DÜNYA BASINI
“Daha önce çektiğimiz acılar şimdi yaşadığımız dehşeti azaltmıyor…”
Yayınlanma

İsrail ordusu, Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırıların ardından Filistinlilere yönelik saldırılarını artırdı. Hava saldırılarının öne çıktığı ve çok sayıda sivil yapının hedef alındığı İsrail’in saldırıları sonucu on binlerce kişi yerinden edildi. Yıkılan binalara yönelik arama kurtarma çalışmaları, İsrail’in devam eden saldırıları nedeniyle sekteye uğrarken; Gazze Şeridi’ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü, “yıkılan evlerin çokluğundan ötürü ekiplerinin yetersiz kaldığını” duyurdu.
Abluka altındaki Gazze’de ailesiyle birlikte yaşayan Filistinli gazeteci Muhammed R. Mhawish, The Nation için kaleme aldığı yazıda hem Gazze’de yaşanan trajik durumu anlatıyor hem de Filistinlilerin verdiği haklı mücadeleye yönelen eleştirilere yanıt veriyor:
***
Gazze Bugün Kâbus Gibi Ama Özgürlüğü Düşlemekten Vazgeçmeyeceğiz
Muhammed R. Mhawish
Bu savaşın tek bir sebebi var: Filistinlilerin yetmiş yıldır çektiği uzun süreli acı ve işgal.
GAZZE-Bu satırları yazarken etrafımda savaşın sesi duyuluyor. İsrail ordusu, Hamas ve diğer Filistinli grupların geçen cumartesi sabahı İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıya karşılık olarak Gazze Şeridi’ne yönelik bombardımanını üçüncü gününde de devam ediyor. Bu saldırılar topçu, deniz ve hava saldırılarını kapsıyor.
Bu yazı yazıldığı sırada Gazze’de en az 510 Filistinlinin öldüğü, 2 bin 750 kişinin de yaralandığı bildiriliyor. En az 800 İsraillinin de öldürüldüğü belirtiliyor.
Pazartesi günü öğleden sonra İsrail, Gazze’nin elektrik, yakıt, su ve gıdaya erişimini keserek Gazze’yi “tamamen kuşatma” altına aldığını duyurdu. Savunma Bakanı Yoav Gallant, “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve buna göre hareket ediyoruz” dedi.
Elektrik tedariki bu açıklamadan önce bile en az yüzde 80 oranında azalmıştı ve bu durum temiz suya erişimimizi ve yaralıların hastanelerde tedavi edilebilmelerini etkiledi. İsrail ayrıca bölgenin büyük bir kısmına internet erişimi sağlayan şirketlerin bulunduğu binaları da bombalayarak insanların dış dünyayla iletişimlerinin kesilmesine neden oldu.
Bölgesel ve uluslararası aktörlerin arabuluculuk girişimleri azalmaya devam ederken, Gazzeliler İsrail ile birçok cephede uzun süreli bir çatışma olasılığından giderek daha fazla endişe duyuyor. Özellikle de çatışmalarda herhangi bir azalma belirtisi görülmediği ve ölü sayısı arttığı için İsrail güçlerinin kara harekâtına girişmesinden korkuluyor. İsrail ordusu Gazze’deki direniş mevzilerini ve sözde “terör” noktalarını hedef aldığını iddia etse de gerçek şu ki şu ana kadar yaşanan trajedinin yükünü siviller çekti.
Sıradan vatandaşlar bir kez daha kendilerini ölüm ve savaşın ortasında buluyor. Bu, Gazzelilerin sadece beş yıl içinde beşinci kez çatışmanın dehşetini yeniden yaşamaları ve yakın gelecekte barışçıl ve güvenli bir yaşama dair kırılgan umutlarının yıkılması anlamına geliyor.
Savaşın içinde yaşamaya çalışmak giderek daha kolay hale gelmiyor. Ailem ve ben İsrail’in Gazze’ye yönelik önceki savaşlarında da acı çektik, ancak bu, şimdi hissettiğimiz dehşeti azaltmadı. Her hava saldırısında göğsümüzde hissettiğimiz keskin acıyı hafifletmedi. Ciğerlerimizin sürekli jet saldırılarının ardında bıraktığı boğucu dumanı daha iyi kaldırmasını sağlamadı. Bunun yerine, daha önce görülmemiş düzeyde bir korku hissediyoruz. Daha fazla dehşet, daha yüksek sesli patlamalar var. Yer daha önce hiç olmadığı kadar sarsılıyor. Bu, yıllardır karşı karşıya olduğumuz aynı zorluğun daha yeni ve daha kötü bir versiyonu: yaşam mücadelesi.
İşler özellikle geceleri korkunç hale geliyor. Tüm şerit elektriksiz karanlıkta beliriyor. Patlama sesleri ve onlarla birlikte gelen ışık, insanların tek yoldaşı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazzelilere bombalamalar başlamadan önce “burayı terk etmelerini” tavsiye etti; bu tehdit son birkaç gündür ordudan aldığımız uyarılarla da destekleniyor. Bu uyarının, İsrail’e tüm mahalleleri ve kamusal alanları yok etme meşruiyeti vermesi amaçlanıyor. Ancak elbette Gazze’deki insanların gidecek hiçbir yeri yok ve İsrail ordusu sivil binaları ve kompleksleri hedef almaya devam ediyor.
Pazar günü Filistin Sağlık Bakanlığı, İsrail ordusunun Gazze’deki ailelere yönelik en az sekiz katliam gerçekleştirdiğini ve bunun sonucunda yaklaşık 54 vatandaşın hayatını kaybettiğini açıkladı. Bir saldırıda aynı ailenin 19 üyesi öldürüldü. Pazartesi günü İsrail Cibaliye mülteci kampını bombalayarak onlarca kişinin ölümüne neden oldu. Vurulan hedefler arasında bankalar, kamusal alanlar, limanlar, tarım arazileri ve konutlar da vardı.
Az önce anlattıklarımı okuyup “Bu korkunç bir şey ama siz Hamas’ın saldırıları yüzünden bu durumda değil misiniz?” gibi bir yanıt verecek olanlar olabilir.
Bir açıdan bakıldığında bu hafta sonu yaşanan şiddet olaylarının Hamas’ın sürpriz saldırısıyla başladığı aşikâr. Ancak bu düşünce tarzı, Hamas bu barışı bozmaya karar verene kadar Gazze’de her şeyin barışçıl olduğunu ya da hiçbir Filistinlinin İsrail’in elinde ölmediğini varsayıyor.
Gerçek şu ki İsrail, son 16 yıldır Gazze’deki 2,3 milyon insanı yavaş yavaş öldürüyor ve Gazzelileri sistematik olarak hayatlarımızın en temel ayrıntılarını etkileyen bir dizi apartheid politikasına tabi tutuyor. İşgal altındaki Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler de her gün şiddete ve aşağılanmaya maruz kalıyor. Amaç, Filistinlileri mülksüzleştirmek ve öyle bir noktaya getirmek ki insanlar, pek çok kişinin “toplu cezalandırma” olarak adlandırdığı bu duruma son verilmesi için dış dünyaya sadece çağrı yapmaktan başka bir şey yapamaz hale geldi.
İsrail Gazze’deki yaşamı çekilmez kılmak için elinden geleni yapıyor. Gazze’nin tüm su kaynaklarını kontrol ediyor. Şeridin tüm giriş noktalarına yasadışı bariyerler koyarak Gazzelileri fiilen içeride hapsediyor (gerçi bu bariyerlerden bazıları son iki günde aşıldı). Şeride giren ve çıkan mal ve hizmet akışını kontrol ediyor ve şu anda yaptığı gibi bu hizmetleri kesmek için tek taraflı bir güç kullanıyor. Gazze’nin ekonomisini kasıtlı olarak daraltıyor.
Gazze dışında tıbbi yardıma ihtiyaç duyan Filistinliler gerekli bakımı alabilmek için çoğu zaman aşılmaz engellerle karşılaşıyor. Benzer şekilde, genç Filistinlilerin uluslararası üniversitelerde akademik hayallerinin peşinden gitmeleri, sırf Gazze’de Filistinli olarak doğma talihsizliğine sahip oldukları için rutin olarak engelleniyor.
Gazze halkı günlük zorluklara ve adaletsizliklere katlanıyor, işgal ve abluka yükünden kurtulup onurlu bir yaşam sürmelerini sağlayacak bir çözümün özlemini çekiyor. Ve bu koşulları barışçıl bir şekilde protesto etmeye çalıştıklarında İsrail onları soğukkanlılıkla katlediyor.
Dolayısıyla asıl soru “Bu neden şimdi oluyor” değil, “Bugüne kadar nasıl olmadı” olmalı. Hiçbir halkın, Filistinlilerin İsrail hükümetinin ellerinde maruz kaldığı baskı ve ayrımcılığa herhangi bir karşılık vermeden sonsuza kadar katlanması beklenemez. İsrail; Hamas ve diğer Filistinli direniş gruplarına karşı savaş yürüttüğünü iddia ederken, işlediği savaş suçlarını meşrulaştırmaya çalışıyor ve Filistin halkına karşı toplu cezalandırma uyguluyor.
İsrail bu savaşı kazansa bile bu bir zafer olarak görülmemeli. Hamas ve diğer gruplar, her yerde sömürgeleştirilmiş halkların yüzyıllar boyunca silahlı mücadeleyi desteklemesiyle aynı nedenden dolayı halk desteğine sahip. Mevcut çatışma iki gün önce başlamadı; İsrail Filistinlilere eşit insan muamelesi yapmamaya karar verdiğinde ve onları atalarının topraklarından ve bugün geri dönmek için can attıkları şehirlerinden zorla sürdüğünde başladı.
Halk şu anda Hamas’ın arkasında. Eğer Hamas olmasaydı bile, halk topraklarını ve halklarını savunmak, dünyanın sessizliği ve suç ortaklığı içinde yetmiş yıldır çektikleri uzun süreli acılara ve işgale karşı çıkmak için her türlü aracı kullanan herkesi desteklerlerdi.
Filistinliler, Gazze ablukasının kaldırılması, Batı Şeria’daki Filistinlilerin yaşamlarının kolaylaştırılması ve Mescid-i Aksa’da Filistinlilere yönelik saldırganlığın durdurulması gibi stratejik ihtiyaçlarını karşılayan geçici koşulları güvence altına almayı başarırlarsa mevcut çatışma sona erebilir. Ancak temel çatışma ancak işgal sona erdiğinde, apartheid sona erdiğinde ve Filistin’in tamamı özgür olduğunda sona erecek.
Gazze’de günlük sefalete katlanmak zorunda bırakıldıklarında, Cenin’de haksız yere öldürülmeye karşı direnme hakları ellerinden alındığında, Kudüs’te evlerinden sürüldüklerinde ya da Batı Şeria’da “apartheid’e hayır” sloganları attıkları için hapsedildiklerinde Filistinlilerin barış çağrılarının neden duyulmadığı sorgulanmaya değer. Dünya süregelen bu adaletsizlikler karşısında genellikle sessiz kalıyor ve ancak Filistinliler zalim bir işgale karşı meşru kendi kaderlerini tayin ve öz savunma haklarını kullandıklarında seslerini yükseltiyorlar. Ancak o zaman yüksek sesle kınamalar duyabiliyoruz.
Filistin ve Gazze’de yaşam hiçbir zaman çoğu kişinin “normal” olarak kabul edebileceği gibi olmadı. Savaşın sona ermesi uzun zaman alabilir, ancak gerçek şu ki, sözde “barış” zamanlarında bile Filistinlilerin yaşamlarını baltalayan baskıcı ideoloji devam ediyor. Gazze ablukası yeniden uygulanıyor, Kudüs ve Batı Şeria’da yerli Filistinlilere yönelik saldırılar sürüyor.
İsrail’in insanları terörize etmeyi, öldürmeyi ve nihayetinde parçalamayı hedeflediği böyle zamanlarda, içten içe daha da güçleniyoruz. Varlığımızın kendisinin bir tür direniş olduğunu biliyoruz. Soru, o zaman, Filistinlilerin neden savaştığı değil. Asıl soru, işgale karşı direnişi nasıl sürdürecekleri, ta ki özgürlükleri konusundaki nihai hedeflerine ulaşana kadar.
İlginizi Çekebilir
-
Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?
-
Suriye federasyona mı gidiyor?
-
Hamas, Edan Alexander’ı serbest bırakacak
-
İsrail, Suriye’den sonra Lübnan’da da kalıcı işgale hazırlanıyor
-
Witkoff’un yeni ateşkes önerisine Hamas’tan itiraz
-
ABD ve İsrail Filistinlileri Gazze’den sürmek için Afrika’dan yer bakıyor
DÜNYA BASINI
Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?
Yayınlanma
13 saat önce17/03/2025

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.
***
Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası
Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.
Yossi Melman
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.
Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.
Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.
Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.
Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.
Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.
Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.
Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.
Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.
Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.
Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.
Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.
Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.
7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
1 hafta önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Çin Panama limanlarının satışını incelerken CK Hutchison hisseleri dalgalı seyrediyor

ABD, 200’ün üzerinde Venezuelalıyı para karşılığı El Salvador’da hapse gönderdi

Seul’den Güney Kore’nin ABD’nin ‘hassas ülkeler’ listesine eklenmesiyle ilgili açıklama

Almanya’nın savunma harcamaları Avrupa’yı nasıl etkileyecek?

Saakaşvili’nin hapis cezası 12,5 yıla çıkarıldı
Çok Okunanlar
-
AVRUPA6 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
AB’de silahlanma çılgınlığı
-
GÖRÜŞ2 gün önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump yoktan para yaratabilir mi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Trump gümrük vergilerini uygulayamıyor
-
ASYA1 hafta önce
Çinli yatırımcılar Elon Musk’ın şirketlerinden özel olarak hisse alıyor