Bizi Takip Edin

Ortadoğu

Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesi Netanyahu için “onurlu çıkış” mı?

Yayınlanma

“Bu girişim ona çığır açan bir bölgesel dönüşümün lideri olarak tarihe geçme fırsatı, yargıdaki reform bataklığından kurtulma ve kamuoyunun dikkatini kişisel hukuki meselelerinden başka yöne çekme imkânı sağlayacak.”

27 Temmuz’da New York Times köşe yazarı Thomas L. Friedman, ABD Başkanı Joe Biden’ın İsrail ve Suudi Arabistan arasında olası normalleşme için taraflara baskı yapmayı düşündüğünü yazdı. Friedman’a göre, ABD’li üst düzey yetkililerin Riyad’a yaptıkları son ziyaretler, ABD’nin bölgedeki en önemli iki askeri ortağını resmi bir mutabakat içine sokmak için tüm tarafların önemli tavizler vereceği bir düzenleme olasılığını araştırmakla ilgili. Ve böyle bir anlaşmada Suudi Arabistan İsrail ile ilişkilerini normalleştirecek ve Çin ile güçlü ilişkilerinden geri adım atacak, ABD ise Suudi Arabistan için güvenlik garantilerini resmileştirecek, Suudi sivil nükleer programının geliştirilmesine yardımcı olacak ve daha sofistike füze önleme sistemleri sağlayacak. Ancak İsrail’in işgal altındaki topraklarda Filistinlilere “anlamlı tavizler” vermesi ve muhtemelen sonsuza kadar ilhaktan vazgeçmesi gerekecek.

İsrail güvenlik bürokrasisinin görüşlerini yansıtan İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (INSS), Friedman’ın makalesinin, ABD harekete geçme niyetinin bir işareti olarak önemine dikkat çeken bir analiz yayınladı. Analizin tamamına bakıldığında taraflardan beklenen tavizlerin imkansıza yakın görünmesine rağmen ABD’nin böyle bir anlaşma için ısrarcı ve Suudilerin kendisinden beklediği tavizlerin hepsini olmasa bile çoğunu vermeye razı olduğu görüşünde.  

Suudilere ABD silahları, nükleer programı için destek ve güvenlik garantisi sağlayacak böyle bir anlaşmaya Washington’un razı olma ihtimali oldukça düşük ancak razı olsa bile İsrail’in güvenlik bürokrasisi neden bu kadar hevesli?

“Bu yöndeki herhangi bir ilerlemenin Başbakan’ın koalisyon ortakları tarafından itirazla karşılanması ve belki de hükümetinin düşmesine yol açması bekleniyor. Hatta Biden yönetimi şu iki seçenekten birini gerçekleştirmeye çalışıyor olabilir: İsrail’de yeni ve daha ılımlı bir koalisyon hükümetinin kurulması ya da Batı Şeria’nın geleceği konusunda bir referandum niteliği taşıyacak olan yeni Knesset seçimleri.”

ABD’nin hedefi olarak yazılan bu ifadeler aynı zamanda İsrail güvenlik bürokrasisinin de beklentisi. Analizde imzası olan üç isim de INSS’nin kurucuları gibi uzun yıllar İsrail güvenlik kurumlarında görev almış isimler. Ayrıca INSS’nin İsrail hükümetlerine ve güvenlik kurumlarına düzenli raporlar sunan yarı resmi nitelikte bir düşünce kuruşu olduğu da unutulmamalı. Düşünce kuruluşu, aşırı sağcıların yer aldığı hükümet ve ülkeyi ayağa kaldıran yargı reformunun İsrail’in güvenliğini tehdit ettiğini uzun zamandır dillendiriyor.  Riyad ile normalleşme gündemiyle Netanyahu’ya, içinde debelendiği siyasi krizden “onurlu çıkış” sağlayacak büyük bir dış politika başarısı sağlayacağını düşünüyorlar.

Ancak yılan hikayesine dönen bu normalleşme gündeminde esas sorun Netanyahu ya da onun sağcı ortaklarından ziyade Riyad yönetimi ve onun ABD’den beklentileri. Dolayısıyla analizdeki olumlu havaya karşın kısa ve orta vadede böyle bir anlaşma ihtimali düşük. Ancak yine de Biden yönetimi ve Washington ile aynı hizadaki İsrail güvenlik bürokrasisinin hedeflerini daha iyi anlamak açısından önemli:

***

Başkan Biden Orta Doğu’da Çığır Açıcı Bir Adımı Gündemine Alıyor

Chuck Freilich, Eldad Shavit, Yoel Guzansky

İsrail ve Suudi Arabistan arasında olası bir normalleşme, Başkan Biden’ın girişim hakkındaki açıklaması ve anlaşmayı ilerletmek için arka planda yapılan çabalarla birlikte tekrar gündeme geldi. İsrail Başbakanının yakın bir zamanda Riyad’da halkın içinde dolaşacağı gün ne kadar yakın?

Başkan Biden, İsrail’de makuliyet ilkesini ortadan kaldıran oylama öncesinde New York Times köşe yazarı Tom Friedman’a verdiği mülakatta, İsrail hükümetinin öncülük ettiği yargı reformuna karşı olduğunu açıkça ifade etti. Knesset’teki oylamadan sonra 27 Temmuz 2023’te yayınlanan röportajın ikinci bölümünde ise yönetimin Suudi Arabistan ile İsrail arasında bir normalleşme anlaşmasını teşvik etme çabaları ele alındı. Biden, 28 Temmuz’da düzenlenen bir etkinlikte bu girişime atıfta bulunarak “bir yakınlaşmanın söz konusu olabileceğini” söyledi ancak daha fazla ayrıntı vermekten kaçındı.

Friedman’a göre Biden, 27 Temmuz’da Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Ulusal Güvenlik Konseyi Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörünü bölgesel konuları görüşmek üzere (sadece birkaç ay içinde ikinci kez) Suudi Arabistan’a gönderdi. Anlaşmayı kabul etmeleri karşılığında tarafların, uygulanması ilgili liderleri karmaşık stratejik ve siyasi zorluklarla karşı karşıya bırakacak bir dizi adım atmaları gerektiği bildirildi:

  • Suudi Arabistan’ın, ABD’nin NATO üyesi ülkelere verdiği taahhütlere benzer şekilde, saldırıya uğraması halinde Krallığı savunma taahhüdünü de içeren bir savunma anlaşması; neredeyse sınırsız gelişmiş (konvansiyonel) silah satışı ve henüz belirtilmemiş bir şekilde ABD onaylı sivil bir Suudi nükleer programı talep etmesi muhtemel.
  • İsrail ile normalleşmenin ötesinde, ABD’nin Suudi Arabistan’dan Yemen’deki savaşı sona erdirmesini, Filistin Yönetimi’ne cömert bir yardım paketi sağlamasını ve Çin ile gelişen ilişkilerini sınırlandırmasını talep etmesi olası.
  • İsrail’in Filistinlilerle gelecekte iki devletli bir çözümü tehlikeye atabilecek her türlü önlemden kaçınması ve bu amaçla Batı Şeria’yı ilhak etmekten, yeni yerleşim yerleri kurmaktan ve yasadışı ileri karakolları yasallaştırmaktan kaçınmayı; C Bölgesi’ndeki bazı toprakları Filistin kontrolüne devretmeyi ve genel olarak Filistin Yönetimi’ni güçlendirecek adımlar atmayı süresiz olarak taahhüt etmesi gerekecektir.
  • Filistin Yönetimi’nden, kapsamlı Suudi yardımı ve İsrail’in söz konusu tavizleri karşılığında genel anlaşmaya onay vermesi istenecek.

Önemi

Friedman’ın makalesi, Washington tarafından uzun zamandır düşünülen paket programın ayrıntılarına ilişkin yeni bir bilgi sunmuyor. Asıl önemi, Başkan tarafından seçilen zamanlamasında ve ABD’nin Riyad’a danışmanlarını göndererek bu hamleyi hızlandırma konusundaki istekliliğinden geliyor. Yönetimin paket programı teşvik isteği, Suudi Arabistan ile normalleşmenin hükümetinin ana hedeflerinden biri olduğunu ilan eden Başbakan Binyamin Netanyahu’nun anlaşmayı İsrail’deki siyasi bataklıktan bir çıkış yolu olarak görebileceği varsayımına dayanıyor olabilir. Aslında yönetimin bu hamlesi, geniş bir siyasi mutabakatın yokluğunda, makuliyet ilkesini ortadan kaldıran yasanın geçmemesi için Başbakanı ikna etme girişiminin başarısız olmasına Başkan tarafından verilen bir tür “yanıt” olabilir.

Suudilerin talepleri dikkate alındığında, yönetimin normalleşme için yüksek bir bedel ödemesi gerektiğinin farkında olduğu ve bunu yapmaya giderek daha istekli olduğu görülüyor.

Başkan Biden, bölgesel aktörleri tarihi kararlar almaya zorlamayı hedefliyor. Yönetim işe, taleplerinin yüzde 100’ünden daha azıyla (çok daha azı olmasa da) yetinmeye hazır olduğunu göstermek zorunda kalacak olan Suudi Arabistan’la başlıyor. Şu anda Asya-Pasifik arenası ve Ukrayna’da Rusya’yla mücadele gibi büyük küresel zorluklarla karşı karşıya olan ABD güvenlik kurumu, uzun sınırları ve çok sayıda tehdidi olan Suudi Arabistan bir yana, herhangi bir ülkeye askeri garanti vermekte zorlanacak. (ABD en son 1960 yılında Japonya ile, ondan önce de 1953 yılında Güney Kore gibi demokratik olmayan bir ülke ile savunma anlaşması imzalamıştı).

Riyad’ın ABD’den, nükleer silahların yayılma riskini önleyecek özel bir anlaşma (“1,2,3 altın standardı”) imzalamadan, bağımsız zenginleştirme kapasitesini de içeren bir Suudi sivil nükleer programını kabul etmesini talep etmesi, yönetim ve tabii ki İsrail için önemli zorluklar yaratıyor. ABD’nin bu talebi kabul etmesi halinde Suudilerin de ABD’nin sıkı denetimini kabul etmesi gerekecek. Geçmişte önerilen seçeneklerden biri, ABD’nin uranyum zenginleştirme programının kurulmasını ve işletilmesini denetlemesini sağlayacak “nükleer Aramco” olarak adlandırılan bir ABD-Suudi nükleer şirketinin kurulmasıydı. Suudi Arabistan’da uranyum zenginleştirme de dahil sivil bir nükleer program gerçek bir tehlikeyi beraberinde getirmektedir zira Orta Doğu’daki diğer ülkeler de benzer taleplerde bulunarak bölgede nükleer silahların yayılma riskini artırabilirler. Örneğin BAE, nükleer programının kurulmasına yardım karşılığında kendi sınırları içinde uranyum zenginleştirmekten vazgeçmişti. BAE’nin anlaşmanın yeniden müzakere edilmesini talep etmesi ya da ABD’den tazminat istemesi ihtimali göz ardı edilemez.

Suudilerin en gelişmiş silahlara olan talebi Mısır, BAE ve hatta İsrail’i de içine alacak bölgesel bir konvansiyonel silahlanma yarışı konusunda ABD’de ciddi endişelere yol açıyor. İsrail açısından, örneğin (Riyad’ın bir süredir ilgilendiği) F-35 savaş uçaklarının Suudi Arabistan’a satılması halinde, Birleşik Devletler’in, İsrail’in üstün askeri gücünü koruma konusundaki sözleşmeli yükümlülüğünü yerine getirmesi zor olacak. Suudi Arabistan’ın ciddi bir iç karışıklık yaşaması halinde bu silahların geleceğine ilişkin başka endişeler de var. ABD tarafından kendisine söz verildiğini iddia ettiği F-35 jetlerini şimdiye kadar teslim almamış olan BAE, bu jetlerin Suudi Arabistan’a teslim edilmesini talebini yenilemek için bir dayanak ya da itibarına vurulmuş bir darbe olarak değerlendirebilir.

ABD’nin Suudilerin savunma paktı veya eşdeğer bir garanti talebine olumlu yanıt vermesinin, İsrail de dahil bölgedeki diğer ülkelerin benzer taleplerine yol açması ve yönetimin bu taleplere rıza göstermesinin uzun zamandır arzuladığı bölgesel güvenlik mimarisinin kurulmasına katkıda bulunması bekleniyor. Yukarıdaki adımlar hep birlikte İran üzerindeki baskıyı önemli ölçüde arttırmayı ve onu nükleer müzakerelerde itidalli davranmaya zorlamanın yanı sıra İran, Rusya ve Çin’e ABD’nin Orta Doğu’daki lider süper güç olmaya devam ettiğini açıkça göstermeyi amaçlıyor.

Stratejik konulara ABD’nin iç normatif ve siyasi mülahazaları da eklenmeli. Demokrat Parti ve Başkan’ın kendisi, genel olarak teokratik Suudi Arabistan’a ve özellikle de fiili yöneticisi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a karşı güçlü bir antipati besliyor. Hatta son başkanlık kampanyası sırasında Başkan, Suudi Arabistan’dan parya devlet olarak bahsetmiş ve uzun süredir Bin Selman ile temastan kaçınmıştı. Başkan’ın tutumu, özellikle Ukrayna’daki savaştan kaynaklanan enerji krizi nedeniyle Suudi Arabistan’ın stratejik öneminin artması ve Bin Selman tarafından uygulanan geniş kapsamlı iç reformların takdir edilmesi nedeniyle değişmiş olsa bile, yönetim Kongre’de Suudi taleplerine yönelik itirazların üstesinden gelmekte zorlanabilir. Bu potansiyel engeli aşmanın anahtarı, İsrail’in Filistin meselesinde pratik adımlar atmaya rıza göstermesi olabilir ki bu da yönetimin ve İsrail yerleşimlerinin genişlemesini ve Batı Şeria’nın fiilen ilhakını durdurmak ve gelecekte iki devletli bir çözüm olasılığını korumak isteyen birçok Demokrat milletvekilinin taleplerini karşılayacaktır.

ABD’nin normalleşmeyi destekleme isteğinin nedeni çoğunlukla İsrail’le ilgili. Bu yöndeki herhangi bir ilerlemenin Başbakan’ın koalisyon ortakları tarafından itirazla karşılanması ve belki de hükümetinin düşmesine yol açması bekleniyor. Hatta yönetim şu iki seçenekten birini gerçekleştirmeye çalışıyor olabilir: İsrail’de yeni ve daha ılımlı bir koalisyon hükümetinin kurulması ya da Batı Şeria’nın geleceği konusunda bir referandum niteliği taşıyacak olan yeni Knesset seçimleri. Yönetimin bakış açısına göre, normalleşme girişimi Netanyahu’nun zorluklara rağmen bunu benimsemesini sağlayacak kadar cazip olabilir. Bu girişim ona çığır açan bir bölgesel dönüşümün lideri olarak tarihe geçme fırsatı, yargıdaki reform bataklığından kurtulma ve kamuoyunun dikkatini kişisel hukuki meselelerinden başka yöne çekme imkânı sağlayacaktır.

İbrahim Anlaşması’nda olduğu gibi Filistinliler seyirci konumunda kalacak, ancak yine de bu hamlenin gerçekleşmesi halinde Batı Şeria’daki ilhak sürecinin durdurulması ve önemli miktarda mali yardım gibi önemli faydalar elde edebilecekler. Böyle bir senaryoda asıl kaybeden İran olacaktır. ABD yönetimi ayrıca bu hamleyi, İsrail’in İran’ın nükleer programına karşı askerî harekât düzenleme ihtimalini en aza indirmenin ve Suriye’de İsrail ile İran, İsrail ile Hizbullah, Hamas ve Filistin İslami Cihad arasındaki gerilimi azaltmanın bir yolu olarak görüyor. Kudüs ve Riyad arasında kısmi normalleşme tam bir İsrail-Filistin anlaşması olmadan da mümkün olabilir, ancak Suudiler İsrail ile normalleşmenin ana ödüllerini ABD’den beklerken, Filistin bağlamında İsrail’den iki devletli çözüme katkı olarak gösterebilecekleri bir karşılık görmek istiyorlar. Ancak mevcut İsrail hükümetinin Filistin bağlamındaki politikası İsrail-Suudi ilerlemesi için elverişli koşullar yaratma kabiliyetini sınırladığından bu hedefe ulaşmak zor olabilir.

Son olarak, ABD’nin İsrail ve Suudi Arabistan arasında normalleşme için bastırması, 2024’te yaklaşan seçim kampanyası ve önemli bir dış politika başarısı elde etme hırsı göz önüne alındığında, Başkan Biden’ın kendi hesaplarından bağımsız olmayacak. Aynı zamanda, bu girişimi uygulanabilir kılan şey, Başkan’ın İsrail’i demokratik ve Yahudi bir devlet olarak görmesine olan derin kişisel bağlılığından ve “İsrail’i kendisinden kurtarma” ve İsrail içi, Filistin ve bölgesel açılardan güvenliğini ve konumunu güçlendirme arzusundan kaynaklanıyor gibi görünmesidir.

Ortadoğu

Yeni Suriye yönetimi ilk küresel SWIFT transferini gerçekleştirdi

Yayınlanma

Suriye Merkez Bankası Başkanı perşembe günü yaptığı açıklamada, Suriye’nin 14 yıldır süren savaşın patlak vermesinden bu yana SWIFT sistemi üzerinden ilk uluslararası banka işlemini gerçekleştirdiğini söyledi. Bu, Suriye’nin küresel finans sistemine yeniden entegre olma çabalarında önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.

Merkez Bankası Başkanı Abdelkader Husriyeh, Şam’da Reuters’a verdiği demeçte, pazar günü bir Suriye bankasından bir İtalyan bankasına doğrudan ticari işlem gerçekleştirildiğini ve ABD bankalarıyla işlemlerin birkaç hafta içinde başlayabileceğini söyledi.

“Artık bu tür işlemlerin önü açıldı” diye ekledi.

Suriye bankaları, Beşar Esad hükümetine karşı olan Batılı ülkelerin 2011’de Suriye Merkez Bankası da dahil olmak üzere yaptırımlar uygulamasıyla dünyadan büyük ölçüde koparılmıştu.

Geçen yıl, Batı tarafından terör örgütü olarak tanınan HTŞ’nin Esad yönetimini devirmesiyle  Avrupa ve ABD, HTŞ nezdinde yeniden Suriye ile ilişkiler geliştirmeye başladı. Bu adımların doruk noktası, mayıs ayında geçici cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile ABD Başkanı Donald Trump’ın Riyad’da bir araya gelmesiyle oldu.

ABD daha sonra yaptırımlarını önemli ölçüde hafifletti ve Kongre’de bazı milletvekilleri yaptırımların tamamen kaldırılması için baskı yapıyor. Avrupa da ekonomik yaptırım rejiminin sona erdiğini açıkladı.

Merkez Bankası Başkanı Husriyeh, çarşamba günü Suriye bankaları, birkaç ABD bankası ve Washington’un Suriye özel temsilcisi Thomas Barrack’ın da aralarında bulunduğu ABD’li yetkililerin katıldığı üst düzey bir sanal toplantıya başkanlık etti.

Toplantının amacı, Suriye’nin bankacılık sisteminin küresel finans sistemine yeniden bağlanmasını hızlandırmaktı ve Husriyeh, ABD bankalarına muhabir bankacılık ilişkilerini yeniden kurmaları için resmi davet gönderdi.

Husriyeh, Reuters’a verdiği demeçte, “İki net hedefimiz var: ABD bankalarının Suriye’de temsilcilik ofisleri açması ve Suriye ile ABD bankaları arasındaki işlemlerin yeniden başlaması. İkincisinin birkaç hafta içinde gerçekleşebileceğini düşünüyorum” dedi.

Çarşamba günkü konferansa davet edilen bankalar arasında JP Morgan, Morgan Stanley ve Citibank da vardı, ancak kimlerin katıldığı hemen belli olmadı.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Arak nükleer tesisi vuruldu, İran füze yağdırdı

Yayınlanma

İsrail’in dün geceki saldırılarının hedefinde Arak nükleer tesisi de vardı. İran’ın misillemesi sert oldu. Tel Aviv ve Beerşeva’ya ateşlenen füzelerin hedefinde İsrail ordusunun komuta ve istihbarat karargahı vardı.  Netanyahu İran’a yönelik saldırıların saldırıların artırılması talimatını verdi.

İsrail ile İran arasında bir haftadır tırmanan gerilim, perşembe sabahı karşılıklı saldırılarla yeni bir boyuta taşındı. İsrail ordusu, İran’ın Arak nükleer tesisi dahil bir dizi hedefe yönelik hava saldırısı düzenlediğini açıkladı. İran, misilleme olarak Tel Aviv ve güneydeki Beerşeva başta olmak üzere çeşitli bölgelere 30’a yakın füze fırlattı.

İsrail ordusu dün gece İran’ın Arak Ağır Su Nükleer Tesisi’ne (Şehid Handab Araştırma Reaktörü) saldırıda bulunduğunu açıkladı. Askerî yetkililer, bu tesiste nükleer silah geliştirmeyi hızlandıracak ekipman bulunduğunu ileri sürdü.

İran Atom Enerjisi Kurumu Bilgilendirme Merkezi tarafından yapılan yazılı açıklamada ise “Saldırıda can kaybı ya da yaralanma olmadı. Önceden alınmış güvenlik önlemleri sayesinde, tesis çevresindeki bölge halkı açısından da hiçbir risk veya zarar söz konusu değil” dendi.  İran devlet televizyonu da tesiste nükleer sızıntı olmadığını bildirdi.

Sabahın ilk ışıklarında misilleme

İran’ın bu saldırılara misillemesi sabah saatlerinde geldi. İran’dan ateşlenen 20’den fazla füzenin başkent Tel Aviv çevresinde ve güneydeki Necef’te bazı noktalara doğrudan isabet etti.

İsrail’in Yedioth Ahronoth gazetesi, hava savunma sistemlerinin İran’dan fırlatılan füzeleri önlemeye çalıştığını kaydetti.

Haberde, İran’dan İsrail’e 20’den fazla füze fırlatıldığı, füzelerin ülkenin merkezinde ve güneyinde en az 4 noktayı vurduğu belirtildi.

Merkezde başkent Tel Aviv, Ramat Gan ve Holon, güneyde ise Birüssebi (Berşeva) kentlerinde füzelerin bazı binalara doğrudan isabet ettiği, Birüssebi’yi hedef alan füzenin Soroka Hastanesine düştüğü ileri sürüldü.

İsrail acil yardım servisi Kızıl Davut Yıldızı, saat 07.10 sıralarında düzenlenen saldırılarda isabet ihbarları aldıklarını ve bölgelere ulaştıklarını belirtti.

Kızıl Davut Yıldızından yapılan yazılı açıklamada, İran’ın füzelerle sabah düzenlediği misilleme saldırısında 3’ü ağır 65 kişinin yaralandığı aktarıldı.

Açıklamada, yaralılardan ikisinin durumunun orta derecede olduğu, diğerlerinin de şarapnel veya patlamanın etkisiyle ya da sığınaklara giderken yaralandığı ifade edildi.

Öte yandan İsrail ordusu, sabahki misillemede İran’ın 30 civarında füze attığının tahmin edildiğini kaydetti.

İsrail Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, güneydeki Beerşeva kentinde bulunan Soroka Hastanesi’ne İran füzelerinin isabet ettiği ileri sürüldü. Soroka Hastanesi’nde Gazze’de yaralanan İsrail askerlerinin tedavi edildiği biliniyor.

İran Devrim Muhafızları Ordusuna yakın yarı resmi Tesnim Haber Ajansında yayımlanan habere göre ise İran’ın bu sabahki misilleme saldırısında İsrail ordusunun komuta ve istihbarat karargâhı hedef alındı.

İsrail medyasında söz konusu yerin “hastane” olarak gösterilmeye çalışıldığı savunulan haberde, hedef alınan yerin hastane yanındaki İsrail Savunma Kuvvetleri’nin komuta ve istihbarat (IDF C4i) karargâhı ve Gav-Yam Teknoloji Parkı’ndaki bir ordu istihbarat kampı olduğu kaydedildi.

Haberde, vurulan yapılarda İsrail ordusuna ait binlerce askeri güç, dijital komuta sistemleri, siber operasyon sistemleri olduğu belirtildi.

Öte yandan Lübnan’dan yayın yapan El Mayadin’e göre saldırısı sonrası iki askeri üssün arasında bulunan Soroka Hastanesi şüpheli tehlikeli madde sızıntısı nedeniyle tahliye edildi.

Netanyahu’dan “saldırıları artırma” talimatı

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, İran’ın bu sabahki misillemesinden sonra İsrail ordusuna İran’a yönelik saldırıların artırılması talimatını verdi. Yazılı açıklama yapan Netanyahu, İranlı yetkililerin “bedel ödeyeceği” tehdidinde bulundu.

Savunma Bakanı Yisrael Katz da sosyal medya hesabından İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in bu sabahki misillemenin “bedelini ödeyeceğini” ileri sürdü.

İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, cumadan bu yana ilk kez televizyonda yayınlanan konuşmasında Trump’ın “İran’ın teslim olması” çağrısına meydan okudu. “Herhangi bir ABD askeri müdahalesi kesinlikle geri döndürülemez hasar yaratacak” dedi ve ekledi: “İran halkı teslim olmayacak.”

İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Abdurrahim Musevi de İran’ın misillemesi sürerken Devrim Muhafızları Ordusu Hava-Uzay Kuvvetleri’ne ait füze üssünü ziyaret etti.

Musevi, “Siyonist işgalci rejime ait her türlü hedefe durmaksızın saldırılarımızı sürdüreceğiz. Önümüzde hiçbir engel görmüyoruz” dedi.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

WSJ’nin iddiası: Trump, İran’a saldırı planını onayladı

Yayınlanma

The Wall Street Journal’ın haberine göre, ABD Başkanı Donald Trump, Tahran’ı nükleer programından vazgeçmeye zorlamak amacıyla İran’a yönelik bir saldırı planını özel olarak onayladı. Trump nihai emri henüz vermezken, İran lideri Hamaney olası bir müdahalenin ABD için ‘telafisi imkansız hasarla’ sonuçlanacağı uyarısında bulundu.

ABD Başkanı Donald Trump’ın, Tahran yönetimini nükleer programından vazgeçmeye zorlamak amacıyla İran’a yönelik bir saldırı planını özel olarak onayladığı öne sürüldü.

The Wall Street Journal‘ın (WSJ) konuya aşina üç kaynağa dayandırdığı haberine göre Trump, ABD’nin bir savaşa sürüklenme riskinin İran’ı nükleer silah konusundaki talepleri yerine getirmeye zorlayacağını umuyor.

Ancak Trump’ın, Tahran’ın nükleer programından vazgeçmesi ihtimaline karşı saldırı için nihai emri henüz vermediği belirtildi.

‘Nihai kararı son saniyede alırım’

Beyaz Saray Durum Odası’nda askeri komuta kademesiyle yaptığı görüşmenin ardından gazetecilere konuşan Trump, askeri bir çözümü dışlamadığını belirtti.

Trump, “Nihai kararı, verilmesi gereken andan bir saniye önce almayı seviyorum çünkü her şey değişir, özellikle de savaş sırasında,” dedi.

Trump sözlerine şöyle devam etti:

“Ben de müdahale etmek istemiyorum ama 20 yıldır, belki de daha uzun süredir İran’ın nükleer silahı olamayacağını söylüyorum. Bunu uzun zamandır söylüyorum ve bence onu elde etmelerine birkaç hafta kalmıştı.”

ABD Başkanı’nın geçtiğimiz günlerde İran’dan koşulsuz teslimiyet talep ettiği de biliniyor.

Hamaney’den ‘telafisi imkansız hasar’ uyarısı

İran’ın dini lideri Ali Hamaney ise dün olası bir askeri müdahaleye sert tepki gösterdi. Hamaney, “ABD’nin herhangi bir askeri müdahalesi, şüphesiz onlar için telafisi imkansız bir hasarla sonuçlanacaktır,” ifadeleriyle tehditte bulundu.

Tahran’ın kimsenin “diktasına” boyun eğmeyeceğini vurgulayan Hamaney, hem “dayatılan savaşa” hem de “dayatılan barışa” kararlılıkla karşı koyacaklarını söyledi.

Avrupa ile nükleer müzakereler planlanıyor

Öte yandan, Reuters‘ın edindiği bilgiye göre, 20 Haziran’da İran ile Fransa, İngiltere ve Almanya arasında nükleer müzakereler yapılması planlanıyor.

Avrupalı ülkelerin bu görüşmede, İran’dan atom enerjisinin sadece barışçıl amaçlarla kullanılacağına dair kesin garantiler isteyeceği belirtildi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English