Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

AB ile Tunus arasında ‘stratejik’ göç anlaşması imzalandı

Yayınlanma

Hollanda ile İtalya’nın uzun süredir bastırdığı AB-Tunus göç anlaşması müzakerelerinde nihai anlaşmaya varıldı.

Avrupa Birliği ve Tunus 16 Temmuz Pazar günü düzensiz göç, iktisadi kalkınma ve yenilenebilir enerji konularında ‘stratejik ve kapsamlı bir ortaklık’ için bir mutabakat zaptı imzaladı.

Mali yardımı da içeren anlaşma, Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in Sahra altı Afrika ülkelerinden gelen göçmenleri ülkenin demografik yapısını değiştirmeye yönelik bir ‘komplo’ kurmakla suçlamasının ardından başlayan tartışmaların ortasında imzalandı. Tunus, Şubat ayından bu yana göçmenlere kötü muamele ile suçlanıyor.

Rutte’den ticaret ortaklığı vurgusu

Tunus başkanlık sarayında konuşan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Pazar günkü anlaşmanın ‘ortak refaha yatırım yapmayı’ amaçladığını söyledi.

Göç konusunda, “Etkili bir işbirliğine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var,” diyen Leyen, ‘kaçakçı ve tacir ağlarına’ karşı ve arama kurtarma operasyonlarında daha fazla işbirliği yapılacağını duyurdu.

Leyen’e, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Hollandalı mevkidaşı Mark Rutte eşlik etti.

Meloni, ‘göç kriziyle başa çıkmak için atılan yeni ve önemli bir adımı’ memnuniyetle karşıladı ve Said’i 23 Temmuz’da göç konusunda düzenlenecek uluslararası konferansa davet etti.

Rutte, hem AB’nin hem de Tunus halkının anlaşmadan fayda sağlayacağını savundu ve AB’nin Tunus’un en büyük ticaret ortağı olduğuna dikkat çekti.

Anlaşma ayrıca Tunus’taki okullara mali yardım ve yenilenebilir enerji girişimlerini de kapsıyor.

Said IMF’ye hâlâ direniyor

Said ise ‘insanlık dışı göç ve suç şebekeleri tarafından insanların (zorla) yerlerinden edilmeleri konusunda toplu bir anlaşma’ çağrısında bulundu. Said, Tunus’un göçmenlere ‘sınırsız bir cömertlikle sunabileceği her şeyi verdiğini’ ileri sürdü.

Haziran ayında Leyen Tunus’a düzensiz göçü engellemeye yönelik tedbirleri desteklemek üzere 105 milyon avro ile birlikte 150 milyon avroluk acil desteğin yanı sıra yaklaşık 900 milyon avroluk uzun vadeli bir kredi teklif etmişti.

Fakat uzun vadeli kredi, Cumhurbaşkanı Said ile olan anlaşmazlıklar nedeniyle durmuş olan Uluslararası Para Fonu’ndaki (IMF) yaklaşık 2 milyar dolarlık kredinin onaylanmasına bağlı olacak.

Leyen, AB’nin ‘Tunus’u desteklemeye hazır’ olduğunu ve ‘gerekli koşullar sağlanır sağlanmaz’ fonları tedarik edeceğini söyledi. Said ise IMF’nin ‘dayatmaları’ olarak adlandırdığı koşulları birçok kere reddetti.

Pazar günü Said, IMF’nin petrol ve elektrik gibi temel ürün ve hizmetlerdeki sübvansiyonların kaldırılmasının yanı sıra devlete ait 100 firmanın yeniden yapılandırılması taleplerini reddettiğini söyledi. Said, IMF’nin kamu çalışanlarının ücretlerinde kesinti taleplerini de geri çevirmişti.

AB, makro destek için IMF şartını gevşetiyor mu?

Cumhurbaşkanı, “İkinci dünya savaşından sonra kurulan parasal kurumların çerçevesi dışında işbirliği yapmanın yollarını bulmalıyız,” dedi.

Al-Monitor’a konuşan bir AB yetkilisi, “Makro yardım hâlâ masada fakat bunun IMF koşullarını karşılaması gerekiyor. Tunus bir IMF anlaşmasına ihtiyaç duymayabileceğini söylüyor, dolayısıyla bunu 3. çeyrekte göreceğiz,” dedi.

Tunus, Avrupa kıyılarına ulaşmak isteyen göçmenler için Akdeniz’e açılan önemli bir deniz kapısı ve bu kapının ana varış noktalarından biri de İtalya. Resmi verilere göre, geçen yılın aynı döneminde 31.920 olan göçmen teknesi sayısı bu yıl 14 Temmuz’a kadar 75.065’i aşarak İtalya’ya ulaştı. Bu yıl gelenlerin yarısından fazlası, göçmen geçişlerinin ana başlangıç noktası olarak Libya’yı geride bırakan Tunus’tan geldi.

DİPLOMASİ

Xi, ŞİÖ liderlerini ‘dış müdahalelere’ karşı direnmeye çağırdı

Yayınlanma

Çin lideri Xi Jinping perşembe günü, Batı’ya karşı bir denge unsuru olarak görülen Avrasya güvenlik bloğu ŞİÖ’nün toplantısında bölge liderlerini “dış müdahaleye” karşı direnmeye çağırdı.

Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) Kazakistan’daki yıllık liderler zirvesinde konuşan Xi, üye devletleri “müdahale ve bölünmenin gerçek meydan okuması” karşısında “birliğin gücünü pekiştirmeye” davet etti.

Çin devlet televizyonu CCTV’nin aktardığına göre Xi, “Dış müdahalelere direnmek için birlikte çalışmalı… ve kendi geleceğimizi, kaderimizi, bölgesel barış ve kalkınmayı kendi ellerimizle sağlam bir şekilde kavramalıyız” dedi.

Xi, 10 üyeli bloğun iç farklılıkları barışçıl bir şekilde ele alması, ortak zemin araması ve zorlukları işbirliği içinde çözmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

2001 yılında Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan tarafından terörle mücadele ve sınır güvenliğini artırmak amacıyla kurulan ŞİÖ, Orta Asya’ya odaklanan bölgesel bir güvenlik örgütünden ABD ve müttefiklerinin başını çektiği Batılı kurumlara karşı jeopolitik bir denge unsuruna dönüşüyor.

Perşembe günü, Belarus, İran’ın geçen yıl tam üye olmasının ardından ŞİÖ’ye katılan en son devlet oldu. Blok ilk genişlemesini 2017 yılında Hindistan ve Pakistan’ı kapsayacak şekilde gerçekleştirdi.

Xi zirvede “Soğuk Savaş zihniyetinin gerçek tehdidi” olarak adlandırdığı cepheleşmeye karşı uyarıda bulundu ve üye devletleri “güvenlik temelimizi korumaya” çağırdı.

Ayrıca, ABD’nin Çin’den gelen kilit teknolojileri kısıtlamak için benimsediği stratejiye atıfta bulunarak, ülkeleri “yüksek çitli küçük bahçelerin gerçek riskleri” karşısında kalkınma hakkını korumaya çağırdı.

Çin lideri bilimsel ve teknolojik inovasyonun ortaklaşa teşvik edilmesi ve sanayi ve tedarik zincirlerinin istikrar ve düzgünlüğünün korunması gerektiğini vurguladı.

Çin-Rusya uyumu

Zirve öncesinde ŞİÖ’nün genişlemesini sağlayan iki lider Xi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir araya gelerek ülkelerinin derinleşen uyumunu selamladılar.

Putin ikili görüşme öncesinde yaptığı açılış konuşmasında Rusya-Çin ilişkilerinin “tarihlerinin en iyi döneminden” geçtiğini ve dünya için “dengeleyici” bir güç olarak görülmesi gerektiğini söyledi.

Putin çarşamba günü Xi’ye “Küresel meselelerde Rusya-Çin işbirliği uluslararası sahnede ana dengeleyici faktör olarak hizmet ediyor ve bunu daha da geliştirmeye devam ediyoruz” dedi.

Rusya Devlet Başkanı ayrıca Moskova ve Pekin’in ŞİÖ’nün kuruluşundaki rollerinin altını çizdi ve son yıllardaki hızlı genişlemesine dikkat çekti.

Putin, “Katılımcı sayısı arttıkça … ŞİÖ de çok kutuplu adil bir dünya düzeninin temel direklerinden biri olarak daha büyük bir rol kazandı” dedi.

Putin’in mayıs ayında Pekin’e yaptığı ziyaretin ardından iki liderin iki ay içinde ikinci kez yüz yüze görüştüğü toplantı, Rusya Devlet Başkanı’nın Kuzey Kore ile önemli bir savunma anlaşması imzalamasından kısa bir süre sonra gerçekleşti.

ABD ve Avrupa’yı oldukça rahatsız eden Çin ve Rusya işbirliği, Putin ve Xi’nin, Rus liderin Pekin’i ziyaret ettiği Şubat 2022’de, “sınır tanımayan” bir ortaklık ilan etmelerinden bu yana siyasi, ekonomik ve askeri olarak daha da derinleşti.

Çin, Avrupa Birliği’ni geride bırakarak Rusya’nın en büyük ticaret ortağı haline geldi ve ağır yaptırımlara maruz kalan ekonomisine önemli bir can simidi sundu.

Çarşamba günü yaptığı açılış konuşmasında Xi, Putin’e Çin ve Rusya’nın “çalkantı ve değişimlerle dolu uluslararası bir durum karşısında kalıcı dostluklarını korumaya devam etmeleri” gerektiğini söyledi.

Xi ayrıca Çin-Rusya ilişkilerindeki “eşsiz değeri” selamlayarak iki ülkeyi “meşru hak ve çıkarlarını” ve “uluslararası ilişkileri yöneten temel normları” korumak için yeni çabalar sarf etmeye çağırdı.

Çin Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre Xi, “Çin ve Rusya kapsamlı stratejik koordinasyonu güçlendirmeye, dış müdahalelere karşı çıkmaya ve bölgesel huzur ve istikrarı ortaklaşa korumaya devam etmelidir” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Alman devleti 120 yıl sonra Namibya’daki soykırımı kabul etti

Yayınlanma

Alman hükümeti 120 yıl sonra ilk kez, 60.000’den fazla Nama ve Herero’nun öldürüldüğü 1904-1908 katliamının soykırım olarak sınıflandırılması gerektiğini kabul etti. Kayzer Wilhelm döneminde diğer sömürgeci rakipleriyle yarışmak için harekete geçen Alman emperyalizmi, Batı Afrika’yı gözüne kestirmiş ve başta Namibya olmak üzere bir dizi bölgeye koloniler göndermişti.

İki hükümet ortak bir deklarasyonla, katliamların “bugünün standartlarına göre” soykırım olarak sınıflandırılacağını kabul etti. Etkilenen toplulukların torunları ise, Almanya’nın müzakereler sırasında bunu soykırım olarak adlandırması gerektiğini söylüyor.

2021 yılında Ovaherero Geleneksel Yönetimi genel sekreteri Mutjinde Katjiua ve Nama Geleneksel Liderler Derneği genel sekreteri Deodat Dirkse, Almanya’nın soykırımı “bugünün bakış açısıyla” tanıdığını belirtmesi nedeniyle, bunun mevcut uzlaşma anlaşmasında herhangi bir tazminat yükümlülüğü tanımadıkları anlamına geldiğini söyledi.

Liderler, “Bu kabul, sırasıyla 1904 ve 1905 yıllarında Ovaherero ve Nama halklarına karşı işlenen bir suç olduğunun inkarını yansıtmaktadı,” dediler.

Alman Büyükelçiliği Sözcüsü Gundula Perry dün The Namibian’a yaptığı açıklamada Almanya’nın yaşananların bir soykırım olduğunu kabul ettiğini doğruladı.

Perry, “Alman hükümeti, Alman birlikleri tarafından Ovaherero ve Namalara karşı işlenen zulmü bir soykırım olarak nitelendirmekte ve ahlaki ve tarihi sorumluluğunu kabul etmektedir,” dedi.

Berlin’den U dönüşü

Bu, Almanya’nın “bugünün perspektifinde” soykırım olarak niteleme kararından bir U dönüşü olarak nitelendiriliyor. Almanya bu konuda eleştirilmiş ve yaptığı zulümlerin hesabını tam olarak vermek istemediğini söylemişti.

Perry The Namibian’a yaptığı açıklamada, Alman Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in Almanya’nın kayıtsız şartsız özür dilemesi gerektiğini ileri sürmesi ve eski cumhurbaşkanı Hage Geingob’un cenazesinde yaptığı konuşmada bundan bahsetmesiyle pozisyonlarının sağlamlaştığını söyledi.

Perry, “Federal Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Namibya Cumhuriyeti’nin merhum Cumhurbaşkanı Hage Geingob’un cenaze töreninde yaptığı konuşmada, ortak deklarasyonda mutabık kalındığı üzere, Namibya halkından özür dilenmesinin ‘tam zamanı’ olduğunu ve bu amaçla çok yakında Namibya’ya dönebileceğini umduğunu açıkça ifade etti,” dedi.

Alman zigzagları Namibya’da eleştiri konusu

Demokratik Halk Hareketi (PDM) lideri McHenry Venaani, Almanya’nın terminoloji konusunda “takla attığını”, oysa bunun bir soykırım olduğunu söyledi.

Venaani, “İnsanlar jeopolitik koşullar bizim lehimize işlemiyor diye bu işin peşini bırakmamızı istememeli. Bu işe başladığımızda, soykırım yoluna öncülük ettiğimizde, bunun soykırım olduğunu biliyorduk ve şimdi de soykırım olduğunu biliyoruz,” dedi.

Venaani, aynı Almanya’nın bugün Yahudi toplumuna tazminat ödediğini ve büyük miktarlarda para taahhüt ettiğini vurguladı.

ODM lideri, “Aynı şekilde soykırım olmadığını inkâr ediyorlardı. Bugün bunun soykırım olduğunu söylüyorlar. Saygın bir nicelik belirlemeleri gerekiyor. Şu anda yaptıkları düzeltme saygıdeğer değil,” dedi.

Tazminat mümkün mü?

Soykırım tazminatları teknik komitesi üyesi Freddy Nguvauva, mevcut Alman hükümetinin bir tazminat anlaşmasını kabul etmeye daha açık olduğunu söyledi.

Nguvauva, bu nedenle Namibya hükümetinin anlaşmanın imzalanmasının hızlandırılması için bastırdığını, çünkü Almanya’da sağcıların hükümetin kontrolünü ele geçirmesi durumunda müzakerelerin ilerlemesinin mümkün olmadığını belirterek, “Çünkü bu insanlar, atalarının soykırımını tamamen inkar eden insanlar,” dedi.

Nguvauva, Almanların odak noktalarını enerji krizine ve Almanların desteklediği çatışmalara kaydırdıklarını söyledi.

Berlin, anlaşmayı kendi kamuoyundan saklıyor

Alman kökenli bir tarihçi olan Jürgen Zimmerer, Almanya ile Namibya arasındaki anlaşmanın ayrıntılarının Namibya’nın başkenti Windhoek’ta tartışılmasının ve Alman sivil toplumunun bundan haberdar olmamasının dikkat çekici olduğunu söyledi.

Zimmerer, “uzlaşma ve kefaretin tüm toplumu ilgilendiren bir konu” olması gerektiğini vurguladı.

Tarihçi, “(Almanya’nın) çekincelerini kaldırması iyi bir şey, ama hâlâ tazminat ödeme yükümlülüğünü kabul etmiş değiller. Her ne olursa olsun, fonların adı ne olursa olsun, yeni miktarın belirlendiği prosedürü kamuoyuna açıklamadıkları için endişeliyim. Tüm paydaşlarla yapılandırılmış bir istişare sürecini kabul etmeleri gerekir,” dedi.

Zimmerer, Alman hükümetinin elde edilen değişikliklerle ilgili herhangi bir açıklama yapmadığını söylerken, kendi bakış açısına göre soykırımın herhangi bir niteleme yapılmaksızın tanınmasına ilişkin anlaşmanın önemli bir adım olduğunu belirtiyor.

“Eğer bir anlaşmaya varıldıysa, neden bunu duyurmuyorsunuz?” diye soran tarihçi, “Değilse, Herero ve Nama halkı Alman hükümetinin insafına kalmış demektir,” ifadelerini kullandı.

Almanların soykırımı tanımasının arkasında “yeşil enerji” var

Namibya, ulaşım için amonyağa dönüştürülen hidrojen üretiminden bununla bağlantılı “yeşil” ürünlere kadar, kendisini gelişmekte olan “temiz teknolojinin” ön saflarına yerleştirecek bir tedarik zincirinin şekillenmesi için çeşitli işbirliklerine başlamış durumda.

Avrupa ise Rusya’dan aldığı doğalgazı kaybettikten sonra yeşil dönüşümü ilerletmenin ve enerji güvenliğini güçlendirmenin yollarını arıyor ve Namibya ile Afrika da burada önemli bir hedef olarak görünüyor.

Örneğin Avrupa Yatırım Bankası (EIB) Namibya’da yeşil hidrojen geliştirilmesi için 500 milyon avro kredi sözü verirken, Hollanda’nın Invest International şirketi de planlanan 1 milyar dolarlık Namibya hidrojen fonuna katkıda bulundu.

Antwerp merkezli denizcilik şirketi Compagnie Maritime Belge SA (CMB) ile yerel firma Ohlthaver & List Group arasında bir girişim olan Cleanergy, Namibya’nın ilk ticari yeşil hidrojen tesisi olacak.

Kısmen Alman hükümetinden alınan 10 milyon dolarlık kredi ile finanse edilen 30 milyon dolarlık bir maliyetle inşa edilen bu tesis sadece bir başlangıç: CMB, Antwerp-Bruges Limanı tarafından planlanan yeni bir depolama ve ihracat tesisine bağlanacak bir amonyak tesisi inşa etmek için 3,5 milyar dolar toplamayı planlıyor.

Dünya Bankası’nın bir araştırmasına göre güneybatı Afrika ülkesi dünyanın en iyi güneş enerjisi potansiyeline sahip ve geniş arazileri de büyük ölçüde sektörün gelişimini destekleyen devlete ait.

Namibya’daki Alman yatırımları artıyor

Güney Batı Afrika Halk Örgütü’nün 1990 yılında Güney Afrika’dan bağımsızlığını kazanmasından bu yana ülkeyi yönetmesi yatırımcılara siyasi istikrar güvencesi veriyor.

Soykırım görüşmelerine, Alman Enertrag SE’nin yatırım yaptığı 10 milyar dolarlık Hyphen projesi de eşlik ediyor. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock bu projeyi “geleceğin yakıtı olan hidrojen konusundaki işbirliğimize daha da ivme kazandıracak” diye selamlamıştı.

Mart ayında hükümet, Hyphen’e “stratejik açıdan önemli” statüsü vermeyi planladığını ve böylece daha fazla devlet desteğinin önünü açacağını söyledi.

Hyphen tesisi ilk aşamada 3,5 gigawatt rüzgar ve güneş enerjisi projelerinden güç alacak, ki bu da kıtanın en sanayileşmiş ülkesi olan Güney Afrika’da inşa edilen büyük yenilenebilir enerji santrallerinin kapasitesinin yarısından fazlasına eşit.

Berlin’in “hidrojen pazarı”nın hedefi Batı Afrika

Almanya, çelik üreticilerini “yeşillendirmek” için 3 milyar avro doğrudan sübvansiyon ödeyerek ve Avrupa’nın en büyük ekonomisinde talebi teşvik etmek için büyük bir finansman programı başlatarak dünyaya bir hidrojen pazarı getirmek için çalışıyor.

29 Mayıs’ta kabine, Ekonomi Bakanı Robert Habeck’in himayesinde, ithalat ve depolama için altyapı kurulmasını kolaylaştırmak da dahil olmak üzere hidrojen projelerini hızlandırmak için bir yasa tasarısını kabul etti.

Alman hükümeti ve Avrupa, Avrupa Birliği’nin Antwerp çevresindeki kimya sektörü ve Almanya’nın Ruhr bölgesi gibi endüstrilere güç veren fosil yakıtların kullanımına ilişkin daha katı kurallar getirmesiyle aynı zamanda hidrojen üretim maliyetlerinin de düşecek olması için Namibya’yı önemsiyor.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Polonya medyası: Belarus, ticaret önlemlerinden endişeli

Yayınlanma

Polonya basınında yer alan haberlere göre Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko, Polonya’nın Belarus’tan mal akışını yavaşlatmak için uygulamaya koyduğu yeni derinlemesine kontrollerle nasıl başa çıkılacağını görüşmek üzere hükümete yakın toplantılar yaptı.

Dziennik Gazeta Prawnanın (DGP) haberine göre Varşova yeni önlemle Belarus’un mali durumuna darbe vurmayı ve en büyük demiryolu geçidinden ülkeye giren malların kaçakçılığını engellemeyi amaçlıyor.

Gazetenin çarşamba günkü haberine göre, Polonya’ya giren her mal sevkiyatı detaylı bir kontrole tabi tutulacak ve bu da Belarus’tan gelen mal akışını yavaşlatacak ve birçok suiistimali ortaya çıkarabilecek.

DGP’ye konuşan Belarus’un eski Polonya Büyükelçisi ve şimdi Lukaşenko muhalifi Pavel Latuşka, “Bildiğimiz kadarıyla Lukaşenko konuyla ilgili iki kapalı (hükümet) toplantısı ve bir Güvenlik Konseyi toplantısı yaptı,” iddiasında bulundu.

Latuşka, Litvanya ve Letonya’nın da aynı şeyi yapması halinde, Belarus ile AB arasındaki mal akışının engelleneceğini ve bunun da Lukaşenko’nun farkında olduğu ciddi iktisadi sonuçları olacağını sözlerine ekledi.

Çin’in de, Polonya-Belarus sınırındaki kontrollerin Uzak Doğu’dan AB’ye mal akışını yavaşlatacağı için Belarus hükümetine baskı yaptığı öne sürülüyor.

Latuşka’ya göre Pekin iki kez Lukaşenko’dan Polonya sınırında neler olduğunu açıklamasını istedi. Eski diplomat, Lukaşenko’yu da sınır kaçakçılarından rüşvet almakla suçladı.

Göç tartışması sürüyor: Belarus’tan geri adım yok

Polonya 2021’den bu yana doğu sınırında ciddi bir göçmen baskısıyla karşı karşıya ve hem Varşova hem de Brüksel bunu Minsk ve Kremlin’in “hibrid faaliyetlerinin” bir unsuru olarak görüyor.

Geçtiğimiz hafta Polonya ve Baltık ülkeleri, Belarus ve Rusya’dan gelebilecek hibrid tehditler de dâhil olmak üzere tehditlere karşı AB’nin doğu kanadında yeni bir savunma hattı oluşturulması çağrısında bulundu.

Fakat AB liderleri bu tür projelerin AB tarafından finanse edilip edilmemesi konusunda bölünmüş durumda: Berlin ve Lahey, bloğun savunma girişimlerini finanse etmek için Eurobond kullanılması fikrine karşı çıkıyor.

Çin resmi olarak Varşova ve Minsk’in göç meselesini ikili görüşmeler yoluyla çözmeye çalışmasını önerdi ki iki ülke arasındaki ilişkilerdeki soğukluk göz önüne alındığında bu pek olası görünmüyor.

Salı günü Lukaşenko geri adım atmayacağını ve göçmenleri AB sınırından uzak tutmayacağını açıkladı.

Rus yayın kuruluşu NTV’nin aktardığına göre Lukaşenko, “Sınır muhafızlarına ve diğer sivillere Belarus ve Polonya sınırında Avrupa Birliği’ni koruma emri verme gibi bir niyetim yok,” dedi.

Belaruslu lider, Avrupa Birliği’ne hitaben, “Boynumuza bir ilmik (yaptırım) geçirdiniz ve hâlâ bizi sizi bu zavallı adamlardan korumaya zorluyorsunuz,” ifadelerini kullandı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English