Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Seymour Hersh yazdı: Hamas ile İsrail arasında mahkum takası konusunda yeni bir fırsat doğdu

Yayınlanma

Çevirmenin notu: ABD’li araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, Hamas’ın 7 Ekim’deki Aksa Tufanı saldırısında ele geçirdiği rehinelere karşılık İsrail’de tutuklu bulunan Filistinli mahkumların takas edilmesini görüşmeye başladığını iddia etti.

Hersh, Substack bülteninde yayımladığı makalede, ilk tekliften sonuç çıkmadığın, ancak İsrail tarafının görüşmeye fazlasıyla istekli olduğunu belirterek, Hamas’ın son dakika teklifinin rehinelerin çoğunun hayatta olduğunu gösterdiğini kaydetti.

Hersh, “Hamas’ın ilk teklifi başarısızlıkla sonuçlandı. Hamas, aralarında kadınlar, yaşlılar, gençler ve yabancıların da bulunduğu toplam 113 rehineyi serbest bırakmayı önerdi. Karşılığında ise hapisteki 240 Hamaslı kadın ve gencin serbest bırakılmasını istedi. Teklifin bir şartı vardı: Hamas tutukluları yabancı bir tarafın eline teslim edilmeden rehineler serbest bırakılmayacaktı. Konuyla ilgili bilgi sahibi bir İsrailli bana ‘Hamas’ın söylediği hiçbir şeye inanmadıkları için’ İsrail’in bu teklifi derhal reddettiğini söyledi. Ancak İsrail’in Hamas’la takas konusunu görüşmeye devam ettiğini de sözlerine ekledi,” dedi.


Hamas’ın Alamo’su

Seymour Hersh

14 Kasım 2023

El Şifa Hastanesi’nin İsrail ordusunun hedefinde olmasıyla birlikte Hamas ve İsrail arasında rehine ve mahkûm takası konusunda yeni bir fırsat doğdu ve savaşta olası bir çözüme ulaşıldı.

Lider kadrosu firarda olan ve savaşçıları Gazze’deki hastanelerin yakınlarında keskin nişancı ateşiyle kuşatılmış ve silahsızlandırılmış olan Hamas, 7 Ekim’deki sürpriz terör saldırısında ele geçirdiği rehinelere karşılık İsrail’deki mahkumların takas edilmesini görüşmeye başladı. İlk tekliften bir sonuç çıkmasa da İsrailli yetkililer görüşmeye fazlasıyla istekliydi. Hamas’ın son dakika teklifi, rehinelerin çoğunun hala hayatta olduğunu gösteriyor.

Hamas’ın ilk teklifi başarısızlıkla sonuçlandı. Hamas aralarında kadınlar, yaşlılar, gençler ve yabancıların da bulunduğu toplam 113 rehineyi serbest bırakmayı önerdi. Karşılığında ise hapisteki 240 Hamaslı kadın ve gencin serbest bırakılmasını talep etti. Teklifin bir şartı vardı: Hamas, mahkumları yabancı bir tarafın eline teslim edilmeden rehineler serbest bırakılmayacaktı. Konuyla ilgili bilgi sahibi bir İsrailli bana, “Hamas’ın söylediği hiçbir şeye inanmadıkları için” İsrail’in bu teklifi derhal reddettiğini söyledi. Ancak İsrail’in Hamas’la takas konusunu görüşmeyi sürdürdüğünü de sözlerine ekledi.

Yaklaşım değişikliği, İsrail’in Hamas’ın iki önemli liderinin, Gazze’deki siyasi büro lideri Yahya Sinvar ve askeri lideri Muhammed Deyf’in Gazze’den güneye kaçtığını öğrendiği güne denk geldi. İçeriden bir İsrailli bana, “Ya ölürsün ya ölürsün lider kadrosu ölmeye hazır değil,” dedi. Teklif, El Şifa Hastanesi ve Gazze kentindeki diğer beş hastanenin keskin nişancı ateşine maruz kaldığı günün ardından geldi: “Artık onları bombalamaya gerek kalmadı.”

İsrail’in takas konusunda isteksiz olmasının bir başka nedeni daha vardı. İsrail’in sürekli bombardımanının bir sonucu olan Hamas tünel sisteminin çökmeye devam etmesi, İsrailli rehinelerin nerede tutulabileceğine dair ipuçları sundu. İsrail özel harekâtından, rehineleri pazarlık yapmadan kurtarabilecek Entebbe tarzı bir baskını düşünmeleri yönünde baskı vardı.

Bana Hamas’tan bir teklif daha geldiği söylendi. Hamas, 72 saatlik bir ateşkes öneriyordu ve eğer kabul edilirse, 7 Ekim saldırısında Gazze kenti sakinlerinin, sınırın aniden açılmasını fırsat bilerek soygun ve hırsızlık yapan ve belki de evlerine bir İsrailli rehineyle dönenlerin elindeki rehineleri bulup kurtarmak için zaman kazanacaktı. Hâlâ hayatta olan böyle birkaç kişiden daha fazlası olabilir. En az iki başka terör örgütü de kente girdi ve rehinelerle geri döndü. İçeriden bir yetkili, bu olasılıkla ilgili görüşmelerin de devam ettiğini dile getirdi.

Bana söylenene göre bu ton değişikliği savaşın hızla çözüme doğru ilerlediğinin bir işaretiydi. Konuyla ilgili bilgi sahibi bir Amerikalı yetkili, bana mahkûm takası görüşmelerinin Amerikan istihbarat camiasında umut yarattığını, zira “ya teslim olacak ya da ölecek olan Hamas’ın rehinelerden herhangi bir fayda elde etmek için son şansı olduğunu” söyledi: “Hamas, Allah adına ölmek istemeyen herkesi korkak olarak görüyordu. Göreceğiz.”

Bu ani gelişme, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun rehinelerin serbest bırakılmasıyla ilgili son dakika görüşmeleri ihtimalini ortadan kaldırdığı ve İsrail Kara Kuvvetleri tarafından sistematik olarak kapatılan labirent tünellerde, Yahudi devleti açısından korkunç bir mazisi olan isyan kontrol kimyasalının kullanılması anlamına gelse bile Hamas’ın yok edilmesine kararlı olduğu yönündeki haberlerin ardından geldi.

Bu haberi yayımlamayı geciktirdim, zira Amerikalı yetkili bana hayatta kalan rehinelerin —çoğunluğu İsrailli olmakla birlikte aralarında Amerikan, Rus ve Tayland vatandaşları da var— yeraltındaki esaretlerinin altıncı haftasında tünel sisteminden El Şifa Hastanesi’nin ikinci ya da üçüncü bodrum katına taşındıklarını ya da taşınmakta olduklarını belirtti. Geniş bir yerleşkeye sahip olan hastane, İsrail istihbaratı tarafından uzun zamandır Hamas’ın üssü ve belki de Gazze’deki mevcut son komuta ve kontrol merkezi olarak biliniyordu. Geçtiğimiz pazar günü yazdığım üzere, İsrail Savunma Kuvvetleri ile herhangi bir bağı olmayan bazı rehinelerin son anda serbest bırakılması ve Hamas’ın serbest bırakılması karşılığında takas edilmesi umutları söz konusuydu. Ancak henüz bir gelişme yok. Yetkili, bana “İsrail hala rehineler için bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor ama önce Hamas teslim olmalı ve rehineleri serbest bırakmalı,” dedi.

İsrail istihbarat camiası, sinyal istihbaratındaki üstün becerisiyle daha önce hayatta kalan rehinelerin tünellerden El Şifa’nın bodrumuna nakledilmiş olabileceğini değerlendirmişti. Hamas’ın son zamanlarda tıbbi bakım ve ilaç taleplerine ilişkin dinleme kayıtları, çoğu yetmiş yaş ve üzeri olan rehinelerden bazılarının esaret altında öldüğünü gösteriyor. Hastaneye komşu olan 35 ila 45 blokluk mahalle ağır bombardıman altında ve El Şifa, yetkilinin ifadesiyle “son direniş” (Alamo) olarak görülüyor. Yetkili, “Ateş ederek gelmeyi planlıyorlar,” diyerek İsrail Hava Kuvvetlerinin görevinin hastaneyi pek çok kanadıyla birlikte yok etmek ve devamında piyade kuvvetleri için tünel açıklıklarını ortaya çıkarmak olduğunu dile getirdi.

Devam eden bombardıman, Gazze kentinde Hamas’ın tünel kompleksinin son yeraltı bağlantılarını gizlediğine inanılan son tahliye edilmiş apartman ve ofis binalarını yok etmeyi amaçlıyor. Bu binalar, Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği ve aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların da bulunduğu 1200 İsraillinin hayatını kaybettiği sürpriz sınır ötesi terör saldırısının ardından savaşın başlamasından bu yana İsrail Hava Kuvvetlerinin öncelikli hedefleri oldu.

İsrail’in, Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre bugüne dek çoğu çocuk olmak üzere 11 binden fazla can alan bombardımanlar ve su ve yiyecek arayışındaki sayısız sivilin Gazze’nin güneyindeki aşırı kalabalık çadır kentlere zorla yerleştirilmesi şeklindeki tepkisi, dünyanın dört bir yanında düzenlenen protesto yürüyüşlerinde geniş çapta kınandı. Yürüyüşler, Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarını desteklemek için değil, uluslararası hukuku ihlal eden orantısız bir askeri müdahale olarak görülen bu duruma karşı düzenleniyor. İsrail içinde bombardımana karşı çıkanlar susturulurken, Amerika’nın dört bir yanında İsrail’in Gazze’deki bombardımanlarını protesto eden ve yürüyüşler düzenleyenler susturulmuyor.

Biden yönetimi her zamanki bocalamasını yaptı. Krizin başlarında Başkan Biden’ın meşhur “arkanızdayız” sözleriyle İsrail’in tepkisine verdiği ilk destek, İsrail bombardımanına karşı protestolar arttıkça yumuşadı. Biden, İsrail’e iki acil ziyarette bulundu ve Dışişleri Bakanı Tony Blinken, Netanyahu Gazze’de dilediğini yapmaya devam ederken sürekli bir şaşkınlık içindeydi. CIA Direktörü Bill Burns, güya rehinelerin serbest bırakılması konusunda çaba göstermek üzere birkaç günlüğüne Orta Doğu’ya geldi ve Biden birkaç gün önce Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan Sorumlu Ulusal Güvenlik Konseyi Koordinatörü Brett McGurk’ü aynı konuyu görüşmek üzere bölgeye gönderdi.

On yıllardır Orta Doğu meseleleri üzerinde çalışan konuya aşina bir yetkili, bu ziyaretlerin etkisi sorulduğunda şifreli bir yanıt verdi: “Bibi’den o üç kör fareye: ‘Hadi oradan’.” Yetkili şöyle açıkladı: “Washington’da bir güç boşluğu var. Amerika İsrail’e günde bin kadar bomba göndermeye devam ederken kimse şovu yönetmiyor. Beyaz Saray’da kaos hâkim. Aynı şeyleri tekrar tekrar söylüyorlar. Başkanın yeniden seçilmesini sağlayacaklarını düşündükleri şeyleri yapıyorlar. O bir Üçüncü George. Bu korkutucu ve utanç verici.”

Ertelenen ceza davasında suçlu bulunmaktan korkan Netanyahu’nun, Gazze’deki savaştan sorumlu generallerle birlikte İsrail’i Hamas’tan kurtarmaya ve bir dönem daha başbakanlık yapıp bir gün bile hapiste kalmamaya kararlı olduğu aşikâr.

İyi donanımlı ve iyi eğitimli bir ordu olan İsrail Savunma Kuvvetleri, şu anda 360 bini yeni aktif hale gelen yedek askerler de dahil olmak üzere 520 binden fazla askerle ilmiği sürekli sıkıyor. Yeraltında yaşayan Hamas askerleri, Gazze’den geriye kalan yerlerde giderek artan bir tehlikeyle karşı karşıya. Konuya aşina bir yetkili bana, “Tüm endişelerin aksine, sahada işler çocuk oyuncağına dönüyor,” dedi. Yetkili, “İsrail Savunma Kuvvetleri son derece kontrollü bir ateş disiplini altında hareket ediyor. Aşağıdaki tünellerin artık kullanılamaz hale gelmesini sağlamak için daha önce bombalanan yapıları yok ediyorlar ve böylece aşağıda mühürlenmiş binlerce Hamas askerinin denize, kuzeye ve güneye erişimini kesiyorlar,” diye konuştu. İsrail istihbaratı, 7 Ekim saldırısı sırasında ele geçirilen yaklaşık iki yüz Hamas askerini sorgularken Hamas’ın gücüne ilişkin tahminlerinin —yirmi bin civarında— on bin savaşçı kadar yanılmış olabileceğini öğrendi. Yetkili, “Ve şimdi Gazze kenti artık 1943’teki Hamburg’un görünümüne sahip,” diye ekledi.

Savaşçılar izole edildikten sonra İsrail’in ilk planının tünelleri CS göz yaşartıcı gaz ve patlayıcılarla doldurmak olduğu söylendi. CS, isyan kontrol kimyasalı olarak yaygın bir şekilde kullanılan göz yaşartıcı gazın geliştirilmiş bir formu. Ayrıca tünel sistemlerine saldırmaları halinde İsrail askerlerinin hayatını da kurtarabilir. Yetkili, “Bu son hamlede Hamas’ı tünellerde gaza boğarlarsa dünya çapındaki tepkiyi bekleyin. Benim açımdan gizemli olan, İsraillilere kayıp olarak ya da 7 Ekim’in dehşetini görmezden gelenlerin eleştirileri olarak neye mal olursa olsun, insanların neden bunun kalıcı olduğunu anlamadığıdır,” ifadelerini kullandı.

Bu noktada herhangi bir gazeteci görüş almak için derhal Hamas’a başvururdu ama yorum almanın bir yolunu bulamadım. Hamas, o sırada Kahire’de bulunan eski New York Times muhabiri Chris Hedges’e, Substack’teki köşesinde yazdığı üzere, askeri zaferlerinin son günlerde Gazze’de yirmi yedi tank da dahil olmak üzere 160’tan fazla İsrail araç hedefini imha ettiğini söyledi. Hamas yetkilileri, Hedges’e ayrıca İsrail kara birliklerini El Şifa Hastanesi yakınlarında pusuya düşürdüklerini de dile getirdi. Bu ifadelerin her ikisini de teyit edemedim.

Savaş gazisi olan İsrailli içeriden biri bu haberlerle alay etti ve bana saldırı başladığından beri sadece kırk bir İsrail askerinin öldürüldüğünü söyledi. Bir İsrail tankının bir Hamas askeri tarafından etkisiz hale getirildiğini kabul etti ama göğüs göğüse çarpışmaların az olduğunu belirtti: “Hamas askerlerinin bu kadar az çatışmaya girmesi İsrail’i şaşırttı.”

Medyadan anlayan İsrail Savunma Kuvvetleri, 1993’te ilan edilen ileriye dönük Oslo Anlaşmaları İsrail hükümetleri tarafından sürekli olarak baltalandıkça taraftarları artan İslami direniş örgütü Hamas’ın son çırpınışlarına tanık olmak için dünyanın dört bir yanından İsrail’e gelen televizyon ve basılı yayın muhabirlerine sürekli bilgi ve haber akışı sağlıyor.

Hamas, 7 Ekim’de Gazze kentini İsrail’in güneyindeki onlarca kibbutz ve küçük tarım köyünden ayıran duvar ve çitleri yıkarak İsrail’i şaşkına çevirmişti. Sabahın erken saatlerinde başlayan ve İsrail Savunma Kuvvetlerinin sekiz saat gibi uzun bir süre boyunca karşılık vermediği saldırılar, yüzlerce İsrailli genç kadın ve erkeğin katıldığı gece eğlencesi sona ererken gerçekleşti. Burada tecavüz ve cinayet de dahil olmak üzere Hamas vahşeti başladı ve civardaki köy ve kibbutz’larda saatlerce devam etti. Yüzlerce İsrail askeri bulundukları yerlerde öldürüldü ve diğerleri de esir alındı. Netanyahu soruşturma sözü verdi ama Tel Aviv’deki karargâhının odak noktası neyin yanlış gittiğini bulmaya dönük bir soruşturma değil, Gazze’de intikam almak oldu.

Netanyahu, savaşın sonunda Hamas’ın yok edilmesiyle birlikte, 7 Ekim Hamas saldırısıyla tetiklenen ve giderek artan yerleşimci şiddetine sahne olan Gazze ve Batı Şeria’daki yönetim yapısının yeniden oluşturulmasını planlıyor. Tüneller olmaksızın yeniden inşa edilecek olan Gazze kenti, İsrail polisi ya da askeri gücü tarafından korunacak ve İsrail tarafından onaylanan yeni bir liderlik altında yeniden canlandırılan Filistin Yönetimi, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da yönetimden sorumlu olacak. Sıkılaştırılmış kontrol, İsrail’in gelecekte buradaki yerleşim faaliyetlerini genişletmesi için elzem olacaktır. İsrail’in hakimiyetindeki yeni Filistin Yönetimi bürolarını yönetmesi konusunda adı geçenlerden birinin Gazze’deki El Fetih gençlik hareketinin eski lideri Muhammed Dahlan olduğunu öğrendim. Oslo Anlaşmalarına verdiği destekle ve Gazze’deki güvenlik güçlerinin başına getirildikten sonra Amerikan istihbaratına yakınlığıyla biliniyordu. Daha radikal olan Hamas’a olan nefreti, görevde olduğu yıllarda Hamas şüphelilerine işkence yaptığı iddialarına yol açtı ve sınır geçiş ücretlerinden milyonlarca doları zimmetine geçirdiğinin ortaya çıkmasıyla sona erdi. Şu anda multimilyoner olarak Birleşik Arap Emirlikleri’nde yaşıyor.

Netanyahu’nun savaş sonrası planları hakkında güncel bilgilere sahip olan İsrailli içeriden biri, Netanyahu’nun Hamas olmadan yeniden inşa edilen Gazze Şeridi’nde askeri ve polis kontrolünü sürdürmenin ötesinde hedefleri olduğunu bana doğruladı. Bana, “İsrail’in planı, Gazze Şeridi’ndeki mevcut savaş bittikten ve Hamas artık olmadıktan sonra Gazze’nin tamamını Oslo Anlaşmaları uyarınca şu anda İsrail güvenlik kontrolü altında olan Batı Şeria’daki bölgelerden birine dönüştürmek. Gazze’de güvenliği sağlayacak olanlar bizim halkımız olacak ve halkımız Gazze’ye girip çıkabilecek. Mısır ile olan sınırlar geçmişte olduğu gibi Mısır tarafından değil İsrail tarafından korunacak. Amaç Gazze’ye kaçakçılığı kontrol etmek ama bunu Gazzeliler yapmayacak,” dedi.

Kaynak, Tel Aviv’de geriye kalan en önemli sorunun “yeniden inşa edilen Gazze’de sivil kontrolden kimin sorumlu olacağı” olduğunu ve şu anda seksen sekiz yaşında olan etkisiz Mahmud Abbas’ın yerine Filistin Yönetimi’nin başına kimin geçeceği dile getirdi. Filistin Yönetimi, diğer konuların yanı sıra Batı Şeria’da güvenliği sağlamakla da görevli ancak İsrailli yerleşimciler yerleşim yerlerini genişletirken ve bunu yaparken Araplara ait topraklara el koyarken buradaki Filistinli nüfusun güvenliğini sağlamakta başarısız oldu. İsrail ayrıca her iki bölgede de Filistin Yönetimi’nin gelecekteki potansiyel lideri olarak Muhammed Dahlan’ın ismini ortaya attı.

Hamas’ın gitmesiyle İsrail ve başbakanı için Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da her şey mümkün olacaktır.

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?

Yayınlanma

Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”


Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:

Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.

Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.

6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.

Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.

Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English