DÜNYA BASINI
Seymour Hersh yazdı: Hamas ile İsrail arasında mahkum takası konusunda yeni bir fırsat doğdu
Yayınlanma
Yazar
Emre Köse
Çevirmenin notu: ABD’li araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, Hamas’ın 7 Ekim’deki Aksa Tufanı saldırısında ele geçirdiği rehinelere karşılık İsrail’de tutuklu bulunan Filistinli mahkumların takas edilmesini görüşmeye başladığını iddia etti.
Hersh, Substack bülteninde yayımladığı makalede, ilk tekliften sonuç çıkmadığın, ancak İsrail tarafının görüşmeye fazlasıyla istekli olduğunu belirterek, Hamas’ın son dakika teklifinin rehinelerin çoğunun hayatta olduğunu gösterdiğini kaydetti.
Hersh, “Hamas’ın ilk teklifi başarısızlıkla sonuçlandı. Hamas, aralarında kadınlar, yaşlılar, gençler ve yabancıların da bulunduğu toplam 113 rehineyi serbest bırakmayı önerdi. Karşılığında ise hapisteki 240 Hamaslı kadın ve gencin serbest bırakılmasını istedi. Teklifin bir şartı vardı: Hamas tutukluları yabancı bir tarafın eline teslim edilmeden rehineler serbest bırakılmayacaktı. Konuyla ilgili bilgi sahibi bir İsrailli bana ‘Hamas’ın söylediği hiçbir şeye inanmadıkları için’ İsrail’in bu teklifi derhal reddettiğini söyledi. Ancak İsrail’in Hamas’la takas konusunu görüşmeye devam ettiğini de sözlerine ekledi,” dedi.
Hamas’ın Alamo’su
14 Kasım 2023
El Şifa Hastanesi’nin İsrail ordusunun hedefinde olmasıyla birlikte Hamas ve İsrail arasında rehine ve mahkûm takası konusunda yeni bir fırsat doğdu ve savaşta olası bir çözüme ulaşıldı.
Lider kadrosu firarda olan ve savaşçıları Gazze’deki hastanelerin yakınlarında keskin nişancı ateşiyle kuşatılmış ve silahsızlandırılmış olan Hamas, 7 Ekim’deki sürpriz terör saldırısında ele geçirdiği rehinelere karşılık İsrail’deki mahkumların takas edilmesini görüşmeye başladı. İlk tekliften bir sonuç çıkmasa da İsrailli yetkililer görüşmeye fazlasıyla istekliydi. Hamas’ın son dakika teklifi, rehinelerin çoğunun hala hayatta olduğunu gösteriyor.
Hamas’ın ilk teklifi başarısızlıkla sonuçlandı. Hamas aralarında kadınlar, yaşlılar, gençler ve yabancıların da bulunduğu toplam 113 rehineyi serbest bırakmayı önerdi. Karşılığında ise hapisteki 240 Hamaslı kadın ve gencin serbest bırakılmasını talep etti. Teklifin bir şartı vardı: Hamas, mahkumları yabancı bir tarafın eline teslim edilmeden rehineler serbest bırakılmayacaktı. Konuyla ilgili bilgi sahibi bir İsrailli bana, “Hamas’ın söylediği hiçbir şeye inanmadıkları için” İsrail’in bu teklifi derhal reddettiğini söyledi. Ancak İsrail’in Hamas’la takas konusunu görüşmeyi sürdürdüğünü de sözlerine ekledi.
Yaklaşım değişikliği, İsrail’in Hamas’ın iki önemli liderinin, Gazze’deki siyasi büro lideri Yahya Sinvar ve askeri lideri Muhammed Deyf’in Gazze’den güneye kaçtığını öğrendiği güne denk geldi. İçeriden bir İsrailli bana, “Ya ölürsün ya ölürsün lider kadrosu ölmeye hazır değil,” dedi. Teklif, El Şifa Hastanesi ve Gazze kentindeki diğer beş hastanenin keskin nişancı ateşine maruz kaldığı günün ardından geldi: “Artık onları bombalamaya gerek kalmadı.”
İsrail’in takas konusunda isteksiz olmasının bir başka nedeni daha vardı. İsrail’in sürekli bombardımanının bir sonucu olan Hamas tünel sisteminin çökmeye devam etmesi, İsrailli rehinelerin nerede tutulabileceğine dair ipuçları sundu. İsrail özel harekâtından, rehineleri pazarlık yapmadan kurtarabilecek Entebbe tarzı bir baskını düşünmeleri yönünde baskı vardı.
Bana Hamas’tan bir teklif daha geldiği söylendi. Hamas, 72 saatlik bir ateşkes öneriyordu ve eğer kabul edilirse, 7 Ekim saldırısında Gazze kenti sakinlerinin, sınırın aniden açılmasını fırsat bilerek soygun ve hırsızlık yapan ve belki de evlerine bir İsrailli rehineyle dönenlerin elindeki rehineleri bulup kurtarmak için zaman kazanacaktı. Hâlâ hayatta olan böyle birkaç kişiden daha fazlası olabilir. En az iki başka terör örgütü de kente girdi ve rehinelerle geri döndü. İçeriden bir yetkili, bu olasılıkla ilgili görüşmelerin de devam ettiğini dile getirdi.
Bana söylenene göre bu ton değişikliği savaşın hızla çözüme doğru ilerlediğinin bir işaretiydi. Konuyla ilgili bilgi sahibi bir Amerikalı yetkili, bana mahkûm takası görüşmelerinin Amerikan istihbarat camiasında umut yarattığını, zira “ya teslim olacak ya da ölecek olan Hamas’ın rehinelerden herhangi bir fayda elde etmek için son şansı olduğunu” söyledi: “Hamas, Allah adına ölmek istemeyen herkesi korkak olarak görüyordu. Göreceğiz.”
Bu ani gelişme, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun rehinelerin serbest bırakılmasıyla ilgili son dakika görüşmeleri ihtimalini ortadan kaldırdığı ve İsrail Kara Kuvvetleri tarafından sistematik olarak kapatılan labirent tünellerde, Yahudi devleti açısından korkunç bir mazisi olan isyan kontrol kimyasalının kullanılması anlamına gelse bile Hamas’ın yok edilmesine kararlı olduğu yönündeki haberlerin ardından geldi.
Bu haberi yayımlamayı geciktirdim, zira Amerikalı yetkili bana hayatta kalan rehinelerin —çoğunluğu İsrailli olmakla birlikte aralarında Amerikan, Rus ve Tayland vatandaşları da var— yeraltındaki esaretlerinin altıncı haftasında tünel sisteminden El Şifa Hastanesi’nin ikinci ya da üçüncü bodrum katına taşındıklarını ya da taşınmakta olduklarını belirtti. Geniş bir yerleşkeye sahip olan hastane, İsrail istihbaratı tarafından uzun zamandır Hamas’ın üssü ve belki de Gazze’deki mevcut son komuta ve kontrol merkezi olarak biliniyordu. Geçtiğimiz pazar günü yazdığım üzere, İsrail Savunma Kuvvetleri ile herhangi bir bağı olmayan bazı rehinelerin son anda serbest bırakılması ve Hamas’ın serbest bırakılması karşılığında takas edilmesi umutları söz konusuydu. Ancak henüz bir gelişme yok. Yetkili, bana “İsrail hala rehineler için bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor ama önce Hamas teslim olmalı ve rehineleri serbest bırakmalı,” dedi.
İsrail istihbarat camiası, sinyal istihbaratındaki üstün becerisiyle daha önce hayatta kalan rehinelerin tünellerden El Şifa’nın bodrumuna nakledilmiş olabileceğini değerlendirmişti. Hamas’ın son zamanlarda tıbbi bakım ve ilaç taleplerine ilişkin dinleme kayıtları, çoğu yetmiş yaş ve üzeri olan rehinelerden bazılarının esaret altında öldüğünü gösteriyor. Hastaneye komşu olan 35 ila 45 blokluk mahalle ağır bombardıman altında ve El Şifa, yetkilinin ifadesiyle “son direniş” (Alamo) olarak görülüyor. Yetkili, “Ateş ederek gelmeyi planlıyorlar,” diyerek İsrail Hava Kuvvetlerinin görevinin hastaneyi pek çok kanadıyla birlikte yok etmek ve devamında piyade kuvvetleri için tünel açıklıklarını ortaya çıkarmak olduğunu dile getirdi.
Devam eden bombardıman, Gazze kentinde Hamas’ın tünel kompleksinin son yeraltı bağlantılarını gizlediğine inanılan son tahliye edilmiş apartman ve ofis binalarını yok etmeyi amaçlıyor. Bu binalar, Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği ve aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların da bulunduğu 1200 İsraillinin hayatını kaybettiği sürpriz sınır ötesi terör saldırısının ardından savaşın başlamasından bu yana İsrail Hava Kuvvetlerinin öncelikli hedefleri oldu.
İsrail’in, Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre bugüne dek çoğu çocuk olmak üzere 11 binden fazla can alan bombardımanlar ve su ve yiyecek arayışındaki sayısız sivilin Gazze’nin güneyindeki aşırı kalabalık çadır kentlere zorla yerleştirilmesi şeklindeki tepkisi, dünyanın dört bir yanında düzenlenen protesto yürüyüşlerinde geniş çapta kınandı. Yürüyüşler, Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarını desteklemek için değil, uluslararası hukuku ihlal eden orantısız bir askeri müdahale olarak görülen bu duruma karşı düzenleniyor. İsrail içinde bombardımana karşı çıkanlar susturulurken, Amerika’nın dört bir yanında İsrail’in Gazze’deki bombardımanlarını protesto eden ve yürüyüşler düzenleyenler susturulmuyor.
Biden yönetimi her zamanki bocalamasını yaptı. Krizin başlarında Başkan Biden’ın meşhur “arkanızdayız” sözleriyle İsrail’in tepkisine verdiği ilk destek, İsrail bombardımanına karşı protestolar arttıkça yumuşadı. Biden, İsrail’e iki acil ziyarette bulundu ve Dışişleri Bakanı Tony Blinken, Netanyahu Gazze’de dilediğini yapmaya devam ederken sürekli bir şaşkınlık içindeydi. CIA Direktörü Bill Burns, güya rehinelerin serbest bırakılması konusunda çaba göstermek üzere birkaç günlüğüne Orta Doğu’ya geldi ve Biden birkaç gün önce Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan Sorumlu Ulusal Güvenlik Konseyi Koordinatörü Brett McGurk’ü aynı konuyu görüşmek üzere bölgeye gönderdi.
On yıllardır Orta Doğu meseleleri üzerinde çalışan konuya aşina bir yetkili, bu ziyaretlerin etkisi sorulduğunda şifreli bir yanıt verdi: “Bibi’den o üç kör fareye: ‘Hadi oradan’.” Yetkili şöyle açıkladı: “Washington’da bir güç boşluğu var. Amerika İsrail’e günde bin kadar bomba göndermeye devam ederken kimse şovu yönetmiyor. Beyaz Saray’da kaos hâkim. Aynı şeyleri tekrar tekrar söylüyorlar. Başkanın yeniden seçilmesini sağlayacaklarını düşündükleri şeyleri yapıyorlar. O bir Üçüncü George. Bu korkutucu ve utanç verici.”
Ertelenen ceza davasında suçlu bulunmaktan korkan Netanyahu’nun, Gazze’deki savaştan sorumlu generallerle birlikte İsrail’i Hamas’tan kurtarmaya ve bir dönem daha başbakanlık yapıp bir gün bile hapiste kalmamaya kararlı olduğu aşikâr.
İyi donanımlı ve iyi eğitimli bir ordu olan İsrail Savunma Kuvvetleri, şu anda 360 bini yeni aktif hale gelen yedek askerler de dahil olmak üzere 520 binden fazla askerle ilmiği sürekli sıkıyor. Yeraltında yaşayan Hamas askerleri, Gazze’den geriye kalan yerlerde giderek artan bir tehlikeyle karşı karşıya. Konuya aşina bir yetkili bana, “Tüm endişelerin aksine, sahada işler çocuk oyuncağına dönüyor,” dedi. Yetkili, “İsrail Savunma Kuvvetleri son derece kontrollü bir ateş disiplini altında hareket ediyor. Aşağıdaki tünellerin artık kullanılamaz hale gelmesini sağlamak için daha önce bombalanan yapıları yok ediyorlar ve böylece aşağıda mühürlenmiş binlerce Hamas askerinin denize, kuzeye ve güneye erişimini kesiyorlar,” diye konuştu. İsrail istihbaratı, 7 Ekim saldırısı sırasında ele geçirilen yaklaşık iki yüz Hamas askerini sorgularken Hamas’ın gücüne ilişkin tahminlerinin —yirmi bin civarında— on bin savaşçı kadar yanılmış olabileceğini öğrendi. Yetkili, “Ve şimdi Gazze kenti artık 1943’teki Hamburg’un görünümüne sahip,” diye ekledi.
Savaşçılar izole edildikten sonra İsrail’in ilk planının tünelleri CS göz yaşartıcı gaz ve patlayıcılarla doldurmak olduğu söylendi. CS, isyan kontrol kimyasalı olarak yaygın bir şekilde kullanılan göz yaşartıcı gazın geliştirilmiş bir formu. Ayrıca tünel sistemlerine saldırmaları halinde İsrail askerlerinin hayatını da kurtarabilir. Yetkili, “Bu son hamlede Hamas’ı tünellerde gaza boğarlarsa dünya çapındaki tepkiyi bekleyin. Benim açımdan gizemli olan, İsraillilere kayıp olarak ya da 7 Ekim’in dehşetini görmezden gelenlerin eleştirileri olarak neye mal olursa olsun, insanların neden bunun kalıcı olduğunu anlamadığıdır,” ifadelerini kullandı.
Bu noktada herhangi bir gazeteci görüş almak için derhal Hamas’a başvururdu ama yorum almanın bir yolunu bulamadım. Hamas, o sırada Kahire’de bulunan eski New York Times muhabiri Chris Hedges’e, Substack’teki köşesinde yazdığı üzere, askeri zaferlerinin son günlerde Gazze’de yirmi yedi tank da dahil olmak üzere 160’tan fazla İsrail araç hedefini imha ettiğini söyledi. Hamas yetkilileri, Hedges’e ayrıca İsrail kara birliklerini El Şifa Hastanesi yakınlarında pusuya düşürdüklerini de dile getirdi. Bu ifadelerin her ikisini de teyit edemedim.
Savaş gazisi olan İsrailli içeriden biri bu haberlerle alay etti ve bana saldırı başladığından beri sadece kırk bir İsrail askerinin öldürüldüğünü söyledi. Bir İsrail tankının bir Hamas askeri tarafından etkisiz hale getirildiğini kabul etti ama göğüs göğüse çarpışmaların az olduğunu belirtti: “Hamas askerlerinin bu kadar az çatışmaya girmesi İsrail’i şaşırttı.”
Medyadan anlayan İsrail Savunma Kuvvetleri, 1993’te ilan edilen ileriye dönük Oslo Anlaşmaları İsrail hükümetleri tarafından sürekli olarak baltalandıkça taraftarları artan İslami direniş örgütü Hamas’ın son çırpınışlarına tanık olmak için dünyanın dört bir yanından İsrail’e gelen televizyon ve basılı yayın muhabirlerine sürekli bilgi ve haber akışı sağlıyor.
Hamas, 7 Ekim’de Gazze kentini İsrail’in güneyindeki onlarca kibbutz ve küçük tarım köyünden ayıran duvar ve çitleri yıkarak İsrail’i şaşkına çevirmişti. Sabahın erken saatlerinde başlayan ve İsrail Savunma Kuvvetlerinin sekiz saat gibi uzun bir süre boyunca karşılık vermediği saldırılar, yüzlerce İsrailli genç kadın ve erkeğin katıldığı gece eğlencesi sona ererken gerçekleşti. Burada tecavüz ve cinayet de dahil olmak üzere Hamas vahşeti başladı ve civardaki köy ve kibbutz’larda saatlerce devam etti. Yüzlerce İsrail askeri bulundukları yerlerde öldürüldü ve diğerleri de esir alındı. Netanyahu soruşturma sözü verdi ama Tel Aviv’deki karargâhının odak noktası neyin yanlış gittiğini bulmaya dönük bir soruşturma değil, Gazze’de intikam almak oldu.
Netanyahu, savaşın sonunda Hamas’ın yok edilmesiyle birlikte, 7 Ekim Hamas saldırısıyla tetiklenen ve giderek artan yerleşimci şiddetine sahne olan Gazze ve Batı Şeria’daki yönetim yapısının yeniden oluşturulmasını planlıyor. Tüneller olmaksızın yeniden inşa edilecek olan Gazze kenti, İsrail polisi ya da askeri gücü tarafından korunacak ve İsrail tarafından onaylanan yeni bir liderlik altında yeniden canlandırılan Filistin Yönetimi, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da yönetimden sorumlu olacak. Sıkılaştırılmış kontrol, İsrail’in gelecekte buradaki yerleşim faaliyetlerini genişletmesi için elzem olacaktır. İsrail’in hakimiyetindeki yeni Filistin Yönetimi bürolarını yönetmesi konusunda adı geçenlerden birinin Gazze’deki El Fetih gençlik hareketinin eski lideri Muhammed Dahlan olduğunu öğrendim. Oslo Anlaşmalarına verdiği destekle ve Gazze’deki güvenlik güçlerinin başına getirildikten sonra Amerikan istihbaratına yakınlığıyla biliniyordu. Daha radikal olan Hamas’a olan nefreti, görevde olduğu yıllarda Hamas şüphelilerine işkence yaptığı iddialarına yol açtı ve sınır geçiş ücretlerinden milyonlarca doları zimmetine geçirdiğinin ortaya çıkmasıyla sona erdi. Şu anda multimilyoner olarak Birleşik Arap Emirlikleri’nde yaşıyor.
Netanyahu’nun savaş sonrası planları hakkında güncel bilgilere sahip olan İsrailli içeriden biri, Netanyahu’nun Hamas olmadan yeniden inşa edilen Gazze Şeridi’nde askeri ve polis kontrolünü sürdürmenin ötesinde hedefleri olduğunu bana doğruladı. Bana, “İsrail’in planı, Gazze Şeridi’ndeki mevcut savaş bittikten ve Hamas artık olmadıktan sonra Gazze’nin tamamını Oslo Anlaşmaları uyarınca şu anda İsrail güvenlik kontrolü altında olan Batı Şeria’daki bölgelerden birine dönüştürmek. Gazze’de güvenliği sağlayacak olanlar bizim halkımız olacak ve halkımız Gazze’ye girip çıkabilecek. Mısır ile olan sınırlar geçmişte olduğu gibi Mısır tarafından değil İsrail tarafından korunacak. Amaç Gazze’ye kaçakçılığı kontrol etmek ama bunu Gazzeliler yapmayacak,” dedi.
Kaynak, Tel Aviv’de geriye kalan en önemli sorunun “yeniden inşa edilen Gazze’de sivil kontrolden kimin sorumlu olacağı” olduğunu ve şu anda seksen sekiz yaşında olan etkisiz Mahmud Abbas’ın yerine Filistin Yönetimi’nin başına kimin geçeceği dile getirdi. Filistin Yönetimi, diğer konuların yanı sıra Batı Şeria’da güvenliği sağlamakla da görevli ancak İsrailli yerleşimciler yerleşim yerlerini genişletirken ve bunu yaparken Araplara ait topraklara el koyarken buradaki Filistinli nüfusun güvenliğini sağlamakta başarısız oldu. İsrail ayrıca her iki bölgede de Filistin Yönetimi’nin gelecekteki potansiyel lideri olarak Muhammed Dahlan’ın ismini ortaya attı.
Hamas’ın gitmesiyle İsrail ve başbakanı için Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da her şey mümkün olacaktır.
İlginizi Çekebilir
-
Suriye federasyona mı gidiyor?
-
Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor
-
Lukaşenko: Ukrayna, Putin ile gizli görüşmelere başladı
-
Almanya’da Siemens yöneticileri Kırım’a türbin sevkiyatı nedeniyle yargılanacak
-
G7 bildirisinin hedefinde İran var
-
NATO Genel Sekreteri Rutte: Savaş sonrası Rusya ile ilişkiler yeniden kurulmalı
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
6 gün önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Çevirmenin notu: İktisatçı Michael Roberts’ın aşağıda çevirisini verdiğimiz makalesi, Donald Trump’ın gümrük tarifelerinin ABD ekonomisine vereceği zararı inceliyor. Nitekim, Trump Kanada ve Meksika’ya getirdiği gümrük vergilerinin önemli bir kısmından geri adım atmak zorunda kaldı. ABD Başkanının Kongre konuşmasında bu vergilerin tüketicilerde “küçük bir rahatsızlık” yaratacağı iddiası, gerçeğin bambaşka oluşuyla birlikte boşa düşüyor.
Trump’ın ‘küçük rahatsızlığı’
Michael Roberts
The Next Recession
5 Mart 2025
Görevdeki 100 günün ardından dün ABD Kongresinde konuşan Başkan Donald Trump, ABD’nin en büyük ticaret ortaklarından ithalata getirilen yeni gümrük vergilerinin “biraz rahatsızlık” yaratacağını iddia etti. Fakat yakında bunun sona ereceğini ve “gümrük vergilerinin Amerika’yı yeniden zenginleştirmek ve Amerika’yı yeniden büyük yapmakla ilgili olduğunu ” söyledi: “Bu gerçekleşiyor ve oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşecek.”
Gerçekten de çok hızlı bir şekilde. Trump dün Kanada ve Meksika’dan ABD’ye ithal edilen mallara %25, Çin’den ithal edilen mallara ise %10 ek gümrük vergisi getirerek Amerika’nın en büyük üç ticaret ortağını önemli ölçüde daha yüksek bariyerlerle karşı karşıya bıraktı. Bu hamleler Pekin’in hemen tepkisini çekti ve Pekin 10 Mart’tan itibaren soya fasulyesi ve sığır etinden mısır ve buğdaya kadar ABD tarım ürünlerine %10-15 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Kanada da 107 milyar dolarlık ABD ithalatına, 21 milyar dolarlık ithalattan başlamak üzere, derhal gümrük vergisi getireceğini açıkladı. Başbakan Justin Trudeau, “Kanada bu haksız kararın cevapsız kalmasına izin vermeyecektir,” dedi. Ottawa’ya karşı uygulanan vergiler, %10’luk bir tarifeyle karşı karşıya olan Kanada petrol ve enerji ürünleri hariç %25 olarak belirlendi. Kanada, ABD’nin ham petrol ithalatının yaklaşık %60’ını gerçekleştiriyor.
Çin ayrıca ABD şirketlerini de hedef alarak on şirketi ulusal güvenlik kara listesine aldı ve diğer 15 şirkete ihracat kontrolü getirdi. Ayrıca ABD’li biyoteknoloji şirketi Illumina’nın gen dizileme ekipmanlarını Çin’e ihraç etmesini yasakladı. Pekin, Trump’ın ilk gümrük vergileri saldırısına yanıt olarak Illumina’yı geçen ay “güvenilmez kuruluşlar” listesine eklemişti.
Planlanan tüm gümrük vergileri ABD’nin gümrük vergisi oranını birkaç hafta içinde %20’nin üzerine çıkaracak ve bu oran Birinci Dünya Savaşı öncesinden bu yana görülen en yüksek oran olacak. Joseph Politano’nun da belirttiği gibi, ABD’nin 1,3 trilyon dolarlık ithalatını ya da ABD’ye getirilen tüm malların yaklaşık %42’sini kapsayan bu eylemlerin maliyeti muazzam ya da yaklaşık bir asır önceki meşhur Smoot-Hawley Yasası’ndan bu yana tek başına en büyük tarife artışı.
Gümrük vergileri ABD’de benzin, gübre, çelik, alüminyum, ahşap, plastik ve dahası gibi temel hammaddelerin fiyatlarını artıracak. Özellikle Meksika’dan gelen taze meyve ve sebzeler olmak üzere, bakkaliye ürünlerini bulmak zorlaşacak. Karmaşık entegre Kuzey Amerika tedarik zincirlerine –araçlar, bilgisayarlar, kimyasallar, uçaklar ve daha fazlası– dayanan imalat sektörleri, bu bağlantıların zorla koparılması halinde durma noktasına gelebilir. Üretimin özellikle Çin ve Meksika’da yoğunlaştığı telefonlar, dizüstü bilgisayarlar ve beyaz eşyalar için maliyetler artabilir. İhracatçılar artan hammadde maliyetleri, para biriminin değer kazanması ve yaklaşan misilleme gümrük vergileri nedeniyle zarar görecek ve bunların hepsi ABD iktisadi faaliyetlerini azaltacaktır.
Bu tarifelerin toplam maliyeti, ABD’li tüketicilerin ve işletmelerin ithal mal alımları için daha fazla ödeme yapmalarıyla 160 milyar doları bulacak ve daha fazlası da gelecek. Trump’ın salı günü aldığı önlemler, önerdiği önlemlerin yalnızca %40’ını oluşturuyor. Bir sonraki parti uygulamaya konulursa, ithalat maliyetini 600 milyar doların üzerine ya da GSYİH’nin %1,6’sına çıkaracak.
İthal mallara gümrük vergisi koymanın iktisadi argümanlarından biri yerli şirketleri yabancı rekabetten korumak. İthalatın vergilendirilmesiyle yurtiçi fiyatlar nispeten ucuzlar ve vatandaşlar harcamalarını yabancı mallardan yerli mallara kaydırarak yerli sanayiyi genişletir. Fakat bu argümanın çok az ampirik dayanağı vardır. New York Fed yakın zamanda artan gümrük vergilerinin yerli firmalar üzerindeki etkisini analiz etti. Çalışmada şu sonuca varıldı: “Küresel tedarik zincirlerinin karmaşık olması ve yabancı ülkelerin misilleme yapması nedeniyle gümrük tarifelerinin uygulanmasından kazanç elde etmek zordur. Ticaret savaşının açıklandığı günlerde borsa getirilerini kullanarak elde ettiğimiz sonuçlar, firmaların beklenen nakit akışlarında ve reel sonuçlarda büyük kayıplar yaşadığını gösteriyor. Bu kayıplar geniş tabanlı olup, Çin’e maruz kalan firmalar en büyük kayıpları yaşadı.”
Dahası, Danimarkalı iktisatçı Jesper Rangvid’in de gösterdiği gibi, Trump sadece iki taraflı mal ticaretine bakıyor; hizmet ticaretini ve sermaye ile emekten elde edilen kazançları göz ardı ediyor. Öyle ki, ABD’nin en azından Avro bölgesine yaptığı hizmet ihracatından elde ettiği gelir ve bu bölgeye ihraç ettiği sermaye ve işgücü ücretlerinden elde ettiği getiri, mal ticaretindeki iki taraflı açığını telafi etmektedir. Avro bölgesinin ABD ile olan toplam ikili cari işlemler dengesi sıfıra yakındır.
Trump’ın gümrük vergisi yaylım ateşi ‘Amerika’yı yeniden büyük yapmak’ bir yana, ABD ekonomisini ve onunla birlikte diğer büyük ekonomileri resesyona sürükleme ihtimaline sahip. Kiel Enstitüsü, AB’nin ABD’ye ihracatının %15-17 oranında düşeceğini, bunun da AB ekonomisinde %0,4 oranında “önemli” bir daralmaya yol açacağını, ABD GSYİH’sinin ise %0,17 oranında küçüleceğini hesaplıyor. AB’nin misilleme gümrük vergileri uygulaması halinde, bu ekonomik zararı iki katına çıkaracak ve enflasyonu 1,5 puan artıracak. Almanya’nın ABD’ye mamul mal ihracatı neredeyse %20 oranında düşerek en kötü darbeyi alacak. Zaman içinde kaybedilen ihracatın tam büyüklüğü belirsiz olsa da (tedarik zincirlerinin yeniden kurulması zaman alacağından), bu vergilerin devam etmesi halinde ABD ile ticaret yapan büyük ekonomilerin GSYİH’lerinde önemli bir düşüş yaratması muhtemel.
ABD imalatı üzerindeki genel etki, ihracat kaybında GSYİH’nin yaklaşık %1’ini bulabilir.
Bu tahminlerden biri. Yale Üniversitesi iktisatçıları daha da ileri gidiyor. Planlanan %25’lik Kanada ve Meksika tarifeleri ile %10’luk Çin tarifelerinin yanı sıra halihazırda yürürlükte olan %10’luk Çin tarifelerinin etkisini modellediler. Bu tarifelerin, efektif ortalama tarife oranını 1943’ten bu yana en yüksek seviyeye çıkaracağını hesapladılar. Yurtiçi fiyatlar mevcut enflasyon oranına göre %1’in üzerinde artacak ki bu da 2024 yılında hane başına ortalama 1.600-2.000 dolar tüketici kaybına eşdeğerdir. ABD’nin reel GSYİH büyümesini bu yıl %0,6 puan düşürecek ve gelecekteki yıllık büyüme oranlarından %0,3-0,4 puan azaltarak yapay zeka infüzyonundan beklenen verimlilik kazanımlarını silecek.
ABD’deki Uluslararası Ticaret Odası [ICC] o kadar endişeli ki, Trump planlarından geri adım atmazsa dünya ekonomisinin 1930’lardaki Büyük Buhran’a benzer bir çöküşle karşı karşıya kalabileceğini düşünüyor. ICC Genel Sekreter Yardımcısı Andrew Wilson, “Derin endişemiz, bunun bizi 1930’ların ticaret savaşı bölgesine sokan aşağı doğru bir sarmalın başlangıcı olabileceği,” diyor. Dolayısıyla Trump’ın önlemleri “küçük bir rahatsızlığın” çok ötesine geçebilir .
Yeni gümrük tarifelerinin açıklanmasından önce bile ABD ekonomisinin bir miktar yavaşladığına dair önemli işaretler vardı. Artan ithalat tarifelerinin etkisi resesyon için bir kırılma noktası olabilir. Wall Street de böyle düşünüyordu. Trump gümrük vergisi önlemlerini açıkladığında, Trump’ın seçim zaferinden bu yana ABD borsasında elde edilen tüm kazançlar silindi.
Birkaç hafta içinde ABD ekonomisine ilişkin söylem, ABD ekonomisinin “istisnailiğinden” büyümede ani bir gerilemeye ilişkin endişeye dönüştü. Perakende satışlar, imalat, reel tüketici harcamaları, konut satışları ve tüketici güveni göstergelerinin hepsi son bir iki ay içinde düşüş gösterdi. 2025’in ilk çeyreği için reel GSYİH büyümesine ilişkin konsensüs tahminleri artık sadece yıllık %1,2.
Atlanta Fed’in yakından takip edilen mevcut GSYİH ŞİMDİ izleyicisi ise tam bir daralma öngörüyor.
ABD imalatı bir yıl ya da daha uzun bir süredir durgunluk içinde fakat imalat faaliyetlerine ilişkin son göstergelerde endişe verici olan bir diğer husus da maliyetlerdeki önemli artış. ISM Başkanı Timothy Fiore, “Şirketler yeni yönetimin tarife politikasının ilk operasyonel şokunu yaşarken talep azaldı, üretim dengelendi ve personel çıkarma devam etti. Tarifeler nedeniyle hızlanan fiyat artışı, yeni siparişlerin birikmesine, tedarikçi teslimatlarının durmasına ve imalat envanterinin etkilenmesine neden oldu,” diyor. Yeni siparişler Mart 2022’den bu yana en büyük düşüşü göstererek daralma bölgesine girdi ve üretim keskin bir şekilde yavaşladı. Buna ek olarak, fiyat baskıları Haziran 2022’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı.
Fakat pandeminin sona ermesinden bu yana ABD ekonomisinin sözümona istisnailiği her zaman istatistiksel bir yanılsamaydı. Bir çalışma, birçok Amerikan hanesi için istihdam, ücretler ve enflasyonla ilgili gerçek hikayeyi ortaya koyuyor. İlk olarak, resmi rakamlara göre neredeyse rekor düzeyde düşük olan işsizlik oranı sadece %4,2. Fakat bu rakam, ara sıra iş yapan evsiz insanları da istihdam edilmiş olarak kabul ediyor. İşsizlere yarı zamanlı iş dışında bir iş bulamayanlar ya da yoksulluk ücreti (kabaca 25.000 dolar) alanlar da dahil edilirse, bu oran aslında %23,7. Başka bir deyişle, bugün Amerika’da neredeyse her dört çalışandan biri işlevsel olarak işsizdir. Resmi medyan ücret 61.900 dolar. Fakat işgücündeki herkesi takip ederseniz, yani yarı zamanlı çalışanları ve işsiz iş arayanları dahil ederseniz, medyan ücret aslında yılda 52.300 dolardan biraz fazla. “Medyan ücretle çalışan Amerikalı işçiler, geçerli istatistiklerin gösterdiğinden %16 daha az kazanıyor.” 2023 yılında resmi enflasyon oranı %4,1 idi. Fakat gerçek yaşam maliyeti bunun iki katından daha fazla arttı: tam %9,4. Bu da 2023 yılında satın alma gücünün medyan olarak %4,3 düştüğü anlamına geliyor.
Avrupalı liderlerin Trump’ın gümrük vergisi hamlelerine ve Rusya’ya karşı savaşında Ukrayna’yı desteklemekten açıkça geri çekilmesine cevabı, daha fazla savaş hazırlığı gibi görünüyor. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsüne göre, küresel savunma harcamaları geçen yıl 2,2 milyar dolara ulaşarak rekor kırarken, Avrupa’da ise 388 milyar dolara yükselerek ‘soğuk savaş’tan bu yana görülmemiş seviyelere ulaştı. Financial Times’ın liberal Keynesyen iktisat gurusu Martin Wolf, “Savunma harcamalarının önemli ölçüde artması gerekecek,” diyor. “Bu harcamanın 1970’lerde ve 1980’lerde Birleşik Krallık GSYİH’sinin %5’i ya da daha fazlası olduğunu unutmayın. Uzun vadede bu seviyelerde olması gerekmeyebilir: modern Rusya Sovyetler Birliği değil. Yine de, özellikle ABD’nin çekilmesi durumunda, inşa sırasında bu kadar yüksek olması gerekebilir.”
Bunun bedeli nasıl ödenecek? “Eğer savunma harcamaları kalıcı olarak artırılacaksa, hükümet yeterli harcama kesintisi bulamazsa, ki bu da şüpheli, vergilerin arttırılması gerekir.” Fakat endişelenmeyin, tanklara, askerlere ve füzelere yapılan harcamalar aslında bir ekonomi için faydalıdır, diyor Wolf. “Birleşik Krallık gerçekçi bir şekilde savunma yatırımlarının ekonomik getirilerini de bekleyebilir. Tarihsel olarak savaşlar inovasyonun anası olmuştur.” Wolf daha sonra İsrail ve Ukrayna’nın savaştan elde ettiği kazanımlara ilişkin harika örneklerden bahsediyor: “İsrail’in “startup ekonomisi’ ordusunda başladı. Ukraynalılar şimdi dron savaşında devrim yarattılar.” Savaşın getirdiği yeniliklerin insani maliyetinden bahsetmiyor Wolf: ”Ancak asıl önemli olan nokta, savunmaya önemli ölçüde daha fazla harcama yapma ihtiyacının, her ikisi de doğru olsa da, sadece bir gereklilikten ve sadece bir maliyetten daha fazlası olarak görülmesi gerektiği. Eğer doğru şekilde yapılırsa, bu aynı zamanda iktisadi bir fırsattır.” Yani savaş iktisadi durgunluktan çıkış yolu.
Almanya’nın müstakbel Şansölyesi Friedrich Merz de (son seçimleri kazandıktan sonra) aynı hikayeyi benimsedi. Hükümetin hesaplarını ‘dengelemek’ için herhangi bir ekstra mali harcamaya karşı çıktığı seçim kampanyasından tam bir dönüş yaparak, şimdi Avrupa’nın en büyük ekonomisini canlandırmak ve yeniden silahlandırmak için Almanya’nın ordusuna ve altyapısına yüz milyarlarca dolarlık ekstra fon enjekte etme planını destekliyor. Yeni bir düzenleme ile GSYİH’nin %1’inin üzerindeki savunma harcamaları, hükümetin borçlanmasını sınırlayan “borç freninden” muaf tutularak Almanya’nın silahlı kuvvetlerini finanse etmek ve Ukrayna’ya askeri yardım sağlamak için sınırsız miktarda borçlanmasına izin verilecek. Ayrıca, altyapı için on yıl boyunca sürecek 500 milyar avroluk bir fon oluşturmak üzere bir anayasa değişikliği yapmayı planlıyor. Birdenbire silahlanma ve askeri girişimler için bol miktarda nakit ve borçlanma imkanı ortaya çıktı.
İngiltere’nin planı, dünyanın yoksul ülkelerine yönelik yardım programını keserek ‘savunma’ harcamalarını iki katına çıkarmak. Trump ayrıca ABD’nin dış yardımlarını da dondurdu. Küresel borç 2024 yılında 7 trilyon dolar artışla 318 trilyon dolara ulaştı. Küresel borcun küresel GSYİH’ye oranı son dört yılda ilk kez yükseldi; yani borç nominal GSYİH’den daha hızlı artarak GSYİH’nin %328’ine ulaştı. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), borç yükleri artmaya devam eden yoksul ülkelerin büyük bir baskı altında olduğu uyarısında bulundu. Bu ekonomilerdeki toplam borç 2024 yılında 4,5 trilyon dolar artarak, gelişmekte olan piyasaların toplam borcunu tüm zamanların en yüksek seviyesi olan GSYİH’nin %245’ine çıkardı. Bu yoksul ekonomilerin birçoğu bu yıl 8,2 trilyon dolarlık rekor bir borcu çevirmek zorunda ve bunun yaklaşık %10’u yabancı para cinsinden; bu da finansmanın kesilmesi halinde hızla tehlikeli bir hal alabilecek bir durum. Yani önümüzde daha fazla savaş ve daha fazla yoksulluk var.

Suriye federasyona mı gidiyor?

Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor

Lukaşenko: Ukrayna, Putin ile gizli görüşmelere başladı

Merkel: Rusya’nın çıkarları tartışılmalı

Alman partilerinin ‘savaş’ anlaşması borsayı uçurdu
Çok Okunanlar
-
AVRUPA4 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
AMERİKA2 hafta önce
Palantir CEO’su Karp’tan Silikon Vadisi’ne: Silah başına!
-
DÜNYA BASINI6 gün önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Gazze’de tatil hayali mi, kriz tarifi mi?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump’ın Silikon Vadisi’ndeki adamı Thiel’in antidemokratik distopyası
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması – 4
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Doğu Almanya’da neofaşizmin yükselişine Batı Almanya’nın katkısı
-
GÖRÜŞ7 gün önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi