Amerika
Latin Amerika ve Karayipler için 2024’teki dengeler ve 2025 öngörüleri

Bir bölgenin tüm yıl boyunca yaşadığı en önemli meseleleri analiz etmek ve henüz başlamamış ya da yeni başlayan bir seyahatin hava tahminini yapmak kadar riskli bir iştir. Bu riskli görevi üstlenirken, bu incelemede pek çok önemli konunun dışarıda kalacağına dair bir kesinliğe sahibiz. Ayrıca 2025 boyunca gerçekleşebilecek -veya gerçekleşmeyebilecek- senaryoların olasılığı konusunda da uyarıda bulunuyoruz. Amacımız, zengin ve karmaşık bir bölge olan Latin Amerika’da, Siyasi, Ekonomik, Sosyal ile Güvenlik ve Savunma alanlarında öne çıkan bazı olaylara yaklaşık bir bakış sunmaktan ibaret.
Siyasi meseleler
2024, dünyanın en fazla seçmeninin sandık başına gittiği yıl oldu ve gerçekte, genel olarak Latin Amerika ve Karayipler’de, özelde ise Venezuela’da 2024’ün siyasi gündemi devlet başkanlığı seçimi ile şekillendi. Venezuela’nın (28 Temmuz) yanı sıra, El Salvador (4 Şubat), Paraná (5 Mayıs), Dominik Cumhuriyeti (19 Mayıs), Meksika (2 Haziran), Uruguay (27 Ekim ve 24 Kasım) genel seçimler gerçekleştirdi. Ekim ayında Brezilya ve Şili belediye seçimleri ve bölgesel seçimler düzenledi.
Böylece 2024 sonunda, Güney Amerika’nın siyasi haritası, en önemli 10 ülkenin 6’sının -Bolivya, Brezilya, Şili, Kolombiya, Uruguay ve Venezuela- farklı “sol” akımların yönetiminde olmasıyla şekillendi. Sağ ve aşırı sağ tarafından yönetilen ülkeler ise: Arjantin, Ekvador, Paraguay ve Peru (söz konusu ülkede, sol çizgide başlayan hükümet, Pedro Castillo’ya karşı yapılan darbenin ardından sağa kaydı). Bu listeye şu ülkeleri dâhil etmiyoruz: Guyana, Surinam, Trinidad ve Tobago, Aruba, Curaçao, Bonaire ve Fransız Guyanası. Zira bu ülkeler ve topraklar, güçlü şekilde Avrupa neokolonyalizmine ve Amerikan emperyalizmine tâbidir; dolayısıyla bölgede siyasi etkileri görece sınırlı.
Siyasi alanda, hiç kuşkusuz Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun yeniden seçilmesi Venezuela için en büyük kazanım; zira sürekli saldırılar ve darbe girişimlerine rağmen, 20. yüzyılın sonunda Devlet Başkanı Hugo Chávez’in Aralık 1998’de kazandığı zaferle başlayan ve sonrasında Bolivarcı Devrim’in kurulmasıyla devam eden siyasi proje, tehditlerle yüzleşmiş ve siyasi olarak zaferle çıkmayı başardı. 28 Temmuz’daki başkanlık seçimlerinde Maduro’nun liderliği bir kez daha teyit edildi. Chavismo hareketi, Yasama Organı’nda da çoğunluğa sahip.
Brezilya’da ise Lula hükümeti, hem içerde belediye seçimlerini büyük ölçüde kaybederek (ülkenin en önemli 15 şehrinin 13’ünün kontrolü sağa geçti) kırılganlığını gösterdi, hem de dışarda BRICS’in Rusya’nın Kazan kentindeki toplantısına sağlık sorunları nedeniyle katılmayarak ve özellikle Venezuela’nın çok taraflı ittifaka katılımına destek vermeyerek gücünü zayıflatmış oldu. Bu ve benzeri siyasi tutumlarıyla Lula, ne Venezuela’nın ne de Güney Amerika’daki başka bir ülkenin (çoğunlukla ilerici ya da sol, kimi zaman anti-kapitalist olmasalar bile emperyalizm karşıtı) “ağabeyi” konumunda olabileceğini gösterdi.
Öte yandan, Meksika’da MORENA Partisi, bir kez daha tarih yazarak ilk kez bir kadının devlet başkanı seçilmesini sağladı. 2024 Haziran seçimlerinde Claudia Sheinbaum, ülke demokrasi tarihinin en yüksek oy sayısıyla kazandı. Bu seçimlerde Senato, Temsilciler Meclisi ve diğer federal ve yerel makamlar için de yeni temsilciler seçildi. MORENA, müttefik partilerle birlikte, pozisyonların ve sandalyelerin çoğunluğunu elde etti.
Meksika, bölgesel siyasette son derece önemli bir rol oynuyor; Orta Amerika’da en büyük siyasi gerilimlerin yaşandığı El Salvador, Nikaragua, Kosta Rika ve Panama üzerinde etkisi bulunuyor. Ayrıca Meksika, Güney Amerika’da da ABD’nin çıkarlarına karşı siyasi bir denge unsuru hâline gelmiş durumda.
Arjantin ise 2024’te bölge açısından zıt kutupta yer aldı; zira Javier Milei’nin iktidara gelişiyle birlikte emperyalist emellere ve faşist, neo-faşist, hatta Nazizm’e meyleden hareketlere alan açılmış oldu. Bu akımlar, beyaz üstünlüğü fikrini ve Donald Trump’ın “Yeniden Büyük Ameirka” (MAGA) sloganını benimseyip, Milei tarafından “Yeniden Büyük Arjantin” olarak uyarlanan söylemi destekliyor. Ülke içinde ise Milei, kendi siyasi gücünü kanıtlamış ve olumlu imajla halk desteğini korumuş durumda. Parlamentoda çoğunluğu olmamasına rağmen, Arjantin Kongresi, devlet başkanına yasama yetkileri tanıyan ve süper güçlere ilettikleri ultra-liberal hükümet programını uygulamasına imkân veren yasaları kabul etti. Mevcut Arjantin lideri, ABD ve İsrail ile ilişkilerini şimdiye kadar hiçbir hükümetin yapamadığı kadar güçlendirdi.
2024’te Latin Amerika solunu bölen ve zorlayan bir diğer konu ise, Evo Morales ile Bolivya’nın mevcut Devlet Başkanı Luis Arce arasındaki çatışma oldu. Ekim ayı sonunda eski Devlet Başkanı, koka yetiştiricilerinin lideri ve o tarihe kadar devlet başkanı adayı olan Morales, Bolivya polisi ve ordusunun saldırısına uğradı ve hayatına kastedildi. Bolivya Yargısı, Morales’i Ağustos-Ekim 2025 devlet başkanlığı seçimlerine katılmaktan men etti. Evo yarışın dışında ve Arce de halk desteğinden yoksun kaldığı için, Bolivya’da sağın geri dönüşü neredeyse kaçınılmaz görünüyor.
İktisadi konular
Latin Amerika ve Karayipler Ekonomik Komisyonu’nun (CEPAL) verilerine göre, bölgemizdeki ekonomiler 2024 boyunca çıkılması zor bir tuzağa saplanmış durumda: Düşük büyüme kapasitesi. Latin Amerika’nın bu yılki GSYİH büyümesi yüzde 2,2 düzeyinde kaldı ve 2015-2024 on yıllık dönem baz alındığında yüzde 1’e geriledi. Bu da kişi başına düşen GSYİH’nin durgunlaştığını, kimi ülkelerde ise ekonomik durgunluk yaşandığını gösteriyor. En güçlü ülkelerden bazıları, farklı makroekonomik, mali ve parasal zorluklarla yüzleşti.
Brezilya: 2024’te Güney Amerika’nın devi, dünyanın en büyük para birimi devalüasyonlarından birini yaşadı. Brezilya para birimi Real, dolar karşısında yüzde 25-30 arasında değer kaybetti. Bunun fitilini ateşleyen, Lula yönetiminin sunduğu ve güven vermeyen mali uyum planı oldu. Lula karşıtları tarafından yerli malı tüketim olarak adlandırılan iktisadi politikaya rağmen, Brezilya hâlâ dünyanın en yüksek vergi yüklerinden birine sahip. Ayrıca Brezilya hükümeti, asgari ücreti önemli ölçüde artırmadı ve 2025’te asgari ücret 250 dolardan başlayacak. Pek çok ekonomi uzmanına göre Brezilya hükümetinin asıl düşmanı, “Brezilya hükümetinin ta kendisi,” zira giderek artan şey, devasa kamu yapısının işletme giderleri olmaya devam ediyor.
Meksika: Latin Amerika’nın ikinci büyük ekonomisi olan Meksika’da para birimi, Donald Trump’ın ABD’deki zaferinin öğrenilmesinin ardından 2024’te yüzde 3 oranında değer kaybetti. Trump, 20 Ocak 2025’te resmen Beyaz Saray’ı devralacak. Meksika pesosu, bir yıl içinde 16’dan 20 pesoya yükseldi. Ancak yalnızca birkaç haftada Meksika pesosu istikrar kazanmayı başardı. Yani bu hafif devalüasyona rağmen, Meksika parası bölgedeki diğer ülkelere kıyasla dolar karşısında hâlâ güçlü. Meksika, yüzde 5 ile Latin Amerika’nın en düşük enflasyon oranlarından birine ve yaklaşık 450 dolarlık en yüksek asgari ücretlerden birine sahip.
Arjantin: Javier Milei hükümetinin ilk yılı, Arjantin ekonomisi açısından tam bir şok terapisi niteliğinde geçti. Ultra-liberal (anarko-kapitalist eğilimli) yönetim, tüm mal ve hizmet fiyatlarını piyasanın insafına bırakınca, 2024’ün ilk yarısında nüfusun yüzde 50’sini aşan yoksulluk oranı ortaya çıktı. Enflasyon oranlarındaki düşüş, esas olarak talebin azalmasından, yani tüketim gücünün zayıflamasından kaynaklandı. Milei ayrıca, uluslararası spekülatif piyasaları kollamak adına koruyucu bariyerleri kaldırdı ve devlet şirketlerinin özelleştirme sürecini başlattı. Bu durum, dış piyasalarda hükümete duyulan “güveni” artırıp, dolar ile Arjantin pesosu arasındaki kur farkını düşürdü. Arjantin pesosu “güçlenirken” ülke de pahalılaştı. Sonuçta maaşlar aynı oranda yükselmedi. Kasım ayında bir Arjantin ailesinin yoksul sayılmamak için en az 1000 dolarlık gelire ihtiyacı vardı. Mevcut asgari ücret ise 280 dolar ile bölgenin en düşük seviyelerinden biri.
Venezuela: 2024’te ülke, petrol üretimini artırarak (yılın çeşitli aylarında günde bir milyon varili aştı) ekonomik konularda olumlu bir yıl geçirdi. Venezuela hükümeti enflasyonu kontrol altına almayı ve ekonomik faaliyetleri istikrarlı biçimde yeniden canlandırmayı başardı. Maaş meselesi ise hâlâ çözülmesi gereken bir konu. 1 Mayıs’ta (Venezuela ve dünyanın diğer ülkelerindeki İşçi Bayramı’nda) yapılan açıklama, dolarize olmuş ekonominin zorluklarıyla her gün yüzleşen işçi sınıfını tatmin etmedi. Bu noktada Venezuela’nın izlediği ekonomi politikasına da dikkat çekmek gerekiyor. Caracas’ta düzenlenen Özel Ekonomik Bölgeler ve Yeni Ekonomik Modellere Geçiş üzerine XXV Dünya Forumu, Çin’le yapılan iktisadi ve finansal yatırımları keşfetmek için özel olarak tasarlanmış bir alan oldu.
Çok taraflı düzeyde bu yıl, Mercosur ile Avrupa Birliği arasındaki anlaşma tamamlandı. 6 Aralık’ta Uruguay’ın Montevideo kentinde, 25 yıllık müzakerelerin ardından Güney Ortak Pazarı (Mercosur) ile Avrupa Birliği (AB), bir Serbest Ticaret Anlaşması’na (STA) giden yolun ön şartı olan bir “Niyet Mektubu” imzaladı. Anlaşma uyarınca, her üye ülke hangi ürünlerin gümrük vergilerinde değişime uğrayacağını ve hangilerinin etkilenmeyeceğini belirleyecek.
Sosyal meseleler
Döngüsel ilerlemeler ve gerilemeler, bölgede eşitsizliğin ısrarla varlığını sürdürmesine sebep oldu. Zengin-yoksul arasındaki uçurum derinleşerek sosyal ve siyasi gerilimleri besledi. Aşırı yoksulluk, pandemi döneminde yüzde 13’e çıkmışken 2023’te yüzde 10’a geriledi ama 2024’te yüzde 8,5’in üzerinde seyrediyor. Latin Amerika ve Karayipler Ekonomik Komisyonu (CEPAL) verilerine göre, en düşük gelir dilimindeki her üç haneden biri, sosyal korumaya erişemiyor.
Latin Amerika ve Karayipler’de 172 milyon insan, temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek gelire sahip değil ve bu kişiler arasında 66 milyonu asgari gıda sepetini satın alamıyor. Bu veriler, “Latin Amerika ve Karayipler 2024 Sosyal Panorama Raporu”nda yer alıyor.
Pek çok Latin Amerika ülkesinde siyasi istikrarsızlık, tekrar eden bir olgu. İç çatışmalar, kurumsal krizler ve yolsuzluk, yönetişim ve demokratik istikrarı olumsuz etkileyen gerçeklikler. Bölgedeki ekonomik yavaşlama koşulları, bu durumu daha da ağırlaştırıyor.
Latin Amerika, hâlâ göçmenlerin ve mültecilerin köken, transit ya da varış bölgesi konumunda. Venezuela, Kolombiya, Nikaragua, Haiti, Kosta Rika, Honduras ve El Salvador gibi ülkelerdeki iktisadi, siyasi ve sosyal krizler, önemli bir göç akışına yol açarak sosyal katılım ve insan hakları konularında zorluklar yaratıyor.
Bölge içi göçün artışında en büyük pay, Venezuelalı göçmenlere ait. Haziran 2023’te, bölgede 6 milyondan fazla Venezuelalı göçmen ve mülteci bulunuyordu. Bunların çoğu Kolombiya, Peru, Ekvador, Şili ve Brezilya’da yaşıyordu. Venezuela ekonomisindeki iyileşme, Venezuelalı göçmenlerin ülkeye dönüşünü beraberinde getirdi. Venezuela hükümeti, yurt dışındaki Venezuelalıların bakımı ve “Vuelta a la Patria” (Memlekete Dönüş) programını güçlendirdi. Bolivarcı hükümet ayrıca, Venezuela Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olan Göçten Sorumlu Bütüncül Bakım Viceministerliği’ni kurdu ve Büyük Memlekete Dönüş Misyonu’nu yeniden canlandırdı.
İklim değişikliğinin etkileri, Latin Amerika’da ciddi sonuçlar doğuruyor. Fakirlik ve sosyal dışlanmadan zaten etkilenen topluluklar, kuraklıklar, sel baskınları ve aşırı hava olaylarıyla gıda güvenliği, sağlık ve refah açısından daha da savunmasız hâle geldi.
Kovid-19 pandemisinin etkileri hâlâ sürüyor; salgın, Latin Amerika’yı halk sağlığı, ekonomi ve sosyal refah açısından yıprattı. Bu sağlık krizi, kamu sağlık sistemlerinin yetersizliğini, sosyal koruma ağlarının kırılganlığını ve en dezavantajlı kesimlerin ne kadar savunmasız olduğunu gözler önüne serdi.
Ulusal güvenlik ve savunma konuları
2024’te Latin Amerika ve Karayipler’de açık şekilde konvansiyonel savaş çatışması görülmedi. Fakat bölgesel gündemde, savaşa dönüşme ihtimali taşıyabilecek ve bölgenin güvenliğini tehdit edebilecek bazı konular yer aldı:
Sınır gerilimleri: Nikaragua ile Kosta Rika arasında San Juan Nehri bölgesine dair toprak anlaşmazlığı; Şili ile Peru arasında deniz sınırının çizilmesine dair yaşanan anlaşmazlık, Guatemala ile Belize arasındaki sınır ihtilafı, Arjantin ile Şili arasındaki Patagonya sınırının belirlenmesi konusunda yaşanan gerginlik ve Venezuela ile Guyana arasındaki Essequibo bölgesi ihtilafı. Tüm bunlar, bölgemizin doğal kaynaklarını kontrol etmek isteyen emperyal çıkarlarla da ilgili.
İç çatışmalar: Kolombiya’da FARC ve ELN ile imzalanan barış süreçlerine rağmen, çeşitli bölgelerde silahlı gruplar varlığını sürdürüyor; Venezuela’da son yıllarda ABD ve Avrupalı ülkelerin dayattığı tek taraflı yaptırımların ardından siyasi gerilimler öne çıktı. Bu yıl, 28 Temmuz seçim sonuçlarından sonra Maduro’ya bir darbe girişimi oldu; Haiti’deki kriz, ülkede siyasi ve sosyal istikrarsızlıkla birlikte şiddet dalgası yarattı; Bolivya’da ise Devlet Başkanı Luis Arce’nin deşifre ettiği darbe girişimi.
Emperyalist emeller: Trump, Meksika ve Panama’yı askerî olarak işgal etme niyetini dile getirdi. Bu durum, ABD’nin bölge üzerindeki tahakküm arzusunu açıkça gösteriyor. Ayrıca Küba, Nikaragua ve Venezuela ekonomilerini “yaptırımlar” adı altında tek taraflı zorlayıcı tedbirlerle istikrara kavuşturma iddiasında. Uluslararası hukuka göre, devletlerin egemen eşitliği ilkesi çerçevesinde hiçbir devletin bir başka devleti “yaptırım” adı altında cezalandırma yetkisi olmadığını hatırlamak önemli.
Aragua Treni (El Tren de Aragua): Bu sınır ötesi suç örgütü, özellikle ABD’de bölgesel güvenlik endişelerine neden oldu. Venezuela’da, adını aldığı Aragua eyaletinde kurulmuş olsa da hâlihazırda suç faaliyetlerini ülke dışında sürdürüyor. Trump, ABD’deki hemen hemen tüm suçlardan “Aragua Trenini” sorumlu tuttu. Bu iddiayı kanıtlamak ve inanmak zor olsa da Trump yönetiminin İç Güvenlik Gündemi’nde yer alması muhtemel.
Silahlanma yarışı: 2024’te Latin Amerika ve Karayipler hükümetlerinin millî savunma politikalarını güçlendirmek üzere yürüttüğü askerî politika, büyük ölçüde deniz ve hava kuvvetlerine odaklandı. Deniz kuvvetlerini güçlendiren ülkeler arasında Şili, Meksika ve Nikaragua yer alırken, Guyana İngiltere’den bir açık deniz devriye gemisi teslim aldı. Kolombiya, Peru ve Uruguay hava güçlerini CAZA marka uçaklarla güçlendirdi; Honduras 6 Airbus H145 helikopter satın aldı; Kosta Rika ise ABD tarafından hibe edilen iki insansız hava aracı (İHA) edindi. Bununla birlikte Statistica verilerine göre, Latin Amerika ve Karayipler’de en büyük askerî harcamaları yapan ülkeler, Brezilya, Meksika, Kolombiya, Şili ve Arjantin.
Ayrıca bölgede 2024’teki askerî ilişkiler, Meksika-Brezilya, Arjantin-El Salvador, Kolombiya-Birleşmiş Milletler (BM) gibi Güvenlik ve Savunma anlaşmalarına sahne oldu. Bölge dışı uluslararası aktörlerle de temaslar gerçekleşti; Trinidad ve Tobago-ABD arasında Güvenlik Anlaşması; Kolombiya ile Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) arasındaki müzakereler ve Arjantin’in NATO’ya katılma isteği bunlar arasında.
Venezuela ile sınır paylaşan ülkelerde, yine bölge dışı aktörlerle yapılan anlaşmalar veya operasyonlar dikkat çekiyor; bu da olası bir işgali teşvik edebilir. Kolombiya’nın NATO’ya giriş için müzakere yürütmesi, Venezuela’nın güvenliği açısından bir tehdit olarak görülüyor; Trinidad ve Tobago, ABD ile bir Güvenlik Anlaşması imzaladı; Guyana İngiltere’den devriye gemisi aldı.
ABD, Rusya ve Çin arasındaki rekabetin kızışmasıyla birlikte, Latin Amerika ve Karayipler yeniden stratejik bir öncelik hâline geldi. Mevcut ABD yönetiminin son belgeleri ve Trump’ın kamuoyu önündeki açıklamaları, bunu açıkça gösteriyor.
Bölgede en büyük dış askerî etkiyi, askerî üsleri, Ortak Operasyonları ve Güney Komutanlığı ile Birleşik Devletler sağlıyor. Ardından, silah ve askerî ekipman tedariki ve savunma sistemlerinin bakım ve modernizasyonuna teknik destek sunan Rusya geliyor (Küba, Venezuela, Nikaragua ve Arjantin gibi ülkelere). Üçüncü sırada ise Çin bulunuyor; ancak Çin’in bölge ülkeleriyle ilişkileri, ağırlıklı olarak ekonomik alanda seyrediyor.
2024’te Latin Amerika, silah alımında bir patlama yaşadı. Yeni bir silahlanma yarışı olan askerî sanayi, uzay yarışı ve nükleer gelişmeler gibi başka alanları da harekete geçiriyor. Bu son noktada Devlet Başkanı Milei, Arjantin’in dördüncü nükleer santralini inşa edeceğini ve ülkesinin, nükleer enerji alanında bölgesel ve küresel güç olmayı istediğini duyurdu.
Silah meselesine dair son bir hatırlatma: Bölge ülkeleri egemenliklerini elden çıkararak ABD ve Avrupa’dan askerî ve teknolojik bağımlılık satın almış oldular; zira süper güçlerin “artık” ya da eskimiş uçak ve silahlarını aldılar, en iyisini ve en modernini değil. Hatırlatmak gerekirse, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Amerikanlar ve Avrupalılar tarihsel müttefiktir; dolayısıyla herhangi bir savaş hâlinde, Latin Amerika’ya karşı birlikte hareket edip hayati tedarikleri, yedek parçaları, ekipmanları vs. kesmekten çekinmeyeceklerdir.
Öngörüler: 2025’te bizi neler bekliyor?
2025’te, takviye kuvvetler (Meksika ve Uruguay) gelse de, çoğu sol veya merkez sol yönetim, Donald Trump’ın 20 Ocak’ta Beyaz Saray’a dönüşüyle yüzleşmek üzere iç ve dış alanda kendisini güçlendirme çabası içinde olacak.
Trump’ın tehditlerinin çoğunun söylemsel ya da retorik düzeyde kalması olası, ancak gelecek belirsiz; Cumhuriyetçi lider, hem Latin Amerika’da hem de diğer bölgelerde sürpriz ya da ürkütücü gelişmelere yol açabilir. Şimdilik Trump’ın dönüşünden açıkça yarar sağlaması beklenen kişi Milei gibi görünüyor; zira Arjantin lideri, en başından beri Trump’a itaat ve övgü konusunda son derece ileri adımlar atıyor. Hatırlarsak, Brezilya Devlet Başkanı Lula, Kolombiya Devlet Başkanı Petro, Şili Devlet Başkanı Boric ve Cristina Fernández gibi pek çok Latin Amerikalı lider ve devlet başkanı, Demokrat Partili aday Kamala Harris’e desteklerini ifade etmişken, Milei ABD’de Trump’ı alenen destekledi. Bu, Cumhuriyetçi liderin kolay kolay unutmayacağı bir şey.
Bu anlamda 2025, Donald Trump’ın Meksika’yı (uyuşturucuyla mücadele bahanesiyle) ve Panama’yı (stratejik kanalı kontrol etme maksadıyla) işgal etme tehditlerini bekleyen bir Latin Amerika bulacak.
Ekonomi cephesinde, CEPAL 2025’te de bölgenin düşük büyüme tuzağından kaçamayacağını öngörüyor. Bölgenin zayıflığı, sadece elverişsiz ekonomik bağlamdan kaynaklanmıyor; aynı zamanda siyasî partilere ve geleneksel siyasî işleyişe yönelik giderek artan halk tepkisinden de besleniyor.
Latin Amerika ekonomileri, büyük ölçüde ticari ortaklarının sağlıklı işleyişine bağımlı. Bu açıdan 2025’te bölgesel ekonomiler, başta Çin ve ABD olmak üzere ana ticaret ortaklarının durumuna bağlı olacak. Örneğin Çin Ticaret Bakanlığı, Brezilya (yüzde 40) ve Arjantin (yüzde 15) menşeli sığır eti ithalatına dair yeni bir soruşturma başlattı. Çin’in atacağı herhangi bir ticari adım, bu Latin Amerika ekonomilerini doğrudan etkileyecek.
Mercosur-Avrupa Birliği Anlaşması: Bu iki kıta arasındaki anlaşmanın nereye varacağına dair öngörüde bulunmak için henüz erken. Daha önce belirttiğimiz gibi, Latin Amerika bir süredir ekonomik yavaşlama sürecinden geçiyor; pek çok ülke, yabancı yatırımı teşvik etmek adına zaten piyasa açılımına dair mali politikaları uyguluyor ama bu politikalar pek bir işe yaramadı. Dolayısıyla AB’nin Mercosur’a sağlayacağı ekonomik yatırım kapasitesi kısıtlı görünürken, Güney Amerika ittifakının aktif üyelerinin ekonomik büyümesini garanti edecek bir durum söz konusu değil.
Sonuç olarak, 2025 yılı, Latin Amerika ve Karayipler’de güç dengesinin sağ ve aşırı sağdan yana olmaya devam edeceği bir yıl olarak öngörülüyor.
Latin Amerika entegrasyonu, güçlü şekilde ABD hükümetinin etkisi altında olacağı için hâlâ üzerinde çalışılması gereken bir konu olarak kalacak. Bölge ülkeleri, uluslararası arenadaki iki güç bloğu arasında (Çin, Rusya ve müttefikleri ile ABD, AB ve müttefikleri) süren küresel dinamikler nedeniyle dış baskılara maruz kalacak.
Venezuela, Brezilya ve Kolombiya arasındaki açık yaralar, ABD bu üç ülkeye aynı anda baskı yaparsa iyileşmeye başlayabilir. Fakat Brezilya ve Kolombiya’nın ABD’ye karşı tavır almaya niyetli olmadığı görülüyor.
Bolivya meselesi gibi gelişmekte olan bölgesel çatışmalar da gerileyecek gibi görünmüyor. Öte yandan, Küba, Nikaragua ve Venezuela’ya yönelik emperyalist saldırıların sürmesine karşı teyakkuzda olmak gerekiyor. Trump, Venezuelalı petrol alımını tamamen durdurmakla ve tek taraflı zorlayıcı tedbirleri (“yaptırımları”) artırmakla tehdit etti.
Hatta Kuzey Amerikalı başkan Donald Trump, Edmundo González Urrutia’yı Venezuela’nın devlet başkanı olarak tanıyarak paralel bir hükümeti meşrulaştırmaya kalkabilir.
Sonuçlar
Bölgemize dair yapılacak her analizde şu gerçeği unutmamak gerek: Tıpkı dünyanın diğer bölgeleri gibi, Latin Amerika da ABD ile Çin arasındaki küresel hegemonya mücadelesinin ortasında veya bu mücadele tarafından kesintiye uğrayan bir coğrafya. Asya devinin, Amerikalıların yanlış şekilde “arka bahçe” olarak tanımladığı ABD’nin nüfuz alanında giderek güçlenmesi, bölgedeki politik tansiyonu artıran bir unsur.
Siyasi açıdan, Küba, Nikaragua ve Venezuela anti-emperyalist çizgiyi sürdürmeye devam ediyor ve bu nedenle ABD ve müttefiklerinin saldırılarının başlıca hedefi hâline geliyor. Özellikle Venezuela, Maduro yeniden seçilir seçilmez bir darbe girişimine maruz kaldı ve seçim süreci, müttefik sayılan ve kendi ülkelerindeki seçimlerde şüphe varken Venezuela’dan hemen tanınma almış olan bazı Latin Amerikalı liderler ve ülkeler tarafından sorgulandı.
Bu noktada, (sol adına acı bir durum olarak) Brezilya’da Lula, Arjantin’de Cristina Fernández, Kolombiya’da Gustavo Petro, Şili’de Gabriel Boric gibi siyasetçilerin oynadığı rolü özel olarak belirtmek gerek. Sözde “sol” olarak tanımlanan bu liderler, yalnızca halkların ve hükümetlerin emperyalizme karşı birleşmesi durumunda hem bölge hem de devletler olarak güçlü kalınabileceğinin bilincine varmış değiller gibi görünüyor.
Medya trendlerine ya da hatta yalan haberlere kapılmak, onların ilerici veya “solcu” çizgilerini zayıflatıyor. Bu anlamda, BRICS’e Venezuela’nın katılımını onaylamayı reddeden Lula’yı örnek gösterebiliriz; bu karar, Brezilya’daki ve Latin Amerika’daki en büyük toplumsal hareketlerden biri olan Topraksız Kır İşçileri Hareketi (MST) dâhil pek çok ilerici ve sol kesim tarafından tepkiyle karşılandı.
Başka bir açıdan bakarsak, düzensiz göç, suç oranlarındaki artış ve bölgesel silahlanma yarışı nedeniyle, güvenlik ve savunma açısından tehlike arz eden siyasi ve ekonomik gerilimler var. Ancak ABD, İngiltere ve hatta NATO’ya kapıları sonuna kadar açan Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei’nin rolü, Latin Amerika için eşi görülmemiş bir tehdit oluşturuyor.
Son olarak, Trump yönetiminin Latin Amerika’da ve Latin Amerika’ya karşı yaratabileceği etki ve müdahaleler büyük bir belirsizlik kaynağı. Bu kısmen, diğer küresel çatışmaların nasıl gelişeceğine ve ABD, Çin, Rusya, Türkiye, İsrail gibi aktörlerin bu çatışmalardaki rollerine de bağlı olacak. Tüm bu küresel kaos ortamında, Venezuela, halkların dayanışmasını isteyerek Latin Amerika ve Karayipler birliğini savunmaya devam edecek.
Amerika
Zohran Mamdani: Canavarın ininde bir ‘nepo bebek’

Türkiye bağlantılı rüşvet iddiaları nedeniyle soruşturulan mevcut New York Belediye Başkanı Eric Adams’a göre, kentin yöneticisini belirleyecek bir sonraki seçimler, “mavi yakalı” bir aday ile “takım elbiseli ve gümüş kaşıklı” başka bir aday arasında geçecekti.
Adams’ın “mavi yakalı” adayı elbette kendisiydi. Ağzında gümüş kaşıkla doğan aday ise (sürpriz!) Zohran Mamdani idi.
Kimin aklına gelirdi… Demokratların New York belediye başkan adayı olmaya en yakın isim, Hindistan kökenli, ataları “12 İmam Şiiliği” mensubu, “demokratik sosyalist” Zohran Mamdani.
Bedava toplu taşıma, konut krizine çözüm ve “İsrail’i telin” gibi bir programla öne çıkan Mamdani’nin adı, Aralık 2022’deki bir New York Magazine sayısı ile ABD’nin gündemine –Hollywood yıldızları vesilesiyle– giren “nepo baby” (nepo bebek) terimiyle duyulmuştu.
Neydi nepo bebek? “Anası kadir gecesinde doğurmuş” desek yetmez. Aileden şanslı, ağzında gümüş kaşıkla doğmuş, anne-baba-atasının mesleğinde yükselmiş, görece zengin/kalburüstü ünlüler için kullanılan bir terim.
City&State New York, Batı Yakası için yapılan nepo bebek listesini kıskanmış olacak ki, bir de Doğu Yakası (New York) listesi hazırlamış. Tarih, 20 Aralık 2022. Listede eski Vali Andrew Cuomo (babası da eski vali) da var, Trump’ın avukatı olarak bilinen Andrew Giuliani (onun babası da eski vali) de.
İşte Mamdani, ta 2022 sonunda bu listeye girmiş. Şöyle tanıtılıyor:
“Annesi, Oscar adayı yönetmen Mira Nair’dir. Mamdani’nin siyasete girmesine doğrudan yardım etmemiş olabilir ama kısa süren rap kariyerinde bir miktar etkisi olmuş olabilir.”
Mamdani’nin annesi Mira Nair, “Salaam Bombay!”, “Mississippi Masala” ve “Monsoon Wedding” gibi filmlerin yönetmenliğini yapmış. Baba Mahmood Mamdani ise uluslararası ilişkiler ve antropoloji alanında tanınmış bir profesör.
Nair, 2013 yılında İsrail’de düzenlenen bir film festivaline davet edilmiş ama sosyal medyada “apartheid sona erene kadar” bu ülkeye gitmeyeceğini açıklamış.
Mahmood Mamdani ise, geçen yıl Gazze’deki işgali protesto etmek için Columbia’da kurulan çadırlarda bilgilendirme toplantıları düzenlemiş ve üniversitenin protestolara verdiği tepkiyi eleştirmiş.
Mahmood Mamdani, Columbia’da postkolonyalizm alanında önemli bir isim. Akademik çalışmaları, Afrika’da sömürgeciliğin mirası gibi konuları ele alıyor. Batıda yaygın “postkolonyal” çalışmalar, bu konuda mükemmel bir eleştiriye imza atmış Aijaz Ahmad’ın deyişiyle, sömürge dünyadaki egemen sınıfların mensuplarının veya çocuklarının Batıda, özellikle de Batı akademisinde kendilerine yer edinmesi için altın bir fırsat sunuyor.
Nair’in kariyeri de tuhaf. Zohran’ın da doğduğu Uganda’da tanışıyorlar Mahmood ile. Yönetmen, “Mississippi Masala” filmi için araştırma yapıyor. Ama, New York Times’a söylediğine göre, filminde “beyaz bir kahraman” olmasını isteyen yapımcılar para vermek istemiyor.
Ama her nasılsa Nair, nihayetinde “birkaç milyon dolar” buluyor ve filmin çekimlerine Uganda’da, ünlü aktör Denzel Washington’ın başrolü ile başlıyor.
Nair’in konumunu küçümsemeyin: Warner Bros. Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nı yönetmesi için yönetmenimize teklif götürmüş ama Nair, Jhumpa Lahiri’nin aynı adlı çok satan romanından uyarlanan The Namesake’i çektiği için teklifi geri çevirmiş.
***
Aile her şey değil, ama aile önemli. Eski Büyük Britanya İmparatorluğu sömürgelerinden gelme “renkli” mülk sahipleri, Batılı egemen sınıf aristokrasisine katılmakta hiçbir sorun yaşamıyorlar.
Hindistan’ın çalışkan marksisti Prabhat Patnaik, emperyalist ülkelerdeki bu “Üçüncü Dünyalı” yöneticilerin öne çıkması olgusunu “uluslararası orta sınıfın oluşum eğilimi” olarak analiz ediyor. Uzun bir alıntı yapıyorum:
“Bu olgu [Üçüncü Dünya’dan gelen siyasetçilerin veya işadamlarının öne çıkması – eç] sadece bahsi geçen büyüdükleri ülkelerin ne kadar ‘adil’ olduğunu vurgulama fırsatı yaratmakla kalmaz, aynı zamanda Üçüncü Dünya ülkelerindeki orta sınıftan insanların bu şehirlerde ‘eşit muamele’ göreceğine ve bunun sonucu olarak da dünyanın ‘adil’ bir düzene sahip olduğuna ve başarılı olmak için hangi ülkede doğduğunun önemsiz olduğuna ikna edilmesini de sağlar. Sömürgelerdeki orta sınıftan insanların eskiden yaşadığı sorunlarından biri de, sömürge idaresi altında kendi ülkelerinde ayrımcılığa maruz kalmaları ve resmi mevkilerde hiçbir zaman belli bir noktadan sonra yükselememeleriydi. Bu tecrübe orta sınıfa sömürgeci boyunduruğu devirmeleri gerektiğini hissettirmiştir. Buna karşın, mevcut Üçüncü Dünya orta sınıfının güncel tecrübeleri, onları artık böyle bir ayrımcılığın olmadığına ve dolayısıyla emperyalizm olgusunun da artık bir geçerliliğinin kalmadığına ikna ediyor.”
Bu da bizi, Nietzsche’ci bir “birbirine karışmış, milli sınırları takmayan bir (aristokratik) egemen sınıf” idealine yakınlaştırıyor. Buna, Homi Kharas gibi, olumlayarak “küresel orta sınıf” diyenler de var. Bu “küresel orta sınıfın” bir ideolojik paketi var ve bu paket gezegenimizi kurtaracak: Küresel ısınma ile mücadele edecek; küresel sermaye piyasalarını ve şirketleri “sürdürülebilirliğe” yönlendirecek…
Onun da ötesinde, Patnaik’in tezini doğrulayacak şekilde, emperyalizme de “inanmıyorlar.” Mamdani’nin eşi, Şamlı sanatçı Rama Duwaji’nin “Suriyeli” olduğunun altı sürekli çiziliyor. Duwaji’nin biyografisinde New Yorker, Washington Post, Apple, Spotify, VICE, BBC ve Tate Modern ile çalıştığını görüyoruz. İran ve Hizbullah’a yakın ABD’li bir kampanya hesabı, Duwaji’nin Beşar Esad hükümetine karşı dış destekli isyana destek verdiğini ve mamdani’nin “kontrollü muhalefet” olduğunu yazıyor. Tablo tamamlanıyor.
***
Ağzında gümüş kaşıkla doğdu diye bir insan “sınıfını” sahiplenmek zorunda değil. Tarihte örneği çok.
Ama Mamdani bunlar arasında değil.
Öyle olmamış olacak ki, New York’ta kimlerden oy aldığına yönelik bir New York Times araştırması, tir tir titrediği söylenen Wall Street’in yüreğine su serpecek cinsten.
NYT, Mamdani’nin gentrifikasyonun (soylulaşma) yaşandığı mahallelerde artan katılım ve Asya ve Hispanik toplulukların güçlü desteği sayesinde öne geçtiğini yazıyor.
“Demokratik sosyalist” Mamdani, Brooklyn’in zengin “brownstone” evleriyle çevrili mahallelerinde, Yukarı Manhattan’ın çeşitli mahallelerinde ve Queens’te Güney Asya kökenli nüfusun yoğun olduğu bölgelerde yüksek oy oranları elde etti.
New York’taki brownstone evlerinin pahalı olduğunu hatırlatmak isterim: Bu evlerin bu kadar pahalı olmasının ana nedenlerinden biri, basitçe nadir olmaları. Bu evlerin sayısı sınırlıdır ve daha fazlasını inşa etmek mümkün değil.
Yine NYT araştırmasından aktarıyorum: New York’taki ekonomik krizi çözmeyi vaat eden Mamdani, çoğunluğu üniversite mezunu olan bölgelerde ve orta ve yüksek gelirli mahallelerde rakiplerinden daha iyi bir performans gösterdi. Asya kökenli nüfusun çoğunlukta olduğu bölgelerin çoğunda kazanan Mamdani, Hispanik nüfusun çoğunlukta olduğu bölgelerde ise başlıca takibi Cuomo’yu az farkla geride bıraktı.
İlginç bir veri: Cuomo, siyahi nüfusun çoğunlukta olduğu bölgelerde ve düşük gelirli nüfusun çoğunlukta olduğu bölgelerde daha fazla destek aldı. Mamdani ise, Manhattan’ın Upper West ve East Side bölgesinde, önemli bir kısmı Yahudi seçmenlerden oluşan yaşlı ve varlıklı seçmenleri kazanmakta zorlandı.
NYT araştırmasından olduğu gibi aktarıyorum:
“Şehrin ilk Müslüman ve Güney Asyalı belediye başkanı olacak Mamdani, Queens’teki Ridgewood ve Brooklyn’deki Greenpoint gibi genç, sol eğilimli seçmenlerin yaşadığı gentrifikasyon [soylulaşma] geçiren mahallelerde en yüksek oy oranını aldı. Güney Asyalı nüfusun yoğun olarak yaşadığı Queens mahallesi Jamaica Hills’teki seçmenler de Mamdani’yi büyük bir farkla tercih etti.”
Araştırma, Mamdani’yi yüksek ve orta gelirli New York ahalisinin ekseriyetle oy verdiğini gösteriyor. Düşük gelirli ahalinin neredeyse yarısı ise Cuomo’ya oy vermiş.
***
Joe Biden’ın ortadan kayboluşu ve Kamala Harris’in yenilgisi sonrasında Demokratlar içinde bir yeniden yapılanma arayışı olduğu biliniyor.
Mamdani’nin en önemli destekçilerinden New York Temsilcisi Alexandria Ocasio-Cortez’in eski danışmanı Saikat Chakrabarti, San Fransisco’da Nancy Pelosi’yi koltuğundan etmek için kolları sıvadı.
Teksas doğumlu ve Hindistan asıllı Silikon Vadisi gediklisi Chakrabarti, tam da “nepo bebek” sınıfından. Yazılım mühendisi bu aktivist, “Yeşil Mutabakat” ve “Yeni New Deal” hedefiyle biliniyor. “Amerika için Misyon” başlıklı manifestosunda, nükleer enerji karşısındaki bürokrasiden yakınıyor ve nükleerin yeniden kamuoyunda normalleşmesi için orduyu göreve çağırıyor, Nazilere sempatisiyle bilinen Hindu milliyetçisi Subhas Chandra Bose’nin fotoğrafının yer aldığı bir tişört giyiyor, “Adalet için Demokratlar” isimli “ilerici” grupta yer alıyordu.
Chakrabarti AOC kampanyasından atıldı, ama programı olduğu gibi sahipleniliyor. Nisan ayında NPR’da yer alan habere bakılırsa, aralarında Silikon Vadisi gediklisinin de yer aldığı genç bir kuşak, “yeni AOC’ler” olmaya adaydı. Trump’a karşı daha “agresif” olmayı savunan bu genç kuşak, eski Demokratlardan hiç memnun değildi.
Mamdani’nin de buraya oynadığını görmek güç değil. İlk başarının ardından, Memdani’nin kampanya ekibi “genele” seslenmenin yolları arıyor. Bir ara polise fonların kesilmesini savunan Mamdani, şimdi bu pozisyonundan geri adım atmış görünüyor.
Şirketlerin Mamdani’yi alt etmek için 20 milyar doları gözden çıkardığı ileri sürülüyor. Mamdani’nin kampanyası ise ilk etapta 8 milyar dolarıi hızla toplayabileceklerine inanıyor. Mamdani yanlısı süper PAC’ler, ne kadar para toplayabilecekleri konusunda herhangi bir sınırlama ile karşı karşıya değil ve “New Yorkers for Lower Costs” [Düşük Fiyatlar için New Yorklular] grubu, ön seçimlerde 1,5 milyon dolar topladı.
Wall Street Journal (WSJ) ise daha fazlasını yazıyor. Mamdani’ye verilen geniş desteğin, Wall Street’in son yıllarda nasıl değiştiğini ortaya koyduğunu öne sürüyor ve şöyle diyor:
“Bağışçıların işverenlerini listelediği şehir seçim kampanyası finans kayıtlarına göre, Mamdani’ye büyük bankalardan Cuomo’ya yapılan bağışlardan daha fazla bireysel bağış yapıldı. Fakat bunların çoğu, giderek büyüyen teknoloji personeli ve diğer finans dışı çalışanlar arasındaydı. Örneğin, üç Goldman Sachs yazılım mühendisi Mamdani’ye doğrudan bağış yaptığı belirtildi. Kayıtlara göre, Goldman’da sadece bir finansçı Cuomo’ya doğrudan bağış yaptı.”
Dahası, yine WSJ, Mamdani’yi sessizce destekleyen diğer bankacıların “kayıt altına alınacak şekilde” konuşmak istemediğini, hatta birinin “sahte isim” kullanmaya çalıştığını aktarıyor.
POLITICO’ya göre, ön seçim zaferinin ardından Mamdani, Senato Azınlık Lideri Chuck Schumer ve Temsilciler Meclisi Azınlık Lideri Hakeem Jeffries ile özel olarak görüştü. Her ikisi de “müesses nizam” New York Demokratları.
İki lider, Mamdani’ye hemen tam destek vermedi ama sosyal medya sitesi X’te onun hakkında olumlu yorumlar yaptı ve yakında kendisiyle yüz yüze görüşmeyi planladıklarını söyledi.
Mamdani’ye yakın ve isminin açıklanmaması koşuluyla konuşan bir kişi, bu açıklamaları “olumlu yeşil ışık” olarak nitelendirdi ve ekibinin ön seçimlerden sonraki kısa sürede yaptıklarından “çok, çok umutlu” olduğunu söyledi.
Yine Mamdani, salı gecesi New York Başsavcısı Letitia James tarafından sahneye çağrıldı. James, Başkan Donald Trump ile girdiği hukuki mücadelelerle tanınan, eyaletin en sevilen ve en etkili Demokratlarından biri.
Bu hamle de, Mamdani’ye federal düzeyde Demokratların gözünde bir miktar meşruiyet kazandırmayı amaçlıyor gibi görünüyor. Eyaletin kongre heyetinin başkanı ve liberal Yahudi siyasi çevrelerin en saygın isimlerinden biri olan Temsilci Jerry Nadler, ön seçimlerde Mamdani’nin rakiplerinden birini destekledikten sonra çarşamba günü Mamdani’yi desteklediğini açıkladı.
***
Peki İsrail karşıtlığı? Filistin dostluğu?
Yahudi Kamu İşleri Konseyi (Jewish Council for Public Affairs) genel müdürü Amy Spitalnick, NYT’ye konuşuyor. Spitalnick, kendini “liberal Siyonist” olarak tanımlıyor. Siz bundan, “İsrail’in kendini savunma hakkı var ama iki devletli çözüm de belki olur” diyen türde Siyonistleri anlayın:
“Antisemitizmle ilgili meşru endişeler, hem belediye başkanlığı seçimlerinde hem de daha geniş anlamda üniversiteler ve demokrasi hakkındaki tartışmalarda, toplulukları birbirine düşürmek için istismar ediliyor.”
Bu türden bir “Filistin dostluğu” Batıda hayli yaygın. Amerikan Demokratları, her zaman “islamcı dostu” Britanya, kısmen Soros Vakfı bu şebekenin arkasında. Netanyahu’nun “beni devirmek isteyenlerin arkasında Soros var” demesi boşuna değil. Ortadoğu’da yeni bir “emperyalist mimari”nin İsrail merkezli mi, yoksa İsrail’in de yer aldığı daha geniş bir (Müslüman) ülkeler koalisyonu ile mi şekilleneceğine ilişkin bir kavga bu. Demokratlar ve ABD’deki “ilerici Demokratlar” ikincisine yakın. Mahmood’u, nihayetinde bir “liberal Siyonist” saymak mümkün.
***
Mamdani’nin babası, NYT’ye verdiği demeçte, Cape Town’da bir öğretmenin Zohran’ı, renginin ne olduğu sorusuna verdiği şaşırtıcı cevap nedeniyle şikayet ettiğini hatırlıyor. Sınıftaki diğer çocuklar beyaz, siyah veya renkli (Güney Afrika’da karışık ırktan insanlar için kullanılan bir terim) derken, Zohran “hardal” (mustard) cevabını vermişti. “Çok duygulandım,” diye hatırlıyordu Mahmood.
Aijaz Ahmad’a dönüyorum. Ahmad, Batıda “Üçüncü Dünya Edebiyatı” kategorisinin ortaya çıkışını incelerken, 1960’lı yıllarda Asyalı göçmenlerin küçük burjuva ve profesyonel (beyaz yakalı?) kesim içinde yerini almasına işaret ediyor. Ahmad, özellikle beşeri ve sosyal bilimler alanında, “postkolonyal” çalışmaların da yükselişi ile birlikte, Batılı üniversitelere giren göçmenlerin ekseriyetle kendi ülkelerinin üst sınıf ailelerine mensup olduklarına işaret eder. Bunlar eziliyorlardı; ama ezilmişliklerine kanıt olarak “sınıf”ı sunmaları mümkün değildi: işçi sınıfından değillerdi ve yerleştikleri yeni Batı ülkesinde de işçi sınıfından olmaya niyetleri yoktu. Bu yeni profesyonel takımı, sömürgecilikten faydalanan ailelerden geliyorlardı. Ahmad, bu nedenle yeni göçmen profesyoneller arasında marksizmin tukaka ilan edilip Edward Said’den mülhem oryantalizmin alıcı bulmasını manidar buluyordu. Batılı “beyaz” antikomünistler, sömürge dünyasından müthiş bir müttefik bulmuşlardı.
Mamdani, işte bu postkolonyal küresel entelijansiyanın meşru çocuğu olarak tarih sahnesine çıkıyor.
Amerika
Amerikan borsaları uçuşa geçti

Amerikan borsaları, son 3 aydaki kayıplarını büyük oranda telafi ederek büyük bir ralliye başladı.
S&P 500 dün yeni bir rekorun kıyısına gelerek, Donald Trump’ın nisan ayında açıkladığı “Kurtuluş Günü” gümrük vergilerinin ardından yaşanan trilyonlarca dolarlık çöküşten muazzam bir geri dönüş yaptı.
ABD’nin ekonomi politikası ve jeopolitik durumuyla ilgili belirsizliğin devam etmesine rağmen, S&P 500, nisan ayında yaklaşık %20 değer kaybetmeden önce, şubat ayında kaydettiği rekor seviyeye %0,1’den az bir farkla kapattı.
Endeks, o günden bu yana inişli çıkışlı bir seyir izleyerek toparlanmaya başladı ve dün gün içi işlemlerde kısa süreliğine rekorunu aştı.
Salı günü, teknoloji ağırlıklı Nasdaq 100, genel piyasayı geride bırakarak tüm zamanların en yüksek kapanışını kaydetti. Bu, Trump’ın İsrail ve İran’ın ateşkes üzerinde anlaştığını açıklamasının ardından geldi ve yatırımcıların olası bir petrol kriziyle ilgili endişelerini hafifletti.
Çözülmemiş jeopolitik çatışmalar ve Trump’ın hâlâ devam eden gümrük vergisi politikaları arasında, Capital Wealth Planning’in portföy yöneticisi Kevin Simpson, CNBC’ye “geri dönüşün büyüklüğüne şaşırdığını” söyledi.
Trump, nisan ayında tehdit ettiği en sert gümrük vergilerinin bir kısmını geri aldı ve o zamandan beri ABD’nin başka ülkelerle yaptığı ticaret anlaşmaları piyasaları memnun ediyor.
Simpson, yatırımcıların “mega cap teknoloji ve yapay zeka coşkusunun hakim olduğu bir piyasada düşüşleri satın almaya istekli” göründüğünü söyledi.
Nvidia, Çin’in DeepSeek’in ABD’li girişimlerden daha maliyet etkin olabileceği endişelerini hafifleten beklentilerin üzerinde kazançlarla bu hafta rekor seviyeye ulaştı.
Palantir, S&P 500 ve Nasdaq 100’de yıl başından bu yana en fazla değer kazanan şirket oldu. Wired’ın haberine göre, veri şirketi giderek yüksek ücretli devlet ihalelerine giriyor ve kısa süre önce Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) için bir “gözetim” platformu geliştirmek üzere 30 milyon dolarlık bir anlaşma imzaladı.
Wells Fargo stratejisti, iki faiz indirimi, “Büyük Harika Yasa”nın kurumlar vergisi indirimleri ve deregülasyonun nihayetinde şirket kazançlarını artıracağını ve piyasaları daha da yukarı taşıyacağını öngörüyor.
Fakat bu arada daha fazla dalgalanma da bekleniyor.
Amerika
ABD’den İran’a ‘teklif’: Uranyum zenginleştirmeden vazgeç, 30 milyar doları al

Trump yönetimi, nükleer silah elde etmesini engellemek amacıyla İran’a uranyum zenginleştirmeyi durdurması karşılığında 30 milyar dolarlık bir teklif sunmayı değerlendiriyor. CNN’in haberine göre, barışçıl nükleer program için kullanılacak bu fonun ABD yerine Arap ülkeleri tarafından sağlanması ve Washington’un müzakerelere liderlik etmesi planlanıyor.
ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin, Tahran ile müzakerelere geri dönme çabaları kapsamında, İran’a barışçıl nükleer programını geliştirmesi için 30 milyar dolara kadar finansal erişim sağlama olasılığını tartıştığı bildirildi.
CNN‘in konuya vakıf kaynaklara dayandırdığı haberine göre, bu teklifin karşılığında Tahran’ın uranyum zenginleştirmeyi tamamen durdurması talep ediliyor ve bu maddenin “müzakereye açık olmadığı” vurgulanıyor.
Plana göre, paranın ABD tarafından değil, Arap ülkeleri tarafından sağlanması öngörülüyor. Bir yönetim yetkilisi, “ABD bu müzakerelere liderlik etmeye hazır. Birilerinin nükleer programın uygulanması için ödeme yapması gerekecek, ancak biz böyle bir taahhüt altına girmeyeceğiz,” dedi.
AB, İran’ın ABD saldırılarından önce Fordo’dan uranyum stoklarını çıkardığına inanıyor
Masadaki diğer teklifler
Amerikalı yetkililer, masada başka tekliflerin de olduğunu belirtti. Bu teklifler arasında İran’a yönelik bazı yaptırımların potansiyel olarak kaldırılması ve Tahran’ın yabancı bankalardaki 6 milyar dolarlık dondurulan varlıklarına erişim hakkı tanınması yer alıyor.
Bir diğer fikir ise ABD’nin Basra Körfezi’ndeki müttefiklerinin, ABD saldırılarında hasar gören Fordo nükleer tesisinin yerine, yine uranyum zenginleştirme kabiliyeti olmayacak şekilde yeni bir altyapı inşa etmesinin maliyetini karşılaması.
Washington’dan ‘kapsamlı barış’ hamlesi
Trump’ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, CNBC‘ye yaptığı açıklamada ABD’nin “kapsamlı bir barış anlaşması” yapmayı hedeflediğini söyledi.
Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, tüm tekliflerin İran’ın nükleer silah elde etmesini engellemeye yönelik olduğu vurgulandı.
Beyaz Saray, son iki haftada yaşanan olayların, yani İsrail ile karşılıklı saldırılar ve ABD’nin İran’ın nükleer merkezlerine yönelik saldırısının ardından Tahran’ın Washington’un şartlarını kabul edeceğini umuyor.
Uzmanlar şüpheli: Teklif ters tepebilir
CNN‘in aktardığına göre, İran uzmanları ise tam tersine, yaşananların ülke yönetimini nükleer silaha sahip olmaları gerektiği konusunda daha da ikna edeceğini düşünüyor.
Bu hafta başında İran parlamentosu, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile işbirliğinin askıya alınmasını onaylamıştı. İran yönetimi, 22 Haziran gecesi gerçekleşen ABD saldırısından önce de ajans yetkililerinin tesislerine erişimini önemli ölçüde kısıtlamıştı.
UAEA’nın mayıs ortası verilerine göre, İran’ın elinde yaklaşık 409 kilogram yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum bulunuyordu.
Bloomberg, bu miktarın teorik olarak on adet nükleer savaş başlığı üretmek için yeterli olduğunu yazmıştı. Ajansın Genel Direktörü Rafael Grossi, bu maddenin yerinin bilinmediğini bildirdi.
Tahran, saldırıya uğrayan tesislerdeki uranyum stoklarını önceden taşıdığını iddia ederken, UAEA ise stokların önemli bir kısmının saldırıdan kurtulmuş olabileceğini değerlendiriyor.
-
Görüş2 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Ortadoğu1 hafta önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi2 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savunma sanayiinde ‘Amerikan malı’ baskısı geri tepiyor
-
Avrupa1 hafta önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Dünya Basını5 gün önce
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir
-
Dünya Basını1 hafta önce
Foreign Policy: Çin İran’ı Destekliyor, İsrail’i Kınıyor
-
Görüş2 hafta önce
İsrail’in ‘Bildiği Şeytan” ile İşi Bitti mi?