Diplomasi
Savaşa mı yoksa yeni bir rönesans mı? Schiller Enstitüsü konferansından izlenimler

7-8 Aralık tarihlerinde, 40 yıl önce Helga Zepp-LaRouche tarafından kurulan Schiller Enstitüsü, “Schiller ve Beethoven Ruhu’nda: Tüm İnsanlar Kardeş Olur!” başlıklı iki günlük uluslararası bir konferans düzenledi.
Etkinlik, diplomatlardan eski devlet başkanlarına, önde gelen akademisyenlerden savunma uzmanlarına kadar birçok önemli ismi bir araya getirdi. Amaç: Küba Füze Krizi’nden bu yana yaşanan en acil küresel tehdidi –yeni ve muhtemelen son bir dünya savaşının eşiğinde olup olmadığımızı– ele almak ve buna karşılık barış ve karşılıklı kalkınma odaklı yeni bir paradigma yaratma olasılığını tartışmaktı.
Konferansın ilk oturumu, 7 Aralık Cumartesi günü, “Stratejik Kriz: Yeni ve Son Bir Dünya Savaşı mı, Yoksa Tek İnsanlığın Yeni Bir Paradigması mı?” başlığı altında gerçekleştirildi. Bu panelde dünyanın dört bir yanından öne çıkan isimler konuştu.
Panelin moderatörlüğünü Schiller Enstitüsü’nden Dennis Speed üstlendi. Speed, Enstitü’nün kuruluş yıl dönümüne atıfta bulunarak dünyanın bugün karşı karşıya olduğu olağanüstü tehlikeye dikkat çekti. İzleyicilere, 7 Aralık tarihinin ABD açısından anlamını –Pearl Harbor Günü’nü– hatırlatarak, geçmiş savaşların getirdiği derin dönüşümleri anımsattı ve bugünkü tehlikeli küresel tırmanış ile tarihsel paralellikler kurdu.
All Men Become Brethren!@SchillerInst International Online Conference
December 7-8, 2024Registration link in
"The previously dominant unipolar world has crumbled, and the effort to prevent a multipolar world from establishing itself is futile. That is the main reason for… pic.twitter.com/qqkAxrBzfD
— Schiller Institute (@SchillerInst) December 4, 2024
Öne çıkan konuşmacılar arasında Schiller Enstitüsü kurucusu Helga Zepp-LaRouche; eski Güney Afrika Dışişleri Bakanı Naledi Pandor; emekli diplomat Chas W. Freeman, Jr. ve eski Guyana Devlet Başkanı Donald Ramotar yer aldı.
Helga Zepp-LaRouche’un açılış konuşması: Paradigmalar arasında bir tercih
Helga Zepp-LaRouche açılışta şu sözleriyle genel havayı belirledi: “Son derece tehlikeli bir dönemde bir araya geliyoruz, hatta belki de Küba Füze Krizi’nden daha tehlikeli.” NATO’nun genişlemesi ve Ukrayna’daki savaşla şekillenen küresel stratejik ortamın, nükleer silahların tekrar kullanımını tetikleyebileceğine ve insan uygarlığının sonunu getirebileceğine dikkat çekti.
Zepp-LaRouche, finansal ve jeopolitik yapıların her ne pahasına olursa olsun korunması gerektiği varsayımına meydan okudu. Merhum iktisatçı Lyndon LaRouche’un “paranın değer olmadığı” ısrarını hatırlattı. Ona göre politikalar, fiziksel ekonomi –üretkenlik, teknolojik ilerleme ve altyapı– temel alınarak şekillendirilmeliydi. 1648 Westphalia Barışı’nın ilkelerine geri dönülmesi gerektiğini vurgulayarak, büyük güçleri intikam ve jeopolitik hesapları bir kenara bırakıp karşılıklı kalkınma için işbirliğine davet etti.
Zepp-LaRouche, “Çok acil tüm ulusların çıkarlarına uygun yeni bir güvenlik ve kalkınma mimarisi (Yeni Güvenlik ve Kalkınma Mimarisi) inşa etmeliyiz,” diye ekledi.
Dmitriy Trenin: Eski Soğuk Savaş anlayışını reddetmek
Moskova’dan Prof. Dmitriy Trenin, krize Rusya ‘nınperspektifinden yaklaştı: “Bu bir İkinci Soğuk Savaş değil, bu benzetme yanlış.” Dünyanın artık çok daha karmaşık olduğunu, birden fazla güç merkezinin bulunduğunu ve işleyen bir silah denetim mekanizması olmadığını belirten Trenin, eski Soğuk Savaş’ı ‘soğuk’ tutan iletişim kanalları, anlaşmalar ve nükleer silahlardan duyulan ortak korkunun yok olduğunu vurguladı.
Trenin, Batı kuralları çerçevesinde ilerleyen küreselleşmenin sona erdiğini söyledi. ABD’nin hegemonyayı her ne pahasına olursa olsun sürdürme çabasının tehlikeli ve beyhude olduğunun altını çizen Trenin, “Sovyetler Birliği’nin yaşadığı gibi, aşırı genişlemeye kalkışmak çöküşe yol açar,” değerlendirmesini yaptı.
Trenin, artık ulusların önceliklerini yeniden belirleme zamanının geldiğini ve küresel üstünlük peşinde koşmak yerine iç ekonomik sağlığa odaklanmanın daha akılcı olduğuna işaret etti.
Küresel Güney’den sesler
Diğer yandan eski Guyana Devlet Başkanı Donald Ramotar, çatışmaları körükleyen küresel eşitsizliklere dikkat çekti. Son yıllarda küresel Güney’in (Latin Amerika, Afrika, Asya’da yükselen ülkeler) dik durmaya ve kendi çıkarlarını savunmaya başladığını belirtti.
Ramotar, gelişmekte olan ülkeleri yoksullukta tutan politikalara karşı çıkarak “Transatlantik güçler savaştan muazzam kârlar elde etti,” dedi, bu çatışmaları “kâr uğruna savaşlar” olarak nitelendirerek silah üreticilerini ve finansörleri suçladı.
Ramotar, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ni ve küresel Güney ile işbirliğini bir “kazan-kazan” modeli olarak övdü. Bu modeli IMF ve Dünya Bankası’nın kalkınmayı engelleyen koşullarıyla kıyaslayan Ramotar, “Eğer Batı da bu girişimlere katılsaydı, yaşamımız boyunca yoksulluğu ortadan kaldırabilirdik,” yorumunu yaptı.
Ján Čarnogurský: Avrupa’dan bir görüş
Slovakya’nın eski Başbakanı Ján Čarnogurský ise, Avrupa ülkelerinin politikalarını keskin bir dille eleştirdi. 1990’ların başında NATO’nun doğuya genişlemeyeceğine dair verilen sözlerin tutulmadığını hatırlattı. Minsk Anlaşmaları’nın yerine getirilmemesini ve Yugoslavya krizindeki tutarsız politikaları kınadı.
Čarnogurský, ABD politikasının gerçekte kim tarafından yönlendirildiğini sorguladı ve Avrupa’nın Washington ile Londra’ya boyun eğmesini de eleştirdi.
Čarnogurský, ABD’nin dayattığı politikalar yüzünden Avrupa ülkelerinin kendi sanayilerini kaybederek Amerikan topraklarına kaptırdığını kaydetti. Rusya’nın batıya doğru ilerleme niyeti olmadığını vurgulayan eski Başbakan, Ukrayna savaşının sonsuz tırmanış yerine müzakerelerle sonlandırılması gerektiğini söyledi.
Čarnogurský, “Batı, Ukrayna’da savaşı kaybederse bu belki de sorunları basitleştirir ve istikrarlı barış görüşmelerinin önünü açar,” diye konuştu.
Chas W. Freeman: Diplomasi terk edildi
Bunun yanı sıra tecrübeli bir Amerikalı diplomat olan Büyükelçi Chas W. Freeman, nükleer sınırda dolaşmanın tehlikelerini hatırlattı.
Freeman, “İkinci Dünya Savaşı sonrası insani dünya düzeni artık öldü,” vurgusunu yaptı.
Uluslararası hukukun ağır ihlalleri cezasız kaldığını dile getiren Freeman, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın bir kez olsun Moskova’ya gitmediğine, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un yıllardır Washington’a davet edilmediğine dikkat çekti.
Freeman, “İşleyen hiçbir silah kontrol anlaşması yok ve iletişim hatları da kurulamıyor,” ifadesini kullandı.
Freeman, Avusturya’nın 1955 tarihli Devlet Sözleşmesi’ne (kalıcı tarafsızlık) benzer bir çözümün Ukrayna için de gerekli olduğunu belirterek, “Böyle bir Ukrayna, bir tampon ve köprü işlevi görebilir,” dedi ve Rusya’nın güvenlik kaygıları ile Ukrayna’nın egemenliğini aynı anda karşılayabilecek bir formül önerdi.
Eski diplomat, “Düşmanlaştırma yerine diplomasiye dönmeliyiz, yoksa bir nükleer Armageddon ile karşı karşıya kalabiliriz,” değerlendirmesinde bulundu.
Büyükelçi Hossein Mousavian: İran ve nükleer ikilem
İranlı Büyükelçi Hossein Mousavian, meselenin Orta Doğu boyutuna dikkat çekti. İran’ın nükleer programına dair krizin bölgesel bir yaklaşıma duyulan ihtiyacı gösterdiğini kaydeden Mousavian, Trump döneminde ABD’nin tek taraflı olarak ayrıldığı Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın (KOEP), Tahran’ın nükleer silah geliştirmeyeceğini garanti altına alan güçlü tedbirleri içerdiğini anımsattı.
Mousavian, aynı ilkelerin bölge geneline yayılmasını önerdi. Orta Doğu genelinde benzer kısıtlamaların ve denetimlerin (İsrail’i de dahil ederek) uygulanmasının, kitle imha silahlarından arındırılmış bir Ortadoğu yaratabileceğini belirterek “Bir çözüm var. Tüm taraflar aynı standartlarda uzlaşırsa kalıcı kısıtlamalara sahip olabiliriz,” diye ekledi.
Prof. Zhang Weiwei: Asya’nın barışçıl kalkınma modeli
Ayrıca Çin’in Fudan Üniversitesi’nden Prof. Zhang Weiwei, Avrupa’nın kaybet-kaybet senaryolarına sürüklendiği bir dönemde, Çin-ASEAN bölgesinin yaklaşık yarım asırdır süren barış ve refah ortamına işaret etti.
Bu başarının temelinde altyapı, kalkınma ve medeniyet çeşitliliğine saygı olduğunu vurgulayan Zhang, “Çin ve ASEAN, yaklaşık 50 yıldır barış ve refah içinde yaşıyor,” diye konuştu. Bu başarıda yollar, demiryolları, limanlar inşa etmek ve Kuşak ve Yol Girişimi gibi projelerle kazan-kazan anlayışını yaymak belirleyici olmuştu.
Zhang, bu kalkınma odaklı yaklaşımı Batı’nın sıfır toplamlı stratejileriyle kıyasladı.
“Çin, böl-yönet yerine, birlik ve karşılıklı faydayı savunur,” diyen Zhang, Sun Tzu’nun kadim stratejik öğretilerine atıfta bulunarak, hedeflere savaşmadan ulaşmanın Çin kültüründe köklü bir geleneğe sahip olduğunu hatırlattı.
Zhang, “Avrupa’nın çözümü ortada; Yeni İpek Yolu’na (Kuşak ve Yol’un bir parçası) dahil olun, altyapıya yatırım yapın ve ortak kader topluluğu inşa edin,” vurgusunu yaptı.
Albay Lawrence Wilkerson: Pentagon’dan bir görüş
Emekli ABD Kara Kuvvetleri Albayı Larry Wilkerson da ABD’nin küresel gücün Doğu’ya doğru kaymasına direnç gösterdiğini vurguladı.
“ABD bugün, küresel gücün Doğu’ya kaçınılmaz kayışına karşı savaşıyor,” diyen Wilkerson, Amerikan dış politikasının kibir ve tarih cehaletine saplandığını belirterek bunu “imparatorluk zihniyetinin tezahürü” olarak nitelendirdi.
Wilkerson, konvansiyonel bir çatışmanın ABD’yi Rusya veya Çin karşısında hızla zor duruma düşürebileceğini, bu yüzden ABD’nin ilk nükleer silah kullanımına yönelme riskinin arttığını söyledi.
Emekli albay, “Konvansiyonel olarak o kadar kırılganız ki, korkunç kayıplar verirsek, ilk nükleer darbeyi biz vurabiliriz. Bu tür bir değişim tüm uygarlığı sona erdirebilir. Çözüm mü? İmparatorluk mantığını terk etmek, rasyonel diplomasiyi benimsemek ve hâlâ vakit varken bu yönde adımlar atmak,” diye ekledi.
Scott Ritter: Düşünülemez olanın ihtimali artıyor
Eski BM silah denetçisi Scott Ritter, önceden kaydedilmiş mesajında durumu daha da net ifade etti: “Bugünkü durum, Küba Füze Krizi’nden daha tehlikeli, zira iletişim yok.”
ABD’nin Ukrayna’ya gelişmiş füze sistemleri tedarik etmesi ve bazı ABD stratejistlerinin “sınırlı” nükleer savaş fikrini dillendirmesi, gezegenin kaderiyle kumar oynamak anlamına geliyor.
Ritter, ABD’deki yeni yönetimle birlikte diplomatik bir yön değişikliği umuduna değindi: “Kendimize yardım etmeliyiz ki Rusya’ya da bu çılgın politikaların süremeyeceğini anlatabilelim. Yani stratejik bir sıfırlama acilen gerekli. Aksi halde dünya yanlış hesaplar yüzünden nükleer savaşa sürüklenebilir.”
Çözüm önerileri
Oturum boyunca, katılımcılar somut çözüm önerileri sundu. Helga Zepp-LaRouche, Franklin D. Roosevelt’in Bretton Woods ruhunu yeniden canlandırmayı önererek, finansal spekülasyon yerine küresel kalkınma ve altyapıya dayalı bir sistemin inşasını savundu. Ayrıca Lyndon LaRouche’un eskiden önerdiği Stratejik Savunma Girişimi’ni (SDI) hatırlattı.
Dmitriy Trenin ve Chas Freeman, diplomatik kanalların yeniden açılmasının önemine vurgu yaptı. Trenin, silah kontrolü konusunda istikrarlı müzakerelere dönmeyi önerirken, Freeman Avrupa güvenlik mimarisinin Rusya’yı da kapsayacak şekilde yeniden düşünülmesini talep etti. Her ikisi de iftiradan uzak, gerçekçi bir diyaloğun tek mantıklı yol olduğunu vurguladı.
Donald Ramotar ve Prof. Zhang Weiwei, iktisadi kalkınmayı bir barış stratejisi olarak öne çıkardı. Kuşak ve Yol Girişimi’nin “kazan-kazan” çerçevesi, küresel Güney’i kalkındırabilir ve savaş alanlarını ticaret merkezlerine dönüştürebilir. Batı’nın sıfır toplamlı yaklaşımı terk edip işbirliği girişimlerine katılması halinde ekonomik koridorlar çatışma bölgelerinin yerini alabilir.
Ján Čarnogurský ve Hossein Mousavian, somut anlaşma modellerine dikkat çekti. Čarnogurský, Ukrayna’nın tarafsız bir devlet haline gelmesi için 1955 Avusturya Devlet Sözleşmesine atıfta bulunurken, Mousavian Orta Doğu’da kitle imha silahsız bir bölge tasavvur etti. Bu tür dikkatlice tasarlanmış anlaşmalar gerilimi azaltabilir.
Larry Wilkerson ve Scott Ritter aciliyetin altını çizdiler. ABD’nin stratejik düşüncesinde, hegemonyadan çok kutuplu dünyayı benimsemeye doğru büyük bir dönüşüm olmadan, dünya küresel bir çatışmaya sürüklenme riski altında. Uzmanlar, stratejik olarak nükleer silahlı rakipleri “yenmek” gibi gerçekçi olmayan hedeflerden vazgeçilmesini, iletişim kanallarının açılmasını ve kazara nükleer savaşı önleyecek adımlar atılmasını talep etti.
Kültürel dönüşüm çağrısı
Konferansta tekrar eden bir tema da kültürel değerlerin politik değişimlere rehberlik etmesi gerektiğiydi. “Schiller ve Beethoven Ruhu’nda: Bütün İnsanlar Kardeş Olur!” sloganı, ahlaki yükselişin ve estetik eğitimin siyaseti yönlendirebileceğini öne sürüyordu. Zepp-LaRouche, klasik bestecileri ve şairleri anarak, evrensel insanî değerlerin güç politikalarının ötesinde birleştirici bir rol oynayabileceğini vurguladı.
Schiller Enstitüsü’nün büyük sanata, klasik müziğe ve dramatik şiire verdiği önem dekoratif değil. Zepp-LaRouche’a göre Schiller, yurttaşları kültürle geliştirmeyi ve onları tüm insanlığı tek bir aile gibi düşünmeye sevk etmeyi savunmuştu. Beethoven’ın 9. Senfonisi’nden “Neşeye Övgü” (Ode to Joy) ise nükleer uçurumun kıyısında duran bugünün dünyasında, evrensel kardeşlik idealini sembolize ediyor.
Panelistler, felaketten kaçınmak için yurttaşların hükümetlerine makul davranma, uluslararası hukuka saygı ve insanlığın çıkarlarını öne koyma konusunda baskı yapmaları gerektiğini vurguladı. Helga Zepp-LaRouche, Enstitü’nün benimsediği ve egemenlik, kalkınma ile beşeriyetin ortak hedeflerine odaklanan on prensibin yaygınlaştırılması çağrısında bulundu. Carl Schmitt türü dost-düşman ayrımlarının terk edilmesi ve Tek İnsanlık ilkesinin benimsenmesi gerektiğini belirtti.
Panelde tam konuşma yapamayan ama alıntıları aktarılan Naledi Pandor, “BRICS ve küresel Güney, daha adil bir çok kutuplu düzen kurabilir,” diyerek yükselen güçlerin işbirliğiyle daha adil bir dünya inşa edilebileceğini dile getirdi.
İnsanlık adına son bir şans mı?
Devlet adamları, diplomatlar ve akademisyenler, derin bir tehlikeye işaret ettiler. Nükleer cephanelikler bekliyor, çatışmalar diyalog olmaksızın sürüyor, büyük güçler uçurumun kenarında dolaşıyor.
Buna rağmen panel umut da yansıttı. Sıfır toplamlı jeopolitiği reddeden, karşılıklı saygı, iktisadi işbirliği ve kültürel rönesans odaklı yeni bir paradigma fikri, tüm konuşmacıları birleştiren ortak payda oldu.
Helga Zepp-LaRouche, “Bir seçeneğimiz var. Ya son bir dünya savaşına giden yolda ilerlemeye devam ederiz ya da Tek İnsanlık’ın yeni paradigmasını inşa etmek için harekete geçeriz. Hayatı seçelim, ölümü değil,” diyerek sözlerini noktaladı.
Diplomasi
Yeni Zelanda Başbakanı Luxon, Çin ziyaretinde Xi Jinping ile ticaret ve güvenlik konularını görüştü

Yeni Zelanda Başbakanı Christopher Luxon ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, cuma günü Pekin’de bir araya geldi. Luxon’un ofisinden yapılan açıklamada, iki liderin, Güney Pasifik’teki zorlukları ve ikili ilişkileri yönetmek için görüştüğü belirtildi.
Luxon, “Devlet Başkanı Xi ile görüşmem, bu önemli ilişkinin derinliğini ve genişliğini değerlendirmek ve ikili bağlarımızı yeniden teyit etmek için değerli bir fırsat oldu” dedi. Başbakan, “uluslararası kurallara dayalı sistem”i vurguladı ve Çin’i “küresel sorunların çözümüne yardımcı olma” konusunda “önemli bir rol” oynamaya çağırdı.
“Güçlü ve yenilikçi ekonomik ilişkilerimizin nasıl geniş bir alana yayıldığını özetledim” dedi. “Ticaret ve ekonomi bağlarımız birbirini tamamlayıcı nitelikte ve her iki ülkenin refahına katkıda bulunuyor. Bu bağlar, Yeni Zelanda’nın ekonomisini büyütme hedefini de doğrudan destekliyor” ifadelerini kullandı.
Çin’in Xinhua haber ajansı, Xi’nin ülkesinin ve Yeni Zelanda’nın “birbirlerine saygı duymaları, farklılıkları kabul ederken ortak noktalar aramaları ve iki ülke arasındaki farklılıkları ve anlaşmazlıkları doğru bir şekilde görmeleri ve ele almaları” gerektiğini söylediğini aktardı.
Yeni Zelanda Başbakanı Luxon, Kasım 2023’te liderlik görevini üstlendiğinden bu yana ilk kez Çin’e üç günlük ziyarette bulunuyor. İki gününü Şanghay’da geçiren Luxon, Yeni Zelanda ve Çinli şirketler arasında 871 milyon Yeni Zelanda doları (520 milyon ABD doları) değerinde ticari anlaşmaların imzalanmasını denetledi. Ziyareti sırasında, Yeni Zelanda’yı Çinli turistler ve öğrenciler için bir destinasyon olarak tanıttı.
Luxon’un Çin ziyareti, Yeni Zelanda’nın Güney Pasifik’teki çıkarlarını, Pekin’in bölgede artan iddialı etksiyle tehlikede hissettiği bir bir dönemde gerçekleşti.
Yeni Zelanda Çağdaş Çin Araştırma Merkezi direktörü Jason Young, Wellington ve Pekin arasındaki canlı ticarete dikkat çekerek, mart ayında sona eren mali yılda Yeni Zelanda’nın 21,5 milyar Yeni Zelanda doları değerindeki ihracatının %20’sinin Çin’e yapıldığını belirtti. Nikkei Asia’ya konuşan Young, “Yeni Zelanda’nın çıkarlarına uygun ekonomik işbirliği alanları olduğu açıktır ve Yeni Zelanda hükümeti bunları güçlendirmeye ve olumlu ilişkileri sürdürmeye çalışmaktadır” dedi.
Aynı zamanda, Yeni Zelanda’nın başlıca ortağı olan ve yakın bağları bulunan Pasifik ada ülkesi Cook Adaları ile Çin’in ilişkisinin derinleşmesi Yeni Zelanda’yı tedirgin ediyor. Luxon’un ofisinden cuma günü yapılan açıklamada Cook Adaları veya Çin’in Pasifik’teki faaliyetleri hakkında herhangi bir yorum yer almadı, ancak Luxon, Xi ile “Hint-Pasifik bölgesinde istikrarın ve gerilimin azaltılmasının gerekliliğini” görüştüğünü söyledi.
27.000 kişinin yaşadığı Cook Adaları, Yeni Zelanda ile “serbest birlik” anlaşması imzalamıştır Bu anlaşma kapsamında Yeni Zelanda, küçük Polinezya takımadalarına mali, savunma ve dışişleri desteği sağlamakta. Ayrıca Cook Adaları sakinleri Yeni Zelanda pasaportuna sahip.
Wellington ve Avarua hükümetleri ayrıca savunma ve ulusal güvenlik konularında “işbirliği ve yardımlaşma” ve “her iki tarafı veya birini etkileyebilecek her türlü risk” konusunda birbirlerine danışma yükümlülüğü altındadır.
Şubat ayında Cook Adaları, Wellington’u şaşırtarak Çin ile beş yıllık Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması’nın yanı sıra ekonomik işbirliği ve derin deniz maden arama ile ilgili diğer anlaşmalar imzaladı.
Yeni Zelanda Dışişleri Bakanı Winston Peters şubat ayında, Cook Adaları’nın “Yeni Zelanda’nın çıkarlarıyla önemli ölçüde çelişen” politikalar izlememesinin beklendiğini söyledi.
Perşembe günü Wellington, bu ayın başlarında Cook Adaları’na mali yıl için 18,2 milyon Yeni Zelanda doları tutarındaki kalkınma yardımını askıya aldığını doğruladı.
Peters’ın sözcüsü Nikkei’ye verdiği demeçte, ödemelerin “Cook Adaları ve Çin arasında imzalanan anlaşmalar ve bu anlaşmalar hakkında Yeni Zelanda ile istişare yapılmaması” nedeniyle “güven ve anlamlı katılım”ın yetersizliği nedeniyle askıya alındığını ve ilişkilerin onarılması ve güvenin yeniden tesis edilmesi için somut adımlar atıldığında yeniden başlayacağını söyledi.
ABD geri çekilirken Çin, Pasifik Adaları ülkelerine pazarlarını açma sözü verdi
Diplomasi
Paşinyan, Rusya vatandaşı milyarder Karapetyan’a karşı neden silaha sarıldı?

Rusya vatandaşı milyarder Samvel Karapetyan, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ile yaşadığı anlaşmazlıkta Ermeni Kilisesi’ni desteklemesinin ardından Erivan’da tutuklandı. ‘İktidarı ele geçirme çağrısı yapmakla’ suçlanan Karapetyan’ın sahibi olduğu Ermenistan Elektrik Şebekeleri’nin de kamulaştırılması gündemde. Moskova ise süreci yakından takip ettiğini açıkladı.
Rusya vatandaşı milyarder Samvel Karapetyan, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ile Ermeni Apostolik Kilisesi arasında yaşanan gerilimde kiliseye destek vermesinin ardından Erivan’da tutuklandı.
Sputnik Ermenistan ajansının 19 Haziran’da aktardığına göre, 18 Haziran akşamı mahkeme kararıyla iki ay süreyle tutuklanan Karapetyan, Erivan’daki Armavir adlı yeni cezaevine gönderildi.
Ermenistan Soruşturma Komitesi, Karapetyan’ı kamuoyuna açık bir şekilde iktidarı ele geçirme çağrısı yapmakla suçladı.
İş insanı suçlamaları reddederken, avukatları iddiaları “saçma ve yasa dışı” olarak nitelendirdi. Hükümet ayrıca, Karapetyan’ın sahibi olduğu Ermenistan Elektrik Şebekeleri şirketini kamulaştırmaya hazırlanıyor.
Kilise desteği tutuklama getirdi
Rus iş insanına yönelik soruşturmanın fitilini, Ermeni Apostolik Kilisesinin Eçmiadzin’deki merkezini ziyareti sırasında kiliseye verdiği destek ateşledi.
Karapetyan, News.am‘e verdiği demeçte, “küçük bir grubun” Ermenistan’ın ve kilisenin bin yıllık tarihini unutarak Ermeni Apostolik Kilisesine saldırdığını söylemişti.
Bu açıklamalardan bir gün sonra, 18 Haziran gecesi Karapetyan ve kardeşi Karen, Erivan’daki evlerinde gözaltına alınarak Soruşturma Komitesi’ne götürüldü.
Armenia Today gazetesinin haberine göre, güvenlik güçleri gözaltı öncesi evde arama yaptı ve daha sonra milyarderin evinin önünde toplanan yaklaşık 50 kişiyi de gözaltına aldı.
Mahkemenin tutuklama kararının hemen ardından avukatı aracılığıyla açıklama yapan Karapetyan, adliye önünde toplanan destekçilerine teşekkür ederek “Ermeni halkına ve Ermeni Apostolik Kilisesi’ne sadık kalacağını” ve hiçbir kararın “kendisini yolundan döndüremeyeceğini” belirtti.
Ermenistan’da iş insanı Karapetyan hakkında ‘darbe çağrısı’ soruşturması başlatıldı
Paşinyan ile kilise arasındaki gerilim
Ermenistan’da Ermeni Apostolik Kilisesi ile Başbakan Paşinyan arasındaki gerilim, mayıs ayı sonlarında Paşinyan’ın sosyal medyadaki paylaşımlarıyla tırmanmıştı.
Paşinyan, Ermeni Apostolik Kilisesi Katolikosu II. Garegin de dahil olmak üzere birçok din adamının bekarlık yeminine uymadığını ve görevlerini bırakmaları gerektiğini öne sürmüştü.
Kilise ise mevcut hükümetin politikalarını sık sık eleştirerek Paşinyan’ı istifaya çağırıyordu.
Karapetyan, gözaltına alındıktan sonra Taşir Grubu basın ofisi yöneticisi Zara Acemyan’ın Facebook hesabından yayımlanan açıklamasında, kendisine yönelik takibatın mevcut Ermeni yetkililerin acizliğini kanıtladığını ifade etti.
Ermeni Apostolik Kilisesi de yaptığı açıklamada, yetkililere Rus iş insanına yönelik takibata son verme çağrısında bulunarak, mahkemenin “utanç verici” kararının sadece kilisenin itibarına değil, Ermenistan’ın uluslararası imajına da bir darbe olduğunu vurguladı.
Karapetyan kim?
1965 yılında Ermenistan’ın Kalinino (1991’den sonra Taşir) şehrinde doğan Samvel Karapetyan, 1997’de Rusya’nın Kaluga kentinde Kalugaglavsnab şirketini satın aldı.
1999 yılında bu şirketin temelinde, inşaat, üretim, enerji ve satış firmalarının yanı sıra alışveriş merkezleri, oteller, restoranlar ve konut ağını da içeren 200’den fazla şirketten oluşan Taşir Grubu’nu kurdu.
Forbes‘a göre Karapetyan, 3,2 milyar dolarlık servetiyle Rusya’nın en zenginleri listesinde 44. sırada yer alıyor.
‘Paşinyan’ın eylemleri Karapetyan’ın reklamını yapıyor’
Öte yandan Kafkasya Enstitüsü’nden araştırmacı Grant Mikaelyan, Vedomosti gazetesine verdiği demeçte Karapetyan’ın iktidar ile kilise arasındaki mevcut krizi kendi siyasi hedefleri için kullanmaya karar verdiğini söyledi.
Mikaelyan’a göre, Rus iş insanının Ermenistan’da her zaman siyasi emelleri oldu ve aynı zamanda Paşinyan’ın politikalarından son derece rahatsız.
Mikaelyan, “Ermenistan başbakanının sosyal medyada Ermeni Apostolik Kilisesine yönelik hakaret seli ve bir iş insanının kişisel görüşünü ifade ettiği için tutuklanması, bu süreçte hukukun üstünlüğünün olmadığının bir göstergesi. Dahası, bugün resmi propaganda aktif olarak Karapetyan’ı Kremlin ile ilişkilendirmeye ve iş insanını Paşinyan’ı devirmek için bir koçbaşı olarak adlandırmaya çalışıyor,” dedi.
Paşinyan’ın politikalarından memnun olmayan yüksek bir vatandaş oranı olduğunu belirten siyaset bilimci, “Aslına bakılırsa, yetkililer bu uygunsuz eylemleriyle sadece iş insanının reklamını yapıyor,” diye ekledi.
Şirketine kamulaştırma kararı
Karapetyan’a yönelik operasyonların ortasında Paşinyan, Kasım 2020’den beri görevde olan Ulusal Güvenlik Teşkilatı Başkanı Armen Abazyan’ı da görevden aldı.
Paşinyan, parlamentodaki açıklamaısnda bu kararı, eski Ulusal Güvenlik Teşkilatı başkanının dinlenme zamanının gelmesiyle açıkladı.
Fakat Hraparak gazetesine göre, Abazyan’ın görevden alınmasının muhtemel nedeni, Karapetyan’ın evinin avlusunda bir “baskın şovu” düzenlemeyi ve “onu asfalta yatırmayı” reddetmesiydi.
Paşinyan aynı açıklama, iktidardaki “Sivil Sözleşme” partisinin, Taşir Grubu’na ait Ermenistan Elektrik Şebekeleri şirketinin kamulaştırılmasına yönelik bir yasa tasarısı hazırladığını da duyurdu.
Paşinyan, bu karara Ermenistan’ın bölgelerini ziyareti sırasında “neredeyse bir enerji krizi” tespit etmesi üzerine vardığını iddia etti.
Başbakana göre şirket, daha sonra toplumsal hoşnutsuzluk ve siyasi bir kriz yaratmak amacıyla ülkede kasıtlı olarak bu durumu yarattı.
Taşir Grubu, şirketi Rus şirketi Inter RAO’dan Eylül 2015’te, Erivan’da elektrik tarifelerindeki artışa bağlı büyük protestoların ardından satın almıştı.
Karapetyan, geçen sene Armenia Today‘e verdiği mülakatta, şirketi satın aldıkları sırada Ermenistan Elektrik Şebekelerinin faaliyetlerinin tamamen felç olduğunu söylemişti.
Milyardere göre, önceki sahipler “onlarca yıl modernizasyon için bir kuruş bile ayırmamıştı” bu nedenle şirketi 2016’dan bu yana sadece modernizasyon için yaklaşık 680 milyon dolar ve yeni kapasiteler oluşturmak için yaklaşık 150-200 milyon dolar harcamak zorunda kalmıştı.
Moskova ne söyledi?
Mikaelyan’a göre, Rus milyarderin tutuklanması Rusya-Ermenistan ilişkilerini olumsuz etkileyecektir. Uzman, Karapetyan’ın Rus iş dünyasında önemli bir aktör olduğunu ve bu nedenle Moskova’nın duruma tepkisiz kalamayacağını ve siyasi kanallar aracılığıyla serbest bırakılması için ısrarcı olacağını öne sürdü.
Tutuklamanın hemen ardından Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, Moskova’nın Karapetyan etrafındaki durumu takip ettiğini belirterek, tüm yasal haklarının korunması için kendisine gerekli desteğin sağlanacağını vaat etti.
Diplomasi
Türkiye, Rusya’dan petrol ithalatını son 12 ayın zirvesine çıkardı

Reuters haber ajansına göre Türkiye, haziran ayında Rusya’dan Ural petrolü ithalatını 1,64 milyon tonla son 12 ayın en yüksek seviyesine çıkaracak. Rafineri kâr marjlarının cazip olması ve mevsimsel talep artışının, alımların artmasındaki temel etkenler olduğu belirtiliyor.
Türkiye’nin, haziran ayında Rusya’dan yaptığı Ural petrolü ithalatını 1,64 milyon tona çıkararak son 12 ayın en yüksek seviyesine ulaştıracağı bildirildi.
Reuters haber ajansının iki kaynağa ve LSEG gemi takip sistemi verilerine dayandırdığı haberine göre, bu artışın arkasında rafineriler için cazip kâr marjları ve bölgedeki akaryakıta yönelik mevsimsel talep artışı yatıyor.
İthalat üç aydır artıyor
Türkiye’nin Ural petrolü ithalatı üst üste üçüncü ayda da artış gösterirken, Mart 2025’e kıyasla sevkiyattaki artışın 800 bin tonu aştığı belirtildi.
Bu durumun, kilit pazar konumundaki Hindistan’da Ural petrolüne olan talebi ve fiyatları desteklediği ifade ediliyor.
LSEG terminalindeki verilere göre, Türkiye’nin Ural petrolü ithalatında bir önceki zirve, ülkedeki rafinerilerin 1,76 milyon ton petrol aldığı Mayıs 2024’te kaydedilmişti.
Sevkiyat Baltık limanlarından yapılıyor
Haziran ayında Türkiye’ye ulaşan Ural petrolü sevkiyatının yapıldığı ana limanlar, yaklaşık 1,4 milyon tonluk toplam sevkiyatla Rusya’nın Baltık’taki limanları Primorsk ve Ust-Luga oldu.
Novorossiysk’ten ise yaklaşık 200 bin ton petrol sevk edildiği kaydedildi.
Sektörden iki kaynak ve Reuters ajansının hesaplamalarına göre, Rusya haziran ayında Primorsk, Ust-Luga ve Novorossiysk’ten yapılan petrol ihracatı ve transitini mayıs ayındaki seviyede, yani günde yaklaşık 2 milyon varilde tutacak.
Hindistan’a giden petrolün fiyatı rekor kırdı
Haziran ayı başında kaynaklar, Hindistan limanlarına temmuz ayında teslim edilecek Rus Ural petrolü partilerinin fiyatının, spot sevkiyatların azalması nedeniyle Kuzey Denizi göstergesi BFOE’ye (Brent) kıyasla 2022’den bu yana rekor seviyeye yükseldiğini bildirmişti.
Çin ve Türkiye’nin en büyük rafinerileri Rus petrolü alımına yeniden başladı
-
Görüş5 gün önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Trumpizmin gerici ideoloğu: Curtis Yarvin
-
Asya2 hafta önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Ortadoğu3 gün önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi6 gün önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Mevcut jeopolitik değişiklikleri anlamak: Sergey Karaganov ile mülakat
-
Görüş2 hafta önce
Avrupa’nın savunma özerkliği ve Almanya’nın askerî rolü dönüm noktasında
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 3