Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

İsrail’in New York başkonsolosu: Katar yeniden yapılandırılan bölgede merkezi rol oynayacak

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makalede İsrail Başbakanı Netanyahu’nun 7 Ekim’in sorumluluğunu üzerinden atmak için Katar’ı hedef tahtasına oturtmasının neden yanlış olduğu açıklanıyor. İsrail’in New York başkonsolosu olarak görev yapmış eski diplomat Alon Pinkas’ın kaleme aldığı makalede, böyle bir girişimin sadece yanlış değil aynı zamanda stratejik bir hata olacağı değerlendiriliyor.

Çünkü Pinkas’a göre Katar, benzersiz bir konumda ve yeniden yapılandırılan bölgede merkezi rol oynayacak. Peki bölge nasıl yeniden yapılandırılacak?

Pinkas, bu konuda ABD’nin Gazze Savaşı’nı iki rakip eksenin oluşması ve güçlenmesi için bir katalizör olarak gördüğünü belirtiyor: “Rusya’nın desteği ve akıl hocalığıyla İran, Suriye, Hizbullah, Hamas ve Yemen’deki Husileri kapsayan anarşi, düzensizlik ve terörizm ekseni. Diğer tarafta Amerikalıları, Suudi Arabistan’ı, Birleşik Arap Emirlikleri’ni, Mısır’ı, İsrail’i ve evet Katar’ı kapsayan ‘düzen ekseni’ diyebileceğimiz eksen.”

***

Netanyahu, Katar’ı 7 Ekim Katliamının Sorumlusu Yapmak İstiyor. Ona İzin Vermeyin

Katarlılar Hamas’ı yıllarca finanse etti, liderlerini barındırdı ve siyasi bir güç olarak meşrulaştırdı. Ancak yaptığı her şey İsrail’in tam rızası ve teşvikiyle yapıldı. Şimdi, Katar Ortadoğu siyasetinde bir tür ‘tarafsız devlet (swing state)’ olduğu için, onu eleştirenler yeniden yapılandırılmış bir bölgede kilit bir role sahip olacağını kabul etseler iyi olur

Alon Pinkas

Pek çok İsrailliye ve bazı Amerikalılara sorduğunuzda size öfkeyle tüm bunların Katar’ın suçu olduğunu söyleyeceklerdir. Argüman ne kadar zayıf olursa olsun, son üç aydır İsrail’de en çok konuşulan konu bu oldu: Hamas’ın 7 Ekim’deki alçak ve vahşi terör saldırısındaki mali ve siyasi suç ortaklığı nedeniyle Katar’ı yüksek sesle suçlamak.

Bu eleştirmenler Katar’ın Hamas’ı cömertçe finanse ettiğini, Hamas liderlerini barındırdığını ve grubu siyasi bir güç olarak meşrulaştırdığını söylüyor. Kısacası, hepsi Katar’ın suçu.

Bu doğru olabilir, ancak siyasi bağlamdan tamamen yoksun. Bu haliyle, eleştirileri azaltmak veya saptırmak ve sorumluluğu, başta Başbakan Binyamin Netanyahu olmak üzere, üstlenmesi gerekenlerden uzaklaştırmak için suçu kötü adama yüklemenin tembelce uygun bir yolu.

Birincisi, vahşeti Hamas gerçekleştirdi, Katar değil. İkincisi, Katar İsrail’in talebi üzerine Hamas rejimini ayakta tutmak için Gazze’ye para akıttı. Üçüncüsü, Katar 2018’de ödemeleri durdurup durdurmamayı tartışırken, İsrail Doha’ya üst düzey temsilciler göndererek Katarlılara devam etmeleri için ricada bulundu. Dördüncüsü, Katar İsrailli rehinelerin serbest bırakılması için arabuluculuk yapmak konusunda vazgeçilmez. Bunu zaten yaptı ve yapmaya devam ediyor. Beşinci olarak, savaş sonrası Orta Doğu’nun daha geniş jeopolitik boyutlarında Katar çözümün merkezi bir parçası olabilir ve olmalıdır, kesinlikle sorunun değil.

Hamas’ın finansmanı en ilgili, acı ve rahatsız edici konu gibi görünüyor. Gerçek şu ki, Katar’ın yaptığı her şey İsrail’in tam rızası, teşviki ve kasıtlı bir politikanın parçası olarak yapıldı.

Mossad’ın Harpoon biriminin (Hamas’ın finansmanını incelemek için kurulan ve sonradan dağıtılan ekonomik savaş birimi) eski başkanı Udi Levi, Katar’ın bu işe karışmasının taraftarı değil. Ancak Katarlıların yaptığı her şeyin nasıl İsrail ile koordinasyon içinde yürütüldüğünü ayrıntılı olarak anlatıyor.

New York Times 10 Aralık’ta İsrail’in Katar’ın Hamas’ı finanse etmesini ne ölçüde teşvik ettiğini ortaya koyan uzun bir araştırma makalesi yayınladı. Udi Levy bir hafta sonra aynı gazetede Netanyahu’yu Mossad’ın Katar’ın finansmanıyla ilgili uyarılarını görmezden gelmekle suçladı.

Katar Gazze’ye gizlice yasadışı fon aktarmıyordu. İsrail ne istediyse ve İsrail neye göz yumduysa onu yaptı. Bunu kabul etmek bazıları için rahatsız edici olabilir ama gerçekler bunlar.

İsrail Katar’ı Gazze Şeridi’ne para aktarması için teşvik etti çünkü bu bir politikaya hizmet ediyordu. Kötü bir politika ama yine de bir politika. Bu, Sayın Netanyahu’nun Hamas’ı güçlendirmenin Filistinlilerin siyasetinde bir karşı ağırlık yaratarak Filistin Yönetimini zayıflatacağı ve böylece kendisini herhangi bir diplomatik süreçte Filistinlilerle uğraşmak zorunda kalmaktan muaf tutacağı yönündeki çok aleni, çok tutarlı ve çok hatalı konseptinin bir parçasıydı.

Mart 2019’da Likud parlamento grubuna konuşan Netanyahu, “bir Filistin devletinin kurulmasını engellemek isteyen herkesin Hamas’ı desteklemesi ve Hamas’a para aktarması gerektiğini” söyledi. Bundan bir yıl önce, 2018’de kabinesi Katar’dan Hamas’a para transferini onaylamıştı. Netanyahu’nun şimdi bu politikayı inkâr etmeye ya da yumuşatmaya çalışması, onun manipülatif ve yalancı karakterine yakışan bir davranış. Ancak çok sayıda insan gerçekleri biliyor ve Katar’a yönelik hiçbir saldırı bunu değiştirmeyecek.

Katar’a yönelik bu suçlama Washington’da da yavaş yavaş ortaya çıkıyor ve Körfez suç ortaklığı iddiası sorgulanıyor. Ancak ABD Hava Kuvvetleri Katar’da devasa el Udeid Hava Üssü’nü ve aynı zamanda ABD Merkez Komutanlığı’nın (CENTCOM) ileri karargahını bulunduruyor. Bu, Katar’a daha kapsamlı bir bakış açısına katkıda bulunuyor.

Washington’da, savaş sonrasında Ortadoğu’nun jeopolitik manzarasına ilişkin daha geniş bir perspektifin şekillendirilmesine yönelik- yavaş da olsa- bir süreç var ve bu süreç İsrail tarafından hâlâ inkâr ediliyor. ABD, savaşı iki rakip eksenin oluşması ve güçlenmesi için bir katalizör olarak görüyor: Rusya’nın desteği ve akıl hocalığıyla İran, Suriye, Hizbullah, Hamas ve Yemen’deki Husileri kapsayan anarşi, düzensizlik ve terörizm ekseni. Diğer tarafta Amerikalıları, Suudi Arabistan’ı, Birleşik Arap Emirlikleri’ni, Mısır’ı, İsrail’i ve evet Katar’ı kapsayan ‘düzen ekseni’ diyebileceğimiz eksen.

Katar birçok açıdan bölgesel dış politikası ve ABD, Suudi Arabistan, Hamas ve İsrail ile açık iletişim kanallarıyla benzersiz konumda. Yeniden yapılandırılan bölgede merkezi bir rol oynayacak.

Müslüman Kardeşler hareketiyle olan ilişkileri ve bu hareket üzerindeki etkisi nedeniyle Katar, Ortadoğu siyasetinde bir tür “kararsız devlet” haline geldi. Bu açıdan, Amerikalıların başını çektiği düzen eksenine dahil edilebilir.

Jason Pack, Kasım ayında Foreign Policy’de şöyle yazmıştı: “Bölgesel barışa giden yol Doha’dan geçiyor. Katar sadece Hamas’ın siyasi kanadının ikamet ettiği yer değil, aynı zamanda Hamas’ın kumbarası ve uluslararası finans sistemine giriş noktası. Dolayısıyla sadece Katar Hamas’ı dizginleyebilir, yenilmiş bir Hamas’ın tekrar dirilmemesini garanti edebilir ve Sünni Arap güçlerinin istikrarsızlaştırıcı Rus ve İran vekillerine karşı birleşmesini sağlayabilir.”

Aynı zamanda “Rant İslamcılığı: Müslüman Kardeşler’in Körfez Monarşilerindeki Etkisi” kitanının yazarı Courtney Freer’dan da alıntı yapıyor: ‘Katar liderliğinin, [devlet dışı İslamcı] gruplarla bağlarını sürdürme arzusu mutlaka onları desteklemek için değil, aynı zamanda arabuluculuğu kolaylaştırmanın bir yolu olarak nüfuzunu güçlendirmek istemesinden de kaynaklanıyor.”

Bu Katar’ın elinde tutmak ve genişletmek isteyeceği bir rol. Ancak eleştirmenler Doha’nın Hamas’ı ayakta tutmak gibi bir çıkarı ya da ideolojik bir eğilimi olduğunu iddia ediyor. Bu hiç mantıklı değil.

Bu, 7 Ekim’de ve sonrasında yaşananlar göz önüne alındığında, tamamen yanlış yönlendirilmiş, art niyetli bir eleştiri ve asıl amacı sorumluluğu Sayın Netanyahu’dan uzaklaştırmak. Aslında bu, Katar’ın dış politikasına ve arabulucu ve yumuşatıcı olma imajına da aykırı. Hamas 7 Ekim’de Katar’ın konumunu tehlikeye atmış ve prestijini zedelemişken, Gazze’ye katliam ve yıkımdan başka bir şey getirmeyen bir terör örgütünü yeniden canlandırmakta Katarlıların ne çıkarı olabilir ki?

Savaş sonrası Gazze’nin bir kondominyum (paylaşılan geçici egemenlik), uluslararası mütevelli heyeti veya sınırlı uluslararası güce sahip olması konusunda Katar’ın Suudiler, BAE, Mısır ve Filistin Yönetimi ile birlikte öne çıkması gerekecek. Daha geniş jeopolitik haritaya gelince, 7 Ekim’den önce tartışılan ABD-Suudi-İsrail üçlü anlaşması şimdi daha aciliyet kazanmış olabilir. Ancak bu anlaşma Katar’ı da içerebilir ve içermeli.

Katar 1996’da İsrail ile diplomatik ilişki kuran ilk Körfez ülkesi oldu (İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Dökme Kurşun Operasyonu nedeniyle 2009’da ilişki koptu). Ağustos 2023’te Katar Başbakanı Muhammed bin Abdurrahman es-Sani, “İsrail’le savaşımız yok, İsraillilerin Filistinliler üzerinde bir işgali var” dedi. İsrail’in Katar’a yönelik saldırılarını azaltması akıllıca olacaktır, tıpkı bazı Kongre üyelerinin yapması gerektiği gibi. Stratejik hususlar çok daha önemli.

DÜNYA BASINI

FP: Büyük hesaplaşma kapıda

Yayınlanma

Yazar

İsrail’in en yüksek mahkemesi Netanyahu’yu durdurabilir mi?

Bibi’nin iki üst düzey yetkiliyi görevden alma hamlesinin ardından büyük hesaplaşma kapıda.

David E. Rosenberg / FP

Önümüzdeki haftalarda, İsrail demokrasisinin geleceğiyle ilgili büyük bir mücadele yaşanacak. Demokratik normları ve hukukun üstünlüğünü temsil eden tarafın bu mücadeleyi kazanacağının hiçbir garantisi yok.

Bir tarafta, devletin diğer organları zayıflatma ve sadık isimleri öne çıkarma hedefiyle geçen hafta iki kilit İsrailli yetkiliyi görevden almaya çalışan Başbakan Binyamin Netanyahu var. Diğer tarafta ise Yüksek Mahkeme yer alıyor. Teorik olarak Netanyahu’nun gündeminin bazı bölümlerini engelleme gücüne sahip olan mahkeme, pratikte ise kararlarını tanımamaya kararlı ve yetkilerini aşındırmaya çalışan bir hükümetle karşı karşıya.

İsrail’de hükümet-yargı kavgası yeniden alevlendi

Bu anayasal bir çıkmaza dönüşürse, Netanyahu’nun iktidara dönüşünden bu yana İsrail’i sarsan sokak protestoları yeniden alevlenebilir. Ülkeye dair genellikle temkinli açıklamalarda bulunan bazı etkili İsrailliler bile olası bir iç savaş konusunda uyarıyor.

Bu krizi tetikleyen olaylar, hükümetin son günlerde peş peşe aldığı iki karar oldu: İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ın görevden alınması ve Başsavcı Gali Baharav-Miara’nın görevden alınma sürecinin başlatılması. Netanyahu, Bar’a olan güvenini kaybettiğini ve onu görev için “fazla yumuşak” bulduğunu belirterek kararı savundu. Adalet Bakanı Yariv Levin ise uzun süredir görevden almak istediği Baharav-Miara’yı “uygunsuz davranış” ve hükümetle “önemli ve uzun süredir devam eden görüş ayrılıkları” nedeniyle hedef aldı.

Hem Şin-Bet Direktörü hem de Başsavcı, hükümet tarafından atanan isimler olsa da onları görevden almak basit ve kolay bir prosedür değil.

Normal koşullarda, Şin-Bet Direktörü’nün görevden alınması idari hukuk çerçevesinde ele alınır; kararın gerekçelendirilmesi ve “makul” bulunması gerekir. Başsavcı ise ancak bir danışma komitesi kararıyla görevden alınabilir.

Netanyahu hükümeti, Başsavcı’nın azil sürecini başlattı

Ancak şu anda koşullar normal değil. Yasal düzenlemeler, hükümetin hem hukuki hem de ahlaki kurallara bağlı kalacağı varsayımıyla hazırlanmıştı. Netanyahu’nun geçmişteki hükümetleri de dahil önceki hükümetler de bu yetkililerle anlaşmazlıklar yaşanmıştı, fakat hiçbir zaman görevden alma yoluna gidilmemişti.

Ancak Netanyahu, tıpkı ABD Başkanı Donald Trump gibi, gücüne sınır koyan bu mekanizmalardan rahatsızlık duyuyor ve siyasi rakiplerini hedef almaktan geri durmuyor. Ve yine Trump gibi Netanyahu da liderlerinin iktidar hırsını kendi toplumlarını yeniden şekillendirmek için kullanan ideologların yardım ve desteğini alıyor.

Baharav-Miara, Yüksek Mahkeme’yi ve yargı organının diğer kurumlarını zayıflatacak “yargı reformu” projesi dahil hükümetin anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü eylemlerini ısrarla reddettiği için bir engel olarak görülüyor.

Bar ise normalde hükümetin hedefi olmayacak bir güvenlik bürokratıydı. Ancak Şin-Bet’in görevleri arasında İsrail demokrasisini korumak ve ulusal güvenliğe yönelik tehditleri araştırmak da bulunuyor. Bu görevler onu hükümetle karşı karşıya getirdi.

İsrail’de “devlete sızma” tartışması: “Dün vatan haini ilan ettiniz yarın idam edersiniz”

Netanyahu hükümetinin demokratik normlara karşı açtığı savaş, Baharav-Miara ve Bar’ı görevden alma girişiminden çok önce başlamıştı. İlk adım, 2022 sonunda hükümetin kurulmasının hemen ardından Levin’in yargıyı siyasetin kontrolüne almayı hedefleyen kapsamlı “yargı reformu” planını açıklamasıyla atıldı. Bu reform girişimi, geniş çaplı sokak protestoları, Yüksek Mahkeme’nin iptal kararları ve 2023 Ekim’inde yaşanan Hamas saldırısıyla birlikte rafa kalktı.

Ancak hükümetin yargı reformunu yeniden gündeme getirmeyi beklediği açıktı. Levin uzun süredir yargıyı “yozlaşmış ve solcu” olmakla suçluyor. Hükümetin aşırı sağcı ve dindar ortakları ise Yüksek Mahkeme’yi, İsrail’i daha dindar ve muhafazakâr bir topluma dönüştürme çabalarının önündeki en büyük engel olarak görüyor.

Netanyahu bu görüşleri paylaşmasa da yargı reformu sayesinde hakkında devam eden yolsuzluk davalarından sıyrılma ihtimali vardı. Protestolar, davalar ve savaşın baskısıyla, zamanla o da aşırı sağın bürokratları düşman olarak gören önermesini yavaş yavaş kabul etmeye başladı. Netanyahu eskiden “derin devletin” kendisini yıkmaya çalıştığına dair iddiaları sosyal medyadaki destekçilerine bırakırdı şimdi artık bu ifadeleri bizzat kendisi de kullanıyor.

Netanyahu, Trump’ın izinde: Yargıya ‘derin devlet’ suçlaması

Yargı reformunu yeniden başlatmak için uygun zaman geçen sonbaharda geldi. Hamas, Hizbullah ve İran’a karşı savaşlarda İsrail üstün görünse de savaş atmosferi sokak protestolarını bastırmak için yeterince yoğun bir ortam sağladı. Ayrıca Trump’ın yeniden iktidara gelişiyle birlikte, Beyaz Saray artık demokratik olmayan adımlara ses çıkarmayacaktı.

Ancak bu kez hükümet, yeni protestolara yol açma olasılığı daha düşük olan kademeli bir yaklaşımı tercih etti. Bu ay başında, Meclis yargıçları disiplin altına alan kurulun kontrolünü koalisyon milletvekillerine devreden bir yasayı onayladı. Yargıç atamalarını siyasallaştıracak bir başka yasa tasarısı da şu an Meclis’te. Son adımlar ise Şin-Bet Direktörü ve Başsavcının görevden alınması oldu.

Bu siyasi mücadele, Yüksek Mahkeme’de görülecek görevden alma davalarının arka planını oluşturacak. Ancak davaların içeriği, teknik olarak “çıkar çatışması” olup olmadığı sorusu etrafında şekillenecek.

Bar yönetimindeki Şin-Bet, Netanyahu’nun ofisinden sızdırıldığı iddia edilen gizli belgeler ile Katar’dan Netanyahu’ya yakın kişilere yapılan ödemeleri araştırıyordu. Ayrıca polis teşkilatına aşırı sağcı örgütlerin sızmasını da araştırdığı ortaya çıktı. Muhalifler, Netanyahu’nun Bar’ı görevden almasının yasal açıdan gerekçelendirilebilir görünse de asıl amacının bu soruşturmaları durduracak bir ismi atamak olduğunu savunuyor. Bu nedenle yargı müdahale etmeli.

Netanyahu’nun sözcüsünün maaşını Katar ödemiş

Aynı durum başsavcı Baharav-Miara için de geçerli. Kendisi, Netanyahu’nun yolsuzluk, rüşvet ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılandığı davanın başsavcısı. Şu sıralar Netanyahu haftada iki kez Tel Aviv’deki mahkemede ifade veriyor. En azından teoride, sadık bir kişinin bu pozisyonda olması İsrail liderinin mahkumiyetten kaçmasını kolaylaştırabilir.

Yüksek Mahkeme, şimdiden Bar’ın görevden alınmasını durduran geçici bir tedbir kararı aldı ve konuyla ilgili temyiz başvurularını 8 Nisan’da dinleyecek. Mahkeme dört farklı karar verebilir: Temyiz başvurularını tamamen reddedebilir, hükümete kararını yasal çerçeveye uygun şekilde yeniden düzenlemesini emredebilir, Bar’ın birkaç ay içinde istifa etmesini öngören bir uzlaşma önerebilir ya da görevden alma kararını tamamen iptal edebilir. Sonuncusu olursa, büyük bir çatışma başlayacak demektir.

Yüksek Mahkeme Baharav-Miara’nın görevden alınmasına müdahale etmese bile süreç normalde aylar sürecek. Önce hükümetin oluşturduğu bir komitenin karar vermesi gerekiyor. Ancak hükümet, bu süreci hızlandırmak istiyor. Levin, Baharav-Miara’ya istifa etmesi yönünde baskı yapıyor ve son iki yıldır ona yönelik yıpratma kampanyasını sürdürüyor.

Yüksek Mahkeme harekete geçecek mi? Mahkeme Başkanı Isaac Amit kararlı bir isim ve Bar davasına bakan üç kişilik heyet hükümet aleyhine karar verme ihtimali yüksek olan daha liberal yargıçlardan oluşuyor. Öte yandan, Netanyahu, Levin ve hükümet üyeleri uzun süredir mahkemeyi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Onlara göre mahkeme tarafsız olmadığı gibi hükümeti yargılama hakkına da sahip değil. Levin, Amit’in ocak ayında mahkeme başkanı olarak atanmasına karşı çıktı ve o zamandan beri onu boykot ediyor.

Normal şartlarda, Yüksek Mahkeme’nin kararı, ne kadar tatsız olsa da hükümet için bağlayıcı. Ancak bu kez hükümet kararları tanımama sinyalleri veriyor. Geçici tedbir kararının ardından bazı bakanlar, nihai kararın da tanınmayabileceğini açıkladı. Mahkemeyi ya geri adım atmaya zorlayacaklar ya da müdahil olmaktan caydıracaklar.

On binlerce İsrailli Netanyahu hükümetine karşı yürüyor

Bu durumda, hükümet ile yargı arasındaki güç dengesi İsrail halkı tarafından belirlenecek. Eğer anketler doğruysa, halk “derin devlet” argümanına inanmıyor. Yüksek Mahkeme’ye hükümetten daha fazla güveniyor. Geçen hafta sonu ülke genelinde 100 binden fazla kişi Bar’ın görevden alınmasına karşı protesto gösterileri düzenledi.

Ancak bu protestoların etkili olması için çok daha büyük ve uzun süreli olması gerekiyor. Bu da garanti değil. Gazze’deki savaşın yeniden alevlenmesi, aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir’in hükümete dönüşü ve protestolara karşı sert polis müdahaleleri, 2023’teki gibi kitlesel protestoların tekrarını zorlaştırabilir. Aylar süren savaşlar ve krizlerin ardından, halk artık yorgun olabilir. Netanyahu’nun umudu da tam olarak bu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Batı medyası ve siyasetinden ardı ardına değerlendirmeler geliyor.

Medyadaki değerlendirmeler, büyük oranda “jeopolitik dönüşümlerin” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açtığı fırsat pencereleri ile ilgili.

Örneğin Politico’da ‘Erdoğan demokratik muhalefeti bastırmak için jeopolitik bir fırsat yakaladı’ başlıklı haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllarını demokrasiyi aşındırmak, muhalefeti bastırmak ve ülkenin ordu ve kamu hizmetlerini tasfiye etmekle geçirdi. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını gömmek için bu jeopolitik anı seçmiş gibi görünüyor,” deniyor.

Analizde, Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Tucker Carlson’a verdiği mülakatta söylediklerine referans veriliyor. Witkoff, geçen hafta Carlson’a verdiği beyanda, iki lider arasında kısa süre önce gerçekleşen telefon görüşmesini “harika” ve “dönüm noktası niteliğinde” olarak nitelendirmişti.

Bloomberg: Erdoğan, NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle tutuklamaya ses çıkmayacağına güveniyor

Bloomberg’de yer alan ‘Erdoğan dünyanın Türkiye’deki kargaşayı görmezden geleceğine güveniyor’ başlıklı değerlendirmede ise, İmamoğlu’nun hapse atılmasının ardından Erdoğan’ın, “NATO müttefiklerinin Türkiye’ye, demokrasi kavgasından daha fazla ihtiyaç duyduklarına güvendiğini” öne sürüyor.

Analizde, “Türkiye Cumhurbaşkanı ve NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı, dünyanın kendisine, ülkenin demokrasisi için verilen mücadeleye katılma ihtiyacından daha fazla ihtiyaç duyduğuna güveniyor. ABD ve Avrupa güvenlik sorunlarıyla meşgulken, Erdoğan kendisini Ukrayna’dan Orta Doğu ve Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar kilit bir güç simsarı olarak konumlandırdı,” deniyor.

Bloomberg, Avrupa başkentlerinden gelen birkaç itiraz dışında, İmamoğlu’nun tutuklamasının ardından uluslararası tepkinin yokluğunun dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.

Yazıda, “Erdoğan muhtemelen Türkiye’nin artan stratejik öneminin demokratik eksikliklerinden daha ağır bastığını hesapladı. Yatırımcılar Türk varlıklarını terk ederken ve yabancı parayı ülkeye geri getirme yolunda son dönemde kaydedilen ilerlemeyi geri alma riskini taşırken bile, bu şimdiye kadar siyasi olarak karşılığını veren bir bahis,” ifadeleri kullanıldı.

Ekonomi yayını, özellikle Ukrayna’daki savaşın Avrupa’yı, Türkiye’ye giderek daha fazla bağımlı hale getirdiğini ileri sürüyor.

Economist: Geriye otokrasiye yakın bir yönetim kaldı

Ünlü ekonomi dergisi Economist ise İmamoğlu’nun tutuklanmasını ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibini hapse attı ve Türkiye’nin demokrasisini tehlikeye attı’ başlığıyla verdi.

“Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor,” iddiasında bulunan dergi, her şeye rağmen Türkiye’deki seçimlerin ‘çoğunlukla serbest’ kaldığını, ama İmamoğlu’nun tutuklanması ile birlikte “geriye çıplak otokrasiye yakın bir yönetim kaldığını” öne sürdü.

Tutuklamaların Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir gördüğü en büyük protestolara yol açtığına işaret eden Economist, protestolardaki gözaltıları ve polis şiddetini de sayfalarına taşıdı.

Euractiv: Erdoğan jeopolitik değişimi değerlendirerek zamanını iyi seçti

Euractiv’de yer alan değerlendirmede de, “İç siyasi çalkantılara rağmen, Ankara’nın AB ile daha yakın ilişkiler kurması ve bloğun savunma fonlarına erişim kazanması için daha iyi bir zamanlama olamazdı,” deniyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘zamanını iyi seçtiğini’ savunan Euractiv, ‘içeride demokratik muhalefeti bastırmak ve dışarıda jeopolitik puan toplamak için jeopolitik değişimi değerlendirdiğini’ yazıyor.

Bir süredir AB-Türkiye ilişkilerinin gergin seyrettiğini hatırlatan Euractiv, ABD’nin Kıta’dan çekilme işaretleri vermesi ve Rusya ile ilişkileri düzeltmek istemesi birlikte büyük bir silahlanma hamlesi başlatan Avrupa’da Türkiye’ye bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor.

Bazı AB diplomatlarına göre ABD Başkanı Donald Trump’ın dönüşü ve jeopolitik değişimler Kıta’da Ankara ile daha yakın ilişkilere bakış açısını değiştirdi.

‘Brüksel’de Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu söyleniyor’

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin, Avrupa’daki güvenlik zirvelerine giderek daha fazla katılmaya başladığını ve üst düzey yetkililerin de bu konuya ilgi duyduklarını açıkça ifade ettiğini vurgulayan Euractiv, “Brüksel’deki iktidar koridorlarında tekrarlanan bir söylem, Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu ve uzun vadeli güvenlik çıkarlarının birkaç kişinin kısa vadeli çıkarlarının önüne geçmesi gerektiği yönünde,” diye yazıyor.

Ankara’nın, Avrupa’nın savunma planları için kendisine ihtiyaç olduğunu çok iyi anladığını savunan yayın, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Erdoğan ile daha yakın işbirliği için AB nezdinde lobi yaptığını aktarıyor.

Yazıda şunlar söyleniyor:

“Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşımı sağlayan önemli bir nakliye ve ticaret yolu olan ve savaşın ilk günlerinde Rus savaş gemilerine kapatmakta tereddüt etmediği İstanbul Boğazı’nın kontrolünde kilit rol oynuyor. Gelecekte Avrupa savaş gemilerinin Karadeniz’e erişimine ihtiyaç duyulması halinde, anahtar Ankara’nın elinde olacak. Yerli Kırım Tatarlarının Osmanlı İmparatorluğu ile bir dizi tarihi bağı olan Kırım Yarımadası’nda kalıcı bir Rus varlığı Ankara’nın çıkarına olmayabilir.”

Euractiv’e konuşan AB yetkililerine göre Türk askeri teçhizatı, blok dışından temin edilebilecek en ucuz seçenekler arasında yer alıyor ve Ukrayna ve Azerbaycan da dahil olmak üzere savaş bölgelerinde sahada test edildi.

‘AB, Türk askerine Ukrayna’da güveniyor’

Yine habere göre, Gelecekte Ukrayna’da yapılacak bir barış anlaşmasında Avrupalı barış gücü askerlerinin ateşkesi sağlaması halinde Türkiye’nin askeri gücü de işe yarayabilir.

AB savunma fonlarına erişim konusunda, giderek artan sayıda AB diplomatı, Avrupa’nın ‘gerçekleri görmesi’ ve ABD’ye bağımlılığının yerini alacak ortak tabanını genişletmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor.

Bir AB diplomatı, AB’nin “bir noktada, hızlı bir şekilde yeniden silahlanma konusunda ciddiysek bu ülkelere ve endüstrilerine ihtiyacımız olduğu konusunda pragmatik bir durum değerlendirmesine varması gerektiğini” söyledi. Euractiv’e göre bu görüşler Brüksel’de giderek daha fazla yankı buluyor.

Bir AB yetkilisi, Fransa’nın savunma konusundaki ‘Avrupalı Satın Al’ rağmen, savunma konusunda Türkiye gibi tüm bu ülkelere yaklaştıklarını söyledi.

Avrupa’nın yeni silahlanma fonuna AB dışından katılım için, üçüncü ülkelerin AB ile savunma anlaşması imzalaması gerekiyor. Öte yandan böyle bir savunma anlaşması için ‘nitelikli çoğunluk’ yeterli olduğundan, Kıbrıs ve Yunanistan’ın itirazlarına rağmen Brüksel ile Ankara arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının önünde engel yok.

Bu hafta başında masaya yatırılan ve üye devletler tarafından şartları daha da sıkılaştırmak ya da gevşetmek üzere değiştirilebilecek olan taslak metne göre, ikinci anlaşma doğrudan üçüncü ülke ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanacak.

Bazı AB diplomatlarına göre, Türkiye’de dengeler değişirse, Polonya’nın AB dönem başkanlığı daha hızlı bir anlaşma için oybirliği arayışından vazgeçebilir.

Yine Euractiv’e göre, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı’yla aynı safta yer almak arasında ince bir ipte yürümesi ikinci derecede önemli bir mesele gibi görünüyor.

Scholz’un İmamoğlu tepkisine rağmen Berlin, Ankara ile yakın savunma işbirliği istiyor

Dolayısıyla, özellikle Almanya’dan gelen bazı tepkilere rağmen, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik Kıta’dan gelecek tepkilerin genellikle “görmezden gelmek” olacağına vurgu yapılıyor.

Dahası, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un sert eleştirilerine rağmen, Alman yetkililer Berlin’in daha yakın bir savunma işbirliğinin önünde durmayacağını vurgulamakta gecikmedi. Fransız Elysee yetkilileri ise kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı.

Üst düzey AB yetkilileri Türk yetkilileri demokratik standartlara uymaya çağırırken, “temel haklara saygı ve hukukun üstünlüğünün AB’ye katılım süreci için elzem” olduğunu belirttiler fakat AB liderlerinin çoğunluğu sessiz kaldı.

Bazı AB diplomatları, stratejik gereklilikler lehine konuyu görmezden gelebileceğine inanıyor. Fakat diğer alanlarda AB-Türkiye ilişkilerinin yakınlaşması konusunda yaşanan siyasi tıkanıklık farklı görünüyor.

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Ankara’nın yıllardır iki temel talebi olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisinin, ‘reform eksikliği’ nedeniyle ilerleme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor. 

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında yankı buldu

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında geniş yankı buldu. Pek çok Batılı yayın kuruluşu, tutuklamanın Türkiye’deki ‘demokrasi ilkeleri üzerindeki endişeleri artırdığını’ ve siyasi motivasyon taşıdığını ileri sürdü. Batı basını, Türkiye genelinde İmamoğlu’na destek gösterilerini ve uluslararası kuruluşların tepkisini de haberleştirdi.

Batı basını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına geniş yer ayırarak, Türkiye’nin “demokratik ilkelerine dair endişeleri ve tutuklamanın potansiyel siyasi nedenlerini” ele aldı

The Times (Birleşik Krallık): Gazetenin bir köşe yazısında, İmamoğlu’nun tutuklanması ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999’daki hapis cezası alması arasında paralellikler kuruldu. Yazıda, Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi İmamoğlu’na karşı mevcut eylemlerinin, Erdoğan’ın daha önceki demokratik vaatlerinden uzaklaşmayı yansıttığı öne sürüldü.

The Guardian (Birleşik Krallık): The Guardian, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye genelinde yayılan geniş çaplı protestoları haberleştirdi. Gösterilerin “demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklar için daha geniş bir harekete dönüştüğünü” yazdı. Makale, Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD gibi kuruluşlardan gelen cılız tepkilerle uluslararası yanıtın sınırlı kaldığına da dikkat çekti.

Associated Press (ABD): Associated Press, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasına yol açan hukuki süreci ele aldı. Tutuklamanın yaklaşan seçimler öncesinde gerçekleştiği zamanlamasına ve Türkiye’nin siyasi ortamı üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Haber, muhalefet figürlerinden ve uluslararası kuruluşlardan gelen tutuklamanın siyasi çıkarımlarını eleştiren yorumlara da yer verdi.

Euronews (Avrupa): Euronews, İstanbul ve diğer şehirlerdeki kitlesel protestoları detaylı bir şekilde aktardı. Protestocuların gösteri yasaklarına ve yol kapatmalara karşı gelmesini vurguladı. Haber, “protestocular arasında tutuklamanın Erdoğan’ın ana rakibini saf dışı bırakmak için siyasi amaçlı olduğu” algısının yaygın olduğunu belirtti.

El País (İspanya): El País, İmamoğlu’nun geçici tutukluluğuna yol açan yargı sürecini haberleştirdi. Muhalefetin tutuklamayı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir rakibi ortadan kaldırma amaçlı siyasi bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.

Die Welt (Almanya): Die Welt, mahkemenin İmamoğlu’nu tutuklama kararını ve ardından başlayan kitlesel protestoları haberleştirdi. İmamoğlu’nun asılsız ve iftira niteliğinde olduğunu ifade ederek reddettiği teröre destek iddialarına da değindi.

Diğer yandan Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ifade etti.

Von der Leyen, Ankara’ya özellikle seçilmiş yetkililerin hakları olmak üzere “demokratik değerleri koruma yükümlülüğünü” hatırlattı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise kararı “adaletin trajedisi” ve demokratik sürece yönelik bir saldırı olarak kınadı.

Kuruluş, tutuklamanın “İstanbul seçmenlerinin seçtikleri temsilciden mahrum bırakılarak haklarının ihlal edildiğini” savundu.

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English