Ortadoğu
Netanyahu değil Ben-Gvir hükümeti

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Netanyahu liderliğindeki İsrail hükümeti içindeki siyasi dengelere odaklanıyor. Başbakan Netanyahu’nun siyasi olarak varlığını sürdürebilmesi için, düne kadar İsrail’de en aşırı uç olarak görülen iki bakana nasıl muhtaç olduğunu açıklıyor:
***
Netanyahu’nun Hamas ile savaş yaklaşımını yönlendiren aşırılık yanlıları
Bir zamanlar uç isimler olarak görülen bakanlar Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir Gazze’de ‘pervasız’ bir ateşkes anlaşmasına karşı çıkıyor
Neri Zilber
Binyamin Netanyahu İsrail’de iktidara döndüğünde, koalisyon hükümetindeki aşırı milliyetçilerin tartışmalı varlığına rağmen kontrolün kendisinde olduğunda ısrar etti.
Ancak 14 ay sonra, İsrail Hamas’la savaş halindeyken, bir zamanlar aşırı sağcı olarak görülen kilit isimler – Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir – her zamankinden daha fazla etkiye sahip görünüyor.
Her ikisi de işgal altındaki Batı Şeria’daki yerleşimlerde yaşayan dindar Siyonistler olan bu ikili, savaş sonrası Gazze’den ABD diplomasisine ve Hamas ile İsrailli rehinelerin önemli sayıda Filistinli mahkum karşılığında serbest bırakılacağı olası bir ateşkes anlaşmasına kadar çeşitli konularda sert tutumlar sergilediler.
Ben-Gvir, herhangi bir “pervasız anlaşmanın” hükümetin dağılmasına yol açacağını tehdidinde bulundu ve Netanyahu’yu çatışmaya ara verme ve Filistinli mahkumların serbest bırakılmasına onay vermesi durumunda iktidardan düşebileceği bir konuma soktu. Netanyahu geçen hafta heyetini Kahire’de yürütülen olası bir anlaşmayla ilgili görüşmelerden çekerek içeride rehinelerin ailelerini, dışarıda da İsrailli müttefiklerini kızdırdı.
Deneyimli başbakan, iktidar koalisyonunu sürdürebilmek için Smotrich ve Ben-Gvir’in desteğine güveniyor. Ancak Netanyahu ile çalışmış bir siyasi stratejist olan Nadav Shtrauchler, bu ikilinin kendilerini Netanyahu’dan farklılaştırmaya çalıştıklarını, bir yandan Netanyahu’yu sağdan sıkıştırırken diğer yandan da Gazze savaşı konusunda uzlaşmaya yanaşmayan milliyetçi tabana hitap ettiklerini söylüyor.
Shtrauchler, “Smotrich ve Ben-Gvir tabanın Netanyahu’ya ne kadar kızgın olduğunu görüyor. Sağ kesim [bildirilen şartlarda] herhangi bir anlaşmaya açıkça karşı” diyor: “Eğer Netanyahu bu tür bir anlaşmaya yanaşırsa, bunun iktidardaki son günü olacağını biliyor.”
Netanyahu “mutlak zafere” doğru ilerleme sözü verdi ve geçen hafta sadece “güçlü askeri baskı ve zorlu müzakerelerin” rehineleri kurtaracağını ve Hamas’ın “hayali taleplerinden vazgeçmesi” gerektiğini söyledi.
Rehinelerin akıbeti ve olası bir ateşkes, aşırı sağcı ikilinin İsrail ile Yahudi devletinin en sadık destekçisi ABD de dahil müttefiklerinin arasının açılmasına yol açan en büyük ancak tek alan değil.
Ben-Gvir ve Smotrich uzun zamandır sadece bir Filistin devletine değil aynı zamanda Batı Şeria’nın bazı bölgelerini yöneten Filistin Yönetimi’ne de karşı çıkıyorlar; her ikisi de Filistin Yönetimi’nin “varlığına son verilmesi” çağrısında bulunuyor.
Ancak Biden yönetimi Filistin Yönetimi’nin “yeniden canlandırılması” ve Gazze’de savaş sonrası herhangi bir düzende rol oynaması gerektiğini söylüyor. Son zamanlarda yönetim, Filistin devletine yönelik hamleyi, Gazze çatışmasını sona erdirmenin yanı sıra İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki diplomatik ilişkileri güvence altına almayı amaçlayan daha geniş bir bölgesel girişimle ilişkilendirmeye çalıştı.
Ben-Gvir bu ayın başlarında şunları söyledi: “Amerika bizim dostumuz … [ve müttefikimizdir, ancak Biden yönetimi bize baskı yapmayı bırakmalı.”
Ben-Gvir ve Smotrich tarafından siyasi olarak kısıtlanan Netanyahu, Filistin Yönetimi’nin Gazze’de gelecekte üstleneceği herhangi bir rolü reddetmeye devam ediyor.
Pazar günü Netanyahu’nun kabinesi, Filistin devletinin tek taraflı olarak tanınması da dahil Filistinlilerle kalıcı çözüme ilişkin herhangi bir “uluslararası baskıyı” reddeden kararı kabul etti.
Ben-Gvir ve Smotrich kendi “savaş sonrası” gündemlerine öncülük ederek Netanyahu’nun bakanlarının üçte biri ile birlikte geçen ay “Gazze Şeridini yeniden yerleştirmeyi” amaçlayan bir Kudüs konferansı düzenlediler. Netanyahu böyle bir hareketi desteklemediğini söyledi.
İkili kısa bir süre önce de işgal altındaki Batı Şeria’da şiddet uygulayan yerleşimcilere yaptırım uyguladığı için ABD’ye tepki gösterdi.
Smotrich bu hareketi “antisemitik bir yalan” olarak nitelendirdi ve Biden yönetimini kendisine de yaptırım uygulamaya davet etti. Ben-Gvir, Wall Street Journal’a verdiği bir mülakatta Biden’ı İsrail’e “tam destek” vermediği için eleştirerek eski ABD Başkanı Donald Trump’ı desteklediğini açıkça belirtti.
Washington’daki düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan Natan Sachs şunları söyledi: “Aşırı sağın ABD-İsrail ilişkilerine verdiği zarar çok açık …[Ben-Gvir ve Smotrich] birçok Amerikalı için siyasi olarak tiksindirici eğilimleri temsil ediyor, özellikle de Biden destekçileri için.”
Ancak Netanyahu Ben-Gvir ve Smotrich’i sorumlu olmaya çağırmayı reddetti. Eski bir üst düzey hükümet yetkilisi şunları söyledi: “Mesaj açık: sıfır bakanlık sorumluluğu ve sıfır tepki. Her şeyi söyleyebilirsiniz ve bunun bir önemi yok. Netanyahu hiçbir şey yapmayacak ve bunu herkes biliyor.”
İki yerleşimci liderin yükselişi başından beri Netanyahu’nun kendi siyasi ihtiyaçlarının bir ürünüydü. Ülke bitmek bilmeyen seçim döngülerine saplanmışken Netanyahu, Smotrich’in Dini Siyonizm partisi ile Ben-Gvir’in Yahudi Gücü partisi arasında birleşmeye aracılık ederek sağcı oyları maksimize etmeye çalıştı.
Bu hamle Netanyahu’nun başbakanlığını garantiledi ancak bu süreç daha önce Arap karşıtı kışkırtıcılıktan hüküm giymiş olan Ben-Gvir’i daha ana akım hale getirdi. Smotrich’in kendisi de Filistinlilere ve LGBTQ topluluğuna yönelik hakaretlerle dolu bir geçmişe sahip.
Ben-Gvir ve Smotrich, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve şimdi de potansiyel olarak Gazze’de yani uluslararası toplum tarafından gelecekteki bir Filistin devleti için ayrılan topraklarda Yahudi yerleşimlerini genişletmeyi amaçlayan yerleşimci hareketinin farklı akımlarından geliyorlar.
Netanyahu zaman zaman aşırı sağ ile ters düştü. Otuz yıllık kariyerinin birçok noktasında Filistinlilerle barış görüşmeleri yürüttü, Batı Şeria’daki yerleşim inşaatlarını dondurdu ve bir Filistin devleti fikrine sözde destek verdi.
Son olarak Aralık ayında ABD’nin baskısına boyun eğdi ve kuşatma altındaki Gazze’ye daha fazla yardımın ulaşmasını sağlamak için Kerem Şalom sınır kapısını açtı. Ancak yardım çabaları, çoğu Batı Şeria’daki yerleşimlerden gelen aşırı milliyetçilerin geçiş noktasındaki protestoları ve malların girişini geciktirmeleri nedeniyle engellendi.
Washington’un ricalarına rağmen Ben-Gvir’in yönetimindeki İsrail polisi, müdahale etmekte başarısız oldu. Netanyahu, aşırı sağın dahil olduğu diğer önemli sürtüşme noktalarında olduğu gibi sessiz kaldı.
Eski yetkili şunları söyledi: “Netanyahu sadece koalisyonunun hayatta kalmasından endişe ediyor, [siyasi olarak] her yönden kan kaybediyor ve çaresiz.”
Netanyahu, Ben-Gvir ve Smotrich’in desteğine sadece iktidarda kalmak için değil, savaşın sona ermesinin ardından yapılması beklenen seçimlerden sonra geri dönme umuduna sahip olmak için de ihtiyacı olduğunu biliyor.
Netanyahu ve Likud son aylarda kamuoyu yoklamalarında büyük düşüş yaşarken analistler İsrail’in en uzun süre görev yapan liderinin yaklaşık yirmi yıldır ilk kez bu kadar gözden düştüğünü belirtiyor.
Siyasi geleceği ve Gazze savaşının gidişatı belirsizliğini korurken, İsrail kabinesi içinde ve Washington ile daha fazla çatışma yaşanması muhtemel görünüyor.
Önde gelen İsrailli yorumcu Ben Caspit bu ay Maariv gazetesinde “Netanyahu 2024’te Itamar Ben-Gvir’den çekindiği kadar Joe Biden’dan çekinmiyor” diye yazdı: “İsrail hükümeti, hepimizin pahasına Ben-Gvir hükümetidir.”
Ortadoğu
KLP, İsrail ordusuna satış yapan iki şirketten yatırımlarını çekti

Norveç’in en büyük emeklilik fonu KLP, İsrail ordusuna ekipman sattığı gerekçesiyle biri ABD’li, diğeri Alman iki şirketle yatırım ilişkisini sonlandırdığını duyurdu. Fon, bu ekipmanların Gazze’deki savaşta kullanılıyor olabileceği endişesiyle bu kararı aldığını açıkladı.
El Cezire’nin haberine göre, söz konusu iki şirket; ağırlıklı olarak askeri araç ve kamyon üretimi yapan Amerikan Oshkosh Corporation ile geniş ürün yelpazesiyle bilinen Alman sanayi devi ThyssenKrupp. ThyssenKrupp, savaş gemilerinden endüstriyel makineler ve asansörlere kadar birçok alanda faaliyet gösteriyor.
KLP Sorumlu Yatırımlar Bölümü Başkanı Kiran Aziz, El Cezire’ye yaptığı açıklamada, “Haziran 2024’te, Birleşmiş Milletler’in bazı şirketlerin İsrail ordusuna silah ve ekipman sağladığı ve bu silahların Gazze’de kullanıldığına dair raporlarını öğrendik. Bu nedenle Oshkosh ve ThyssenKrupp’un, sorumlu yatırım ilkelerimizi ihlal ettiğine karar verdik” dedi.
Fon, bu şirketlerin yatırım portföyünden tamamen çıkarıldığını bildirdi. Haziran 2025’e kadar KLP’nin Oshkosh’ta 1,8 milyon dolar, ThyssenKrupp’ta ise yaklaşık 1 milyon dolar değerinde yatırımı bulunuyordu.
KLP, karar öncesinde her iki şirketle de iletişime geçtiğini belirtti. Oshkosh, İsrail ordusuna özellikle araç ve yedek parça sattığını doğrularken; ThyssenKrupp, Kasım 2020 ile Mayıs 2021 arasında İsrail donanmasına dört adet Sa’ar 6 sınıfı savaş gemisi teslim ettiğini ve bu yıl içinde bir denizaltı teslim etmeyi planladığını bildirdi.
Fonun açıklamasına göre, her iki şirket de ürünlerinin nasıl kullanıldığına dair gerekli denetim ve insan hakları risk analizini belgeleyemedi. Kiran Aziz, “Şirketler, temel insan hakları ve uluslararası insancıl hukuk ihlallerine ortak olmamak için bağımsız bir şekilde özen yükümlülüğünü yerine getirmekle sorumlu” ifadelerini kullandı.
KLP daha önce de benzer adımlar attı
KLP’nin insan hakları ihlalleriyle ilişkilendirilen şirketlerden yatırımlarını çekmesi yeni değil. 2021 yılında aralarında Motorola’nın da bulunduğu 16 şirketten, işgal altındaki Batı Şeria’daki yasa dışı yerleşimlerle bağlantılı oldukları gerekçesiyle yatırımını çekti. Aynı yıl, Myanmar ordusuyla bağlantısı nedeniyle Hindistan merkezli Adani Ports ile olan finansal bağlarını da sonlandırdı.
2023 yazında KLP, ABD’li inşaat ekipmanı üreticisi Caterpillar’dan da yatırımını çekti. Kiran Aziz, El Cezire’de yayımlanan bir yazısında, Caterpillar’a ait buldozerlerin İsrail ordusu tarafından modifiye edilerek işgal altındaki Filistin topraklarında ev ve altyapı yıkımlarında kullanıldığını vurgulamıştı. Aziz, “Bu araçların sürekli olarak kullanılması, Birleşmiş Milletler ve sivil toplum kuruluşları tarafından 20 yılı aşkın süredir insan hakları ihlalleriyle ilişkilendiriliyor” demişti.
Avrupa’da benzer kararlar çoğalıyor
KLP’nin kararı, Avrupa’daki diğer büyük yatırım fonlarının benzer gerekçelerle İsrail’le bağlantılı şirketlerden uzaklaşmasının bir parçası. Mayıs 2024’te, dünyanın en büyük varlık fonu olan Norveç Varlık Fonu, İsrail’in Paz Retail and Energy şirketinden, yasa dışı yerleşimlere altyapı ve yakıt sağladığı gerekçesiyle yatırımını çekti.
Aralık 2023’te de fon, yasa dışı yerleşimlere hizmet verdiği gerekçesiyle Bezeq adlı bir başka İsrail şirketindeki tüm hisselerini sattı.
2024 Şubat ayında Danimarka’nın en büyük emeklilik fonu, Batı Şeria’daki yerleşimlerle bağlantılı olabileceği endişesiyle birkaç İsrail bankası ve şirketinden yatırımlarını geri çekti.
Haziran 2024’te ise Birleşik Krallık’ın en büyük emeklilik fonu olan Üniversiteler Emeklilik Planı (USS), Gazze savaşı nedeniyle İsrail’le bağlantılı tüm yatırımlarını elden çıkaracağını duyurdu. Toplam büyüklüğü 79 milyar dolar olan fon, üyelerden gelen baskılar üzerine 101 milyon dolarlık İsrail bağlantılı yatırımı satma kararı aldı.
Ortadoğu
Ali Laricani: İsrail, İranlı yetkililere tehdit mesajları gönderdi

İran lideri Ayetullah Ali Hamaney’in danışmanı ve eski Meclis Başkanı Ali Laricani, İsrail’in saldırılarının ilk gününde çok sayıda İranlı siyasi, askeri ve güvenlik yetkilisine tehdit mesajları gönderdiğini açıkladı. Laricani, bu tehditlerin doğrudan devlet yapısını hedef aldığını ve İran halkının birliği sayesinde başarısız olduğunu belirtti.
Ali Laricani, devlet televizyonunda katıldığı programda, İsrail’in hedefinin yalnızca siyasi ve askeri yapılar değil, doğrudan ülke lideri Hamaney’i tehdit ederek İran devletini içeriden çökertmek olduğunu söyledi.
“Düşman, bir liderlik toplantısı sırasında üst düzey İran yetkililerini hedef alarak devlet yapısını hızla parçalayabileceğini hesapladı. Sonraki adım doğrudan İslam Devrimi Lideri’ni tehdit etmekti” diyen Ali Laricani, İsrail ve ABD’nin, çatışma ortamında İran halkının hükümeti terk edeceği yönündeki varsayımlarının boşa çıktığını ifade etti: “Halkın güçlü birliği ve direnişi, İsrail’i hedeflerini yeniden gözden geçirmeye zorladı.”
Laricani, 21 Haziran itibarıyla İsrail’in hedefine ulaşamayacağının netleştiğini ve bunun ardından üçüncü taraf aracıların devreye girdiğini söyledi.
İsrail’in saldırıların ilk günü bazı üst düzey İranlılara tehdit mesajları gönderdiğini aktaran Ali Laricani, şu ifadeleri kullandı: “Ben de Tahran’dan ayrılmam için 12 saatim olduğunu söyleyen bir mesaj aldım. Aksi takdirde merhum komutan Gulamali Reşid ve Tümgeneral Muhammed Bakıri ile aynı kaderi paylaşacağımı söylediler ancak onlara Netanyahu gibi birine yakışır bir cevap verdim.”
Laricani, savaşın gidişatını değiştiren en önemli unsurun İran’ın gelişmiş füze kabiliyeti ve halkın sarsılmaz desteği olduğunu vurgulayarak, “Netanyahu’nun tüm çabası İran halkını teslim etmeye odaklanmıştı. Ancak İran’ın füze gücünün netleşmesi savaşın seyri üzerinde belirleyici oldu” değerlendirmesinde bulundu.
ABD’nin Katar’daki hava üssüne saldırıyla ilgili ise Laricani, Amerikalı yetkililerin açıkladığının aksine her biri 400 kilogram savaş başlığı taşıyan 6 füzenin, ABD üssüne isabet ettiğini savunarak, “Ne olduğunu biliyoruz ama bırakın Trump hayalleriyle mutlu olsun.” dedi.
İsrail’in bu tehdit taktiğini The Washington Post geçen hafta ortaya çıkarmıştı. Habere göre İsrail istihbaratı, Farsça konuşan ajanlar aracılığıyla İran Devrim Muhafızları generallerini cep telefonlarından arayarak, rejime destek vermeye devam etmeleri halinde öldürüleceklerini söyledi. Ajanlar, generallerden rejimle bağlarını reddettikleri videolar çekip göndermelerini istedi, ancak bu tür videolar yayımlanmadı. Gazete, bu videoların yayınlanmamasının İranlı askerlerin böyle bir video çekmemiş olmasından kaynaklandığı değerlendirmesini yaptı.
Ortadoğu
İsrail’le normalleşme için sıradaki aday Suriye iddiası

ABD ve İsrail medyasında yer alan haberlere ve yetkililerin açıklamalarına göre, İsrail’le normalleşme için İbrahim Anlaşmaları’nı imzalayan bir sonraki ülkenin Suriye olması bekleniyor.
Beyaz Saray Basın Sekreteri Karoline Leavitt perşembe günü yaptığı açıklamada, Trump yönetiminin Suriye’nin İbrahim Anlaşmaları’na katılan bir sonraki ülkelerden biri olmasını beklediğini söyledi.
Leavitt, “Başkan, bölgedeki daha fazla ülkenin İbrahim Anlaşmaları’nı imzalayacağından kesinlikle umutlu” dedi.
“Başkan [Trump] Suriye’nin yeni cumhurbaşkanı [Ahmed El-Şara] ile görüştüğünde, [Trump]’ın taleplerinden biri de Suriye’nin İbrahim Anlaşması’nı imzalamasıydı” dedi.
“Orta Doğu’da uzun süreli ve kalıcı bir barış görmek istiyoruz ve bunu başarmanın yolu da budur” diye konuştu.
“Size bir zaman çizelgesi veremem ama bu yönetim bunun gerçekleşmesini istiyor ve bölgedeki ortaklarımız da bunu bilmeli” dedi.
İbrahin Anlaşmaları, ABD Başkanı Donald Trump’ın 2020’deki ilk görev döneminde, BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeyi kabul etmesiyle Orta Doğu’da başlattığı süreçti.
Trump yönetiminin Orta Doğu özel temsilcisi Steve Witkoff da, çarşamba günü CNBC’ye verdiği röportajda, anlaşmalara daha fazla ülkenin katılacağına dair ipuçları verdi.
Witkoff, “İbrahim Anlaşması’na katılan ülkelerle ilgili büyük açıklamalar olacak” dedi.
CNBC’ye verdiği demeçte, “Başkanın temel hedeflerinden biri Abraham Anlaşması’nın genişletilmesidir” dedi.
Witkoff, “İnsanların hiç düşünmeyeceği bir dizi ülkede normalleşme olmasını umuyoruz, bu nedenle bu olasılık bizi heyecanlandırıyor; bu, Orta Doğu’da istikrarı sağlayacaktır” diye ekledi.
‘Suriye hükümetiyle doğrudan iletişim halindeyiz’
Witkoff’un açıklamasından saatler önce İsrail Ulusal Güvenlik Danışmanı Tzachi Hanegbi, İsrail’in geçici Suriye hükümetiyle doğrudan ve günlük iletişim içinde olduğunu ve tarafların olası bir normalleşmeyi görüştüğünü açıkladı.
Hanegbi, “İsrail ile Suriye rejimi arasında tüm seviyelerde doğrudan ve günlük bir diyalog var. Bu süreci, oradaki siyasi yetkililerle birlikte ben yürütüyorum” dedi.
Hanegbi ayrıca, Suriye ve Lübnan’ın da gelecekte İbrahim Anlaşmaları kapsamında normalleşme sağlanabilecek ülkeler arasında değerlendirildiğini belirtti.
İsrail’in, bu görüşmelerin bir parçası olarak Suriye’deki tampon bölgelerden asker çekmeyi kabul edip etmediği sorusuna Hanegbi, “Eğer bir normalleşme olursa, bunu değerlendiririz” yanıtını verdi, ancak “Hermon Dağından çekilmeyeceğiz” diyerek bu konuda net bir çizgi çizdi.
İran’a saldırıları izledi
Suriye’nin yeni lideri Ahmed Şara, İbrahim Anlaşması’na katılma konusunda daha önce de imalarda bulunmuştu.
Şara, nisan ayında ABD Temsilcisi Cory Mills’e, Suriye’nin doğru koşullar altında İbrahim Anlaşmaları’na katılmaya hazır olduğunu söylemişti.
Şara, İsrail’in İran’a yönelik saldırıları sırasında da sessiz kaldı. İsrail’e göre, bu saldırılar Suriye’nin de “işine geldi” ve Suriye’nin “elini güçlendirdi”.
İsrail uçakları 12 gün boyunca Suriye üzerinden İran hava sahasını ihlal ederken, Şara yönetimi sadece olayı izledi.
İsrailli Jerusalem Post gazetesi, “Suriye’nin çıkarı açık: İran’a vurulacak her darbe, Şam’daki yeni rejimin en büyük stratejik rakibini zayıflatır. İran’a vurulacak her darbe, Şara rejimi için saf kazançtır” diye yazdı.
Trump’ın Ahmed Şara ile el sıkışması ve Suriye yaptırımlarının kaldırılması hem ABD’nin hem de İsrail’in Şara hükümeti ile normalleşmesinin ön adımı olarak görülüyor.
Nihai hedef: İsrail-Suudi normalleşmesi
ABD’nin İsrail ile “Arap ülkelerinin lideri” olarak değerlendirilen Suudi Arabistan’ın ilişkilerini normalleştirmek istediği sır değil. Bu kapsamda yürütülen tüm diplomatik hamleler Suudi Arabistan’ın “Filistin devleti için yol haritası” şartının İsrail tarafından reddedilmesi nedeniyle bugüne kadar başarılı olamadı. Ancak ABD’nin esas hedefinin İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesi olduğu biliniyor.
Lübnan ile normalleşme ihtimali
Bu süreçte İsrail ile Hizbullah arasında yaşanan çatışmada Hizbullah’ın ağır darbe almasını fırsat bilen ABD, Lübnan’da siyasi süreçlere doğrudan müdahil oldu. Trump yönetimi Lübnan’da desteklediği isimlerin Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmasını sağladıktan sonra İsrail ile Lübnan arasında normalleşme ihtimali gündeme geldi. Bu yönde atılan bir dizi adım Lübnanlı yetkililerce bugüne kadar yalanlanıyordu, ancak Lübnan Başbakanı Nevvaf Selam, ilk kez geçen ay İsrail’le normalleşme istediğini açıkça söyledi. Ancak hem Hizbullah’ın Lübnan’da hala etkili bir güç olması hem de ülkede İsrail işgali devam ederken yapılacak olası bir normalleşme anlaşmasının toplumda göreceği tepki sürecin önündeki engeller olarak görülmeye devam ediyor.
Yeni yol haritası
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya yakınlığıyla bilinen Israel Hayom gazetesinin haberine göre, ABD Başkanı Donald Trump, Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Netanyahu ve Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer arasında, ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine düzenlediği saldırının hemen ardından telefon görüşmesi yapıldı.
İsrailli bir kaynağa dayandırılan haberde, bu görüşmede üç temel başlık üzerinde uzlaşı sağlandığı iddia edildi: Gazze’de iki hafta içinde ateşkes sağlanması, İbrahim Anlaşmalarının Suriye ve Suudi Arabistan’ı da içerecek şekilde genişletilmesi ve Batı Şeria’da sınırlı İsrail egemenliğiyle iki devletli çözüm modeli.
-
Görüş2 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Ortadoğu2 hafta önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi2 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savunma sanayiinde ‘Amerikan malı’ baskısı geri tepiyor
-
Dünya Basını7 gün önce
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir
-
Avrupa2 hafta önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Dünya Basını2 hafta önce
Foreign Policy: Çin İran’ı Destekliyor, İsrail’i Kınıyor
-
Görüş2 hafta önce
İsrail’in ‘Bildiği Şeytan” ile İşi Bitti mi?