Avrupa
“Şu anda Almanya’da devletin gerici-militarist yeniden yapılandırılmasını yaşıyoruz”

Almanya’nın en eski günlü sol gazetesi Junge Welt [Genç Dünya] hakkında Berlin İdare Mahkemesi’nde verilen karar ülkemizde de gündem oldu. Buna göre Federal Anayasa Koruma Dairesi’nin (BfV) iç istihbarat raporlarında gazeteden “aşırı solcu” olarak bahsetmesinde bir yanlış yoktu; Marksizm-Leninizm zaten anayasaya aykırıydı ve Junge Welt de Marx’ı, Lenin’i övüyor, kapitalizmi yerici işler yapıyordu!
Junge Welt Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Nick Brauns, meselenin daha vahim olduğunu söylüyor. Alman mahkemeleri artık Junge Welt’i Marksist-Leninist olmakla “suçlamakla” kalmıyor, ayrıca toplumun sınıflara ayrılmış olduğuna ilişkin en basit olguların dile getirilmesini dahi anayasaya aykırı buluyordu.
Brauns, Alman devletinin Çin ve Rusya ile savaşa hazırlık kapsamında daha gerici ve daha militarist bir biçimde yeniden yapılandırıldığını düşünüyor. Medyaya ve basın özgürlüğüne yönelik baskılar da bu düzenlemenin yalnızca bir parçası.
Son olarak metindeki köşeli parantezler bize aittir.
Bize dava süreci hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Alman Federal Anayasa Koruma Dairesi (BvF) bir gazeteyi “aşırılık yanlısı” ya da “aşırı solcu” olarak rapor ederse ne olur? Mahkemenin Junge Welt’e karşı delilleri neler?
Junge Welt 1947’den beri yayınlanıyor ve GDR’deki [Alman Demokratik Cumhuriyeti] Özgür Alman Gençliği’nin gazetesiydi. Bugün siyasi partilerden, şirketlerden ve kiliselerden bağımsız, Marksist yönelimli günlük bir gazetedir. Şu anda günlük tirajı yaklaşık 21.000’dir.
Junge Welt, 1990’ların sonundan bu yana, Anayasa Koruma Dairesi’nin yıllık raporlarında “aşırı solcu” olarak listelenen tek Almanca günlük gazete olageldi. Alman hükümeti buna gerekçe olarak Junge Welt’in Marksist yönelimini göstermiştir. Junge Welt’in öncelikle bir gazetecilik ürünü olmadığı iddia ediliyor. Daha ziyade, yayıncı ve ana sahibi olan kooperatif, hükümeti devirme planları olan “aşırı gruplar” olmakla suçlanıyor.
Sonuç olarak, piyasa yasalarına da tabi olan Junge Welt, reklam ve dağıtım açısından olduğu kadar editoryal çalışmalarında da önemli dezavantajlara sahip. Gizli servis raporuna atıfla, devlet radyosunda, tren istasyonlarında ve toplu taşıma araçlarında ücretli reklamlar reddediliyor. Kurumlar basının sorularına yanıt olarak bilgi vermeyi reddediyor. Bu beyan edilen niyet. 2021 yılında Alman hükümeti, parlamento grubu Die Linke’nin [Sol Parti] bir soru önergesine verdiği yanıtta, gizli servis raporunda Junge Welt’in adını vererek gazeteyi “gelişme alanından mahrum etmek” ve erişimini sınırlamak istediğini itiraf etti.
Burada basın özgürlüğü ve ticaret özgürlüğü gibi temel haklar ihlal edildiği için, gazeteyi yayınlayan 8. Mai GmbH, istihbarat raporundaki isimlendirmeye karşı dava açtı. Yaklaşık üç yıl sonra 18 Temmuz’da nihayet bir duruşma gerçekleşti. Ama ilk aşamada davayı kaybettik. Mahkeme, istihbarat raporunda gazetenin adının geçmesini haklı buldu. Belli ki karar duruşmadan önce verilmişti. Gizli servisin avukatlarından sadece duruşmadan bir gün önce yeni bir dosya aldık ve kısa süre nedeniyle buna yanıt veremedik. Diğer şeylerin yanı sıra, işçi sınıfı, kapitalizm ve sınıf adaleti gibi terimleri kullanmakla suçlandık. Bence sınıf adaleti terimi yargılamayı tanımlamak için iyi bir yol. Nihayetinde bu dava basın özgürlüğü ve bu temel hakkın ne ölçüde ve kimler için geçerli olması gerektiği sorusuyla ilgiliydi. Bu hakkın kapitalizmin soldan eleştirmenleri için geçerli olmadığı ya da sadece sınırlı bir ölçüde geçerli olduğu açık.
“TOPLUMUN SINIFLARA BÖLÜNDÜĞÜNÜ SÖYLEMEK ANAYASAYI İHLAL EDİYOR”
Mahkeme başkanı Wilfried Peters başından itibaren BfV lehine konuştu. Okuduğumuz haberlere göre Peters, Junge Welt’i Marx ve Lenin’i övmekle ve ayrıca kapitalizme karşı, “özgür demokratik temel düzene” karşı yıllık bir konferans düzenlemekle suçladı. Şu andan itibaren Alman devletinin Marx ve Lenin’i “övmeyi” ya da kapitalizme karşı konuşmayı suç saydığını söyleyebilir miyiz? Mahkeme Junge Welt’in Alman Komünist Partisi (DKP) ile bağlantılı olduğunu ima ediyor. DKP’ye üye olmak suç mudur?
Alman hükümeti ve gizli servisi uzun süredir Junge Welt’i Marksist bir yönelime sahip olmakla suçluyor. Federal hükümet, bir soru önergesine verdiği yanıtta, bir toplumun sınıflara bölündüğünü söylemenin bile anayasayı ihlal ettiğini ilan etti. Böylesine saçma bir suçlama sadece Marksistleri değil, aynı zamanda solcu sendikacıları ve burjuva sosyal bilimcileri de etkileyecektir. Fakat duruşmada gizli servisin avukatları daha da ileri gittiler ve mahkeme de onları izledi. Artık Marksist-Leninist olmakla suçlanıyorduk.
Gizli servisin avukatları ve mahkeme, Federal Anayasa Mahkemesi’nin 1956 yılında Almanya Komünist Partisi’ni (KPD) yasaklamasına atıfta bulundu. O zamanki kararda Marksizm-Leninizm –her ne kadar açıkça Stalin tarafından yorumlanmış haliyle olsa da– anayasayla bağdaşmaz olarak tanımlanmıştı. Soğuk Savaş’ın zirvesinden kalma bu kararın 70 yıl sonra bile solun üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandığı açık. Marksist-Leninist olduğumuzun kanıtı olarak, okur mektupları sayfamızda yer alan ve Lenin’i Junge Welt okurken gösteren bir fotomontaj gösterildi. Yargıç, Lenin’e sempati duyan herkesin otomatik olarak tek parti diktatörlüğü için çabaladığı gibi saçma bir iddiada bulunacak kadar ileri gitti. Ayrıca Lenin’in Özgür Demokratik Temel Düzen (FDGO) [Freiheitliche demokratische Grundordnung] olarak adlandırılan düzene karşı şiddetle mücadele ettiğini iddia etti. Fakat FDGO 1952 yılında, yani Lenin’in ölümünden neredeyse 30 yıl sonra Federal Anayasa Mahkemesi tarafından formüle edilmişti ve kesinlikle Rusya için değildi.
Junge Welt, yaklaşık 30 yıldır her yıl, aralarında Kübalı akademisyenler, Türk sosyalist milletvekilleri, Amerikalı sendikacılar ve Afrikalı filozofların da bulunduğu dünyanın dört bir yanından gelen konuşmacı ve sanatçılarla Uluslararası Rosa Luxemburg Konferansı’nı düzenliyor. Almanya’daki sosyalist ve komünist sol için yıllık bir başlangıç noktası haline gelen konferansa bu yıl ocak ayında 3.700 kişi katıldı.
Mahkeme şimdi bizi bu konferansı siyasi bir faktör olarak kullanmakla suçluyor. Diğer günlük gazeteler de okurları için konferanslar düzenliyor. Burjuva, neo-liberal gazeteler okur kitlelerini korumak için emlak danışmanlarıyla konferanslar düzenliyor ya da okurlarını şarap tadımlarına davet ediyor. Fakat biz böyle bir konferansla öncelikle okur kazanmayı ve onları elde tutmayı amaçlamakla değil, orada devrimi hazırlamak istemekle suçlanıyoruz.
Tek tek yazarlar ya da çalışanlar DKP’ye yakın olabilir ve ortak bir Marksist inancı paylaşıyor olabiliriz. Fakat DKP’nin kendi parti gazetesi var; Unsere Zeit. Junge Welt ise partiden bağımsız bir günlük gazete – DKP’den de bağımsız. Bu arada, DKP düzenli olarak seçimlere katılan yasal bir partidir. Fakat anayasayı koruma raporunda aşırı solcu olarak da adlandırılıyor. Elbette bu da eleştirilmelidir. Fakat önemli bir fark Junge Welt’in bir parti ya da aktivist bir örgüt değil, bir gazete olmasıdır. Ve Federal Anayasa Mahkemesi’nin 2005 yılında aldığı bir karara göre, bir gazetenin adı anayasayı koruma raporunda yer alamaz. Bu temel karar o dönemde sağcı bir haftalık gazete olan Junge Freiheit için verilmişti ve Junge Welt için de geçerli olmalıdır.
Aynı zamanda sağcı Compact dergisi de Almanya’da yasaklandı. Sizce Alman makamları “sağcı” ve solcu yayınlara yönelik baskı arasında bir denge arayışında mı?
Compact en yüksek tiraja sahip faşist dergiydi. Editörü Jürgen Elsässer bazen Alman Doğu Perinçek olarak anılır çünkü Maoizmden milliyetçi sağa ve belli bir Avrasya yönelimine uzanan benzer bir biyografiye sahiptir. Compact, özellikle göçmenlere ve Müslümanlara karşı ajitasyon yapan iğrenç bir ırkçı gazeteydi. Ama dergi herhangi bir suç işlediği için değil, Alman hükümeti siyasi çizgisini beğenmediği için yasaklandı.
Junge Welt olarak Compact’ın yasaklanmasını basın özgürlüğüne yönelik bir saldırı olarak eleştirdik – derginin kendisi için gözyaşı dökmesek bile. Compact’ın Junge Welt’in duruşmasından iki gün önce yasaklanması kesinlikle tesadüf değildi. Alman hükümeti kendisini sağ ve solun “aşırılıkçılarına” karşı mücadele eden demokratik bir merkez olarak sunmaya çalışıyor. Ve bizim deneyimimiz, sağa karşı mücadele adına alınan tüm önlemlerin er ya da geç solu da etkileyeceği yönündedir. Compact’ın yasaklanması ve Junge Welt’e karşı açılan davanın ardından birçok burjuva medya yazarı alarma geçti ve sol, Marksist ve anti-emperyalist yönelimimize sempati duymasalar bile basın özgürlüğünün daha fazla kısıtlanmasına karşı uyarıda bulundular.
“ALMAN HÜKÜMETİ ÜLKEYİ HER ALANDA SAVAŞA HAZIR HALE GETİRMEK İSTİYOR”
Federal Almanya on yıllardır komünizm karşıtı duruşuyla tanınıyor. Ukrayna Savaşı ve İsrail’in Gazze’yi işgalinden sonra, Alman devletinin basında muhalif seslere tahammül etmek istemediği ve devlet örgütlenmesini daha militarist bir şekilde sağlamlaştırmaya çalıştığı görülüyor. Siz buna katılıyor musunuz?
Şu anda Federal Almanya Cumhuriyeti’nde devletin gerici-militarist bir yeniden örgütlenmesini yaşıyoruz. Ukrayna savaşının 2022’de başlamasından hemen sonra hükümet bir “dönüm noktası” [Zeitenwende] ilan etti ve Bundeswehr’i [Alman Silahlı Kuvvetleri] kitlesel olarak yeniden silahlandırmaya karar verdi. Hükümetin ilan ettiği amaç, ülkeyi önümüzdeki yıllarda her düzeyde savaşa hazır hale getirmek – Rusya’ya karşı savaş ve Batı’nın Çin’e karşı savaş politikası için. Buna medyadaki eleştirel seslerin bastırılması da dahildir. İç istihbarat servisi, hükümeti eleştirenleri “aşırılık yanlısı” olarak karalayarak ve görüşlerinden dolayı onları aşağılayarak burada giderek daha aktif bir rol oynuyor.
Basının büyük çoğunluğu bu politikayı gönüllü olarak destekledi ve Almanya’nın kendisini savunması gereken “kötü Ruslar” hakkındaki savaş propagandasına katıldı.
Junge Welt gibi silahlanmayı ve militaristleşmey eleştiren, NATO’nun genişlemesini Ukrayna savaşının arka planı olarak açıklayan ve diplomatik bir barış çözümünü savunan herkes Putin savunucusu ya da vatan haini olarak karalanıyor. İsrail-Filistin meselesinde baskı daha da güçlüdür. İsrail’e koşulsuz destek Almanya’nın “devlet aklı” olarak görülüyor. Devlet, anti-faşistler de dahil olmak üzere pek çok insanın Nazilerin Yahudilere karşı işlediği suçlardan duyduğu vicdan azabını, İsrail’in Gazze’deki soykırımına yönelik eleştirileri bastırmak için kullanıyor. Filistin yanlısı gösteriler düzenli olarak polis tarafından saldırıya uğruyor ya da yasaklanıyor. Son yıllarda sosyal medyada Filistinlilerin hakları için özel kampanya yürüttükleri ya da İsrail’i eleştirdikleri için devlet yayın kuruluşundan bir dizi gazeteci işten çıkarıldı. Filistin yanlısı yabancı akademisyenler ve entelektüeller –aralarında bazı Yahudiler de var– misafir profesörlük görevlerinden alındılar ya da Almanya’da onlarla birlikte etkinlik düzenlemeleri engellendi. Junge Welt bu gidişata direnen, İsrail ordusunun işgalini ve savaş suçlarını açıkça dile getiren ve Filistinlilerin haklarını savunan neredeyse tek gazete. Bu nedenle burjuva gazeteleri tarafından antisemitizmle suçlanıyoruz – ki bu, Yahudilere yönelik her türlü nefreti reddeden ve bununla mücadele eden antifaşist bir gazete olduğumuz için daha da saçma.
Avrupa
Brüksel, stabilcoin konusunda ECB’nin uyarılarını dikkate almayacak

Brüksel, hızlı büyüyen stabilcoin pazarı için yeni kurallar açıklamaya hazırlanıyor.
AB, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB), bu standartların piyasa dalgalanmaları sırasında bölgedeki bankaları istikrarsızlaştırabileceği yönündeki uyarılarını göz ardı ediyor.
Avrupa Komisyonu, içeriği hakkında bilgi sahibi olan kişilere göre, blok dışında çıkarılan stabilcoinlerin, yalnızca AB pazarlarında izin verilen aynı markalı versiyonlarla değiştirilebilir olarak değerlendirilmesini öneren resmi bir kılavuz yayınlamayı planlıyor.
Durumdan haberdar bir kişi, duyurunun önümüzdeki günlerde yapılacağını söyledi.
Kamuya açık kılavuz, dijital nakit gibi davranan ve bankacılık sistemi dışında yer alan bu tür kripto para birimleri ile ilgili AB hukukundaki gri alanı ele alacak.
Bu adım, ECB Başkanı Christine Lagarde’ın pazartesi günü Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı açıklamada, “stabilcoinler… para politikası ve finansal istikrar için risk oluşturmaktadır [ve] bu nedenle, özellikle uluslararası sınırlar ötesinde faaliyet gösterdiklerinde, sağlam kurallara tabi olmalıdır,” demesinin ardından geldi.
Stabilcoinler, genellikle ABD doları gibi bir ulusal para biriminin değerini takip etmek amacıyla çıkarılır ve rezervlerde tutulan likit varlıklarla desteklenir.
Dünyanın dört bir yanındaki politikacılar, stabilcoinlerin yükselişini hesaba katmak için finansal piyasa kurallarını hızla güncelliyor. Dolaşımda yaklaşık 250 milyar dolarlık stabilcoin var ve analistler, pazarın önümüzdeki yıllarda on kat büyüyeceğini tahmin ediyor.
ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, bu ay dolaşımda küresel olarak 2 trilyon dolar olabileceğini ve bunların yaygınlaşmasının “ABD dolarının üstünlüğünü pekiştirebileceğini” söyledi. ABD Kongre üyeleri, “GENIUS yasası” olarak bilinen piyasayı denetleyecek ilk kuralları kabul etmek üzere.
Fakat merkez bankaları, büyümeyi teşvik eden ve risk yönetiminde boşluklar içerebilecek mevzuata karşı giderek daha temkinli hale geldi.
ECB, aynı şirket tarafından başka yargı bölgelerinde ihraç edilen ve AB tarafından ihraç edilen tokenlarla değiştirilebilir coinlerin, piyasa stresinde blok bankaları üzerinde baskı oluşturabileceği endişesini dile getirdi.
AB kurallarına göre, blok içinde çıkarılan stabilcoinlerin rezervlerinin çoğu blok içindeki bir bankada tutulmalı ve sahipleri coinlerini doğrudan ihraççıdan nakit olarak geri alabilmeli.
ECB, yeni kuralların, yurtdışındaki sahiplerin AB tüketicileri için ayrılmış rezervlere erişmek için acele etmesiyle, bankalar arasında bulaşma potansiyeli olan rezervlere hücum riskini artırabileceğini söyledi.
Lagarde, geri alımların “Büyük gelişmeler ve herhangi bir stabilcoinde ortaya çıkabilecek zorluklar nedeniyle artması halinde, Avrupa’nın koruma önlemleri, yedeklemeleri ve mevduatları risk altına girecektir,” dedi.
Salı günü, Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) , stabilcoinlerin para olarak yaygın bir şekilde kullanılabilmesi için gerekli temel gereklilikleri “kötü bir şekilde yerine getirdiğini”, çünkü merkez bankaları tarafından desteklenmediklerini, yasadışı kullanıma karşı yeterli koruma önlemlerine sahip olmadıklarını ve bankalardan farklı olarak kredi oluşturmak için gerekli fonlama esnekliğine sahip olmadıklarını savunmuştu.
AB dışındaki stabilcoinler konusu, bu yıl bir dizi özel toplantıda iki AB organı arasında gerginliğe neden oldu ve komisyon, bankanın endişelerine karşı çıktı.
Komisyon sözcüsü, “İyi yönetilen ve tamamen teminatlandırılmış bir stabilcoine yönelik bir paniğin yaşanması çok olası değildir,” dedi ve bunun gerçekleşmesi durumunda bile “yabancı sahipler, tokenlarını [örneğin] tokenların çoğunun dolaşımda olduğu ve rezervlerin çoğunun tutulduğu ABD’den geri alacaktır,” diye ekledi.
Bir kripto para yöneticisi, ECB’nin sert uyarılarının kısmen, büyük bir stabilcoin operatörünün rezervlerinin nispeten küçük bir bankacılık sistemine sahip bir ülkede tutulabileceği endişesinden kaynaklandığını söyledi.
Yöneticinin eklediği bilgilere göre, ECB’nin eleştirileri, özel şirketler tarafından çıkarılan stabilcoinlerle rekabet edecek ve potansiyel olarak bunların değerini düşürebilecek, merkez bankası tarafından çıkarılan bir dijital para birimi yaratma arzusundan da kaynaklanıyordu.
Bu ay kapalı kapılar ardında yapılan bir toplantıda bilgilendirilen kişilere göre, ECB bazı riskleri önlemek için diğer ülkelerden, kriz zamanlarında diğer ülkelerin rezervlerinin AB’ye aktarılmasını sağlayacak yasal garantiler vermesini talep etmeyi önerdi.
Ayrıca, diğer ülkeler ile AB arasında düzenlemelerin eşdeğer standartlarda olduğuna dair herhangi bir anlaşma bulunmadığı konusunda da uyarıda bulundu.
Fakat bir komisyon yetkilisi toplantıda varlık transferleri konusunda garanti verilmesine gerek olmadığını söyledi. Bunun üzerine bir ECB yetkilisi, “AB rezervlerine hücum olması durumunda varlıkları transfer edeceklerine körü körüne güvenmemiz mi gerekiyor?” diye sordu.
Komisyon bunun yerine, ulusal denetim otoritelerinin kendi risk değerlendirmelerini yapmalarına ve gerekirse ek önlemler talep etmelerine izin verilmesini önerdi.
Avrupa
Almanya’nın ‘beleşçi işsizler’ sorunu mu var?

Almanya’da ana akım medya ve politikacıların “tembel” ve “beleşçi” işsizler olarak nitelendirdikleri vatandaşlık geliri alan Almanların durumu daha fazla tartışılıyor.
Junge Welt’te (jW) yer alan habere göre, Almanya’da “vatandaşlık geliri” (Bürgergeld) alan 5,5 milyon kişinin günlük gerçekliği ise çok farklı: yoksulluk, dışlanma ve utançla dolu bir hayat.
Vatandaşlık geliri üzerine “Sanktionsfrei” derneği, Berlin’de iki yıl önceki reformdan etkilenen 1.014 kişiyle yaptığı anketin sonuçlarını yayınladı.
Dernek başkanı Helena Steinhaus, araştırmanın sunumunda “Vatandaşlık geliri, Hartz IV’ten hiçbir zaman gerçek bir iyileşme anlamına gelmedi” dedi. Bu gelir, “her zaman acil yardım” olarak kalmış ve “gerçeklikten çok uzak” bir standart oran üzerinden hesaplanmıştı.
Hartz planı, 2002 yılında Almanya işgücü piyasasında reformlar konusunda bir komite tarafından sunulan bir dizi öneriye verilen isim.
Örneğin, ankete katılan ebeveynlerin yüzde 54’ü, çocuklarının yemek yiyebilmesi için kendilerinin düzenli olarak yemek yemediğini söyledi. Tüm katılımcıların yüzde 72’si, aylık 563 avroluk standart oranın “onurlu bir yaşam” sürmek için yeterli olmadığını belirtti.
Ankete katılanların sadece yüzde 9’u bu standart oranla sağlıklı beslenmenin mümkün olduğunu düşündüğünü söyledi.
Fakat Steinhaus’a göre, vatandaşlık geliri “sadece ekonomik bir felaket değil, aynı zamanda duygusal bir felaket.” Yüzde 42’si yardım almaktan utandığını söylerken, yüzde 72’si kuralların daha da sıkılaştırılmasından korktuğunu ifade etti.
Ankete katılanların sadece yüzde 12’si kendilerini toplumun bir parçası hissediyor.
Steinhaus, temel bir sorun olduğunu ama Alman siyasetçilerin bunu değiştirmek yerine, vatandaşlık gelirine yeni kısıtlamalar getirmeyi planladığını ve standart oranın çok yüksek olup olmadığını tartışmaya devam ettiğini vurguladı.
“Sanktionsfrei” başkanı 813 avroluk bir oran talep etti ve vatandaşlık gelirinin dağıtımında “mafya benzeri yapılar”dan bahseden SPD’li Çalışma Bakanı Bärbel Bas’ı eleştirdi.
Steinhaus, “Sosyal yardım dolandırıcılığının yapısal bir sorun olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Sistemik suistimal arayanlar Cum-Ex ve vergi kaçakçılığıyla başlamalı,” tavsiyesinde bulundu.
Cum-Ex skandalı kapsamında bir banka, borsa simsarları ve avukatlardan oluşan ağ, temettü vergileri ile ilgili şüpheli dolandırıcılık ve spekülasyon yoluyla Avrupa hazinelerinden milyarlarca dolar elde etmişti.
Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü’nden Marcel Fratzscher de “siyah-kırmızı” CDU-SPD hükümetini eleştirdi ve yardımları kesme ve yaptırımları sıkılaştırma planının “tehlikeli bir hata” olduğunu savundu.
Kesintilerin insanları onurlarından mahrum bıraktığını ve Almanya’da yoksulluğu derinleştirdiğini kaydeden Fratzscher, iş merkezlerinin, insanların işgücü piyasasına entegre olmalarına gerçekten yardımcı olmak için daha donanımlı olması gerektiğini söyledi.
Bu talep, sosyal yardım derneği VdK’nın başkanı Verena Bentele tarafından da pazartesi günü yaptığı açıklamada dile getirildi.
Bentele’ye göre, araştırma sonuçları “yüzde 74 gibi ezici bir çoğunluğun vatandaşlık gelirinden mümkün olan en kısa sürede vazgeçmek ve geçimini sağlayacak bir işe girmek istediğini” açıkça gösteriyor.
Ne var ki, ankete katılanların yarısından fazlası sağlık sorunları yaşıyor ve “iş merkezlerinden acil olarak daha fazla desteğe ihtiyaç duyuyor.”
Bu arada, geçen yıl devletin, gelirleri geçimlerini sağlamaya yetmediği için yaklaşık 826.000 çalışana ek vatandaş geliri ödediği ortaya çıktı. Bu ücret sübvansiyonunun maliyeti yaklaşık 7 milyar avro oldu.
Bu bilgi, dpa’nın pazartesi günü aktardığı, Sol Parti milletvekili Cem İnce’nin sorusuna federal hükümetin verdiği yanıtta yer aldı. Yanıtta, ek yardım alanların sayısının 2015’ten bu yana ilk kez tekrar arttığı belirtildi.
Avrupa
Shell: BP’yi alma niyetimiz yok

Shell, Avrupa’nın en büyük iki şirketinin aktif birleşme görüşmeleri yürüttüğü yönündeki haberleri yalanlayarak, BP için bir satın alma teklifi yapma niyetinde olmadığını açıkladı.
Bu açıklama, BP’nin birkaç yıldır süren kötü performansı ve aktivist hissedar Elliot Investment Management’ın artan baskısı sonrasında, İngiltere’nin iki büyük petrol şirketinin birleşeceği yönündeki spekülasyonları yatıştırdı.
Shell’in açıklaması, şirketin İngiltere Satın Alma Kurallarına bağlı olduğu ve bu kurallar gereği altı ay boyunca BP için bir teklif sunamayacağı anlamına geliyor.
Perşembe günü yaptığı açıklamada şirket, “Son zamanlarda basında yer alan spekülasyonlara yanıt olarak, Shell, BP için bir teklifte bulunmayı aktif olarak değerlendirmediğini açıklığa kavuşturmak ister,” dedi.
Şirket, “olası bir teklifle ilgili olarak BP’ye herhangi bir yaklaşımda bulunmadığını ve görüşme yapılmadığını” söyledi.
Wall Street Journal’ın (WSJ), şirketin daha büyük rakibi ile devralma görüşmelerinin ilk aşamasında olduğunu bildirmesinin ardından, BP’nin hisseleri çarşamba günü New York’ta %10’a varan bir artış kaydetti.
Shell, haberi “piyasa spekülasyonu” olarak nitelendirerek hızla yalanladı ve hisseler kazançlarını iade etti.
BP’nin uzun süredir devam eden düşük performans, büyük ölçüde eski CEO Bernard Looney’in benimsediği net sıfır stratejisinden kaynaklanıyor.
Looney, kişisel davranışları nedeniyle 2023 yılında şirketten ayrıldı ve halefi Murray Auchincloss, başarısız bir temiz enerji stratejisiyle boğuşmak zorunda kaldı.
Auchincloss şubat ayında, petrol ve gaza geri dönüş, hisse geri alımlarının azaltılması ve varlıkların satılması ve borçların ödenmesi vaatlerini içeren bir “sıfırlama” planı açıkladı.
Yeni strateji birçok yatırımcı tarafından soğuk karşılandı ve daha radikal değişiklikler talep etmeye devam eden Elliott için yeterli olmadı.
Bu gelişmelerin ardından BP, giderek potansiyel bir satın alma hedefi olarak görülmeye başladı. Herhangi bir şirket teklifte bulunmasa da, BP’nin birçok rakibi ve rakip şirketin durumu kapalı kapılar ardında değerlendirdiği söyleniyordu.
Bloomberg, mayıs ayında yaptığı haberde Shell’in bir devralmanın avantajlarını incelediğini, fakat teklifte bulunup bulunmayacağına karar vermeden önce hisse senedi ve petrol fiyatlarında daha fazla düşüş beklediğini bildirmişti.
Yine Bloomberg, haziran ayı başında Abu Dabi’nin ana petrol şirketinin, İngiliz firmanın bölünmeye karar vermesi veya daha fazla birimini elden çıkarmak için baskı altına girmesi durumunda BP’nin bazı önemli varlıklarını satın alıp alamayacağını değerlendirdiğini bildirmişti.
Shell’in açıklaması BP ile ilgili devralma spekülasyonlarının çoğunu yatıştırsa da, İngiltere’nin devralma kuralları uyarınca altı aylık bekleme süresi mutlak değil.
BP’nin başka bir alıcıdan teklif alması, yeni bir teklif çağrısı yapması veya koşulların “önemli ölçüde değişmesi” gibi sınırlı sayıda istisnai durumlarda bu süre erken sona erebilir.
BP’de büyük değişiklikler devam edecek. Helge Lund’un nisan ayında istifa etme niyetini açıklamasının ardından şirket yeni bir yönetim kurulu başkanı arıyor. Lund’un net sıfır stratejisinin önemli destekçilerinden biri olması, BP’nin en büyük hissedarlarından biri olan Elliott’un eleştirilerinin odağına oturmasına neden oldu.
-
Görüş1 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Ortadoğu1 hafta önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi2 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
İran’la savaş kapıda mı?
-
Avrupa1 hafta önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Dünya Basını3 gün önce
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir
-
Görüş1 hafta önce
İsrail’in ‘Bildiği Şeytan” ile İşi Bitti mi?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savunma sanayiinde ‘Amerikan malı’ baskısı geri tepiyor