Dünya Basını
‘İsrail’de sivil-asker ilişkileri ciddi şekilde sarsıldı’

İsrail’de Binyamin Netanyahu hükümetinin yargının yetkilerini kısıtlayan yasal düzenlemelerine karşı yapılan kitlesel eylemler sürerken silahlı kuvvetlerin bel kemiğini oluşturan yedek askerlerin sivil itaatsizlik tehditleri İsrail sınırlarını aşan bir tartışmayı da beraberinde getirdi.
15 yıl başbakanlık yapan ve ülkede “en uzun süreli başbakanlık görevinde bulunan siyasetçi” olma özelliğini taşıyan Netanyahu, kendisine karşı düzenlenen protestolara yabancı değil. Ancak ordu içinden gelen sivil itaatsizlik tehdit ve çağrıları Netanyahu’yu geçici de olsa geri adım atmaya zorladı. Söz konusu yasa reformu şimdilik askıda. Yedek askerlerin, yargı reformu hayata geçerse göreve gelmeyeceklerini deklare ettikleri bildiriler ve açıklamalar protesto hareketini de ikiye bölmüş durumda. Kimilerine göre askerlerin desteği eylemlerin amacına ulaşmasında kilometre taşı oldu ve bu destek önemli. Bu görüşe karşı çıkan daha soldan kesimler ise olası bir darbe tehlikesine dikkat çekiyor.
ABD dış politikasında etkili yayın organlarından Foreign Affairs de bu tartışmaya katıldı. Netanyahu ve aşırı sağ koalisyonuna karşı bir yayın çizgisi izleyen Foreign Affairs, “Sonuç ne olursa olsun, ülkenin sivil-asker ilişkileri ciddi şekilde sarsılmış durumda” tespitini yapıyor.
Marquette Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü Risa Brooks ve Harvard Üniversitesi’nden Avishay ben Sasson-Gordis’in kaleme aldığı analiz, ordunun sivil otoriteye itaati ile demokrasiyi koruma yükümlülüğü arasındaki gerilimin sadece İsrail’e özgü olmadığını dolayısıyla mevcut hesaplaşmanın sonucu ve IDF’nin bu hesaplaşmadaki rolünün İsrail’in çok ötesinde bir öneme sahip olduğunu düşünüyor.
Analizin tamamı:
***
İsrail Ordusunun Demokratik İkilemi
Demokrasiyi Savunma Arzusu Emirlere Uymamayı Meşrulaştırabilir mi?
Mart ayında İsrail ordusundaki binlerce yedek asker, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun yargı reformu planlarından vazgeçmemesi halinde artık eğitimlere ve operasyonlara katılmayacaklarını açıklayarak ülkede şok dalgaları yarattı. Önerilen tekliflerden biri, İsrail Yüksek Mahkemesi’nin hükümet ve çıkardığı yasalar üzerindeki denetimini etkin bir şekilde ortadan kaldıracaktı. Yedek askerlerden gelen yüksek tonlu eleştiriler Netanyahu’nun reformu geçici olarak askıya alma kararında önemli bir faktör oldu. Ancak bu konudaki gerilim azalmadı ve İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog liderliğindeki arabuluculuk girişimi anlaşmazlığın çözümünde çok az yol alabildi.
Askerlik hizmetinin bir vatandaşlık görevi ve dönüm noktası olarak görüldüğü İsrail’de, yedek askerlerin muhalefetinin derin sembolik bir önemi var. Ayrıca, özellikle söz konusu yedek askerlerin birçoğunun hava kuvvetlerine mensup olması ve İsrail Savunma Kuvvetleri’nin Suriye’de ve İsrail sınırları boyunca devam eden operasyonlarının merkezinde yer alması nedeniyle bu durumun, pratik askeri sonuçları da var. Bugüne kadar yedek askerler göreve gelmeye devam etti. Ancak reformla ilgili mücadele devam ettiği sürece, muhalefet olasılığı da sürecek.
Demokratik sivil-asker ilişkilerinin geleneksel normlarına göre, yedek askerlerin hizmet etmeyi reddetme tehditleri genellikle kınanır ve kınanmalıdır. Ancak bu İsrail tarihinde sıradan bir an değil. Toplumun büyük bir kesimi hükümetin planladığı reformun İsrail demokrasisine varoluşsal bir tehdit oluşturduğuna inanıyor. Bu durum yedek askerler için kafa karıştırıcı bir ikilem yaratıyor. Sağlıklı bir demokrasinin sürdürülmesi, askerlerin siyasete müdahaleden kaçınmasını gerektirir. Aynı zamanda, seçilmiş liderler demokrasiyi ortadan kaldırırken pasif bir şekilde beklemek, bir subayın demokrasiyi destekleme ve savunma taahhüdüyle temelden çelişir. Bu koşullar altında yedek subayların direnişi anlaşılabilir ve hatta belki de haklıdır. Buna rağmen, bu muhalefet İsrail’in sivil-asker ilişkileri ve potansiyel olarak ulusal güvenliği için uzun vadeli riskler oluşturuyor.
Şu anda bu ikilemin en şiddetli olduğu yer İsrail. Ancak ordunun sivil otoriteye itaati ile demokrasiyi koruma yükümlülüğü arasındaki gerilim sadece İsrail’e özgü değil: siyasi liderler demokratik değerleri ve kurumları aşındırma tehdidinde bulunduğunda dünyanın dört bir yanındaki askeri personel benzer bir çıkmazla karşı karşıya kalıyor. Bu nedenle mevcut hesaplaşmanın sonucu ve IDF’nin bu hesaplaşmadaki rolü İsrail’in çok ötesinde bir öneme sahip.
Askerler greve gittiğinde
İsrail’in yedek askerleri arasındaki muhalefetin önemini abartmak zor. Yedek askerler ülkenin ordusunda ve toplumunda benzersiz bir rol oynuyor. Nüfusun sadece küçük bir bölümünün askere gitmeyi tercih ettiği ABD’nin aksine, ülkenin Arap vatandaşları ve çoğu ultra-ortodoks Yahudi hariç tüm İsrailliler 18 yaşında otomatik olarak IDF’ye alınıyor ve kadınlar iki yıl, erkekler ise yaklaşık üç yıl askerlik yapıyor. Hizmetlerini tamamladıklarında yedeklere katılırlar ve eğitim ve gerektiğinde askeri operasyonlar için çağrılabilirler. Hizmetlerini bitirdiklerinde yedek kuvvetlere giriyorlar ve eğitime ve gerektiğinde askeri operasyonlar için çağrılabiliyorlar.
Uygulamada İsraillilerin sadece bir kısmı, nüfusun yüzde birinden biraz fazlası düzenli yedek eğitimine ve görevlerine katılıyor. Ancak bu kişiler IDF’nin işleyişinin merkezinde rol oynuyor. İsrail’in daimî ordusu nispeten küçük, bu nedenle yedekler büyük ölçekli bir savaş durumunda ihtiyacı karşılamak için vazgeçilmez. Hava kuvvetlerinde, İsrail’in Suriye’deki İran vekillerine yönelik sık sık düzenlediği saldırılar gibi sınırlı operasyonlar bile aktif görev için gönüllü olan yedeklere dayanıyor. Aynı durum bazı özel kuvvetler ve istihbarat teşkilatının bazı bölümleri için de geçerli. Bu sivil-askerler, ordunun çok ötesinde bir saygı ve prestije sahipler. Hizmeti reddetme tehditleri; savaş uçaklarının boş kalması ya da özel kuvvet mensuplarının görevleri reddetmesinin ulusal güvenlik üzerindeki etkileri bir yana, muazzam bir sembolik ağırlık taşıyor.
Yedek askerler daha önce de İsrail hükümeti aleyhinde konuşmuşlardı. 2003 yılında iki düzine yedek hava kuvvetleri pilotu, IDF’nin işgal altındaki Filistin topraklarında düzenlediği hava saldırılarında sivillerin hayatını kaybetmesini alenen kınamıştı. İsrail, 2006’da Lübnan’da Hizbullah’a karşı savaşa girdikten sonra, bazı yedek güçler, çatışmayı yönetme biçimi nedeniyle hükümeti eleştirmişti. Ancak son kargaşanın emsali yok. Geçmişteki protestolar nispeten küçüktü; bu kez muhaliflerin sayısı binlerle ifade ediliyor ve çok daha örgütlüler. Bazı durumlarda, grev tehdidi tüm birimleri felce uğratabilir.
İsrail’de sivil itaatsizlik tartışması: “İntifada arifesinde ordu parçalanmak üzere”
Prensip meselesi
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Netanyahu kampı bu tepkiye sinirlendi. Ülkenin maliye bakanı yedekleri hükümete karşı askeri bir “isyan” başlatmakla suçladı ve sağcı bir gazete yedeklerin muhalefetinin “ders kitaplarındaki askeri darbe tanımına çok yakın” olduğunu söyledi. Buna karşın IDF’nin genelkurmay başkanı ve en üst düzey askeri yetkilisi Herzi Halevi bu tür abartılardan kaçındı. Halevi yedek asker gruplarıyla bir araya gelerek onlara hizmet etme yükümlülüklerini hatırlattı, birlik çağrısında bulundu ve siyasetten uzak durmanın önemini vurguladı. Ancak onları ya da eylemlerini doğrudan kınamadı. Bu nedenle Netanyahu yanlısı uzmanlar onu “yüz karası” olarak nitelendirdi.
Normal zamanda hükümet, sivil işlere aşırı askeri müdahaleyi kınamakta haklı olurdu. Askerlerin düzenli olarak basına konuştuğu İsrail’de bile silahlı kuvvetler devletin kanun ve politikalarını dikte etmiyor. Bu sorumluluk vatandaşlara ve onlara hizmet için seçtikleri siyasi liderlere düşüyor. Ancak mevcut koşullar bu değerlendirmeyi zorlaştırıyor. İsrail’in, yedek askerlerin bağlılık yemini edebilecekleri yazılı bir anayasası olmayabilir, ancak yine de hizmet etme kararları, demokratik kurumlarına karşı derin bir görev duygusunu yansıtıyor. Netanyahu’nun yargıya yönelik saldırısı, bu hizmetin temel ilkelerine meydan okuyor. Onlara göre kuvvetler ayrılığına balta vurmak, hizmet etmeyi kabul ettikleri toplumsal sözleşmeyi ihlal anlamına geliyor.
Bu da birçok yedek askerin neden konumlarının, parti politikaları ve politik çekişmeleri aştığına inandığını açıklıyor. Kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda, çeşitli hükümetler altında ve kişisel olarak katılmadıkları askeri misyonlarda verdikleri hizmetin altını çizdiler. Belirli bir düzene ya da hükümet politikasına itiraz etmekten ziyade, liberal demokrasinin kaderi üzerine bir kavgada taraf tutuyorlar. İstihbarat servislerindeki yedek subaylar tarafından kaleme alınan açık mektupta da ifade edildiği gibi, “vatandaşlarıyla yaptığı temel anlaşmanın şartlarını tek taraflı olarak değiştiren bir devlete” hizmet etmenin bir anlamı yok. Yedek denizaltı mürettebatı tarafından kaleme alınan bir başka mektupta ise Netanyahu’ya “İsrail demokrasisinden elini çekmesi” çağrısında bulunuluyor ve “demokrasiye verilecek her türlü zararın yıkıcı ve geri döndürülemez olacağı” belirtiliyor.
Bazı yedek askerler de ayrıca yürütme üzerindeki yargı denetiminin zayıflatılmasının askeri planlama için karar alma sürecini yozlaştırabileceğinden endişe ediyor. Bu da hükümetin onları ulusal güvenliğe değil kendi iç siyasi gündemine hizmet edecek görevlere göndermesini kolaylaştırabilir ve muhtemelen uluslararası hukuk kapsamında cezai takibata maruz bırakabilir. Hükümetin reformu gözden geçirme ya da en tartışmalı unsurlarından bazılarında uzlaşmaya varma konusundaki isteksizliği bu korkuları daha da artırıyor.
Muhalefetin vaadi ve tehlikesi
Maalesef Netanyahu’nun ordudaki muhalifleri susturma seçenekleri sınırlı. İsrail yasaları orduyu savunma bakanına ve nihayetinde bir bütün olarak kabineye tabi kıldığından, başbakan olarak başkomutan değil. Netanyahu, elbette Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı görevden alabilir ve gerçekten de bunu Mart ayı sonlarında, Gallant’ın yargı reformu karşıtlarıyla uzlaşma çağrısından sonra yapacağını duyurdu. Ancak halkın tepkisi üzerine Netanyahu geri adım attı ve Gallant görevde kaldı. Netanyahu, Halevi’yi daha uysal bir genelkurmay başkanıyla değiştirmeye de çalışabilir, ancak bunu yapmak yasal ve siyasi açıdan sıkıntı yaratır ve muhtemelen Gallant’ı başarısız bir şekilde görevden almasına kıyasla kamuoyunda daha fazla öfkeye yol açar.
Netanyahu’nun bu tür resmi önlemlerin dışında atabileceği adımlar ise çok daha tehlikeli. Örneğin, yedek askerlerin ve daha geniş anlamda hükümet karşıtı protestoların meşruiyetini kamuoyu önünde sorgulamaları için askeri liderlere baskı yapmaya başladı bile. Bu saldırı hattı, İsrail sağındaki etkili isimlerin yedek pilotları elitist olarak yaftalama çabalarında görülebilir. Bu tür iddialar, daha üst sınıf ve sol eğilimli olarak algılanan pilotlar ile tarihsel olarak marjinalleşmiş gruplardan gelen ve sağa kayma eğiliminde olan yer ekipleri arasında uzun süredir devam eden gerilimlere dayanıyor. Bu tür taktikler, İsrail toplumunda uzun süredir birleştirici ve dengeleyici bir güç olan IDF’yi sosyal ve siyasi fay hatları boyunca, bazı birim veya personelin hükümetin yanında yer aldığı ve diğerlerinin ona karşı olduğu şeklinde bölme riski taşıyor. Neyse ki, şu anda böyle bir bölünmenin kayda değer bir işareti yok ve ortak hizmet bağları devam ediyor. Yine de protesto eden yedek askerlerin aksine, muharebe birimlerindeki rütbeli ve kıdemsiz subaylar arasında birçok dindar Siyonist ve aşırı sağcı koalisyon hükümetine sempati duyan diğerleri yer alıyor. Bu, saflarda birliğe dayanan bir kurum için sıkıntı anlamına geliyor.
Mevcut çatışma, ordu içindeki bölünmeleri artırmanın yanı sıra, silahlı kuvvetler üzerindeki sivil kontrol için de bir risk oluşturuyor. Demokrasilerde, askeri personel ülkenin gideceği yönü seçemez. Seçilmiş liderler bu kararları verir ve orduya hizaya girip onları uygulamak kalır. Tabii ki, bu, halkına giderek daha fazla hesap veremeyen içi boş bir devleti değil, işleyen liberal bir demokrasiyi varsayar. Ancak İsrail mevcut fırtınayı atlatırsa, yedek kuvvetlerin eylemleri endişe verici bir emsal teşkil edebilir. İsrailli sosyolog Yagil Levy’nin işaret ettiği gibi, yedek sağcılar veya muvazzaf askerler, gelecekteki bir hükümetin Filistinlilere topraklarının iade edilmesi çabalarını engelleyebilir ve bu tür bir müdahaleyi haklı çıkarmak için bugünün gelişmelerine atıf yapabilir.
Son olarak, protestolar, ülkenin düşmanlarına ordu ve toplumun bölünmüş ve savunmasız olduğu sinyalini vererek İsrail devletinin güvenliğine potansiyel olarak zarar veriyor. Son haftalarda İsrail, Gazze, Lübnan ve Suriye’deki militanların roket saldırıları da dahil topraklarına yönelik saldırılarda bir artış yaşadı. Hükümeti hem eleştirenler hem de destekleyenler, İsrail’in zayıflığına dair algıların düşmanları, ülkenin caydırıcı kapasitesini test etme konusunda cesaretlendirdiğine dair endişelerini dile getirdiler; ancak bu durumdan kimin sorumlu olduğu konusunda farklı görüşlere sahipler.
İsrail şimdilik tartışmaların ortasında kalmaya devam ediyor. Yargı reformu konusunda nasıl bir uzlaşmaya varılacağı belirsiz ve hükümet yedeklerin daha fazla direnişiyle karşılaşabilir. Sonuç ne olursa olsun, ülkenin sivil-asker ilişkileri ciddi şekilde sarsılmış durumda.
Bu kargaşa, demokrasi geri çekildiğinde başka yerlerdeki orduların karşılaşabileceği çalkantılara bir pencere açıyor. Sivil liderlere hizmet etmek ve liberal demokratik normları korumak arasında bir çatışma olmamalı; ancak bunun için aynı ilkeleri benimseyen liderler gerekir. Bir hükümet kendi kurumlarını ve değerlerini hedef alıp onları içeriden aşındırdığında işler karmaşıklaşır. Askeri personel, hiçbirinin yüzleşmek zorunda kalmaması gereken bir seçimle karşı karşıya kalabilir: sivil otoriteye boyun eğmek ya da hizmet etmeleri gereken demokrasinin bütünlüğünü korumak.
Dünya Basını
Batı basını, İstanbul’daki ikinci Rusya-Ukrayna görüşmelerine nasıl tepki verdi?

Rusya ve Ukrayna heyetleri, çatışmanın çözümüne yönelik ikinci tur müzakereler için 2 Haziran’da İstanbul’daki Çırağan Sarayı’nda bir araya geldi. Bir saatten fazla süren görüşmede, Rus heyetine Devlet Başkanı Yardımcısı Vladimir Medinskiy, Ukrayna heyetine ise Savunma Bakanı Rustem Umerov başkanlık etti.
Müzakereler sonucunda tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri masaya yatırdığı ve yeni bir esir takası için hazırlıklara başlandığı bildirilirken, uluslararası basın kuruluşları görüşmelerden önemli bir ilerleme beklemediklerini aktardı.
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri teati ettiğini ve yeni bir esir serbest bırakma sürecinin hazırlıklarına başladıklarını belirtti.
Ukrayna Savunma Bakanı Umerov ise müzakerecilerin tüm ağır hasta esirler ile 25 yaş altındaki kişilerin takası konusunda anlaşmaya vardığını açıkladı.
Rus heyetine başkanlık eden Medinskiy, Rusya’nın gelecek hafta tek taraflı olarak Ukrayna’ya hayatını kaybeden 6 bin askerin naaşını teslim edeceğini söyledi. Ayrıca Medinskiy, Moskova’nın Kiev’den çatışma nedeniyle zor durumda kalan 339 çocuğun isim listesini aldığını da sözlerine ekledi.
Reuters: Atılım beklentisi düşük
İngiliz haber ajansı Reuters, “Pazartesi günü bir atılım beklentisi düşüktü. Ukrayna, Rusya’nın bugüne kadarki yaklaşımını kendisini teslim olmaya zorlama girişimi olarak görüyor ki Kiev bunu asla yapmayacaktır. Diğer yandan, Mayıs ayında son altı ayın en hızlı ilerlemesini kaydeden Moskova ise Kiev’in Rusya’nın şartlarıyla barışı kabul etmesi gerektiğini, aksi takdirde daha fazla toprak kaybıyla yüzleşeceğini belirtiyor,” ifadelerini kullandı.
Associated Press: Taraflar kilit konularda uzak
Amerikan haber ajansı Associated Press (AP), “ABD’nin her iki tarafı ateşkese teşvik etme çabaları henüz başarıya ulaşmadı. Ukrayna bu adımı kabul etti ancak Kremlin fiilen reddetti. Her iki ülkeden üst düzey yetkililerin son yorumları, askeri faaliyetlerin durdurulmasına yönelik kilit şartlar konusunda hâlâ anlaşmadan uzak olduklarını gösteriyor,” değerlendirmesinde bulundu.
Bloomberg: Barış umudu uzak görünüyor
Bloomberg haber kuruluşu ise “Bu görüşme, çatışmanın başlangıcından bu yana savaşan iki taraf arasında kamuoyuna açık ikinci görüşme oldu ve Mayıs ayındaki ilk tur müzakerelerin ardından geldi. ABD Başkanı Donald Trump’ın aylardır süren ve ilerleme kaydedilememesi nedeniyle giderek hayal kırıklığına uğradığı çabalarına rağmen barış olasılığı uzak görünüyor. Moskova, ABD’nin 30 günlük ateşkes önerisine hâlâ direniyor,” diye yazdı.
The New York Times: Müzakereler tıkanırken sahada saldırılar artıyor
ABD’nin önde gelen gazetelerinden The New York Times, “Moskova ve Kiev, her iki ülke liderlerini kâh ikna etmeye çalışan kâh eleştiren Başkan Trump’ın baskısı altında müzakere ediyor. Ancak Rusya ve Ukrayna sert bir duruş sergiliyor ve hiçbir tarafın diğer taraf için kabul edilebilir şartlar sunması beklenmiyor. Müzakereler çıkmaza girerken, savaş alanında saldırılar yoğunlaşıyor,” yorumunu yaptı.
CNN: Belirsizlik sürüyor
Amerikan haber kanalı CNN, “Geçen ay Türkiye’de yapılan ve düşman ülkeler arasında 2022’den bu yana ilk olan birinci tur görüşmelerin ardından her iki taraf da tam bir ateşkes ve potansiyel olarak uzun vadeli bir barış için şartlarını teati etmeyi kabul etmişti. Ukrayna’nın pazar günkü hava saldırısının bu yolu kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağı ya da daha da çetrefilli hâle getirip getirmeyeceği henüz belirsiz,” ifadelerine yer verdi.
Financial Times: İlerleme belirtisi yok, Trump hayal kırıklığı yaşıyor
İngiliz Financial Times gazetesi ise, “Heyetler el sıkışmadı ve potansiyel bir anlaşmaya varılması yönünde herhangi bir ilerleme belirtisi göstermedi. Rusya’nın uzlaşmaz tutumu, göreve geldiği ilk gün çatışmayı çözebileceğiyle övünen ve Putin ile yakın ilişkilerinin bir anlaşmaya varılmasına yardımcı olacağına inanan ABD Başkanı Donald Trump’ı hayal kırıklığına uğrattı,” değerlendirmesini okuyucularıyla paylaştı.
Dünya Basını
Financial Times: Borç batağındaki ‘gelişmekte olan ülkeler’ için kayıp on yıl kapıda

İngiliz Financial Times gazetesi, ‘gelişmekte olan ülkelerin’ karşı karşıya olduğu borç krizini ve bunun kalkınma üzerindeki olumsuz etkilerini ele aldı. Gazete, milyarlarca insanın umutlarını boşa çıkaran mevcut mali yapıların acilen yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Borç servisinin eğitim, sağlık ve altyapı gibi kritik alanlardan kaynak çektiği belirtildi.
İngiliz Financial Times gazetesi, “gelişmekte olan ülkelerin” yüzleştiği borç krizini ve bunun kalkınma üzerindeki yıkıcı etkilerini mercek altına aldı.
Gazete, milyarlarca insanın beklentilerini karşılayamayan mevcut mali yapıların acilen yeniden ele alınması gerektiğinin altını çizerek, borç sorununun birçok düşük ve orta gelirli ülkede daha da derinleştiğini belirtti.
Söz konusu ülkeler borçlarını ödemekte temerrüde düşmeseler de kalkınma hedeflerinde geri kalıyorlar.
Likidite eksikliği nedeniyle hükümetler, eğitim, sağlık, altyapı ve iklim uyumu gibi hayati alanlara ayrılması gereken değerli kamu kaynaklarını, daha önce alınmış borçların servisine yönlendirmek zorunda kalıyor.
BM verileri endişe verici
Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) tarafından yayımlanan son veriler, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.
Verilere göre 54 ülke, vergi gelirlerinin yüzde 10’undan fazlasını sadece faiz ödemelerine harcıyor.
“Gelişmekte olan ülkelerin” vergi gelirlerine oranla ortalama faiz yükünün 2011’den bu yana neredeyse iki katına çıktığına dikkat çekildi.
Gazete, 3,3 milyardan fazla insanın borç servisine sağlıktan daha fazla harcama yapan ülkelerde yaşadığını, 2,1 milyar insanın ise borçlara eğitimden daha fazla kaynak ayıran ülkelerde hayatını sürdürdüğünü vurguladı.
Financial Times, bunun sürdürülebilir bir kalkınma yolu olmadığını, aksine borcun bir engel teşkil ettiğini belirtti.
Borçlanma maliyetleri artıyor
Bu durumun, borçlanma maliyetlerinin keskin bir şekilde yükseldiği bir dönemde yaşandığına işaret edildi. 2008 mali krizinin ardından faiz oranlarının sıfıra yaklaşmasıyla daralan borçların, şimdi çok daha yüksek faiz oranlarıyla yenilendiği ifade edildi. Gazeteye göre, Covid-19 salgını ve Ukrayna’daki savaş sonrasında getiri farkları azalmış olsa da, sermaye piyasalarında borç yenileme maliyeti birçok düşük ve orta gelirli ülke için hâlâ aşırı derecede yüksek.
Küresel ekonomideki zayıf görünüm de krizi daha da ağırlaştırıyor. Yavaşlayan büyüme, borç sürdürülebilirliğini baltalayarak krizi derinleştiriyor.
“Sistemik bir başarısızlık söz konusu”
Gazete, bugünkü krizin sistemik bir başarısızlığı yansıttığını ve bunun temelinde küresel sermaye akışlarındaki süregelen asimetrinin yattığını vurguladı.
Sermayenin gelişmiş ekonomilere genellikle anti-siklik (ekonomik döngünün tersi yönde) akarak durgunluk dönemlerinde destek sağlarken, “gelişmekte olan ülkelere” pro-siklik (ekonomik döngüyle aynı yönde) aktığı ve bu durumun şokları daha da kötüleştirdiği açıklandı.
Financial Times, bu durumun neticesinde net dış transferlerin negatife döndüğünü belirtti. Sadece 2023 yılında, düşük ve orta gelirli ülkelerin (Çin hariç) uzun vadeli borçlarda 30 milyar ABD doları net özel sektör çıkışı yaşadığı, bunun 2022’deki yaklaşık 50 milyar ABD dolarlık çıkışa göre hafif bir iyileşme olsa da hâlâ “kalkınma için önemli bir kaynak kaybını” temsil ettiği ifade edildi.
Uluslararası kurumlar yetersiz kalıyor
Çok taraflı kurumların da yetersiz kaldığına dikkat çeken gazete, Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) düşük ve orta gelirli ülkelere yapılan net transferlerin —salgın sırasında önemli ölçüde artmışken— şimdi çöktüğünü belirtti.
Gazete, “2020’de 22 milyar ABD dolarlık pozitif transferden, net rakam 2022’de sıfıra ve 2023’te eksi 5 milyar ABD dolarına düştü,” ifadelerini kullandı ve bunun düşük ödemeler ile faiz ödemelerindeki büyük artıştan kaynaklandığını ekledi.
‘Mevcut borç politikaları halklara değil piyasalara hizmet ediyor’
Financial Times, uzmanlar arasında pek çok “gelişmekte olan ülkedeki” mevcut borç politikalarının halklara değil, mali piyasalara hizmet ettiği yönünde artan bir fikir birliği olduğunu aktardı.
Gazete, bunun bütün ülkeleri kayıp bir on yıla veya daha kötüsüne mahkum etme tehlikesi taşıdığını vurgulayarak, dünyanın en yoksul ve en savunmasız insanlarından bazılarının bir veya daha fazla kayıp on yıl yaşamasının “dünyanın kaldıramayacağı bir durum” olduğunu açıkladı.
Gazete, tartışmanın sadece mali temerrütten kaçınmaya dayalı dar başarı anlatılarının ötesine geçmesi gerektiğini belirterek, “Gelecekleri sürdürülemez koşullardaki eski borçların servisine ipotek edilen milyarlarca insanın yaşadığı gerçekliği yansıtmalıdır,” çağrısında bulundu.
Ayrıca, tekrarlayan borç ve kalkınma krizlerine yol açan küresel yapıdaki temel kusurların ele alınmasıyla işe başlanması gerektiğini vurguladı.
Dünya Basını
Rusya ve Ukrayna heyetleri tekrar İstanbul’da: Masada neler var?

Bugün İstanbul’da yapılması planlanan Rusya-Ukrayna görüşmelerinde, barışçıl çözüme yönelik ortak bir muhtıra hedefleniyor. Ancak Moskova merkezli Dünya Ekonomi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden Eduard Solovyov’a göre, tarafların temel konulardaki (toprak bütünlüğü, Ukrayna’nın NATO üyeliği, tarafsızlık statüsü) zıt pozisyonları, Ukrayna yönetiminin meşruiyet sorunu ve muhtıranın hukuki bağlayıcılığının olmaması önemli engeller teşkil ediyor. Rusya’nın asgari talepleri arasında Ukrayna’nın NATO’dan uzak durması ve toprak değişikliklerinin tanınması yer alırken, bu maddeler Kiev için kırmızı çizgi niteliğinde. Uzmana göre, olası bir muhtıranın Rusya’ya yönelik yaptırımları kısa ve orta vadede etkilemesi beklenmiyor.
Post-Sovyet Araştırmalar Merkezi Başkanı, gelecekteki muhtıranın önündeki engelleri değerlendiriyor
2 Haziran 2025
2 Haziran’da İstanbul’da Rusya ve Ukrayna heyetlerinin bir araya gelmesi bekleniyor. Rusya Bilimler Akademisi Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Post-Sovyet Araştırmalar Merkezi Başkanı Eduard Solovyov, tarafların ortak bir muhtıraya giden yolda çözmeleri gereken sorunları ele alıyor.
2 Haziran’da İstanbul’da Rus ve Ukrayna heyetleri arasında bir görüşme yapılması planlanıyor. Bu görüşmenin sonucunda tarafların barışçıl bir çözüme ilişkin ortak bir muhtıra imzalaması gündemde. Kiev’in iddialarına göre Ukrayna, muhtıra versiyonunu Moskova ve Washington’a göndermiş durumda. Moskova ise sızıntıları ve görüşmeler başlamadan önce yapılabilecek taraflı yorumları engellemek amacıyla kendi taslağını İstanbul’da sunacağını belirtiyor.
Nihai muhtıranın nasıl görüneceği konusunda şimdilik bir yargıya varmak zor. Büyük ihtimalle Kiev ve Moskova tarafından hazırlanan belgeler temelden farklılık gösteriyor. Görüşmeler sırasında bu belgelerin birleştirilip birleştirilemeyeceği ise büyük bir soru işareti. Fakat, çatışmanın olası çözümüne ilişkin tartışmaların, son zamanlarda sadece Ukrayna değil, Avrupa siyasi elitlerinin de özelliği haline gelen sert açıklamalardan, ültimatomlardan ve megafon diplomasisinden uzaklaşarak, daha rasyonel, profesyonel ve somut sonuç odaklı bir tartışma düzeyine kayma fırsatı bulması bile bir ilerlemedir.
Ukrayna tarafının, ateşkesin koşullarına odaklanmaya çalışacağı tahmin ediliyor. Rusya tarafı ise muhtemelen, ikili Rusya-Ukrayna ilişkileri ve anlaşmalarının ötesine geçen, çatışmanın genel olarak sona ermesine yönelik kendi vizyonunu öne sürecektir. Bu vizyon, NATO ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere Batılı ülkelerden belirli taahhütler içeriyor. Dolayısıyla, muhtırada neredeyse kesin olarak Ukrayna çevresindeki çatışmanın çözümüne ilişkin ilkeler ve daha geniş çerçeveler yer alacaktır.

Eduard Solovyov
Muhtıra, hukuki bağlayıcılığı olan bir belge niteliği taşımıyor. Belgede, olası bir anlaşmanın bazı temel parametrelerinin sabitlenmesi bekleniyor. Moskova’nın sıkça ve tutarlı bir şekilde dile getirdiği bir sorun var: Ukrayna tarafındaki meşruiyet eksikliği. Kiev’de bağlayıcı bir hukuki belgeyi imzalayacak kimse bulunmuyor. Ukrayna Devlet Başkanı ve parlamentosunun (Verhovna Rada) yetki süresi 2024 yılında dolmuştu. Muhtıra, gelecekte meşru Ukrayna makamlarıyla yapılacak bir anlaşma çerçevesinde sağlamlaştırılacak olan anlaşmaların bir ara biçimidir.
Tarafların bir dizi kilit konudaki pozisyonları taban tabana zıt. Mevcut Ukrayna yönetimi, Kırım’ın, Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyetlerinin, Zaporojye ve Herson oblastlarının Rusya’ya ait statüsünü tanımıyor. Rusya, toprak değişikliklerinin sabitlenmesinde ve daha geniş bir bağlamda Ukrayna’nın tarafsızlık statüsünün ve silahsızlandırılmasının sağlanmasında ısrar ediyor. Bu arada Kiev, ülkenin NATO’ya katılım hedefinin Anayasa’da sabitlendiğini ve bu konuda tartışılacak bir şey olmadığını, savunma kapasitesinin güçlendirilmesinin ise egemenliğin garantisi olduğunu belirterek bu son iki konuyu da görüşmeyi reddediyor.
Esasında Moskova için önemli olan sadece Kiev’in tarafsız, blok dışı statü garantileri ve silahlı kuvvetlerin sayısal azaltılması konusundaki taahhütleri değil, aynı zamanda NATO ülkelerinin sadece Ukrayna’ya değil, en azından diğer Sovyet sonrası ülkelere yönelik olarak da doğuya doğru genişlememe taahhütleridir. Bu tür geniş siyasi genellemelerin muhtırada yer alıp almayacağı henüz belirsiz.
Rusya için asgari program, Ukrayna’nın sadece NATO’ya katılmama taahhüdünde bulunmasını değil, aynı zamanda ittifak ülkelerinin kendi topraklarını askeri amaçlarla kullanmasına izin vermemesini sağlamaktır; yani, ittifak ülkeleriyle ortak tatbikat yapmama, yabancı askerlerin ve askeri altyapının varlığını dışlama ve askeri-teknik işbirliğinin bazı gelişmiş biçimlerinden kaçınma taahhütlerini sabitlemektir. Ayrıca, Kırım’ın, Donbass cumhuriyetlerinin ve Novorusya’nın iki bölgesinin değişen statüsünün tanınmasını sağlamaktır. Kiev makamları için bugüne kadar tüm bu konular, mevcut Ukrayna yönetiminin çizdiği kırmızı çizgilerin aşılması anlamına geldiği için fiilen tabuydu.
Ayrı bir konu da yaptırımların kaldırılması beklentileri; Avrupa kulvarında bu konuyu, çatışmada sürdürülebilir bir çözüme ulaşılana kadar tartışmak zor olacaktır. Bu nedenle, Rusya karşıtı yaptırımlar, özellikle Avrupa yaptırımları, orta vadede büyük olasılıkla devam edecek ve ortak bir Rusya-Ukrayna muhtırasının imzalanması, mevcut durumu ve yasa dışı olarak dondurulan Rus varlıklarının iadesi beklentilerini etkilemeyecektir.
-
Dünya Basını1 hafta önce
Çin’de üretilen güneş panelleri ve bataryalar neden bu kadar ucuz?
-
Amerika2 hafta önce
İki İsrail elçiliği çalışanını öldüren Elias Rodriguez manifesto yazmış
-
Görüş2 hafta önce
Çin-Afrika enerji işbirliği: Kurak bölgelerin temiz enerji vahalarına dönüşümü
-
Ortadoğu2 hafta önce
Robert Ford: Ahmed Şara ile 2023’te İdlib’de görüştüm
-
Görüş2 hafta önce
İspanya’dan Türkiye’ye bakmak
-
Diplomasi1 hafta önce
Lavrov’un ziyareti ve Ermenistan’da son durum: Denge mi, savrulma mı?
-
Görüş1 hafta önce
Rusya ile müzakerelerde aklıselimin galip gelme ihtimali
-
Söyleşi1 hafta önce
Eski AP Türkiye Raportörü Kati Piri Harici’ye konuştu: AB’nin tutarlı bir Türkiye stratejisi yok