda şirketlerin sürdürülebilirlik raporlamasına ilişkin yönergeyi, AB tedarik zinciri yasasını ve taksonomi yönetmeliğini de önemli ölçüde değiştirmelidir,” diyordu.

Alman bakanlar sanayicilerin talimatlarını yerine getirdi

Berlinli politikacılar da sanayiyi desteklemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Örneğin 17 Aralık 2024 tarihinde, halen görevde olan federal bakanlar Volker Wissing, Jörg Kukies, Robert Habeck ve Hubertus Heil, AB’ye bir mektup yazarak Sürdürülebilirlik Direktifinin ulusal hukuka aktarılması için son tarihin iki yıl ertelenmesi çağrısında bulundu.

Ayrıca “şirketler üzerindeki gereksiz yüklerden kaçınmak ve şirketlerin kaynaklarını AB’de sürdürülebilir büyüme ve inovasyon yararına kullanmalarını sağlamak” amacıyla raporlama gerekliliklerinin azaltılmasını savunmuşlardı.

Onlara göre aynı durum Taksonomi Direktifi için de geçerli. Hatta Ursula von der Leyen’e yazdığı bir mektupta Alman Şansölyesi Olaf Scholz, AB’nin Tedarik Zinciri Direktifini, Alman iş dünyasının “haklı olarak daha fazla acil eylem ihtiyacına işaret ettiği” yükler arasına açıkça dahil etmişti.

Alman şirketlerinden endişe verici ihlaller: Çocuk işçiliği, sendikal hakların engellenmesi

Öte yandan şu ana kadar elde edilen raporlar endişe verici boyutta suistimalleri ortaya koyuyor.

Örneğin Bayer Grubu’nun 2023 yılı raporu, tedarikçilerinden gelen en az 1.281 ihlal raporunu belgeliyor. Bunlar çocuk işçiliği ve sendikal faaliyetlerin engellenmesinden, tehlikeli çalışma koşulları ve diğer iş güvenliği ihlallerine, adil ücretlerin ödenmemesine ve işyerinde ayrımcılığa kadar uzanıyor.

Bu suçlar sadece küresel tedarik zincirlerinde değil, Leverkusen merkezli grubun kendi iştiraklerinde de işlenmiş görünüyor: Kendi bölümünde iş güvenliği ve sağlığına uyulmaması ve işle ilgili sağlık tehlikeleri hakkında toplam 64 şikayet yapıldı.

Şirket ihlal raporlamaları bu haliyle bile eksik

Başka hiçbir Alman şirketinin bu kadar çok raporu yok. Örneğin Adidas 207, SAP 142, VW 104, BASF şaşırtıcı bir şekilde sadece dört, Siemens ise sadece üç rapora sahip. MTU, RWE ve Deutsche Telekom’un tedarik zincirleri boyunca hiçbir vaka raporu bulunmuyor.

Fakat German Foreign Policy’nin aktardığına göre mevcut raporları inceleyen Graf von Westfalen hukuk bürosundan Lothar Harings bu bilgileri sorguluyor.

“Analizimiz, şirketlerin ‘insan hakları veya çevresel risk’ kavramlarını farklı yorumladıklarını açıkça gösteriyor,” diyen Harings, bu kavramların açıklığa kavuşturulması çağrısında bulundu.

Dahası, Inkota ve “Temiz Giysi Kampanyası” girişimleri, ayakkabı ve tekstil şirketlerinin ilgili raporlarında yanlış iddialar bile keşfetti. Örneğin KIK, kadın haklarını güçlendirmeye yönelik bir girişimde yer aldığını belirttiği halde bunun doğru olmadığı ortaya çıktı.

STK’lar, “Bu tür yanlış beyanlar, beyanların doğrulanabilirliği konusunda ciddi soru işaretleri yaratmaktadır,” diyor.

224 resmi şikayet var

Bundan sorumlu olan Federal Ekonomik İşler ve İhracat Kontrol Ofisi (BAFA) Ağustos 2024’e kadar toplam 224 resmi şikayet aldığını açıkladı.

Bunlardan bazıları STK’lar tarafından sunuldu. Örneğin Oxfam, gönderdiği bir yazıda Edeka ve REWE’ye karşı harekete geçilmesi çağrısında bulunuyor. Örgüt bu iki gıda şirketini Kosta Rika’daki meyve plantasyonlarında yaşanan işçi hakları ihlalleri konusunda hiçbir şey yapmamakla suçluyor.

Bu arada Deutsche Umwelthilfe, Client Earth ve Mighty Earth, Tönnies, Westfleisch ve Rothkötter’in soya tedarik zincirlerinin ilk halkalarını suçluyor; bunların “yüksek orman tahribatı ve insan hakları ihlali riski taşıdığı” söyleniyor.

Tedarik Zinciri Durum Tespiti Yasasının yürürlüğe girmesinden bu yana BAFA, 118’i olay odaklı olmak üzere 1.231 “risk temelli kontrol” gerçekleştirdi ve Kasım 2024’e kadar 50 ceza işlemi başlattı.

Bunlardan biri, 2023 yazında sürücülerinden toplamda yaklaşık yarım milyon avroluk ücret kesmesine rağmen Polonyalı nakliye şirketi Mazur ile çalışmaya devam eden bir şirketle ilgiliydi.

Yaklaşık 100 çalışanın Gräfenhausen otoyol servis istasyonunda açlık grevi yaparak karşılık vermesi o dönemde manşetlere taşınmış ve BAFA’nın dikkatini çekmişti.

Şu ana kadar hiçbir şirket ceza ödemedi

Fakat şu ana kadar tek bir şirket bile ödeme yapmak zorunda kalmadı. Ayrıca, onlardan talep edilenler de yüksek değil.

Federal hükümet, Federal Meclis’teki Die Linke (Sol Parti) parlamento grubunun kısa bir sorusuna verdiği yanıtta, şirketlerin çabalarında “başarıyı garanti etmekle yükümlü olmayacaklarını” belirtti.

Şirketler yalnızca “özellikle uygulanabilir ve makul olanın sınırları dahilinde” gereklilikleri yerine getirmeye çalışacak durumda ve “Herhangi bir şirketten yasal olarak ve fiilen imkansız olan hiçbir şey talep edilemez,” deniyor.

Yine de bir dava mahkemeleri meşgul etmeye devam ediyor. İki Volkswagen yöneticisi, VW araçlarının iç kısımlarındaki zararlı kimyasal buharların tehlikesine işaret etmek için dahili raporlama sistemini kullandı. Ayrıca üretim sürecinde kullanılan malzemelerin dokümantasyonundaki boşluklara da dikkat çektiler.

Buna karşılık şirket yönetimi iki kişiye baskı uyguladı. Bu nedenle Braunschweig İş Mahkemesinde tazminat davası açtılar. Anlaşmazlık konusu olan miktar 7,5 milyon avro.

Avrupa

Estonya, nükleer silah taşıyan ABD savaş uçaklarına ev sahipliği yapmaya hazır

Yayınlanma

Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin nükleer silah taşıma kapasitesine sahip NATO müttefiki savaş uçaklarını topraklarında kabul etmeye hazır olduğunu açıkladı.

Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin nükleer silah taşıyan NATO müttefiki savaş uçaklarına ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu duyurdu.

Pevkur, F-35 savaş uçaklarının daha önce Estonya’da bulunduğunu ve yakın gelecekte ülkenin hava sahasını korumak için yeniden görev yapacağını belirtti.

Estonya’dan nükleer silahlı uçaklara yeşil ışık

Savunma Bakanı Pevkur, Postimees gazetesine yaptığı açıklamada, Estonya’nın F-35’leri kabul etme konusundaki tutumunun net olduğunu vurguladı.

Pevkur, “Eğer bu uçaklardan bazıları, menşei ülke fark etmeksizin, çift amaçlı nükleer silah taşıma kabiliyetine sahipse, bu durum bizim F-35’leri kabul etme pozisyonumuzu hiçbir şekilde etkilemez. Elbette müttefiklerimizi kabul etmeye hazırız,” ifadelerini kullandı.

Daha önce NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, ittifak üyesi ülkelerin önümüzdeki dört yıl içinde ABD’den 700 adet F-35 uçağı satın alacağını açıklamıştı.

İngiltere de nükleer misyona katılıyor

NATO içindeki bu hareketliliğe paralel olarak İngiltere, yakın zamanda 12 adet F-35 savaş uçağı satın alma ve Kuzey Atlantik İttifakı’nın nükleer misyonuna katılma niyetini açıkladı.

İngiliz hükümeti, yeni uçakların Norfolk’taki Marham üssünde konuşlandırılacağını belirtti. Bu uçakların hem konvansiyonel mühimmat hem de 50 kilotona kadar güç üretebilen Amerikan B61-12 nükleer bombalarını fırlatma kapasitesine sahip olduğu bilgisi paylaşıldı.

The Telegraph‘a konuşan bir İngiliz askeri kaynak, F-35’lerin uzun menzilli ve gizli teknolojiye sahip olmasının, “nükleer bombaları yüksek hassasiyetle atmak için son derece önemli” olduğunu söyledi.

Rusya’dan ‘karşı tedbir’ uyarısı

Geçen yıl Washington ve Londra, artan Rusya tehdidi karşısında Amerikan nükleer silahlarının yeniden İngiltere topraklarına döndürülmesi konusunda anlaşmaya varmıştı.

The Telegraph‘ın haberine göre, savaş başlıklarının 2008’den bu yana ilk kez Suffolk’taki Lakenheath üssüne yerleştirilmesi ve güçlerinin 1945’te Hiroşima’ya atılan bombanın üç katı olması bekleniyordu.

Daha önce ABD, en yeni F-35 savaş uçaklarından oluşan iki filoyu Lakenheath üssüne kaydırmayı planladığını duyurmuştu.

The Telegraph‘ın kaynakları, bunun taktik nükleer silah taşıyabilen 54 bombardıman uçağını kapsadığını iddia etmişti.

Rusya Dışişleri Bakanlığı ise Moskova’nın, Amerikan nükleer silahlarının İngiltere’ye dönüşünü bir “tırmanış” olarak göreceğini ve “telafi edici karşı tedbirlerle” yanıt vereceğini açıklamıştı.

İngiltere, Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez uçaklara nükleer silah yerleştirecek

Okumaya Devam Et

Avrupa

Orbán ile von der Leyen arasında ‘Onur Yürüyüşü’ atışması

Yayınlanma

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen arasında, Budapeşte’de yapılması planlanan “Onur Yürüyüşü” nedeniyle tartışma çıktı.

Haftalarca süren sessizliğin ardından, von der Leyen çarşamba günü  (25 Haziran) yayınladığı bir video mesajında kutlamaları destekledi. Başkan, “Macaristan yetkililerini Budapeşte Onur Yürüyüşünün gerçekleştirilmesine izin vermeye çağırıyorum. Macaristan ve ötesindeki LGBTIQ+ topluluğuna: Her zaman sizin müttefikiniz olacağım,” dedi.

Orbán ise, sosyal medyada hemen yanıt verdi ve von der Leyen’e “üye devletlerin kolluk kuvvetlerinin işlerine karışmamasını” istedi.

Von der Leyen, Orbán’a karşı çıkmak için bizzat Budapeşte’de bulunmayacak fakat 70’den fazla Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi törene katılmayı planlıyor.

Onlara İspanya Kültür Bakanı Ernest Urtasun, Hollanda Eğitim Bakanı Eppo Bruins, Fransız hükümet temsilcileri, Avrupa’nın önde gelen başkentlerinin belediye başkanları, eski Belçika Başbakanı Elio Di Rupo ve eski İrlanda Başbakanı Leo Varadkar da eşlik edecek.

Belçika’nın Avrupa Komisyonu Üyesi Hadja Lahbib de etkinlik öncesinde bugün Budapeşte’ye gidiyor.

Macaristan ise yabancı devlet adamlarının yasayı çiğneyeceğini açıkça belirtiyor.

Uluslararası konukların listesine rağmen, Adalet Bakanı Bence Tuzson eylemin yasak olduğunu ısrarla vurguluyor.

Bu hafta birkaç büyükelçiliğe gönderilen ve POLITICO tarafından elde edilen mektupta, organizatörlerin hapse atılabileceğini ve kutlamaların yasadışı olduğunu yinelendi.

Mektup, çoğu AB ülkelerinden Budapeşte’de görevli onlarca büyükelçinin etkinliği ve organizatörlerini destekleyen ortak açıklaması üzerine yazıldı.

Tuzson mektupta, “Netlik sağlamak amacıyla, çalışanlarınızın ve meslektaşlarınızın bu gerçeklerden haberdar olmasını rica ederiz. Yasal durum açık: Onur Yürüyüşü yasal olarak yasaklanmış bir toplantıdır ve bu yürüyüşü organize etmek veya duyurmak, Macaristan yasalarına göre bir yıl hapis cezası ile cezalandırılabilen bir suçtur… Yetkililer tarafından yasaklanan bir etkinliğe katılanlar, suç işlemiş olurlar,” diye yazdı.

Yasadışı davranmalarına rağmen, yürüyüşçülerin polis veya sağcı karşı protestocular tarafından doğrudan engellenmesi olası görünmüyor.

Perşembe günü düzenlenen basın toplantısında Orbán, insanlara yürüyüşe katılmamaları çağrısında bulunduğunu ama güç kullanılması planlanmadığını belirtti.

Başbakan, “Macaristan medeni bir ülkedir. Biz birbirimize zarar vermeyiz,” diye ekledi.

Daha büyük endişe, hükümetin katılımcılara para cezası vermek için yüz tanıma teknolojisini kullanıp kullanmayacağı. Bu konu, AB yasalarını ihlal edebileceği için Komisyon tarafından inceleniyor.

Katılımcıların etkinliği tehlikeli görmediklerinin bir işareti olarak, etkinliğe katılacak olan İspanya Kültür Bakanı Urtasun’un sözcüsü POLITICO’ya “Macaristan polisiyle temas halinde olmadıklarını” söyledi.

Sosyalist gruptan Fransız milletvekili Chloé Ridel, “Viktor Orbán’ın popülist söylemleriyle cesaretlenen Macar polisi veya aşırı sağcı aktivistlerden korkmuyorum; protesto için buraya gelen Macar vatandaşlarıyla birlikte Avrupa değerlerini savunmak için buradayız. Bu, otoriter rejimlere karşı mücadelede şüphesiz tarihi bir olay olacak,” dedi.

Avrupa Parlamentosu sözcüsüne göre, “milletvekillerinin ve onlara eşlik edenlerin güvenliği ve emniyeti için her şey hazır.”

Uluslararası mobilizasyona rağmen, Macaristan’da hiçbir siyasi aktör bu eylemden yararlanıyor gibi görünmüyor.

Sol eğilimli Demokratik Koalisyon, Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karácsony’nin Yeşil Partisi veya hicivci İki Kuyruklu Köpek Partisi gibi birkaç LGBTQ+ yanlısı parti Onur Yürüyüşüne katılacak olsa da, bunların desteği muhalefet lideri ve eski Fidesz üyesi Péter Magyar’ın desteğinin çok gerisinde.

Magyar’ın partisi Tisza, Orbán’ın iktidardaki Fidesz partisine karşı farkını giderek artırarak aylardır anketlerde önde gidiyor. Fakat Tisza, Nisan 2026’daki seçimlerde Orbán’dan iktidarı almak için geniş bir çoğunluk oluşturmaya çalışırken, LGBT hakları ve kimlik politikası gibi daha geniş konuları olduğu gibi Budapeşte Onur Yürüyüşünün yasaklanmasını da sistematik olarak görmezden geliyor.

Magyar’ın sağ kolu olarak görülen Zoltán Tarr, “Orbán’ın tuzağına düşmeyi reddediyoruz. Toplumu bölmek ve kamu hizmetlerinin çöküşünden ve artan yaşam maliyetlerinden dikkatleri başka yöne çekmek için tasarlanmış bir kültür savaşı provokasyonunda kullanılmayacağız,” dedi.

Tarr, Tisza liderliğindeki bir hükümetin “elbette toplanma özgürlüğünü zedelemek istemeyeceğini” de sözlerine ekledi.

Yeşil Parti Párbeszéd’in eşbaşkanı Richárd Barabás ise, Onur Yürüyüşünün “Viktor Orbán’ın baskıcı rejimine karşı ortak bir direniş” olacağını savundu.

Son yıllarda Orbán, ABD’deki muhafazakâr-Trumpist “MAGA” hareketinin retoriğini benimsedi ve “cinsiyet ideolojisi” ve “woke kültürü”ne karşı küresel hücumun Avrupa’daki ateşli savunucusu haline geldi.

Geçtiğimiz mart ayında Orbán hükümeti, çocukları korumak gerekçesiyle LGBT topluluğunu “teşvik eden veya sergileyen” kamuya açık toplantıları yasaklayan bir yasayı kabul etti.

Ülke çapında Onur Yürüyüşü kutlamalarını fiilen yasaklayan bu önlem, bir tarafta hükümet, diğer tarafta Belediye Başkanı Karácsony ve Budapeşte Onur Yürüyüşü organizatörleri arasında büyük bir çatışmaya yol açtı.

Budapeşte Onur Yürüyüşü organizatörleri, başkentin 1997’de Doğu Avrupa’da Onur Yürüyüşü düzenleyen ilk şehir olmasından bu yana her yıl olduğu gibi, yıllık etkinliği yine düzenleyeceklerini taahhüt ettiler.

Okumaya Devam Et

Avrupa

Avusturya Şansölyesi Stocker: Göçle mücadelede Merz müttefik

Yayınlanma

Avusturya Şansölyesi Christian Stocker, Berlin’in iç sınırlarda uyguladığı sert önlemler nedeniyle iki ülke arasında gerginlikler sürerken, Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’i Avrupa’ya yönelik “düzensiz göçü” önemli ölçüde azaltmada kilit bir ortak olarak gördüğünü söyledi.

Stocker, POLITICO’nun Berlin Playbook Podcast programında sığınma talepleriyle ilgili olarak, “Prosedürlerin [Avrupa Birliği] dış sınırlarında yürütülmesini sağlayacak bir çözüme ihtiyacımız var. Schengen bölgesindeki iç sınırlarımızı korumak son çözüm olamaz. Bu sadece acil bir çözüm olabilir,” dedi.

Stocker, bugün (27 Haziran) Berlin’de Merz ile görüşecek.

Avusturyalı siyasetçi, “Bu konularda benimle benzer görüşlere sahip Friedrich Merz gibi bir ortağım olduğu için çok mutluyum,” diye ekledi.

Stocker, Avusturya’yı sığınma başvuruları konusunda daha sıkı Avrupa politikalarının öncüsü olarak gördüğünü söyledi.

Almanya, Avrupa’nın daha sert göç önerilerinin bazılarına uzun süredir karşı çıkıyordu, fakat Merz’in göreve gelmesiyle bu paradigma değişti.

Sağcı muhalefet partisi Almanya için Alternatif’in (AfD) baskısı altında, CDU liderliğindeki hükümet, ülkeye gelen sığınmacıların sayısını önemli ölçüde azaltma sözü verdi.

Bu bahar göreve başladıktan sadece birkaç gün sonra, Merz’in içişleri bakanı Almanya’nın sınırlarında, Avusturya da dahil olmak üzere, kontrolleri artırdı ve Alman polisinin sığınmacılar da dahil olmak üzere daha fazla belgesiz göçmeni geri çevireceğini söyledi.

Sınırdaki sıkı önlemler, Almanya ile komşuları arasında gerginliklere yol açtı. Fransa, Polonya ve Avusturya’daki politikacılar, Merz hükümetini Schengen bölgesinde insanların ve malların serbest dolaşımını engellediği için eleştirdi.

Sonuçta, Almanya sınırlarında geri çevrilen sığınmacıların sayısı düşük oldu ve bu durum, eleştirmenlerin Merz’in sıkı önlemlerini büyük ölçüde sembolik olarak nitelendirmesine yol açtı.

Stocker, Almanya’nın sınır kontrollerinin iki ülke arasında önemli gerginlikler yarattığı yönündeki iddiaları önemsemedi ve bunun yerine Merz’in yanında yer alarak Avrupa içinde göç konusunda sert bir tutum sergileyen bir eksen oluşturdu.

Sınır kontrollerine ilişkin olarak, “Bu kısıtlamaların önemli bir etkisi olmadığını düşünüyorum. İç sınırları kontrol etme ihtiyacı varsa ve biz de bunu kendimiz yaptık… Diğer ülkelerin de aynısını yapmasını reddedemem. Başka bir deyişle, bu sınır kontrolleri nihayetinde kalıcı olması amaçlanmayan bir çözümdür, fakat bazen gerekli olabilir,” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English