Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

1848 devrimleri başarısız mı oldu?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Fransız Devrimi’nin açtığı çağ, beşeriyetin kendi hilafına ne ciddi kazanımları elde ettiği ve en zorlu dönemlerinden biriydi. O günün kazanımları bugünü yarattı, Sovyetler başta olmak üzere reel sosyalizm tecrübelerine giden yolu açtı. Modern Almanya üzerine çalışan James J. Sheehan, tarihçi Christopher Clark’ın Revolutionary Spring: Europe Aflame and the Fight for a New World, 1848-1849 adlı kitabını ele almış.


1848 devrimleri başarısız mı oldu?

James J. Sheehan

Commonweal Magazine

25 Eylül 2023

1871 yılında İsviçreli büyük tarihçi Jacob Burckhardt, “Fransız Devrimi Çağı” konulu derslerine, öğrencilerine dersin başlığının yanıltıcı olduğunu söyleyerek başladı. Burckhardt, devrim çağının 1789’dan sonra Fransa’da yaşananlarla sınırlı olmadığını, hala devam ettiğini, hatta “belki de sadece başında ya da ikinci perdesinde olduğumuzu” belirtti. Bu devrimci drama “dünya tarihindeki hiçbir şeye benzemiyor”.

Devrimler tarihinde 1848-49 ayaklanmalarının özel bir yeri var. Çağdaşları için çok etkisi yaratan 1789’un aksine, yüzyılın ortasındaki devrimler pek çok gözlemci tarafından, özellikle de Komünist Manifesto metnini politik şiddetin ilk kıvılcımları belirmeye başlamadan hemen önce matbaaya gönderen Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından öngörülmüştü. Devrim gerçekleştiğinde, 1789’dan farklı olarak yine kıtasal bir fenomen, Christopher Clark’ın deyimiyle “şimdiye dek gerçekleşmiş tek gerçek Avrupa devrimi” olduğu ortaya çıktı. Geniş çapta beklenen ve Manş Denizi’nden Rusya sınırına kadar hızla yayılan devrim, 1848 baharından 1849 sonbaharına kadar Avrupa’nın kamusal hayatına hâkim oldu. Fakat nihayetinde, çoğu zaman hüsran olarak görüldü. Bir tarihçinin ifadesiyle 1848 yılı, “modern tarihin alamadığı bir virajdı”. Clark’ın pek çok başarısından biri de bu yargının ne kadar derin bir yanılgı olduğunu göstermesi. 1848 devrimi pek çok şeydi ve “başarısızlık” kesinlikle bunlardan biri değil.

Clark’a göre devrimler “asla sadece devrimcilerin hayallerinden ibaret değildir. Sadece ilerici olanların değil, bir toplumun içinde biriken gerilim ve kırgınlıkların da kilidini açarlar.” Revolutionary Spring’in (Devrimci Bahar) ilk üç bölümü, devrimin kökenlerini ve sonucunu şekillendirecek olan altta yatan gerilimleri ve kırgınlıkları inceliyor. Her şeyden evvel radikallere ilham veren, liberalleri değişimin hem gerekli hem de mümkün olduğuna ikna eden ve hemen herkesi korkutan bir toplumsal çatışmalar ağı söz konusu. Clark, toplumsal huzursuzluk ve devrimci eylem arasında doğrudan nedensel ilişkiler kurma konusunda temkinli olsa da yaygın toplumsal yerinden edilme duygusu, her devrimde olduğu gibi 1848’de de sürecin merkezinde yer alan umut ve korku etkileşimini beslemişti. 1840’lara gelindiğinde, umut ve korkunun başka pek çok kaynağı —kadınların kamusal ve özel yaşamdaki rolüne ilişkin çatışmalar, yoğun ulusal özlemler ve hayal kırıklıkları, modern kültürde dinin işlevine ilişkin çözülmemiş sorular ve kilise ile devlet arasındaki her zaman değişken olan ilişki— vardı. Bunlar ve daha pek çok konuda Clark’ın söyleyecek yeni ve ilginç şeyleri var.

Clark, devrimci baharı anlatmaya 1848 Ocak ayı başlarında basılı ilanların 12 Ocak’ta bir devrim planlandığını duyurduğu Palermo’da başlıyor. Esasında o gün için bir devrim planlanmamıştı; bu ilanlar güçlü bir ayaklanma komplosu tarafından değil, münferit bir kişi tarafından yayımlanmıştı. Palermo’da, bunu izleyen diğer siyasi ayaklanmaların çoğunda olduğu gibi, daha sonra yaşananlar yanlış yönlendirme, yanlış anlamalar ve hatalardan kaynaklanmıştı; kalabalıklar, genelde her şeyden çok meraktan toplanmış, birlikler onlarla yüzleşmek için harekete geçirilmiş ve sonra bir şey —bir çatıdan fırlatılan taşlar, panik içinde ateş edilen silahlar, aceleyle kurulan barikatlar— bir şiddet döngüsü başlatmıştı. Clark, “12 Ocak akşamı başlayan ayaklanmayla ilgili en tuhaf şey, nihayetinde başarılı olmasıydı,” diye yazıyor. Ayaklanmanın geçici başlangıcından sonraki iki hafta içinde Palermo isyancıların eline geçmişti; eski rejim görünüşe göre çökmüştü.

Devrimci dürtüler Palermo sokaklarından birbiri ardına bu Avrupa kentine yayıldı. Olayların sıralaması bölgeden bölgeye farklılık gösterse de her yerde köklü gerilimler ve anlık bir fırsat ve tehlike duygusu değişim taraftarlarına ilham verdi ve statükonun savunucularını en azından geçici olarak felce uğrattı. Diğer tüm gerekçelerden daha fazla olarak, hükümetlerin kendilerine ve yönetme kabiliyetlerine olan güvenlerindeki çöküş, devrimcilerin o baharda zafer kazanmasını sağladı. Clark’a göre bu ayrı devrimler, “domino etkisindeki sıralı parçaların komşularının düşmesine neden olması gibi birbirlerinin nedeni olmadılar”. Ancak aynı zamanda birbirlerinden bağımsız da değillerdi, zira tamamı “aynı birbirine bağlı iktisadi alanda kök salmış, akraba kültürel ve siyasi düzenler içinde ortaya çıkmış ve her zaman ulus ötesi olarak bağlantılı olan sosyo-politik ve düşünsel değişim süreçleri tarafından hızlandırılmıştı.”

Kökenleri gibi, bu devrimlerin sonuçları da aynı anda hem birbirinden ayrı hem de birbirine bağlıydı; özel durumların ve karmaşık bir şahsi, siyasi ve askeri ilişkiler ağının ürünleriydi. Avrupa’nın büyük kısmında, ilkbaharda zafer kazanan devrimci koalisyonlar er ya da geç çözülmeye başladı. Mevcut düzenden duydukları hoşnutsuzlukla birleşen liberaller ve radikaller, sonunda onun yerini neyin alması gerektiği konusunda çok farklı fikirlere sahip olduklarını keşfettiler. Bu tarafgir ayrışmalar kadar önemli olan bir başka şey de devrimci enerjinin azalmasıydı; çoğu zaman olduğu gibi, erkekler ve kadınlar hala yapılması gereken işlerin, hasat edilmesi gereken mahsullerin ve beslenmesi gereken çocukların olduğu günlük yaşamın ısrarlı taleplerine yenik düştüler. Aynı zamanda, düzen güçleri hiçbir şekilde başlangıçta korktukları kadar zayıf olmadıklarını fark etmeye başladılar. Hepsinden önemlisi, düzenli ordular bozulmamış, isyancılara karşı harekete geçmeye hazır ve istekliydi. Bazı yerlerde devrim bir fısıltıyla sona erdi ama diğerlerinde asayişi sağlamak için şiddet —zaman zaman yoğun ve yıkıcı şiddet— gerekti. Clark, “ölüler” üzerine kısa ama dokunaklı bir bölümde, insanların yeni bir dünya mücadelesine dahil olmaları nedeniyle ödedikleri yüksek bedellere dair bazı canlı örnekler sunuyor.

Devrim, erken zaferinin yarattığı hayalleri gerçekleştirememiş olsa da bunun Avrupa’nın geleceği için önemi son derece büyüktü. Neredeyse her devlette ilan edilen anayasaların bazıları da dahil olmak üzere 1848’de getirilen reformların çoğu hayatta kaldı. Haziran 1848 tarihli Danimarka Anayasası gibi birkaçı hala yürürlükte. Devrim sonrasında pek çok devlet yeni ekonomi politikaları uygulamaya koydu, idari kurumlarını güçlendirdi ve kentsel alanlarını yeniden düzenledi. İnsanların siyasi eylemin amaç ve araçlarına bakışında da önemli değişiklikler oldu; hem dış hem de iç politikaya sirayet eden “gerçekçilik” artık başarı için mecburi görülüyordu. Devrimin bu sonuçları ne kadar önemli olursa olsun, bunlardan çok azı 1848 devrimci baharına hâkim olan umut ve korkularla örtüşüyordu. Karl Marx’ın 1851 kışında yazdığı gibi, “İnsanlar tarihlerini kendileri yapar; ama onu özgür iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil, dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar”. Marx, Louis Napolyon’un Fransa’da iktidarı ele geçirmesi hakkında yazıyordu, ancak aynı zamanda sadece üç yıl önce Komünist Manifesto’da ifade ettiği iyimser beklentilerin çöküşünü de aklında tutmuş olmalıydı.

1848 ve 1849’un hikayesi sık sık ve iyi bir şekilde anlatıldı ama hiçbir zaman bu olağanüstü kitabın genişliği ve derinliği ile anlatılmadı. Clark, konusunun muazzam karmaşıklığının farkına varmakla birlikte bunun altında ezilmeyerek Albert Einstein’ın “mümkün olduğunca basit ama o kadar da basit olmayan” şeyler yapma arzusunu yerine getiriyor. Devrimi anlatışı, iyi seçilmiş örneklerle, tarihi böylesine zengin ve heyecan verici bir konu haline getiren o etkileyici hadiseler ve büyüleyici kişiliklerle dolu. Son olarak, bu sayfalarda tarihsel nedensellik, bireyin tarihteki rolü, devrimci değişimin doğası ve daha fazlası hakkında okuru durup Clark’ın anlatısının hem geçmişi hem de bugünü anlamamız için daha geniş önemi üzerinde düşünmeye teşvik eden bir dizi ilgi çekici içgörü buluyoruz.

Revolutionary Spring belirli bir tarihsel anı konu alsa da insanların tarih vizyonlarının dünyaya bakışlarını nasıl şekillendirdiğini de ele alıyor. Devrimciler ve muhalifleri, Burckhardt’ın büyük devrimci dramında oynamaları gereken role dair güçlü inançlara sahipti. Barikat kurmak için kaldırım taşlarını söken Parisliler, Almanya’nın istikbalini tartışmak için Frankfurt’taki Paulskirche’de toplanan parlamenterler, Berlin’de korkmuş hükümdarlarının omurgasını sertleştirmeye çalışan gerici saray mensupları, tamımı hem bugünün taleplerinden hem de geçmişin bariz derslerinden etkilenmişlerdi. Clark’ın kitabından çıkarılacak pek çok değerli ders arasında, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında olduğu gibi yirmi birinci yüzyılın üçüncü on yılında da geçmişten ders çıkarmanın hem kaçınılmaz hem de bugün için bir rehber olarak kullanılmasının kaçınılmaz olarak zor olduğu yer alıyor. Diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da Clark, heyecan verici hikayesinin kahramanlarıyla aramızda belli bir akrabalık hissetmekte haklı. Clark, “1848’in insanları, bizde kendilerini görebilirler,” diye bitiriyor.


Revolutionary Spring
Europe Aflame and the Fight for a New World, 1848-1849

Christopher Clark
Crown

DÜNYA BASINI

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sabah saatlerinde “kent uzlaşısı ile teröre destek” ve “yolsuzluk” iddiaları ile gözaltına alınmasının yankıları sürüyor.

Batı medyasında İmamoğlu’nun gözaltısı, genel olarak olası Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibine yönelik bir hamle olarak görülüyor.

Örneğin Financial Times, “Türk polisi Erdoğan’ın başlıca siyasi rakibini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Devlet medyası İmamoğlu’nun çarşamba günü gözaltına alınmasının terörle bağlantılı olduğu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmanın parçası olduğunu belirtirken, muhalefet bu hamleyi bir ‘darbe girişimi’ olarak nitelendirdi ve tutuklama Türk para biriminin ve piyasalarının düşmesine neden oldu,” dedi.

Yatırım yönetimi zinciri T Rowe Price analisti Tomasz Wieladek FT’ye verdiği demeçte, gözaltıyı “herkes için bir uyandırma çağrısı” olarak nitelendirdi.

Wieladek, Türkiye Merkez Bankası’nın TL’yi savunmak için ‘sınırlı bir ateş gücüne sahip olduğunu’ öne sürerek, “Varlıklar muhtemelen daha fazla satılmaya devam edecek,” dedi.

Bloomberg, sabahtan öğle saatlerine kadar Türk bankalarının TL’ye destek için 8 milyar dolar sattığını yazmıştı.

Piyasalarda sabah saatlerinden itibaren yaşanan çalkantılara dikkat çeken Bloomberg, bir başka haberinde ise, “Türkiye piyasaları çarşamba günü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibinin gözaltına alınmasının ardından, siyasi kargaşanın son dönemdeki yatırımcı dostu ekonomi politikalarını baltalama riski taşıdığı endişesiyle sarsıldı,” dedi.

Haberde görüşlerine yer verilen Londra’daki Monex Europe’un makro araştırma müdürü Nick Rees, “Bu sistem için biraz şok oldu. Piyasalar giderek daha kayıtsız hale gelmişti ve şimdi bu büyü bozuldu, tüccarlar Türkiye’nin siyasi risk primlerini yeniden fiyatlandırırken dramatik sonuçlar ortaya çıktı,” diye konuştu.

Coex Partners’tan Henrik Gullberg, hamlenin büyüklüğünün “şaşırtıcı” olduğunu, fakat siyasi baskı haberlerinin daha az şaşırtıcı olduğunu söyledi ve “Pratikte, bunun piyasaya duyarlı ekonomik politikalar açısından pek bir şey değiştireceğinden emin değilim,” dedi.

Haberde, Borsa İstanbul 100 Endeksi’nin de açılışta yaklaşık %7 düştüğü, 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisinin ise 139 baz puan artarak %29,58’e yükseldiği belirtildi.

Alman Der Spiegel, “Türk yetkililer en önemli Erdoğan muhalifini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Türk makamları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik baskıcı önlemlerini genişletiyor,” denildi.

Haberde İmamoğlu’nun, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile birlikte Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görüldüğüne dikkat çekiyor.

DW Türkçe’nin aktardığına göreİmamoğlu’nun gözaltına alınması Alman siyasetinde de geniş yankı buldu. Gelişme, “Erdoğan’ın baş rakibini devre dışı bırakma girişimi” diye değerlendirildi, ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısı yapıldı.

SPD Eş Genel Başkanı Lars Klingbeil da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını ‘Türkiye’deki demokrasiye ağır saldırı” sözleriyle sert bir şekilde eleştirdi.

Klingbeil, “Türk hükümeti böylece artık adil seçimler ve bağımsız bir hukuk devleti istemediğini göstermiş oluyor. Atılan adımlar orantısızdır, güven ve inandırıcılığı yok etmektedir. Bunun tüm ülke açısından dramatik sonuçları olacaktır,” ifadelerini kullandı.

Alman Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu üyesi ve Alman-Türk Parlamenterler Grubu Başkanı Max Lucks da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını Cumhurbaşkanlığı seçimleri ışığında adil seçim ve adil rekabete yönelik bir saldırı diye nitelendirdi.

İngiliz The Times ise, “Erdoğan seçim rakiplerine baskı yaparken İstanbul Belediye Başkanı gözaltına alındı” başlıklı haberinde, “Türk liderin başkanlık için en büyük tehdidi olarak görülen Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından şehir genelinde protestolar yasaklandı,” ifadeleri kullanıldı.

Tokyo merkezli Nikkei Asia’daki haberde de Türk yetkililerin “Erdoğan’ın ana rakibini” gözaltına aldığı ileri sürülürken, muhalefetin bu hamleyi “darbe” olarak nitelendirdiğine dikkat çekildi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

İsrail, ABD oluruyla Gazze’de katliama yeniden başladı

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun kovacağını açıkladığı Şin-Bet Direktörü’ne Başsavcı kalkanı

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English