Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesi Netanyahu için “onurlu çıkış” mı?

Yayınlanma

“Bu girişim ona çığır açan bir bölgesel dönüşümün lideri olarak tarihe geçme fırsatı, yargıdaki reform bataklığından kurtulma ve kamuoyunun dikkatini kişisel hukuki meselelerinden başka yöne çekme imkânı sağlayacak.”

27 Temmuz’da New York Times köşe yazarı Thomas L. Friedman, ABD Başkanı Joe Biden’ın İsrail ve Suudi Arabistan arasında olası normalleşme için taraflara baskı yapmayı düşündüğünü yazdı. Friedman’a göre, ABD’li üst düzey yetkililerin Riyad’a yaptıkları son ziyaretler, ABD’nin bölgedeki en önemli iki askeri ortağını resmi bir mutabakat içine sokmak için tüm tarafların önemli tavizler vereceği bir düzenleme olasılığını araştırmakla ilgili. Ve böyle bir anlaşmada Suudi Arabistan İsrail ile ilişkilerini normalleştirecek ve Çin ile güçlü ilişkilerinden geri adım atacak, ABD ise Suudi Arabistan için güvenlik garantilerini resmileştirecek, Suudi sivil nükleer programının geliştirilmesine yardımcı olacak ve daha sofistike füze önleme sistemleri sağlayacak. Ancak İsrail’in işgal altındaki topraklarda Filistinlilere “anlamlı tavizler” vermesi ve muhtemelen sonsuza kadar ilhaktan vazgeçmesi gerekecek.

İsrail güvenlik bürokrasisinin görüşlerini yansıtan İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (INSS), Friedman’ın makalesinin, ABD harekete geçme niyetinin bir işareti olarak önemine dikkat çeken bir analiz yayınladı. Analizin tamamına bakıldığında taraflardan beklenen tavizlerin imkansıza yakın görünmesine rağmen ABD’nin böyle bir anlaşma için ısrarcı ve Suudilerin kendisinden beklediği tavizlerin hepsini olmasa bile çoğunu vermeye razı olduğu görüşünde.  

Suudilere ABD silahları, nükleer programı için destek ve güvenlik garantisi sağlayacak böyle bir anlaşmaya Washington’un razı olma ihtimali oldukça düşük ancak razı olsa bile İsrail’in güvenlik bürokrasisi neden bu kadar hevesli?

“Bu yöndeki herhangi bir ilerlemenin Başbakan’ın koalisyon ortakları tarafından itirazla karşılanması ve belki de hükümetinin düşmesine yol açması bekleniyor. Hatta Biden yönetimi şu iki seçenekten birini gerçekleştirmeye çalışıyor olabilir: İsrail’de yeni ve daha ılımlı bir koalisyon hükümetinin kurulması ya da Batı Şeria’nın geleceği konusunda bir referandum niteliği taşıyacak olan yeni Knesset seçimleri.”

ABD’nin hedefi olarak yazılan bu ifadeler aynı zamanda İsrail güvenlik bürokrasisinin de beklentisi. Analizde imzası olan üç isim de INSS’nin kurucuları gibi uzun yıllar İsrail güvenlik kurumlarında görev almış isimler. Ayrıca INSS’nin İsrail hükümetlerine ve güvenlik kurumlarına düzenli raporlar sunan yarı resmi nitelikte bir düşünce kuruşu olduğu da unutulmamalı. Düşünce kuruluşu, aşırı sağcıların yer aldığı hükümet ve ülkeyi ayağa kaldıran yargı reformunun İsrail’in güvenliğini tehdit ettiğini uzun zamandır dillendiriyor.  Riyad ile normalleşme gündemiyle Netanyahu’ya, içinde debelendiği siyasi krizden “onurlu çıkış” sağlayacak büyük bir dış politika başarısı sağlayacağını düşünüyorlar.

Ancak yılan hikayesine dönen bu normalleşme gündeminde esas sorun Netanyahu ya da onun sağcı ortaklarından ziyade Riyad yönetimi ve onun ABD’den beklentileri. Dolayısıyla analizdeki olumlu havaya karşın kısa ve orta vadede böyle bir anlaşma ihtimali düşük. Ancak yine de Biden yönetimi ve Washington ile aynı hizadaki İsrail güvenlik bürokrasisinin hedeflerini daha iyi anlamak açısından önemli:

***

Başkan Biden Orta Doğu’da Çığır Açıcı Bir Adımı Gündemine Alıyor

Chuck Freilich, Eldad Shavit, Yoel Guzansky

İsrail ve Suudi Arabistan arasında olası bir normalleşme, Başkan Biden’ın girişim hakkındaki açıklaması ve anlaşmayı ilerletmek için arka planda yapılan çabalarla birlikte tekrar gündeme geldi. İsrail Başbakanının yakın bir zamanda Riyad’da halkın içinde dolaşacağı gün ne kadar yakın?

Başkan Biden, İsrail’de makuliyet ilkesini ortadan kaldıran oylama öncesinde New York Times köşe yazarı Tom Friedman’a verdiği mülakatta, İsrail hükümetinin öncülük ettiği yargı reformuna karşı olduğunu açıkça ifade etti. Knesset’teki oylamadan sonra 27 Temmuz 2023’te yayınlanan röportajın ikinci bölümünde ise yönetimin Suudi Arabistan ile İsrail arasında bir normalleşme anlaşmasını teşvik etme çabaları ele alındı. Biden, 28 Temmuz’da düzenlenen bir etkinlikte bu girişime atıfta bulunarak “bir yakınlaşmanın söz konusu olabileceğini” söyledi ancak daha fazla ayrıntı vermekten kaçındı.

Friedman’a göre Biden, 27 Temmuz’da Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Ulusal Güvenlik Konseyi Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörünü bölgesel konuları görüşmek üzere (sadece birkaç ay içinde ikinci kez) Suudi Arabistan’a gönderdi. Anlaşmayı kabul etmeleri karşılığında tarafların, uygulanması ilgili liderleri karmaşık stratejik ve siyasi zorluklarla karşı karşıya bırakacak bir dizi adım atmaları gerektiği bildirildi:

  • Suudi Arabistan’ın, ABD’nin NATO üyesi ülkelere verdiği taahhütlere benzer şekilde, saldırıya uğraması halinde Krallığı savunma taahhüdünü de içeren bir savunma anlaşması; neredeyse sınırsız gelişmiş (konvansiyonel) silah satışı ve henüz belirtilmemiş bir şekilde ABD onaylı sivil bir Suudi nükleer programı talep etmesi muhtemel.
  • İsrail ile normalleşmenin ötesinde, ABD’nin Suudi Arabistan’dan Yemen’deki savaşı sona erdirmesini, Filistin Yönetimi’ne cömert bir yardım paketi sağlamasını ve Çin ile gelişen ilişkilerini sınırlandırmasını talep etmesi olası.
  • İsrail’in Filistinlilerle gelecekte iki devletli bir çözümü tehlikeye atabilecek her türlü önlemden kaçınması ve bu amaçla Batı Şeria’yı ilhak etmekten, yeni yerleşim yerleri kurmaktan ve yasadışı ileri karakolları yasallaştırmaktan kaçınmayı; C Bölgesi’ndeki bazı toprakları Filistin kontrolüne devretmeyi ve genel olarak Filistin Yönetimi’ni güçlendirecek adımlar atmayı süresiz olarak taahhüt etmesi gerekecektir.
  • Filistin Yönetimi’nden, kapsamlı Suudi yardımı ve İsrail’in söz konusu tavizleri karşılığında genel anlaşmaya onay vermesi istenecek.

Önemi

Friedman’ın makalesi, Washington tarafından uzun zamandır düşünülen paket programın ayrıntılarına ilişkin yeni bir bilgi sunmuyor. Asıl önemi, Başkan tarafından seçilen zamanlamasında ve ABD’nin Riyad’a danışmanlarını göndererek bu hamleyi hızlandırma konusundaki istekliliğinden geliyor. Yönetimin paket programı teşvik isteği, Suudi Arabistan ile normalleşmenin hükümetinin ana hedeflerinden biri olduğunu ilan eden Başbakan Binyamin Netanyahu’nun anlaşmayı İsrail’deki siyasi bataklıktan bir çıkış yolu olarak görebileceği varsayımına dayanıyor olabilir. Aslında yönetimin bu hamlesi, geniş bir siyasi mutabakatın yokluğunda, makuliyet ilkesini ortadan kaldıran yasanın geçmemesi için Başbakanı ikna etme girişiminin başarısız olmasına Başkan tarafından verilen bir tür “yanıt” olabilir.

Suudilerin talepleri dikkate alındığında, yönetimin normalleşme için yüksek bir bedel ödemesi gerektiğinin farkında olduğu ve bunu yapmaya giderek daha istekli olduğu görülüyor.

Başkan Biden, bölgesel aktörleri tarihi kararlar almaya zorlamayı hedefliyor. Yönetim işe, taleplerinin yüzde 100’ünden daha azıyla (çok daha azı olmasa da) yetinmeye hazır olduğunu göstermek zorunda kalacak olan Suudi Arabistan’la başlıyor. Şu anda Asya-Pasifik arenası ve Ukrayna’da Rusya’yla mücadele gibi büyük küresel zorluklarla karşı karşıya olan ABD güvenlik kurumu, uzun sınırları ve çok sayıda tehdidi olan Suudi Arabistan bir yana, herhangi bir ülkeye askeri garanti vermekte zorlanacak. (ABD en son 1960 yılında Japonya ile, ondan önce de 1953 yılında Güney Kore gibi demokratik olmayan bir ülke ile savunma anlaşması imzalamıştı).

İsrail’in “Riyad ile normalleşme” spekülasyonu

Riyad’ın ABD’den, nükleer silahların yayılma riskini önleyecek özel bir anlaşma (“1,2,3 altın standardı”) imzalamadan, bağımsız zenginleştirme kapasitesini de içeren bir Suudi sivil nükleer programını kabul etmesini talep etmesi, yönetim ve tabii ki İsrail için önemli zorluklar yaratıyor. ABD’nin bu talebi kabul etmesi halinde Suudilerin de ABD’nin sıkı denetimini kabul etmesi gerekecek. Geçmişte önerilen seçeneklerden biri, ABD’nin uranyum zenginleştirme programının kurulmasını ve işletilmesini denetlemesini sağlayacak “nükleer Aramco” olarak adlandırılan bir ABD-Suudi nükleer şirketinin kurulmasıydı. Suudi Arabistan’da uranyum zenginleştirme de dahil sivil bir nükleer program gerçek bir tehlikeyi beraberinde getirmektedir zira Orta Doğu’daki diğer ülkeler de benzer taleplerde bulunarak bölgede nükleer silahların yayılma riskini artırabilirler. Örneğin BAE, nükleer programının kurulmasına yardım karşılığında kendi sınırları içinde uranyum zenginleştirmekten vazgeçmişti. BAE’nin anlaşmanın yeniden müzakere edilmesini talep etmesi ya da ABD’den tazminat istemesi ihtimali göz ardı edilemez.

Suudilerin en gelişmiş silahlara olan talebi Mısır, BAE ve hatta İsrail’i de içine alacak bölgesel bir konvansiyonel silahlanma yarışı konusunda ABD’de ciddi endişelere yol açıyor. İsrail açısından, örneğin (Riyad’ın bir süredir ilgilendiği) F-35 savaş uçaklarının Suudi Arabistan’a satılması halinde, Birleşik Devletler’in, İsrail’in üstün askeri gücünü koruma konusundaki sözleşmeli yükümlülüğünü yerine getirmesi zor olacak. Suudi Arabistan’ın ciddi bir iç karışıklık yaşaması halinde bu silahların geleceğine ilişkin başka endişeler de var. ABD tarafından kendisine söz verildiğini iddia ettiği F-35 jetlerini şimdiye kadar teslim almamış olan BAE, bu jetlerin Suudi Arabistan’a teslim edilmesini talebini yenilemek için bir dayanak ya da itibarına vurulmuş bir darbe olarak değerlendirebilir.

ABD’nin Suudilerin savunma paktı veya eşdeğer bir garanti talebine olumlu yanıt vermesinin, İsrail de dahil bölgedeki diğer ülkelerin benzer taleplerine yol açması ve yönetimin bu taleplere rıza göstermesinin uzun zamandır arzuladığı bölgesel güvenlik mimarisinin kurulmasına katkıda bulunması bekleniyor. Yukarıdaki adımlar hep birlikte İran üzerindeki baskıyı önemli ölçüde arttırmayı ve onu nükleer müzakerelerde itidalli davranmaya zorlamanın yanı sıra İran, Rusya ve Çin’e ABD’nin Orta Doğu’daki lider süper güç olmaya devam ettiğini açıkça göstermeyi amaçlıyor.

Stratejik konulara ABD’nin iç normatif ve siyasi mülahazaları da eklenmeli. Demokrat Parti ve Başkan’ın kendisi, genel olarak teokratik Suudi Arabistan’a ve özellikle de fiili yöneticisi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a karşı güçlü bir antipati besliyor. Hatta son başkanlık kampanyası sırasında Başkan, Suudi Arabistan’dan parya devlet olarak bahsetmiş ve uzun süredir Bin Selman ile temastan kaçınmıştı. Başkan’ın tutumu, özellikle Ukrayna’daki savaştan kaynaklanan enerji krizi nedeniyle Suudi Arabistan’ın stratejik öneminin artması ve Bin Selman tarafından uygulanan geniş kapsamlı iç reformların takdir edilmesi nedeniyle değişmiş olsa bile, yönetim Kongre’de Suudi taleplerine yönelik itirazların üstesinden gelmekte zorlanabilir. Bu potansiyel engeli aşmanın anahtarı, İsrail’in Filistin meselesinde pratik adımlar atmaya rıza göstermesi olabilir ki bu da yönetimin ve İsrail yerleşimlerinin genişlemesini ve Batı Şeria’nın fiilen ilhakını durdurmak ve gelecekte iki devletli bir çözüm olasılığını korumak isteyen birçok Demokrat milletvekilinin taleplerini karşılayacaktır.

ABD’nin normalleşmeyi destekleme isteğinin nedeni çoğunlukla İsrail’le ilgili. Bu yöndeki herhangi bir ilerlemenin Başbakan’ın koalisyon ortakları tarafından itirazla karşılanması ve belki de hükümetinin düşmesine yol açması bekleniyor. Hatta yönetim şu iki seçenekten birini gerçekleştirmeye çalışıyor olabilir: İsrail’de yeni ve daha ılımlı bir koalisyon hükümetinin kurulması ya da Batı Şeria’nın geleceği konusunda bir referandum niteliği taşıyacak olan yeni Knesset seçimleri. Yönetimin bakış açısına göre, normalleşme girişimi Netanyahu’nun zorluklara rağmen bunu benimsemesini sağlayacak kadar cazip olabilir. Bu girişim ona çığır açan bir bölgesel dönüşümün lideri olarak tarihe geçme fırsatı, yargıdaki reform bataklığından kurtulma ve kamuoyunun dikkatini kişisel hukuki meselelerinden başka yöne çekme imkânı sağlayacaktır.

İbrahim Anlaşması’nda olduğu gibi Filistinliler seyirci konumunda kalacak, ancak yine de bu hamlenin gerçekleşmesi halinde Batı Şeria’daki ilhak sürecinin durdurulması ve önemli miktarda mali yardım gibi önemli faydalar elde edebilecekler. Böyle bir senaryoda asıl kaybeden İran olacaktır. ABD yönetimi ayrıca bu hamleyi, İsrail’in İran’ın nükleer programına karşı askerî harekât düzenleme ihtimalini en aza indirmenin ve Suriye’de İsrail ile İran, İsrail ile Hizbullah, Hamas ve Filistin İslami Cihad arasındaki gerilimi azaltmanın bir yolu olarak görüyor. Kudüs ve Riyad arasında kısmi normalleşme tam bir İsrail-Filistin anlaşması olmadan da mümkün olabilir, ancak Suudiler İsrail ile normalleşmenin ana ödüllerini ABD’den beklerken, Filistin bağlamında İsrail’den iki devletli çözüme katkı olarak gösterebilecekleri bir karşılık görmek istiyorlar. Ancak mevcut İsrail hükümetinin Filistin bağlamındaki politikası İsrail-Suudi ilerlemesi için elverişli koşullar yaratma kabiliyetini sınırladığından bu hedefe ulaşmak zor olabilir.

Son olarak, ABD’nin İsrail ve Suudi Arabistan arasında normalleşme için bastırması, 2024’te yaklaşan seçim kampanyası ve önemli bir dış politika başarısı elde etme hırsı göz önüne alındığında, Başkan Biden’ın kendi hesaplarından bağımsız olmayacak. Aynı zamanda, bu girişimi uygulanabilir kılan şey, Başkan’ın İsrail’i demokratik ve Yahudi bir devlet olarak görmesine olan derin kişisel bağlılığından ve “İsrail’i kendisinden kurtarma” ve İsrail içi, Filistin ve bölgesel açılardan güvenliğini ve konumunu güçlendirme arzusundan kaynaklanıyor gibi görünmesidir.

ORTADOĞU

İsrail’den Suriye ve Gazze’de uzun süreli işgal sinyali

Yayınlanma

Suriye’de Baas yönetiminin devrilmesinden saatler sonra Suriye topraklarındaki tampon bölgeye giren İsrail ordusu, bölgede uzun sürece kalacağının işaretlerini veriyor. Ayrıca ateşkes müzakerelerinin hızlandığı bir dönemde İsrail Savunma Bakanı, İsrail’in Batı Şeria’da olduğu gibi Gazze’de de güvenlik kontrolünü sürdüreceğini söyledi.

İsrail basını, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun Baas rejiminin devrilmesinin ardından Suriye’nin Hermon Dağı’ndaki tampon bölgede başlattığı işgalin gelecek yılın sonuna kadar devam ettirilmesi talimatını verdiğini yazdı. İsrailli yetkililer daha önce bu bölgedeki işgalinin geçici olduğunu iddia etmiş daha sonra kış ayları boyunca işgalin süreceğini söylemişti.

Kanal 12 televizyonunda yer alan haberde, Netanyahu’nun dün gittiği Hermon Dağı’ndaki tampon bölgede İsrail ordusuna işgalin 2025 sonuna kadar sürdürülmesi talimatı verdiği ifade edildi.

İsrail Başbakanı, dün Savunma Bakanı Yisrael Katz ve Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’yle birlikte 7 Aralık sonrası işgal edilen Hermon Dağı’ndaki tampon bölgeye gitmişti. Başbakanlık Basın Ofisinden yapılan açıklamada, Netanyahu’nun burada İsrail ordusunun Hermon Dağı’nda tampon bölgedeki işgalinin “geleceğine yönelik yönergeleri belirlediği” belirtilmiş ancak detay verilmemişti. Netanyahu, Hermon Dağı’ndaki tampon bölgede yaptığı açıklamada, buradaki işgalin “İsrail’in güvenliğini sağlayacak düzenleme bulunana kadar” süreceğini belirtmişti.

İsrail Savunma Bakanı Katz da orduya tahkimat kurmalarını ve bölgede uzun süre kalmaya hazırlanmalarını söyledi. Katz, Hermon Dağı’nı “İsrail devletinin gözü” olarak nitelendirdi.

Esad yönetimini deviren saldırıyı yöneten HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani pazartesi günü verdiği bir röportajda İsrail ordusunun Suriye’de asker bulundurması için hiçbir gerekçe olmadığını söyledi. Katz ise yönetimi deviren isyancıları radikal olarak nitelendirdi ve caydırılmaları gerektiğini söyledi.

İsrail’in 1974’te İsrail ve Suriye arasında imzalanan ve Birleşmiş Milletler barış güçlerinin burada konuşlanmasını öngören bir anlaşmayla oluşturulan tampon bölgeye girmesi BM ve Fransa, Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Kuveyt, Mısır ve Ürdün gibi ülkeler tarafından kınandı ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden bir uluslararası hukuk ihlali olarak nitelendirildi. İsrail ise Şam’daki yönetimin çökmesiyle birlikte Suriyeli askerlerin görev yerlerini terk etmelerinin ardından anlaşmanın geçersiz olduğunu iddia ediyor.

Bu arada İsrail’in Gazze Şeridi’nde süresiz işgale hazırlandığına dair işaretler artmaya devam ederken Katz, ordunun işgal altındaki Batı Şeria’da olduğu gibi Gazze’de de güvenlik kontrolünü sürdüreceğini söyledi. Katz, X’te yaptığı bir paylaşımda “Gazze konusundaki tutumum net. Hamas’ın Gazze’deki askeri ve hükümet gücünü yendikten sonra İsrail, tıpkı Batı Şeria’da olduğu gibi Gazze üzerinde de tam hareket özgürlüğü ile güvenlik kontrolüne sahip olacaktır” dedi. Filistin Yönetimi Batı Şeria’daki bazı bölgeleri kısmen yönetirken İsrail bölgede sıkı güvenlik kontrolünü sürdürüyor ve düzenli olarak askeri baskınlar düzenliyor.

Katz’ın bu açıklamaları Gazze’de ateşkes için yürütülen diplomasinin hızlandığı bir dönemde geldi. İsrail’in Gazze’nin kritik bölgelerinde kuvvet bulundurma ısrarı konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle daha önceki ateşkes müzakereleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Wall Street Journal’a göre (WSJ) Filistinliler ve bazı İsrailliler  “güvenlik kontrolünün” bölgede uzun süreli askeri işgale yol açacağını düşünüyor.

Netanyahu’nun liderliğini yaptığı Likud partisi ve koalisyondaki diğer partilerin üyeleri, bölgede Yahudi yerleşimleri kurmak da dahil çok daha sıkı bir kontrolü desteklediklerini dile getiriyorlar.

Birleşmiş Milletler’in en yüksek mahkemesi olan Uluslararası Adalet Divanı Temmuz ayında verdiği bir kararda İsrail’in Gazze ve Batı Şeria da dahil Filistin topraklarını on yıllardır işgal altında tutarak çeşitli uluslararası yasaları ihlal ettiğini belirtti. Mahkeme, uluslararası hukuka göre işgalin geçici olması gerektiğini ve işgalci bir gücün işgal altındaki topraklarda yaşayanlara karşı yasal sorumlulukları olduğunu söyledi.

Mahkeme, İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalinin geçici olmadığını gösteren eylemlerde bulunduğunu ve işgalci bir güç olarak bazı görevlerini ihmal ettiğini söyledi. İsrail mahkemenin görüşüne ve yargı yetkisine itiraz etti.

Gazze’nin işgalinin ilk günlerinden bu yana İsrail ordusu, adını Gazze’deki eski bir Yahudi yerleşiminden alan ve Netzarim olarak bilinen geniş bir güvenlik koridoru inşa ediyor. Askeri üsler, ileri karakollar, elektrik direkleri, baz istasyonları ve hatta bir sinagogdan oluşan koridor, Gazze’yi ikiye bölüyor. Kuzeye geçmek isteyenlerin koridordan geçen iki kontrol noktasından birinden geçmesi gerekiyor.

Filistin Kurtuluş Örgütü’nün eski hukuk danışmanı ve UAD davalarında çalışmış olan Diana Buttu, WSJ’ye Katz’ın yorumlarının ve İsrail’in Gazze’de askeri altyapı inşa etmesinin uzun vadede “Gazze’deki Filistinlilerin yaşamlarının sadece etkin kontrolü değil, düpedüz askeri kontrolü yönünde ilerlediğini” gösterdiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Hamas, rehine anlaşmasının savaşı sona erdirmesini istiyor

Yayınlanma

Gazze’de ateşkes ve esir takası için müzakereler sürerken İsrail basını Hamas’ın süreli bir ateşkese ikna olmadığını yazdı.

CIA Direktörü Bill Burns, Hamas ve İsrail heyetlerinin önceki iki gün Doha’da yaptığı görüşmelerin ardından Katar Başbakanı ile bir araya gelecek; Trump’ın elçisinin de Kahire ziyaretinin ardından Doha’ya gelmesi bekleniyor.

Axios haber sitesinin İsrailli bir yetkiliye dayandırdığı haberinde, CIA Direktörü Burns’un, Doha’da Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile bir araya geleceği belirtildi.

Haberde, Burns’un, Katar Başbakanı ile İsrail ve Hamas arasındaki dolaylı müzakerelere ilişkin son durumu ele alacağı kaydedildi.

İsrail devlet televizyonu KAN, 16 Aralık’ta, “kısıtlı yetkilere” sahip bir İsrail heyetinin, Gazze’de ateşkes ve esir takası müzakereleri için Katar’ın başkenti Doha’ya gittiğini aktarmıştı.

Hamas da yaptığı açıklamada “Katarlı ve Mısırlı kardeşlerimizin himayesinde Doha’da gerçekleşen ciddi ve olumlu görüşmeler ışığında, işgalin yeni koşullar dayatmaktan vazgeçmesi halinde ateşkes ve esir değişimi için bir anlaşmaya varmanın mümkün olduğunu teyit etmektedir” ifadelerini kullanmıştı.

Doha’daki görüşmelerin yanı sıra Kahire’de de müzakereler yürütülüyor ve toplantı hakkında bilgi sahibi olan kaynaklar Reuters’a önümüzdeki günlerde bir anlaşma imzalanabileceğini söyledi.

Hamas’ın müttefiki Filistin İslami Cihad’ın başkan yardımcısı Muhammed el-Hind’in de Mısırlı yetkililerle görüştüğü belirtildi.

Görevi henüz devralmayan ABD’nin yeni başkanı Trump’ın kısa süre önce rehineler için atadığı özel temsilci Adam Boehler’in de esir takası ve ateşkes müzakereleri çerçevesinde dün Mısırlı yetkililerle görüşmek üzere Kahire’de olduğu kaydedildi. Boehler’in pazartesi günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüştüğü bugün de Doha’ya gitmesinin planlandığı belirtiliyor.

‘Daha önce de bu noktaya geldik’

ABD Başkanı Joe Biden’ın, Trump’ın ekibiyle birlikte çalışarak 20 Ocak’taki yemin töreninden önce Gazze için ateşkes anlaşmasını sonuçlandırmaya çalıştığını ifade ediliyor.

Müzakerelerde ilerleme kaydedilmiş olsa da bazı noktalardaki anlaşmazlıkların sürdüğünü belirten İsrail medyasına konuşan kaynaklar anlaşmanın sonuçlanması noktasında temkinli bir yaklaşım sergiliyor. Beyaz Saray Sözcüsü John Kirby de Fox News’e verdiği röportajda “Daha önce de bu noktaya geldik, ancak sonuca ulaşamadık” dedi.

İsrailli kaynaklar ise daha şüpheci bir tavır sergileyerek anlaşmanın önünde hala büyük engeller olduğunu belirtiyor. Walla haber sitesi, üç üst düzey İsrailli kaynağa atıfta bulunarak, son haftalarda ilerleme kaydedilmiş olsa da taraflar arasında hala büyük farklar olduğunu bildirdi. Özellikle Hamas’ın, herhangi bir rehine anlaşmasının savaşın sona ermesini sağlaması gerektiği konusunda ısrar ettiği kaydedildi. İsrail, belli sayıda rehinenin serbest bırakılması karşılığında bir ya da iki ay sürecek bir ateşkes istiyor. Hamas ise savaş sonrası Gazze’nin yönetiminde yer almamayı bazı şartlar karşılığında kabul etti. Ancak olası bir anlaşmanın savaşı ve işgali sona erdirmesi konusunda geri adım atmıyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Colani: Suriye, İsrail’e yönelik saldırılar için üs olarak kullanılmayacak

Yayınlanma

HTŞ lideri Colani, Suriye topraklarının İsrail’e saldırı için kullanılmayacağını söylerken Esad yönetimini deviren örgütler güneyde Suriye ordusundan kalan silah ve mühimmatları İsrail ordusuna teslim ediyor.

Esad’ı yönetimini devirerek Şam’da yönetimi devralan El Kaide bağlantılı HTŞ’nin lideri Ahmed eş-Şara (Ebu Muhammed el-Colani) Şam’da aralarında The Times’ın da olduğu yabancı basına konuştu.

İsrail’in Suriye’ye saldırının son bulması gerektiğini söyleyen Şara, “İsrail’in gerekçesi Hizbullah ve İranlı milislerin varlığıydı, artık bu gerekçe ortadan kalktı” dedi.

Beşar Esad’ın ülkeden ayrılmasından sonra İsrail’in ele geçirdiği Suriye topraklardan da çıkması gerektiğini söyleyen Şara, şöyle devam etti: “1974 anlaşmasına bağlıyız ve BM gözlemcilerini yeniden kabul etmeye hazırız. Ne İsrail ne de başka bir ülkeyle çatışma istemiyoruz ve Suriye’nin saldırılar için bir üs olarak kullanılmasına izin vermeyeceğiz. Suriye halkının artık bir nefes alması gerekiyor, saldırılar sona ermeli ve İsrail önceki pozisyonlarına geri çekilmeli.”

İsrail, HTŞ liderliğindeki örgütlerin Şam’ı ele geçirmesinden saatler sonra Golan Tepeleri’nde Birleşmiş Milletler tarafından korunan tampon bölgeye girdi. Suriye topraklarında ilerleyen ve kış ayları boyunca çekilmeyi düşünmeyen İsrail, bunun geçici bir savunma hamlesi olduğunu iddia ediyor.

Öte yandan Suriye sınırında bulunan HTŞ ile birlikte Esad yönetiminin devrilmesi operasyonuna katılan örgütler Suriye ordusundan kalan silah toplayıp İsrail ordusuna teslim ediyor. Suriye içinden çekilen videoda kamyonlara yüklenen tonlarca silah ve mühimmat görülüyor. İsrail ordusu mühimmatlardan bazılarının ‘kimyasal savaş malzemesi’ içerdiğini söylüyor.

Kanal 12’nin yayınladığı görüntülerde içinde mühimmat ve silah bulunan yüzlerce kasanın toplandığı ve daha sonra kamyonlara yüklendiği görülüyor. Habere göre, geçen hafta Esad yönetimini deviren isyancılar da silah teslimine yardım ediyor. Habere göre silahlar Suriye ordusuna ait üs ve karakollardan geliyor ve aralarında genellikle göz yaşartıcı gaz olarak kullanılan CS gazı gibi kimyasal silahlar da bulunuyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English