DÜNYA BASINI
Seymour Hersh yazdı: Hamas ile İsrail arasında mahkum takası konusunda yeni bir fırsat doğdu
Yayınlanma
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: ABD’li araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, Hamas’ın 7 Ekim’deki Aksa Tufanı saldırısında ele geçirdiği rehinelere karşılık İsrail’de tutuklu bulunan Filistinli mahkumların takas edilmesini görüşmeye başladığını iddia etti.
Hersh, Substack bülteninde yayımladığı makalede, ilk tekliften sonuç çıkmadığın, ancak İsrail tarafının görüşmeye fazlasıyla istekli olduğunu belirterek, Hamas’ın son dakika teklifinin rehinelerin çoğunun hayatta olduğunu gösterdiğini kaydetti.
Hersh, “Hamas’ın ilk teklifi başarısızlıkla sonuçlandı. Hamas, aralarında kadınlar, yaşlılar, gençler ve yabancıların da bulunduğu toplam 113 rehineyi serbest bırakmayı önerdi. Karşılığında ise hapisteki 240 Hamaslı kadın ve gencin serbest bırakılmasını istedi. Teklifin bir şartı vardı: Hamas tutukluları yabancı bir tarafın eline teslim edilmeden rehineler serbest bırakılmayacaktı. Konuyla ilgili bilgi sahibi bir İsrailli bana ‘Hamas’ın söylediği hiçbir şeye inanmadıkları için’ İsrail’in bu teklifi derhal reddettiğini söyledi. Ancak İsrail’in Hamas’la takas konusunu görüşmeye devam ettiğini de sözlerine ekledi,” dedi.
Hamas’ın Alamo’su
14 Kasım 2023
El Şifa Hastanesi’nin İsrail ordusunun hedefinde olmasıyla birlikte Hamas ve İsrail arasında rehine ve mahkûm takası konusunda yeni bir fırsat doğdu ve savaşta olası bir çözüme ulaşıldı.
Lider kadrosu firarda olan ve savaşçıları Gazze’deki hastanelerin yakınlarında keskin nişancı ateşiyle kuşatılmış ve silahsızlandırılmış olan Hamas, 7 Ekim’deki sürpriz terör saldırısında ele geçirdiği rehinelere karşılık İsrail’deki mahkumların takas edilmesini görüşmeye başladı. İlk tekliften bir sonuç çıkmasa da İsrailli yetkililer görüşmeye fazlasıyla istekliydi. Hamas’ın son dakika teklifi, rehinelerin çoğunun hala hayatta olduğunu gösteriyor.
Hamas’ın ilk teklifi başarısızlıkla sonuçlandı. Hamas aralarında kadınlar, yaşlılar, gençler ve yabancıların da bulunduğu toplam 113 rehineyi serbest bırakmayı önerdi. Karşılığında ise hapisteki 240 Hamaslı kadın ve gencin serbest bırakılmasını talep etti. Teklifin bir şartı vardı: Hamas, mahkumları yabancı bir tarafın eline teslim edilmeden rehineler serbest bırakılmayacaktı. Konuyla ilgili bilgi sahibi bir İsrailli bana, “Hamas’ın söylediği hiçbir şeye inanmadıkları için” İsrail’in bu teklifi derhal reddettiğini söyledi. Ancak İsrail’in Hamas’la takas konusunu görüşmeyi sürdürdüğünü de sözlerine ekledi.
Yaklaşım değişikliği, İsrail’in Hamas’ın iki önemli liderinin, Gazze’deki siyasi büro lideri Yahya Sinvar ve askeri lideri Muhammed Deyf’in Gazze’den güneye kaçtığını öğrendiği güne denk geldi. İçeriden bir İsrailli bana, “Ya ölürsün ya ölürsün lider kadrosu ölmeye hazır değil,” dedi. Teklif, El Şifa Hastanesi ve Gazze kentindeki diğer beş hastanenin keskin nişancı ateşine maruz kaldığı günün ardından geldi: “Artık onları bombalamaya gerek kalmadı.”
İsrail’in takas konusunda isteksiz olmasının bir başka nedeni daha vardı. İsrail’in sürekli bombardımanının bir sonucu olan Hamas tünel sisteminin çökmeye devam etmesi, İsrailli rehinelerin nerede tutulabileceğine dair ipuçları sundu. İsrail özel harekâtından, rehineleri pazarlık yapmadan kurtarabilecek Entebbe tarzı bir baskını düşünmeleri yönünde baskı vardı.
Bana Hamas’tan bir teklif daha geldiği söylendi. Hamas, 72 saatlik bir ateşkes öneriyordu ve eğer kabul edilirse, 7 Ekim saldırısında Gazze kenti sakinlerinin, sınırın aniden açılmasını fırsat bilerek soygun ve hırsızlık yapan ve belki de evlerine bir İsrailli rehineyle dönenlerin elindeki rehineleri bulup kurtarmak için zaman kazanacaktı. Hâlâ hayatta olan böyle birkaç kişiden daha fazlası olabilir. En az iki başka terör örgütü de kente girdi ve rehinelerle geri döndü. İçeriden bir yetkili, bu olasılıkla ilgili görüşmelerin de devam ettiğini dile getirdi.
Bana söylenene göre bu ton değişikliği savaşın hızla çözüme doğru ilerlediğinin bir işaretiydi. Konuyla ilgili bilgi sahibi bir Amerikalı yetkili, bana mahkûm takası görüşmelerinin Amerikan istihbarat camiasında umut yarattığını, zira “ya teslim olacak ya da ölecek olan Hamas’ın rehinelerden herhangi bir fayda elde etmek için son şansı olduğunu” söyledi: “Hamas, Allah adına ölmek istemeyen herkesi korkak olarak görüyordu. Göreceğiz.”
Bu ani gelişme, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun rehinelerin serbest bırakılmasıyla ilgili son dakika görüşmeleri ihtimalini ortadan kaldırdığı ve İsrail Kara Kuvvetleri tarafından sistematik olarak kapatılan labirent tünellerde, Yahudi devleti açısından korkunç bir mazisi olan isyan kontrol kimyasalının kullanılması anlamına gelse bile Hamas’ın yok edilmesine kararlı olduğu yönündeki haberlerin ardından geldi.
Bu haberi yayımlamayı geciktirdim, zira Amerikalı yetkili bana hayatta kalan rehinelerin —çoğunluğu İsrailli olmakla birlikte aralarında Amerikan, Rus ve Tayland vatandaşları da var— yeraltındaki esaretlerinin altıncı haftasında tünel sisteminden El Şifa Hastanesi’nin ikinci ya da üçüncü bodrum katına taşındıklarını ya da taşınmakta olduklarını belirtti. Geniş bir yerleşkeye sahip olan hastane, İsrail istihbaratı tarafından uzun zamandır Hamas’ın üssü ve belki de Gazze’deki mevcut son komuta ve kontrol merkezi olarak biliniyordu. Geçtiğimiz pazar günü yazdığım üzere, İsrail Savunma Kuvvetleri ile herhangi bir bağı olmayan bazı rehinelerin son anda serbest bırakılması ve Hamas’ın serbest bırakılması karşılığında takas edilmesi umutları söz konusuydu. Ancak henüz bir gelişme yok. Yetkili, bana “İsrail hala rehineler için bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor ama önce Hamas teslim olmalı ve rehineleri serbest bırakmalı,” dedi.
İsrail istihbarat camiası, sinyal istihbaratındaki üstün becerisiyle daha önce hayatta kalan rehinelerin tünellerden El Şifa’nın bodrumuna nakledilmiş olabileceğini değerlendirmişti. Hamas’ın son zamanlarda tıbbi bakım ve ilaç taleplerine ilişkin dinleme kayıtları, çoğu yetmiş yaş ve üzeri olan rehinelerden bazılarının esaret altında öldüğünü gösteriyor. Hastaneye komşu olan 35 ila 45 blokluk mahalle ağır bombardıman altında ve El Şifa, yetkilinin ifadesiyle “son direniş” (Alamo) olarak görülüyor. Yetkili, “Ateş ederek gelmeyi planlıyorlar,” diyerek İsrail Hava Kuvvetlerinin görevinin hastaneyi pek çok kanadıyla birlikte yok etmek ve devamında piyade kuvvetleri için tünel açıklıklarını ortaya çıkarmak olduğunu dile getirdi.
Devam eden bombardıman, Gazze kentinde Hamas’ın tünel kompleksinin son yeraltı bağlantılarını gizlediğine inanılan son tahliye edilmiş apartman ve ofis binalarını yok etmeyi amaçlıyor. Bu binalar, Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği ve aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların da bulunduğu 1200 İsraillinin hayatını kaybettiği sürpriz sınır ötesi terör saldırısının ardından savaşın başlamasından bu yana İsrail Hava Kuvvetlerinin öncelikli hedefleri oldu.
İsrail’in, Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre bugüne dek çoğu çocuk olmak üzere 11 binden fazla can alan bombardımanlar ve su ve yiyecek arayışındaki sayısız sivilin Gazze’nin güneyindeki aşırı kalabalık çadır kentlere zorla yerleştirilmesi şeklindeki tepkisi, dünyanın dört bir yanında düzenlenen protesto yürüyüşlerinde geniş çapta kınandı. Yürüyüşler, Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarını desteklemek için değil, uluslararası hukuku ihlal eden orantısız bir askeri müdahale olarak görülen bu duruma karşı düzenleniyor. İsrail içinde bombardımana karşı çıkanlar susturulurken, Amerika’nın dört bir yanında İsrail’in Gazze’deki bombardımanlarını protesto eden ve yürüyüşler düzenleyenler susturulmuyor.
Biden yönetimi her zamanki bocalamasını yaptı. Krizin başlarında Başkan Biden’ın meşhur “arkanızdayız” sözleriyle İsrail’in tepkisine verdiği ilk destek, İsrail bombardımanına karşı protestolar arttıkça yumuşadı. Biden, İsrail’e iki acil ziyarette bulundu ve Dışişleri Bakanı Tony Blinken, Netanyahu Gazze’de dilediğini yapmaya devam ederken sürekli bir şaşkınlık içindeydi. CIA Direktörü Bill Burns, güya rehinelerin serbest bırakılması konusunda çaba göstermek üzere birkaç günlüğüne Orta Doğu’ya geldi ve Biden birkaç gün önce Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan Sorumlu Ulusal Güvenlik Konseyi Koordinatörü Brett McGurk’ü aynı konuyu görüşmek üzere bölgeye gönderdi.
On yıllardır Orta Doğu meseleleri üzerinde çalışan konuya aşina bir yetkili, bu ziyaretlerin etkisi sorulduğunda şifreli bir yanıt verdi: “Bibi’den o üç kör fareye: ‘Hadi oradan’.” Yetkili şöyle açıkladı: “Washington’da bir güç boşluğu var. Amerika İsrail’e günde bin kadar bomba göndermeye devam ederken kimse şovu yönetmiyor. Beyaz Saray’da kaos hâkim. Aynı şeyleri tekrar tekrar söylüyorlar. Başkanın yeniden seçilmesini sağlayacaklarını düşündükleri şeyleri yapıyorlar. O bir Üçüncü George. Bu korkutucu ve utanç verici.”
Ertelenen ceza davasında suçlu bulunmaktan korkan Netanyahu’nun, Gazze’deki savaştan sorumlu generallerle birlikte İsrail’i Hamas’tan kurtarmaya ve bir dönem daha başbakanlık yapıp bir gün bile hapiste kalmamaya kararlı olduğu aşikâr.
İyi donanımlı ve iyi eğitimli bir ordu olan İsrail Savunma Kuvvetleri, şu anda 360 bini yeni aktif hale gelen yedek askerler de dahil olmak üzere 520 binden fazla askerle ilmiği sürekli sıkıyor. Yeraltında yaşayan Hamas askerleri, Gazze’den geriye kalan yerlerde giderek artan bir tehlikeyle karşı karşıya. Konuya aşina bir yetkili bana, “Tüm endişelerin aksine, sahada işler çocuk oyuncağına dönüyor,” dedi. Yetkili, “İsrail Savunma Kuvvetleri son derece kontrollü bir ateş disiplini altında hareket ediyor. Aşağıdaki tünellerin artık kullanılamaz hale gelmesini sağlamak için daha önce bombalanan yapıları yok ediyorlar ve böylece aşağıda mühürlenmiş binlerce Hamas askerinin denize, kuzeye ve güneye erişimini kesiyorlar,” diye konuştu. İsrail istihbaratı, 7 Ekim saldırısı sırasında ele geçirilen yaklaşık iki yüz Hamas askerini sorgularken Hamas’ın gücüne ilişkin tahminlerinin —yirmi bin civarında— on bin savaşçı kadar yanılmış olabileceğini öğrendi. Yetkili, “Ve şimdi Gazze kenti artık 1943’teki Hamburg’un görünümüne sahip,” diye ekledi.
Savaşçılar izole edildikten sonra İsrail’in ilk planının tünelleri CS göz yaşartıcı gaz ve patlayıcılarla doldurmak olduğu söylendi. CS, isyan kontrol kimyasalı olarak yaygın bir şekilde kullanılan göz yaşartıcı gazın geliştirilmiş bir formu. Ayrıca tünel sistemlerine saldırmaları halinde İsrail askerlerinin hayatını da kurtarabilir. Yetkili, “Bu son hamlede Hamas’ı tünellerde gaza boğarlarsa dünya çapındaki tepkiyi bekleyin. Benim açımdan gizemli olan, İsraillilere kayıp olarak ya da 7 Ekim’in dehşetini görmezden gelenlerin eleştirileri olarak neye mal olursa olsun, insanların neden bunun kalıcı olduğunu anlamadığıdır,” ifadelerini kullandı.
Bu noktada herhangi bir gazeteci görüş almak için derhal Hamas’a başvururdu ama yorum almanın bir yolunu bulamadım. Hamas, o sırada Kahire’de bulunan eski New York Times muhabiri Chris Hedges’e, Substack’teki köşesinde yazdığı üzere, askeri zaferlerinin son günlerde Gazze’de yirmi yedi tank da dahil olmak üzere 160’tan fazla İsrail araç hedefini imha ettiğini söyledi. Hamas yetkilileri, Hedges’e ayrıca İsrail kara birliklerini El Şifa Hastanesi yakınlarında pusuya düşürdüklerini de dile getirdi. Bu ifadelerin her ikisini de teyit edemedim.
Savaş gazisi olan İsrailli içeriden biri bu haberlerle alay etti ve bana saldırı başladığından beri sadece kırk bir İsrail askerinin öldürüldüğünü söyledi. Bir İsrail tankının bir Hamas askeri tarafından etkisiz hale getirildiğini kabul etti ama göğüs göğüse çarpışmaların az olduğunu belirtti: “Hamas askerlerinin bu kadar az çatışmaya girmesi İsrail’i şaşırttı.”
Medyadan anlayan İsrail Savunma Kuvvetleri, 1993’te ilan edilen ileriye dönük Oslo Anlaşmaları İsrail hükümetleri tarafından sürekli olarak baltalandıkça taraftarları artan İslami direniş örgütü Hamas’ın son çırpınışlarına tanık olmak için dünyanın dört bir yanından İsrail’e gelen televizyon ve basılı yayın muhabirlerine sürekli bilgi ve haber akışı sağlıyor.
Hamas, 7 Ekim’de Gazze kentini İsrail’in güneyindeki onlarca kibbutz ve küçük tarım köyünden ayıran duvar ve çitleri yıkarak İsrail’i şaşkına çevirmişti. Sabahın erken saatlerinde başlayan ve İsrail Savunma Kuvvetlerinin sekiz saat gibi uzun bir süre boyunca karşılık vermediği saldırılar, yüzlerce İsrailli genç kadın ve erkeğin katıldığı gece eğlencesi sona ererken gerçekleşti. Burada tecavüz ve cinayet de dahil olmak üzere Hamas vahşeti başladı ve civardaki köy ve kibbutz’larda saatlerce devam etti. Yüzlerce İsrail askeri bulundukları yerlerde öldürüldü ve diğerleri de esir alındı. Netanyahu soruşturma sözü verdi ama Tel Aviv’deki karargâhının odak noktası neyin yanlış gittiğini bulmaya dönük bir soruşturma değil, Gazze’de intikam almak oldu.
Netanyahu, savaşın sonunda Hamas’ın yok edilmesiyle birlikte, 7 Ekim Hamas saldırısıyla tetiklenen ve giderek artan yerleşimci şiddetine sahne olan Gazze ve Batı Şeria’daki yönetim yapısının yeniden oluşturulmasını planlıyor. Tüneller olmaksızın yeniden inşa edilecek olan Gazze kenti, İsrail polisi ya da askeri gücü tarafından korunacak ve İsrail tarafından onaylanan yeni bir liderlik altında yeniden canlandırılan Filistin Yönetimi, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da yönetimden sorumlu olacak. Sıkılaştırılmış kontrol, İsrail’in gelecekte buradaki yerleşim faaliyetlerini genişletmesi için elzem olacaktır. İsrail’in hakimiyetindeki yeni Filistin Yönetimi bürolarını yönetmesi konusunda adı geçenlerden birinin Gazze’deki El Fetih gençlik hareketinin eski lideri Muhammed Dahlan olduğunu öğrendim. Oslo Anlaşmalarına verdiği destekle ve Gazze’deki güvenlik güçlerinin başına getirildikten sonra Amerikan istihbaratına yakınlığıyla biliniyordu. Daha radikal olan Hamas’a olan nefreti, görevde olduğu yıllarda Hamas şüphelilerine işkence yaptığı iddialarına yol açtı ve sınır geçiş ücretlerinden milyonlarca doları zimmetine geçirdiğinin ortaya çıkmasıyla sona erdi. Şu anda multimilyoner olarak Birleşik Arap Emirlikleri’nde yaşıyor.
Netanyahu’nun savaş sonrası planları hakkında güncel bilgilere sahip olan İsrailli içeriden biri, Netanyahu’nun Hamas olmadan yeniden inşa edilen Gazze Şeridi’nde askeri ve polis kontrolünü sürdürmenin ötesinde hedefleri olduğunu bana doğruladı. Bana, “İsrail’in planı, Gazze Şeridi’ndeki mevcut savaş bittikten ve Hamas artık olmadıktan sonra Gazze’nin tamamını Oslo Anlaşmaları uyarınca şu anda İsrail güvenlik kontrolü altında olan Batı Şeria’daki bölgelerden birine dönüştürmek. Gazze’de güvenliği sağlayacak olanlar bizim halkımız olacak ve halkımız Gazze’ye girip çıkabilecek. Mısır ile olan sınırlar geçmişte olduğu gibi Mısır tarafından değil İsrail tarafından korunacak. Amaç Gazze’ye kaçakçılığı kontrol etmek ama bunu Gazzeliler yapmayacak,” dedi.
Kaynak, Tel Aviv’de geriye kalan en önemli sorunun “yeniden inşa edilen Gazze’de sivil kontrolden kimin sorumlu olacağı” olduğunu ve şu anda seksen sekiz yaşında olan etkisiz Mahmud Abbas’ın yerine Filistin Yönetimi’nin başına kimin geçeceği dile getirdi. Filistin Yönetimi, diğer konuların yanı sıra Batı Şeria’da güvenliği sağlamakla da görevli ancak İsrailli yerleşimciler yerleşim yerlerini genişletirken ve bunu yaparken Araplara ait topraklara el koyarken buradaki Filistinli nüfusun güvenliğini sağlamakta başarısız oldu. İsrail ayrıca her iki bölgede de Filistin Yönetimi’nin gelecekteki potansiyel lideri olarak Muhammed Dahlan’ın ismini ortaya attı.
Hamas’ın gitmesiyle İsrail ve başbakanı için Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da her şey mümkün olacaktır.
İlginizi Çekebilir
-
ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’
-
ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor
-
UCM’den Netanyahu’ya tutuklama emri
-
ABD’nin nükleer modernizasyon planı: Pentagon’dan kritik açıklama
-
FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir
-
ABD savaştan bu yana en büyük silah anlaşmasıyla Vietnam’a eğitim uçağı gönderiyor
DÜNYA BASINI
FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir
Yayınlanma
9 saat önce21/11/2024
Yazar
Harici.com.trFinancial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…
***
Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor
Andrew England
Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.
Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.
Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.
Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.
Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.
Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.
Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.
Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.
Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.
“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.
ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.
PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.
Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.
Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.
Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.
Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.
Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.
Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.
Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.
Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.
İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.
Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.
Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.
İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”
DÜNYA BASINI
İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?
Yayınlanma
1 gün önce20/11/2024
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.
Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat
Éva Péli, NachDenkSeiten
Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.
Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?
Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.
Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.
Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.
Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.
Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.
Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.
İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.
Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.
Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?
Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.
Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”
NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.
Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.
Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.
ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?
Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.
Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.
Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.
Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.
Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?
Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.
Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.
Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.
Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.
Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.
Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.
Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.
Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?
Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.
Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.
Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.
DÜNYA BASINI
Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı
Yayınlanma
4 gün önce18/11/2024
Yazar
Harici.com.trAşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:
***
Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil
Gideon Levy
“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.
“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.
Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”
Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.
İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.
Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.
Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.
Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.
Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…
Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.
Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’
ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor
Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması
Çin bankalarının Rusya’ya yönelik ödeme kontrolleri sertleşiyor
Çok Okunanlar
-
RUSYA1 saat önce
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
-
RUSYA1 hafta önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA2 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA2 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Belarus Halk Meclisi: siyasi sistemin güçlendirilmesi ve demokrasinin geliştirilmesi
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Trump’ın zaferine dünyadan karmaşık tepkiler