Bizi Takip Edin

Dünya Basını

Üç adımda ‘Çin’in borç tuzağı’ anlatısını çürütmek

Yayınlanma

Editörün notu: İsveç’teki Kuşak ve Yol Enstitüsü’nün başkan yardımcısı Hussein Askary, Li Xing Yunshan Lider Akademisyeni ve Çin’deki Guangdong Uluslararası Stratejiler Enstitüsü’nde profesör olan Li Xing’in başkanlığında, 21. Yüzyıl Deniz İpek Yolu 2024 Uluslararası Düşünce Kuruluşu Forumu’nda düzenlenen “Kuşak ve Yol Girişimi ve Küresel Güney” başlıklı konferans oturumunda yaptığı sunumda, “Çin’in borç tuzağı” anlatısını çürütmek için üç temel soruya odaklanan bir araştırma yöntemi öneriyor. Arkasy’nin ortaya koyduğu verilere göre “Çin’in borç tuzağı” iddiası somut verilere dayanmayan bir propaganda aracı. Bilakis, Çin’in altyapı odaklı kredileri, borç yükü altındaki ülkelerin üretkenliğini artırma potansiyeline sahip. Ancak, bu ülkelerin tüm sorunlarını çözmek için daha geniş kapsamlı finansman stratejilerine ihtiyaç var.


“Çin’in borç tuzağı” anlatısını çürütmek: Üç adımlık yeni bir araştırma yöntemi

Hussein Askary, Li Xing

Brixsweden.org

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Mayıs 2018’den bu yana geniş çaplı finansman ve medya desteğiyle yoğun şekilde desteklediği Çin’in “borç tuzağı” anlatısına dair araştırmamız, bu iddiayı destekleyecek hiçbir somut kanıt olmadığını ortaya koyuyor.

Bu anlatı, esas olarak, Çin’in önerdiği Kuşak ve Yol Girişimi’nin (KYG) ilerlemesini engellemek ve Çin’in uluslararası itibarına zarar vermek amacıyla kullanılan bir jeopolitik propaganda aracı olarak hizmet ediyor.

Sri Lanka, Pakistan, Zambiya, Kenya ve Karadağ gibi ülkelerdeki son on yıllık mali ve iktisadi gelişmeleri incelediğimizde tutarlı bir model gözlemledik.

Bu model, bu ülkelerin yaşadığı mali sıkıntıların, hiçbir şekilde doğrudan Çin veya KYG ile ilişkilendirilemeyen, iç ve dış etkenlerin bir kombinasyonundan kaynaklandığını gösteriyor. Bu inceleme sayesinde, bu anlatının içerdiği ana yanlışları ortaya koymayı sağlayan sistematik bir yöntem geliştirdik.

Bu araştırma yöntemi, “Çin’in borç tuzağı” iddiasıyla gündeme gelen herhangi bir ülkenin durumunu incelemek ve böylelikle gerçekle efsaneyi ayırmak için kullanılabilir. Ayrıca, bu araştırma, karar mercilerinin önümüzdeki on yılda altyapı geliştirme kredilerine dair sağlam politikalar belirlemesine yardımcı olacak ve bu da ülkelerinin iktisadi kalkınmasının temel taşını oluşturacaktır.

Bu yöntem, borç tuzağı anlatısını kabul edenlerin şu üç temel soruya yanıt vermesi gerektiğini öne sürüyor:

1- Ülkenin borç yapısı ne?

2- Borçların niteliği nasıl?

3- Ülkenin mali sıkıntılarının kaynağı ne?

***

1. Borç yapısı

Borç yapısından kastedilen, bir ülkenin toplam dış borcunun farklı alacaklılara olan dağılımıdır ve bu dağılım genellikle yüzdelerle ifade edilir [bkz. Şekil 1]. Yaptığımız incelemede, Çin’e olan borcun toplam borcun yalnızca küçük bir kısmını oluşturduğunu hemen fark ettik (2022 yılında Sri Lanka için yüzde 10, 2024 yılında Kenya için yüzde 15,5).

Şekil 1. Kenya’nın 2024 ve Sri Lanka’nın 2022 yılı toplam dış borç dağılımı

Bununla birlikte, Batılı düşünce kuruluşları ve medya, semantik manipülasyon yaparak toplam dış borç yerine “ikili borç” (bilateral debt) kavramına odaklanıyor. Bu, sık sık şu şekilde sunuluyor: “Çin, Ülke X’in en büyük ikili alacaklısıdır” [bkz. Şekil 2]. Bu seçici çerçeveleme, Çin’in bu ülkelerin finansal sorunlarındaki rolünü orantısız bir şekilde büyüten yanıltıcı bir algı yaratıyor.

Şekil 2. Kenya’nın toplam dış borcu yerine Çin ile olan ikili borcunun vurgulanması

Bu nedenle, araştırmacılar yalnızca medya veya düşünce kuruluşlarının sağladığı bilgilerle yetinmemeli. Bunun yerine, her ülkenin maliye bakanlığı veya merkez bankası gibi kamuya açık resmi verilerini kullanmalı. Şekil 2’de, Kenya Ulusal Hazinesi’nin Ocak 2024 Aylık Bülteni’nden elde edilen bilgiler kullanılıyor.

Toplam borç kompozisyonu grafiklerine baktığımızda, Sri Lanka’nın borcunun yalnızca yüzde 10’unun Çin’e ait olduğunu; buna karşılık, borcun yüzde 80 ila yüzde 90’ının Batılı kurumlara veya Batılı devletlerle bağlantılı kuruluşlara ait olduğunu görüyoruz. Daha da önemlisi, veriler “gözden kaçan asıl gerçeği” ortaya koyuyor: Sri Lanka’nın borcunun yüzde 47’si ticari kredilerden oluşuyor ve bu borcun çoğu Amerikan BlackRock ve İngiliz Ashmore gibi Batılı özel tahvil sahiplerine ait. Bu tahvil sahiplerinin elinde, Çin’in Sri Lanka’ya verdiği kredinin dört katı borç bulunuyor. Kenya’da ise ticari krediler Çin’e olan borç miktarını aşıyor ve çoğunluğu Dünya Bankası ile Uluslararası Para Fonu’na (IMF) ait olan çok taraflı krediler (multilateral loans), Çin’e olan borcun üç katını buluyor.

2. Borç niteliği

KYG kapsamındaki Çin kredileri neredeyse tamamen ulaşım, enerji, su, eğitim ve sağlık gibi sektörlerde modern altyapı inşasına yönelik. Bu projeler, alıcı ülkelerin üretkenliğini artıran verimli yatırımlar. Altyapıyı geliştiren bu krediler, sanayi, tarım ve hizmet sektörlerini destekleyerek ekonomilerin gelir elde etmesini ve borçları geri ödeyebilme kapasitesi kazanmasını sağlıyor. Buna karşın, ticari ve çok taraflı kredilerle sağlanan finansal kaynakların büyük kısmı, genelde mali ve ticaret açıklarını kapatmaya yöneliktir. Bahsi geçen ülkeler gibi ciddi iktisadi sıkıntılarla karşılaşan ülkeler, ani ekonomik krizleri çözmek için uluslararası tahvil piyasalarından ağır şekilde borçlanmak zorunda kalıyor.

Ülkeler, eski tahvilleri ödemek için tahvil piyasalarından yeni borçlar alır; ancak bu borçlar genelde çok daha yüksek faiz oranlarıyla yapılır. Örneğin, bu yılın şubat ayında Kenya hükümeti, haziran ayında vadesi dolacak olan 2 milyar dolarlık eurobond’larını geri almak için yeterli nakde sahip değildi. Bunun yerine, 7 yıl vadeli yeni bir tahvil çıkararak 1,5 milyar dolar topladı; ancak bu borç yüzde 6 faiz oranıyla alınan eski tahvillerin aksine, yüzde 10 gibi yüksek bir faiz oranına sahipti. Bu tür yeni borçlarla eski borçları daha yüksek faiz oranlarıyla kapatma döngüsü, tam anlamıyla bir “zehirli hap” etkisi yaratıyor. Hatta borçlanma altyapı projelerinde kullanılacak olsa bile, uzun vadede gelir sağlayacak projeler için kısa vadeli borçlanma yapmak, klasik bir hata olarak öne çıkıyor. İşte bu, gerçek borç tuzağının temel nedenlerinden biri.

Çin kredilerinin bir diğer önemli farkı, daha uzun geri ödeme süreleri ve daha düşük faiz oranları sunması. Örneğin, Çin İhracat-İthalat Bankası’nın Karadağ’daki Bar-Boljare otoyolu için sağladığı kredi, 20 yıl geri ödeme süresi, 6 yıl geri ödemesiz dönem ve yalnızca yüzde 2 faiz oranı gibi avantajlara sahip. Benzer oranlar ve koşullar, Kenya’daki Mombasa-Nairobi Demiryolu ve diğer projelerde de geçerli. Buna karşın, ticari krediler genellikle 5 ila 7 yıl gibi kısa vadeli olup, faiz oranları yüzde 6 ile yüzde 12 arasında değişiyor.

Çin, mali sıkıntı yaşayan ülkelere genellikle borç yapılandırma veya borç hafifletme imkânı sunarken, Batılı tahvil sahipleri Batı mahkemeleri aracılığıyla tam ve zamanında ödeme yapılmasını hukuki yollardan zorluyor.

Ayrıca, Çin kredileri herhangi bir siyasi veya iktisadi ön koşul içermezken, Batılı çok taraflı krediler genelde kur devalüasyonu, kamu altyapı yatırımlarında kesinti, belirli politik değişimlerin uygulanması, devlet işletmelerinin ve doğal kaynakların özelleştirilmesi gibi koşullara sahip. Bu tür koşullar, toplamda ekonomik üretkenliği düşürüyor. Örneğin, IMF’nin talimatıyla Zambiya’daki bakır madenciliğinin özelleştirilmesi sonucunda bu sektör, Batılı çok uluslu şirketlerin kontrolüne geçti ve Zambiya, doğal zenginliğinden ulusal ekonomiye çok az bir katkı alabiliyor. Bu nedenle, farklı borç türlerinin niteliksel farkları göz önünde bulundurularak her vaka incelenmeli.

Bu ülkelerin çoğu, KYG 2013 yılında başlatılmadan önce bile halihazırda mali sıkıntı içerisindeydi. Daha sonra, çeşitli iç ve dış gelişmeler bu sorunları arttı. İç savaşlar, terör, salgın hastalıklar, pandemiler, finansal yönetim eksiklikleri, yolsuzluk ve küresel finansal/para sistemindeki değişiklikler gibi nedenler, bu sıkıntıların kaynağını oluşturuyor ve bunların hiçbiri Çin ile doğrudan ilişkili değil. Başlıca nedenleri şu şekilde sıralayabiliriz:

a. Birçok ülke, yalnızca bir veya iki ana gelir kaynağına bağımlı ve bu durum, fiyat dalgalanmalarına veya faaliyet kesintilerine karşı onları savunmasız hale getiriyor. Örneğin hem Sri Lanka hem de Karadağ, büyük ölçüde turizme bağımlı. Sri Lanka, 2019’da terör saldırılarından etkilendi ve turizmde büyük bir düşüş yaşadı. 2020’de toparlanmaya çalışırken, bu kez Kovid-19 pandemisi ülke ekonomisini vurdu. Aynı şekilde, Karadağ ekonomisi 2021 ve 2022 yıllarında pandemiden ciddi şekilde etkilendi.

b. Sri Lanka ekonomisi düşük üretkenlik sorunlarıyla karşı karşıya. Örneğin, tekstil endüstrisi ithal edilen makineler, yakıt ve pamuk gibi girdilere dayanıyor ve yalnızca düşük maliyetli iş gücüyle katma değer sağlıyor. 2022’de Ukrayna krizi sonrası küresel yakıt fiyatlarının yükselmesi, bu sektördeki kâr marjlarını tamamen erozyona uğrattı.

c. Pek çok ülke, tarımda petrol, doğalgaz ve gübre ithalatına bağımlı. Bazı ülkeler, gıda ithalatı için yabancı kaynaklardan borç alıyor. Küresel fiyatlar arttığında, bu ülkeler ağır darbe alıyor.

d. Kur değer kaybı, borç yükünü kayda değer ölçüde artırıyor. Zira Çin kredileri dahil tüm dış borçlar Amerikan doları cinsinden ve kur değer kaybı, aynı dolar miktarını ödemek için ulusal zenginlikten daha fazla ödeme yapılmasına yol açıyor. Örneğin, ABD’nin 2022 yılında Enflasyon Azaltma Yasası’nı (Inflation Reduction Act) geçirmesiyle Amerikan doları, neredeyse tüm küresel para birimlerine karşı değer kazanmıştı. Bu durum, borçlu ülkeleri ciddi şekilde etkiledi.

Sonuç

Bu üç temel sorunun incelenmesi ve ele alınması, bu ülkelerin borç krizlerinin daha doğru ve nesnel bir şekilde değerlendirilmesini sağlayabilir. Çin, bu sorunların sebebi değil. Esasen, Çin’in bu ülkelere üretken kredi sağlama yaklaşımı, uzun süredir bu borç tuzağına hapsolmuş olan ülkelerin bu durumdan kurtulmalarına yardımcı olacaktır. Altyapı için sağlanan uygun finansman sayesinde, bu ülkeler üretkenliklerini artırabilir, mali dengelerini yeniden kurabilir ve hem Çin’e hem de diğer alacaklılara olan borçlarını daha kolay geri ödeyebilir.

Bu anlamda, Çin ve Kuşak ve Yol Girişimi, borç sorunlarının sebebi değil, çözümünün parçası. Fakat, Çin tek başına bu ülkelerin karşılaştığı tüm sorunları çözemez. Altyapı ve kalkınma projelerinin finansmanı için yeni yöntemler geliştirilmesine ihtiyaç var. Bu konu, ayrı bir makalede ele alınacak.

Dünya Basını

İkinci Trump yönetiminde sermaye hizipleri

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, yeni Trump yönetiminin arkasında sermaye ittifakını ve bu ittifakın olası gerilim, hatta dağılma dinamiklerini inceliyor.

Özel sermaye fonları ve Büyük Teknoloji ile “MAGA popülizmi” ittifakı olarak tanılmayabileceğimiz II. Trump yönetiminin ömrünü, bu sermaye hiziplerinin çıkarlarını yönetebilme beceresi de belirleyecek. Öte yandan, geleneksel finansa, yani Wall Street’e yönelik düşmanlık konusunda bir ortaklaşma görülüyor.

Nitekim Wall Street’in sözcüsü olarak nitelendirebileceğimiz mecralar, bir süredir Trumpçı “maceranın” ABD’den sermaye kaçırdığını “kanıtlayıp” duruyorlar. Yeni finansal araçlara sahip olanların bankalara yönelik hücumunun başarısı, Trumpizm’in de kaderini belirleyecek gibi görünüyor. Yakın zamanda Elon Musk ile Trump arasında vergi kesintisi ve harcama yasa tasarısı nedeniyle patlayan büyük kavga, geleceğe dair ipuçları sunuyor.

Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Amerika’nın Braudel’ci sonbaharı: İkinci Trump yönetiminde sermaye hizipleri

Benjamin Braun ve Cédric Durand
Phenomenal World
29 Mayıs 2025

Tarihçi Fernand Braudel’e göre, hegemonyanın çöküşü tarihsel olarak finansallaşma ile birlikte gelmiştir. Üretim ve ticarette kârlılığın azalmasıyla birlikte, sermaye sahipleri varlıklarını giderek finans sektörüne kaydırırlar. Braudel’e göre bu, imparatorlukların “sessiz ve ayrıcalıklı bir yaşamı garanti edecek her şeyi arayan rantçı-yatırımcı topluma dönüştüğü” bir “sonbahar belirtisi”dir.(1)

Braudel’in öngördüğü bu çöküş senaryosu, Trump’ın ikinci yönetiminin kilit isimlerini rahatsız ediyor. Şu anda Hazine Bakanı olan Scott Bessent, seçim kampanyası sırasında düşünceli bir tavırla şöyle demişti: “Eski rezerv para birimlerinin ortak noktası nedir? Portekiz, İspanya, Hollanda, Fransa, Birleşik Krallık… Bu ülkeler rezerv para birimi statüsünü nasıl kaybettiler?” Cevap: “Aşırı borçlandılar ve ordularını artık destekleyemez hale geldiler.” Eski bir hedge fonu yöneticisi Bessent, doların değerinin düşürülmesi programını resmi olarak reddediyor, fakat spekülatörler Trump’ın ocak ayında göreve gelmesinden bu yana ABD’nin döviz kurunu aşağı çekiyor. Dışişleri Bakanı Marco Rubio, 2019 yılında yayınlanan “21. yüzyılda Amerikan yatırımları” başlıklı raporun yazarı. Bu raporda, Wall Street’i, “iş kararlarını uzun vadeli kurumsal kapasite geliştirme yerine, yatırımcılara hızlı ve öngörülebilir bir şekilde para kazandırmaya yönelten” hissedar değeri rejimini sert bir dille eleştiriyor. Rubio’nun finans konusundaki görüşleri, Josh Hawley gibi kendini “popülist” olarak tanımlayan Cumhuriyetçiler tarafından da paylaşılıyor.

Wall Street’e karşı bu kalıcı düşmanlık, Trump’ın ikinci yönetiminin ilk aylarında ideolojik bir kırılmaya neden oldu; bir yandan, Başkan’ın “Kurtuluş Günü” gümrük vergileri finansal piyasaları altüst ederken, diğer yandan Wall Street finansal paniğe yol açarak Beyaz Saray’ı disipline etmeye çalıştı. Kendini MAGA [Amerika’yı Yeniden Büyük Yap] popülisti olarak tanımlayanlar ile Trump’ın seçim tabanının oluşturduğu koalisyonun sürdürülebilir olup olmadığı, ikinci Trump yönetiminin temel sorusu olmaya devam ediyor. Bu koalisyon, gümrük vergileriyle ABD imalat sektörünün canlandırılması ve sınır dışı edilmelerle işgücü piyasasının sıkılaştırılması yoluyla yaşam standartlarının yükselmesi ve iş güvenliğinin sağlanmasını bekliyor. Fosil yakıt şirketleri ve Palantir ve Anduril gibi savunma odaklı teknoloji şirketleri, militarize milliyetçilikte pek çok şey buluyor. Fakat Trump’ın ticaret politikası, Trump’ı sürekli destekleyen ve karşılığını almayı bekleyen iki sektör olan özel finans ve büyük teknolojiye açıkça zarar veriyor. Bu sektörlere saldırmak, onu yeniden başkanlığa taşıyan ABD sermayesinin tam da o kesimlerini kendinden uzaklaştırma tehlikesi yaratıyor. 

Bu sermaye grupları için ABD’nin gerilemesi görecelidir ve Japonya örneğinde olduğu gibi zarif bir şekilde yönetilebilir. Giovanni Arrighi’nin 1994 yılında gözlemlediği gibi, finans her zaman hegemonik geçişlerin aracısı olmuş ve bu geçişlerden faydalanmıştır.(2) Bugün, varlık yönetimi devleri, ABD’nin portföylerini gerileyen hegemondan uzaklaştırarak ve Çin ve diğer yükselen Asya ekonomilerinden gelen hızlı büyüyen sermaye havuzlarına ABD varlıklarına erişim imkanı sunarak kâr elde ediyor. Bu arada, büyük teknoloji şirketleri bilgi ve iktisadi koordinasyon üzerinde genel kontrolü hedefliyor.(3) Veriye erişimini kesintiye uğratabilecek, ağ etkisini azaltabilecek, maddi altyapı maliyetlerini artırabilecek ve bağlantısız siyasi yapıları dijital egemenlik peşinde koşmaya itebilecek jeoiktisadi parçalanmadan çok şey kaybedecekler.

Amerikan İmparatorluğu’nu yeniden canlandırma çabalarında Trump yönetimi, imalat odaklı nativistler ile çıkarları küresel boyuta yayılan sermaye gruplarının çıkarları arasında hassas bir denge kurmak zorunda kalacak. Bu çelişkili gündemleri uzlaştırmak, Trump koalisyonunun uzun ömürlülüğü ve küresel finansal sistemin istikrarı için büyük bir meydan okuma oluşturacak. 

Özel finans Trump’a arka çıkıyor

2016 seçimleri Wall Street’te dramatik bir bölünmeye yol açtı. Batmak için fazla büyük bankalar ve “kamu sermayesi” varlık yöneticileri retorik olarak Demokratlarla aynı çizgide yer alırken, “özel sermaye” veya alternatif varlık yöneticileri (özel sermaye, risk sermayesi ve hedge fonları) Trump’ın ilk başkanlık adaylığının yüksek sesli destekçileri olarak ortaya çıktı. Bu bölünme, Birleşik Krallık’taki bölünmeyi yansıtıyordu. Birleşik Krallık’ta cesaretlenen bir grup özel sermaye ve hedge fon patronu Brexit’e destek verirken, geleneksel finans dünyası Remain [AB’de kalma] kampını destekleme eğilimindeydi.(4)

Alternatif varlık yöneticileri sadece iki şey istiyor: vergi ayrıcalıkları ve deregülasyon. Forbes 400 sıralamasında özel finans patronlarının durmak bilmeyen yükselişinin ardındaki en önemli tek faktör, başarı primi faizi [carried-interest] vergisi yasal boşluğu. Son yirmi beş yılda, özel fon genel ortaklarının performansa dayalı ücretleri olan “başarı primi” 1 trilyon dolara ulaştı.(5) 2010 yılında Obama, bu boşluğu kapatmaya çalıştı ama başarısız oldu ki bu hamleyi, Blackstone CEO’su Stephen Schwarzman, Nazi Almanya’sının Polonya’yı işgaline benzetmeye uygun bulmuştu. Bu yasal boşluğun korunması, Senatör Kristen Sinema’nın son anda Biden yönetiminin Enflasyonu Düşürme Yasasına [IRA] eklediği talep ile sağlandı ve Biden döneminde şirketler ve zenginlere vergi artırımı konusunda yaşanan genel başarısızlığı tamamladı.

Deregülasyon cephesinde, özel finans kesimi için en büyük kazanç, bireysel emeklilik varlıklarının oluşturduğu devasa havuza erişimdir. Şu anda, özel sermaye ve hedge fonları, süper zengin bireylerden ve kurumsal varlık sahiplerinden para topluyor. En büyük müşteri grubu, açık ara farkla, sabit yükümlülükleri bulunan kurumsal yatırımcılar olan kamu ve özel sektördeki tanımlanmış fayda emeklilik fonları. Fakat 2008 finansal krizinden bu yana, 401(k) ve IRA planları gibi bireysel, tanımlanmış katkı planları, toplu emeklilik planlarına göre iki kat daha hızlı büyüdü. Bugün, bu iki tür planda 10 trilyon doların biraz altında bir meblağ bulunuyor ve bunların tümü, BlackRock, Vanguard ve State Street gibi Wall Street’in liberal kesiminin sadık destekçileri tarafından yönetiliyor. 

Bu devasa para havuzuna erişim sağlamak için uzun süredir mücadele eden özel finans grubu, Trump’ın ilk döneminde ilk zaferini elde etmişti. 2020 yılında, önde gelen muhafazakâr Yüce Mahkeme yargıcı Antonin Scalia’nın oğlu Eugene Scalia’nın başkanlık ettiği Çalışma Bakanlığı (DOL), bir mektup yayınlayarak mevcut kuralların 401(k) sponsorlarının plan fonlarını özel sermaye şirketlerine tahsis etmesine zaten izin verdiğini açıkladı. Elbette, SEC’in [Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu] katı kural değişikliğinin aksine, DOL’in mektubu zayıf bir hukuki temele dayanıyor, fakat yine de önemli bir adım. Trump ikinci kez göreve başladıktan kısa bir süre sonra, özel sermaye devleri, fonlarına olan talebi iki katına çıkarabileceğine inandıkları 401(k) musluğunu açmak için çabalarını yoğunlaştırdı. 

Özel sermaye fonlarının, Amerika’daki 60 milyon 401(k) planı katılımcılarına erişim sağlamaya kararlı olmasında bir gizem yok. Saldırı hattı açık: Regülatörler, yatırım seçeneklerini halka açık hisse senetleri ve tahvillerle sınırlayarak, 401(k) sahiplerini çeşitlendirme ve getiri fırsatlarından mahrum bırakıyor. Apollo CEO’su Marc Rowan,  401(k) fonlarının “çoğunlukla S&P 500 olmak üzere günlük likit endeks fonlarına yatırıldığından” şikayet etmişti. Son zamanlarda altyapı varlıklarına yönelen BlackRock’un CEO’su Larry Fink de benzer şekilde, bu varlıkların “özel piyasalarda, yüksek duvarlarla çevrili, sadece en zengin veya en büyük piyasa katılımcılarına açılan kapıları olan” varlıklar olduğunu belirtmişti. BlackRock’un özel sermayeye yönelmesi, özel sermaye getirilerine erişimin Amerikan emeklilik tasarruf sahiplerine daha fazla finansal demokrasiye doğru bir adım olarak satılmasıyla, kamu sermayesi varlık yöneticileri arasında yaşanan daha geniş sağa kayışı temsil ediyor. 

Gerçekte, özel sermaye sektörü, ekonomist Ludovic Phalippou’nun “milyarder fabrikası”(6) olarak adlandırdığı şey için kurtarma paketi arıyor. 2006 yılından bu yana, milyarder sayısı 2005’te üç iken 2020’de yirmi ikiye çıkmış olsa bile, özel sermaye fonlarının yatırım getirileri borsa performansını geçemedi. Son yıllarda, bu tür satın alma fonları yatırımlarından çıkmakta zorlandı ve bunun yerine sektör genelinde kestaneleri ateşten alma oyunu oynayarak yatırımlarını birbirlerine devretti. 2024 yılında, özel sermaye sektörü on yıllardır ilk kez küçüldü. Biden döneminde hedef tahtasına oturan kurumsal anlaşmalar, büyümeye geri dönüş için bir yol sunuyor. Alternatif varlık yöneticisi Sixth Street’in baş yatırım sorumlusu, geçtiğimiz günlerde yatırımcılara, “Sektör, topladıkları sermayenin miktarını haklı çıkarmak için kısmen M&A’nın [Birleşme ve Satın Alma] geri döneceğini söyleyip duruyor,” dedi. “Sorun, 2019 ile 2022 yılları arasında insanların varlıklar için çok fazla para ödemiş olması ve kimse bu varlıkları kabul edilebilir bir getiri olmadan satmak istememesi.” 

Gerçekçi olmayan getiri beklentileri birikmişken, mevcut yatırımcılar için kârlı bir çıkışın en kesin yolu yeni yatırımcılar çekmek. Sektörün düşüncesine göre, 1 trilyon dolarlık “suskun” 401(k) parasını çekmek, emeklilik fonlarının, varlık fonlarının ve büyük bireysel varlık sahiplerinin hisselerini kârla satmalarını sağlayacak. Daha küçük tasarruf sahipleri ise bu aşırı değerli varlıkların yükünü üstlenmek zorunda kalacak. Başka bir deyişle, bir saadet zinciri.

Büyük Teknolojinin yeniden düzenlenmesi

Finans iki siyasi gruba bölünürken, Silikon Vadisinin seçkinleri şaşırtıcı bir birlik içinde sağa doğru ilerledi. Otuz yıl boyunca, teknoloji girişimcileri ve özel finansörler, devletin uyguladığı büyük yaptırımlardan korkmadan “hızlı hareket edip işleri bozabilirdi.” Her şeyi çok kolay elde eden bu zirvedeki avcılar, Biden yönetimi ve Demokrat Partinin artan antitekel uygulamalarının durdurulması gerektiğine karar verdi. Bu anlamda, Trump’ın bayrağı etrafında toplanmaları, Obama-Trump antitekel statükosunu geri getirmekle ilgili. Sektör liderlerinin hissettiği endişeden bahseden risk sermayedarı Marc Andreesen, kampüslerde ve Silikon Vadisinde “toplumsal devrim” belirtileri gördüğünü ve “Yeni Sol’un yeniden doğuşu”nun işgücünü radikalleştirdiğini söylüyordu:

Açıkça görülüyor ki, şirketler temelde toplumsal değişim ve toplumsal devrimin motorlarına dönüştürülüyor. Çalışan tabanı vahşileşiyor. [Birinci] Trump döneminde, tanıdığım birçok şirketin kendi kampüslerinde kendi çalışanları tarafından şiddetli ayaklanmaların patlak vermesine saatler kaldığını hissettiği vakalar yaşandı.

Silikon Vadisi liberalizminin, ABD kapitalizminin artık geçmişte kalan maksimum likidite ve minimum regülasyon dönemiyle bağlantılı geçici bir aşama olduğu ortaya çıktı. Ardından Covid salgını patlak verdi ve devlet işçilere önemli miktarda ödeme yaptı. Bu ödemelerden yararlanan bazı işçiler, yeni taleplerini dile getirme gücü kazandıklarını hissettiler. Aynı zamanda, Biden yönetiminin en aktivist kolu olan Lina Khan’ın Federal Ticaret Komisyonu, antitekel uygulamalarını büyük teknoloji şirketlerine yöneltti. Biden’ın Hazine Bakanı Janet Yellen’in kurumsal vergilendirme konusunda geçici uluslararası koordinasyon çabaları ve Demokrat Başkan’ın sendika mobilizasyonuna verdiği retorik destek de eklenince, Andreesen’in bunu “devasa bir radikalleşme anı” olarak neden yaşadığı ve grup sohbetlerinde milyarder sınıf bilincini teşvik etmek için neden bu kadar çok zaman harcadığı anlaşılabilir.

Bu koşullar, büyük teknoloji şirketlerinin Trump’ın dönüşünü destekleyen ikinci sermaye grubu olarak özel finans sektörüne katılmalarına neden oldu. Büyük teknoloji şirketlerinin patronlarının göreve başlama töreninde bir araya gelmeleri bu ittifakı kesinleştirdi. Bunun karşılığında, yapay zeka şirketleri için kamu güvenliği önlemlerini ve kripto şirketleri için düzenleyici engelleri ortadan kaldıran bir dizi başkanlık kararnamesi ile hızla ödüllendirildiler. Nitekim, Biden yönetiminin 2019’da başlatılan ve 2022’de rafa kaldırılan Facebook’un Libra küresel ödeme sistemi planına karşı hızlı bir şekilde karşı çıkmasının aksine, yeni yönetim kripto sektörünü devletin tam güveni ve kredisiyle desteklemeye hazır görünüyor. 

Kripto para yatırımcıları, emeklilik fonlarının parasını çekmek için özel sermaye stratejisini benimsedi. Trump’ın yeniden seçilmesinden bu yana, yirmi üç eyalet yasa tasarısı kabul ederek kamu kurumlarının kripto para yatırımına izin verdi. Bazı durumlarda, yasa tasarıları özellikle kamu emeklilik fonlarını da kapsıyor. Ve stabilcoinler için izin veren bir düzenleyici çerçeve sağlamayı amaçlayan “ABD Stabilcoinleri için Ulusal İnovasyonun Yönlendirilmesi ve Kurulması” (Genius) Yasası Senatoda önemli bir engeli aşarken, Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonundan (SEC) Tüketici Finansal Koruma Bürosuna (CFPB) kadar finansal düzenleyici kurumlara yönelik DOGE saldırısı, denetimi zayıflatıyor ve finansal sistem genelinde risk almayı teşvik ediyor. Elon Musk’ın Visa ile ortaklaşa X Money Account oluşturma planının önünde neredeyse hiçbir engel kalmadı. Silicon Valley Bank krizinin çok daha büyük bir versiyonunun tohumları atıldı. 

Sonuç olarak, yeni yönetimin ilk birkaç ayında sorun yaratan ciddi mali sıkıntılar, Başkan’ın kurumsal koalisyonunun bir kusuru olduğu kadar bir özelliği de olabilir. Yeni Silikon Vadisi seçikinlerinin hedefleri, federal bürokrasiyi işlevsiz hale getirmekle kalmayıp, Wall Street’i de tahtından indirmek.

Fed’in ikilemi

Bu da bizi, finans ve devletin karşı karşıya geldiği her türlü mücadelede belirleyici rol oynayan Federal Rezerv’e getiriyor. Büyük bir finansal krize rağmen, Fed ABD makro iktisadi politikasında sağlam bir para politikası hakimiyetini sürdürdü. Yeniden açılma enflasyonu başladığında, para politikası hem finansal istikrar hem de fiyat istikrarı için umut verici bir araç sunarken, maliye politikası arka plana çekildi. Yellen’in pandemi kaynaklı durgunluğa yanıt olarak uyguladığı “büyük ve erken harekete geçme” stratejisi ile oluşturulan yüksek basınç ekonomisi, pandemi kaynaklı tedarik zinciri gecikmelerinden kaynaklanan fiyat artışlarıyla birleşerek, Fed’in hem finansal piyasaları hem de işgücü piyasalarını deflasyona sokmak için para politikasını sıkılaştırmasının gerekçesini oluşturdu. 

Ne var ki, Trump’ın ikinci döneminde Fed çok daha tehlikeli bir yolda ilerliyor. Trump’ın gümrük vergileri ve zayıf dolar, enflasyonist baskıların geri dönme olasılığını artırıyor. Yetkin ve disiplinli bir yönetim, stratejik stoklama ve fiyat kontrolleriyle temel ihtiyaç maddelerinde fiyat artışlarını önleyebilir.(7) Ne var ki mevcut yönetim ne yetkin ne de disiplinli ve DOGE’nin federal hükümete yönelik sistematik saldırıları, enflasyonu dizginleme yükünün tek başına Fed’in omuzlarına bineceği izlenimini pekiştiriyor. 

Burada [Fed Başkanı] Jerome Powell bir ikilemle karşı karşıya. Gümrük vergileri ve zayıf doların çifte etkisiyle enflasyonist baskılar artarsa, Fed’in faizleri yükseltmesi beklenir. Fed şimdiden tahvil getirilerinin yükselmesine izin veriyor. Ne var ki, beklenenden yüksek faiz oranları ve beklenenden düşük gelir artışı nedeniyle derinleşen finansal stres (otomobil sahipleri, en yüksek oran ile son otuz yılın en yüksek seviyesinde kredi ödemelerini yapamaz haldeler), Fed’i 2019 sonu ve 2023 başında yaptığı gibi, acil kredi ve varlık alımları yoluyla varlık değerlerini desteklemek için müdahale etmeye zorlayabilir. Dahası, Trump ve Bessent, ABD hükümetinin borçlarına daha düşük faiz oranları uygulanmasını istediklerini açıkça belirtmişlerdi. Bu durum, para politikasında sıkılaştırma yönündeki her türlü girişimi büyük ölçüde zorlaştıracaktır.  

Powell’ın ikilemi, en büyük varlık tehlikede olduğu için daha da acil hale geliyor: ABD hazine tahvillerinin küresel güvenli varlık statüsü ve dolayısıyla ABD dolarının küresel rezerv ve fonlama para birimi statüsü. Resmi rezerv yöneticilerinin ABD menkul kıymetlerine olan ilgisi yıllardır azalıyor, çünkü küresel rezerv varlıklarında doların payı 2000 yılındaki yüzde 71’den 2024 yılında yüzde 57’ye düştü. Tahvil yatırımcıları arasında endişenin arttığına dair işaretler şubat ayında ortaya çıktı. Fransız varlık yönetimi şirketi Amundi’nin yatırım direktörü, Beyaz Saray’ın menkul kıymetler düzenlemelerini zayıflatma talimatına yanıt olarak, “ABD sistemine, Fed’e ve ABD ekonomisine olan güveni sarsabilecek adımlar atılmaya başlandı,” demişti. Takip eden haftalarda, bu üstü kapalı tehdit, borsalarda güçlü bir düzeltme ve daha da endişe verici bir şekilde ABD hazine tahvili faizlerinin yükselişiyle somutlaşmaya başladı. Trump’ın 2 Nisan’da “karşılıklı” gümrük vergileri uygulayacağını açıklamasının ardından ABD olağanüstü bir olay yaşadı: sermaye kaçışı. Fed, enflasyon yükselirken reel faizlerin düşmesine izin vermeye zorlanırsa, çok daha büyük ölçekli bir sermaye kaçışı gerçek bir olasılık haline gelir. 

ABD’nin ticaret açığını ortadan kaldırırken doların rezerv para birimi statüsünü korumak gibi hedeflerin birbiriyle bağdaşmadığı uzun zamandır biliniyor. Robert Triffin’in 1950’lerin sonlarında “dolar bolluğu” üzerine yaptığı çalışmalardan bu yana, uluslararası para iktisatçıları ticaret yoluyla küresel iktisadi büyümenin rezervlerin mevcudiyetine bağlı olduğunu anladılar. Yeni bir rezerv standardının yokluğunda, bu durum, ABD’nin sürekli ticaret açığı yoluyla dünyanın geri kalanına bol miktarda dolar sağlanması gerektiği şeklinde yorumlandı. Avrodolarların ve sınırsız brüt sınır ötesi finansal akışların olduğu bir dünyada, küresel likidite mutlaka ABD cari hesabına bağlı değil fakat yönetimin ikisini birbirinden ayırma fikirleri pek de güven verici değil. Bunlar arasında özellikle, “dünya çapında yasal ve meşru dolar destekli stabilcoinlerin geliştirilmesini ve büyümesini teşvik etme” vaadi yer alıyor. Eric Monnet bunu, stabilcoinlerin değeri dolar varlıklarıyla destekleneceği için, küresel para sisteminde doların hakimiyetini zayıflatmak yerine genişletmeyi amaçlayan bir strateji olan “kriptomerkantilizm” olarak adlandırdı.

Yönetici sınıfın yönetiminin tuzakları

Trump’ın göreve dönüşü, onun zaferine katkıda bulunan koalisyonun içindeki çatlakları ortaya çıkardı. Popüler MAGA hizipleri, ana akım finans ve teknoloji sektörünün açık küresel finans ve dijital pazarlara olan ilgisiyle pek ortak noktası olmayan Trump’ın milliyetçi tutumuna destek verdi. Teknoloji ve MAGA, ABD’nin sanayi tabanını canlandırma hedefinde orta yol bulabilir, fakat bu, hem ana akım hem de özel finansın üstünlüğü için dayandığı güçlü doların temelini sarsacaktır. Steve Bannon’un dediği gibi, “birçok MAGA’cı Medicaid’den yararlanıyor” olsa da, Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Temsilciler Meclisinde kısa süre önce kabul edilen federal bütçe, özel finansın desteklediği radikal sosyal yardım kesintilerini içeriyor. Retoriklere rağmen, bu harcama kesintileri vergi indirimlerini telafi etmiyor: kamu açıkları devam edecek ve yönetimin gümrük vergileri ve deregülasyon gündemi finansal istikrarı tehdit edecek.  

Devlet teorisyenleri uzun zamandır “yönetici sınıf yönetmez” iddiasını savunmaktadır. Fred Block’un isabetli ifadesiyle, liberal demokrasiler, şirketlerini yöneten kapitalistler ile hükümeti yöneten “devlet yöneticileri” arasındaki iş bölümü ile karakterize edilir.(8) Tekil kapitalistler kendi kârlarını görmeye eğilimli oldukları için, servetleri devlet yöneticilerinin toplumsal, ekolojik ve finansal yeniden üretim koşullarını sürdürmedeki başarılarına bağlıdır.

Block’a göre, kapitalist devlet kendi çıkarlarını birleştirerek hayatta kalmaya çalışır. Şimdi şu soru ortaya çıkıyor: Mevcut ABD hükümeti, zayıflamış haliyle, ikinci Trump dönemini destekleyen çok sayıda rakip grubun çıkarlarını birleştirebilecek mi? ABD teknoloji şirketlerinin Çin’deki üretim çıkarlarını korurken MAGA milliyetçilerini yatıştıran gümrük vergileri, uluslararası düzeyde koordine edilen doların devalüasyonu ile birleştiğinde, Bidenomics’in imalat yatırım patlamasını sürdürmek için önemli bir adım olacak. Finansal deregülasyon ve özel sermaye için 401(k) musluklarının açılması, Trump’ın federal bütçe tartışmaları sırasında ortaya attığı gibi, yüksek gelir vergisi oranlarının yüzde 37’den 2017 öncesi seviyesi olan yüzde 39,6’ya geri döndürülmesi ile birleştirilebilir. Ne var ki böyle bir konsensüsün ortaya çıkıp çıkmayacağı henüz belli değil. Sadece birkaç ay içinde, Trumponomics’in çelişkileri tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı ve görünürde bir çözüm de yok.


Dipnotlar:

  1. Braudel, F. (1984). Civilization and capitalism, 15th-18th century. University of California Press, s. 246 ve 266-267. 
  2. Arrighi, G. (1994). The long twentieth century: Money, power, and the origins of our times. Verso.
  3. Durand, C. (2024). How Silicon Valley Unleashed Techno-feudalism: The Making of the Digital Economy. Verso Books.
  4. Marlène Benquet and Théo Bourgeron, Alt-Finance: How the City of London Bought Democracy, Pluto: London, 2022.
  5. Phalippou, L. (2024). The Trillion Dollar Bonus of Private Capital Fund Managers (SSRN Scholarly Paper No. 4860083). https://papers.ssrn.com/abstract=4860083
  6. Ludovic Phalippou, “An Inconvenient Fact: Private Equity Returns and the Billionaire Factory,” The Journal of Investing, December 2020, 30 (1) 11 – 39.
  7. Weber, I. M., Lara Jauregui, J., Teixeira, L., & Nassif Pires, L. (2024). Inflation in times of overlapping emergencies: Systemically significant prices from an input–output perspective. Industrial and Corporate Change, 33(2), 297–341. https://doi.org/10.1093/icc/dtad080
  8. Block, F. (1987). The ruling class does not rule: Notes on the Marxist theory of the state. In Revising state theory: Essays in politics and postindustrialism (s. 51–68). Temple University Press.
Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Batı basını, İstanbul’daki ikinci Rusya-Ukrayna görüşmelerine nasıl tepki verdi?

Yayınlanma

Rusya ve Ukrayna heyetleri, çatışmanın çözümüne yönelik ikinci tur müzakereler için 2 Haziran’da İstanbul’daki Çırağan Sarayı’nda bir araya geldi. Bir saatten fazla süren görüşmede, Rus heyetine Devlet Başkanı Yardımcısı Vladimir Medinskiy, Ukrayna heyetine ise Savunma Bakanı Rustem Umerov başkanlık etti.

Müzakereler sonucunda tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri masaya yatırdığı ve yeni bir esir takası için hazırlıklara başlandığı bildirilirken, uluslararası basın kuruluşları görüşmelerden önemli bir ilerleme beklemediklerini aktardı.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri teati ettiğini ve yeni bir esir serbest bırakma sürecinin hazırlıklarına başladıklarını belirtti.

Ukrayna Savunma Bakanı Umerov ise müzakerecilerin tüm ağır hasta esirler ile 25 yaş altındaki kişilerin takası konusunda anlaşmaya vardığını açıkladı.

Rus heyetine başkanlık eden Medinskiy, Rusya’nın gelecek hafta tek taraflı olarak Ukrayna’ya hayatını kaybeden 6 bin askerin naaşını teslim edeceğini söyledi. Ayrıca Medinskiy, Moskova’nın Kiev’den çatışma nedeniyle zor durumda kalan 339 çocuğun isim listesini aldığını da sözlerine ekledi.

Reuters: Atılım beklentisi düşük

İngiliz haber ajansı Reuters, “Pazartesi günü bir atılım beklentisi düşüktü. Ukrayna, Rusya’nın bugüne kadarki yaklaşımını kendisini teslim olmaya zorlama girişimi olarak görüyor ki Kiev bunu asla yapmayacaktır. Diğer yandan, Mayıs ayında son altı ayın en hızlı ilerlemesini kaydeden Moskova ise Kiev’in Rusya’nın şartlarıyla barışı kabul etmesi gerektiğini, aksi takdirde daha fazla toprak kaybıyla yüzleşeceğini belirtiyor,” ifadelerini kullandı.

Associated Press: Taraflar kilit konularda uzak

Amerikan haber ajansı Associated Press (AP), “ABD’nin her iki tarafı ateşkese teşvik etme çabaları henüz başarıya ulaşmadı. Ukrayna bu adımı kabul etti ancak Kremlin fiilen reddetti. Her iki ülkeden üst düzey yetkililerin son yorumları, askeri faaliyetlerin durdurulmasına yönelik kilit şartlar konusunda hâlâ anlaşmadan uzak olduklarını gösteriyor,” değerlendirmesinde bulundu.

Bloomberg: Barış umudu uzak görünüyor

Bloomberg haber kuruluşu ise “Bu görüşme, çatışmanın başlangıcından bu yana savaşan iki taraf arasında kamuoyuna açık ikinci görüşme oldu ve Mayıs ayındaki ilk tur müzakerelerin ardından geldi. ABD Başkanı Donald Trump’ın aylardır süren ve ilerleme kaydedilememesi nedeniyle giderek hayal kırıklığına uğradığı çabalarına rağmen barış olasılığı uzak görünüyor. Moskova, ABD’nin 30 günlük ateşkes önerisine hâlâ direniyor,” diye yazdı.

The New York Times: Müzakereler tıkanırken sahada saldırılar artıyor

ABD’nin önde gelen gazetelerinden The New York Times, “Moskova ve Kiev, her iki ülke liderlerini kâh ikna etmeye çalışan kâh eleştiren Başkan Trump’ın baskısı altında müzakere ediyor. Ancak Rusya ve Ukrayna sert bir duruş sergiliyor ve hiçbir tarafın diğer taraf için kabul edilebilir şartlar sunması beklenmiyor. Müzakereler çıkmaza girerken, savaş alanında saldırılar yoğunlaşıyor,” yorumunu yaptı.

CNN: Belirsizlik sürüyor

Amerikan haber kanalı CNN, “Geçen ay Türkiye’de yapılan ve düşman ülkeler arasında 2022’den bu yana ilk olan birinci tur görüşmelerin ardından her iki taraf da tam bir ateşkes ve potansiyel olarak uzun vadeli bir barış için şartlarını teati etmeyi kabul etmişti. Ukrayna’nın pazar günkü hava saldırısının bu yolu kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağı ya da daha da çetrefilli hâle getirip getirmeyeceği henüz belirsiz,” ifadelerine yer verdi.

Financial Times: İlerleme belirtisi yok, Trump hayal kırıklığı yaşıyor

İngiliz Financial Times gazetesi ise, “Heyetler el sıkışmadı ve potansiyel bir anlaşmaya varılması yönünde herhangi bir ilerleme belirtisi göstermedi. Rusya’nın uzlaşmaz tutumu, göreve geldiği ilk gün çatışmayı çözebileceğiyle övünen ve Putin ile yakın ilişkilerinin bir anlaşmaya varılmasına yardımcı olacağına inanan ABD Başkanı Donald Trump’ı hayal kırıklığına uğrattı,” değerlendirmesini okuyucularıyla paylaştı.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Financial Times: Borç batağındaki ‘gelişmekte olan ülkeler’ için kayıp on yıl kapıda

Yayınlanma

İngiliz Financial Times gazetesi, ‘gelişmekte olan ülkelerin’ karşı karşıya olduğu borç krizini ve bunun kalkınma üzerindeki olumsuz etkilerini ele aldı. Gazete, milyarlarca insanın umutlarını boşa çıkaran mevcut mali yapıların acilen yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Borç servisinin eğitim, sağlık ve altyapı gibi kritik alanlardan kaynak çektiği belirtildi.

İngiliz Financial Times gazetesi, “gelişmekte olan ülkelerin” yüzleştiği borç krizini ve bunun kalkınma üzerindeki yıkıcı etkilerini mercek altına aldı.

Gazete, milyarlarca insanın beklentilerini karşılayamayan mevcut mali yapıların acilen yeniden ele alınması gerektiğinin altını çizerek, borç sorununun birçok düşük ve orta gelirli ülkede daha da derinleştiğini belirtti.

Söz konusu ülkeler borçlarını ödemekte temerrüde düşmeseler de kalkınma hedeflerinde geri kalıyorlar.

Likidite eksikliği nedeniyle hükümetler, eğitim, sağlık, altyapı ve iklim uyumu gibi hayati alanlara ayrılması gereken değerli kamu kaynaklarını, daha önce alınmış borçların servisine yönlendirmek zorunda kalıyor.

BM verileri endişe verici

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) tarafından yayımlanan son veriler, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.

Verilere göre 54 ülke, vergi gelirlerinin yüzde 10’undan fazlasını sadece faiz ödemelerine harcıyor.

“Gelişmekte olan ülkelerin” vergi gelirlerine oranla ortalama faiz yükünün 2011’den bu yana neredeyse iki katına çıktığına dikkat çekildi.

Gazete, 3,3 milyardan fazla insanın borç servisine sağlıktan daha fazla harcama yapan ülkelerde yaşadığını, 2,1 milyar insanın ise borçlara eğitimden daha fazla kaynak ayıran ülkelerde hayatını sürdürdüğünü vurguladı.

Financial Times, bunun sürdürülebilir bir kalkınma yolu olmadığını, aksine borcun bir engel teşkil ettiğini belirtti.

Borçlanma maliyetleri artıyor

Bu durumun, borçlanma maliyetlerinin keskin bir şekilde yükseldiği bir dönemde yaşandığına işaret edildi. 2008 mali krizinin ardından faiz oranlarının sıfıra yaklaşmasıyla daralan borçların, şimdi çok daha yüksek faiz oranlarıyla yenilendiği ifade edildi. Gazeteye göre, Covid-19 salgını ve Ukrayna’daki savaş sonrasında getiri farkları azalmış olsa da, sermaye piyasalarında borç yenileme maliyeti birçok düşük ve orta gelirli ülke için hâlâ aşırı derecede yüksek.

Küresel ekonomideki zayıf görünüm de krizi daha da ağırlaştırıyor. Yavaşlayan büyüme, borç sürdürülebilirliğini baltalayarak krizi derinleştiriyor.

“Sistemik bir başarısızlık söz konusu”

Gazete, bugünkü krizin sistemik bir başarısızlığı yansıttığını ve bunun temelinde küresel sermaye akışlarındaki süregelen asimetrinin yattığını vurguladı.

Sermayenin gelişmiş ekonomilere genellikle anti-siklik (ekonomik döngünün tersi yönde) akarak durgunluk dönemlerinde destek sağlarken, “gelişmekte olan ülkelere” pro-siklik (ekonomik döngüyle aynı yönde) aktığı ve bu durumun şokları daha da kötüleştirdiği açıklandı.

Financial Times, bu durumun neticesinde net dış transferlerin negatife döndüğünü belirtti. Sadece 2023 yılında, düşük ve orta gelirli ülkelerin (Çin hariç) uzun vadeli borçlarda 30 milyar ABD doları net özel sektör çıkışı yaşadığı, bunun 2022’deki yaklaşık 50 milyar ABD dolarlık çıkışa göre hafif bir iyileşme olsa da hâlâ “kalkınma için önemli bir kaynak kaybını” temsil ettiği ifade edildi.

Uluslararası kurumlar yetersiz kalıyor

Çok taraflı kurumların da yetersiz kaldığına dikkat çeken gazete, Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) düşük ve orta gelirli ülkelere yapılan net transferlerin —salgın sırasında önemli ölçüde artmışken— şimdi çöktüğünü belirtti.

Gazete, “2020’de 22 milyar ABD dolarlık pozitif transferden, net rakam 2022’de sıfıra ve 2023’te eksi 5 milyar ABD dolarına düştü,” ifadelerini kullandı ve bunun düşük ödemeler ile faiz ödemelerindeki büyük artıştan kaynaklandığını ekledi.

‘Mevcut borç politikaları halklara değil piyasalara hizmet ediyor’

Financial Times, uzmanlar arasında pek çok “gelişmekte olan ülkedeki” mevcut borç politikalarının halklara değil, mali piyasalara hizmet ettiği yönünde artan bir fikir birliği olduğunu aktardı.

Gazete, bunun bütün ülkeleri kayıp bir on yıla veya daha kötüsüne mahkum etme tehlikesi taşıdığını vurgulayarak, dünyanın en yoksul ve en savunmasız insanlarından bazılarının bir veya daha fazla kayıp on yıl yaşamasının “dünyanın kaldıramayacağı bir durum” olduğunu açıkladı.

Gazete, tartışmanın sadece mali temerrütten kaçınmaya dayalı dar başarı anlatılarının ötesine geçmesi gerektiğini belirterek, “Gelecekleri sürdürülemez koşullardaki eski borçların servisine ipotek edilen milyarlarca insanın yaşadığı gerçekliği yansıtmalıdır,” çağrısında bulundu.

Ayrıca, tekrarlayan borç ve kalkınma krizlerine yol açan küresel yapıdaki temel kusurların ele alınmasıyla işe başlanması gerektiğini vurguladı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English