Bizi Takip Edin

AVRUPA

Dünya ekonomisi nereye – 3: AB’nin müdahaleci devletle imtihanı

Yayınlanma

2008-9 krizine verilen tepkiler, Atlantik’in iki yakasında farklılaşmıştı. ABD ve Britanya, devasa kurtarma paketleriyle büyük bankaları kurtarırken piyasaya muazzam büyüklüklerde para sürüyordu. Bunun, neoliberal amentü ‘mali disiplin’den ayrı bir politika setine işaret ettiği barizdi. Almanya’nın başını çektiği Avrupa Birliği ise neoliberal görüşe devam diyerek tüm kıtada toplumsal gerilimleri tetikleyen ve sağlı sollu ‘popülizmlerin’ yükselişine neden olan kemer sıkma politikalarını hem uygulamış hem de bundan yana olmayanlara zorla uygulatmıştı.

Şimdi, ‘neoliberalizmden sonrası’ tartışılırken, ABD ‘korumacı’ olarak görülen iktisadi politikalara yöneliyor ve hem Avrupa’daki hem de Asya’daki müttefiklerini Çin’e (ve Rusya’ya) karşı mücadeleye ortak etmeye çalışıyor. Enflasyonu Düşürme Yasası (IRA) ve CHIP Yasası etrafında dönen tartışmalar, ucuz Rus enerjisinden koparılan AB’de sanayisizleşme endişesini büyütüyor. Borçlu ve rekabetçiliği devlet müdahalesine bağlı Güney ve Doğu Avrupa ülkeleri bir tarafta, daha yoksulları ortak AB borçlanması ile kurtarmak istemeyen daha zengin Kuzey ülkeleri diğer tarafta, Brüksel’i çok daha zor günler bekliyor.

Avrupa Komisyonuna itiraz mektubu

Avusturya, Çekya, Danimarka, Estonya, Finlandiya, İrlanda ve Slovakya’nın imzaladığı bir metin, Avrupa Komisyonuna gönderildi.

Almanya, Belçika ve Hollanda metni imzalamasa da ana fikre itiraz etmeyecektir. Mektupta, yeşil endüstrilere destek ve ABD’nin sübvansiyonlarından korunmak için oluşturulması planlanan ortak fona itiraz ediliyor, bunun yerine halihazırda var olan mekanizmaların kullanılması talep ediliyor.

390 milyar avroluk pandemi sonrası iyileştirme fonunun yerinde durduğunu hatırlatan ülkeler, bu miktarın yalnızca 100 milyar avrosunun kullanıldığının altını çizdiler.

Merkez bankaları, hükümetlere karşı

Çekişmenin en belirgin örneği, ‘enflasyonla mücadele’ye odaklanarak faiz artırımına ve parasal sıkılaşmaya giden merkez bankaları ile hükümetler arasındaki gerilim.

Oysa pandemi döneminde her şey ne güzeldi: IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası sermayenin sözcülerinden ulusal merkez bankalarına kadar herkes “Harcayabildiğiniz kadar harcayın,” diyordu. ABD’nin tahvil alımları ve parasal genişleme ile o dönemde piyasaya sürdüğü miktarın 2 trilyon doları geçtiği tahmin ediliyor. AB de aynı dönemde ortak borçlanma ve ortak fon yoluyla üye ülkelerin gemisini yüzdürmesini sağlamıştı.

Şimdi makas gitgide açılıyor ve görünüşe bakılırsa, Dünya Ekonomik Forumunun (WEF) Davos zirvesinde, panellerden arta kalan koridor buluşmalarında siyaset yapıcıların en çok dile getirdiği konulardan biri de bu.

Pandemi, jeopolitik gerilimler, ‘iklim krizi’ bağlantılı yeşil geçişler gibi nedenlerle enflasyon baskısının devam edeceğini düşünen hükümetler, merkez bankaları tersini savunsa ve yapsa da, tüketicilerin üzerindeki yükü azaltmak için daha fazla harcamayı gündemlerine almış durumdalar.

Son birkaç yılda, ‘fiskal otorite daha fazlasını yapmalı’ diye bağıran merkez bankaları, beklemedikleri bir şekilde de olsa, istediklerini almış görünüyorlar.

Üstelik, literatürde adına ‘fiskal otorite, para otoritesine karşı’ olarak bilinen bu ayrım henüz tam anlamıyla su yüzüne çıkmış da değil. IMF iktisatçısı Gita Gopinath, fiskal ve parasal otoriteler arasındaki gerilimin sınırlarının henüz test edilmediğini kabul ediyor.

Açılan bu makas, belki de hiçbir yerde AB’de olduğu kadar göz önünde değil. Avrupa Merkez Bankası, enflasyonla mücadele adı altında agresif faiz artırımına devam ediyor; ama birlik hükümetleri, enerji ve gıda enflasyonu ile boğuşan yurttaşlarına devasa yardım paketleri açıklamayı sürdürüyor.

Özet: Hükümetlerin yardım paketleri

Ayrışan para politikaları ile fiskal politikalar, enerji bağlamında hayli belirgin.

Örneğin Avusturya hükümeti, elektrik faturalarındaki en önemli kalemlerden olan şebeke ücretleri için yeni bir yardım paketi çıkarma hazırlığında. İlk etapta 2024 ortasına kadar 475 milyon avroluk bir destek paketini açıklayan Viyana yönetimi, şimdi 200 milyon avro daha vermeyi planlıyor. Böylece, şebeke/altyapı giderlerinin yüzde 80’i hükümet tarafından karşılanacak. 

Fransa’da, elektrik ve doğalgaz düzenleme yetkilisi CRE, toptan satış piyasalarındaki elektrik maliyetlerindeki artışı gerekçe göstererek hane tüketim bedellerine yüzde 108 zam yapılmasını önermişti.

Ama Fransız hükümeti CRE’nin tavsiyesine uymadı ve elektrik fiyatlarına yönelik sübvansiyonla birlikte tarifeye yalnızca yüzde 15 zam yaptı.

Hükümetin ‘tarife kalkanı’ mekanizması, hane halklarına, küçük yerel yetkililere ve yılda 2 milyon avrodan az gelir elde eden mikro işletmelere sağlanıyor. 

Birliğin en zayıf ekonomilerinden Yunanistan bile, Ocak ayında 840 milyon avroluk enerji sübvansiyonu verdi. Enerji Bakanı Kostas Skrekas, düşen fiyatlar nedeniyle devlet yardımlarının da 95 milyon avroya kadar gerileyeceğini duyurdu.

Enerji krizi geçti mi?

Kışın ılıman geçmesi ve enerji fiyatlarında zirveden düşüş ile birlikte hükümetler en kötüsünün geride kaldığından emin görünüyor.

Örneğin Fransa elektrik şebekesi idaresi RTE, elektrik kesintilerinin yaşanma riskinin artık geride kaldığını ilan etti. RTE’ye göre bunun nedeni ılıman geçen kış ayları ve nükleer enerji üretiminde yaşanan artış. RTE raporuna göre nükleer enerji kapasite kullanımı yüzde 70’e çıkmış durumda.

Yine ılıman kış şartları dolayısıyla elektrik kullanımının da azaldığı görülüyor. 2014-2019 yıllarının aynı dönemindeki ortalamaya bakıldığında, bu seneki kullanım yüzde 8,5 azaldı. Doğalgaz kullanımı da yüzde 13 düştü.

Gerçekten de, 200 avro seviyesine çıkan doğalgazın MW/s fiyatı, Ocak ayında Hollanda borsasında 70 avroya kadar geriledi. Dahası, AB’nin doğalgaz depolama tanklarının yüzde 81’i hâlâ dolu; Almanya’da bu oranın yüzde 90 civarında olduğu tahmin ediliyor.

Yine de federal Alman şebeke ajansı Bundesnetzagentur’un başkanı Klaus Müller, yeni ısı pompalarının ve şarj istasyonlarının kullanıma açılmaya devam etmesi durumunda yerel elektrik kesintilerinden endişe etmek gerekeceğine dikkat çekti.

Güney Almanya’daki şebeke operatörü TransnetBW ise yurttaşlara çağrı yaparak, kesintilerden kaçınmak için akşamları elektrik tüketimlerini azaltmalarını istedi.

Benzer sorunların Güney Hollanda’da da yaşandığı ve hem talebi dengeleme hem de yeni enerji kaynaklarını entegre etme nedeniyle şebekeye fazla yük bindiği belirtiliyor.

Bu nedenle, bu iki ülkenin de hedefinde olan ‘yeşil enerjiye geçiş’ sürecinde aksamalar yaşanıyor. Endüstriyel ısı pompalarına ve şarj istasyonlarına olan talebin artışı elektrik şebekesinin yükünü artırıyor. Sadece Almanya’da geçen sene elektrikli araçlara yönelik talebin yüzde 27 arttığı düşünülürse, bu sorunun kolayca çözüleceğini beklemek pek mümkün görünmüyor. Almanya’da, özellikle yerel düşük voltaj hatlarında kısa vadede önemli aktarım sorunlarının yaşanması bekleniyor. Dağıtım şebekelerine 2020-2021 arasında yapılan yatırım yüzde 10 artsa da beklentiler bu artışın yüzde 40 seviyelerinde olmasıydı.

Eurelectric’in 2021 yılında yaptığı tahmine göre, yeni elektrifikasyon mekanizmalarını kaldıracak bir enerji altyapısı için 375 ila 425 milyar avro arasında yatırım gerekiyor. Üstelik, elektrik ekipmanlarının iki sene içerisinde geçirdiği enflasyonist değişim düşünüldüğünde bu tahminin fazlasıyla iyimser olduğu görülecektir.

Brüksel’in çırpınışları

Yaşlı Kıta’nın en büyük ekonomisi Almanya’nın 2022’nin son çeyreğinde yüzde 0,2 daralması, işlerin pek de iyi gitmediğinin bir başka göstergesi. Oysa Olaf Scholz, düşen enerji maliyetlerine ve ılıman kışa işaret ederek resesyondan kurtulma işaretlerinin görüldüğünü söylemişti.

Sadece Almanya’nın değil, dünyanın en büyük çelik üreticilerinden olan Thyssenkrupp’un, Berlin’den Washington’un ‘korumacılığına’ karşılık vermesini istemesi alarm zillerinin çalışına işaret ediyor. Grubun CEO’su Martina Merz, yeşil dönüşümü, kıtayı sanayisizleştirmeden başarmanın zorunluluğuna işaret etti. Çelik, çimento ve kimyasal üreticilerinin yükselen enerji fiyatları nedeniyle zor günler yaşadığına dikkat çeken Merz, ‘yarın pazarlarının şimdiden bölüşüldüğünü’ söyledi.

‘Pazarların paylaşılması’ sözcüklerindeki uğursuzluğu izah etmeye gerek yok. Önümüzdeki hafta düzenlenecek AB liderleri zirvesinden önce, Avrupa Komisyonunun hazırladığı ‘Yeşil Mutabakat Sanayi Planı’, Brüksel’in can havliyle yaptığı bir hamleyi de andırıyor. Taslakta, Avrupa ve ortakları ‘adaletsiz sübvansiyonlar’ ve ‘uzatmalı piyasa bozulmaları’na karşı savaşa çağrılıyor. Savaşın hedefleri ABD ve Çin olarak belirlenmiş görünüyor.

AB’nin devlet teşvikleri sisteminin gevşetilmesinin, ‘yeşil enerjiye geçiş’te AB için hayati olduğu anlaşılıyor. AB ülkeleri, AB içindeki şirketlere, blok dışı hükümetlerin yaptığı yardım kadar yardımda bulunma hakkı elde ediyorlar.

Ama elbette, Alman-Fransız mali ağırlığı burada da kendini hissettiriyor. Güneydeki İtalya, İspanya ve Portekiz gibi devasa kamu borçlarının üzerine oturan mali yönden güçsüz ülkeler, AB çapında devlet yardımlarının yüzde 77’sini Alman ve Fransız şirketlerinin aldığını (sırasıyla 356 milyar avro ve 162 milyar avro) hatırlatarak, sübvansiyonlar için ortak AB borçlanmasını tekrar gündeme getiriyorlar. Almanya-Hollanda tandemi ise, mali yönden güçsüz ülkeleri pandemi toparlanma fonundaki parayı kredi olarak kullanmayıp ‘hibe’ istemekle suçluyor.

Üstelik mesele yalnızca ülkeler arasında kalmıyor, bölgelere de sıçrıyor. Örneğin World Fund isimli bir girişim fonunun kurucusu Craig Douglas, Avrupa’daki spesifik sermaye öbekleri arasındaki çelişkilerin yoğun olduğunu, bir imalat tesisi kurmak istediklerinde, Aachen veya Bavyera’da, Paris’tekine kıyasla daha fazla bölgesel sermaye bulduklarını söylüyor.

‘Avrupa panik modunda’

IRA’nın yarattığı yatırımların kaçması korkusu tüm Avrupa’yı sarmış durumda. Financial Times’a (FT) konuşan Hollandalı Avrupa Parlamentosu milletvekili Paul Tang, “Avrupa panik modunda,” diyor.

Panik, yalnızca kısa erimli bir krizden ibaret değil. Avrupa’nın üzerinde yükseldiği tüm ekonomik modelin sorgulanmasından kaynaklı endişenin büyüklüğü bununla kıyaslanamaz bile. IRA’dan önce bile, pandemi ve Ukrayna savaşı, Almanya liderliğindeki AB’nin iktisadi ortodoksisinin altını oymaya başlamıştı.

Hollanda Başbakanı Mark Rutte de buna dikkat çekiyor ve daha ‘müdahaleci’ bir yönelimin, IRA’nın ötesinde uzun vadeli sonuçlara neden olacağını hatırlatıyor.

Gelgelelim, cin şişeden çıktı. AB içinde üretim yapan birçok şirket, devlet yardımı alamadığı için operasyonlarını Atlantik’in öte yakasına taşımayı planlıyor. Bunlar öyle tek tük de değil. ‘Yeşil kapitalizm’e geçiş devasa yatırımlar gerektiriyor ve bu yatırımların yönetilmesinde ve yönlendirilmesinde, ayrıca toplumun havuç ve sopayla bu dönüşüme ikna edilmesinde, devlet müdahalesi çok ama çok kritik. Yalnızca mali disiplini sağlayan ve kemer sıkmaya yarayan bir devlet mümkün görünmüyor. Dolayısıyla, bilhassa Fransa’nın gündeme getirdiği ‘Avrupa’nın stratejik özerkliği’ hedefi, Alman-Fransız devlet müdahalesi olmadan gerçekçi değil.

Üstelik AB, Asya ve Kuzey Amerika’ya akan ‘temiz teknoloji’ yatırımları ve girişimlerine hâlâ çok uzak. Yani rekabet sadece ABD’den değil, başta Çin olmak üzere Asya’dan da geliyor. Bir sonraki yazıda Çin başta olmak üzere Asya ve ‘gelişmekte olan ülkeler’e bakış atarak dizimizi sonlandıracağız.

AVRUPA

Avrupa Komisyonu, Macaristan ve Slovakya’nın Lukoil talebini reddetti

Yayınlanma

Macaristan ve Slovakya’nın Ukrayna ile yaşadıkları son Lukoil anlaşmazlığında AB’yi devreye sokma girişimleri dün başarısızlıkla sonuçlandı.

Financial Times (FT) Avrupa Komisyonu’nun, Kiev’i Rus petrol şirketi Lukoil’e yönelik son yaptırımları kaldırmaya teşvik etme talebini durdurduğunu yazdı.

Macaristan ve Slovakya, savaşın ardından Rus petrol ithalatına AB çapında getirilen yasaktan muaf tutulmuştu. Fakat iki ülke, Kiev’in Lukoil ürünlerinin Rusya’dan Drujba boru hattı üzerinden geçişini durdurma kararının arzı azaltabileceğini söylüyor.

İkili, AB’nin ticaret politikasını yürüten Avrupa Komisyonu’na bir mektup yazarak Ukrayna ile olan ticaret anlaşması kapsamında istişarelerde bulunmasını istedi.

Fakat AB Ticaret Komiseri Valdis Dombrovskis FT’ye, “Brüksel’in kanıt toplamak ve hukuki durumu değerlendirmek” için daha fazla zamana ihtiyacı olduğunu söyledi.

FT’ye konuşan üç diplomat, dün üye devletlerin ticaret yetkililerinin katıldığı bir toplantıda 11 ülkenin Dombrovskis’in görüşünü desteklemek üzere araya girdiğini ve hiçbirinin Budapeşte ve Bratislava’nın tarafını tutmadığını söyledi.

Diplomatlardan biri Ukrayna ticaret anlaşmasının, tedarikin kesilmesine izin verebilecek bir güvenlik maddesi içerdiğini söyledi.

Kiev, diğer Rus şirketleri sayesinde boru hattından eskisi gibi aynı miktarda petrol aktığı konusunda ısrar ediyor.

Slovakya’nın tek rafinerisindeki girdilerin yüzde 35-40’ını Rus petrolü oluşturuyor. Bu petrolden üretilen ürünler de 5 Aralık’a kadar tanınan bir başka muafiyet kapsamında Ukrayna’ya ve Çek Cumhuriyeti’ne ihraç ediliyor.

Bir AB diplomatı Slovakya’nın Rusya’dan ithalat yapamaması halinde bunun “etkisinin çok büyük olacağını” söyledi.

Slovakya Cumhurbaşkanı Peter Pellegrini, Ukrayna’nın Lukoil konusundaki tutumunu değiştirmemesi halinde “tepki vermek zorunda kalacaklarını” söyledi.

Pellegrini, Slovakya’nın Ukrayna’ya gaz rezervleri ve elektrik tedariki konusunda yardımcı olduğunu da sözlerine ekledi.

Macaristan konu hakkında henüz yorum yapmadı. Ukrayna üzerinden geçen Lukoil tedarikleri ülkenin petrol ithalatının yaklaşık %25-30’unu oluşturuyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Romanya: Topraklarımızda Rusya’ya ait İHA parçaları bulduk

Yayınlanma

Romanya 25 Temmuz Perşembe günü topraklarında Rusya’ya ait insansız hava aracı parçaları bulduğunu açıklarken NATO da Moskova birliklerinin gece boyunca Ukrayna’ya 38 uzun menzilli insansız hava aracı fırlatmasının ardından ittifak topraklarına yönelik “kasıtlı bir saldırıya” dair herhangi bir işaret görmediğini açıkladı.

Ukrayna Hava Kuvvetleri Komutanı Telegram’dan yaptığı açıklamada 25 Rus insansız hava aracını imha ettiklerini söyledi. Üç insansız hava aracının “Romanya sınırını geçtikten sonra kaybolduğunu” da sözlerine ekledi.

Romanya Savunma Bakanlığı, Ukrayna’nın güney liman kenti İzmail’den Tuna Nehri’nin karşısındaki Plauru köyü yakınlarında, üst üste ikinci gece saldırıya uğrayan bir Rus Geran 1/2 insansız hava aracının parçalarını bulduğunu söyledi.

Enkaz haberlerini yorumlayan bir NATO sözcüsü, ittifak topraklarına yönelik kasıtlı bir saldırı olduğuna dair herhangi bir belirti olmadığını söyledi.

Sözcü yaptığı açıklamada, “NATO’nun elinde Rusya’nın Müttefik topraklarına yönelik kasıtlı bir saldırıda bulunduğuna dair herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte, bu eylemler sorumsuzca ve potansiyel olarak tehlikelidir,” dedi.

Bakanlık, Romanya’daki NATO hava polisliği görevlerinin bir parçası olan iki Fin F-18 savaş uçağının saldırıyı izlemek üzere görevlendirildiğini de sözlerine ekledi.

Diğer parçaların aranmasına devam edildiği ve insansız hava araçlarının düşmüş olabileceği tüm yerlerin “yerleşim alanlarının dışında olduğu ve hiçbir altyapı unsurunun zarar görmediği” belirtildi.

Odesa bölge valisi Oleh Kiper, drone enkazının İzmail bölgesindeki özel bir eve isabet etmesi sonucu iki kişinin yaralandığını söyledi.

Jitomir bölge valisine göre ise, hava savunma sistemleri gece boyunca 10 hava hedefinin çoğunu vurdu, ancak drone enkazı 10 özel eve ve bir altyapı tesisine zarar verdi.

Kiev’in askeri yönetim başkanı Serhiy Popko, insansız hava araçlarının başkente farklı yönlerden saldırdığını, fakat hepsinin yaklaşırken imha edildiğini söyledi. Popko, Kiev’de herhangi bir hasar ya da can kaybı rapor edilmediğini söyledi.

Dün bazı sosyal medya hesapları, Rumen hava savunma sistemlerinin Rusya’ya air İHA’ları Gepard tipi kundağı motorlu hava savunma silahları tarafından Ukrayna hava sahasında düşürüldüğünü öne sürmüştü.

Rusya sık sık Ukrayna’nın Tuna Nehri üzerindeki yerleşim bölgesi İzmail’i hedef alıyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Ukrayna temerrütten kurtuldu, sıra vergi yükünün artırılmasında

Yayınlanma

Ukrayna hükümetinin temerrüde düşme riski ortadan kalıktı. Kiev’in borcunun yüzde 37’si ya da 8 milyar dolardan fazlası silinecek.

Ancak Oakland Enstitüsü’nde ekonomist olan Frederic Mousseau, Ukrayna’nın hala dünyanın Uluslararası Para Fonu’na (IMF) en borçlu üçüncü ülkesi olduğunu anımsattı.

Mousseau, Berliner Zeitung gazetesine verdiği demeçte, Kiev’in vergi artışları gibi halk için acı verici sonuçları olan ‘yapısal reformlar’ yapmaya devam etmek zorunda kalacağına dikkat çekti.

Kiev, alacaklılarla aylarca süren müzakerelerin ardından temerrüde düşmekten kurtulmayı başardı.

Ukrayna borçlarına yatırım yapan Amundi, Blackrock, Fidelity ve Pimco fonları, Ukrayna’ya 23,3 milyar dolarlık orijinal kredi tutarı üzerinden ‘yüzde 37 indirim’ yapmayı kabul etti.

Sonuç olarak alacaklılar 8,67 milyar dolar açıkta kaldı. Ukrayna Maliye Bakanı Sergey Marçenko da faiz oranının düşürülmesi ve vadenin uzatılması anlaşması sayesinde Kiev’in önümüzdeki üç yıl içinde 11,4 milyar dolar tasarruf edeceğini bildirdi.

Ancak devlet borçlarının iktisadi kalkınma üzerindeki etkisini inceleyen ekonomistler anlaşmanın ‘nispeten mütevazı’ olduğunu söyledi. Mousseau, anlaşmayı ‘kızgın bir kayanın üzerine düşen bir damlaya’ benzeterek “Bu anlaşmayla bile Ukrayna, IMF’ye en fazla borcu olan üçüncü ekonomi olmaya devam ediyor,” değerlendirmesini yaptı.

Mousseau, 143 milyar dolarlık toplam borçla karşılaştırıldığında 8,67 milyar doların ‘önemsiz’ olduğuna işaret etti.

Öte yandan Mousseau, “Ukrayna hükümeti anlaşma sayesinde iflastan kurtulmuş olsa da bu halk açısından önemsiz bir haber,” dedi.

Bu tür anlaşmalara her zaman ‘Ukraynalılar için çok maliyetli tedbirler içeren yapısal uyum’ taleplerinin eşlik ettiğini vurgulayan Mousseau, bariz tedbirler arasında halka yönelik doğalgaz ve elektrik sübvansiyonlarının azaltılmasını, emeklilik reformunu, tarım arazilerinin ve devlete ait işletmelerin özelleştirilmesini saydı.

Ekonomist, “Sanki önemli kamu mallarının ve sosyal güvenlik sistemlerinin kaybı yetmiyormuş gibi, bu kez bu listede halk için vergilerin artırılması da yer alacak,” ifadelerini kullandı.

Halk için bunun bir ‘felaket’ olduğuna işaret eden Mousseau, Kiev yönetiminin müzakerelerde hedefine ulaşamadığını, Kiev’in talep ettiği yüzde 60’lık indirim yerine alacaklıların yalnızca yüzde 37’de anlaştığını anımsattı.

Alacaklılar, Ukrayna’nın borcunu yapılandırmayı ‘ülke halkının yararına ülkenin gelecekte yeniden inşasına katkıda bulunabilmeyi’ bekledikleri için kabul ettiklerini iddia etmişti.

Ukrayna, alacaklılarıyla anlaşarak borçlarını erteledi

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English