DÜNYA BASINI
ChatGPT, bebek arabası ve otomasyon endişesi
Yayınlanma
Yazar
Emre Köse
Çevirmenin notu: Yapay zekâ botları ve yeni teknolojilerin kademeli olarak gelişimine dair çocuk sahibi bir ilkokul öğretmeninin yorumu. Sorduğu sorular ve taşıdığı kaygıları çoğu insanın paylaştığına kuşku yok.
ChatGPT, bebek arabası ve otomasyon endişesi
Amanda Parrish Morgan — Wired
28 Şubat 2023
Artık tereyağını elle krema haline getirmem ya da çocuklarımın kazaklarını örmem gerekmediği için kendimi kötü hissetmiyorum, peki büyük dil modellemeleri neden farklı hissettiriyor?
Geçen sonbahar bebek arabaları ve onların çocuklara ve bakıcılarına yönelik tutumlarımız hakkında ortaya koyduklarına dair bir kitap çıkardım. Stoller’ı kısmen çağdaş Amerikan ebeveynliğinin tüketim kültürünün bir eleştirisi olarak sunmuş olsam da bebek arabamı [çokça] sevmeye başladım. Çocuklarımı arabamızda önümde iterek rutin olarak koştuğum yıllarda üniversitede atletizm takımımın kaptanıyken yaptığımdan daha hızlı yarış süreleri kaydettim. Pandeminin uzun ve klostrofobik ilk günlerinde oğlum ve ben, mahallemizin kaldırımlarında yavaşça bir aşağı bir yukarı dolaşarak New England’a gelen o geç ve soğuk bahara şahit olduk. Çoğu zaman bebek arabasıyla yaptığımız uzun yürüyüşün veya koşunun sonunda çocuklarım uyuyakalırdı ve sıcak günlerde de onlar uyurken çalışmak için onları gölgeye, kendimi güneşe park ederdim, kendi kendine yetme ve tutumluluğun gurur verici bir karışımını hissederdim [çocuk bakımı koşmayı veya teslim tarihine yetişmeyi gerektirmez].
Kitabımın çıkmasından sonraki aylarda dostlarım ve ailem bana ikonik yerlerde [Brooklyn Köprüsü, Yüksek Mahkeme önündeki protesto, Buckingham Sarayı] bebek arabalarını iterken çekilmiş fotoğraflarını gönderdiler: İşte ben de çocuklarımla birlikte macera dolu bir hayat yaşıyorum. Gelen kutumda 92. Cadde Y’nin dışında UppaBaby Vista bebek arabalarından oluşan bir filonun, arabalarla değil bebek arabalarıyla dolu bir banliyö garajının, kaçak bebek arabalarının film kliplerinin ve sürücüsüz bebek arabalarıyla ilgili birden fazla hikâyenin fotoğrafı vardı. Eşimin kuzeninin çektiği bir videoda bir kadın koşu yapıyor, kollarını bir bebek arabasının yanında sallıyor ve bebek arabası da onun hızına ayak uyduruyordu. Bu videoya, hazır cevap biçimde 100 kilodan fazla ağırlığa sahip Double BOB’umu itmek zorunda kalmadan koşmanın ne kadar hızlı olacağına dair karşılık verdim.
Bu türden bir rahatlık, gelen kutumun bu kez ChatGPT ile ilgili başka bir e-posta telaşıyla dolmaya başlamasından önceki zamanın kalıntısıydı. Uzun yıllar lisede İngilizce öğretmenliği yaptım ve şimdi de birinci sınıflara kompozisyon dersi veriyorum, bu nedenle yeni — korkutucu, şaşırtıcı, büyüleyici veya distopik, nasıl gördüğünüze bağlı olarak — büyük dil modellemeleri ve bunların yazma ile öğretim arasındaki ilişkide olan rolü hakkındaki haberler genelde dostlarıma ve aileme beni hatırlatıyordu. Herkesin kendi lise yıllarıyla ilgili çok sayıda [genelde sıkıntılı] anıları olduğundan ve pek çok arkadaşımın şu anda eşim ve benim eğittiğimiz öğrencilerin yaşlarında çocukları olduğundan sosyal ortamlarda iş hakkında çok sık konuşuyoruz. Birden fazla AP dersine kayıtlı lise öğrencileri ne kadar stresli? Öğrencilerimizin hafta sonları Euphoria’dan bir bölüm gibi mi, yoksa, — bu epey endişe verici olurdu — 90’ların sonlarında kendi ergenlik partilerimize mi benziyor? Öğrencilerimizin niçin daha donanımlı olmalarını isteriz? Onları sınıfta telefonlarından nasıl uzak tutabiliriz? Ve son olarak ChatGPT ile ilgili haberler toplumun giderek genişleyen halkalarında yayıldıkça sürücüsüz bebek arabalarıyla ilgili e-postalara eşlik edenlerden çok da farklı olmayan sorular almaya başladım: Bildiğimiz hayatın otomasyon tarafından değiştirilmesi konusunda ne yapacağız?
ChatGPT’yi ilk kez eşimden duydum. Kendisi lisede fizik ve bilgisayar programlama dersleri verdiğinden İngilizce bölümündeki meslektaşlarım ve ben daha ChatGPT’yi duymadan çok evvel onun radarına girmişti. Bana, “Yakında herkes bunu konuşacak”. Elbette haklıydı ama o ilk gece akşam yemeğinde, onun tahminlerini panikçi ya da bilgisayar programlama öğretmenlerinin niş endişeleri olarak sayıp reddetmek daha kolaydı.
İlk cevabım yapay zekanın makalelere kıyasla öğrenci kodlarını taklit eden çalışmaları ne kadar kolay üretebileceği konusunda önemli farklılıklar olduğu konusunda ısrar etmek oldu. Ancak göz ardı edemediğim şey, ikimizin de verebileceği ödevlerden veya belirli öğrencilerimiz için çıkarımlardan çok daha geniş bir endişeydi: Programın kendisinin etik ve felsefi çıkarımları. Nick, ChatGPT’nin bir sinir ağı olduğunu açıkladı. Nick “O halde…” diye bana sordu: “ChatGPT’yi oluşturan bu sinir ağlarını bizim biyolojik nöron ağımızdan farklı kılan nedir?” Karbon bazlı yerine silikon olmaları gerçeği mi? Neden karbon temelli bir ağ bilincin gelişmesine olanak sağlarken silikon temelli bir ağ buna olanak sağlamıyordu? Tüm bu farkı sekiz ekstra proton nasıl olur da yaratabilir diye sordu. Nick’in düşünce tarzı benim için tahammül edilebilir değildi. Elbette bizi insan yapan karbonun ötesinde bir şey — belki de kelimelere dökemediğimiz, hatta varlığını ispatlayamadığımız bir şey — olduğu konusunda ısrarcı oldum. Duygulara, bağlara ve ilişkilere işaret etsem de bu insan yapan şeyin ne olduğunu tam olarak ifade edemedim.
Bugün zevk alarak tartışacağım bebek arabalarının aksine ChatGPT hakkında konuşmaktan nefret ediyorum ama yine de her zaman kendimi bunu yaparken buluyorum ve çoğu zaman da konuyu açan kişi ben oluyorum.
Bahar sömestrinin başında öğrencilerime düşünmeleri için bir metafor verdim: Bir yazma ödevini tamamlamak için ChatGPT’yi kullanmak [bunu yaptığını söylemeden] spor salonuna gitmek, koşu bandını saatte 10 mil hıza ayarlamak, 30 dakika çalıştırmak, ekranının fotoğrafını çekmek ve ardından altı dakikalık bir tempoda 5 mil koştuğunu iddia etmek gibi değil miydi? Bu olmuş gibi görünebilir ve öğrenci, çok pasif bir şekilde illüzyonu hayata geçirmekten sorumlu olabilir, fakat öğrenci başladığı zamankinden ya da altı dakikalık bir tempoda bir veya iki dakika ya da rahat bir koşuda 5 mil koşan öğrenciden daha fit ya da hızlı olamayacaktır.
Çoğu öğrenci metaforun doğruluğunu kabul etmiş görünüyordu. Öğrencilerimin [sadece benim faydama olsa bile] yakalanma korkusu, üretilen yazının kalitesiyle ilgili endişeler ve yıllardır yazma pratiği yapmamış olmanın bir noktada kendilerini yakalayabileceği hissi gibi çeşitli nedenlerle yazma ödevlerini tamamlamak için yapay zekâ kullanmaktan kaçındıklarını söylemeleri beni çok şaşırttı. Ancak bir öğrenci aynı fikirde olmadığını açıkça ifade etti: Yazma ödevinin amacının sadece not almak olduğunu savunuyordu. Çok fazla yazı yazmayı gerektiren bir alanda çalışmayı planlamıyordu ve eğer çalışacaksa ChatGPT’yi bunun için de kullanamaz mıydı?
Yazmanın nihai amacı fikrini tartışmaya açtığı için bir bakım rahatlamıştım ve bir yazma dersinin amacının yazmış görünmek değil, — bir diploma ve nihayetinde bir iş peşinde koşarken dersin kredisini almak için değil, söz konusu diplomanın işaret etmesi gereken ve söz konusu işin gerektirmesi muhtemel becerileri uygulamak için — yazmak olduğunu savunmaya hevesliydim.
Kibar davrandı ama ikna olmamıştı. Nereden geldiğini anlama konusunda ne kadar yetenekli olursam olayım [örneğin kendimi Calculus 131’de düşündüğümde] sözlerinin uyandırdığı panik duygusunu bastıramadım. Yazı yazmak logaritmik fonksiyonları öğrenmekten farklı değil mi? En azından dil, ifade ve bağlantı ile bu kadar derinden ilişkili olduğu için? Hatta çevremizdeki insanlara ve dünyaya gösterdiğimiz özenle de? Sadece yazmanın, hayatını kelimelerle çalışarak kazanan biri için başlı başına bir özen işi — fark etme, kaydetme ve tanıklık etme — olduğu için değil, aynı zamanda kolektif olarak insan dili ile makine dili arasındaki ayrımın önemsiz olduğuna, dilin otomatikleştirilebileceğinde hemfikirsek çok daha geniş bir şekilde tanımlanan özenden yoksun distopik bir geleceğe doğru koşar adım gitmiş olmaz mıyız?
Otomasyona diz çökerek karşı çıkmanın sadece savunmacı değil, aynı zamanda basit ve neredeyse her şekilde ikiyüzlülük olduğunun farkındayım. İşlerin eski yöntemlerle yapılmasının daha üstün olduğuna dayanan argümanlardan genellikle hoşlanmıyorum, zira bu argümanlar çoğu zaman [kasıtlı ya da değil] kadınların aile ve toplumdaki rollerine ilişkin gerici tutumlarla dolu. Yine de otomasyon yüzünden kaybettiğim onca şeyi düşünmeden edemiyorum. Şu anda ön siparişe sunulan Glüxkind Ella gibi otomatik bebek arabaları, hareketlilik yardımına ihtiyaç duyan bakıcılar için şüphesiz daha erişilebilir bir seçenek sunuyor. Tüm otomasyonların insan ilişkilerinin anlamını ortadan kaldırdığını, pil yerine kas gücüyle çalışan bir bebek arabasının bir şekilde daha anlamlı, daha gerçek bir ebeveynlik olduğunu söylemek abartılı olur. Yine de kızım bebekken, aile odamızda bulundurduğumuz pille çalışan bebek salıncağını çok severdi ve mantıksız olduğunu bilmeme rağmen bazen onunla onu rahatlatmanın ne kadar kolay olduğu konusunda belirsiz bir suçluluk duygusu hissederdim. Gerçek anne sevgisi, sırtım ağrıyana ve kaslarım yorgunluktan yanana kadar onu kollarımda sallamak olmamalı mıydı?
Yine de ev işlerini otomatikleştiren aletlerin geliştirilmesi ile feminizmin ilk dalgası arasında kurulan bağ uzun zamandır var ve hayatım boyunca gerçekleşen diğer teknolojik gelişmeler, sevdiğim veya anlam kattığım faaliyetlerle uğraşma şeklimi değiştirmiş olsalar bile benzer sancılar hissetmedim. Yıllar önce bir mikser aldım ve artık tereyağı ve şekeri elle krema haline getirmiyorum. Sadece bu makaleyi düşünürken aklıma bir şey geldi, peki kaybolan ne? Sevgi mi? Kol kasları mı? Zahmetin kendisindeki erdem, onu kurabiye pişirmek için kullanırken kaybolabilir. Bir zamanlar vasat da olsa hevesli bir fotoğrafçıydım, lisede karanlık odada saatlerimi fotoğraflarımda kötü yaptığım alan derinliğini, odağı, pozlamayı ya da çerçevelemeyi düzeltmeye çalışarak geçirirdim. Şimdi neredeyse herkes gibi ben de iPhone’umu kullanıyorum. Bazı durumlarda portre modunda. Evet, tüm bunlar çok daha verimli, ancak aynı zamanda yemek pişirmeyi veya fotoğraf çekmeyi anlamlı bir şey gibi hissettirmiyor.
Tüm çalışma ya da zahmet örneklerini doğası gereği erdemli gören bir 17. yüzyıl Kalvinisti gibi görünme riskini göze alarak; bir şey — ilgi? samimiyet? bağ? — tüm bu otomasyon içinde kaybolma tehlikesiyle yüz yüze. Büyükannemin ellerinin, bana ördüğü kazaklardaki düzgün dikiş sıralarına gösterdiği özeni görebiliyorum, çünkü ürünün yapımı zaman alıyordu. Eskiden fotoğraf çekmek ve banyo etmek daha uzun sürdüğü, görüntünün kaybolmayacağı daha az kesin olduğu için mi lise arkadaşlarımın filmle çektiğim portreleri daha kişisel hissettiriyor? Bir bebeği Viktorya döneminden kalma hantal bir bebek arabasıyla gezdirmek daha fazla emek gerektiriyorsa bu gezintiye daha fazla anlam — daha fazla sevgi — yüklemiyor mu?
Yine de nasıl örgü örüleceğini hatırlamıyorum ve sıfırdan kurabiye yapmayı bilmeme rağmen ailemin yediği yiyeceklerin büyük çoğunluğunu Trader Joe’dan alıyorum, böylece yoğun bir hafta içi gününün sonunda “ilginç” tatları yorucu bir şekilde birleştirebiliyorum. Bazen kötü bir aşçı olduğumla ilgili şakalar yapsam da aceleye getirilmiş — otomatize — yemek hazırlama sürecimden dolayı hakikaten üzüntü veya suçluluk hissetmiyorum ve çocuklarımın kazaklarını örmediğim için üzülmem felsefi değil duygusal bir bakış açısıyla oluyor. Keşke büyükannemin bana öğrettiği beceriyi hatırlayabilseydim çünkü onu çok seviyordum, çocuklarımın kazakları Gap Kids’ten olduğu için daha aşağı ya da az ilgili bilr kadın olduğumu düşündüğümden değil.
Yazmak benim için özen işi, çünkü ben bir yazarım ve öğrencilerin yazdıklarına yanıt vermek de benim için özen işi, çünkü ben bir öğretmenim. Yazmanın yiyecek ya da giyecekten daha az faydalı bir şey olmadığını savunanlar haklı mı? Bu, üzerinde düşünülmesi gereken rahatsız edici bir soru. Bu elbette şahsi açıdan — ama aynı zamanda liberal sanatlar eğitiminin rolü hakkında rahatsız edici bir düşünce çizgisine hızla yol açtığı için — doğru. Üniversite eğitiminin temelinde diploma alma ve bağlantılar kurma fırsatlarından ziyade öğrenmenin yattığı inancından vazgeçmek aşırı alaycı bir yaklaşım gibi geliyor ve belki de bu nedenle öğrencilerimin, yazmanın bir gün hayatlarında ne kadar küçük bir rol oynayacağına bakmaksızın, daha açık ve düşünerek yazmayı öğrenmenin zamanlarını değerlendirmek için kıymetli olduğu fikrine katılmalarını beklemenin makul olduğunu düşünüyorum.
Öğrencilerime sürücüsüz bebek arabalarından söz etmedim — ne olsa çoğunun ebeveyn olmayı düşünmesine bile on yıl var ve bebek arabalarının zihinlerinde benimkiler kadar büyük yer tutması pek olası değil — ama sürücüsüz araçlardan ve ölümle sonuçlanan araç kazası duyduğumda verdiğim kuşkusuz mantıksız olan tepkiden söz ettim. Sürücüsüz bir araçta kaza yapma olasılığının çok daha düşük olduğunu gösteren tüm istatistiklere aşina olsam da kendimin veya yolcularımın güvenliğinin kontrolünü [iyi bir sürücü olduğuma inanıyorum] teslim etmeyi hayal edemiyorum.
Bir öğrenci, “Peki ya araç kullanışınız konusunda yanıldığınıza ikna olabilseydiniz? Ya sürücüsüz modda araç kullanmanın herkes için daha güvenli olduğuna sizi ikna eden rakamları kendi gözünüzle görseydiniz?” diye sordu.
Haklı olduğunu elbette biliyordum ama yine de bunu aracımın kontrolünü aracın kendisine bırakmaktan hoşlanmamamla bağdaştıramıyordum. Yine de biri beni küçük bir uçağın kokpitine götürse ve otomatik pilotu açmamı ya da uçağı kendim uçurmaya çalışmamı teklif etse uçağın otomasyonuna güvenmekte tereddüt etmem, çünkü bir uçağı nasıl uçuracağımı bilmediğimi ve bir hata yapmanın neredeyse kesinlikle ölümcül olacağını çok iyi anlıyorum. Dik bir yokuşu çıkarken ya da uzun bir süre boyunca bebek arabasını itmek benim için hiç de zor değil. Dışarıda olmayı severim ve tek başıma ya da çocuklarımla yürüyüşe çıkmaktan keyif alırım. Belki de Glüxkind’in otomatik bebek arabasının gelişmiş güvenlik özelliklerinden bahsetmesi, benim bebek arabası itme uzmanlığıma dair kendini beğenmiş algımı tahmin ettiği içindir. “Ella” olarak adlandırılan bebek arabası, trafik algılama ve “geliştirilmiş çoklu fren sistemi” içeriyor. Pazarlama metni, hepimizin Potemkin Zırhlısı ya da Rosemary’nin Bebeği filmlerinden bildiği o korku kinayesine gönderme yaparcasına ebeveynlere “daha fazla huzur” vaat ediyor: “Kaçan bebek arabası mı? Ella varken olmaz”.
Fakat frenleri kullanma ve kaçma vakalarını önleme becerim de dahil bebek arabası sürme becerime olan güven, bazı öğrencilerimin yazma konusunda hissettikleri gibi değil. Araba sürmenin ya da bebek arabası itmenin aksine yazmak hem zorluğu hem de çoğu zaman belirsiz başarı ölçütleri nedeniyle göz korkutucu bir iş olabilir. Öğrencilerimin notlar hakkında en rekabetçi akranlarımdan ve benden bile çok farklı düşündüklerinden bahsetmiyorum bile. Notlar birçoğuna belirli bir konudaki performansı ya da hatta belirli bir beceriyi ölçmek için değil, karakterlerinin toptan onaylanması ya da öğütlenmek gibi geliyor. Öğrencilerim, benim — haklı olarak veya değil — kendimi “iyi bir sürücü” olarak gördüğüm gibi kendilerini de “iyi yazarlar” olarak görme eğiliminde değiller. Yazma ödevlerinde başarı ya da başarısızlığın getireceği riskler, öğrencilerimin çoğuna uçak kullanmaktan çok daha yakın geliyor. Yazmak, özen gösterecek bir şey değil ve yazıları hakkında geri bildirim almak, üzerinde durmadan sancı çektiğim bir şey olsa da muhtemelen özen göstermenin sebebi gibi hissettirmiyor.
Öğrencilerimle konuşmamın sonlarına doğru, Twitter’da tavsiye mektubu yazmak için yapay zekâ kullanımı üzerine bazı tartışmalar gördüğümden söz ettim. Öğrencilerimin tamamı, bir profesörün bunu yaptığını öğrendiklerinde kendilerini ihanete uğramış hissedeceklerini söylediler ve ben de bunun etik bir ihlal olduğu konusunda hemfikirdim. Ben nispeten hızlı yazan biriyim, öğrenciler benden mektuplarını yazmamı istediklerinde gurur duyuyorum ve bunu yapmaktan çekinmiyorum. Yine de not vermekten kesinlikle hazzetmiyor değilim. Öğrencilerle fikirleri, yazıları veya çalıştığımız metinleri anlamaları hakkında konuşmaktan hoşnutum ama not vermenin kendisi bir amaca ulaşmanın aracı gibi geliyor. Çoğu zaman bir öğrencinin nottan dolayı üzüleceğini ve çalışmasıyla ilgili konuşmalarımızın fikirleri, yazıları veya üzerinde çalıştığımız metinleri anlamasından ziyade Blackboard’daki kutuya yazdığım sayıya odaklanacağını biliyorum. Öğrencilerin çalışmalarına not vermek için ChatGPT’yi kullanmak ister miydim? Tabii ki isterdim. Ancak yapay zekadan bir tavsiye mektubu oluşturmasını istemeye benzer şekilde, bu etik dışı geliyor, çünkü ben notu bir öğrencinin zaman içindeki becerilerinin kusurlu bir ölçüsü olarak görürken çoğu öğrenci notları benimle ve dersimizdeki materyalle olan ilişkilerine derinden bağlı bir şey olarak görüyor.
Bu bağlamda distopik ve faydacı arasındaki çizgi tek değil. Sürücüsüz bebek arabalarının ya da hatta ChatGPT’nin insanlığın sonuna işaret ettiğini düşünmüyorum ama hayatlarımızı oluşturan sıradan ve küçük günlük anları yalnızca bir amaca yönelik bir araç olarak görme konusunda artan bir istekliliğe işaret ettiklerini düşünüyorum. Annie Dillard’ın yazar adaylarına verdiği tavsiyeyi sık sık düşünüyorum: Günlerimizi nasıl geçirdiğimiz, sonuçta hayatımızı nasıl geçirdiğimizdir. Benim açımdan mesele, belirli ebeveynlik vazifelerinin, ders vermenin bir unsurunun veya yazılı bir iletişim türünün amacını düşünmeye dayanıyor. Crate & Barrel sohbet robotunun aldığım kırık saksının iadesini gerçekleştirmesinden memnunum, tıpkı ailemin kıyafetlerini temiz tutmak için çamaşır makinemi ve kurutucumu kullanmaktan memnun olduğum gibi. Belki de yıllar sonra ChatGPT’ye otomatik şanzımanın ya da yazım denetiminin icadına baktığım gibi bakacağım: Teknolojik gelişimin istikrarlı ilerleyişinde faydalı ama nihayetinde kademeli bir adım. Eğer ailemin çamaşırlarını çamaşır tahtasında yıkıyor ve sonra da kurumaları için asıyor olsaydım, bu makaleyi yazıyor olmazdım. Ama aynı zamanda bu tür işlerden — bakmak, öğretmek, yazmak — mücadele etmeden vazgeçmememiz gerektiği hissinden de kurtulamıyorum.
İlginizi Çekebilir
-
Alman Dış İlişkiler Konseyi: Avrupa savunmasını ABD’den bağımsızlaştırmalıyız
-
Altman ile Musk arasındaki atışma sertleşiyor
-
Musk, OpenAI’ı 97,4 milyar dolara satın almak istiyor
-
Nvidia, ChatGPT ve DeepSeek’e rakip olmak için Fransız Mistral’e yatırım yapıyor
-
Büyük Teknoloji 2025 yılı için 300 milyar doların üzerinde AI harcaması planlıyor
-
Yapay zeka balonu patladı mı?

İsrail’in en yüksek mahkemesi Netanyahu’yu durdurabilir mi?
Bibi’nin iki üst düzey yetkiliyi görevden alma hamlesinin ardından büyük hesaplaşma kapıda.
David E. Rosenberg / FP
Önümüzdeki haftalarda, İsrail demokrasisinin geleceğiyle ilgili büyük bir mücadele yaşanacak. Demokratik normları ve hukukun üstünlüğünü temsil eden tarafın bu mücadeleyi kazanacağının hiçbir garantisi yok.
Bir tarafta, devletin diğer organları zayıflatma ve sadık isimleri öne çıkarma hedefiyle geçen hafta iki kilit İsrailli yetkiliyi görevden almaya çalışan Başbakan Binyamin Netanyahu var. Diğer tarafta ise Yüksek Mahkeme yer alıyor. Teorik olarak Netanyahu’nun gündeminin bazı bölümlerini engelleme gücüne sahip olan mahkeme, pratikte ise kararlarını tanımamaya kararlı ve yetkilerini aşındırmaya çalışan bir hükümetle karşı karşıya.
Bu anayasal bir çıkmaza dönüşürse, Netanyahu’nun iktidara dönüşünden bu yana İsrail’i sarsan sokak protestoları yeniden alevlenebilir. Ülkeye dair genellikle temkinli açıklamalarda bulunan bazı etkili İsrailliler bile olası bir iç savaş konusunda uyarıyor.
Bu krizi tetikleyen olaylar, hükümetin son günlerde peş peşe aldığı iki karar oldu: İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ın görevden alınması ve Başsavcı Gali Baharav-Miara’nın görevden alınma sürecinin başlatılması. Netanyahu, Bar’a olan güvenini kaybettiğini ve onu görev için “fazla yumuşak” bulduğunu belirterek kararı savundu. Adalet Bakanı Yariv Levin ise uzun süredir görevden almak istediği Baharav-Miara’yı “uygunsuz davranış” ve hükümetle “önemli ve uzun süredir devam eden görüş ayrılıkları” nedeniyle hedef aldı.
Hem Şin-Bet Direktörü hem de Başsavcı, hükümet tarafından atanan isimler olsa da onları görevden almak basit ve kolay bir prosedür değil.
Normal koşullarda, Şin-Bet Direktörü’nün görevden alınması idari hukuk çerçevesinde ele alınır; kararın gerekçelendirilmesi ve “makul” bulunması gerekir. Başsavcı ise ancak bir danışma komitesi kararıyla görevden alınabilir.
Ancak şu anda koşullar normal değil. Yasal düzenlemeler, hükümetin hem hukuki hem de ahlaki kurallara bağlı kalacağı varsayımıyla hazırlanmıştı. Netanyahu’nun geçmişteki hükümetleri de dahil önceki hükümetler de bu yetkililerle anlaşmazlıklar yaşanmıştı, fakat hiçbir zaman görevden alma yoluna gidilmemişti.
Ancak Netanyahu, tıpkı ABD Başkanı Donald Trump gibi, gücüne sınır koyan bu mekanizmalardan rahatsızlık duyuyor ve siyasi rakiplerini hedef almaktan geri durmuyor. Ve yine Trump gibi Netanyahu da liderlerinin iktidar hırsını kendi toplumlarını yeniden şekillendirmek için kullanan ideologların yardım ve desteğini alıyor.
Baharav-Miara, Yüksek Mahkeme’yi ve yargı organının diğer kurumlarını zayıflatacak “yargı reformu” projesi dahil hükümetin anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü eylemlerini ısrarla reddettiği için bir engel olarak görülüyor.
Bar ise normalde hükümetin hedefi olmayacak bir güvenlik bürokratıydı. Ancak Şin-Bet’in görevleri arasında İsrail demokrasisini korumak ve ulusal güvenliğe yönelik tehditleri araştırmak da bulunuyor. Bu görevler onu hükümetle karşı karşıya getirdi.
İsrail’de “devlete sızma” tartışması: “Dün vatan haini ilan ettiniz yarın idam edersiniz”
Netanyahu hükümetinin demokratik normlara karşı açtığı savaş, Baharav-Miara ve Bar’ı görevden alma girişiminden çok önce başlamıştı. İlk adım, 2022 sonunda hükümetin kurulmasının hemen ardından Levin’in yargıyı siyasetin kontrolüne almayı hedefleyen kapsamlı “yargı reformu” planını açıklamasıyla atıldı. Bu reform girişimi, geniş çaplı sokak protestoları, Yüksek Mahkeme’nin iptal kararları ve 2023 Ekim’inde yaşanan Hamas saldırısıyla birlikte rafa kalktı.
Ancak hükümetin yargı reformunu yeniden gündeme getirmeyi beklediği açıktı. Levin uzun süredir yargıyı “yozlaşmış ve solcu” olmakla suçluyor. Hükümetin aşırı sağcı ve dindar ortakları ise Yüksek Mahkeme’yi, İsrail’i daha dindar ve muhafazakâr bir topluma dönüştürme çabalarının önündeki en büyük engel olarak görüyor.
Netanyahu bu görüşleri paylaşmasa da yargı reformu sayesinde hakkında devam eden yolsuzluk davalarından sıyrılma ihtimali vardı. Protestolar, davalar ve savaşın baskısıyla, zamanla o da aşırı sağın bürokratları düşman olarak gören önermesini yavaş yavaş kabul etmeye başladı. Netanyahu eskiden “derin devletin” kendisini yıkmaya çalıştığına dair iddiaları sosyal medyadaki destekçilerine bırakırdı şimdi artık bu ifadeleri bizzat kendisi de kullanıyor.
Netanyahu, Trump’ın izinde: Yargıya ‘derin devlet’ suçlaması
Yargı reformunu yeniden başlatmak için uygun zaman geçen sonbaharda geldi. Hamas, Hizbullah ve İran’a karşı savaşlarda İsrail üstün görünse de savaş atmosferi sokak protestolarını bastırmak için yeterince yoğun bir ortam sağladı. Ayrıca Trump’ın yeniden iktidara gelişiyle birlikte, Beyaz Saray artık demokratik olmayan adımlara ses çıkarmayacaktı.
Ancak bu kez hükümet, yeni protestolara yol açma olasılığı daha düşük olan kademeli bir yaklaşımı tercih etti. Bu ay başında, Meclis yargıçları disiplin altına alan kurulun kontrolünü koalisyon milletvekillerine devreden bir yasayı onayladı. Yargıç atamalarını siyasallaştıracak bir başka yasa tasarısı da şu an Meclis’te. Son adımlar ise Şin-Bet Direktörü ve Başsavcının görevden alınması oldu.
Bu siyasi mücadele, Yüksek Mahkeme’de görülecek görevden alma davalarının arka planını oluşturacak. Ancak davaların içeriği, teknik olarak “çıkar çatışması” olup olmadığı sorusu etrafında şekillenecek.
Bar yönetimindeki Şin-Bet, Netanyahu’nun ofisinden sızdırıldığı iddia edilen gizli belgeler ile Katar’dan Netanyahu’ya yakın kişilere yapılan ödemeleri araştırıyordu. Ayrıca polis teşkilatına aşırı sağcı örgütlerin sızmasını da araştırdığı ortaya çıktı. Muhalifler, Netanyahu’nun Bar’ı görevden almasının yasal açıdan gerekçelendirilebilir görünse de asıl amacının bu soruşturmaları durduracak bir ismi atamak olduğunu savunuyor. Bu nedenle yargı müdahale etmeli.
Aynı durum başsavcı Baharav-Miara için de geçerli. Kendisi, Netanyahu’nun yolsuzluk, rüşvet ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılandığı davanın başsavcısı. Şu sıralar Netanyahu haftada iki kez Tel Aviv’deki mahkemede ifade veriyor. En azından teoride, sadık bir kişinin bu pozisyonda olması İsrail liderinin mahkumiyetten kaçmasını kolaylaştırabilir.
Yüksek Mahkeme, şimdiden Bar’ın görevden alınmasını durduran geçici bir tedbir kararı aldı ve konuyla ilgili temyiz başvurularını 8 Nisan’da dinleyecek. Mahkeme dört farklı karar verebilir: Temyiz başvurularını tamamen reddedebilir, hükümete kararını yasal çerçeveye uygun şekilde yeniden düzenlemesini emredebilir, Bar’ın birkaç ay içinde istifa etmesini öngören bir uzlaşma önerebilir ya da görevden alma kararını tamamen iptal edebilir. Sonuncusu olursa, büyük bir çatışma başlayacak demektir.
Yüksek Mahkeme Baharav-Miara’nın görevden alınmasına müdahale etmese bile süreç normalde aylar sürecek. Önce hükümetin oluşturduğu bir komitenin karar vermesi gerekiyor. Ancak hükümet, bu süreci hızlandırmak istiyor. Levin, Baharav-Miara’ya istifa etmesi yönünde baskı yapıyor ve son iki yıldır ona yönelik yıpratma kampanyasını sürdürüyor.
Yüksek Mahkeme harekete geçecek mi? Mahkeme Başkanı Isaac Amit kararlı bir isim ve Bar davasına bakan üç kişilik heyet hükümet aleyhine karar verme ihtimali yüksek olan daha liberal yargıçlardan oluşuyor. Öte yandan, Netanyahu, Levin ve hükümet üyeleri uzun süredir mahkemeyi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Onlara göre mahkeme tarafsız olmadığı gibi hükümeti yargılama hakkına da sahip değil. Levin, Amit’in ocak ayında mahkeme başkanı olarak atanmasına karşı çıktı ve o zamandan beri onu boykot ediyor.
Normal şartlarda, Yüksek Mahkeme’nin kararı, ne kadar tatsız olsa da hükümet için bağlayıcı. Ancak bu kez hükümet kararları tanımama sinyalleri veriyor. Geçici tedbir kararının ardından bazı bakanlar, nihai kararın da tanınmayabileceğini açıkladı. Mahkemeyi ya geri adım atmaya zorlayacaklar ya da müdahil olmaktan caydıracaklar.
Bu durumda, hükümet ile yargı arasındaki güç dengesi İsrail halkı tarafından belirlenecek. Eğer anketler doğruysa, halk “derin devlet” argümanına inanmıyor. Yüksek Mahkeme’ye hükümetten daha fazla güveniyor. Geçen hafta sonu ülke genelinde 100 binden fazla kişi Bar’ın görevden alınmasına karşı protesto gösterileri düzenledi.
Ancak bu protestoların etkili olması için çok daha büyük ve uzun süreli olması gerekiyor. Bu da garanti değil. Gazze’deki savaşın yeniden alevlenmesi, aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir’in hükümete dönüşü ve protestolara karşı sert polis müdahaleleri, 2023’teki gibi kitlesel protestoların tekrarını zorlaştırabilir. Aylar süren savaşlar ve krizlerin ardından, halk artık yorgun olabilir. Netanyahu’nun umudu da tam olarak bu.
DÜNYA BASINI
Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri
Yayınlanma
4 gün önce24/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Batı medyası ve siyasetinden ardı ardına değerlendirmeler geliyor.
Medyadaki değerlendirmeler, büyük oranda “jeopolitik dönüşümlerin” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açtığı fırsat pencereleri ile ilgili.
Örneğin Politico’da ‘Erdoğan demokratik muhalefeti bastırmak için jeopolitik bir fırsat yakaladı’ başlıklı haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllarını demokrasiyi aşındırmak, muhalefeti bastırmak ve ülkenin ordu ve kamu hizmetlerini tasfiye etmekle geçirdi. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını gömmek için bu jeopolitik anı seçmiş gibi görünüyor,” deniyor.
Analizde, Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Tucker Carlson’a verdiği mülakatta söylediklerine referans veriliyor. Witkoff, geçen hafta Carlson’a verdiği beyanda, iki lider arasında kısa süre önce gerçekleşen telefon görüşmesini “harika” ve “dönüm noktası niteliğinde” olarak nitelendirmişti.
Bloomberg: Erdoğan, NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle tutuklamaya ses çıkmayacağına güveniyor
Bloomberg’de yer alan ‘Erdoğan dünyanın Türkiye’deki kargaşayı görmezden geleceğine güveniyor’ başlıklı değerlendirmede ise, İmamoğlu’nun hapse atılmasının ardından Erdoğan’ın, “NATO müttefiklerinin Türkiye’ye, demokrasi kavgasından daha fazla ihtiyaç duyduklarına güvendiğini” öne sürüyor.
Analizde, “Türkiye Cumhurbaşkanı ve NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı, dünyanın kendisine, ülkenin demokrasisi için verilen mücadeleye katılma ihtiyacından daha fazla ihtiyaç duyduğuna güveniyor. ABD ve Avrupa güvenlik sorunlarıyla meşgulken, Erdoğan kendisini Ukrayna’dan Orta Doğu ve Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar kilit bir güç simsarı olarak konumlandırdı,” deniyor.
Bloomberg, Avrupa başkentlerinden gelen birkaç itiraz dışında, İmamoğlu’nun tutuklamasının ardından uluslararası tepkinin yokluğunun dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.
Yazıda, “Erdoğan muhtemelen Türkiye’nin artan stratejik öneminin demokratik eksikliklerinden daha ağır bastığını hesapladı. Yatırımcılar Türk varlıklarını terk ederken ve yabancı parayı ülkeye geri getirme yolunda son dönemde kaydedilen ilerlemeyi geri alma riskini taşırken bile, bu şimdiye kadar siyasi olarak karşılığını veren bir bahis,” ifadeleri kullanıldı.
Ekonomi yayını, özellikle Ukrayna’daki savaşın Avrupa’yı, Türkiye’ye giderek daha fazla bağımlı hale getirdiğini ileri sürüyor.
Economist: Geriye otokrasiye yakın bir yönetim kaldı
Ünlü ekonomi dergisi Economist ise İmamoğlu’nun tutuklanmasını ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibini hapse attı ve Türkiye’nin demokrasisini tehlikeye attı’ başlığıyla verdi.
“Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor,” iddiasında bulunan dergi, her şeye rağmen Türkiye’deki seçimlerin ‘çoğunlukla serbest’ kaldığını, ama İmamoğlu’nun tutuklanması ile birlikte “geriye çıplak otokrasiye yakın bir yönetim kaldığını” öne sürdü.
Tutuklamaların Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir gördüğü en büyük protestolara yol açtığına işaret eden Economist, protestolardaki gözaltıları ve polis şiddetini de sayfalarına taşıdı.
Euractiv: Erdoğan jeopolitik değişimi değerlendirerek zamanını iyi seçti
Euractiv’de yer alan değerlendirmede de, “İç siyasi çalkantılara rağmen, Ankara’nın AB ile daha yakın ilişkiler kurması ve bloğun savunma fonlarına erişim kazanması için daha iyi bir zamanlama olamazdı,” deniyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘zamanını iyi seçtiğini’ savunan Euractiv, ‘içeride demokratik muhalefeti bastırmak ve dışarıda jeopolitik puan toplamak için jeopolitik değişimi değerlendirdiğini’ yazıyor.
Bir süredir AB-Türkiye ilişkilerinin gergin seyrettiğini hatırlatan Euractiv, ABD’nin Kıta’dan çekilme işaretleri vermesi ve Rusya ile ilişkileri düzeltmek istemesi birlikte büyük bir silahlanma hamlesi başlatan Avrupa’da Türkiye’ye bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor.
Bazı AB diplomatlarına göre ABD Başkanı Donald Trump’ın dönüşü ve jeopolitik değişimler Kıta’da Ankara ile daha yakın ilişkilere bakış açısını değiştirdi.
‘Brüksel’de Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu söyleniyor’
Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin, Avrupa’daki güvenlik zirvelerine giderek daha fazla katılmaya başladığını ve üst düzey yetkililerin de bu konuya ilgi duyduklarını açıkça ifade ettiğini vurgulayan Euractiv, “Brüksel’deki iktidar koridorlarında tekrarlanan bir söylem, Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu ve uzun vadeli güvenlik çıkarlarının birkaç kişinin kısa vadeli çıkarlarının önüne geçmesi gerektiği yönünde,” diye yazıyor.
Ankara’nın, Avrupa’nın savunma planları için kendisine ihtiyaç olduğunu çok iyi anladığını savunan yayın, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Erdoğan ile daha yakın işbirliği için AB nezdinde lobi yaptığını aktarıyor.
Yazıda şunlar söyleniyor:
“Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşımı sağlayan önemli bir nakliye ve ticaret yolu olan ve savaşın ilk günlerinde Rus savaş gemilerine kapatmakta tereddüt etmediği İstanbul Boğazı’nın kontrolünde kilit rol oynuyor. Gelecekte Avrupa savaş gemilerinin Karadeniz’e erişimine ihtiyaç duyulması halinde, anahtar Ankara’nın elinde olacak. Yerli Kırım Tatarlarının Osmanlı İmparatorluğu ile bir dizi tarihi bağı olan Kırım Yarımadası’nda kalıcı bir Rus varlığı Ankara’nın çıkarına olmayabilir.”
Euractiv’e konuşan AB yetkililerine göre Türk askeri teçhizatı, blok dışından temin edilebilecek en ucuz seçenekler arasında yer alıyor ve Ukrayna ve Azerbaycan da dahil olmak üzere savaş bölgelerinde sahada test edildi.
‘AB, Türk askerine Ukrayna’da güveniyor’
Yine habere göre, Gelecekte Ukrayna’da yapılacak bir barış anlaşmasında Avrupalı barış gücü askerlerinin ateşkesi sağlaması halinde Türkiye’nin askeri gücü de işe yarayabilir.
AB savunma fonlarına erişim konusunda, giderek artan sayıda AB diplomatı, Avrupa’nın ‘gerçekleri görmesi’ ve ABD’ye bağımlılığının yerini alacak ortak tabanını genişletmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor.
Bir AB diplomatı, AB’nin “bir noktada, hızlı bir şekilde yeniden silahlanma konusunda ciddiysek bu ülkelere ve endüstrilerine ihtiyacımız olduğu konusunda pragmatik bir durum değerlendirmesine varması gerektiğini” söyledi. Euractiv’e göre bu görüşler Brüksel’de giderek daha fazla yankı buluyor.
Bir AB yetkilisi, Fransa’nın savunma konusundaki ‘Avrupalı Satın Al’ rağmen, savunma konusunda Türkiye gibi tüm bu ülkelere yaklaştıklarını söyledi.
Avrupa’nın yeni silahlanma fonuna AB dışından katılım için, üçüncü ülkelerin AB ile savunma anlaşması imzalaması gerekiyor. Öte yandan böyle bir savunma anlaşması için ‘nitelikli çoğunluk’ yeterli olduğundan, Kıbrıs ve Yunanistan’ın itirazlarına rağmen Brüksel ile Ankara arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının önünde engel yok.
Bu hafta başında masaya yatırılan ve üye devletler tarafından şartları daha da sıkılaştırmak ya da gevşetmek üzere değiştirilebilecek olan taslak metne göre, ikinci anlaşma doğrudan üçüncü ülke ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanacak.
Bazı AB diplomatlarına göre, Türkiye’de dengeler değişirse, Polonya’nın AB dönem başkanlığı daha hızlı bir anlaşma için oybirliği arayışından vazgeçebilir.
Yine Euractiv’e göre, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı’yla aynı safta yer almak arasında ince bir ipte yürümesi ikinci derecede önemli bir mesele gibi görünüyor.
Scholz’un İmamoğlu tepkisine rağmen Berlin, Ankara ile yakın savunma işbirliği istiyor
Dolayısıyla, özellikle Almanya’dan gelen bazı tepkilere rağmen, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik Kıta’dan gelecek tepkilerin genellikle “görmezden gelmek” olacağına vurgu yapılıyor.
Dahası, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un sert eleştirilerine rağmen, Alman yetkililer Berlin’in daha yakın bir savunma işbirliğinin önünde durmayacağını vurgulamakta gecikmedi. Fransız Elysee yetkilileri ise kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı.
Üst düzey AB yetkilileri Türk yetkilileri demokratik standartlara uymaya çağırırken, “temel haklara saygı ve hukukun üstünlüğünün AB’ye katılım süreci için elzem” olduğunu belirttiler fakat AB liderlerinin çoğunluğu sessiz kaldı.
Bazı AB diplomatları, stratejik gereklilikler lehine konuyu görmezden gelebileceğine inanıyor. Fakat diğer alanlarda AB-Türkiye ilişkilerinin yakınlaşması konusunda yaşanan siyasi tıkanıklık farklı görünüyor.
Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Ankara’nın yıllardır iki temel talebi olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisinin, ‘reform eksikliği’ nedeniyle ilerleme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor.
DÜNYA BASINI
İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında yankı buldu
Yayınlanma
5 gün önce23/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında geniş yankı buldu. Pek çok Batılı yayın kuruluşu, tutuklamanın Türkiye’deki ‘demokrasi ilkeleri üzerindeki endişeleri artırdığını’ ve siyasi motivasyon taşıdığını ileri sürdü. Batı basını, Türkiye genelinde İmamoğlu’na destek gösterilerini ve uluslararası kuruluşların tepkisini de haberleştirdi.
Batı basını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına geniş yer ayırarak, Türkiye’nin “demokratik ilkelerine dair endişeleri ve tutuklamanın potansiyel siyasi nedenlerini” ele aldı
The Times (Birleşik Krallık): Gazetenin bir köşe yazısında, İmamoğlu’nun tutuklanması ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999’daki hapis cezası alması arasında paralellikler kuruldu. Yazıda, Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi İmamoğlu’na karşı mevcut eylemlerinin, Erdoğan’ın daha önceki demokratik vaatlerinden uzaklaşmayı yansıttığı öne sürüldü.
The Guardian (Birleşik Krallık): The Guardian, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye genelinde yayılan geniş çaplı protestoları haberleştirdi. Gösterilerin “demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklar için daha geniş bir harekete dönüştüğünü” yazdı. Makale, Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD gibi kuruluşlardan gelen cılız tepkilerle uluslararası yanıtın sınırlı kaldığına da dikkat çekti.
Associated Press (ABD): Associated Press, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasına yol açan hukuki süreci ele aldı. Tutuklamanın yaklaşan seçimler öncesinde gerçekleştiği zamanlamasına ve Türkiye’nin siyasi ortamı üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Haber, muhalefet figürlerinden ve uluslararası kuruluşlardan gelen tutuklamanın siyasi çıkarımlarını eleştiren yorumlara da yer verdi.
Euronews (Avrupa): Euronews, İstanbul ve diğer şehirlerdeki kitlesel protestoları detaylı bir şekilde aktardı. Protestocuların gösteri yasaklarına ve yol kapatmalara karşı gelmesini vurguladı. Haber, “protestocular arasında tutuklamanın Erdoğan’ın ana rakibini saf dışı bırakmak için siyasi amaçlı olduğu” algısının yaygın olduğunu belirtti.
El País (İspanya): El País, İmamoğlu’nun geçici tutukluluğuna yol açan yargı sürecini haberleştirdi. Muhalefetin tutuklamayı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir rakibi ortadan kaldırma amaçlı siyasi bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.
Die Welt (Almanya): Die Welt, mahkemenin İmamoğlu’nu tutuklama kararını ve ardından başlayan kitlesel protestoları haberleştirdi. İmamoğlu’nun asılsız ve iftira niteliğinde olduğunu ifade ederek reddettiği teröre destek iddialarına da değindi.
Diğer yandan Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ifade etti.
Von der Leyen, Ankara’ya özellikle seçilmiş yetkililerin hakları olmak üzere “demokratik değerleri koruma yükümlülüğünü” hatırlattı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise kararı “adaletin trajedisi” ve demokratik sürece yönelik bir saldırı olarak kınadı.
Kuruluş, tutuklamanın “İstanbul seçmenlerinin seçtikleri temsilciden mahrum bırakılarak haklarının ihlal edildiğini” savundu.

Fransa, savunma sanayisi için 450 milyon avroluk fon kuruyor

Tutuklanmasına rağmen Filipinler’deki ara seçimlerde yarışacak olan Duterte’ye destek artıyor

Güney Koreli şirketler Rusya’ya dönmek istiyor

İsveç’ten Soğuk Savaş sonrası en büyük savunma harcaması artışı

İsrail, ateşkesten sonra ilk kez Beyrut’u vurdu
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Suriye federasyona mı gidiyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor
-
DİPLOMASİ2 hafta önce
İngiltere, Ukrayna’ya binlerce asker göndermeye hazırlanıyor
-
AVRUPA2 hafta önce
Alman partilerinin ‘savaş’ anlaşması borsayı uçurdu
-
ORTADOĞU2 hafta önce
Witkoff’un yeni ateşkes önerisine Hamas’tan itiraz
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde
-
AMERİKA2 hafta önce
BlackRock Avrupalı şirketlerin hisselerini topluyor