DÜNYA BASINI
Economist: Temiz enerji, yeni emtia süper güçlerini ortaya çıkaracak
Yayınlanma
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: Petrol ve doğalgazın tüketim payının düşürülmesini amaçlayan “yeşil dönüşüm”, hidrokarbon ihracatçısı ülkeler için kötü haberdi. Bu dönüşüm, aynı zamanda elektrik üretiminde ve depolamasında kullanılan nadir toprak elementlerini daha da kıymetli hale getiriyor. Geçen yüzyılda petrol ve doğalgazın yükselmesiyle başına talih kuşu konanlar olmuştu. Önümüzdeki süreçte de lityum, kobalt, bakır ve alüminyum gibi madenleri elde edenler kazançlı çıkacak. Ancak bazı engeller de mevcut.
Temiz enerjiye geçiş yeni emtia süper güçlerini ortaya çıkaracak
The Economist — 26 Şubat 2023
Kimin kazanıp kimin kaybettiğine bakıyoruz
Rusya, şubat ayının ortalarında bariz biçimde kızılımsı tona sahip bir devrimin eşiğinde gibiydi. Oligark Alişer Usmanov, Sibirya’da bütün bir dağın tepesini kaldırmayı gerektiren bir bakır madeni olan Udokan’ı geliştiriyordu. Arktik tundradaki madencilik şirketi; kendi limanına, buzkıranına ve yüzen nükleer santraline ihtiyaç duyacak kadar uzakta olan rakip maden Kaz Minerals, Baymskaya’yı kurmak için gereken parayı toplamıştı. Projeler yüksek maliyetleri nedeniyle yıllardır bekletiliyordu. Ancak şebekelerden türbinlere kadar her şeyde kullanılan bakıra olan talebin artacağı beklentisi, kumral metalin fiyatlarını yükselterek madenleri geliştirilebilir hale getirdi.
Şimdi bakırın fiyatı daha da yüksek. Fakat projelerin başı dertte. İçeridekiler, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra Batı tarafından bloke edilen hayati yabancı ekipmanlar konusunda sıkıntı çektiklerini ve kara listeye alınan Rus bankalarından bekledikleri bütçeleri alamadıklarını söylüyorlar. Usmanov da yaptırımlarla karşı karşıya. Udokan’dan bir sözcü, “İş sürekliliğini sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz” diyor. Fakat maden, planlandığı gibi bu yıl üretime başlasa bile ürettiğini kimin satın alacağı belli değil. Yabancılar, hatta Çinliler bile Rusya’nın ürettiklerinden kaçıyor.
Dünya fosil yakıtlardan kurtuldukça daha temiz enerji kaynaklarına yönelmek zorunda. Resmi tahmin kuruluşu olan Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), dünyanın 2050 yılına kadar sıfır karbon olma yolunda ilerlemesi halinde 2020 yılında elektrik üretiminin yüzde 9’unu oluşturan rüzgâr ve güneş enerjisinin 2050 yılına kadar yüzde 70’e gelebileceğini öngörüyor. Bu da elektrikli araçlardan yenilenebilir enerjilere kadar her şeyin temelini oluşturan teknolojiler için hayati önem taşıyan kobalt, bakır ve nikel gibi metaller için talebin artacağı anlamına geliyor; IEA, bu tür çevre dostu metallerin pazar payının 2030 yılına kadar neredeyse yedi kat artacağı hesabını yapıyor. Fosil yakıt rezervleri gibi bu emtialar da eşit olmayan bir şekilde dağılmış durumda [Bkz. 1. grafik]. Bazı ülkelerde hiç yok. Diğerleri ise geniş yataklara sahip.
Metallere hücum edilmesi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kral Kömür’ü deviren petrol ve doğalgaz gümbürtüsü kadar büyük olmayacak. Ama geçmişle bazı benzerlikler var. 1940 ve 1970 yılları arasında zengin ülkelerin enerji arzında hidrokarbonların payı yüzde 26’dan yaklaşık yüzde 70’e yükseldi. Ortadoğu’da bir zamanlar marjinal olan ekonomiler, aşırı zengin petrol devletlerine dönüştü. 1970 ve 1980 yılları arasında Katar ve Suudi Arabistan’da kişi başına düşen gayrisafi milli hasıla sırasıyla 12 ve 18 kat arttı. Bedevi köyleri yükselen kentler haline geldi, balıkçı yelkenlileri yerlerini süper tankerlere ve lüks yatlara bıraktı.
Bu kez geçiş, “yeşil emtia süper güçleri” adını verdiğimiz ülkelere rüzgâr getirecek. Birçoğu yoksul ekonomiler ve otokrasilerden oluşan bu kulübün 2040 yılına kadar enerjiyle alakalı metallerden yıllık 1,2 trilyon dolardan fazla gelir elde edebileceğini hesaplıyoruz.
Ancak bu fırsat, riskleri de beraberinde getiriyor. Rusya’daki sorunlu madencilik projelerinin de gösterdiği üzere büyük yatırımlar yerel koşulların ve jeopolitiğin kurbanı olabilir. Büyük rantlar iç piyasaları ve siyasi kurumları erozyona uğratabilir; elektrodolarla zenginleşen otokratlar sınırlarının ötesinde fesat çıkarabilir. Ticaret firması Trafigura’dan Saad Rahim, temiz yakıtlara geçişin “enerji geçişinden ziyade emtia geçişi” olduğunu söylüyor. Bu çalkantılı bir geçiş olacak.
Yeşil yükselme, uzun vadeli olarak yüksek emtia fiyatları dönemleri olarak bilinen bir başka “süper döngü” anlamına gelmiyor. Bu yüzyılın başlarında yaşanan bu türden son döngü, Çin’deki hızlı kentleşme ve sanayileşmeyle beslenmişti. Kaymak zengini iki ekonomi olan Brezilya ve Rusya’nın toplam reel GSYH’si 2000 ile 2014 yılları arasında üçte iki oranında büyüdü. Fakat bu yükseliş, büyük ölçüde tek başına Çin’den kaynaklandı. Ülkenin liderleri daha az fabrika ve konut inşa etmeye karar verince emtia devleri bundan zarar gördü. Buna rağmen yeşil dönüşüm, tek bir hükümetin değil birçok hükümetin kararlarından kaynaklanıyor. Ve dünyayı karbondan arındırmak muhtemelen on yıllar alacak.
Bir diğer büyük nüans da talep edilen malzemelerde yatıyor. Çin’in savurganlığı kömür, demir ve çelik yığınlarını tüketti. Yeşil yükseliş ise daha niş olan demir dışı metallere odaklanıyor. Bugün 600 milyar dolar olan toplam yıllık gelirleri, Çin’in tercih ettiği dökme malzemelerin sadece beşte birine denk geliyor. Önümüzde daha geniş bir büyüme olabilir.
Yeşil geçişten hangi emtia üreticilerinin kazançlı çıkacağı ve/veya kaybedeceğini anlamak için 2100 yılına kadar küresel ısınmanın 2 derecenin altında kalacağını varsayarak, 2040 yılında on “enerjiyle alakalı” emtianın kullanımı için basit bir senaryo oluşturuyoruz. Çeşitli endüstri kaynaklarından elde edilen verilere dayanarak elektriğe dayalı bir ekonomi inşa etmede kritik öneme sahip üç fosil yakıta [petrol, doğalgaz, kömür] ve yedi metale [alüminyum, kobalt, bakır, lityum, nikel, gümüş ve çinko] talep ve gelir öngörüyoruz. Fiyatların bugünkü yüksek seviyelerde kalacağını ve bunun da madencileri kullanılmayan yatakları işletmeye teşvik edeceğini ve üreticilerin 2040 yılındaki pazar payının bilinen rezervlerdeki payına paralel olduğunu varsayıyoruz.
Bulgularımız, dünyanın 2040 yılında enerjiyle alakalı kaynaklara bugünkünden daha az bağımlı olacağını gösteriyor; bunun en büyük nedeni geleceğin kaynakları olan rüzgâr ve güneş ışığının bedava olması. On emtiadan oluşan sepetimize yapılan toplam harcama, 2021’de küresel GSYH’nin yüzde 5,8’inden yüzde 3,4’üne düşüyor. Fosil yakıtlara yapılan harcamalar, küresel GSYH’ye oranla yarı yarıya düşüyor [ve doğalgaz olmasaydı daha da azalacaktı]. Yeşil metallerden elde edilen gelir daha düşük kalsa da GSYH’nin yüzde 0,5’inden yüzde 0,7’sine yükseliyor. Mutlak koşullarda neredeyse üç katına çıkıyor.
Enerjiyle alakalı emtiaların büyük üreticilerinin sayısı zaman içinde azalıyor; 2021’de bu rakamın 58 olması, 48’inin GSYH’lerinin yüzde 5’inden fazlasına denk gelen satışları cebe indirmesi anlamına geliyor [Bkz. 2. grafik]. Toplam harcamaların yarısından fazlası otokrasilere gidiyor.
Üreticileri, enerji ile alakalı on emtiadan elde ettikleri gelirlerde bugün ile 2040 arasında beklenen değişme göre üç grupta toplayabilirsiniz. İlk grup kazananlardan, yani yeşil süper güçlerden oluşuyor. Bu elektriğe bel bağlayan ülkeler, bazı müreffeh demokrasileri de içeriyor. Avustralya, örneğimizde yer alan her metalin hazinesine sahip. Şili, dünya lityum rezervlerinin yüzde 42’sine ve çoğu Atama çölünde bulunan bakır yataklarının dörtte birine ev sahipliği yapıyor. Diğerleri ise otokrasi. Kongo küresel kobalt rezervlerinin yüzde 46’sına sahip [ve bugün dünya üretiminin yüzde 70’ini karşılıyor]. Çin; alüminyum, bakır ve lityuma ev sahipliği yapıyor. Asya ve Latin Amerika’daki daha yoksul demokrasiler de turnayı gözünden vurabilir. Endonezya nikel dağlarının üzerine kurulu. Peru, dünyadaki gümüşün neredeyse dörtte birine sahip.
İkinci sepet, gelirleri sabit kalan ya da az düşen ülkeleri kapsıyor. İran, Irak ve Suudi Arabistan dahil Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) gideri az olan üyelerini ve Rusya’yı içeriyor. Petrol gelirleri azalsa da bugün yüzde 45 olan payları 2040 yılında yüzde 57’ye çıkacak. Amerika, Brezilya ve Kanada gibi diğer ülkeler fosil yakıt gelirlerini kaybetseler de geniş maden yataklarından faydalanabiliyorlar.
En çok kaybedenler gideri çok petrol ülkeleri. Kuzey Afrika [Cezayir ve Mısır], Sahraaltı Afrika [Angola ve Nijerya] ve Avrupa’daki [Britanya ve Norveç] pek çok petrol zengini ülke, gelirlerinin azaldığına şahit oluyor. Güney Sudan, Timor Leste ve Trinidad gibi küçük ülkeler de ağır darbe aldı. Bu sancı bazı Körfez ülkelerini de es geçmiyor; örneğin Bahreyn ve Katar’ın elde ettiği gelirler beşte bir ya da daha fazla azalıyor.
Yeni emtia süper güçlerinin ortaya çıkmasını ne engelleyebilir? Kilit unsur sermaye harcamaları. IEA’in tahminlerine göre geçen on yıl içinde faaliyete geçen büyük madenlerin inşası ortalama 16 yıl sürdü. Sektörün 2040 yılına kadar artan talebi karşılayabilmesi için yeni projelere şimdiden yatırım yapması gerekiyor. Gereken meblağlar büyük. Danışmanlık şirketi Wood Mackenzie’den Julian Kettle, 2040 yılına kadar yeşil metal arama ve üretimi (E&P) için 2 trilyon dolar harcanması gerektiğini düşünüyor. Son projeler, sadece bakır ve nikel çıkarmanın bile 2030’dan önce 250 ila 350 milyar dolar sermaye harcaması (capex) gerektireceğini gösteriyor.
Gazı köklemek
Harcamaların bir kısmı gerçekleşiyor. Maden üreticisi Anglo American, bakır üretimini 2030 yılına kadar yüzde 50 il 60 oranında artırmayı hedefliyor. Patronu Mark Cutifani, “Üzerimize düşeni yapacağız” diyor. Diğerlerinin çoğu bunu yapmayacak. 2010’ların ortasındaki emtia çöküşünden etkilenen madencilik devleri yatırımlarını azalttı. Yatırım bankası Liberum Capital, yıllık bakır üretim ve yatırım harcamalarının 2014’ten bu yana yarı yarıya azalarak 14 milyar dolara düştüğünü hesaplıyor. Fiyatlar yükseldikçe kârlar da artıyor. Fakat nakit yeniden dağıtılmak yerine yatırımcılara geri veriliyor. Girişim sermayesi şirketi Pala Investments’tan Stephen Gill, “Arz büyümesi neredeyse ayıp bir laf haline geldi” diyor.
Haddinden fazla harcama yapan sadece Çin var. Kongo’nun kobalt kuşağındaki Kolwezi’de yalınayak çocuklar tüm yabancıları “ni hao” diye seslenerek karşılıyor. Çinli gruplar, büyük ticari yatakların çoğunu ele geçirmiş halde; zanaatkar bir madenci olan Albert Abel, küçük madenlerin çoğunu da satın almalarından şikayetçi. Maceracı bir İsviçreli tüccar olan Glencore, ayağı yere basan tek Batılı firma. Çinli madenciler, Endonezya’da nikel çıkarmak için yağmur ormanlarını yok ediyor.
Yatırım harcamaları azlığı üç iç karartıcı sorunun neticesi: Sektörün sınırlı gücü, azalan yatırım getirileri ve artan siyasi risk. Sınırlı güç ile başlayalım. Madencilerin yirmi yıl boyunca harcaması gereken miktar, tipik bir petrol yatırım harcamasının sadece dört yılına eşdeğer olsa da nispeten küçük olan sektörün kapasitesinin ötesinde görünüyor. Büyük madenciler bile tek seferde sadece bir büyük projeyi finanse edebilir.
Bu durum, genelde büyük şirketleri temkinli olan halka açık piyasa yatırımcılarının ötesindeki sermaye sağlayıcılarından yararlanılarak çözülebilir. Bunlar arasında kıt mineralleri kullanan dikey entegre üreticiler de yer alabilir. Elektrikli otomobil üreticisi Tesla, Avustralya, Minnesota ve Yeni Kaledonya’daki madenlerin gelecekteki nikel üretimini satın alma sözü verdi. Özel sermaye şirketleri ve arzı güvence altına almakla görevli devlet destekli milli şampiyonlar da iştirak edebilir.
İkinci sorun ise maden yataklarının kalitesinin giderek kötüleşmesi. Udokan, bakır muhtevasının kayanın yüzde 1’inin üzerinde olan son potansiyel maden olduğunu söylüyor. Şili bakırının ortalama tenörü son 15 yılda yüzde 30 düşerek yüzde 0,7’ye geriledi. Düşük tenörler çıkarma ve işleme maliyetlerini [ve karbon emisyonlarını] artırıyor. Cutifani, “Bugün aynı kilo bakırı üretmek için 100 yıl öncesine göre 16 kat daha fazla enerji kullanıyoruz” diyor.
Burada inovasyon yardımcı olabilir. Geçen yıl bir başka maden şirketi BHP ve Norveç’in devlet destekli enerji şirketi Equinor, yeni yatakları bulmak için 20 milyon sayfalık devlet ve akademi arşivlerini tarayan bir yapay zekâ girişimine yatırım yaptı. Teknolojik atılımlar zamanla deniz tabanını keşfetmeyi kârlı hale bile getirebilir. Dünyanın 67 bin kilometre uzunluğundaki okyanus ortası sırtları fazla miktarda bakır, kobalt ve diğer mineralleri içeriyor. Bu da elektriğe dayalı ülkelere kazanç sağlayabilir: Fiji [yüzde 8] ve Norveç [yüzde 5,5] bu sırtlar üzerinde en fazla ekonomik hakka sahip ülkeler.
Ama inovasyon gelecekteki kârları da daha az net hale getiriyor. Madencilerin yatırım yapmak için ihtiyaç duydukları kalıcı yüksek fiyatlar, büyük alıcıları da en değerli metallere alternatifler aramaya teşvik eder. Tesla’nın pilleri yüzde 5’ten daha az kobalt içeriyor, bu oran yalnızca birkaç yıl önce üçte birdi. İnovasyon geri dönüşümü de kolaylaştırabilir. IEA, 2040 yılına kadar eski bataryalardan kobalt çıkarmanın toplam talebin yüzde 12’sini karşılamaya yardımcı olabileceğini düşünüyor.
Maden kavgaları
Belki de yatırımın önündeki en büyük riskin kaynağı siyaset. Maden çılgınlığı bazı yoksul ekonomileri bir gecede zengin edebilir. Hidrokarbonun başlara kondurduğu talih kuşu dahil yüzyıllardır var olan emtia patlamalarının öyküsü, bu kaynak nimetinin aynı zamanda bir lanet olabileceğini ve bunun da daha fazla yatırımı caydırabileceğini gösteriyor.
Devasa petrol rantları pek çok ülkeyi istikrarsızlaştırdı. Rakip gruplar zenginliği kontrol etmek için birbiriyle yarışıyor, eşitsizliği ve çekişmeyi körüklüyor. Büyük dolar girdileri yerel para birimlerini yükseltirken ihracatçıları eziyor. Yükseliş dönemlerindeki borç patlamaları, döngü tersine döndüğünde mali krizleri tetikliyor. Öfkeli halklar iç siyaseti daha da kırılgan hale getiriyor. Nijerya’yı ele alalım. 1965 yılında kakaodan kalaya kadar on farklı emtia ihraç ediyordu. Yirmi yıllık petrol keşiflerinin ardından petrol, ticari mal ihracatının yüzde 97’sini oluşturdu ve bu da siyasi istikrarsızlığı körükledi.
Şu anki endişe tarihin tekerrür etmesi. Bazı elektriğe dayalı ülkeler, talih kuşunu yönetmek için yetersiz donanıma sahip. Veri sağlayıcısı Global SWF’ye göre dünyadaki 96 emtia bağlantılı ulusal varlık fonunun çoğunluğu fosil yakıt satışlarıyla besleniyor; sadece yedi yeşil metal ihracatçısı kara gün fonu kuruldu. Bu fonlara büyük ihtiyaç duyulmasına rağmen metallere yapılan harcamaların çoğunun 2050 yılına kadar gerçekleşmesi bekleniyor, bu tarihten sonra talep alçalacak ve ihracatçılar daha zayıf olacağı dönemlerle karşı karşıya kalabilir.
İkramiye beklentisi bile devletleri firmalardan daha fazla rant elde etmeye teşvik edebilir. Bazı gerilimler şimdiden ortaya çıkmaya başladı. Dünyanın en büyük ikinci maden üreticisi Rio Tinto, Moğolistan’da uzun süredir askıda olan bir projeyi ancak hükümete verdiği 2,4 milyar dolarlık borcu silmeyi kabul ettikten sonra yeniden başlatabildi. Ocak ayında Sırbistan, büyük bir lityum madeni planına yönelik protestoların ardından firmanın arama izinlerini geri çekti. Peru’nun yeni solcu devlet başkanı vergileri artırmayı düşünüyor; en büyük bakır madenlerinden biri, kârdan pay talep eden yerel halk tarafından haftalarca abluka altında tutuldu. Şili yeni bir anayasa üzerinde çalışırken bakır ve lityumu kamulaştırmayı tartışıyor.
Bu istikrarsız ortam, yabancı firmaların kumar oynamaya değer bulması için metallerin daha da pahalanması gerekebileceğini gösteriyor. Şimdiye kadarki fiyat artışları bazı Batılı maden üreticilerini bir zamanlar keşfedilemeyecek kadar tehlikeli görülen sınırlara yöneltti bile. Kanadalı Barrick Gold, 20 Mart’ta Pakistan’ın İran ve Afganistan sınırındaki bir bakır madenine 10 milyar dolar yatırım yapmak üzere sözleşme imzaladı. BHP, Tanzanya’daki yatırımıyla Afrika’ya geri dönüyor.
Ama fiyatlar hala yeterince yüksek olmayabilir. Geçen yıl Glencore’un patronu Ivan Glasenberg, yeni arzı gerçekten teşvik etmek için bakırın tonunun bugünkü rekor seviye olan 10 bin dolardan 15 bin dolara çıkması gerekebileceğini söylemişti. Ancak fiyatlar ne kadar yükselirse, talebi azaltma ya da yerel politikaları daha da istikrarsız hale getirme riski de o kadar artar. Her iki durum da yatırımların tekrar durmasına neden olabilir.
Pek çok yeşil dev, iklim felaketini önlemeye yardımcı olabileceklerinin farkında. Şili’nin eski enerji bakanlarından Juan Carlos Jobet, “Madenciliği durdurursak emisyonları azaltamayız” diyor. Fakat süper güçlerinin farkına varmak için laneti bozmaları gerekecek.
İlginizi Çekebilir
-
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
-
ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’
-
ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor
-
Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması
-
Çin bankalarının Rusya’ya yönelik ödeme kontrolleri sertleşiyor
-
UCM’den Netanyahu’ya tutuklama emri
DÜNYA BASINI
FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir
Yayınlanma
10 saat önce21/11/2024
Yazar
Harici.com.trFinancial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…
***
Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor
Andrew England
Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.
Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.
Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.
Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.
Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.
Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.
Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.
Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.
Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.
“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.
ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.
PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.
Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.
Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.
Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.
Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.
Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.
Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.
Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.
Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.
İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.
Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.
Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.
İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”
DÜNYA BASINI
İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?
Yayınlanma
1 gün önce20/11/2024
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.
Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat
Éva Péli, NachDenkSeiten
Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.
Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?
Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.
Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.
Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.
Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.
Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.
Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.
İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.
Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.
Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?
Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.
Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”
NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.
Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.
Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.
ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?
Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.
Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.
Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.
Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.
Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?
Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.
Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.
Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.
Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.
Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.
Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.
Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.
Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?
Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.
Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.
Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.
DÜNYA BASINI
Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı
Yayınlanma
4 gün önce18/11/2024
Yazar
Harici.com.trAşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:
***
Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil
Gideon Levy
“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.
“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.
Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”
Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.
İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.
Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.
Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.
Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.
Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…
Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.
Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’
ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor
Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması
Çin bankalarının Rusya’ya yönelik ödeme kontrolleri sertleşiyor
Çok Okunanlar
-
RUSYA2 saat önce
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
-
RUSYA1 hafta önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA2 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA2 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Belarus Halk Meclisi: siyasi sistemin güçlendirilmesi ve demokrasinin geliştirilmesi
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Trump’ın zaferine dünyadan karmaşık tepkiler