Bizi Takip Edin

AVRUPA

BAE Systems’ın nükleer denizaltı tersanesinde yangın çıktı

Yayınlanma

İngiltere’nin kuzeybatısında nükleer denizaltıların inşa edildiği BAE Systems tersanesinde çarşamba günü erken saatlerde çıkan büyük bir yangının ardından iki kişi hastaneye kaldırıldı.

Cumbria polisi, “önemli yangının” ilk olarak saat 12.44’te Barrow-in-Furness limanındaki BAE Systems tesisinde rapor edildiğini söyledi ve “nükleer risk olmadığını” ekledi.

Cumbria İtfaiye ve Kurtarma Servisi olay yerinde ve bölge sakinlerine pencereleri ve kapıları kapalı tutmaları ve bölgeden uzak durmaları söylendi.

Hastaneye kaldırılan iki kişinin dumandan zehirlendiğinden şüpheleniliyor. BAE Systems çarşamba günü yaptığı açıklamada bir kişinin daha sonra taburcu edildiğini söyledi.

Şirket yaptığı açıklamada, “Barrow-in-Furness’teki tesisimizde çıkan yangınla başa çıkmak için acil servislerle birlikte çalışıyoruz” dedi. BAE, Kraliyet Donanması botlarının inşa edildiği ana kapalı denizaltı kompleksi olan Devonshire Dock Hall çevresindeki alanın tahliye edildiğini ve “herkesin hesaba katıldığını” söyledi.

Sosyal medyada paylaşılan fotoğraflarda Devonshire Dock Hall’un üzerinde alevler ve dumanlar görülüyor. Barrow tersanesi Birleşik Krallık’ın nükleer enerjiyle çalışan Astute sınıfı saldırı botlarına ev sahipliği yapıyor.

Ayrıca BAE, Birleşik Krallık’ın Trident nükleer caydırıcılığını taşıyacak ve 2030’ların başında Vanguard denizaltılarının yerini alacak olan en yeni Dreadnought sınıfı gemileri de burada inşa ediyor.

Nehir kenarındaki tesis şehre hakim bir konumda ve yaklaşık 10.000 kişiye istihdam sağlıyor.

BAE Systems, Kraliyet Donanması için yeni denizaltı programlarının yanı sıra Canberra için denizaltı inşa etmek üzere ABD ve Avustralya ile yapılan üçlü AUKUS anlaşması kapsamında son aylarda istihdamı artırdı. Şirket, fabrikanın işgücünün önümüzdeki on yılın başlarında yaklaşık 17.000’e çıkmasını beklediğini söyledi.

Birleşik Krallık geçen yıl, kapasite artırımına ve AUKUS’un teslimatına yardımcı olmak için önümüzdeki iki yıl içinde nükleer savunma girişimine 3 milyar sterlinden fazla yatırım yapacağını açıkladı.

AVRUPA

Çin satışlarının düşmesiyle Volkswagen’in kârı %64 azaldı

Yayınlanma

Volkswagen, Çin satışlarındaki düşüş nedeniyle üç aylık net kârında %64’lük bir düşüş bildirmesinin ardından önemli tesis kapatmaları ve işten çıkarmalar gerçekleştirmeye “acil ihtiyaç” olduğunu savundu.

Grup, güçlü çalışma konseyine üç fabrikayı kapatmayı ve on binlerce işçiyi işten çıkarmayı planladığını söyleyerek şirketin 87 yıllık tarihindeki en radikal yeniden yapılandırma önlemini aldı.

Eylül sonuna kadar olan üç aylık dönemde net kâr bir önceki yılki 4,34 milyar avrodan 1,57 milyar avroya düşerken, gelir %0,5 azalarak 78,5 milyar avroya geriledi.

Faaliyet kârı marjı bu çeyrekte %6,2’den %3,6’ya gerilerken, amiral gemisi VW markasındaki marj yılın ilk dokuz ayında daha da düşerek %2’ye geriledi.

Volkswagen Almanya’daki en az 3 fabrikasını kapatmayı planlıyor

Yılın ilk dokuz ayında, grubun yerel markaların rekabetiyle karşılaşması nedeniyle Çin’de araç satışları %12 düştü. Batı Avrupa’daki satışlar da %1 azaldı. Şirket tüm yıl için yaklaşık 18 milyar avro faaliyet kârı öngörüyor ki bu da yaklaşık %5,6’lık bir kâr marjı anlamına geliyor.

Finans müdürü Arno Antlitz yaptığı açıklamada, “Bu durum, önemli maliyet azaltımlarına ve verimlilik kazanımlarına duyulan acil ihtiyacı vurgulamaktadır,” dedi ve “zorlu bir pazar ortamına” işaret etti.

Şirket Çarşamba günü, çalışanlar için %7’lik bir ücret artışı talep eden sendikalarla yapılan ücret görüşmelerinden saatler önce sonuçları bildirdi.

Volkswagen, hükümetin geçen yılın sonlarında satın alma sübvansiyonlarını aniden kesmesinin ardından Almanya’daki elektrikli araç satışlarında keskin bir düşüşle boğuşurken bu yıl zaten iki kâr uyarısı yayınladı.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

AP’de yeni “kutsal ittifak”: Venezuela karşıtı sağcı çoğunluk

Yayınlanma

Avrupa Parlamentosu’nda (AP) “merkez sağ” ile “aşırı sağ” arasındaki bir yelpazede “gevşek bir siyasi gruplaşma” şekilleniyor. 

AP’deki en büyük grup olan “merkez sağ” Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) kendi sağındaki alternatif bir koalisyonla ittifakı, kendi geleneksel “liberal” ve “sosyal demokrat” müttefiklerini de öfkelendiriyor.

Bu yeni ittifaka “Venezuela çoğunluğu” adı veriliyor. Bu terim, geçtiğimiz ay Avrupa Parlamentosu’nda bu ülkedeki başkanlık seçimlerinin sonucuna ilişkin yapılan tartışmalı oylamadan kaynaklanıyor.

Eylül ayında AP’de ABD destekli muhalif Edmundo González’i Venezuela’nın meşru başkanı olarak tanıyan bağlayıcı olmayan bir siyasi deklarasyon kabul edilmişti. Bu oylamada EPP, ECR, PfE ve ESN ortak hareket ederek “evet” oyu kullanmıştı.

EPP, birçok konuda özellikle İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) grubunun yardımıyla ve hatta Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın liderliğindeki Avrupa için Vatanseverler’in (PfE) desteğiyle kendi gündemini giderek daha fazla zorluyor.

EPP’nin, bu yılki kampanya sırasında oy bazında işbirliğine kapı açan ECR’nin bazı bölümleriyle bir araya gelmeye istekli olması sürpriz değil. Meloni’nin komisyon üyesi olarak seçtiği Raffaele Fitto’nun 12 Kasım’da AP’de yapılacak oturumda EPP’den güçlü bir destek alması bekleniyor.

Fakat EPP’nin “sağa kayışı” ECR ile birlikte çalışmanın ötesine geçti. Geçen hafta yapılan bir oylamada EPP Başkanı Manfred Weber de dahil olmak üzere pek çok EPP milletvekili, “aşırı sağcı” Egemen Uluslar Avrupa’sı (ESN) grubunun, AB’nin göçmenlerin AB’ye girişini durdurmak için tel örgüleri finanse etmesini ve sığınmacılar için Avrupa dışında sınır dışı kampları kurmasını talep eden bütçe değişikliklerini destekledi.

ESN, başta Almanya için Alternatif (AfD) ve Fransız Reconquête!’nin önderliğinde yeni kurulan sağ bir platform.

ESN lideri ve AfD’li AP üyesi René Aust, “Alman ve uluslararası ana akım medya bizim Avrupa Parlamentosu’nda hiçbir etkimiz olamayacağına inanıyordu. Bugün yanıldıklarını kanıtladık,” diye yazdı.

EPP lideri Weber’in sözcüsü ise AP’de yeni bir “gayri resmi sağ koalisyon” olduğu yönündeki iddiaları reddetti. 

Sözcü, “Üç temel ilkemizden (Ukrayna yanlısı, Avrupa yanlısı, hukukun üstünlüğü yanlısı) herhangi birini reddeden ya da ihlal eden radikallerle işbirliği yapılmayacaktır. Bu hem sağdaki hem de soldaki partiler için geçerlidir. Siyasi ve programatik inançlarımızı takip ediyoruz,” dedi.

Geert Wilders’in Özgürlük Partisi’nden (PVV) PfE mensubu Auke Zijlstra ise, “EPP’nin bir karar vermesi gerekiyor: Güvenlik kordonunu kaldırmak istiyorlar mı ve tam olarak işbirliği yapacaklar mı?” diye sordu.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Dijital avro, AB hükümetleri ile ECB arasında “egemenlik” tartışmasını alevlendirdi

Yayınlanma

Avrupa’nın en güçlü ülkeleri ile Avrupa Merkez Bankası (ECB) arasında, her iki tarafın da yanlış yönetilmesi halinde kıtanın bankacılık sistemini istikrarsızlaştırabileceğinden korktuğu yeni bir parasal aracın kontrolü konusunda bir savaş yaşanıyor.

POLITICO’da yer alan habere göre, anlaşmazlığın merkezinde, avro madeni para ve banknotların sanal karşılığı olan dijital avro yatıyor. ECB yıllardır bu aracı geliştiriyor ve Visa ve Mastercard gibi ABD’nin ağır toplarına rakip olabilecek bir pan-Avrupa ödeme aracı öngörüyor.

Fakat proje uygulamaya yaklaştıkça tartışma patlak verdi. Aralarında Fransa ve Almanya’nın da bulunduğu bazı Avrupa Birliği hükümetleri, ECB’nin çok önemli bir konuda çok fazla kontrol sahibi olduğunu savunuyor. Mesele, vatandaşların merkez bankası tarafından desteklenen “cüzdanlarda” ne kadar dijital para bulundurmalarına izin verileceği.

Bu teknik bir mesele gibi görünse de, riskler çok büyük. Politikacılar ve teknokratlar, sınırın çok yüksek belirlenmesi halinde vatandaşların bir kriz sırasında geleneksel bankalardan büyük meblağlar çekerek tüm bankacılık sisteminin istikrarını tehlikeye atabileceğinden endişe ediyor.

POLITICO’ya konuşan bir diplomata göre, bazıları da herhangi bir sınırın kişisel finansal özgürlüğü ihlal ederek “Büyük Birader” devleti korkularını körükleyebileceğinden endişe ediyor.

Bu mücadele temel bir soruyu gündeme getiriyor: Merkez Bankası’nın yetkisi nerede bitiyor ve AB üyesi ülkelerin yetkisi nerede başlıyor? ECB’nin bloğun baş parasal koruyucusu olmasından otuz yıl sonra yaşanan bu çatışma, siyaset ve merkez bankacılığı arasındaki hassas dengenin yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılıyor.

Bazıları için bu, ECB’nin aşırıya kaçmasına karşı gerekli bir geri adım. Fakat Frankfurt’ta yetkililer bunu, siyasetin karışmaması gereken bir alana karışması olarak görüyor. Bir diplomatın ifade ettiği gibi, anlaşmazlığın özünde teknik konulardan ziyade bir “güç savaşı” yatıyor.

“Teknokrasi demokrasiye karşı”

Facebook’un 2019 yılında küresel bir kripto para birimi olan Libra’yı piyasaya sürme girişiminin finans dünyasında şok etkisi yaratmasının ardından harekete geçen 100’den fazla merkez bankası ulusal bir dijital para birimi yaratma fikrini araştırdı.

Bu çabaların birçoğu o zamandan beri başarısızlığa uğramış olsa da, ECB kararlılığını sürdürdü ve dijital avroyu mevcut ödeme sistemlerine oyunun kurallarını değiştirecek bir alternatif olarak savunarak, Avrupa’nın şu anda AB ödemelerinin yaklaşık yüzde 70’ini gerçekleştiren baskın ABD ve AB dışı ödeme hizmetlerine olan bağımlılığını azaltacağını umuyor.

Fakat merkez bankasının ilerleyişi, projeyi tehlikeli derecede “teknokratik” olarak gören kilit üye ülkeleri de ürküttü. Brüksel’de, dijital avronun tasarımının önemli yönleri üzerinde devam eden müzakerelerde ECB’nin gücünü sınırlamak amacıyla siyasi nüfuzlarını kullanıyorlar.

Milletvekilleri ve hükümetler tarafından üzerinde çalışılan taslak yönetmeliğe göre, vatandaşların cüzdanlarında ne kadar dijital para bulundurabileceklerine yalnızca ECB karar verecek.

Frankfurt bunu Avrupa’nın parasal egemenliğinin bir ifadesi olarak dijital avro vizyonuyla tutarlı görüyor. Dahası, tartışmalara aşina olan yetkililer, merkez bankasının para arzını ayarlamasına izin verilen tek otorite olduğuna işaret ediyor.

Almanya, Fransa ve Hollanda girişime karşı

Fakat en az dokuz ülke bu görüşe katılmıyor. POLITICO ile paylaşılan bir toplantı notlarına göre, yaz öncesinde Almanya, Fransa ve Hollanda’nın da aralarında bulunduğu bir grup, Frankfurt’un münhasır parasal yetkisinin “karar alma güçlerini sınırlamak” için bir bahane olarak kullanılmaması gerektiğini savundu.

Diplomatlar dijital avronun sadece parasal bir araç olmadığını, Avrupalıların günlük ödemelerini nasıl yapacaklarını yeniden şekillendirebilecek daha geniş bir finansal hizmetler meselesi olduğunu açıklayarak konu üzerindeki “siyasi üstünlüğü” daha da ileri götürdüler.

AB anlaşması ECB’ye para arzını düzenleme konusunda çok güçlü yasal ayrıcalıklar verirken, bankacılık denetimi ve ödemeler konusunda sadece “nitelikli ayrıcalıklar” tanıyor.

AB ayrıca, Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’nun “Avrupa Merkez Bankasının yetkilerine halel getirmeksizin” “avronun tek para birimi olarak kullanılması için gerekli tedbirleri almasına” açıkça izin veriyor.

ECB “harcama limitini” neye göre belirleyecek?

Bazı üye ülkeler de kendi vatandaşlarının teknokratlar tarafından tasarlanan bir projeyi nasıl karşılayacakları konusunda derin endişeler taşıyor.

Tartışmalara aşina olan Brüksel merkezli bir yönetici, “Fildişi kulede bir şey yaratabilirsiniz. Ama bu gerçekten piyasada kullanılabilecek mi?” diye sordu.

Bir başka endişe konusu da, ECB’nin limiti belirlemesine izin verilmesinin, kurumu bankacılık istikrarı üzerinde çok büyük etkileri olabilecek yeni bir araç üzerinde münhasır etkiye sahip bırakacak olması.

ECB, bankaların sağlamlığını sağlamanın, bu tür kurumların para politikasını yürüttüğü ana kanal olduğu göz önüne alındığında, denetim sorumluluklarının temel bir parçası olduğunu savunuyor.

Fakat birçok üye ülke bu konuda ikna olmuş değil. Bu denetim sorumluluklarının çoğunun yasama organı tarafından belirlendiğini savunuyorlar. Ayrıca ECB’nin, korumanın “vatani görevleri” olduğunu düşündükleri bankalara karşı gevşek davranacağına da güvenmiyorlar.

Ekonomiye “siyasi baskı” endişesi

Tartışmaları bilen iki kişiye göre Frankfurt, Avrupa Komisyonu ile birlikte, hükümetlerin limiti belirlemesine izin vermenin, “bağımsız” merkez bankasını siyasi baskıya maruz bırakabileceği konusunda uyardı.

Bir başka Avrupalı yetkili ise politikacıların limiti yükseltme yönündeki popüler taleplere boyun eğerek bankalara zarar verebileceğinden endişe ediyor.

İronik bir şekilde, birçok bankacı da işlerine yönelik tehdidi azaltmak için tasarlanan bir dizi özelliği uygulamaya koymasının ardından artık ECB’nin yanında yer alıyor.

Ne var ki üye ülkeler pes etmiş değil. Olası bir uzlaşma, yasa koyucuların ECB’nin faaliyet göstereceği parametreleri belirlemelerine izin vermek fakat son sözü Bankaya bırakmak.

Öyle olsa bile, bu daha geniş kapsamlı endişeyi, yani Avrupa’yı ABD teknolojisinin “kapsayıcı ekonomik hakimiyetinden” kurtarmayı amaçlayan projenin başarısı için fazla bir şey yapmayabilir.

Bu proje, ECB’nin yeterli “demokratik destek” olmadan ilerlemesi halinde şimdi kendi başına bir risk haline gelme tehdidinde bulunuyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English