Bizi Takip Edin

Ortadoğu

Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesi Netanyahu için “onurlu çıkış” mı?

Yayınlanma

“Bu girişim ona çığır açan bir bölgesel dönüşümün lideri olarak tarihe geçme fırsatı, yargıdaki reform bataklığından kurtulma ve kamuoyunun dikkatini kişisel hukuki meselelerinden başka yöne çekme imkânı sağlayacak.”

27 Temmuz’da New York Times köşe yazarı Thomas L. Friedman, ABD Başkanı Joe Biden’ın İsrail ve Suudi Arabistan arasında olası normalleşme için taraflara baskı yapmayı düşündüğünü yazdı. Friedman’a göre, ABD’li üst düzey yetkililerin Riyad’a yaptıkları son ziyaretler, ABD’nin bölgedeki en önemli iki askeri ortağını resmi bir mutabakat içine sokmak için tüm tarafların önemli tavizler vereceği bir düzenleme olasılığını araştırmakla ilgili. Ve böyle bir anlaşmada Suudi Arabistan İsrail ile ilişkilerini normalleştirecek ve Çin ile güçlü ilişkilerinden geri adım atacak, ABD ise Suudi Arabistan için güvenlik garantilerini resmileştirecek, Suudi sivil nükleer programının geliştirilmesine yardımcı olacak ve daha sofistike füze önleme sistemleri sağlayacak. Ancak İsrail’in işgal altındaki topraklarda Filistinlilere “anlamlı tavizler” vermesi ve muhtemelen sonsuza kadar ilhaktan vazgeçmesi gerekecek.

İsrail güvenlik bürokrasisinin görüşlerini yansıtan İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (INSS), Friedman’ın makalesinin, ABD harekete geçme niyetinin bir işareti olarak önemine dikkat çeken bir analiz yayınladı. Analizin tamamına bakıldığında taraflardan beklenen tavizlerin imkansıza yakın görünmesine rağmen ABD’nin böyle bir anlaşma için ısrarcı ve Suudilerin kendisinden beklediği tavizlerin hepsini olmasa bile çoğunu vermeye razı olduğu görüşünde.  

Suudilere ABD silahları, nükleer programı için destek ve güvenlik garantisi sağlayacak böyle bir anlaşmaya Washington’un razı olma ihtimali oldukça düşük ancak razı olsa bile İsrail’in güvenlik bürokrasisi neden bu kadar hevesli?

“Bu yöndeki herhangi bir ilerlemenin Başbakan’ın koalisyon ortakları tarafından itirazla karşılanması ve belki de hükümetinin düşmesine yol açması bekleniyor. Hatta Biden yönetimi şu iki seçenekten birini gerçekleştirmeye çalışıyor olabilir: İsrail’de yeni ve daha ılımlı bir koalisyon hükümetinin kurulması ya da Batı Şeria’nın geleceği konusunda bir referandum niteliği taşıyacak olan yeni Knesset seçimleri.”

ABD’nin hedefi olarak yazılan bu ifadeler aynı zamanda İsrail güvenlik bürokrasisinin de beklentisi. Analizde imzası olan üç isim de INSS’nin kurucuları gibi uzun yıllar İsrail güvenlik kurumlarında görev almış isimler. Ayrıca INSS’nin İsrail hükümetlerine ve güvenlik kurumlarına düzenli raporlar sunan yarı resmi nitelikte bir düşünce kuruşu olduğu da unutulmamalı. Düşünce kuruluşu, aşırı sağcıların yer aldığı hükümet ve ülkeyi ayağa kaldıran yargı reformunun İsrail’in güvenliğini tehdit ettiğini uzun zamandır dillendiriyor.  Riyad ile normalleşme gündemiyle Netanyahu’ya, içinde debelendiği siyasi krizden “onurlu çıkış” sağlayacak büyük bir dış politika başarısı sağlayacağını düşünüyorlar.

Ancak yılan hikayesine dönen bu normalleşme gündeminde esas sorun Netanyahu ya da onun sağcı ortaklarından ziyade Riyad yönetimi ve onun ABD’den beklentileri. Dolayısıyla analizdeki olumlu havaya karşın kısa ve orta vadede böyle bir anlaşma ihtimali düşük. Ancak yine de Biden yönetimi ve Washington ile aynı hizadaki İsrail güvenlik bürokrasisinin hedeflerini daha iyi anlamak açısından önemli:

***

Başkan Biden Orta Doğu’da Çığır Açıcı Bir Adımı Gündemine Alıyor

Chuck Freilich, Eldad Shavit, Yoel Guzansky

İsrail ve Suudi Arabistan arasında olası bir normalleşme, Başkan Biden’ın girişim hakkındaki açıklaması ve anlaşmayı ilerletmek için arka planda yapılan çabalarla birlikte tekrar gündeme geldi. İsrail Başbakanının yakın bir zamanda Riyad’da halkın içinde dolaşacağı gün ne kadar yakın?

Başkan Biden, İsrail’de makuliyet ilkesini ortadan kaldıran oylama öncesinde New York Times köşe yazarı Tom Friedman’a verdiği mülakatta, İsrail hükümetinin öncülük ettiği yargı reformuna karşı olduğunu açıkça ifade etti. Knesset’teki oylamadan sonra 27 Temmuz 2023’te yayınlanan röportajın ikinci bölümünde ise yönetimin Suudi Arabistan ile İsrail arasında bir normalleşme anlaşmasını teşvik etme çabaları ele alındı. Biden, 28 Temmuz’da düzenlenen bir etkinlikte bu girişime atıfta bulunarak “bir yakınlaşmanın söz konusu olabileceğini” söyledi ancak daha fazla ayrıntı vermekten kaçındı.

Friedman’a göre Biden, 27 Temmuz’da Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Ulusal Güvenlik Konseyi Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörünü bölgesel konuları görüşmek üzere (sadece birkaç ay içinde ikinci kez) Suudi Arabistan’a gönderdi. Anlaşmayı kabul etmeleri karşılığında tarafların, uygulanması ilgili liderleri karmaşık stratejik ve siyasi zorluklarla karşı karşıya bırakacak bir dizi adım atmaları gerektiği bildirildi:

  • Suudi Arabistan’ın, ABD’nin NATO üyesi ülkelere verdiği taahhütlere benzer şekilde, saldırıya uğraması halinde Krallığı savunma taahhüdünü de içeren bir savunma anlaşması; neredeyse sınırsız gelişmiş (konvansiyonel) silah satışı ve henüz belirtilmemiş bir şekilde ABD onaylı sivil bir Suudi nükleer programı talep etmesi muhtemel.
  • İsrail ile normalleşmenin ötesinde, ABD’nin Suudi Arabistan’dan Yemen’deki savaşı sona erdirmesini, Filistin Yönetimi’ne cömert bir yardım paketi sağlamasını ve Çin ile gelişen ilişkilerini sınırlandırmasını talep etmesi olası.
  • İsrail’in Filistinlilerle gelecekte iki devletli bir çözümü tehlikeye atabilecek her türlü önlemden kaçınması ve bu amaçla Batı Şeria’yı ilhak etmekten, yeni yerleşim yerleri kurmaktan ve yasadışı ileri karakolları yasallaştırmaktan kaçınmayı; C Bölgesi’ndeki bazı toprakları Filistin kontrolüne devretmeyi ve genel olarak Filistin Yönetimi’ni güçlendirecek adımlar atmayı süresiz olarak taahhüt etmesi gerekecektir.
  • Filistin Yönetimi’nden, kapsamlı Suudi yardımı ve İsrail’in söz konusu tavizleri karşılığında genel anlaşmaya onay vermesi istenecek.

Önemi

Friedman’ın makalesi, Washington tarafından uzun zamandır düşünülen paket programın ayrıntılarına ilişkin yeni bir bilgi sunmuyor. Asıl önemi, Başkan tarafından seçilen zamanlamasında ve ABD’nin Riyad’a danışmanlarını göndererek bu hamleyi hızlandırma konusundaki istekliliğinden geliyor. Yönetimin paket programı teşvik isteği, Suudi Arabistan ile normalleşmenin hükümetinin ana hedeflerinden biri olduğunu ilan eden Başbakan Binyamin Netanyahu’nun anlaşmayı İsrail’deki siyasi bataklıktan bir çıkış yolu olarak görebileceği varsayımına dayanıyor olabilir. Aslında yönetimin bu hamlesi, geniş bir siyasi mutabakatın yokluğunda, makuliyet ilkesini ortadan kaldıran yasanın geçmemesi için Başbakanı ikna etme girişiminin başarısız olmasına Başkan tarafından verilen bir tür “yanıt” olabilir.

Suudilerin talepleri dikkate alındığında, yönetimin normalleşme için yüksek bir bedel ödemesi gerektiğinin farkında olduğu ve bunu yapmaya giderek daha istekli olduğu görülüyor.

Başkan Biden, bölgesel aktörleri tarihi kararlar almaya zorlamayı hedefliyor. Yönetim işe, taleplerinin yüzde 100’ünden daha azıyla (çok daha azı olmasa da) yetinmeye hazır olduğunu göstermek zorunda kalacak olan Suudi Arabistan’la başlıyor. Şu anda Asya-Pasifik arenası ve Ukrayna’da Rusya’yla mücadele gibi büyük küresel zorluklarla karşı karşıya olan ABD güvenlik kurumu, uzun sınırları ve çok sayıda tehdidi olan Suudi Arabistan bir yana, herhangi bir ülkeye askeri garanti vermekte zorlanacak. (ABD en son 1960 yılında Japonya ile, ondan önce de 1953 yılında Güney Kore gibi demokratik olmayan bir ülke ile savunma anlaşması imzalamıştı).

Riyad’ın ABD’den, nükleer silahların yayılma riskini önleyecek özel bir anlaşma (“1,2,3 altın standardı”) imzalamadan, bağımsız zenginleştirme kapasitesini de içeren bir Suudi sivil nükleer programını kabul etmesini talep etmesi, yönetim ve tabii ki İsrail için önemli zorluklar yaratıyor. ABD’nin bu talebi kabul etmesi halinde Suudilerin de ABD’nin sıkı denetimini kabul etmesi gerekecek. Geçmişte önerilen seçeneklerden biri, ABD’nin uranyum zenginleştirme programının kurulmasını ve işletilmesini denetlemesini sağlayacak “nükleer Aramco” olarak adlandırılan bir ABD-Suudi nükleer şirketinin kurulmasıydı. Suudi Arabistan’da uranyum zenginleştirme de dahil sivil bir nükleer program gerçek bir tehlikeyi beraberinde getirmektedir zira Orta Doğu’daki diğer ülkeler de benzer taleplerde bulunarak bölgede nükleer silahların yayılma riskini artırabilirler. Örneğin BAE, nükleer programının kurulmasına yardım karşılığında kendi sınırları içinde uranyum zenginleştirmekten vazgeçmişti. BAE’nin anlaşmanın yeniden müzakere edilmesini talep etmesi ya da ABD’den tazminat istemesi ihtimali göz ardı edilemez.

Suudilerin en gelişmiş silahlara olan talebi Mısır, BAE ve hatta İsrail’i de içine alacak bölgesel bir konvansiyonel silahlanma yarışı konusunda ABD’de ciddi endişelere yol açıyor. İsrail açısından, örneğin (Riyad’ın bir süredir ilgilendiği) F-35 savaş uçaklarının Suudi Arabistan’a satılması halinde, Birleşik Devletler’in, İsrail’in üstün askeri gücünü koruma konusundaki sözleşmeli yükümlülüğünü yerine getirmesi zor olacak. Suudi Arabistan’ın ciddi bir iç karışıklık yaşaması halinde bu silahların geleceğine ilişkin başka endişeler de var. ABD tarafından kendisine söz verildiğini iddia ettiği F-35 jetlerini şimdiye kadar teslim almamış olan BAE, bu jetlerin Suudi Arabistan’a teslim edilmesini talebini yenilemek için bir dayanak ya da itibarına vurulmuş bir darbe olarak değerlendirebilir.

ABD’nin Suudilerin savunma paktı veya eşdeğer bir garanti talebine olumlu yanıt vermesinin, İsrail de dahil bölgedeki diğer ülkelerin benzer taleplerine yol açması ve yönetimin bu taleplere rıza göstermesinin uzun zamandır arzuladığı bölgesel güvenlik mimarisinin kurulmasına katkıda bulunması bekleniyor. Yukarıdaki adımlar hep birlikte İran üzerindeki baskıyı önemli ölçüde arttırmayı ve onu nükleer müzakerelerde itidalli davranmaya zorlamanın yanı sıra İran, Rusya ve Çin’e ABD’nin Orta Doğu’daki lider süper güç olmaya devam ettiğini açıkça göstermeyi amaçlıyor.

Stratejik konulara ABD’nin iç normatif ve siyasi mülahazaları da eklenmeli. Demokrat Parti ve Başkan’ın kendisi, genel olarak teokratik Suudi Arabistan’a ve özellikle de fiili yöneticisi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a karşı güçlü bir antipati besliyor. Hatta son başkanlık kampanyası sırasında Başkan, Suudi Arabistan’dan parya devlet olarak bahsetmiş ve uzun süredir Bin Selman ile temastan kaçınmıştı. Başkan’ın tutumu, özellikle Ukrayna’daki savaştan kaynaklanan enerji krizi nedeniyle Suudi Arabistan’ın stratejik öneminin artması ve Bin Selman tarafından uygulanan geniş kapsamlı iç reformların takdir edilmesi nedeniyle değişmiş olsa bile, yönetim Kongre’de Suudi taleplerine yönelik itirazların üstesinden gelmekte zorlanabilir. Bu potansiyel engeli aşmanın anahtarı, İsrail’in Filistin meselesinde pratik adımlar atmaya rıza göstermesi olabilir ki bu da yönetimin ve İsrail yerleşimlerinin genişlemesini ve Batı Şeria’nın fiilen ilhakını durdurmak ve gelecekte iki devletli bir çözüm olasılığını korumak isteyen birçok Demokrat milletvekilinin taleplerini karşılayacaktır.

ABD’nin normalleşmeyi destekleme isteğinin nedeni çoğunlukla İsrail’le ilgili. Bu yöndeki herhangi bir ilerlemenin Başbakan’ın koalisyon ortakları tarafından itirazla karşılanması ve belki de hükümetinin düşmesine yol açması bekleniyor. Hatta yönetim şu iki seçenekten birini gerçekleştirmeye çalışıyor olabilir: İsrail’de yeni ve daha ılımlı bir koalisyon hükümetinin kurulması ya da Batı Şeria’nın geleceği konusunda bir referandum niteliği taşıyacak olan yeni Knesset seçimleri. Yönetimin bakış açısına göre, normalleşme girişimi Netanyahu’nun zorluklara rağmen bunu benimsemesini sağlayacak kadar cazip olabilir. Bu girişim ona çığır açan bir bölgesel dönüşümün lideri olarak tarihe geçme fırsatı, yargıdaki reform bataklığından kurtulma ve kamuoyunun dikkatini kişisel hukuki meselelerinden başka yöne çekme imkânı sağlayacaktır.

İbrahim Anlaşması’nda olduğu gibi Filistinliler seyirci konumunda kalacak, ancak yine de bu hamlenin gerçekleşmesi halinde Batı Şeria’daki ilhak sürecinin durdurulması ve önemli miktarda mali yardım gibi önemli faydalar elde edebilecekler. Böyle bir senaryoda asıl kaybeden İran olacaktır. ABD yönetimi ayrıca bu hamleyi, İsrail’in İran’ın nükleer programına karşı askerî harekât düzenleme ihtimalini en aza indirmenin ve Suriye’de İsrail ile İran, İsrail ile Hizbullah, Hamas ve Filistin İslami Cihad arasındaki gerilimi azaltmanın bir yolu olarak görüyor. Kudüs ve Riyad arasında kısmi normalleşme tam bir İsrail-Filistin anlaşması olmadan da mümkün olabilir, ancak Suudiler İsrail ile normalleşmenin ana ödüllerini ABD’den beklerken, Filistin bağlamında İsrail’den iki devletli çözüme katkı olarak gösterebilecekleri bir karşılık görmek istiyorlar. Ancak mevcut İsrail hükümetinin Filistin bağlamındaki politikası İsrail-Suudi ilerlemesi için elverişli koşullar yaratma kabiliyetini sınırladığından bu hedefe ulaşmak zor olabilir.

Son olarak, ABD’nin İsrail ve Suudi Arabistan arasında normalleşme için bastırması, 2024’te yaklaşan seçim kampanyası ve önemli bir dış politika başarısı elde etme hırsı göz önüne alındığında, Başkan Biden’ın kendi hesaplarından bağımsız olmayacak. Aynı zamanda, bu girişimi uygulanabilir kılan şey, Başkan’ın İsrail’i demokratik ve Yahudi bir devlet olarak görmesine olan derin kişisel bağlılığından ve “İsrail’i kendisinden kurtarma” ve İsrail içi, Filistin ve bölgesel açılardan güvenliğini ve konumunu güçlendirme arzusundan kaynaklanıyor gibi görünmesidir.

Ortadoğu

Hürmüz kapanırsa petrol 90 dolara fırlayabilir

Yayınlanma

Citigroup’a göre, Hürmüz Boğazının kapatılması halinde Brent ham petrolü varil başına 90 dolara kadar yükselebilir.

Şirket, bu önemli su yolunun uzun süreli olarak kapatılmasının olası olmadığını da savundu.

Anthony Yuen ve Eric Lee’nin de aralarında bulunduğu analistler, bankanın mevcut iyimser senaryosuna atıfta bulunarak, “Boğazın kapatılması, fiyatlarda keskin bir artışa yol açabilir. Fakat tüm çabaların yeniden açılmaya odaklanacağı için sürecin kısa olacağını ve birkaç ay sürmeyeceğini düşünüyoruz,” dedi.

Hürmüz Boğazı, Basra Körfezinin girişinde bulunan dar bir su yolu ve OPEC’in önde gelen üreticileri Suudi Arabistan ve Irak da dahil olmak üzere, dünya günlük petrol üretiminin yaklaşık beşte biri buradan geçiyor.

Citigroup’un tahminine göre, birkaç ay boyunca günde yaklaşık 3 milyon varil petrol üretimi kesintiye uğrayabilir.

Citigroup’a göre, İran’ın ham petrol ihracatındaki herhangi bir kesinti, fiyatlar üzerinde beklenenden daha az etki yaratabilir. Banka, ülkenin sevkiyatlarının azaldığını ve Çin rafinerilerinin daha az alım yaptığını belirtti.

Brent vadeli işlemleri şu anda varil başına 77 dolar civarında işlem görüyor.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Tahran’ın menzilindeki ABD üsleri

Yayınlanma

ABD Başkanı Trump’ın İran’a doğrudan saldırı seçeneğini gündeme alması durumunda İran’ın hedef alabileceği ABD üsleri bölgenin dört bir yanına yayılmış durumda. İran’ın Katar’ı bu ülkedeki ABD üssünün meşru hedef olduğu yönünde uyardığı belirtiliyor.

ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’a yönelik doğrudan saldırıları gündeme almasıyla, Ortadoğu’daki Amerikan üsleri misilleme tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Tahran yönetimi, saldırı durumunda hızla karşılık vereceğini net bir şekilde duyurdu.

İran Savunma Bakanı Aziz Nasirzadeh, “ABD saldırırsa, bölgedeki tüm ABD üsleri menzilimizde ve cesurca hedef alınacaklar” dedi. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney de sosyal medyadan yaptığı açıklamada, “Eğer ABD bu çatışmaya askeri olarak girerse, uğrayacağı zarar kesinlikle telafi edilemez olacak” ifadelerini kullandı.

Şu anda Ortadoğu’da on binlerce Amerikan askeri konuşlanmış durumda.

ABD üsleri

Washington Post’un yaptığı derlemeye göre İran’ın olası misillemesinin hedefi olabilecek Ortadoğu’daki Amerikan askeri üsleri şöyle:

Irak’ta Ayn’ül Esad Hava Üssü, başkent Bağdat’ın 240 kilometre batısında yer alıyor ve ABD ile Irak hava kuvvetlerinin ortak kullanımında. Binlerce Amerikan askerine ev sahipliği yapan üs, ülkedeki en büyük ABD konuşlanması olarak öne çıkıyor. İran ve Irak’taki milis güçler tarafından son yıllarda defalarca hedef alındı.

ABD’nin Ocak 2020’de İranlı General Kasım Süleymani’yi öldürmesinin ardından, İran bu üsse 16 füze fırlatmış; 11’i isabet etmiş, onlarca ABD askeri yaralanmıştı. Aynı saldırı sırasında Irak’ın kuzeyindeki Erbil’de bulunan başka bir ABD üssü de hedef alınmıştı.

Irak’taki direniş örgütleri Ayn’ül Esad üssüne en son ağustos ayında füze ve İHA saldırısı düzenledi.

Suriye’deki ABD varlığı da dikkat çekiyor. Trump yönetimi, bu ay yaptığı açıklamada ülkedeki 8 ABD üssünden yalnızca birinin, güneydeki Tanf Üssü’nün korunacağını duyurdu. Ancak çekilme takvimi belirsizliğini koruyor. Tanf’ın 20 kilometre güneyinde yer alan Ürdün’deki Tower 22 adlı ABD ileri karakolu, Ocak 2024’te düzenlenen bir İHA saldırısında üç ABD askerinin hayatını kaybettiği, onlarcasının da yaralandığı olayla gündeme gelmişti.

Basra Körfezi’ndeki stratejik konuşlanmalar

ABD’nin Körfez bölgesindeki en büyük deniz gücü konuşlanması, Bahreyn’deki Deniz Destek Tesisi. ABD 5. Filosu’nun karargâhı olan bu üste yaklaşık 8 bin 300 ABD askeri görev yapıyor. Katar’da bulunan El-Udeyd Hava Üssü ise Ortadoğu’daki en büyük ABD askeri varlığına sahip tesis. Doha’nın güneybatısında yer alan üs, 10 binden fazla askeri ağırlayabiliyor ve ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) için ileri komuta merkezi işlevi görüyor.

Kuveyt’teki Kamp Buehring ve Ali El-Salem Hava Üssü, ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri’nde yer alan El-Dafra Hava Üssü, ABD Hava Kuvvetleri’nin 380. Hava Görev Kanadı’na ev sahipliği yapıyor.

Avrupalı bir yetkiliye göre, İranlı yetkililer bu hafta Katar’a ABD üslerinin olası ABD saldırısına karşılık olarak “meşru hedef” olacağı uyarısını yaptı.

Diplomatik noktalar ve sivil tehditler

Bölgede bulunan ABD büyükelçilikleri ve diplomatik misyonları da potansiyel hedefler arasında yer alıyor. ABD, Irak ve İsrail’deki bazı diplomatik personel ve aile bireylerini tahliye etti.

İran’taki direniş örgütlerinin bölgedeki ABD personeline ve çıkarlarına saldırı düzenleyebileceği iddia ediliyor. Haşdi Şabi bileşenlerinden Hizbullah Tugayları’nın (Ketaib Hizbullah) güvenlik yetkilisi Ebu Ali el-Askeri, “Amerikan üsleri, ördek avına dönüşecek… Gökyüzünde uçaklarını bekleyen sürprizlerden bahsetmeye bile gerek yok” dedi.

Bu gelişmelerin ardından Fransa’nın ulusal havayolu şirketi Air France ve Hollanda Kraliyet Havayolları (KLM) çarşamba gecesi Dubai Uluslararası Havalimanı’na yapılan tüm uçuşları iptal etti. Air France, gerekçe olarak “bölgedeki güvenlik durumunu” gösterdi.

ABD’nin olası saldırı noktaları: Whiteman ya da Diego Garcia

ABD’nin İran çevresindeki üsleri saldırı gerçekleştirebilecek kapasiteye sahip olsa da uzmanlara göre büyük çaplı bir operasyon daha çok bölge dışından desteklenecek.

ABD Hava Kuvvetleri’ne ait B-2 hayalet bombardıman uçağı, İran’ın yeraltındaki Fordo nükleer tesisi gibi hedefleri vurabilecek “sığınak delici” bombaları taşıyabilen tek uçak türü. Bu uçaklar, Missouri’deki Whiteman Hava Üssünden kalkarak Ortadoğu’ya 30 saatten uzun sürede havada yakıt ikmali yapılan uçuşlarla ulaşabiliyor.

Pazar günü ABD, ana karadan Avrupa’ya en az 30 yakıt ikmal uçağı konuşlandırdı.

Olası saldırılar ayrıca, Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia Adası’nda bulunan Deniz Destek Tesisinden de yapılabilir. İngiltere’ye ait olan bu askeri adada ABD ve İngiliz donanması ortak operasyon yürütüyor. Analistlere göre B-2 uçakları buradan İran’a 5-6 saat içinde ulaşabiliyor. ABD daha önce buradan Irak ve Afganistan’a yönelik saldırılar gerçekleştirmişti.

Pentagon ayrıca, bu hafta USS Nimitz uçak gemisini Orta Doğu’ya yönlendirdi. Gemi, bölgede halihazırda görev yapan USS Carl Vinson ile birlikte iki ABD uçak gemisinden biri olacak.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Grossi: UAEA raporu İran’a saldırı için temel oluşturmaz

Yayınlanma

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Rafael Grossi, ajansın İran hakkındaki son raporunun bu ülkeye yönelik bir askeri harekata gerekçe olamayacağını belirtti.

Grossi, CNN‘e verdiği röportajda, belgenin “yeni bir şey içermediğini” vurguladı.

Grossi, “İran’daki nükleer denetimlere ilişkin rapor, herhangi bir askeri eylem için temel teşkil edemez. Askeri harekat, bizim söylediklerimizle hiçbir ilgisi olmayan siyasi bir karar. Ayrıca, bu raporda söylediklerimiz esasen yeni bir şey değil,” diye konuştu.

‘Sistematik nükleer silah programına dair kanıt yok’

Grossi, UAEA’nın elinde İran’ın sistematik bir nükleer silah geliştirme ve üretme programı yürüttüğüne dair herhangi bir gösterge bulunmadığını da sözlerine ekledi.

UAEA Başkanı, 18 Haziran’daki bir başka açıklamasında da İran’ın nükleer silah programı yürüttüğüne dair bir kanıt görmediklerini ifade etmişti.

Grossi, güvenlik koşulları elverdiğinde, ajansın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) kapsamındaki yükümlülükler uyarınca ülkedeki denetimlere devam edeceğini belirtmişti.

İran’ın nükleer programı, Tahran ile Batılı güçler ve özellikle İsrail arasında uzun süredir devam eden bir gerilim kaynağı.

Tel Aviv, İran’ın nükleer silah elde etme niyetinde olduğunu iddia ederken, Tahran ise nükleer faaliyetlerinin tamamen barışçıl amaçlı olduğunu savunuyor.

ABD’li Senatör Warner: İstihbaratımız İran’ın nükleer silah programına dair kanıt bulamadı

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English