Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

İsrail’in New York başkonsolosu: Katar yeniden yapılandırılan bölgede merkezi rol oynayacak

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makalede İsrail Başbakanı Netanyahu’nun 7 Ekim’in sorumluluğunu üzerinden atmak için Katar’ı hedef tahtasına oturtmasının neden yanlış olduğu açıklanıyor. İsrail’in New York başkonsolosu olarak görev yapmış eski diplomat Alon Pinkas’ın kaleme aldığı makalede, böyle bir girişimin sadece yanlış değil aynı zamanda stratejik bir hata olacağı değerlendiriliyor.

Çünkü Pinkas’a göre Katar, benzersiz bir konumda ve yeniden yapılandırılan bölgede merkezi rol oynayacak. Peki bölge nasıl yeniden yapılandırılacak?

Pinkas, bu konuda ABD’nin Gazze Savaşı’nı iki rakip eksenin oluşması ve güçlenmesi için bir katalizör olarak gördüğünü belirtiyor: “Rusya’nın desteği ve akıl hocalığıyla İran, Suriye, Hizbullah, Hamas ve Yemen’deki Husileri kapsayan anarşi, düzensizlik ve terörizm ekseni. Diğer tarafta Amerikalıları, Suudi Arabistan’ı, Birleşik Arap Emirlikleri’ni, Mısır’ı, İsrail’i ve evet Katar’ı kapsayan ‘düzen ekseni’ diyebileceğimiz eksen.”

***

Netanyahu, Katar’ı 7 Ekim Katliamının Sorumlusu Yapmak İstiyor. Ona İzin Vermeyin

Katarlılar Hamas’ı yıllarca finanse etti, liderlerini barındırdı ve siyasi bir güç olarak meşrulaştırdı. Ancak yaptığı her şey İsrail’in tam rızası ve teşvikiyle yapıldı. Şimdi, Katar Ortadoğu siyasetinde bir tür ‘tarafsız devlet (swing state)’ olduğu için, onu eleştirenler yeniden yapılandırılmış bir bölgede kilit bir role sahip olacağını kabul etseler iyi olur

Alon Pinkas

Pek çok İsrailliye ve bazı Amerikalılara sorduğunuzda size öfkeyle tüm bunların Katar’ın suçu olduğunu söyleyeceklerdir. Argüman ne kadar zayıf olursa olsun, son üç aydır İsrail’de en çok konuşulan konu bu oldu: Hamas’ın 7 Ekim’deki alçak ve vahşi terör saldırısındaki mali ve siyasi suç ortaklığı nedeniyle Katar’ı yüksek sesle suçlamak.

Bu eleştirmenler Katar’ın Hamas’ı cömertçe finanse ettiğini, Hamas liderlerini barındırdığını ve grubu siyasi bir güç olarak meşrulaştırdığını söylüyor. Kısacası, hepsi Katar’ın suçu.

Bu doğru olabilir, ancak siyasi bağlamdan tamamen yoksun. Bu haliyle, eleştirileri azaltmak veya saptırmak ve sorumluluğu, başta Başbakan Binyamin Netanyahu olmak üzere, üstlenmesi gerekenlerden uzaklaştırmak için suçu kötü adama yüklemenin tembelce uygun bir yolu.

Birincisi, vahşeti Hamas gerçekleştirdi, Katar değil. İkincisi, Katar İsrail’in talebi üzerine Hamas rejimini ayakta tutmak için Gazze’ye para akıttı. Üçüncüsü, Katar 2018’de ödemeleri durdurup durdurmamayı tartışırken, İsrail Doha’ya üst düzey temsilciler göndererek Katarlılara devam etmeleri için ricada bulundu. Dördüncüsü, Katar İsrailli rehinelerin serbest bırakılması için arabuluculuk yapmak konusunda vazgeçilmez. Bunu zaten yaptı ve yapmaya devam ediyor. Beşinci olarak, savaş sonrası Orta Doğu’nun daha geniş jeopolitik boyutlarında Katar çözümün merkezi bir parçası olabilir ve olmalıdır, kesinlikle sorunun değil.

Hamas’ın finansmanı en ilgili, acı ve rahatsız edici konu gibi görünüyor. Gerçek şu ki, Katar’ın yaptığı her şey İsrail’in tam rızası, teşviki ve kasıtlı bir politikanın parçası olarak yapıldı.

Mossad’ın Harpoon biriminin (Hamas’ın finansmanını incelemek için kurulan ve sonradan dağıtılan ekonomik savaş birimi) eski başkanı Udi Levi, Katar’ın bu işe karışmasının taraftarı değil. Ancak Katarlıların yaptığı her şeyin nasıl İsrail ile koordinasyon içinde yürütüldüğünü ayrıntılı olarak anlatıyor.

New York Times 10 Aralık’ta İsrail’in Katar’ın Hamas’ı finanse etmesini ne ölçüde teşvik ettiğini ortaya koyan uzun bir araştırma makalesi yayınladı. Udi Levy bir hafta sonra aynı gazetede Netanyahu’yu Mossad’ın Katar’ın finansmanıyla ilgili uyarılarını görmezden gelmekle suçladı.

Katar Gazze’ye gizlice yasadışı fon aktarmıyordu. İsrail ne istediyse ve İsrail neye göz yumduysa onu yaptı. Bunu kabul etmek bazıları için rahatsız edici olabilir ama gerçekler bunlar.

İsrail Katar’ı Gazze Şeridi’ne para aktarması için teşvik etti çünkü bu bir politikaya hizmet ediyordu. Kötü bir politika ama yine de bir politika. Bu, Sayın Netanyahu’nun Hamas’ı güçlendirmenin Filistinlilerin siyasetinde bir karşı ağırlık yaratarak Filistin Yönetimini zayıflatacağı ve böylece kendisini herhangi bir diplomatik süreçte Filistinlilerle uğraşmak zorunda kalmaktan muaf tutacağı yönündeki çok aleni, çok tutarlı ve çok hatalı konseptinin bir parçasıydı.

Mart 2019’da Likud parlamento grubuna konuşan Netanyahu, “bir Filistin devletinin kurulmasını engellemek isteyen herkesin Hamas’ı desteklemesi ve Hamas’a para aktarması gerektiğini” söyledi. Bundan bir yıl önce, 2018’de kabinesi Katar’dan Hamas’a para transferini onaylamıştı. Netanyahu’nun şimdi bu politikayı inkâr etmeye ya da yumuşatmaya çalışması, onun manipülatif ve yalancı karakterine yakışan bir davranış. Ancak çok sayıda insan gerçekleri biliyor ve Katar’a yönelik hiçbir saldırı bunu değiştirmeyecek.

Katar’a yönelik bu suçlama Washington’da da yavaş yavaş ortaya çıkıyor ve Körfez suç ortaklığı iddiası sorgulanıyor. Ancak ABD Hava Kuvvetleri Katar’da devasa el Udeid Hava Üssü’nü ve aynı zamanda ABD Merkez Komutanlığı’nın (CENTCOM) ileri karargahını bulunduruyor. Bu, Katar’a daha kapsamlı bir bakış açısına katkıda bulunuyor.

Washington’da, savaş sonrasında Ortadoğu’nun jeopolitik manzarasına ilişkin daha geniş bir perspektifin şekillendirilmesine yönelik- yavaş da olsa- bir süreç var ve bu süreç İsrail tarafından hâlâ inkâr ediliyor. ABD, savaşı iki rakip eksenin oluşması ve güçlenmesi için bir katalizör olarak görüyor: Rusya’nın desteği ve akıl hocalığıyla İran, Suriye, Hizbullah, Hamas ve Yemen’deki Husileri kapsayan anarşi, düzensizlik ve terörizm ekseni. Diğer tarafta Amerikalıları, Suudi Arabistan’ı, Birleşik Arap Emirlikleri’ni, Mısır’ı, İsrail’i ve evet Katar’ı kapsayan ‘düzen ekseni’ diyebileceğimiz eksen.

Katar birçok açıdan bölgesel dış politikası ve ABD, Suudi Arabistan, Hamas ve İsrail ile açık iletişim kanallarıyla benzersiz konumda. Yeniden yapılandırılan bölgede merkezi bir rol oynayacak.

Müslüman Kardeşler hareketiyle olan ilişkileri ve bu hareket üzerindeki etkisi nedeniyle Katar, Ortadoğu siyasetinde bir tür “kararsız devlet” haline geldi. Bu açıdan, Amerikalıların başını çektiği düzen eksenine dahil edilebilir.

Jason Pack, Kasım ayında Foreign Policy’de şöyle yazmıştı: “Bölgesel barışa giden yol Doha’dan geçiyor. Katar sadece Hamas’ın siyasi kanadının ikamet ettiği yer değil, aynı zamanda Hamas’ın kumbarası ve uluslararası finans sistemine giriş noktası. Dolayısıyla sadece Katar Hamas’ı dizginleyebilir, yenilmiş bir Hamas’ın tekrar dirilmemesini garanti edebilir ve Sünni Arap güçlerinin istikrarsızlaştırıcı Rus ve İran vekillerine karşı birleşmesini sağlayabilir.”

Aynı zamanda “Rant İslamcılığı: Müslüman Kardeşler’in Körfez Monarşilerindeki Etkisi” kitanının yazarı Courtney Freer’dan da alıntı yapıyor: ‘Katar liderliğinin, [devlet dışı İslamcı] gruplarla bağlarını sürdürme arzusu mutlaka onları desteklemek için değil, aynı zamanda arabuluculuğu kolaylaştırmanın bir yolu olarak nüfuzunu güçlendirmek istemesinden de kaynaklanıyor.”

Bu Katar’ın elinde tutmak ve genişletmek isteyeceği bir rol. Ancak eleştirmenler Doha’nın Hamas’ı ayakta tutmak gibi bir çıkarı ya da ideolojik bir eğilimi olduğunu iddia ediyor. Bu hiç mantıklı değil.

Bu, 7 Ekim’de ve sonrasında yaşananlar göz önüne alındığında, tamamen yanlış yönlendirilmiş, art niyetli bir eleştiri ve asıl amacı sorumluluğu Sayın Netanyahu’dan uzaklaştırmak. Aslında bu, Katar’ın dış politikasına ve arabulucu ve yumuşatıcı olma imajına da aykırı. Hamas 7 Ekim’de Katar’ın konumunu tehlikeye atmış ve prestijini zedelemişken, Gazze’ye katliam ve yıkımdan başka bir şey getirmeyen bir terör örgütünü yeniden canlandırmakta Katarlıların ne çıkarı olabilir ki?

Savaş sonrası Gazze’nin bir kondominyum (paylaşılan geçici egemenlik), uluslararası mütevelli heyeti veya sınırlı uluslararası güce sahip olması konusunda Katar’ın Suudiler, BAE, Mısır ve Filistin Yönetimi ile birlikte öne çıkması gerekecek. Daha geniş jeopolitik haritaya gelince, 7 Ekim’den önce tartışılan ABD-Suudi-İsrail üçlü anlaşması şimdi daha aciliyet kazanmış olabilir. Ancak bu anlaşma Katar’ı da içerebilir ve içermeli.

Katar 1996’da İsrail ile diplomatik ilişki kuran ilk Körfez ülkesi oldu (İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Dökme Kurşun Operasyonu nedeniyle 2009’da ilişki koptu). Ağustos 2023’te Katar Başbakanı Muhammed bin Abdurrahman es-Sani, “İsrail’le savaşımız yok, İsraillilerin Filistinliler üzerinde bir işgali var” dedi. İsrail’in Katar’a yönelik saldırılarını azaltması akıllıca olacaktır, tıpkı bazı Kongre üyelerinin yapması gerektiği gibi. Stratejik hususlar çok daha önemli.

DÜNYA BASINI

WSJ: İsrail Refah’a saldırsa da Hamas, Gazze’de varlığını sürdürecek

Yayınlanma

İsrail, Hamas’ın son kalesi olarak ilan ettiği Refah’a uluslararası baskılara rağmen geniş çaplı saldırıya hazırlanırken diğer yandan Hamas’tan temizlediğini ilan ettiği Gazze’nin diğer bölgelerinde Hamas saldırılarıyla boğuşuyor. Dün Cibaliya Mülteci Kampı’nda İsrail’e göre 5, Hamas’a göre 12 İsrail askeri öldürüldü. Temizlendiği iddia edilen bölgelerde Hamas’ın yeniden “dirilmesi” İsrail içinde siyasi bölünmelere de yol açıyor.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber, güncel gelişmeler ışığında Netanyahu’nun “Hamas’ı ortadan kaldırma” hedefinin neden mümkün olmadığına odaklanıyor:

***

WSJ: Hamas’ın gerilla taktiklerine geçişi İsrail için sonsuz savaş tehlikesini artırıyor

İslamcı militan grup, vur-kaç taktiklerini ve daha küçük savaşçı gruplarını kullanarak ‘yıllarca olmasa bile aylarca’ savaşabileceğini gösteriyor.

Jared Malsin ve Summer Said

Savaşın üzerinden yedi ay geçmesine rağmen Hamas yenilmekten çok uzak ve bu durum İsrail’de sonsuza dek sürecek bir savaşa girdiği korkusunu körüklüyor.

ABD tarafından terörist ilan edilen grup, tünel ağını, küçük savaşçı hücrelerini ve geniş toplumsal etkisini sadece hayatta kalmak için değil, İsrail güçlerini taciz etmek için de kullanıyor. Cibaliya’da savaşan 98. komando tümeninden bir İsrailli yedek asker, Hamas’ın daha agresif saldırdığını, evlerde barınan askerlere ve İsrail askeri araçlarına her gün daha fazla tanksavar füzesi ateşlediğini söyledi.

Hamas’ın dayanıklılığı, Filistinli İslamcı grubun tamamen yok edilmesinin temel savaş hedeflerinden biri olduğunu söyleyen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için stratejik bir sorun teşkil ediyor. İsrail’in Hamas’ın yerini almak için inandırıcı bir planı olmadığı ve ordunun elde ettiği kazanımların azalacağı endişesi güvenlik kurumları da dahil İsrail içinde giderek artıyor.

Görgü tanıklarına göre İsrail ordusu, Hamas’ın son kalesi olarak ilan ettiği Refah’a tank ve asker sevk ederken Hamas da Gazze’nin kuzeyindeki İsrail güçlerine bir dizi vur-kaç saldırısı düzenledi. İsrail salı günü yaptığı açıklamada, düzinelerce militanla girdiği çatışmalarda destek için tank birlikleri çağırdığını ve Gazze’nin merkezinde Hamas’ın savaş odası olarak adlandırdığı bir yer de dahil 100’den fazla hedefi havadan vurduğunu söylerken, nispeten sessiz olan bölgeler savaş alanına dönüştü.

Bir çatışma çözümü kuruluşu olan International Crisis Group’un Orta Doğu ve Kuzey Afrika programı başkanı Joost Hiltermann “Hamas Gazze’nin her yerinde. Hamas yenilmiş olmaktan çok uzak” dedi.

Bunun sonucu olarak İsrail de Netanyahu’nun tam zafer hedefine ulaşmaktan uzak görünüyor. Mevcut ve eski İsrailli askeri yetkililere ve ABD istihbarat tahminlerine göre, İsrail Refah’a geniş çaplı bir saldırı düzenlese de düzenlemese de Hamas’ın hayatta kalması ve Gazze’nin diğer bölgelerinde varlığını sürdürmesi muhtemel.

Netanyahu pazartesi günü yaptığı açıklamada Hamas’ın 7 Ekim saldırısına atıfta bulunarak, “Hamas terör rejiminin çöküşünü sağlayana kadar durmayacağız. Saldırıyı düzenleyenlerden sonuncusuna kadar intikam alacağız” dedi.

İsrail başbakanlık ofisi Hamas’ın Gazze’de yeniden ortaya çıkışıyla ilgili yorum yapmayı reddetti.

İsrailli yetkililere göre çoğu sivil bin 200 kişinin ölümüne yol açan 7 Ekim saldırılarının emrini veren Hamas’ın Gazze’deki en üst düzey lideri Yahya Sinvar’ın, örgütün Gazze’nin altındaki tünellerinde saklanarak İsrail saldırısından kurtulmayı başarması da zorlukları artırıyor. Tünel ağının beklenenden daha geniş olduğu ortaya çıktı ve daha önce deniz suyuyla doldurmayı denedikten sonra patlayıcı kullanarak tünelleri temizlemeye çalışan İsrail ordusu için özel bir zorluk olarak önünde duruyor.

Grubun uzun vadede savaştan sağ çıkabileceğine olan inancını yansıtan Sinvar, ateşkes görüşmelerindeki arabuluculara Hamas’ın Refah’ta savaşa hazır olduğu ve Netanyahu’nun Hamas’ı dağıtabileceğine olan inancının saflık olduğu mesajını iletti.

Bir Arap müzakereci Sinvar için “O her zaman Hamas’ın hâlâ komutada olduğunu ve savaş alanını terk etmediklerini ve aylarca, hatta yıllarca devam edebileceklerini göstermek istedi” dedi.

Hamas tünellerini, savaşçılarını ve silah stoklarını kullanarak 2006’da parlamento seçimlerini kazanıp 2007’de askeri olarak yönetimi ele geçirdiğinden beri Gazze Şeridi’nin hükümeti olarak hareket eden bir gruptan gerilla savaş gücüne dönüştü.

Bu değişim kısmen grubun 1980’lerdeki ilk Filistin intifadası ya da ayaklanması sırasında Batı Şeria ve Gazze’deki İsrail askeri işgaline karşı muhalefeti örgütleyen bir grup olarak köklerine dönüşünü yansıtıyor. Gazze’deki güvenlik analistleri ve tanıklara göre, mevcut savaşta bu, vur-kaç taktikleri kullanmak ve daha küçük savaşçı grupları halinde faaliyet göstermek anlamına geliyor.

Grup savaşma konusunda isteksiz olduğuna dair hiçbir işaret göstermedi. İsrail ateşkes görüşmelerinin son turunda, ilerleme kaydedilmemesi halinde, Hamas’a taleplerini yumuşatması için baskı yapmak amacıyla bir milyondan fazla yerinden edilmiş Filistinlinin barındığı Refah’a gireceği uyarısında bulundu. Hamas yetkilileri, müzakerecilere ateşkese varmak için yeterince esneklik gösterdiklerini ve Netanyahu’nun Refah’ı işgal etme tehditlerine göz yummayacaklarını söyledi.

Üst düzey Hamas yetkilisi Musa Ebu Marzuk, 6 Mayıs’ta Dubai merkezli MBC kanalına verdiği mülakatta “İsrail Refah’a saldırmakla tehdit ediyor ve operasyonlarını orada bitirmeleri gerektiğini söylüyor. Sizi kim durduruyor? Devam edin, saldırınızı gerçekleştirin ve işinizi bitirin” dedi.

Arap müzakereci, ateşkes görüşmelerinin kilit anlarında Sinvar’ın bazen ateş açmayı tercih ettiğini söyledi. Son görüşmeler, Hamas’ın insani yardım için önemli bir sınır kapısına saldırarak dört İsrail askerini öldürmesiyle sekteye uğradı.

Filistinli yetkililere göre savaşın başlamasından bu yana Gazze’de çoğu sivil 35 binden fazla kişi öldürüldü. Bu sayı Hamas savaşçıları ve siviller arasında ayrım yapmıyor.

İsrail geçen yıl Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarına karşılık kuzey Gazze’yi işgal ettiğinde, İsrailli askeri yetkililer kendilerine kuzey Gazze’den başlayarak şeridin bazı bölgelerini Hamas militanlarından temizleme talimatı verildiğini, ancak İsrail güçleri çekildikten sonra bu bölgelerin kontrolünü kimin alacağına dair bir plan yapılmadığını söyledi. İsrail bu yılın başlarında Gazze’nin orta ve güney kesimlerindeki operasyonlara ağırlık verdiğinden güçlerinin büyük bir kısmını kuzey Gazze’den çekmiş ve Hamas’ın yeniden nüfuz kazanması için bir açık kapı bırakmıştı.

Bazı İsrailli güvenlik yetkilileri ve analistler Netanyahu hükümetini Hamas’ın yerini alacak bir otorite için plan yapmamakla suçladı. Diğerleri ise Hamas’ın İsrail ordusuyla işbirliği yapan herkese saldırmakla tehdit ettiği savaşın ortasında alternatif bir Filistin hükümeti kurmanın mümkün olup olmadığını sorguladı.

İsrail askeri sözcüsü Daniel Hagari salı günü yaptığı açıklamada “Hamas’ın yerini neyin alacağına gelince, Hamas’a alternatif bir yönetimin Hamas üzerinde baskı yaratacağına şüphe yok, ancak bu siyasi kademenin yanıtlayacağı bir soru” dedi.

Cibaliya, İsrail’in son günlerde Hamas savaşçılarından temizlemek üzere kuvvet gönderdiği bölgelerden biriydi. İsrail ordusu daha önce de Gazze’nin kuzeyinde örgütün komuta yapılarını çökerttiğini açıklamıştı.

ABD’li yetkililer, İsrail ordusunun kuzeye dönme ihtiyacından endişe duyduklarını belirterek, Biden yönetiminin uzun süredir savaş sonrası bir yönetim planı istediğini kaydetti. ABD’li bir savunma yetkilisi, çatışmaların yeniden başlamasının ordunun orada yaşayan Filistinliler için yeterince çaba göstermediğini ve Hamas ile diğer militanlara geri dönmeleri için alan açtığını gösterdiğini söyledi.

Netanyahu Gazze’de Batı Şeria merkezli Filistin Yönetimi ile çalışmayı reddediyor ve yönetimi Filistinli militan grupları desteklemekle suçluyor.

Hamas ise Gazze’nin bazı bölgelerinde fiili yönetim rolünden vazgeçmiş değil ve militanlarını üniformasız gönderiyor. İsrailli yetkililer Hamas’ın, Hamas liderliğindeki içişleri bakanlığının kontrolü altındaki polis ve sivil savunma organları aracılığıyla nüfuzunu yeniden güçlendirdiğini düşünüyor. Grup aynı zamanda toplumsal bir hareket olarak da varlığını sürdürüyor.

İsrail askeri istihbaratının eski başkanlarından Tümgeneral Tamir Hayman, “Terör faaliyetlerini azaltsanız bile toplumsal yapılar, İslami kardeşlik duygusu, ideolojik ve dini unsurlar hâlâ var. Bu kökten kazınabilecek bir şey değil” dedi.

-Bu makaleye Anat Peled, Fatima AbdulKarim ve Nancy A. Youssef katkıda bulundu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Riyad, mega projelerinin ölçeğini küçültüyor

Yayınlanma

Suudi Arabistan maliyetlerinin 1 trilyon doları aşacağı tahmin edilen mega projelerini finansman sıkıntısı nedeniyle yeniden gözden geçiyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Riyad’ın Vizyon 2030 kapsamındaki dünyanın en büyük petrol üretici için bile iddialı olan projelerin son durumuna odaklanıyor:  

***

Suudi Arabistan amiral gemisi projelerinin maliyeti konusunda zorlu seçimlerle boğuşuyor

Riyad önceliklerini ve sayısız yatırımını en iyi şekilde nasıl finanse edeceğini yeniden gözden geçirirken The Line projesi küçüldü.

Ahmed Al Omran

Muhammed bin Selman 2017’de, Suudi Arabistan’ı, beraberindeki gösterişten yararlanmak isteyen finansçılar ve şirketler için bir mıknatıs haline getiren kapsamlı ekonomik çeşitlendirme planını “Sınır gökyüzüdür” diyerek ilan etti.

Ancak Veliaht Prens’in planları, iddialı Vizyon 2030 programı orta noktasına ulaşmasıyla birlikte, yerel projeler ve küresel finans yoluyla dalgalanabilecek dış harcamalar üzerindeki yansımalarıyla birlikte bir gerçeklik kontrolüyle karşı karşıya.

Doğrudan yabancı yatırımların beklentilerin altında kalması ve küresel faiz oranlarının hala yüksek olması nedeniyle, krallığın liderleri önceliklerini ve sayısız yatırımlarını en iyi nasıl finanse edeceklerini yeniden gözden geçiriyor.

Planlar hakkında bilgi sahibi kişiler, The Line adı verilen bir “yatay şehir” planını da içeren fütüristik bir bölge olan Neom’daki inşaatın açıklanandan daha küçük olacağını, Riyad’ın nüfusunu 15 milyona çıkarma hedefinin ise 10 milyona düşürüldüğünü söyledi.

The Line’ın 170 km boyunca uzanması ve sonunda 1,5 milyon kişiye ev sahipliği yapması planlanıyordu, ancak proje yetkilileri kısa süre önce ziyaretçilere, “ilk modüle” öncelik verdiklerini ve bu modülün çok daha kısa olacağını ve bu sayının çok azını barındıracağını söyledi.

Planın arkasındaki devlet varlık fonu olan Kamu Yatırım Fonu’nun düşünce tarzına aşina bir kişi, Prens Muhammed’in hangi projelerin ilerlemesi gerektiği ve hangilerinin bekleyebileceği konusunda “bazı zorlu konuşmalar yapmaya hazır olabileceğini” söyledi.

IMF’nin Suudi Arabistan misyonu başkanı Amine Mati, “Yetkililerin bunun bilincinde olduğunu düşünüyorum,” dedi: “Bazı harcamaların ertelenmesinin gerekip gerekmediğini değerlendirmek için yeniden ayarlama yapıyorlar.”

IMF’nin bu yıl %2,6 olarak tahmin ettiği GSYH’nin 2025’te %6’ya yükseleceği öngörüsüyle ülke ekonomisi hala iyi performans gösteriyor. Hükümet, ekonomik reformların performansını değerlendirirken kilit bir gösterge olarak gördüğü petrol dışı büyümenin orta vadede yüzde 5’in üzerinde olmasını bekliyor.

Geçen ay Riyad’da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu etkinliğinde konuşan Suudi Arabistan yetkilileri de iyimser olmaya çalışırken finansman konusunda “zorluklar” olduğunu ve yerel bankaların likiditesinde sıkışma yaşandığını kabul ettiler.

Maliye Bakanı Mohammed el-Jadaan etkinlikte “Egomuz yok” dedi: “Rotayı değiştireceğiz, ayarlamalar yapacağız, bazı projeleri uzatacağız, bazı projelerin ölçeğini küçülteceğiz, bazı projeleri hızlandıracağız.”

Yetkililer hangi projelerin Jadaan’ın listelediği farklı kategorilere yerleştirileceğini söylemedi, ancak bu tür bir karar, borçlanma limitlerinden İsrail’in Gazze’deki savaşını sona erdirmek ve bölgesel istikrarı sağlamak için diplomatik çabaların bir parçası olarak dış yardım için ne kadar harcayabileceklerine kadar kritik seçimler üzerinde etkili olacak.

Ekonomiyi çeşitlendirmek ve madencilik, turizm ve eğlence gibi yeni sektörlerin kilidini açmak için üstlenilen farklı projeler arasında, Neom muhtemelen Prens Muhammed ile en yakından ilişkili ve en iddialı olanı.

Neom, The Line ve Sindalah tatil adası için mevcut planlara ek olarak Ekim ayından bu yana Akabe Körfezi’nde bir düzine farklı proje açıkladı. Özel bölge başlangıçta 500 milyar dolarlık bir proje olarak lanse edilmişti, ancak bankacılar ve analistler maliyetlerin çok daha yüksek olacağını söylüyor.

Neom’un nihai olarak ne getireceği konusunda uzun zamandır kuşkular vardı ve birçok analist planların her zaman aşırı iddialı olduğuna inanıyordu. Dünyanın en büyük petrol ihracatçısı olsa bile Suudi Arabistan’ın son yıllarda açıkladığı ve maliyetlerinin 1 trilyon doları aşacağı tahmin edilen tüm projeleri nasıl finanse edeceğine dair sorular vardı.

Suudi Varlık Fonu, Prens Muhammed’in hırsları için ana araç haline geldi. Yönetiminde 925 milyar dolarlık varlık bulunan fonun diğer girişimleri arasında küp şeklinde bir gayrimenkul geliştirme ve başkent Riyad’da bu ay açılışı yapılan bölgenin en büyük su parkını da içeren bir eğlence kompleksi yer alıyor.

Varlık Fonu büyük ölçüde hükümetin nakit transferleri, borçlar, portföy şirketlerinden elde edilen gelirler ve özelleştirmelerle finanse ediliyor. Saudi Aramco’nun özelleştirilmesinin ana alıcısı oldu ve o zamandan beri devlet petrol şirketinin hisselerinin yüzde 12’sini devraldı. Bankacılar Saudi Aramco’nun bir başka hisse satışının Varlık Fonu’nun kasasını desteklemek için kullanılabileceğini düşünüyor.

Suudi Arabistan yakın zamanda önemli yatırımlar gerektirecek birkaç büyük etkinliğe ev sahipliği yapma hakkı kazandı.

Krallık 2024 Asya Futbol Kupası ve Expo 2030’a ev sahipliği yapacak ve 2034 FİFA Dünya Kupası için tek teklif veren ülke oldu. Ayrıca 2029 Asya Kış Oyunları’na ev sahipliği yapmak için bir kayak merkezinin parçası olarak tatlı su gölü geliştirmek üzere İtalyan WeBuild ile 4.7 milyar dolarlık bir sözleşme imzalandı.

Uluslararası bir bankacı “Her şey için yeterli para yok” dedi: “Yatırılan para ile bu yatırımlardan elde edilen getiriler arasında bir boşluk olacak. Bu da soru işaretleri ve şüpheler yaratacak ve şimdiden bazı yatırımları küçültmeye başladılar.”

Açıkça, planların küçültülmesi ilgili her türlü konuşma, krallığın itibarının ve bu tür büyük girişimleri başarma yeteneğinin zedeleneceği korkusuyla hızla reddediliyor

The Line’ın ölçeğinin daraltıldığı iddiası sorulan Ekonomi Bakanı Faysal Ali İbrahim, “Tüm projeler tam gaz ilerliyor. Daha önce benzeri görülmemiş bir şey yapmak için yola çıktık ve yine benzeri görülmemiş bir şey yapıyoruz” dedi.

Suudi Arabistan’ın Dünya Ticaret Örgütü’ne katılma çabalarına öncülük eden eski bir hükümet yetkilisi olan Fawaz Alamy’e göre ülkenin agresif bir şekilde iddialı hedefler peşinde koşması, liderliğin ekonomiyi çeşitlendirme hedeflerinde geride kalındığı ve kaybedilen zamanın telafi edilmesi gerektiği yönündeki telaşından kaynaklanıyor.

Alamy, “Petrol sonsuza dek var olmayacak. Dikkatli olmak [ve] çeşitlendirmek zorundasınız” dedi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

The Economist: Liberal uluslararası düzen yavaş yavaş dağılıyor

Yayınlanma

Dünyanın önemli finans dergilerinden The Economist’te çıkan bir makale, küresel ekonomideki karamsar geleceğin ‘dünya düzenini’ de bozacağını yazıyor.

İlk bakışta dünya ekonomisinin ‘güven verici bir şekilde dirençli göründüğünü’ söyleyen dergi, “Amerika, Çin ile ticaret savaşı tırmanırken bile büyümeye devam etti. Almanya, Rus doğalgazının kesilmesine ekonomik bir felaket yaşamadan dayandı. Ortadoğu’daki savaş petrol şoku getirmedi. Füze atan Husi isyancılar küresel mal akışına neredeyse hiç dokunmadı. Küresel GSYİH’nin bir payı olarak ticaret, pandemiden sonra toparlandı ve bu yıl sağlıklı bir şekilde büyümesi bekleniyor,” diyerek önce bardağın dolu tarafına dikkat çekiyor.

Bununla birlikte, The Economist, daha derine bakıldığında ‘kırılganlık’ görüldüğünü kaydediyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel ekonomiyi yöneten düzenin yıllardır aşındığına işaret eden dergi, bu düzenin bugün çöküşe çok yakın olduğunu ileri sürüyor.

Var olan gerginlikler hiçbir zaman çatışma noktasına gelmese bile, ‘normlardaki bir bozulmanın’ ekonomi üzerindeki etkisinin ‘hızlı ve acımasız’ olabileceğini savunuyor.

Daha derin ve kaotik çöküşler mümkün

Eski düzenin dağılmasının her yerde görülebildiğini öne süren The Economist, iktisadi yaptırımların 1990’larda olduğundan dört kat daha fazla kullanıldığını; artık bir sübvansiyon savaşının sürdüğünü ve her ne kadar dolar baskınlığını korusa ve gelişmekte olan ekonomiler daha dirençli olsa da, küresel sermaye akışlarının parçalanmaya başladığını vurguluyor.

‘Eski sistemi koruyan’ kurumların ya çoktan feshedildiğine ya da güvenilirliklerini hızla kaybettiğine işaret eden dergi, Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Para Fonu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu, Uluslararası Adalet Divanı gibi kurumların içine girdiği çıkmazların altını çiziyor.

“Ne yazık ki tarih daha derin, daha kaotik çöküşlerin mümkün olduğunu ve düşüş başladığında aniden vurabileceğini gösteriyor,” diye yazan The Economist, I. Dünya Savaşı’nın, o dönemde pek çok kişinin sonsuza kadar süreceğini varsaydığı ‘küreselleşmenin altın çağını’ sona erdirdiğini hatırlatıyor.

The Economist, 1930’ların başında, Büyük Buhran’ın ve Smoot-Hawley tarifelerinin(*) başlamasının ardından, Amerika’nın ithalatının sadece iki yıl içinde %40 oranında azaldığını vurguluyor ve Ağustos 1971’de Richard Nixon’ın doların altına çevrilebilirliğini askıya almasından sadece 19 ay sonra sabit döviz kurlarından oluşan Bretton Woods sisteminin çöktüğünü yazıyor.

“Dünya işleri, haydutluğu ve şiddeti destekleyen doğal anarşi durumuna sürüklenecek”

“Bugün de benzer bir kopuş hayal edilebilir gibi görünüyor,” diyen dergi, Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönmesinin, kurumların ve normların erozyonunu devam ettireceğini öne sürüyor.

Dergi, şu senaryoların çöküşü hızlandırabileceğini yazıyor: İkinci bir ucuz Çin ithalatı dalgası korkusu; Tayvan konusunda ABD ve Çin arasında ya da Batı ve Rusya arasında çıkacak açık bir savaş.

Bugün, küreselleşmeye yönelik eleştirilerin ‘moda olduğunu’ fakat ‘liberal kapitalizmin zirve noktası olan 1990’lar ve 2000’lerdeki başarıların tarihte eşi benzeri bulunmadığını’ savunan The Economist, “Son araştırmalar, günümüz liderlerinin değiştirmeyi umdukları ‘Washington Uzlaşması’ döneminin, yoksul ülkelerin zengin dünya ile aralarındaki farkı kapatarak büyümeyi yakalamaya başladıkları bir dönem olduğunu göstermektedir,” diye yazıyor.

Sistem bir kez bozulduğunda, yerine yeni kuralların konmasının pek olası olmadığını düşünen dergi, “Bunun yerine dünya işleri, haydutluğu ve şiddeti destekleyen doğal anarşi durumuna sürüklenecektir,” iddiasında bulunuyor.

The Economist’teki makale şöyle sona eriyor:

1. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan sistemin Amerika’nın enternasyonalist ilkeleri ile stratejik çıkarları arasında bir evlilik sağladığı doğrudur. Fakat liberal düzen, dünyanın geri kalanına da büyük faydalar sağlamıştır. Dünyadaki yoksulların çoğu, IMF’nin COVID-19 salgınını takip eden devlet borçları krizini çözememesinin acısını çekmeye başladı bile. Hindistan ve Endonezya gibi zenginliğe giden yolda ticaret yapmayı uman orta gelirli ülkeler, eski düzenin parçalanmışlığının yarattığı fırsatlardan yararlanıyor, fakat sonuçta küresel ekonominin entegre ve öngörülebilir kalmasına güvenecekler. Gelişmiş dünyanın büyük bir kısmının, özellikle de Birleşik Krallık ve Güney Kore gibi küçük, açık ekonomilerin refahı tamamen ticarete bağlıdır. Amerika’daki güçlü büyüme ile desteklenen dünya ekonomisi, üzerine fırlatılan her şeyi göğüsleyebilirmiş gibi görünebilir. Ama göğüsleyemez.


(*) Smoot-Hawley tarifeleri: Smoot-Hawley Yasası, ABD’li çiftçileri ve diğer endüstrileri yabancı rakiplerden korumak için oluşturuldu. Yasa, ABD’ye yapılan yabancı ithalat üzerindeki gümrük vergilerini yaklaşık %20 oranında artırdı. (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English