Bizi Takip Edin

ASYA

Çin’in yurtiçi seyahatleri yükselişe geçti, ancak yabancı ziyaretçilerin oranı istenilen seviyede değil

Yayınlanma

Devlete bağlı bir araştırma enstitüsüne göre, Çin bu yıl yurt içi seyahat sıklığı ve gelirlerinin salgın öncesi seviyelere dönmesini bekliyor, ancak uluslararası gelişlerin toparlanması daha uzun sürebilir.

Çin Turizm Akademisi (CTA) tarafından 1 Şubat’ta yayınlanan bir rapor, Çin vatandaşlarının bu yıl 6 milyar kadar seyahat yapacağını, bu rakamın 2019 ile hemen hemen aynı olacağını, ancak daha kısa mesafelere seyahat etmelerinin beklendiğini öngörüyor.

CTA raporuna göre, sıkı Kovid-19 kısıtlamalarının kaldırılmasından bu yana yurtiçi seyahatlerde istikrarlı bir toparlanma yaşanırken, 2019’da görülen uluslararası turistlerin yalnızca yüzde 50’sinin önümüzdeki yıl geri gelmesi bekleniyor.

İç turizmden elde edilen gelirin 2023-2024 yılları arasında yüzde 23 artışla 6,03 trilyon yuana (839 milyar ABD$) ulaşması ve 2019 yılında elde edilen 5,725 trilyon yuan (796 milyar ABD$) geliri aşması bekleniyor.

Çin’de turizm, ülkenin sıfır Kovid politikasının kaldırıldığı Aralık 2022’den bu yana toparlanıyor ve geçen yıl ülke içi seyahatlerin sayısı pandemi öncesi seviyelerin yaklaşık yüzde 80’ine geri döndü.

Kısa mesafe seyahatler ön planda

Milyonlarca Çinlinin aile buluşmaları için memleketlerine seyahat ettiği devam etmekte olan Ay Yeni Yılı da yurt içi yolcu trafiğinde güçlü bir toparlanmaya sahne oldu.

Rapora göre, il içi seyahatler geçen yıl ocak-ekim ayları arasında yurt içi seyahatlerin yaklaşık yüzde 75’ini oluştururken, bu oran 2019’un aynı döneminde yaklaşık yüzde 50 olarak gerçekleşti.

CTA, Aralık 2022 raporunda, o yıl yurt içi seyahatlerin yüzde 80’inden fazlasının il içinde gerçekleştiğini belirtmişti.

İnsanların seyahat etme isteği pandemi öncesi seviyeye dönmesine rağmen, turizm sektörüne duyulan güven yeterli değil.

CTA tarafından girişimci tutumlarını ölçmek için hesaplanan bir endeks, 2019’da 124 iken 2020’de 68’e inerek ciddi bir düşüş gösteriyor.

Turizm ve iç talep

Çin, durgun ekonomik büyümenin ortasında turizmi “yeni tüketim büyüme noktalarından” biri olarak tanımladı ve Devlet Başkanı Xi Jinping ekonomiyi güçlendirme politikalarının bir parçası olarak iç talepteki genişlemeyi vurguladı.

Xi, Çin’in ekonomiye odaklanan en üst düzey ulusal politika belirleme toplantısı olan Aralık ayındaki merkezi ekonomik çalışma konferansında iç turizm sektörüne destek sözü verdi.

Pekin, uluslararası gezginleri ve işletmeleri çekmek amacıyla bir dizi Avrupa ve Asya ülkesine vizesiz seyahat uygulamasını da başlattı ve pek çok kişi Ay Yeni Yılı sırasında yeni düzenlemelerden yararlandı.

Pazartesi günü Çin online medya kuruluşu ThePaper.cn’ye göre, yeni politikanın ilk üç gününde Şanghay ve Singapur arasında yaklaşık 10.000 vizesiz seyahat yapıldı ve bu rakam iki ülke arasındaki seyahatlerin yüzde 90’ını oluşturdu.

Haberde, geçen yılın aynı dönemine kıyasla Singapur’a giden Çinli ziyaretçi sayısının 15 kat, Şanghay’a giden Singapurlu ziyaretçi sayısının ise dokuz kat arttığı belirtildi.

Gelen ziyaretçi sayısı hala zayıf

Ancak 1 Şubat’ta yayınlanan bir başka CTA raporuna göre, gelen seyahatlerdeki toparlanma dengesiz ve iç pazara kıyasla daha yavaş oldu; geçen yıl gelen yabancı ziyaretçi sayısı 2019 rakamlarının sadece yüzde 36’sına ulaştı.

Geçen yıl gelen yolcu trafiği 2019 seviyesine göre yaklaşık yüzde 60 oranında toparlanmış olsa da, bu toparlanma esas olarak Hong Kong, Makao ve Tayvan’da ikamet edenlerin girişlerinden kaynaklandı.

CTA, Hong Kong, Makao ve Tayvan’da ikamet edenlerin girişlerinde tam bir iyileşme beklerken, yabancıların girişlerinin pandemi öncesi gücünün ancak yarısına ulaşacağını tahmin ediyor.

Raporda bu düşüşün, pandemi sırasında gelen seyahatler konusunda uzmanlaşmış Çinli acentelerin kapanması ve yüksek seyahat maliyetleri gibi çeşitli nedenleri olduğu belirtildi.

Öte yandan, resmi istatistiklere göre, giden seyahatlerin bu yıl 130 milyona ulaşarak 2019’daki pandemi öncesi seviyenin yaklaşık yüzde 77’sine ulaşması bekleniyor.

ASYA

Çin akademisi Suriye’yi tartıştı

Yayınlanma

Şanghay Üniversitesi Küresel Araştırmalar Enstitüsü ve Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi 11 Aralık’ta Suriye ve Ortadoğu’daki gelişmeleri tartışan bir forum düzenledi.

Forumda, Suriye’de değişen durum ve bölgedeki güç dengelerine etkisi, Türkiye gibi aktörlerin rolü ve Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşünün bölgedeki politik duruma yansıması gibi başlıklar tartışıldı.

Foruma 10’dan fazla üniversiteden farklı disiplinlerden akademisyenler, araştırmacılar ve öğrenciler katıldı.

Şanghay Sosyal Bilimler Akademisi araştırmacısı ve üniversitenin önde gelen küresel uzmanlarından biri olan Profesör Guo Changgang, forumun açılış konuşmasını yaptı. Profesör Guo, bölgesel çalışmaların önemli bir misyonunun düşünce kuruluşu rolü oynamak olduğunu vurguladı. Bu bağlamda, toplantıda “Bölgesel Ülke Çalışmalarının Teorisi ve Pratiği” başlıklı özel bir tartışma oturumu düzenlendi. Bu oturum, bölgesel ülke çalışmalarının temel kavramlarıyla sınırlı kalmadı; bunun yerine, bu alanın özgül “pratik” ve “vaka” analizlerine odaklandı.

Profesör Guo, Donald Trump’ın birinci dönemindeki Türkiye politikasının Türk Lirası’nın çöküşüne doğrudan yol açtığını ve Türkiye’nin hâlâ bu mali ve ekonomik bataklıktan kurtulamadığını belirtti. Ayrıca, Trump’ın birinci dönemindeki Çin politikasının bir ticaret savaşını tetiklediğini ve Çin’in hâlâ Biden yönetiminin yaptırımlarıyla karşı karşıya olduğunu vurguladı.

Dolayısıyla, Trump’ın yeniden iktidara gelmesinin hem Çin hem de Türkiye açısından büyük bir belirsizlik yaratacağını vurguladı. Bu nedenle, Trump’ın ikinci dönemine dair bağlamda “Çin-Türkiye ilişkilerinin ve Türkiye’nin diplomatik meselelerinin tartışılması özellikle gerekli görülmektedir” dedi.

Forumda ayrıca yaklaşık 1,5 saat boyunca Suriye’nin mevcut durumu ve Türkiye konulu yuvarlak masa tartışması yapıldı. Bu bölümde konuşmacılar Suriye’deki ani değişimlerin üç ana faktörden kaynaklandığını belirtti:

  1. Ekonomik faktörler: Beşar Esad hükümeti, Batı yaptırımları ve ambargolarıyla karşı karşıya kalırken, Rusya ve İran’dan gelen ekonomik yardımların azalması ekonomik krizlere neden olmuş ve fiyatların hızla yükselmesiyle isyancı güçler etkili bir dirençle karşılaşmadan ilerlemiştir.
  2. Dış etkenler: İran, Rusya ve Hizbullah’ın Suriye hükümetine verdiği “dış yardım” azalırken, Türkiye, ABD, İsrail ve Ukrayna gibi aktörlerin yıkıcı müdahaleleri artmıştır.
  3. Askeri faktörler: Suriye hükümet güçleri, askeri reformlar yapmış ve alt düzey subayları azaltmıştır. Buna karşılık, isyancılar yurt dışındaki çatışmalarda deneyim kazanmış ve insansız hava araçları ile yeni taktikler kullanmaya başlamıştır.

Suriye’nin deleceğine dair öngörüler

Akademisyenler, Suriye’deki politik geçişin zorlu olacağını öngördü. Seküler veya dini bir devlet, cumhuriyet ya da federal bir yapı kurulması tartışmalarının; Arap liderliğinde bir yapı veya Kürt özerkliği gibi meselelerin, Sünni, Nusayri ve Kürtler arasındaki güç paylaşımı konusunda yeni gerilimlere yol açabileceği ifade edildi.

Ayrıca, Suriye’de yeni bir çatışma riski bulunduğuna işaret edildi. Hem örgütlerin kendi arasında hem de Türkiye ve Kürt örgütler arasında çatışma tehlikesine işaret edildi.

Öte yandan Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail’in stratejik çıkarlarına dayanarak Beşar Esad hükümetini deviren HTŞ ile aktif şekilde işbirliği yapabileceği belirtildi.

ABD ve Rusya, Rusya ve Türkiye, İran ve İsrail, Türkiye ve Körfez Arap ülkeleri arasındaki çatışmaların; laiklik ile din, terörizm ile terörle mücadele eksenindeki gerilimlerin devam edeceği öngörüldü.

Bazı akademisyenler, Suriye’nin Irak veya Libya modeline mi benzeyeceği konusunda belirsizlik olduğunu, ancak büyük güçler arasında yeni bir rekabet alanı haline gelebileceğini vurguladı. Diğerleri ise, 2011’den bu yana uluslararası ve bölgesel rekabetin azaldığını ve Suriye krizinin ülke dışına yayılma olasılığının düşük olduğunu savundu.

Türkiye’nin durumu: Büyük kazançlar mı, yeni zorluklar mı?

Bu başlıktaki tartışmalar, Türkiye’nin Suriye’deki değişimlerdeki rolüne odaklandı. Bazıları Beşar Esad hükümetinin düşüşünün, Türkiye’yi “büyük bir kazanan” konumuna getirdiğini kaydetti. İran liderliğindeki “Direniş Ekseni”nin gerilemesi ve İsrail’in olumsuz imajının yayıldığı bir dönemde Türkiye’nin stratejik bir avantaj elde ettiği ifade edildi. Bunun yanı sıra, bölge dışı güçlerin Ortadoğu’daki genel etkisinin azalmasının da Türkiye için avantajlı bir durum yarattığı kaydedildi.

Konuşmacılar Çin’in Türkiye ile daha yakın ilişki kurması gerektiği konusunda fikir birliğine vardılar.

Ancak bazı akademisyenler, Türkiye’nin elde ettiği kazanımlara rağmen, “karşı hamle” korkusuyla karşı karşıya olduğunu ve sorunlarının henüz yeni başladığını dile getirdi.

Türkiye’nin gelecekte karşılaşabileceği sorunlar şu şekilde sıralandı:

  • Suriye’nin yeniden inşasına daha fazla yatırım yapacak mı, yoksa bunu göze alamayıp (ekonomik yetersizlikten ötürü) süreci kendi haline mi bırakacak?
  • Suriye ile Batı arasındaki ilişkileri nasıl koordine edecek?
  • Diğer tarafların endişelerini nasıl giderecek?

İleride Türkiye’nin Suriye meselesinde daha pasif bir pozisyona sürüklenebileceği de ihtimaller arasında sayıldı.

Donald Trump döneminde Ortadoğu politikaları

Donald Trump’ın Ocak ayında Beyaz Saray’a dönüşüyle birlikte, Ortadoğu’nun yeni bir sınavla karşı karşıya kalacağı ifade edildi.
Donald Trump 2.0 dönemi Ortadoğu politikalarının, Trump’ın “Önce Amerika” ilkesine dayalı genel hedeflerinden, 1.0 dönemindeki Ortadoğu politikalarının devamından ve mevcut gelişmelerden etkileneceği kaydedildi.

Trump’ın genel amacının, “Önce Amerika” ilkesini uygulayarak ekonomiyi ve uluslararası konumunu canlandırmak olduğu vurgulanırken, Ortadoğu’da bunun, doğrudan askeri harcamaların azaltılması, ancak Rusya ve Çin’e karşı bir stratejinin güçlendirilmesi, ekonomik işbirliği ve yüksek teknoloji projelerinin engellenmesi anlamına geldiği değerlendirmesi yapıldı.

Trump’ın 1.0 döneminden kalan “üç eksen” politikasının muhtemelen devam edeceği kaydedildi: ABD hâkimiyetini engelleyen güçlerin bastırılması, İran ve “direniş ekseni”ne destek veren aktörlerin zayıflatılması, “İslam Devleti”ne karşı mücadele. Bu doğrultuda 3 hamle öngörüldü: İsrail’i destekleme, Suudi Arabistan ile yakınlaşma ve ittifak stratejisini ilerletme.

Trump’ın İsrail yanlısı eğiliminin, mevcut çatışma döngüsünü hızla ve İsrail lehine sona erdirmesi beklenmekle birlikte, Filistin meselesine adil bir çözüm sunması olası görülmemektedir.

İran’a yönelik ise, yeni bir “maksimum baskı” politikasının uygulanması, ekonomik yaptırımların sertleşmesi ve olası askeri tehditlerin gündeme gelmesi öngörüldü.

Toplantıya katılan akademisyenler, Çin için Trump’ın 2.0 dönemi Ortadoğu politikasının hem zorluklar hem de fırsatlar sunduğunu belirttiler.

Çin, güvenlik ve ekonomik bağlarını hedef odaklı bir şekilde güçlendirebilir, yeni alanlar açabilir ve diplomatik olarak bölgesel sıcak konulara ilişkin çalışmalarını artırarak arabuluculuk rolü üstlenebilir.

Okumaya Devam Et

ASYA

Almanya, Pasifik’teki askeri varlığını artırıyor

Yayınlanma

Alman Silahlı Kuvvetleri (Bundeswehr) hafta sonunda Asya-Pasifik bölgesine bugüne kadarki en büyük manevra gezisini tamamladı.

Frankfurt am Main görev gücü, mayıs ayında Baden-Württemberg firkateyniyle birlikte dünyanın çevresini dolaşarak çeşitli savaş tatbikatları ve bir konuşlanma gerçekleştirdikten sonra hafta sonunda Wilhelmshaven’a döndü.

Seferin amacı “Asya-Pasifik bölgesindeki müttefik kuvvetlerle ilişkileri güçlendirmek ve buradaki sularda deneyim kazanmak” olarak açıklandı.

Alman hükümeti ayrıca Kore yarımadasındaki çatışmada varlığını artırmak için adımlar attı. Bunun yanı sıra Berlin, ABD’nin yakın işbirliği içinde olduğu iki ülkeyle, Filipinler ve Fiji ile de askeri-siyasi ilişkilerini genişletiyor.

Hint-Pasifik’te Alman konuşlandırılması

Savunma Bakanlığına göre Bundeswehr, bugüne kadar Asya-Pasifik bölgesine yaptığı yıllık konuşlandırmaların “en büyüğü ve en karmaşığı” olan, iki Alman Donanması savaş gemisi ve bir hava kuvvetleri birliğinin her birinin dünyanın çevresini dolaştığı ve diğer silahlı kuvvetlerle ortak tatbikatlar, liman ziyaretleri ve gerçek bir konuşlandırma için defalarca kesintiye uğradığı Hint-Pasifik Konuşlandırması 2024’ü tamamladı.

Tatbikatlar arasında ABD’nin Hawaii yakınlarındaki büyük manevrası RIMPAC 24, Avustralya Hava Kuvvetleri tarafından düzenlenen büyük manevra Pitch Black 24 ve Hindistan’daki Tarang Shakti hava kuvvetleri tatbikatı da yer aldı. 

Bunu yannda iki Alman savaş gemisi Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne (KHDC) karşı BM yaptırımlarının ABD öncülüğünde izlenmesine katıldı.

Görevlendirme, Asya-Pasifik bölgesindeki “seçilmiş ülkelerle” ilişkileri genişletmenin yanı sıra, teçhizatın test edilmesine de hizmet etti.

Örneğin Baden-Württemberg fırkateyni, yeni Sınıf 125’in “bir yılı aşkın bir süre boyunca yoğun kullanımda tam operasyonel kabiliyetini kanıtlayan” ve Bundeswehr’in de belirttiği gibi “dünya çapındaki tüm okyanuslarda farklı deniz ve iklim koşullarında” görev yapan ilk fırkateyni oldu.

Berlin, Kore gerilimine de müdahil oluyor

Aynı zamanda Alman hükümeti bu yıl Almanya’nın Asya-Pasifik bölgesindeki askeri ve askeri-siyasi varlığını yoğunlaştırmak için bir dizi önlem aldı. 

Ağustos ayında Almanya, Kuzey ve Güney Kore arasındaki ateşkesi izlemekle görevli Birleşmiş Milletler Komutanlığına katıldı. Komutanlık pek de “tarafsız” bir kurum değil; merkezi Seul yakınlarındaki bir ABD askeri üssü olan Camp Humphreys’te bulunuyor ve başında da ABD’li bir general var.

Berlin ayrıca Tokyo yakınlarındaki Yokosuka’da bulunan ve KDHC’ye yönelik BM yaptırımlarının ihlallerini takip etmekle görevli olan Uygulama Koordinasyon Hücresine (ECC) bir irtibat görevlisi gönderdi.

Bu, Singapur’daki Bilgi Füzyon Merkezindeki Alman irtibat görevlisinin yanı sıra Asya-Pasifik bölgesindeki ikinci irtibat görevlisidir.

Buna ek olarak, Alman birliklerinin Japonya’ya konuşlandırılmasını kolaylaştırmak için Tokyo ve Berlin arasında bir anlaşma yürürlüğe girdi.

AB ayrıca Japonya ve Güney Kore ile “güvenlik ve savunma ortaklıkları” kurmaya çalışıyor.

Güneydoğu Asya’da Alman askeri yığınağının odak noktası Filipinler

Alman hükümeti yıl boyunca Güneydoğu Asya ve Pasifik bölgesiyle askeri ve askeri-politik ilişkilerini geliştirmeye de gayret etti.

Güneydoğu Asya’da, diğer şeylerin yanı sıra, sahil güvenliğini desteklediği Malezya ile daha yakın bir işbirliği hedefliyor. İşbirliğini teşvik etmek için Baden-Württemberg fırkateyni ve Frankfurt am Main görev gücü sağlayıcısı, dünya turu yolculuklarında ekim ayında Malezya liman kenti Port Klang’a demirledi.

ABD’nin şu anda Çin’e karşı olası bir savaş için askeri bir ileri karakol haline getirdiği Filipinler, Güneydoğu Asya’daki Alman askeri faaliyetlerinin odak noktasını oluşturuyor.

Berlin sadece Filipinler Sahil Güvenliğini desteklemekle kalmıyor; geçen yıl Manila ile düzenli bir askeri-politik diyalog da başlattı.

ABD politikasını destekleyen Alman hükümeti artık Pasifik’e de uzanmış durumda. Berlin, Eylül 2023 gibi erken bir tarihte, ABD’nin şu anda daha yakın askeri işbirliğine dahil etmeye çalıştığı en kalabalık Pasifik devleti olan Fiji ile askeri-siyasi bir işbirliği başlatmıştı.

Okumaya Devam Et

ASYA

Çin ve Hindistan Asya’nın jeotermal pazarına liderlik edebilir

Yayınlanma

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) cuma günü yayınladığı yeni bir raporda, gelişen teknolojinin kömür enerjisine olan bağımlılıklarından bir çıkış yolu sunması nedeniyle Çin ve Hindistan’ın jeotermal enerjide pazar lideri haline gelebileceğini söyledi.

Yeraltındaki sıcak su rezervuarlarından yararlanan yenilenebilir jeotermal enerji, geçen yıl küresel elektrik talebinin sadece %0,3’ünü karşıladı ve kullanımı ABD, Endonezya ve Filipinler gibi kolay erişilebilir ve yüksek kaliteli doğal kaynaklara sahip ülkelerle sınırlı kaldı.

Ancak ajansın “Jeotermal Enerjinin Geleceği” raporuna göre jeotermal, 2050 yılına kadar talep artışının %15’ini karşılayarak küresel elektrik üretiminde daha büyük bir rol oynayabilir.

Raporda, yeni teknolojiler kullanılarak jeotermal enerjinin maliyetinin yeterli yatırımla önümüzdeki on yıl içinde %80’e kadar düşürülebileceği belirtildi.

“ABD’de kaya petrolü ve gazı devrimini mümkün kılan sondaj teknolojileri artık jeotermal için de kullanılıyor ve sonuç olarak yerin daha derinlerine inebiliyoruz … Bu bir oyun değiştirici olabilir,” diyen IEA İcra Direktörü Fatih Birol, Nikkei Asia’ya yaptığı açıklamada yeni nesil teknolojilerin ‘yaklaşık 10 yıl içinde hidroelektrik, güneş ve rüzgarda olduğu gibi rekabetçi olabileceğini’ sözlerine ekledi.

Birol, bu enerji kaynağının “Asya’da kömürün yerini almak için iyi bir aday” olduğunu ve Google ve Microsoft gibi teknoloji şirketlerinin dünya çapında enerjiye aç veri merkezleri geliştirirken ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olmak için kritik olabileceğini söyledi.

Birol, jeotermal enerjinin hava koşullarından bağımsız olarak istikrarlı bir şekilde elektrik üretebileceğini ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının artan üretimini tamamlayabileceğini de sözlerine ekledi.

Geleneksel jeotermal santraller, bir jeneratörü çalıştıran bir türbini döndürmek için yeraltı sıcak su rezervuarlarından gelen buharı kullanarak elektrik üretir.

Ancak raporda, gelişmiş jeotermal sistemler (EGS) olarak bilinen yeni teknolojinin, mevcut sıcak su kaynaklarından yararlanmak ve hatta yenilerini yaratmak için yeraltında daha derin sondajlar yaparak geleneksel jeotermal kaynaklardan yoksun ülkeler için fırsatlar yarattığı belirtildi.

IEA raporuna göre Çin, yaklaşık %13’lük bir paya sahip olan ABD’nin ardından küresel toplamın %8’i ile ikinci en büyük EGS potansiyeline sahip. Güneydoğu Asya ülkeleri, Endonezya ve Filipinler’in öncülüğünde küresel teknik potansiyelin yaklaşık %15’ini temsil etmektedir.

Rapora göre, EGS gibi teknolojilerin maliyeti 2035 yılına kadar %80’e kadar düşebilir ve bu da EGS’yi karbon tutma özelliğine sahip gaz ya da kömür gibi diğer enerji kaynaklarıyla aynı seviyeye getirebilir ya da onlardan daha ucuz hale getirebilir.

Rapora göre bu büyüklükteki bir düşüş, jeotermal enerjinin 2050 yılına kadar Çin, Hindistan, Güneydoğu Asya ve ABD’deki elektrik üretim artışının yaklaşık %20’sini oluşturmasını sağlayabilir.

Raporda, “Çin, Amerika Birleşik Devletleri ve Hindistan yeni nesil jeotermal elektrik için en büyük pazar potansiyeline sahip… birlikte düşük maliyetli durumda küresel potansiyelin dörtte üçünü oluşturuyor” denildi.

Raporda, EGS’nin maliyetinin yüksek olduğu, ancak petrol ve gaz sektöründeki uzmanlık kullanılarak bu maliyetin düşürülebileceği belirtildi.  Jeotermal için gereken yatırımın %80’ine kadarının mevcut petrol ve gaz operasyonlarından transfer edilebilecek kapasite ve becerileri içerdiği kaydedildi.

Birol, “Önemli bir zorluk, çevresel standartlardan ödün vermeden izin ve ruhsatlandırma işlemlerinin çok uzun sürmemesini sağlamaktır” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English