Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

‘İsrail ABD’ye rağmen Gazze’yi işgal ederse kimse şaşırmasın’

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, ABD’nin itirazlarına rağmen İsrail’in yine de Gazze’yi  yeniden işgal etme olasılığına odaklanıyor. Makalenin yazarı Steven Cook’a göre ABD’nin ortaya koyduğu ve kimseyi memnun etmeyen ertesi gün planı hem uygulanabilir değil hem de İsrail’in güvenliğini garanti altına almıyor. Cook; “Bu nedenle İsrailliler Gazze’yi yeniden işgal ettiğinde kimse şaşırmamalı” diyor:

 

İsrail Neden Muhtemelen Gazze’yi Yeniden İşgal Edecek?

Herkes bunun kötü bir fikir olduğu konusunda hemfikir ama yine de olabilir.

Steven A. Cook

Orta Doğu’da savaşın sürdüğü son iki ay boyunca Washington’da ya da başka bir yerde hiç kimse Gazze Şeridi’ndeki çatışmalar sona erdiğinde ne olması gerektiği konusunda iyi bir fikir ortaya koyamadı. Aynı zamanda herkes İsrail’in Gazze’yi yeniden işgal etmesinin kötü bir fikir olduğu konusunda hemfikir görünüyor. Biden yönetimi İsrail hükümetini bölgede askeri yönetime geri dönülmesini desteklemeyeceği konusunda uyardı bile.

Yine de İsrail işgalinin yenilenmesi ihtimali pek çok kişinin düşündüğünden daha yüksek. Çünkü İsrailliler güvenlik istiyor ve Gazze için mevcut fikirlerin hepsi uygulanamaz ya da siyasi olarak savunulamaz (ya da her ikisi de). Aynı zamanda İsrailliler Hamas’la mücadeleyi varoluş nedeni olarak görüyorlar ve e bu nedenle hayatta kalmanın bedeli ise uluslararası tepkileri göze almaya hazır gibi görünüyorlar.

Gazze’de “ertesi günü” düşünürken, İsrail’in 2005’te bölgeden çekilmesiyle ilgili bazı ayrıntıları anlamak önemli. Dönemin Başbakanı Ariel Şaron, İsrail’in Gazze Şeridi’ni işgalinin artık maliyetine değmeyeceğine karar verdiğinde, birçok İsrailli de aynı fikirdeydi. Kalmak için ikna edici bir neden yoktu.

Batı Şeria’nın aksine Gazze Şeridi hiçbir zaman tarihi İsrail topraklarının bir parçası olmadı. Ve İkinci İntifada’nın son günlerinde orada güvenlik sorunu devam etse de İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) liderliği, askerler artık bölgede olmasa bile, bunun yönetilebilir olduğuna inanıyordu. Dahası, İsrail yerleşim yerlerini boşaltıp bölgeyi terk ettiği için dünya çapında itibar kazanacaktı. Açıkça belirtilmeyen şey ise Şaron için Gazze’den çekilme, Batı Şeria’nın her zaman İsrail kontrolünde kalmasını istediği kısımlarında İsrail’in kontrolünü sıkılaştırma çabalarını sürdürmek için tüm kaynaklarını kullanabileceğiydi.

İsrail’deki pek çok kişi için Gazze Şeridi’nin işgali Haziran 1967 zaferinin zehirli kadehiydi ve burayı Filistin Yönetimi’ne (FY) devretmek bir kazanım gibi görünüyordu. Ancak tüm İsrailliler böyle destekleyici değildi. Yerleşimciler Şaron’un ihaneti olarak algıladıkları bu durumu kınadılar ve bazıları direndi. Dönemin Ulaştırma Bakanı Avigdor Lieberman muhalefeti nedeniyle hükümetten ayrılmak zorunda kaldı. Ve Likud partisi bölündü. Şaron, Ehud Olmert ve Tzipi Livni gibi tanınmış Likud üyeleriyle birlikte Kadima adında yeni bir parti kurdu. Lieberman ve aralarında eski Knesset Başkanı Yuli Edelstein’ın da bulunduğu diğer muhaliflere göre Gazze’den çekilmenin iyi niyet ya da güvenlik getireceğine inanmak hataydı. Şaron’un aksine, egemen İsrail’de İsraillilerin güvenliğini sağlamanın en iyi yolunun Gazze’nin işgalini sürdürmek olduğuna inanıyorlardı.

Takip eden yıllarda, çekilmeden bu yana Gazze’den atılan roketler düzenli aralıklarla İsrail’e düşerken ve Birleşmiş Milletler İsrail’i birçok İsraillinin var olmadığını söylediği bir işgal nedeniyle eleştirmeye devam ederken, İsrail sağı Şaron’un çekilmesinin büyük bir hata olduğunu savundu. Bu görüş, 7 Ekim’deki terör saldırılarından bu yana İsrail’de daha fazla taraftar bulmuşa benziyor. Kısa bir süre sonra yapılan bir ankette İsraillilerin yüzde 30’u Gazze’nin işgalini ve askeri yönetimini destekliyordu.

Elbette bu anket, devlet tarihindeki en büyük güvenlik başarısızlığının hemen ardından yapılmıştı. Hiç şüphesiz, kanlı ve yaralı İsrail’de duygular çok yoğundu (ve hâlâ öyle). Anketin yansıttığından çok daha az İsrailli Gazze’yi yeniden işgal etmek istiyor olabilir. Ancak bu durum 2005’teki çekilmeye karşı çıkanların o zaman olduğundan daha ikna edici bir anlatıya sahip olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor: İsrail, Gazze Şeridi’ni işgal ettiğinde göreceli bir sükûnet vardı ve ülkeye çok az roket düşüyordu; IDF çekildiğinden beri ise mini savaşlardan (2008-09, 2012, 2014, 2021) başka bir şey olmadı ve şimdi de tam ölçekli bir çatışma yaşanıyor.

Bana söylenenlere göre İsrail savunma teşkilatında hiç kimse -Hamas’ın planlarına ilişkin uyarıları yıllarca görmezden gelen aynı kişiler- Gazze’yi yeniden işgal etmek istemiyor. Savunma Bakanı Yoav Gallant, savaşın üçüncü aşamasının “İsrail’in Gazze şeridindeki sorumluluğunu ortadan kaldırmayı ve İsrail vatandaşları için yeni bir güvenlik gerçekliği oluşturmayı gerektireceğini” söyleyecek kadar ileri gitti ve Hamas yok edildikten sonra IDF’nin Gazze’yi terk edeceğini ve İsrail’den izole edileceğini öne sürdü. Bu onun (gerçekçi olmayan) niyeti olabilir ama başkalarının söylediği tam olarak bu değil.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu 6 Kasım’da ABC News’e verdiği demeçte “İsrail belirsiz bir süre için … [Gazze’de] genel güvenlik sorumluluğuna sahip olacak çünkü sahip olmadığımızda neler olduğunu gördük” dedi. Elbette başbakan IDF’nin savaştan sonra Gazze’yi işgal edip yöneteceğini kesin bir dille ifade etmedi ancak bunu da reddetmedi.

Bir de Netanyahu’nun en yakın danışmanlarından biri olan İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer var. Dermer geçen günlerde gazetecilere yaptığı açıklamada İsrail ordusunun 17 yıldır Gazze’de bulunmadığını ve dolayısıyla Batı Şeria’da rutin olarak gerçekleştirdiği güvenlik operasyonlarını yapamadığını belirterek 2005’teki çekilmenin İsrail’in güvenliğini tehlikeye attığını ima etti. “Açıkçası (bunu) tekrarlayamayız” diyerek Netanyahu’nun daha önce söylediklerini, özellikle de IDF’nin Gazze’de “süresiz olarak öncelikli güvenlik sorumluluğuna” sahip olacağını teyit etti.

Buradan, İsrail’in güvenliğini sağlamanın en iyi yolunun işgalden geçtiğini öne sürdükleri anlaşılıyor; ancak elbette her iki adamın sözlerinde de belli bir miktar dolambaçlı ifade var. Bununla birlikte, yeniden işgale karşı olsalardı, “İşgale karşıyız, ancak X, Y ve Z’yi yaparak egemen İsrail’i güvence altına alacağız” demek kolay olurdu.

Netanyahu söylediklerinde ciddi olsun ya da olmasın hatta İsrail siyaseti savaştan sonra şu ya da bu şekilde onu iktidardan alsa bile çatışmanın sonunda Gazze Şeridi’nin yeniden işgali edilebilir. Bir beyin fırtınası yapalım: İsrail yönetiminin Gazze Şeridi’ni işgal etmek istemediğini ancak Hamas’ın yok edilmesinin İsrail’in hedefi olmaya devam ettiğini varsayalım. Ve İsrail halkının oldukça şahin olduğunu düşünelim. Şimdi ne Washington’un ne de diğer büyük küresel ya da bölgesel güçlerin savaş sonrası Gazze için uygulanabilir ve siyasi olarak savunulabilir bir plan geliştiremediğini durumda İsraillilerin tam olarak neyle karşı karşıya kalıyor?

Biden yönetiminin, bazı kısımları Dışişleri Bakanı Antony Blinken tarafından kamuoyuna açıklanan mevcut planına göre, yeniden canlandırılmış bir Filistin Yönetimi kontrolü ele alana kadar Gazze’de bir tür uluslararası istikrar sağlanacak ve ardından ABD’nin iki devletli çözüm arayışı yeniden başlayacak.

Bu planın hiçbir aşaması gerçekçi değil. Gazze’de çok uluslu bir güç olması pek olası değil çünkü İsrail, Hamas’ı İsrail’in güvenliğini tehdit edemez hale getirse bile bu son derece tehlikeli olacaktır. Filistin Yönetimi yolsuzluk, işlevsizlik ve meşruiyet eksikliği nedeniyle -İsrail’e bağımlılığı ve İsrail’le koordinasyonunun yanı sıra Filistin lideri Mahmud Abbas’ın seçimlere katılmayı reddetmesi nedeniyle- yardım edilemeyecek kadar zor durumda. Reforme  edilse bile Netanyahu ve danışmanları Filistin Yönetimi’ni bir ortak olarak görmediklerini açıkça ortaya koydular ve Ramallah’taki Filistinli liderler de İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki vekili olmayacaklarını açıkça belirttiler. Son olarak, ABD’li politika yapıcıların İsraillileri ve Filistinlileri barışa zorlamak için daha önce denenmemiş pek bir şey sunması mümkün görünmüyor.

İsrail halkının Gazze Şeridi’ni işgal etmek isteyip istemediği açık bir soru olmaya devam ediyor, ancak İsrailli dostlarımın ve muhataplarımın son iki aydır bana aktardığı üzere, mevcut çatışmada imkânsız bir durumla karşı karşıyalar. Filistin meselesinden ellerini çekmek ve güvenliğe kavuşmaktan başka bir şey istemiyorlar. Gazze’den çekilmenin bu hedefleri gerçekleştireceğini düşünüyorlardı ama 7 Ekim saldırıları bu inançlarını yerle bir etti. Bu nedenle İsrailliler Gazze’yi yeniden işgal ettiğinde kimse şaşırmamalı. Güvenlik isteyen İsrailliler için muhtemelen başka seçenek yok.

DÜNYA BASINI

‘Almanya’yı pervasız bir militarizm sardı’

Yayınlanma

Yazar

Rus düşünce kuruluşu Valday Tartışma Kulübü Program Direktörü Timofey Bordaçev, Almanya’nın Litvanya’da daimi tugay konuşlandırmasını ‘pervasız militarizm’ ve provokasyon olarak nitelendirdi. Vzglyad gazetesindeki makalesinde Bordaçev, bu adımın Almanya’nın zayıflığından, gelecek vizyonu eksikliğinden ve politikacıların harcama yapma ve halkı kemer sıkmaya ikna etme ihtiyacından kaynaklandığını ifade etti.

Rusya’nın önde gelen düşünce kuruluşlarından Valday Tartışma Kulübü Program Direktörü Timofey Bordaçev, Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez yurt dışında daimi tugay konuşlandırmasını “pervasız militarizm” olarak nitelendirdi.

Bordaçev, Vzglyad gazetesinde yayımlanan makalesinde, Almanya Savunma Bakanlığı’nın Vilnius yakınlarında Bundeswehr’e (Alman ordusu) ait 45’inci Zırhlı Tugay’ın resmi olarak hizmete girdiğini duyurmasına atıfta bulunarak, “Bu birliğin gerçek potansiyelini elbette bilmiyoruz, ancak en mütevazı ölçekler bile, arkasında taktiksel sorumsuzluk ve stratejik düşüncesizliğin birleşiminin yattığı bir provokasyonun tüm işaretlerini taşıyor,” değerlendirmesinde bulundu.

Bordaçev, bu durumun “ustaca bir planlamanın sonucu olarak değil, sadece ‘aptallıktan’ kaynaklanan” bir tehlike yarattığını belirtti.

Program Direktörü, “İkincisi, Almanya’yı teorik olarak bile başa çıkamayacağı sonuçları olan bir duruma sokuyor. Almanya’nın gerçek anlamda militarizasyonuna kimse izin vermeyecektir. Ancak şu anda olduğu gibi sahte bir militarizasyon, kelimenin tam anlamıyla yoktan yere tehlikeli sonuçlara yol açabilir,” diye yazdı.

‘Avrupa gücüyle değil, zayıflığıyla tehlikeli’

Timofey Bordaçev, Almanya’nın ve tüm Avrupa’nın gücünden değil, zayıflığından tehlikeli olduğunu vurgulayarak, “Bu tür olgular uluslararası politika tarihinde nadiren yaşanmıştır. Ancak yaşanmıştır. Avrupalıların ve devlet adamlarının temel sorunu, bir gelecek tasavvuruna sahip olmamalarıdır. Eğer yarının nasıl görünmesini istediğinize dair bir anlayış yoksa, tüm azalan güçler dünü sonsuza dek uzatmaya yönlendirilir,” ifadelerini kullandı.

Bordaçev, Almanya’nın bu açıdan “Avrupa’nın küpü” olduğunu, geçmişin düzeninden en fazla keyif alan ve çevresinde olup bitenleri oldukça kayıp bir şekilde gözlemleyen bir ülke konumunda bulunduğunu belirtti.

Bordaçev, Almanya’nın bu duruma verdiği tepkinin “çoğunlukla histerik” olduğunu ve Soğuk Savaş sonrası 30 yıldır alışılagelen kendine güven maskesi altında rahatsızlığını artık pek gizleyemediğini savundu.

Bordaçev, “Modern militarizasyon modası, bu histerik tepkinin bir tezahürüdür,” dedi.

Ancak Bordaçev’e göre bu durumun bir başka güçlü kaynağı daha var: Vatandaşların gelecekte kazanabilecekleri de dahil olmak üzere mali kaynaklarının yönetimi. Bordaçev, Almanya ve Avrupa’daki politikacıların bu konuda birkaç şeye ihtiyacı olduğunu öne sürdü.

Militarizasyonun nedenleri: Harcama bahanesi ve hayali Rusya tehdidi

Bordaçev, ilk olarak politikacıların “büyük paraların kontrolsüz harcanması için yeni bir bahane elde etmek” istediklerini belirtti ve “Bu alışkanlığı koronavirüs pandemisi döneminde edindiler. Almanya, ne olursa olsun Avrupa’nın en zengin ülkesi olduğu için, devlet bütçesinden para harcanmasına yönelik bu yeni ‘moda’ alanda yolsuzluk için çok daha fazla fırsat var,” diye ekledi.

İkinci olarak, Bordaçev, Avrupalı yeni nesillerin ebeveynlerinden daha kötü yaşayacağının yaklaşık on beş yıldır herkes için aşikâr olduğunu ifade etti.

Bordaçev, bunun nesnel nedenleri arasında dünyanın geri kalanında tüketimin artması, Avrupa sosyal ve ekonomik modelinin durgunluğu ve Batı’da kabul gören kapitalizm modelinin krizi olduğunu sıraladı.

Bordaçev, politikacıların iktidarda kalmak için seçmenlere gelecekte onları iyi bir şeyin beklemediğini açıklamaları gerektiğini, fakat bunu “insanların her zaman yoksunluklara uysalca katlandığı Britanya’daki gibi” yapmanın mümkün olmadığını belirtti.

Bordaçev, “Politikacıların veya tüm sistemin başarısız olduğunu seçmenlere söylemek de mümkün değil, zira o zaman ne yapılacağını bulmak gerekir. Ancak taze fikirler hiç yok,” dedi.

Bordaçev, “Rusya’dan gelen tehdit, insanlara neden daha az yemeleri gerektiğini açıklamanın ideal bir yolu hâline geliyor,” değerlendirmesinde bulundu.

Rus uzman, Avrupa’nın kendi güvenliği için ödeme yapması gerektiği yönündeki söylemleri “klasik bir örnek” olarak gösterdi.

Bordaçev, Amerikalı ekonomist Jeffrey Sachs’ın yakın tarihli bir röportajda “Rusya’nın Avrupa’ya olası saldırısından bahseden politikacıların psikiyatriste gönderilmesi gerektiğini” söylediğini hatırlatarak, bu tehdit söyleminin temelsizliğine işaret etti.

Bordaçev, Alman medyasının doğudan gelen askeri tehdit konusunu giderek daha aktif bir şekilde “pompaladığını” belirterek, “Zira Avrupa’dan ‘güvenlik için ödeme yapmasını’ ciddi bir şekilde talep etmek için başka bir neden yok: Dünyada kimse onlara saldırmayı düşünmüyorsa, Avrupalıların bunu neden yapması gerekiyor? Ancak ödemek zorundalar: Kendi ve Amerikalı sanayicilerine ve politikacılarına, medyadaki ve sivil toplum kuruluşlarındaki tüm hizmetkârlarıyla birlikte,” diye yazdı.

Dış faktörler ve riskler

Bordaçev, uzun süren Avrupa durgunluğunun sonuçlarının Almanya’da bile hissedilmeye başlandığını kaydetti.

Bordaçev’e göre, Almanya her zaman birleşik Avrupa’dan en çok payı alan ülke oldu, ancak örneğin Fransa’dan daha fazlasını vermek zorundaydı.

Bordaçev, “Şimdi Berlin, Avrupa Birliği’ne katılımından eskisi gibi fayda sağlamak istiyor, ancak artık Yunanistan, Portekiz veya İspanya’daki soyulmuş komşularıyla paylaşmak istemiyor. Bunun en iyi yolu, bazı olağanüstü durumlar nedeniyle parayı Alman ekonomisi içinde tutmak için bir bahane uydurmaktır,” değerlendirmesini yaptı.

Bordaçev, kampanyanın şu anda o kadar enerjik yürütüldüğünü belirtti ve “Duyarlı gözlemciler gerçekten de Alman politikacıların halklarını Rusya ile büyük bir savaşa hazırladığını düşünüyor,” ifadelerini kullandı.

Bordaçev, tüm bunlar için “en pervasız siyasi kararların” alındığını, zira Alman politikacılarının Avrupa’da en çok ABD’nin sıkı vesayeti altında yaşamaya alıştığını savundu.

Bordaçev, Washington’un yıllarca sadece yerel politikacıların ne düşündüğünü değil, aynı zamanda transatlantik ittifaka bağlılığın en basit formüllerinin ötesinde düşünüp düşünemeyeceklerini de izlediğini belirtti.

Ancak Bordaçev’e göre, Berlin’in eylemlerinin ne kadar hatalı olduğunu kimse açıklamak için acele etmiyor.

Dahası, diğer Avrupalıların Almanya’yı hep birlikte militarizasyon yönünde daha da ittiğini ifade eden Bordaçev, bunun nedeninin “avro bölgesinin kurulmasından bu yana geçen 20 yıldan fazla sürede, Berlin’in başrolü oynadığı yerde, Almanların herkesi çoktan ‘bezdirmiş’ olması” olduğunu öne sürdü.

Bordaçev, Polonyalılar dışında kimsenin bunu doğrudan söyleyemediğini, aksi takdirde zaten sınırlı olan ödeneklerinden mahrum kalacaklarını belirtti.

Bordaçev, “Sonuç olarak, Fransa, İtalya veya İspanya, diğerlerinden bahsetmiyorum bile, Almanya’yı hep birlikte Rusya ile ilişkilerin daha da kötüleşeceği otobüsün altına itiyor,” dedi.

Bordaçev, Avrupa’nın aynı zamanda “dostluk pozu veren ancak ilk fırsatta komşusunu zayıflatmaya hazır rakipler topluluğu” olduğunu ve bu nedenle en güçlüyü, gelecekte zayıflamasına yol açacak konularda her şekilde teşvik etmeye hazır olduklarını yazdı.

Bunun yanı sıra Bordaçev, İngilizlerin de aniden Avrupa olduklarını hatırlayarak bu işe dahil olduklarını ve tatlı dillerle Berlin’i vatandaşlarından askeri harcamalar için daha fazla para almaya teşvik ettiklerini belirtti.

Uzman, “Onlar için ideal olan, Rusya’ya karşı yeni bir soğuk savaşın yangınında Almanya’yı tamamen mahvetmek olur,” dedi.

Bordaçev, Amerikalıların da bu durumdan memnun olduğunu, zira Almanlar silahlanmaya ne kadar çok harcamaya karar verirse, o kadar çok ABD’den satın almak zorunda kalacaklarını ifade etti. Bordaçev, NATO’da silah standardizasyonunun da bu amaca hizmet ettiğini de sözlerine ekledi.

Aynı zamanda Bordaçev, Paris’in de bu duruma onay verdiğini, çünkü kendilerinin savunmaya özellikle harcama yapma niyetinde olmadığını, hatta Fransızların Kiev rejimine Batı’nın büyük ülkeleri arasında en az yardım eden ülke olduğunu belirtti.

‘Pervasız militarizm’ ve yan etkileri

Bordaçev, Almanya’nın sürünen militarizasyonunun veya bununla ilgili konuşmaların hiçbir nedeninin 20. yüzyılın ilk yarısındakilerle kıyaslanamayacağını vurguladı.

O dönemde tüm iktidar sisteminin çöktüğünü, ülkede kaosun hüküm sürdüğünü ve sokaklarda inanılmaz sayıda işsiz ve savaş gazisinin dolaştığını hatırlattı.

Ancak Bordaçev, Alman askeri faaliyetlerinin “iğne ucu kadar” tezahürlerinin bile sıkıntılara yol açabileceği uyarısında bulundu.

Bordaçev, Amerikalıların ilgisi azaldıkça Baltık devletlerinin ne gibi maceralara kalkışabileceğini söylemenin zor olduğunu belirtti.

Bordaçev, “Oradaki Alman askerleri, Almanya’nın gelişimini kontrol edemediği bir durumun rehineleri hâline geldi. Berlin’deki yetkililer olası tehditleri kendileri değerlendiremiyorlar; son on yıllarda düşünmeyi unuttular,” dedi.

Bordaçev, makalesini şu sözlerle sonlandırdı:

“İşte böyle pervasız bir militarizm ortaya çıkıyor. Ciddi niyetleri ve herkese zarar verecek gerçek yetenekleri olmayan, ancak yan etkileri açısından bir yığın risk taşıyan bir militarizm. Her pervasız ve aptalca davranışlarda olduğu gibi.”

Okumaya Devam Et

ASYA

Güney Kore’de “Yeni Cephe, Yeni Mücadele ve Yeni Gelecek”

Yayınlanma

Editörün Notu; Güney Kore Anayasa Mahkemesinin 8 üyesinin tam oyuyla 13. Cumhurbaşkanı Yoon seok yeol görevden alındı. Yaklaşık 8 aydır ülke çapında süren protestolar “sıkıyönetim girişimi” ardından hızlanmıştı. Bu süreçte “Mum Işığı” protestoları tüm ülkede destek görmüştü. Mum Işığı Hareketi’nin Daimi Temsilcisi Kim Min-woong azil sonrası yayınladığı yazıda ülkenin ve halkın nasıl bir süreçten geçtiğini ve önündeki seçenekleri yorumluyor. Harici Editörü Mehmet Emre Öztürk Korece’den Türkçe’ye çevirdi. 

Egemen halk en yüksek güçtür

Sonuçta egemen halkın zaferi tecelli etti. “Olacaksa olur, karar verilir” sözü gerçeğe dönüşmeden önce kaç engeli aşmamız gerekti? İsyancı lider Yoon Seok-yeol’un görevden alınması, halkın son üç yıldır verdiği uzun mücadelenin ardından elde ettiği mucizevi bir tarihi başarıdır. Bütün itibar egemen halka aittir. Biraz daha geriye gidersek, 2019 yılındaki siyasi kovuşturma darbesine karşı verilen mücadelenin nihai zaferidir. Kılıçtan yana olanlar kılıçla yok olacak, darbeyle iktidara gelenler darbeyle yok edilmiştir.

Son 80 yıldır bu topraklara hükmeden güçler, tüm arzularını ve güçlerini siyasi soruşturmanın başı olan canavar Yoon Seok-yeol’un bedenine enjekte ederek bir egemenlik kalesi inşa etmişlerdir. O karanlık kaleden çıkan her şey vahşi, iğrenç ve zalimdi. 3 Aralık 2024, isyancı güçlerin bu ülkeyi parçalamak ve diktatörlüğü sonsuza dek ele geçirmek için komplo kurduğu gündü, ama aslında iktidarlarının çöküşünü belirleyen tarihi dönüm noktası oldu. Zira ne kadar titizlikle planlayıp uygularlarsa uygulasınlar, bir şeyi asla göremiyorlardı: Bu ülkede egemengücün halk olduğu gerçeği. Anayasanın, bütün gücün halktan geldiği şeklindeki iktidar teorisinin gerçekte işe yaramadığı görüldü. Bu isyancı güçler, egemeni kendi güçlerine kolayca seferber edebilecekleri ve her türlü direnişi kolayca ezebileceklerine inanarak hareket ettiler. Ancak bunun apaçık bir blöf olduğu ortaya çıktı ve tarih bu isyancıları iz bırakmadan yenilgiye uğrattı.

Değişen savaş alanında, egemen halkın yönetimi zamanın emridir.

Savaş sanatının sadece kendilerinde olduğunu düşünenler, üzerinde durdukları arenanın çoktan değiştiğini fark edemediler. Mücadelenin teknolojiyle değil, ancak tarihin adaletine inatla tutunanlarla kazanılabileceğini kavrayamadılar. Böylece isyancı lider ve yandaşları bir yenilgi bataklığına düştüler. Hükümdar, geçen yılki genel seçimi ‘büyük bir sürpriz’ haline getirerek Ulusal Meclisi oluşturdu ve Yoon Seok-yeol’un azli için siyasi dünyaya ivme kazandırdı. Böylece egemen halkın kazanmasının temeli istikrarlı bir şekilde atılmıştır.

Ve hepsi bu kadar değil. Ulusal Meclis görevden alınma önergesini bile geçirdi ve Yoon Seok-yeol’u tutuklattı. Kurnaz hukuk teknisyenlerinin aniden müdahale edip Yoon Seok-yeol’u hapisten çıkarıp tekrar işe döndürmek için bir operasyon başlatmasıyla durum istikrarsız görünüyordu, ancak bu aslında egemen halkı bir araya getiren fitil oldu.

Anayasa Mahkemesi’ni çevreleyip oybirliğiyle karar aldırabilecek görkemli bir güce dönüştü. Tarihin gerçek efendisinin, hiçbir zaman yılmayan ve geri çekilmeyi aklından bile geçirmeyen bir hükümdar olduğunu bu denli açık biçimde kanıtlamak mümkün müdür? Hiç kimsenin egemen halka tepeden bakmaya cesaret edebildiği dönem artık sona ermiş, çağın tek emir ve rehberinin egemen halkın yönetimi olduğu anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin kararı, Yoon Seok-yeol’un görevden alınması yönündeki halk emrine yönelik hukuki bir yorumdan başka bir şey değildir. Kararın özünü Anayasa Mahkemesi yargıçları değil, halk yazmıştır.

Artık ilk mücadele sona erdi. Sıradaki mücadele bizi bekliyor. Muhtemelen ilk mücadeleden daha fazla hassasiyet, bilgelik ve daha fazla güç gerektiren yeni bir mücadele olacak. Çünkü bu, 1945 yılında kurtarılan bölgede yabancı işgal rejimine karşı mücadele eden atalarımızın mücadelelerini ve yenilgilerini hatırladığımızda, bu topraklarda kök salmış olan Japon yanlısı, hain güçlere karşı büyük bir mücadeledir.

Yoon Seok-yeol’un görevden alınması, 80 yıllık köklü kötülüklerin ortadan kaldırılmasının başlangıç ​​noktasıdır

İç isyanı ortadan kaldırarak demokratik bir yönetim kuralım!

Bugün içinde olduğumuz durum, ülkeyi satan, sonra da dış güçlere sarılarak iktidarı geri alan, komünistleri avlayarak kurtuluş tarihini ayaklar altına alan, bu ülkenin bütün varlıklarına el koyanları alaşağı etmek için verilecek yeni bir mücadele ve cephedir. Kimliklerini çeşitli biçimlerde gizlerler, kimi zaman da kimliklerini açıkça ortaya koyarak güçlerini sergilerler. Artık bunların gerçek mahiyetini çok iyi biliyoruz ve bunların Halkın Gücü Partisi’ne, yargıya, medyaya, eğitime vb. sızdıklarını, egemen halkı aldattıklarını, egemenin yetkilerini, haklarını ve iktidarını elinden almak için her türlü oyunu kullandıklarını kesin olarak biliyoruz. Bu bozguncu güçlerin devlet işlerini tekeline almasına, halkı aldatmasına, bu topraklarda iktidar gücü olarak iktidarı ele geçirmesine bir daha asla izin vermeyeceğiz.

Yoon Seok-yeol iktidarının başlangıcından bu yana geçen üç yıldır sokaklarda ve meydanlarda gerçekleşen mum ışığı protestoları, yakında demokratik bir hükümetin kurulması ve iktidarı ele geçirmiş güçlerinin tamamen ortadan kaldırılması talebiyle yeni bir mücadeleye başlayacak. Yeni bir cephede, yeni bir geleceğe doğru mücadele gücümüzü güçlendireceğiz. Mücadelemiz henüz bitmedi, yolumuzu henüz tamamlamadık. Bilakis sağlam bir başlangıç ​​noktası yaratılmış, yeni bir gelecek henüz gelmemiştir.

Bir zamanlar ışıltısı sönmüş olsa da ışığını yitiren yıldız gökyüzünde dolaşmaya devam eder; bir zamanlar ne kadar heybetli olsa da, artık dallarını filizlendirmeyen ağaçlar yeniden ormanında yeşillencektir; Bir zamanlar ne kadar güçlü olursa olsun, rüzgarı kucaklayamayan bir deniz, taze dalgalarını unutur. Geçmişi kararlılıkla unutup yeni bir yola koyulmaya hazırlananlar, tükenmeyen bir umuda sahip olanlardır.

Egemen halklar, yolu aydınlatan parlayan yıldızlar, ormanı besleyen yeşil ağaçlar ve balinaları dans ettiren denizlerdir. Tarih böylece bize bir lütuf olacak ve bizi sevinç ve bereketle ziyafetlendirecektir. Yaşasın egemen devrim!

Güney Kore’de Başkan Yoon görevden alındı, şimdi ne olacak?

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Wolfgang Münchau: Trump’ın tarifeleri küreselleşmenin sonudur

Yayınlanma

Yazar

Trump’ın tarifeleri küreselleşmenin sonudur: Avrupa ticaret savaşı yürütemez

Wolfgang Münchau
Unherd
3 Nisan 2024

Rejimler sona erdiğinde, aşamalı olarak sona ererler. Komünizm, 1980’de Gdansk tersanesindeki grevle başlayarak 10 yıllık bir süre içinde öldü. Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılması büyük bir sembolik olaydı ve 1991’de Mihail Gorbaçov’a karşı yapılan darbe ise son hamleydi. Dün küreselleşmenin Gorbaçov anıydı. Trump’ın ilk dönemi Gdansk, yani felaket tellalıydı.

Kurtuluş Günü’nde uluslararası makroekonomistler, hem Brexit’in hem de Rusya’ya yönelik yaptırımların ekonomik sonuçlarını fevkalade yanlış teşhis ettikleri Korku Projesi [Project Fear] modellerini ortaya çıkarmakla meşguldü. Ama aslında tarifeler, siyasette olduğu gibi, daha uzun döngüler açısından daha iyi değerlendirilebilir. Çok kısa vadede, Covid’in iktisadi etkisinin bazı özelliklerini taşıyan bir fiyat ve çıktı şoku oluşturuyorlar. Tarifeler bu yıl ve gelecek yıl ABD hükümeti için önemli gelirler yaratacak ve endüstriyel yer değiştirme önümüzdeki iki yıl içinde giderek daha önemli bir rol oynayacak.

Tesla Almanya’ya yatırım yaptığında, duyuru ile üretimin fiilen başlaması arasında iki yıl vardı. Fakat ilk duyurudan önce bir yıllık değerlendirme ve müzakereler yapıldı. Mevcut tesisleri olan şirketler, üretimi hızla genişletmek için en iyi konumdadırlar. Bunu değerlendirmek için üç ya da dört yıl sonra durum değerlendirmesi yapmak en uygun yoldur ve insanların ticaretle ilgili politika kararlarını yanlış değerlendirmesinin nedeni de bir yıllık etkilere olan takıntıdır.

Trump istediğini elde edebilecek mi? İmalatın yeniden ülkeye döndürülmesi açısından cevap muhtemelen evet. Çin ve Almanya gibi en büyük ticaret ortakları için bu durum, mevcut iktisadi modellerin sürdürülebilirliği açısından büyük bir şok olacaktır. Tahminlerin aksine, açık makro modellerin tarifelere karşı bir piyasa tepkisi olarak öngördüğü telafi edici bir dolar değerlenmesi yaşanmamıştır. ABD piyasalarına artan sermaye akışını sağlayan küreselleşme saadet zincirinin çözülmesinin şu anda daha büyük bir etken olduğu açık.

Siyasi açıdan bu tarifeler Trump’ın işine yarayacaktır. Yabancı üreticiler şimdiden ABD’deki yatırımlarını artıracaklarını ilan ediyorlar. Eski imalat işleri geri gelmeyecek ama yenileri yaratılacak. Yine de Trump vergi politikalarını Kongre’den geçiremezse bu yıl ABD’de ciddi bir resesyon riski var. Cumhuriyetçiler ara seçimleri kaybedebilir. Fakat amaç dış gelirleri artırmak, bütçe açığını azaltmak ve üretimi yeniden ülkeye taşımaksa, bu tarifeler işe yarayacaktır – her şeyi aynı anda yapamayacaklarını hatırladıkları sürece.

Özellikle Avrupalılar hüsnükuruntu konusunda dikkatli olmalıdır. ABD’nin Avrupa’dan daha şiddetli etkileneceğine dair pek çok neşe dolu tahmin vardı. Kısa vadede Amerikan ekonomisi üzerinde olumsuz bir etki olacaktır, zira gümrük vergileri ABD’li tüketiciler üzerinde büyük bir vergi.

Yine de AB’nin buna karşılık ne yapabileceğini görmek zor. Blok geçen yıl 230 milyar dolar ticaret fazlası verdi ve dünyanın geri kalanına karşı cari hesap fazlası, Avro bölgesinin kamu borç krizine tüketim ve yatırımı baskılayarak uyum sağladığı Covid öncesi seviyelere doğru yeniden yükseliyor. Bu, Çin’in mali baskısı ile birlikte Soğuk Savaş sonrası uluslararası iktisadi modelin sürdürülemez unsurudur. AB, daha fazla ABD savunma ürünü ithal etme sözü verebilir, ama bu, kendisini ABD’den daha bağımsız hale getirme stratejisine ters düşecektir ki bu, tarifeden kaçınmaktan daha önemli bir stratejik hedef olmalıdır. AB basitçe ABD’den daha fazla LNG almamaya da karar veremez. Her halükarda, AB böyle bir söz vermiş olsa bile, tarifeler ancak daha sonra kaldırılacaktır.

Trump ve ‘Kurtuluş Günü’: Gümrük vergilerinden ötesi

AB kendi tarifelerini düşürmeye, kotaları ve tarife dışı engelleri kaldırmaya karar verebilir. Tarife dışı engellere bir örnek olarak Almanya’da otoyol hız sınırının olmaması verilebilir. Bu durum otomobiller için orantısız derecede yüksek bir güvenlik standardı gerektiriyor; Avrupa otomobil endüstrisini başka bir yerden yarı fiyatına ithal edilen otomobillerden korumak için tasarlanmış korumacı bir önlem. Eğer AB, ABD tarım ürünleri üzerindeki doğrudan ve dolaylı gümrük vergileri ile kotaları azaltacak olursa, o zaman müzakereler için bir yol açılabilir. Fakat ABD, AB’nin gelecekte atacağı adımları bekleyerek gümrük vergilerini kaldırmayacaktır. O dönemler geride kaldı.

Peki ya AB ABD hizmetlerine gümrük vergisi koyarsa ne olur? Bu, bloğun silah kullanmaya en yakın olduğu durum – ABD ile arasındaki hizmet açığı, mal fazlasının yaklaşık yarısı kadar. Fakat hizmetlere gümrük vergisi koymak zor çünkü tedarikçiler AB dışına taşınarak gümrük vergisinden kolayca kaçınabilir ve vatandaşlar da genellikle alternatifleri olmadığı için buna karşı çıkacaktır.

Her halükarda, dünkü kararın iktisadi sonuçlarını tahmin etmenin akıllıca olmamasının nedenlerinden biri, pek çok şeyin başkalarının nasıl tepki vereceğine bağlı olmasıdır. Örneğin Çin, ticaretini AB’ye yönlendirerek karşılık verebilir ve bir AB-Çin ticaret savaşıyla karşı karşıya kalabiliriz. Ursula von der Leyen şimdiden kaygı verici bir açıklama yaptı: “Bu tarifelerin dolaylı etkilerinin neler olabileceğini de yakından izleyeceğiz çünkü ne küresel kapasite fazlasını absorbe edebiliriz ne de pazarımızda damping yapılmasını kabul edebiliriz.”

Dolayısıyla ABD’ye karşı misillememizi Çin, Güney Kore, Japonya, Tayvan ve Vietnam gibi tarifelerden en çok etkilenen Doğu Asya ülkeleriyle birlikte koordine etmek yerine, muhtemelen uzaklaşıp kendi ayrı ticaret savaşlarımızı vereceğiz ve Amerika’nın bizi birbirimize karşı kullanmasına izin vereceğiz.

Ne var ki, işbirliği yapıp ABD’nin finansal mimarisine, güvenlik garantilerine ya da dolara bir alternatif bulmaya çalışırsak, bu Trump için gerçek bir sorun olacaktır. Fakat bunun gerçekleşeceği şüpheli. Bunun yerine, AB kendisini iki ana ticaret ortağına karşı ticaret savaşları verdiği bir konumda buluyor: ABD’ye misilleme yapmak –ki bu kaçınılmaz olarak geri tepecektir– ve aynı zamanda Çin ithalatını durdurmaya çalışmak.

AB’nin Çin’e uyguladığı gümrük vergileri elbette niyet, şekil ve içerik bakımından ABD’ninkilerden oldukça farklı. Ama net etki, Çin ile kötüleşen bir diplomatik ilişki ve uzlaşmaz bir ticaret dengesi. Ve böylece Avrupa kendini bir kaya ile sert bir yer arasında buluyor. Çin ve bu gümrük vergilerinden ağır etkilenen diğer ülkeler, hem bir yanıtın örgütlenmesinde gerekli ortaklar hem de Avrupa sanayisi için bir tehdit. Bir dereceye kadar yeniden dengeleme kabul edilmediği sürece –ticaret savaşını kazanmak için ticaret muharebesini kaybetmek– bir çıkış yolu görmek zor. 

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English