Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

RFKP lideri Zyuganov yazdı: Rusya’nın bütçe çıkmazı

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Rusya’nın 2024 bütçe taslağı fazlaca şaibe barındırıyor. Tasarı, amacının çok daha ötesinde, mali oligarşinin çıkarları doğrultusunda dizayn edilmişe benziyor. Rusya Federasyonu Komünist Partisi (RFKP) Genel Sekreteri Gennadiy Zyuganov, aşağıda tercümesi verilen ve Svobodnaya Pressa (Hür Basın) gazetesinde yer bulan uzun soluklu makalesinde partisinin bütçe taslağına ilişkin eleştiri ve alternatiflerini sıralıyor.


Perişan bütçe

Gennadiy Zyuganov

Svobodnaya Pressa

19 Ekim 2023

Nazizme ve küreselleşmeye karşı zaferimizin ve egemen kalkınmamızın vazgeçilmez koşulu iç politikada sola dönmektir

Batı’nın küreselci ve neo-Nazi güçleri tarafından ülkemize karşı ilan edilen hibrit imha savaşı koşullarında, mevcut tüm kaynakların seferber edilmesine, hızlandırılmış bir şekilde genişletilmesine ve etkin bir şekilde kullanılmasına hayati derecede ihtiyacımız var. Bu özellikle mali ve iktisadi kaynaklar için geçerli. Bunlar askeri, endüstriyel ve sosyal tüm başarıların temelidir.

Bu nedenle bir kalkınma bütçesinin oluşturulması ve gerçek bir egemenlik ve zafer programının uygulanması konusu son derece önemli. Bu bağlamda, hükümet tarafından hazırlanan ve Devlet Dumasının 26 Ekim’de ilk okumada ele alacağı federal bütçe taslağı, bilhassa yakın ilgi ve mümkün olan en sorumlu değerlendirmeyi gerektiriyor.

İstikbal mücadelesinin ön mevziisi

Yeni bir dünya yangınının ana hatları gezegenin farklı bölgelerinde giderek daha görünür hale geliyor. Yakın zamanda Orta Doğu’da ortaya çıktı. Ve düşmanlarımız, hibrit savaştan Rusya ile doğrudan savaşa geçme niyetlerini açıkça ilan ediyorlar.

Bu durum, Amerikan Stratejik Konsepti üzerine ABD Kongre Komisyonunun kısa süre önce yayımlanan raporuyla da teyit edildi. Raporda Washington’un politikasının temel bileşenlerinden birinin ABD ve NATO müttefikleri ile Rusya ve Çin arasında askeri bir çatışmaya hazırlık olması gerektiği açıkça belirtiliyor. Ayrıca Amerikalı “şahinlerin” bu on yılın sonunu ya da gelecek on yılın başını böyle bir çatışma için en olası zaman dilimi olarak gördükleri de açıkça ifade ediliyor.

Böylesi tarihi zorluklar karşısında, bütçe taslağında “Milli Savunma” başlığı altında planlanan harcamalardaki kayda değer artışı desteklememek mümkün değil. Harcamalar 2023 yılında 6,4 trilyon iken 2024 yılında neredeyse yüzde 70 oranında artarak 10,8 trilyona ulaşacak. Ülkenin savunma kalkanının finansmanı bütçe harcamalarının yüzde 29’unu ve GSYİH’nin yüzde 6’sını oluşturacak. 2025 yılında bütçe harcamalarının dörtte birinin buna ayrılması planlanıyor. Bu oran 2026 yılında yüzde 22’ye yükselecek.

Ancak NATO’nun Bandera cuntasının kanlı elleriyle bize karşı çıktığı Ukrayna cephesine ek olarak ve ülkemize dönük yeni ve daha büyük ölçekli saldırılara hazırlanmanın yanı sıra, zamanın ve hibrit savaşın diğer cephelerindeki zorluklarla da başa çıkmalıyız. Her şeyden önce iktisadi, bilimsel, teknolojik, sosyal ve demografik cephelerde. Fakat bize önerilen bütçe taslağı bu görevleri yerine getirmiyor.

Bu, Devlet Başkanı Vladimir Vladimiroviç Putin’in mesajında ve kararnamelerinde belirtilen temel hedeflerle örtüşmüyor. Putin, dünyanın önde gelen ilk beş ekonomisinden biri olmak, Rusya’nın tehlikeli teknolojik gecikmesinin üstesinden gelmek, gerçek iktisadi modernizasyon ve hızlandırılmış ithal ikamesi sağlamaktan; yurttaşların refahını önemli ölçüde artırmak ve sosyal koşullarını iyileştirmekten; istikbalimize yönelik ana stratejik tehdit olan ciddi demografik krizle başa çıkmaktan söz etmişti.

Haziran ayında Oryol’da düzenlediğimiz Uluslararası Ekonomi Forumunda Rusya Federasyonu Komünist Partisi’nin (RFKP) güncellenmiş programını sunduk ve onayladık. Bu program, Devlet Başkanı tarafından formüle edilen görevleri tam olarak karşılamıyor. En iyi bilim insanları ve uzmanların desteğiyle bu programın uygulanması gerektiğini ikna edici bir şekilde ortaya koyduk. Oryol Forumu katılımcılarının raporlarında dile getirilen kaygı verici veriler de bunu doğruluyor. Bunlardan sadece birkaçı şöyle:

Son 10 yılda yıllık ortalama iktisadi büyüme oranımız yüzde 1’i geçmedi. Dünya ortalaması ise üç kat daha yüksekti. Kişi başına düşen GSYİH açısından Türkiye, Portekiz ve çoğu eski sosyalist ülkenin gerisindeyiz. GSYİH’mizin yapısında bilişim yoğun sanayi sadece yüzde 13’lük bir paya sahip. Bilişim ekonomisinin, yani yüksek teknolojili sektörlerin GSYİH içindeki payı ise sadece yüzde 9.

Rusya bugün 187 ülke arasında ortalama yaşam süresinde 108., sağlık göstergelerinde 119., sağlık hizmetlerinin kalitesinde 95., eğitim kalitesinde 32., yurttaşların reel gelir düzeyinde 66., emeklilerin yaşam standardında 43., sosyal kalkınma endeksinde 60., konforlu konut sağlanmasında 80. sırada yer alıyor.

Rusya, G20 ülkeleri arasında nüfus artışı yerine nüfus düşüşü yaşayan tek ülke. Son 30 yılda yılda ortalama yarım milyon insan ölüyor. Çalışma çağındaki erkekler arasında ölüm oranımız AB’dekinden üç kat daha yüksek. Kadınlar arasında ise bu oran iki kat daha yüksek. 2020 ve 2022 yılları arasında nüfusumuz 2,3 milyon azalmış olacak. Bu kaygı verici rakamlara bu sonbaharda yenileri eklendi. Bugün, yıkıcı 90’lı yıllardan bu yana en düşük doğum oranına sahibiz. Ve uzmanların tahminlerine göre bu oran düşmeye devam edecek.

En müreffeh ve en az müreffeh bölgeler arasındaki işgücü geliri farkı 3 ila 4 kat. Rusya’da dolar milyarderlerinin GSYİH’ye oranla gelirleri ABD ve AB ülkelerinin iki katı. Aynı zamanda, iki çocuklu ailelerin dörtte birinden fazlası ve üç çocuklu her iki aileden biri yoksulluk sınırının altında. Kırsal bölgelerde bile çok çocuklu ailelerin sayısı hızla azalıyor. Bunun başlıca nedenlerinden biri, kırsal alanların kapsamlı kalkınması programının kategorik olarak yetersiz finanse edilmesi.

Meslek okulları tarafından eğitilen yüksek nitelikli işçilerin sayısı Sovyet dönemine kıyasla on kat azaldı.

SSCB’nin dağılmasından bu yana araştırmacı bilim insanlarının sayısı yarıdan fazla azaldı. Toplam araştırmacı sayısı 1990’dan bu yana üç kat azalttı. Tam gelişim için gerekli asgari düzeye kıyasla bilim ve eğitime tam bir yetersiz finansman söz konusu.

Dönem sosyalizme doğru dönüşü mecburi kılıyor

Bu sistemsel sorunların üstesinden gelmenin yolları Oryol Forumu katılımcıları tarafından onaylanan FKP programında açıkça ifade edildi. Bunların başlıcaları şunlar:

— Sosyo-ekonomik gidişatta köklü değişim;

— Temel ulusal çıkarları göz önünde bulundurarak iktisadi ve sosyal alanda uzun vadeli planlama;

— Stratejik öneme sahip sanayilerin millileştirilmesi;

— Oligarşinin ekonomi yönetiminden uzaklaştırılması;

— Yüksek teknoloji ekonomisine, bilime ve eğitime yapılan kamu yatırımlarında anlamlı artış;

— Sermayenin ülkeden tahliyesinin durdurulması;

— Vergi mevzuatının mali yükü süper zenginlerin kişisel gelirleri aleyhine artıracak ve işletmeler ve yoksul yurttaşlar hilafına azaltacak şekilde güncellenmesi;

— Halkımızın işletmeleri için kapsamlı destek ve deneyimlerinin ülke çapında yaygınlaştırılması;

— Başta “savaş çocukları” olmak üzere genç ailelere ve emeklilere yönelik sosyal desteğin güçlendirilmesi.

Anayurdun kurtuluşu ve yeniden canlanması açısından vazgeçilmez bir koşul olan Zafer Programımızda ilan edilen sola dönüşün zarureti, Sovyet sisteminin olağanüstü başarılarıyla ikna edici bir şekilde teyit edildi.

SSCB’de 1929’dan 1959’a kadar ekonominin hacmi 14 kat arttı. Savaş yılları hariç yıllık ortalama büyüme oranı bu dönemde yüzde 14’tü. Bu dönemde reel ücretler dört katına çıktı, yurttaşların banka tasarrufları beş katına çıktı. Ortalama yaşam süresi 26 yıl arttı. Büyük Anayurt Savaşı sırasında 27 milyon kayıp verilmesine rağmen nüfus 46 milyon arttı. Demografi uzmanlarının hesaplamalarına göre, savaş olmasaydı SSCB’nin nüfusu aynı dönemde 100 milyon artacaktı.

Devlet Başkanı Putin’in program konuşmaları incelendiğinde sola dönüşün kaçınılmaz olarak zaruri olduğu sonucuna varılıyor. Putin, 2021 yılında Valday Forumu’nda yaptığı konuşmada kapitalizmin çıkmaza girdiğini açıkça ifade etmişti. Esasında bu yılın ekim ayının başında Valday toplantısının katılımcılarına hitaben yaptığı konuşma da aynı hakikate tanıklık ediyor. O toplantıda Devlet Başkanı, çok kutupluluk ve adalet temelinde yeni bir dünya inşa etme gibi iddialı bir misyonla karşı karşıya olduğumuzu vurgulamıştı. Vladimir Putin ve Şi Cinping arasında ikili görüşmelerin yapıldığı ve tarihsel öneme sahip Üçüncü Uluslararası Kuşak ve Yol Forumu’nun gerçekleştirildiği Çin ziyareti sırasında da aynı fikirleri yineledi.

Devlet Başkanı, yeni dünyanın dayanması gereken ve Rusya’nın rehberlik etmek istediği en önemli ilkeleri özetledi. Bunlar, kolektif çözüm politikasının benimsenmesi, sömürge döneminin ve Soğuk Savaş’ın mirasının üstesinden gelinmesi, herkes için adalet ve eşitlik ile sömürü ve eşitsizliğin mazide bırakılmasına yönelik ısrarlı mücadele.

Beşeriyetin, duraksamış kapitalizmin diktalarından kurtulmak için bu yolu takip etmeye dönük artan arzusu, bu yıl Güney Afrika’daki BRICS zirvesinde ve Vladivostok’taki Doğu Ekonomi Forumumuzda tam anlamıyla teyit edildi. Bu zirveler, dünyadaki Anglo-Sakson siyasi ve iktisadi hegemonyasının hızla çöküşüne tanıklık ettiğimizi bariz biçimde gösterdi. Avrasya, Latin Amerika ve Afrika’yı birleştiren güçlü uluslararası ittifakların güçlenmesi giderek daha belirgin hale geliyor. Bu ittifaklar kendi halklarına Batı’nın sömürgeci diktatörlüğüne karşı yapıcı ve adil bir alternatif sunuyor.

Fakat otuz yıl önce bize dayatılan ve hegemonyasını korumak için yeni bir dünya savaşı çıkarmaya hazır olan vahşi kapitalizmin sosyo-ekonomik mirası bize ısrarla kendini hatırlatıyor. Üzülerek belirtmek isterim ki, Duma’ya sunulan federal bütçe taslağı da böyle bir hatırlatmaya dönüştü.

Önemli kısımların, devlet programlarının ve ulusal projelerin finansman parametrelerini değerlendirdiğimizde, bu parametrelerin stratejik hedeflerimizle yalnızca savunma sektörünün ihtiyaçlarının finansmanı açısından örtüştüğü sonucuna varabiliriz. Ancak ulusal ekonomi, bilim, eğitim, sağlık hizmetleri ve demografinin desteklenmesi açısından değil. Bu arada, bize ilan edilen hibrit imha savaşı koşullarında bunların geliştirilmesi, cephenin ihtiyaçlarının karşılanması kadar son derece önemli.

Bu, yazarlarının tarihsel zorlukları hala Yeltsin-Gaydar döneminin zararlı reçeteleriyle savuşturmaya çalıştığı bir proje. Karşı karşıya olduğumuz sistemsel sorunların çözümüne katkıda bulunmuyor ve özünde devlet başkanının program ilkelerini sabote ediyor.

Kalkınmanın önündeki engel

Federal bütçe gelirlerinin gayri safi yurtiçi hasılaya oranının bu yıl yüzde 17,3 olması bekleniyor. Taslak 2024 yılında yüzde 2,2’lik bir artışla yüzde 19,5’e yükselmesini öngörüyor. Ancak önümüzdeki iki yıl için gayri safi yurtiçi hasılaya oranla gelirlerde yeni bir düşüş —sırasıyla yüzde 17,6 ve yüzde 16,8— öngörülüyor. Benzer bir durum GSYİH’nin bütçe harcamalarına oranı için de geçerli. Bu yıl bu oran yüzde 19,1. Bu oran 2024 yılında yüzde 1,3 artarak yüze 20,4’e yükselecek. Fakat 2025 yılında tekrar yüzde 18’e, 2026 yılında ise yüzde 17,6’ya düşecek. Dolayısıyla, önümüzdeki üç yıllık dönemin sonunda hem bütçe gelirleri hem de harcamaları GSYİH’ye oranla bugünkünden daha düşük olacak.

Eski mali ve iktisadi politikanın muhafaza edilmesini savunanlar, bunların resmi muhasebe rakamlarından başka bir şey olmadığına ve dikkate alınmaya değmeyeceğine bizi ikna etmeye çalışıyor. Ama aslında bu rakamlar, GSYİH’mizin giderek artan bir kısmının, yani yurttaşların emeğiyle yaratılan toplam servet miktarının en zenginlerin cebine girdiğini gösteriyor. Ve giderek daha azı ülkenin kalkınmasına, devletin ve toplumun ihtiyaçlarına aktarılıyor.

Bloomberg ajansı tarafından derlenen dünyanın en zengin 500 kişisi endeksine göre, 25 büyük Rus oligark sadece Ocak-Ağustos 2023 tarihleri arasında sermayelerini toplam 32 milyar dolar artırdı. Ve toplam servetleri 300 milyara ulaştı. Ruble cinsinden bu 29 trilyon eder; yani bu yılın federal bütçesinden bir trilyon daha fazla. Ülke, oligarşinin muhteşem zenginleşmesinin bedelini hayati gelir ve harcamalarını kısıtlayarak ödüyor ki bu mevcut zor koşullarda kategorik olarak kabul edilemez.

Buna karşılık projenin destekçileri itiraz edebilir: öyle olsa bile federal bütçe harcamalarının 2023’e kıyasla 2024’te 30,2’den 36,6 trilyon rubleye —yüzde 21 oranında— çıkması gerekiyor.

Elbette günümüz koşullarında bütçe harcamalarında kayda değer bir artış gerekli ve bu memnuniyetle karşılanmalı. Ancak hükümet, 2025 yılı için harcamaları 2,2 trilyon ruble, yani yüzde 6 oranında azaltarak 34,4 trilyon rubleye düşürmeyi planlıyor. 2026 yılında ise harcamaları 2025 yılına kıyasla yüzde 3,5 oranında artırarak 35,6 trilyona çıkarmayı planlıyorlar. Üç yıllık planın sonunda 2024’e kıyasla bir trilyon, yani neredeyse yüzde 3 oranında daha düşük olacak. 2023 harcamaları ise aynı dönem için öngörülen toplam enflasyon dikkate alındığında nominal olarak yüzde 18, reel olarak ise yüzde 5,5 oranında artacak.

Hibrit savaşta zafer kazanmak için çözümü gerekli olan büyük ölçekli görevlerin ışığında kamu harcamalarında böyle bir artış bariz biçimde yetersiz. Dahası, esas olarak sadece iki bütçe alanına dayanıyor. Bütçe taslağına ilişkin görüş bildiren Sayıştay, on dört alandan sadece bu ikisinde toplam bütçe harcamalarına oranla finansman payının arttığını vurguluyor.

Bunlardan biri de savunma. Ve burada, daha önce de söylendiği gibi, harcamalarda önemli bir artışı desteklemekten başka bir şey yapamayız. Batılı küreselciler ve onların beslediği Nazi ve Banderist Nazi ittifakı tarafından imha savaşı ilanıyla muhatap olduğumuz mevcut durumda bu olmadan yapamayız.

Harcamalarındaki genel büyümenin dayandığı bütçe alanlarından ikincisi hem belediye hem de kamu borçlarının ödenmesi. Gelecek yıl bu bölümün maliyetleri yüzde 50 oranında artacak. Ve 2026’da 2023’e kıyasla iki katından fazla artacak!

Ancak hükümet programımızın kilit noktalarını nihayet benimsemiş olsaydı buna gerek kalmayacaktı. Stratejik öneme sahip sanayileri yeniden devlet kontrolü altına almaya, düz vergi ölçeğini, neredeyse tüm dünyada halihazırda yürürlükte olan artan oranlı bir vergi ölçeği ile değiştirmeye karar verirdi. Ve bütçenin ihtiyaçları için süper zenginlerden, gelirlerinin ülkemizde aldıklarından çok daha önemli bir kısmının toplanmasına olanak tanırdı.

Açgözlü parazit oligarşinin yarattığı engelin kalkınma yolumuzdan kaldırmanın başka yolu yok. Ve yetkililer bunun farkına varana kadar ülke, çıkarlarına sahiden uygun bir bütçeye değil, sadece bu kez Duma’ya sunulan gibi kemer sıkma projelerine sahip olur.

Buna göre, 2024 yılında on dört bütçe bölümünden yedisinin finansmanında ya nominal bir azalma ya da enflasyon oranının altında tamamen sembolik bir artış olacak. Yani yine gerçek kesintiler. Ve üç yıllık planın sonunda, 2026’da, sekiz bölümün gerçek maliyetleri 2023 seviyesinin altında olacak.

Bu eğilim, Sayıştay uzmanları tarafından da teyit ediliyor ve harcamalardaki reel azalmanın özellikle 2025-2026 yıllarında belirginleşeceği vurgulanıyor.

Bütçe taslağını hazırlayanlar, önümüzdeki yıl devlet programlarının uygulanması için bu yıla kıyasla neredeyse yüzde 5 daha az bütçe ayırarak 1,1 trilyon ruble tahsis etmeyi planlıyor. Enflasyon da hesaba katıldığında, devlet programlarının finansmanında toplamda yüzde dokuzluk bir azalma yaşanacak. Harcamaların her saniyesinde kesintiye gidilecek.

Ulusal projelerin finansmanı 2024 yılında 68,6 milyar ruble —2023 yılına kıyasla yüzde 2,4— artacak. Ancak bu resmi artış. Aslında, resmi enflasyon dikkate alındığında bile, finansmanlarında yüzde 2’lik bir azalma olacak. Aynı zamanda, ulusal projelerin yarısının bütçeleri nominal olarak azalacak.

Onaylamamız istenen bütçe, ulusal ekonominin kalkındırılmasına dönük harcamalarda kesinlikle kabul edilemez bir azalma içeriyor. Bu harcamalar 2024 yılında, cari yıl harcamalarına kıyasla ilgili bölümde yüzde 6 oranında azalacak. 2025 yılında ise 2024 yılına kıyasla yüzde 16,5 ve 2023 yılına kıyasla yüzde 22’den fazla azaltılması planlanıyor. Projeye göre 2026 yılında ulusal iktisadi kalkınmaya yönelik harcamaların 2025 yılına kıyasla yüzde 13 oranında artması gerekiyor. Fakat yine de 2023 seviyesinin yüzde 11 gerisinde kalacak. Hükümetin üç yıl boyunca vaat ettiği toplam yüzde 12,5’lik enflasyon dikkate alındığında şunu söyleyebiliriz: ulusal ekonominin kalkınmasına yönelik gerçek yatırımlar 2026’da 2023’e kıyasla neredeyse dörtte bir oranında daha az olacaktır. Bu yıl bu kısımdaki bütçe harcamaları toplam bütçe harcamalarının yüzde 13,6’sını ve GSYİH’nin yüzde 2,5’ini oluşturuyorsa, 2026’da toplam bütçe harcamalarının yüzde 10,8’ine ve GSYİH’nin yüzde 1,8’ine düşecektir.

Tarım harcamalarının 2024 yılında yüzde on üç oranında artırılmasının ardından 2025 ve 2026 yıllarında, 2023 yılına kıyasla sırasıyla yüzde 21 ve yüzde 24 oranında ciddi bir şekilde azaltılmasının planlandığına bilhassa dikkat edilmeli. Dolayısıyla, önümüzdeki üç yıllık planın sonunda hükümet, ülkenin gıda güvenliğinin bağlı olduğu tarım sektörünü desteklemek için cari yıla kıyasla neredeyse dörtte bir oranında daha az bütçe ayırmayı planlıyor. Aynı zamanda, tarım arazilerinin ciroya etkin katılımı için devlet programında da kesintiye gidecekler.

Bu planlar, “Kırsal Alanların Entegre Kalkınması” devlet programına dönük finansmanın azaltılmasıyla daha da kötüleşiyor. Bu oran 2024’te eksi yüzde 10, 2026’da ise mevcut yıla kıyasla eksi yüzde 34 olacak.

Böyle bir mali politikayla, Rus köylerinin yıkımını durdurmamız ve tarım sektöründe stratejik olarak tehdit oluşturan personel açığıyla başa çıkmamız mümkün mü?

Yenilikçiliğe karşı eski okul

Yabancı düşmanlarımızın bizi boğmaya çalıştığı hasmane yaptırımlar bağlamında, böyle bir politika iki kat daha kabul edilemez. Fakat bu bütçe projesine tam anlamıyla nüfuz ediyor. Ve yetkililerin teknolojik atılım ve yenilikçi dönüşümlere duyulan ihtiyaca ilişkin beyanlarını açık bir şekilde geçersiz kılıyor.

“İktisadi Kalkınma ve Yenilikçi Ekonomi” devlet programı kapsamındaki harcamalar yüzde 10 oranında azaltılacak. “Havacılık Endüstrisinin Geliştirilmesi” programından yüzde 18’lik bir bütçe kesintisi yapılması planlanıyor. Enflasyon da hesaba katıldığında bu oran yüzde 22,5’e çıkıyor. Aynı durum “Gemi İnşasının Geliştirilmesi” programı için de geçerli. “Rusya Federasyonu’nun Bilimsel ve Teknolojik Kalkınması” devlet programının finansmanı kesilmeye devam edecek. Taslak bütçe, “Dijital Ekonomi” ulusal projesine yapılan yatırımlarda kesinti yapılmasını öngörüyor. Gelecek yıl yüzde 3,4 olarak gerçekleşecek olan “Bilim ve Üniversiteler” ulusal projesi harcamalarındaki artış oranı, 2024 yılında beklenen yüzde 4,5’lik enflasyon oranının gerisinde kalıyor. Yani reel anlamda büyüme değil, finansmanda azalma olacak.

“Elektronik ve Radyoelektronik Sanayinin Geliştirilmesi” programının finansmanını temelden artırması için hükümeti ısrarla zorladık. Ve çabalarımız amacına ulaştı: 2024 yılında bu program için 2023 yılına kıyasla 2,6 kat daha fazla bütçe ayrılması gerekiyor. Peki gelecekte bu programla ne yapılması planlanıyor? 2024’e kıyasla 2025’te destek dörtte üç oranında, 2026’da ise yüzde 86 oranında azaltılacak. Bu yılla kıyaslandığında bile, önümüzdeki üç yıllık dönemin sonunda finansmanı neredeyse üç kat azalacak.

Sunulan bütçe taslağı, yazarlarının, teknolojik gecikmenin üstesinden gelme, iktisadi modernizasyon ve yenilikçi atılım görevlerinin bariz biçimde imkânsız olduğu yeterli destek olmadan bilimi açlık rasyonunda tutmaya devam etme niyetinde olduklarını gösteriyor.

Uygulamalı bilimsel araştırmalar için sağlanan bütçenin, savunma dahil olmak üzere, hemen hemen tüm bölümlerinde kesintiye gidilmesi öneriliyor.

Temel bilimsel araştırmalara yapılan harcamalar 2024 yılında yüzde 7 oranında artacak. Fakat reel olarak, enflasyon dikkate alındığında, büyüme yüzde 2,5 olacak. 2023 yılına kıyasla, bu alandaki harcamaların önümüzdeki üç yıllık dönemin sonunda yüzde 14 oranında artması gerekiyor. Fakat üç yıllık resmi enflasyon bile bunların yüzde 12,5’ini “yiyecek”. Sonuç olarak, temel bilim yatırımlarındaki reel büyüme üç yıl içinde yüzde 1,5’i geçmeyecek. Önümüzdeki üç yıllık dönemin sonunda bu yatırımlar, toplam bütçe harcamalarının yüzde 0,8’i ve GSYİH’nin yüzde 0,1’i düzeyinde kalacak.

Bu yalnızca ülkenin karşı karşıya olduğu modernizasyon ve teknolojik atılım zorluklarını karşılamak için yetersiz değil. Dünya biliminin gelişmesine büyük katkıda bulunmuş ve beşeriyete son derece önemli keşifler ve büyük bilim insanları kazandırmış olan dünyanın en zengin ülkelerinden biri için utanç verici bir gösterge.

Böyle bir bütçe politikası kaçınılmaz olarak gerçek ekonomik büyümenin önüne engel koyuyor. Bu durum taslakta bizzat yazarları tarafından da teyit ediliyor.

Bütçe taslağının dayandığı temel iktisadi kalkınma tahmini, önümüzdeki üç yıllık dönemde GSYİH büyüme oranlarının cari yıla göre daha düşük olacağını —2023’te yüzde 2,8 olan büyüme oranına karşılık 2024 ve 2025’te yüzde 2,3 ve 2026’da yüzde 2,2— varsayıyor. Başka bir deyişle, büyüme oranlarında bir yavaşlama daha söz konusu. Ve yine de yüzde 3’lük küresel ortalamaya ulaşamayacaklar; hatta Devlet Başkanı’nın konuşmasında belirlenen hedeflere karşılık gelen minimum seviyeye bile ulaşamayacaklar.

Bütçenin dayandığı tahminlere göre, bu yılın sonunda 85 ruble olarak öngörülen ağırlıklı ortalama dolar fiyatı 2024 yılında 90 ruble, 2025 yılında 91 ruble ve 2026 yılında 92 ruble olacak. İthalata bağımlı bir piyasada bu durum doğrudan fiyat artışına katkıda bulunuyor, yurttaşların cebine zarar veriyor ve yoksullaşmalarına yol açıyor.

Bu çerçevede, hükümetin bütçe taslağında yer alan ve gelecek yıl enflasyonun yüzde 4,5’i aşmayacağı, 2025 ve 2026 yıllarında ise yüzde 4’te kalacağı yönündeki tahminleri şüpheli görünüyor.

Taslağın olumlu bir yönü olarak, “Sosyal Politika” başlığı altında yer alan harcamalardaki artış dikkat çekiyor. Bu harcamaların 2024 yılında yüzde 19 oranında artması planlanıyor. 2025 yılında ise 2024 yılına kıyasla yüzde yarım oranında azalacak. Ve 2026’da —2025’e göre yüzde 2 ve 2023’e göre yüzde 21 oranında— tekrar artacak. Reel olarak, üç yıl boyunca varsayılan enflasyon dikkate alındığında, bu sosyal harcamalarda yüzde 8,5’lik bir artış anlamına geliyor.

Ancak devletin sosyal politikası, esasında bu kısımla sınırlı olan emekli maaşları ve sosyal yardımlarla tüketilemez. Sosyal politika aynı zamanda çalışanların refahı, eğitim kalitesi ve ülkeyi saran demografik krizin üstesinden gelmek için uygun koşulların yaratılmasıyla da ilgili. Bu aynı zamanda ulusal kültüre, yurtseverlik ve ahlaki eğitime ve toplumun entelektüel gelişimine destektir. Peki böyle bir bütçe tüm bunlara katkıda bulunabilir mi?

“Sosyal” tayınların dağıtımı

Bütçe taslağına göre, 2024 yılında “Eğitim” bölümüne ayrılan bütçenin yüzde 5,6 oranında artırılmasını, 2025 yılında yüzde 15 oranında azaltılması izleyecek. 2026 yılında ise yine yüzde 7,6 oranında artış olacak. Sonuç olarak, önümüzdeki üç yıllık dönemin sonunda eğitime yönelik bütçe harcamaları 2023 yılına kıyasla yüzde 3,6 daha düşük olacak. Enflasyon oranı da dikkate alındığında, bu en önemli alandaki harcamalarda yüzde 16’lık bir azalma söz konusu olacak. Harcamaların GSYİH’ye oranı da yüzde 0,9’dan yüzde 0,7’ye düşecek. Toplam bütçe harcamalarına oranla ise yüzde 4,8’den yüzde 4,2’ye düşecek.

Ayrıca “Eğitimin Geliştirilmesi” devlet programının finansmanında da kesintiye gidilecek. Programın bütçesi önümüzdeki üç yıllık dönemin sonuna kadar dörtte bir oranında azaltılacak.

Yurtseverlik eğitimi ve toplumsal bütünlüğün güçlendirilmesinin bizim için bilhassa önemli olduğu günümüz ortamında, bütçe taslağını hazırlayanlar, “Eğitim” kısmının bir parçası olan gençlik politikasına yönelik harcamalarda kesintiye gitmenin mümkün olduğunu düşünüyor. Üç yıllık dönem boyunca finansmanının azaltılması ve 2023 yılına kıyasla 2026 yılında yüzde 27 oranında azaltılması planlanıyor.

Eğitim politikasının köklü bir şekilde gözden geçirilmesi programımızın ana bileşenlerinden biri. Bu doğrultudaki temel metinlerden biri de Herkes için Eğitim yasa tasarımızdır. RFKP’nin Duma’daki en iyi bilim insanları ve temsilcileri —-J.İ. Alferov, İ.İ. Melnikov, V.İ. Kaşin, O.N. Smolin, Y.V. Afonin, D.G. Novikov, S.E. Savitskaya, T.İ. Pletneva, N.A. Ostanina— bu tasarı üzerinde çalıştılar.

Devletin eğitim harcamalarının en az iki katına çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuda, tavrımızı aktif olarak destekleyen ve düzenli olarak düzenlediğimiz eğitim sorunlarına ilişkin yuvarlak masa toplantılarına katılan, eğitim alanında çalışan yetkili uzmanlarla tam bir dayanışma içindeyiz.

Geliştirdiğimiz yasa kabul edilmediği takdirde, ülkeyi hızlandırılmış kalkınma yoluna sokma vaatleri, artan entelektüel bozulma ve bilimsel potansiyelin daha fazla tahrip edilmesiyle geçersiz kalacak.

Ülkeyi korumak adına, ülkeyi saran demografik krizle başa çıkmalıyız. Fakat bütçe taslağı bu stratejik hedefle de çelişiyor. Bir kez daha, annelik ve çocukluk desteklerinin radikal bir şekilde güçlendirilmesi ve sağlık sektörüne yönelik bütçe harcamalarının temelden arttırılması yönündeki taleplerimizi görmezden geliyor.

“Sağlık Hizmetleri” bölümünün finansmanının 2024 yılında yüzde 3,2, 2025 yılında ise yüzde 1’den daha az artırılması öneriliyor. Dolayısıyla, 2024-2025 yılları için planlanan sağlık harcamalarındaki artış, resmi enflasyon oranının bile gerisinde kalacak ki bu da bu en önemli alandaki reel harcamaların azalması anlamına geliyor. Ve 2026 yılında, 2025 yılına kıyasla yüzde 1,2 oranında azaltılması planlanıyor. 2023 yılına kıyasla 2026 yılında sağlık harcamaları yüzde 3 daha yüksek olacak. Yani, öngörülen üç yıllık enflasyon oranının dört kat gerisinde kalacaklar.

Sonuç olarak, bütçe taslağını hazırlayanlar üç yıllık dönemin sonunda sağlık hizmetlerine yönelik reel harcamaları neredeyse yüzde 10 oranında azaltmaya hazırlanıyor. Aynı üç yıllık dönemde yatılı tıbbi bakım, yani hastaneler, sanatoryum ve sağlık hizmetleri ile sağlık hizmetleri alanındaki uygulamalı bilimsel araştırmaların finansmanı da nominal olarak azaltılacak.

Bütçe taslağına göre, “Sağlık Hizmetlerinin Geliştirilmesi” devlet programına yapılan harcamalar üç yıl içinde nominal olarak yüzde 5,3 artacak ama reel olarak yüzde 7 azalacak. “Sağlık Hizmetleri” ulusal projesi ise önümüzdeki yıl nominal olarak bile yüzde 10 oranında azaltılacak. Bu proje çerçevesinde kanserle mücadele ve çocuk sağlığının korunmasına yönelik harcamalar bıçak altına yatacak.

Bütçe taslağını hazırlayanların, düşmanlarımızın Rusya’yı hayati önem taşıyan ilaçların tedarikini kesmekle tehdit ettiği bir dönemde, yaptırımlar bağlamında ilaçları ele alış biçimi özellikle kaygı verici.

Bütçeyi hazırlayanlar sanki bu alanda tehdit edici hiçbir şey olmuyormuş gibi davranıyorlar. Yabancı menşeili ilaçların satın alınmasına yapılan harcamalar artmaya devam ediyor. Yerli ilaçların geliştirilmesi ve üretilmesine yapılan yatırımlar azalıyor. Bu durum, günümüzde özellikle tehlikeli hale gelen ithal ilaçlara bağımlılığı azaltmaya kesinlikle elverişli değil.

Bütçe taslağına göre, daha önce bahsedilen “Rusya Federasyonu’nun Bilimsel ve Teknolojik Kalkınması” devlet programı çerçevesinde, tıp ve sağlık alanındaki uygulamalı araştırma ve geliştirme bütçelerinin kesilmesi bekleniyor. Tıbbi araştırma merkezleri ağının oluşturulması ve işleyişine dönük harcamaların azaltılması planlanıyor. Yeni federal proje, “İlaç ve Tıbbi Cihaz Üretiminin Geliştirilmesi” ile ilgili durum açıkçası içler acısı görünüyor. Sanayinin geliştirilmesine yönelik toplam bütçe tahsisatının sadece yüzde 0,2’si bu projeye ayrılacak. “İlaç ve Tıp Endüstrisinin Geliştirilmesi” devlet programı da önümüzdeki yıldan itibaren yürürlükten kalkacak.

Bütçe taslağını hazırlayanların yurttaşların sağlığının korunması ve geliştirilmesi konusundaki aynı sorumsuz tutumu “Beden Kültürü ve Spor” bölümünde de görülüyor. Bu bölüme ayrılan bütçe, üç yıllık dönem boyunca azaldı ve 2026 yılında 2023 yılına kıyasla ve üç yıllık enflasyon dikkate alındığında dörtte bir oranında —yüzde 37,5 oranında— azaltılacak.

Ulusun sağlığını koruma hedefi, “Çevre Koruma” programının maliyetindeki azalma ile doğrudan çelişiyor. 2024 yılında, 2023 yılına kıyasla üçte bir oranında azaltılacak.

RFKP’nin programı, sağlık hizmetlerinin erişilebilirliğini ve yüksek kalitesini sağlamanın ancak devletin bu alandaki harcamalarının en az iki kat artmasıyla mümkün olabileceğini belirtiyor. Ve her şeyden önce, birinci basamak sağlık hizmetleri sistemi restore edilmeli. İlaç şirketlerinin Sağlık Bakanlığı’nın kontrolü altına alınması gerekiyor. Ve ulusal refah fonu pahasına finansmanlarında köklü bir artış sağlanmalı.

Temel ihtiyaçlardan tasarruf

Bütçe taslağını hazırlayanların tıpla ilgili planları ölüm oranlarının azaltılmasına hiçbir şekilde katkıda bulunmuyorsa, konut ve kamu hizmetleri alanında önerdikleri politika da kategorik olarak yurttaşların yaşam koşullarını iyileştirme ve doğum oranını teşvik etme görevlerine karşılık gelmiyor.

Taslağa göre, 2024 yılında hafif bir artışın ardından, 2025 ve 2026 yıllarında “Konut ve Toplumsal Hizmetler” bölümü için finansmanda keskin bir düşüş bekleniyor. Gelecek yıl, bütçeden bu yıla kıyasla yüzde 3 daha fazla pay ayrılması planlanıyor. Bu, finansmanın sadece nominal olarak artırılması, ancak enflasyon dikkate alındığında reel olarak yüzde 1,5 oranında azaltılması anlamına geliyor. 2025 yılında, konut ve kamu hizmetleri sektörünün finansmanında nominal bir azalma —tek seferde yüzde 43 oranında— planlanıyor. Taslak, 2026 yılı için ise konut ve toplumsal hizmetler harcamalarını 2025 yılına kıyasla dörtte bir oranında, 2023 yılına kıyasla ise yüzde 55,5 oranında azaltmayı planlıyor. Üç yıllık dönemdeki enflasyon dikkate alındığında, 2026 yılında konut ve kamu hizmetlerine yönelik bütçe harcamaları 2023 yılına göre yüzde 68 daha düşük olacak!

2024 yılında “Konut ve Kentsel Çevre” ulusal projesinin finansmanının neredeyse üçte biri kesilecek. Projede oturulamaz konut stokunun azaltılması için öngörülen harcamalar ise gelecek yıl mevcut seviyeye kıyasla yüzde 58 oranında düşecek. Üstelik on milyonlarca insanın bakımsız ya da büyük onarım gerektiren evlerde yaşamaya devam etmesine rağmen!

Son olarak, üç yıl içinde, vatandaşlara uygun fiyatlı ve konforlu konut sağlamaya dönük devlet programına verilen desteğin 2023 yılına kıyasla yüzde 61 oranında azaltılması planlanıyor.

Önümüzdeki yıl için planlanan “Demografi” ulusal projesinin finansmanındaki yüzde on iki artışı memnuniyetle karşılıyoruz. Fakat böyle bir sosyal politika ile bu bile işe yaramayabilir.

Bir kez daha bütçe taslağına yansıyan ulusal kültürün “komşuda pişer bize de düşer” ilkesi, yetkililerin defalarca dile getirdiği ülkenin entelektüel potansiyelinin manevi gelişimini ve güçlendirilmesini teşvik etme arzusuyla kategorik olarak çelişiyor.

“Kültür ve Sinematografi” bölümünde 2024 yılında 15 milyarlık bütçe artışı, 2025 yılında 47 milyarlık bir düşüş ve 2026 yılında 50 milyarlık bir artış öngörülüyor. Sonuç olarak, önümüzdeki üç yıllık planın sonunda, yerel kültürü desteklemek için bugünkünden 18 milyar daha fazla kaynak ayrılmış olacak. Şu anki 209 milyarlık sefil bütçe, aynı sefil 227 milyara “çıkacak”. Bu yüzde 8’lik bir nominal artış anlamına geliyor. Reel anlamda ise, üç yıllık enflasyon dikkate alındığında, harcamalarda yüzde 4,5’lik bir azalma söz konusu.

Sunulan taslağa eşlik eden ana belgelerden biri “Bütçe, Vergi ve Gümrük Tarife Politikasının Ana Yönergeleri”. Bunlar Maliye Bakanlığı tarafından tanımlandı. Bu belge, ekonominin yeni koşullara uyumunun teşvik edilmesi, yapısal dönüşümü ve federal merkez ile bölgeler arasındaki bütçeler arası ilişkilerin geliştirilmesi gibi yönleri kilit yönler olarak tanımlıyor.

Fakat iktisadi ve sosyal kalkınma programlarına gerekli finansman sağlanmadığında, ekonominin ne tür bir tam teşekküllü adaptasyonundan bahsedebiliriz? Bütçe yenilikçi görevlerle çelişiyorsa ve ülkeyi hammadde iğnesinde kalmaya mahkûm ediyorsa ne tür bir yapısal dönüşümden bahsedebiliriz? Bütçe projesini hazırlayanlar bölgelere ayrılan mali ödenekleri kesmeyi planlıyorsa, bütçeler arası ilişkileri nasıl nitelendirebiliriz?

Taslak, “Bütçeler arası transferler” bölümünün finansmanını azaltmayı planlıyor. Yani, oblastları desteklemek için yapılan harcamalarda azalmayı. Bu harcamalar 2024 yılında yüzde 4, 2025 yılında ise yüzde 3 oranında azaltılacak. Ve 2026’da 2025’e kıyasla yüzde iki yüz gibi cüzi bir oranda arttırılacaklar ki bu da enflasyon dikkate alındığında aslında yüzde dört oranında azalacakları anlamına geliyor. Nihayetinde üç yıllık planın sonunda, bu bölümdeki nominal harcamalar 2023 yılına göre yüzde 7 daha düşük olacak. Enflasyon hesaba katıldığında ise neredeyse yüzde 20 oranında azalacak.

Bütçenin yazarları bu politikayı sosyal olarak nitelendiriyor. Ancak özünde bu politika, toplumdaki sosyal eşitsizliği ve bölünmeleri artırmaktan başka bir işe yaramıyor ve özellikle de artan dış tehditler karşısında tehlikeli bir hal alıyor.

Sosyal tedbir programımızın temel gereklilikleri, yoksulluğu ortadan kaldırma yönünde kararlı bir mücadele, asgari geçim düzeyinin ve asgari ücretin iki katına çıkarılması. Temel malların fiyatlarının devlet tarafından düzenlenmesi. Sürekli çağrılarımıza rağmen bütçe tasarısını hazırlayanların ek kaynak ayırma konusunda yine isteksiz davrandığı yoksullar, engelliler ve savaş çocuklarının desteklenmesine yönelik harcamalarda köklü artış.

RFKP programı açıkça gösteriyor ki, stratejik öneme sahip endüstrileri ve bunların gelirlerini devlete iade ederek, büyük mali kaynakların kontrolsüz bir şekilde yurt dışına çıkarılmasını durdurarak ve oligarkların gelirleri üzerindeki vergi yükünü temelden artırarak federal bütçeyi en az üçte bir oranında artırabiliriz. Ve programımızın da bir parçası olan kalkınma bütçesinin gerçek anlamda oluşturulmasını sağlayabiliriz.

Fakat hükümetin bir önceki çıkmaz yola dayanan projesini kalkınma bütçesi olarak adlandırmak ilke olarak mümkün değil.

Ülkenin korunması için rota değişikliği şart

Valday Forumu’nda kapitalizmin ahlaki ve stratejik iflasını kabul eden Devlet Başkanı Putin, iki yıl sonra bu ayın başlarında aynı forumda Rusya’nın bugünkü en önemli görevinin egemenliğini güçlendirmek olduğunu vurguladı. Bu da teknoloji, finans ve ekonomide kendi kendine yeterliliğe dayanmalı.

Ancak bu ölçekteki görevler yalnızca gerçekten sosyal bir devlet temelinde çözülebilir. Bunlar çıkmazda olduğu inkâr edilemeyecek bir sistem çerçevesinde çözülemezler.

Son otuz yılın tarihi şunu ispatladı ve ispat etmeye devam ediyor: oligarşik kapitalizm temelinde egemen bir ekonomi inşa etmek mümkün değil. Yurttaşlarımızın refahı ve alım gücü dolar ve avro kuruna bağlı olmaya devam ettiği sürece, tam teşekküllü bir ithal ikamesi sağlamak mümkün değil. Teknolojik bir atılım ve ülkeyi besleyen tarıma tam teşekküllü destek sağlamadan gerçek bir ekonomik büyüme elde edemeyeceğiz, ki bu olmadan en azından dünya ortalaması düzeyinde bir büyüme mümkün değil.

Oligarşik piyasa ideolojisine dayanarak gerçek yurtseverler yetiştirmek mümkün değil. Bu en ciddi görevi yerine getiren ve egemen kalkınmanın personel temelini oluşturan bir eğitim sistemi inşa etmek mümkün değil. Bu konu eylül ayındaki “Güçlü Eğitim Egemenliğin Teminatıdır!” başlıklı programımızda detaylı olarak ele alınıyor.

Bu kısır, çıkmaz ideolojiye bel bağlamak, en ciddi demografik sorunla başa çıkmayı, yurttaşların refahında büyüme sağlamayı ve bu tür sorunları çözmemize olanak tanıyacak bir kalkınma bütçesi oluşturmayı imkânsız hale getiriyor.

Önceki sosyo-ekonomik gidişata, Yeltsin, Gaydar ve Çubays’ın yıkıcı mirasına tutunanlar, ihtiyacımız olan tam kalkınma ve zafer için toplumun konsolidasyonu, birliği ve tüm kaynakların seferber edilmesi imkânını ortadan kaldırıyor.

Bu durumu tersine çevirmek, sosyalist ilkelere dayalı sosyo-ekonomik gidişatta bir değişikliği iç politikada temel referans noktası olarak kabul etmek bizim görevimiz. Dış cephede emin zaferimizi yalnızca bu sağlayacaktır.

Bugün dünyanın dört bir yanındaki sosyalist güçler ve sosyalist alternatife sadık kalan ülkeler —Çin, Küba, Vietnam, Laos, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti— tarafından en aktif ve tutarlı şekilde destekleniyoruz. Rusya ve Kuzey Kore liderlerinin Doğu Ekonomi Forumu marjında gerçekleştirdikleri son derece önemli toplantıda, Kim Jong-un yoldaşın gericilik ve sömürgeci dikta güçlerine karşı kazandığımız zaferin şerefine kadeh kaldırması bir tesadüf değil.

Bu ülkelerle sadece işbirliğini güçlendirmeye çalışmakla kalmamalı, aynı zamanda onların sosyalist inşa konusundaki paha biçilmez deneyimlerini de dikkate almalıyız. Tarihsel meydan okumalara, hasmane yaptırımlara, Batılı düşmanlar tarafından itibarsızlaştırma ve tecrit etme teşebbüslerine karşı sosyalizm ideolojisi ve pratiğinin temel dayanak haline geldiği bir yüzleşmeyle başarılı bir şekilde karşı koydular. Ve sosyalizmi inşa eden ülkelerle gerçek anlamda kardeşçe ilişkilerin ancak bu temelde güçlendirilip geliştirilebileceğinin farkına varmalıyız.

Nazizme ve küreselleşmeye karşı zaferimizin ve egemen kalkınmamızın vazgeçilmez koşulu iç politikada sola dönmektir.

Ancak ekonomiyi yönetenler inatla 90’lı yılların yıkıcı reçetelerine bağlı kalmaya devam ediyor. Duma’ya sunulan taslakla başarısızlığı ve erken bir değişim ihtiyacı bir kez daha kanıtlanan önceki sosyo-ekonomik gidişat çerçevesinde hazırlanan bütçe bunun bir örneği.

Sosyo-ekonomik iyileşme için gereken tüm kaynaklara sahibiz. Bunlar bizim devasa zenginliğimiz. Kabiliyetli ve çalışkan insanlarımız var. Binlerce yıllık büyük tarihimiz, olağanüstü bilimimiz ve eşsiz kültürümüz var. Bunlar, ülkenin yeniden canlanması için önerdiğimiz programda; uygulanması halinde “beşinci kolun” ülkeye düşman politikasına son vermeyi, Rusya’nın yağmalanmasını durdurmayı ve her türlü dış ve iç meydan okumaya onurlu bir şekilde yanıt vermeyi mümkün kılacak olan Zafer Programında mevcut.

Bizim için anayurdun ve halkın çıkarları, hakikat ve adalet ile sosyalizmin ölümsüz idealleri her zaman her şeyden önemli olmuştur ve öyle kalacaktır. Bunlar için durmaksızın mücadele edeceğiz. Ve programımızı, taleplerimizi ve ülkenin yeniden canlanması için hayati önem taşıyan kalkınma bütçemizi savunacağız.

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English