Bizi Takip Edin

Diplomasi

Lukaşenko: ABD nükleer silahlarını çeksin, güvenlik için ilk adım atılsın

Yayınlanma

Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko, Minsk’te düzenlenen II. Uluslararası Avrasya Güvenlik Konferansı’nda ABD’nin Avrasya’dan nükleer silahlarını çekmesi ve yeni ölümcül teknolojiler için uluslararası denetim mekanizmalarının oluşturulması çağrısında bulundu. Lukaşenko, bu adımların küresel güvenlik için kritik olduğunu vurguladı.

31 Ekim Perşembe günü Minsk, Belarus’un öncülüğünde düzenlenen II. Uluslararası Avrasya Güvenlik Konferansı’na ev sahipliği yaptı.

Organizasyon, katılımcılara “Avrasya güvenliğinin geleceğine ilişkin samimi ve kapsayıcı tartışmalar” yürütme ve “uluslararası gelişmelere tarafsız değerlendirmelerde bulunma” fırsatı sunmayı amaçladı.

Kommersant gazetesinin haberine göre konferansın açılışında konuşan Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko, “Denge ve denetleme mekanizmalarının yetersizliği, her alanda güvenlikte azalmaya yol açtı,” dedi.

Lukaşenko sözlerini şöyle sürdürdü: “Güvenlikten bahsedildiğinde genellikle sınırlarımızı koruma garantisi anlaşılır. Fakat geniş kapsamlı güvenlik, devletlerin yalnızca askeri alanda değil, aynı zamanda siyasi, iktisadi, enformasyonel ve diğer alanlarda da güvende olmasını gerektirir. Bu perspektiften bakarsak, gezegenimizi saran krizin boyutu daha net anlaşılır.”

Lukaşenko, ABD’nin Avrasya topraklarından nükleer silahlarını çekmesinin, gerçek bir yumuşama ve diyalog için gerekli koşulları yaratacağını ifade etti.

Ayrıca BM Güvenlik Konseyi kararları olmaksızın uygulanan yaptırımların yasa dışı olduğunu belirten Lukaşenko, bu baskıları engelleyecek etkili bir mekanizma kurulmasını önerdi.

Nükleer olmayan, ancak insanlığı tehdit edebilecek yapay zekâ gibi yeni teknolojilerin kontrol edilmesi için uluslararası bir anlaşma ve yasal mekanizmanın geliştirilmesi gerektiğini ifade eden Devlet Başkanı, siber saldırılara karşı uluslararası bir yasal düzenleme yapılması gerektiğini de vurguladı.

Lukaşenko’nun konuşmasının ardından, 45’ten fazla ülkeden diplomat ve uzman Minsk’e davet edilerek bu öneriler ve diğer güvenlik girişimlerini ele aldı.

Belarus lideri, konferansa dair umutlarını dile getirerek, etkinliğin dünyayı “ölümcül medeniyetler çatışmasından” kurtarabilecek birleştirici bir araç olmasını beklediklerini ifade etti.

Bu yılki konferans, Belarus’un girişimi çerçevesinde düzenlenen ikinci güvenlik konferansıydı; ilki 2023 yılı ekim ayı sonunda yapılmış, 30 ülkeden yaklaşık 120 delege katılmıştı.

Bu yıl Belarus Dışişleri Bakanlığı, 45 ülkeden 600 civarında delegenin etkinliğe katılmasını beklediğini bildirmişti. Ancak etkinlik alanına ulaşan delege sayısı net olarak belirtilmedi.

Bakanlık, konferansın amacının “mevcut dünya düzenindeki kriz, kilit oyuncular arasındaki kronik askeri-politik çelişkiler ve aralarındaki iletişim eksikliğinin neredeyse tamamen ortadan kalktığı ortamda Avrasya güvenliğinin geleceğinin samimi ve kapsayıcı bir şekilde tartışılması” olduğunu belirtti.

Kapsayıcılık konusunda ise Ukrayna’nın davet edilip edilmediği sorusu dikkat çekti. Konferans katılımcıları arasında bu soruya yanıt veren Belarus Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Anatoliy Glaz, Kiev’e herhangi bir davet gönderilmediğini dile getirdi.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise bu durumu şöyle yorumladı: “Ukrayna rejimi tamamen farklı bir düzlemde gelişiyor ve NATO’ya katılma ya da nükleer silah edinme dışında başka bir güvenlik konseptiyle ilgilenmiyor ve ilgilenmek istemiyor.”

Lukaşenko, konuşmasının önemli bir bölümünü Ukrayna çatışmasına ayırarak Batılı ülkelere karşı daha yumuşak bir üslup takındı ve “Ukrayna’da barış sağlanmasının, büyük oranda tek bir kişiye, Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’e bağlı olduğunu” dile getirdi. Lukaşenko, Batılı ülkelerin Ukrayna’yı destekleme çabalarını “zevahiri kurtarma” olarak nitelendirdi.

Lukaşenko, “Son zamanlarda ‘medeni Batı’nın’ aklı başında temsilcileriyle temaslarımız, belli bir önyargıya sahip olduğumuzu gösteriyor,” dedi ve ardından “Kaba bir ifadeyle, bir beraberlik mümkün,” şeklinde konuştu.

Son olarak, Rusya, Ukrayna ve Batı arasındaki ilişkilere değinen Lukaşenko, tarafların sorunu bir an önce müzakere masasında çözmeleri gerektiğini ifade etti. Belarus lideri bu sürecin, “güvenlik garantileri” kapsamında ele alınması gerektiğini belirtti.

Sergey Lavrov konuşmayı değerlendirirken, “Beraberlik, özellikle 2022’de İstanbul’da Ukrayna krizi için yapılan müzakerelere de uygulanabilecek bir kavramdır,” diyerek, her iki tarafın da çıkarlarını güvence altına alacak bir çözümün önemine vurgu yaptı.

Lavrov ayrıca, Kiev yönetiminin Rus dilini ve kültürünü baskı altına almasını eleştirerek, Ukrayna’nın NATO’ya katılımı ve ülkedeki Rus kültürüne yönelik kısıtlamaların krizin temel nedenleri arasında olduğunu söyledi.

Lavrov, BM Şartı’nın ihlal edildiğini belirterek, “Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in 2023 başında ortaya koyduğu küresel güvenlik girişiminde belirttiği gibi, her çatışmada temel nedenlerin ortadan kaldırılmasına odaklanılmalı,” ifadelerini kullandı.

Bakan sözlerini, “Sorun, büyük ülkelerin birbirleriyle konuşmamaya karar vermiş olmaları değil, büyük bir gücün konuşmak istememesi ve diktat etmek istemesidir. Bu belki de olup bitenlerin kısa bir özeti,” diyerek sonlandırdı.

Diplomasi

ABD-Çin ticaret savaşında ateşkes gelecek mi?

Yayınlanma

ABD’nin üst düzey ekonomi yetkilileri, küresel piyasaları sarsan, tüketici güvenini sarsan ve süper güçler arasındaki mal sevkiyatlarını keskin bir şekilde azaltan gümrük vergisi savaşını görüşmek üzere İsviçre’de Çinli meslektaşlarıyla bir araya gelecek.

Bu, ABD Başkanı Donald Trump’ın şubat ayında Çin’e gümrük vergilerini artırmaya başlamasından bu yana iki ülke arasında bilinen ilk üst düzey görüşme olacak.

Hızlı misilleme döngüsü, nisan ortasına kadar ABD’nin Çin mallarına uyguladığı gümrük vergilerini %145’e çıkarırken, Pekin de Amerikan ürünlerine %125 gümrük vergisi uyguladı. Trump perşembe günü yaptığı açıklamada, yaklaşan görüşmelerin “somut” ve “dostane” geçmesini beklediğini ve gümrük vergilerinin düşeceğini ima etti.

Trump, gazetecilere “Daha fazla artamaz” dedi ve ekledi: “145’te, yani düşeceğini biliyoruz.”

Bu, anlaşmanın yaklaştığı anlamına mı geliyor? Yoksa gümrük vergileri konusunda uzlaşma hala uzak mı?

Nikkei Asia, konuyla ilgili merak edilen beş başlığı derledi:

Washington neden şimdi Çin ile gerilimi azaltmak istiyor?

Trump, 2 Nisan’da Çin ve birçok ülkeye “karşılıklı” yüksek gümrük vergileri uyguladığını açıkladığı ve “Kurtuluş Günü” olarak adlandırdığı günden bu yana artan siyasi ve ekonomik tepkilerle karşı karşıya.

İlk olarak, ABD finans piyasaları, yatırımcıların Amerikan varlıklarına olan güveninin sarsılmasıyla ABD hisse senetleri, tahviller ve doların olağan dışı bir şekilde satılmasıyla ciddi bir darbe aldı.

Trump 9 Nisan’da Çin hariç çoğu gümrük vergisini 90 gün süreyle askıya aldığında hisse senetleri toparlandı. Birçok Wall Street bankası, Trump’ın gümrük vergisi politikasının ülkeyi bu yıl resesyona sürükleme riski taşıdığı uyarısında bulundu. J.P. Morgan, bu olasılığı önceki %40 tahmininden %60’a yükseltti.

Piyasalar bir miktar istikrar kazanmış olsa da, Amerikan alıcıların siparişlerini askıya almasıyla Çin ve ABD arasındaki mal akışı son birkaç hafta içinde keskin bir düşüş yaşadı. CBS News’e göre, Walmart ve Target gibi büyük perakendeciler, Trump ile özel toplantılarda mal kıtlığı ve fiyat artışları konusunda uyarıda bulundu.

Pekin ise meydan okuyan bir tavır sergiledi ve uzmanlar bu tavrın Washington’u stratejisini revize etmeye zorladığını düşünüyor.

Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi’nde kıdemli araştırmacı Gao Jian, “Şu ana kadar Trump ekibinin Çin’e yönelik tüm gümrük vergisi politikaları önceden belirlenen stratejik hedeflerine ulaşamadı” dedi ve ekledi: “Şu anda ABD ile yeniden müzakereye başlamak dünya ekonomisinin istikrarına katkı sağlayacaktır. Bu, Çin’in ekonomik çıkarlarına da uygundur.”

ABD ve Çin gümrük vergilerini ne kadar ve ne kadar sürede indirecek?

ABD Hazine Bakanı Scott Bessent nisan ayı sonunda “çok yakın bir gelecekte” gerilemenin olacağını beklediğini söylerken, analistler sürecin uzayabileceği uyarısında bulunuyor.

Singapur’daki ISEAS-Yusof Ishak Enstitüsü’nün kıdemli misafir araştırmacısı Stephen Olson, Bessent’in İsviçre’de Çin Başbakan Yardımcısı He Lifeng ile yapacağı toplantının “ABD ve Çin arasında kaçınılmaz olarak uzun ve zorlu bir müzakere sürecinin sadece ilk adımı” olduğunu söyledi.

Her iki taraf da, manşetlere taşınan gümrük vergisi oranlarından geri adım atmadan bir ölçüde taviz verdi.

Nikkei Asia’nın haberine göre, ABD’nin akıllı telefonlar ve elektronik ürünleri %145’lik vergiden kısmen muaf tutmasını takiben, Çin de son haftalarda çiplerden ilaçlara ve uçak motorlarına kadar %125’lik vergiden muaf tutulacak ürünlerin sessizce bir listesini hazırladı.

New York merkezli yatırım danışmanlığı şirketi 22V Research’ten Michael Hirson ve Houze Song, Trump’ın önemli ön koşullar olmadan gümrük vergilerini geri almaya istekli olması halinde Pekin’in de aynı şekilde karşılık vereceğini söyledi. Alternatif olarak, ABD’nin Çin’den önce taviz vermesini talep etmesi halinde Pekin’in bekleyebileceğini de eklediler.

Hirson ve Song, her iki taraf da taviz vermeyi reddederse, ekonomik sıkıntıları yönetmek için yüksek gümrük vergilerinden hedefli muafiyetler uygulamaya devam edebileceklerini ekledi. “Bu, gümrük vergilerinin daha geniş çaplı geri alınmasının daha da uzamasına neden olabilir ve muhtemelen ihracat kontrolleri gibi gümrük vergisi dışı önlemlerle karşılıklı misillemelerin devam edeceği anlamına gelir” değerlendirmesini yaptılar.

Bazı ekonomistler, görüşmelerin başlamasıyla birlikte gümrük vergilerinin kademeli olarak geri alınacağı konusunda daha umutlu.

Morgan Stanley’in Asya Baş Ekonomisti Chetan Ahya, “ABD ve Çin’in kapsamlı bir anlaşma isteyeceğini düşünüyoruz” derken, “görüşmelerin karmaşık olacağını ve tamamlanmasının zaman alacağını” da kabul etti.

Ahya, ABD’nin Çin’e uyguladığı ticaret ağırlıklı gümrük vergilerini haziran sonuna kadar %60’a düşürdükten sonra, fentanil sorunuyla ilgili %20’lik gümrük vergilerini kaldırarak yıl sonuna kadar %34’e indirebileceğini öngörüyor. Ancak bu durumda bile, Çin’e uygulanan gümrük vergileri diğer ülkelerin çoğunun uyguladığı %10’luk karşılıklı vergilerin üzerinde kalacak ve ticaretin büyük bir kısmını engelleyebilir.

Çin ve ABD arasında “büyük bir anlaşma” masada mı?

Trump’ın başkanlık kampanyasından bu yana, bazıları onun sayısız farklılıkları ele alan kapsamlı bir anlaşma ile ABD-Çin ilişkilerini temelden yeniden şekillendirmeyi amaçlayabileceğini düşünüyor. Ancak birçok uzman, bunun şu aşamada olası olmadığını söylüyor. Tayvan üzerindeki gerilimler veya Trump yönetiminin Çin hisselerini ABD borsalarından çıkarma girişimi gibi konular gündemden düşebilir.

Araştırma şirketi Gavekal Dragonomics’in kurucu ortağı Arthur Kroeber’e göre, herhangi bir önemli anlaşma için Washington’un Çinli şirketlerin ABD’deki iş ve teknolojiye erişimindeki kısıtlamaları kaldırması ve bu şirketlerin ülkede büyük ölçekli yatırımlar yapmasına izin vermesi gerekiyor.

Kroeber, “ABD ile Çin arasındaki ilişki şartlarını önemli ölçüde değiştiren gerçek bir anlaşma, Çinli şirketlerin ABD’ye doğrudan yatırımda önemli bir rol oynayabileceğini kabul eden bir anlaşma olacaktır” dedi. Kroeber, Washington’un Çin’e ilişkin genel söylemi nedeniyle bu senaryonun çok olası olmadığını düşünüyor.

Daha gerçekçi bir senaryo olarak, ABD ve Çin’in “esas olarak kozmetik” bir anlaşma yapabileceğini ve bu anlaşmada her iki tarafın da bir tür kontrollü ticaret karşılığında gümrük vergilerinde indirim elde edeceğini öne sürdü.

Anlaşmanın önündeki en büyük engeller neler?

Birçok gözlemci, Çinli yetkililerin Trump yönetiminin gerçekte ne istediğini ve karşılığında ne sunabileceklerini hala bilmediklerini düşünüyor.

Singapur Ulusal Üniversitesi Doğu Asya Enstitüsü Direktörü Bert Hofman, ABD’nin gündeminin netleşmesinin Pekin için olumlu bir sonuç olacağını söyledi. Trump yönetimi, Çin’den tamamen kopmaktan, Çin’e karşı diğer ülkelerle ittifaklar kurmaya ve ikili ticaret açığını sona erdirmeye kadar çeşitli hedefler ortaya koydu.

İsviçre görüşmeleri öncesinde Bessent, ABD ve Çin’in “ortak çıkarları” olduğunu ve ABD’nin kopmak istemediğini söyledi. “İstediğimiz şey adil ticaret” dedi.

Analistler ayrıca, Trump’ın Bessent ve toplantılara da katılacak olan ABD Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer’e ticaret politikasını yönlendirmek için ne kadar yetki verdiğini merak ediyor. Diğerleri ise güvensizlik ve uyumsuz taleplerin herhangi bir çıkış yolunu engelleyeceğini söylüyor.

Washington, son yıllarda Çinli politika yapıcıları, ihracat odaklı büyüme modeline güvenmek yerine iç tüketimi canlandırmaya çağırdı. Pekin, endüstriyel kapasite fazlası hakkındaki uluslararası eleştirilerin çoğunu reddetti.

Washington’daki muhafazakar düşünce kuruluşu Demokrasileri Savunma Vakfı’nın Çin Programı’nın kıdemli direktörü Craig Singleton, “Rekabet temelde çözülmemiş durumda ve her iki taraf da teslimiyet izlenimi vermemek için avantaj elde etmek için manevralar yapıyor” dedi ve ekledi: “Her iki taraf da hala durumu yokluyor ve birbirlerinin ilk hamleyi yapmasını bekliyor.”

ABD, Çin için de bazı hassas noktalara değinebilir. Trump bu hafta bir radyo programında, tutuklu Hong Konglu medya patronu Jimmy Lai’nin davasını ticaret müzakerelerinin “bir parçası” olarak gündeme getireceğini söyledi. Kapatılan haber sitesi Apple Daily’nin yayıncısı Lai, ulusal güvenlik suçları iddiasıyla yargılanıyor.

Geçmişte Lai’yi “%100” hapisten çıkarabileceğini övünen Trump, “Jimmy Lai hakkında konuşmak çok iyi bir fikir” dedi.

Ticaret anlaşmazlığı devam ederse bu dünya için ne anlama geliyor?

ABD ve Çin’in yüksek gümrük vergilerini sürdürmesi halinde dünya ekonomisi şok yaşayabilir.

Dünya Ticaret Örgütü nisan ayında, Çin ve ABD arasındaki etkili ticaret ambargosunun devam etmesi halinde küresel mal ticaretinin %1,5’e kadar azalabileceği uyarısında bulundu. Uluslararası Para Fonu da geçen ay, dünya ekonomisi için büyüme tahminini ocak ayındaki %3,3’ten %2,8’e düşürdü.

Amerikan tüketiciler rafların boşalması ve fiyatların artmasıyla karşı karşıya kalırken, Çin’de ise ABD’ye gönderilmek üzere olan fazla malların ya yurt içinde ya da diğer ülkeler tarafından emilmesi gerekecek. Bu durumun, Çin ekonomisini yıllardır etkileyen deflasyonist baskıyı daha da kötüleştirmesi bekleniyor.

Bazıları ise Çin’in üstün durumda olduğunu ve ekonomik zorluklara daha fazla dayanma kapasitesine sahip olduğunu söylüyor.

Gavekal’dan Kroeber, “Çin’in hesaplaması temel olarak, deflasyonu yönetmenin ABD’nin stagflasyonu siyasi olarak yönetmesinden daha kolay olacağı yönünde” dedi.

Bir çıkmaz durumu diğer Asya ülkeleri için de kötü haber olacaktır. Bu ülkelerin çoğu, özellikle Vietnam ve Kamboçya, ABD’nin talebine ve Çin’den gelen girdilere bağımlı durumda. Natixis’ten Alicia Garcia-Herrero, “Bu, onların iki ateş arasında kaldıkları anlamına geliyor” dedi.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Ankete göre, ticaret savaşı Avrupalı şirketlerin Çin’deki faaliyetlerini doğrudan etkilemedi

Yayınlanma

Avrupa Birliği Çin Ticaret Odası tarafından yapılan bir ankete göre, Avrupa şirketleri ABD-Çin gümrük vergisi savaşının Çin’deki faaliyetleri üzerindeki doğrudan etkisinin nispeten sınırlı olduğunu belirtirken, kısa vadeli iş görünümüne ilişkin güvenlerinin azaldığını ifade ettiler.

Oda Başkanı Jens Eskelund, Avrupa şirketlerinin 2018’deki ilk turdan daha iyi hazırlıklı olduklarını ve gümrük vergilerinin artırılmasının doğrudan etkisini hafifletebildiklerini söyledi.

Ancak ticaret savaşı iş dünyasının güvenini önemli ölçüde etkiledi ve ankete katılanların yüzde 59’u bu yıl iş yapmanın daha zor hale geldiğini belirtti.

Ankete katılanların %64’ü rekabetin yoğunlaşacağını, %58’i ise gelecekteki karlılık konusunda endişeli olduğunu belirterek, önümüzdeki iki yıl için de karamsar bir tablo çizdi.

162 oda üyesinin katıldığı ankette, katılımcıların en çok Çin’in Amerikan mallarına uyguladığı gümrük vergilerinden etkilendiği ortaya çıktı. Ankete katılanların neredeyse yarısı bu vergilerin sorun teşkil ettiğini belirtti.

Eskelund, Çin’in gümrük vergilerinin imalat için hayati önem taşıyan ve şirketler için zorlu olabilecek emtia ürünlerini etkilediğini söyledi.

Buna karşılık, ankete katılanların üçte ikisinden fazlası, ABD’nin Çin’den ithalata uyguladığı gümrük vergilerinden etkilenmediklerini belirtti. Anket, bunun birçok şirketin benimsediği “Çin için, Çin’de” yaklaşımından kaynaklanabileceğini ortaya koydu.

Ankete katılanların yarısından fazlası tedarik zincirlerinin bir dereceye kadar aksadığını belirtmesine rağmen, Eskelund Çin’in hala “istikrarlı ve öngörülebilir bir yatırım destinasyonu” olduğunu söyledi.

“Küresel pazarda küresel tedarik zincirleriyle rekabet ediyorsanız ve fiyat ve kalite açısından rekabet edebilmek istiyorsanız, Çin hala olmanız gereken yer” dedi.

Anket sonuçlarını detaylandıran bir sunumda, ticaret geriliminin genel verimlilikte düşüşe yol açabileceği ve şirketlerin belirsizliğin artması nedeniyle kararlarını ertelediği belirtildi.

Ankete katılanların yüzde 57’si iş stratejilerini değiştirmediğini ve durumu izlemeye devam ettiğini belirtti.

Halihazırda önlem alanların yüzde 17’si tedarik kaynaklarında değişiklik yaparken, yüzde 14’ü Çin’deki yatırım veya genişleme planlarını erteledi. Ancak yüzde 14’ü de ülkedeki yatırımlarını artırmayı planlıyor.

Anket, Çin ve ABD’nin bu hafta sonu ticaret savaşı konusunda ilk yüz yüze görüşmelerini yapacağını açıklamadan bir hafta önce, 17-27 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirildi.

Eskelund, “İsviçre’deki görüşmelerden iyi sonuçlar çıkmasını ummalıyız” dedi.

Bu arada Çin, ABD’nin gümrük vergileri uyguladığı bir dönemde Avrupa Birliği ile ticaret müzakerelerini yeniden başlatmak amacıyla 2021’de Avrupalı parlamenterlere getirdiği yaptırımları kaldırmaya hazırlanıyor.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Yeni Papa 14. Leo ilk konuşmasında ‘barış’ mesajı verdi

Yayınlanma

Aziz Petrus Bazilikası’nın balkonunda ilk anlarından itibaren, Papa 14. Leo, 1,4 milyar üyeli Katolik Kilisesi’nin nasıl bir lideri olacağına dair önemli ipuçları verdi.

Papa 14. Leo olmadan önceki adıyla ABD’li “Kardinal Robert Prevost”, geçen ay vefat eden Papa Francis’in halefini seçmek için düzenlenen konklavın ikinci gününde, perşembe günü dünya kardinalleri tarafından yeni papa olarak seçildi.

ABD’nin ilk papası olarak tarihe geçen Leo, kardinal olmadan önce onlarca yıl misyonerlik yaptığı Peru’da da çifte vatandaşlığa sahip.

Leo’nun verdiği ilk ipucu, seçtiği isim oldu. Papalar genellikle bu seçimi, yeni papalık dönemlerinin öncelikleri hakkında ilk önemli sinyali vermek için kullanıyor.

Francis, ismini 13. yüzyılda zenginliği reddedip yoksullara bakmak isteyen Assisili Aziz Francis’ten almıştı.

Leo adını alan son papa olan XIII. Leo, 1878-1903 yılları arasında süren papalığı boyunca işçilerin haklarını savunmaya, adil ücret, adil çalışma koşulları ve sendikalara üye olma hakkını talep etmeye odaklanmıştı.

Papalığı yakından takip eden Cizvit yorumcu Thomas Reese, “[Kardinal Prevost] 14. Leo adını seçerek, kilisenin sosyal öğretisine bağlı olduğunu gösteriyor,” iddiasında bulundu.

Leo’nun ikinci mesajı, barışa duyulan ihtiyacı açıkça vurgulayan dil seçimi ve sözleriydi. Francis de sık sık bu konuya odaklanmıştı.

Aziz Petrus Meydanı’nda toplanan kalabalığa yaptığı konuşmada İtalyanca ve İspanyolcayı seçen yeni Papa, ABD’den bahsetmedi.

Leo’nun halka açık ilk sözleri, “La pace sia con tutti voi!” (Barış hepinizin üzerine olsun!) oldu.

7 Mayıs’ta gizli konklava girmeden önce, dünyanın kardinaleri “Ukrayna, Orta Doğu ve dünyanın birçok başka bölgesinde” yaşanan çatışmaları kınayan ve barış için “içten bir çağrı” yapan bir bildiri yayınlamıştı.

Yeni papa, “Tanrının barışını paylaşmak istediğini” belirterek, bunu “silahsız bir barış ve silahsızlandırıcı bir barış” olarak nitelendirdi ve “alçakgönüllü ve azimli” olduğunu ekledi.

Leo, hayatını kaybeden Papa Francis’in, ölümünden bir gün önce Paskalya Pazarı’nda Roma’da kalabalığı son kez kutsamasını da anlattı.

Yeni Papa, “Papa Francis’in zayıf ama her zaman cesur sesi hâlâ kulaklarımızda,” dedi.

Leo, Francis’in birkaç hafta önce verdiği kutsamayı tekrar vermek için izin istedi ve “Tanrı bizi seviyor, Tanrı herkesi seviyor ve kötülük galip gelmeyecek. Biz Tanrının elindeyiz,” dedi.

Reuters’a göre Leo’nun üçüncü ipucu, kıyafet seçimindeydi. 2013’te seçildiği ilk gün de dahil olmak üzere papalığın tüm sembollerini reddeden Francis’in aksine, Leo beyaz cüppesinin üzerine geleneksel kırmızı papalık cübbesini giydi.

Böylece Leo, Francis’in geleneğini takip etse de, “yeni ve farklı bir papa” olduğunu gösterdi.

Öte yandan, yeni papa ABD’li olmasına rağmen, Donald Trump yönetimi ile Vatikan’ın arasının çok daha iyi olacağına dair henüz bir işaret bulunmuyor.

Dahası, yeni papanın adına açılmış bir sosyal medya hesabının, papalık görevine başlamadan önceki aylarda ve yıllarda Trump yönetimini, özellikle de Başkan Yardımcısı JD Vance’i defalarca eleştirdiği görülüyor.

“Robert Prevost” hesabı altında yayınlanan bir dizi gönderi, Chicago doğumlu Kardinal’in, Vance’in inancını yorumlamasını ve Başkan Donald Trump ile birlikte savunduğu katı göçmenlik politikalarını eleştiren bir makaleyi paylaştığını gösteriyor.

Nisan ortasında, aynı hesap, Trump’ın Oval Ofis’te El Salvador Devlet Başkanı Nayib Bukele ile yaptığı görüşmeye yönelik bir başkasının eleştirisini yeniden paylaştı ve Washington, D.C.’nin yardımcı Katolik Piskoposu Evelio Menjivar’ın, Trump yönetimi tarafından El Salvador’a sınır dışı edilen göçmenlerin acılarına dikkat çeken bir köşe yazısına işaret etti.

Prevost’un yeniden paylaştığı köşe yazısında, “Acıyı görmüyor musunuz? Vicdanınız sızlamıyor mu?” diye soruluyor.

Daha çarpıcı bir örnek olarak, şubat ayında bu hesap, liberal eğilimli bir Katolik gazetesi olan National Catholic Reporter’da yayınlanan “JD Vance yanılıyor: İsa bizden başkalarına olan sevgimizi sıralamızı yapmamızı istemiyor” başlıklı bir köşe yazısını paylaştı.

Katolikler, ABD’deki en büyük Hıristiyan mezhebi ve Trump, 2024 başkanlık seçimlerini kazanmak için kilit eyaletlerde Katoliklerin oylarını yoğun bir şekilde almaya çalıştı.

Trump, Vance’in yanı sıra birkaç Katolik’i de yüksek kabine pozisyonlarına atadı. 21 Nisan’da ölen Papa Francis, Trump yönetimini düzenli olarak eleştirmiş ve bir keresinde Vance’i kilisenin sevgi öğretisini yorumlaması nedeniyle sert bir şekilde azarlamıştı.

Selefi gibi Leo da Katolikliğin “daha ilerici ve kapsayıcı” bir kanadından geliyor ve ama LGBT hakları gibi konularda hâlâ geleneksel Katolik görüşlerini savunuyor gibi görünüyor.

Başkan perşembe günü, yetişkin hayatının çoğunu Peru’da geçiren Leo’nun seçilmesini hemen tebrik etti ve yeni papa ile yakında görüşeceğini söz verdi.

Trump, Truth Social’da paylaştığı yazıda, “Onun ilk Amerikalı papa olduğunu fark etmek büyük bir onur. Ne heyecan verici ve ülkemiz için ne büyük bir onur. Papa 14. Leo ile tanışmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Çok anlamlı bir an olacak!” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English