Bizi Takip Edin

AVRUPA

Bir mitin çöküşü: Ücret artışı enflasyona yol açmıyor

Yayınlanma

Almanya’nın en büyük işçi sendikası, IG Metall, geçen Kasım ayında yüzde 5,2’lik ücret artışını kabul edince para politikalarını belirleyenler derin bir oh çekti. Financial Times’ın anlaşma haberini sunuşunda dediğine göre, merkez bankalarının sakıncalı ücret-fiyat sarmalı endişeleri nihayet hafiflemişti.

Ücret artışlarının fiyat artışlarına (ve dolayısıyla enflasyona) yol açacağı korkusu hayli yaygın. Sadece Almanların değil, İngilizlerin de aynı endişeyle yaşadıklarını görüyoruz. Bank of England Başkanı Andrew Bailey, ücret pazarlığının “dizginlenmesi” gerektiğini, yoksa işlerin kontrolden çıkacağını söylüyor. Barack Obama döneminde Ulusal Ekonomi Konseyi Direktörlüğü yapan Jason Furman da net: Ücretlerin artması fiyatları da artırır. Furman’a göre bu “temel mikroduyu ve sağduyu”dur.

Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde, Avrupa’da faiz artırımına devam edip etmeyeceklerini görmek için ücretlerin artışına bakacaklarını söylemişti. Aynı Lagarde, geçen Mayıs ayında banka çalışanlarının ücret artışlarını tüketici fiyat artışına bağlamak istemelerini reddetmiş ve bunun “makbul ve istenilen olmadığını” yazmıştı.

Enflasyon düzeyinde ücret artışlarına şüpheyle yaklaşan bir başka merkez bankasının, Hollanda Merkez Bankası’nın başkanı Klaas Knot, ücret artışları ile fiyat artışlarının “geri besleme döngüsü” oluşturmasına karşı yüksek alarm seviyesinde olmaları gerektiğini söyledi ama şu anki ücret gelişmelerinin avro bölgesinde bir ücret-fiyat sarmalına girdiklerine dair net bir kanıt sunmadığını ekledi.

Bu konudaki en açık ifade ise ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Jay Powell’a ait. Powell, neden faiz artırdıklarını açıklarken, bariz bir şekilde talebi düşürerek ücretleri de düşürmek istediklerini belirtiyor. Powell, bütün bunları ekonomiyi yavaşlatmadan ve bir resesyona sokmadan yapabileceklerini düşünüyor. Oysa açıkça, faiz artışı işsizliği artırarak işçi sınıfının pazarlık gücünü azaltmayı ve ücretleri baskılamayı hedefliyor.

Ücret-fiyat sarmalı nedir?

Teknik ücret-fiyat sarmalı tarifi şu: peş peşe gelen dört çeyreğin en az üçünde hem tüketici fiyatları hem de nominal ücretler artarsa orada bir ücret-fiyat sarmalı vardır. Daha özet bir tanım yapmak gerekirse, fiyat artışı ücret artışını tetikler, ücret artışı da sermaye sahibinin fiyatları artırmasına neden olur ve bu böyle devam eder.

Bu meselenin tarihsel örneği ise 1865 yılında Birinci Enternasyonal’de marangozlar sendikası lideri Thomas Weston ile Karl Marx arasındaki tartışmadır. Weston, tam da bugün merkez bankalarının savunduğuna benzer şekilde, ücret artışlarının sonucunda kapitalistlerin kârlarını korumak için bu artışı fiyatlara yansıttığını, artan fiyatların işçilerin alım gücünü düşüreceğini ve böylece reel ücretlerin yerinde sayacağını söylüyordu. Yani Watson, ücret artışları için girişilecek bir mücadelenin veya pazarlığın yararsız olduğu sonucuna varıyordu.

Marx’ın buna cevabı Türkçede Ücret, Fiyat, Kâr ismiyle bildiğimiz broşüründe özetlenir. Marx, Weston’a karşı üç argüman sunar: Birincisi, ücret artışları durduk yere değil, genelde öncesinde artan fiyatlara bir tepki olarak gündeme gelir. İkincisi, enflasyona neden olan unsur ücretler değildir, birden fazla unsur enflasyona etki eder: üretimin büyüklüğü, emeğin üretici güçleri, paranın değeri, piyasa fiyatlarındaki dalgalanmalar ve sanayi çevrimlerinin farklı fazları. Yani örneğin, ücretlerin aynı kaldığı koşullarda, piyasadaki para miktarında (veya paranın değerinde) ortaya çıkan bir değişim, enflasyonu tetikleyebilir. Veya yine ücretler aynı kalmak koşuluyla, emek üretkenliğindeki (yani verimlilikteki) bir değişim meta fiyatlarına doğrudan etki eder.

Dahası, Marx’a göre, ücret seviyelerindeki genel bir yükselişin genel kâr oranlarını azalttığı doğrudur ama bu metaların fiyatlarını doğrudan etkilemez. Kapitalistler ve onların ideologları, fiyatlar artacağı için değil, kârlar azalacağı için ücret artışına itiraz ederler. Buradaki fiziksel sınır, bugün çalışan işçinin yarın da çalışabilmesi için gereken geçim araçlarının ona sağlanmasıdır. Fakat Marx, bazı örneklerde, işçilerin eline geçen ücretin geçim sınırının aşağısına da itilebileceğini söyler. İşgücü maliyetlerinin bu türden düşürülmesi, ulusal çaptaki hayırseverlik veya yoksullara destek yasalarıyla tazmin edilir. Dolayısıyla, ücretlerin kârların nasıl tespit edileceği sorusu, statik değil dinamik bir şekilde cevaplanır ve cevap karşıt sınıfların mücadeleleri ve güç dengeleri tarafından belirlenir.

Tekrar olacak: İşçilerin “aşırı” ücret taleplerinin enflasyona yol açacağı iddiası, kârının azalacağını bilen kapitalistin ve onun ideologlarının gündeme getirdiği bir varsayımdır. Şimdi, bu cephedeki çatlaklara geliyoruz.

IMF’den itiraflar

IMF iktisatçılarının ücret-fiyat sarmalı için tarihten aradıkları kanıtları bulmakta bir hayli zorlandıklarını söyleyelim. Yakın zamanda yayımlanan bir makale, gelişmiş ekonomilerin son 60 yılındaki ücret-fiyat sarmallarını inceliyor.

IMF iktisatçılarının vardığı sonuç şudur: Ücret-fiyat sarmallarını, en azından fiyatlarda ve ücretlerde kesintisiz bir artış olarak tanımlandığında, yakın tarihsel kayıtlarda bulmak zordur. Üstelik IMF, bugünkü gibi reel ücretlerin düştüğü diğer tarihsel dönemlerde ücret-fiyat sarmalını bulmakta daha da zorlanmaktadır. Olan, reel ücret kaybının yalnızca bir kısmını yerine koyan nominal ücret artışlarıdır.

İktisatçıların tarihte bulduğu bugünkü gibi düşen reel ücretler ve sıkı emek piyasası örnekleri, genellikle düşen enflasyon ve artan nominal ücret dönemini önceliyor. Dolayısıyla, iktisatçıların “sürpriz” olarak nitelendirdikleri şekilde, örneklemin yalnızca küçük bir kısmında süreklileşmiş ücret ve fiyat artışları bir sonraki döneme devroluyor. Sonuç olarak IMF, nominal ücretlerdeki yükselişin zorunlu olarak bir ücret-fiyat sarmalına girildiğinin işareti olarak alınamayacağını tespit ediyor.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) de bu vaziyeti doğruluyor. 2022’nin ilk yarısında, küresel aylık ücretlerin reel olarak yüzde 0,9 gerilediği tespit ediliyor. ILO raporunda gelişmiş ülkelerdeki ücretler ile gelişmekte olan ülkelerdeki ücretler ayrıştırıldığında, gelişmiş G20 ülkelerinde reel ücretlerin yüzde 2,2 azaldığı, gelişmekte olanlarda ise yalnızca yüzde 0,8 arttığı görülüyor. ABD ve Kanada’ya bakıldığında ise reel ücretlerin bu yılın ilk yarısında yüzde 3,2 azaldığı anlaşılıyor.

OECD raporu da tabloyu tamamlıyor. Üçüncü çeyrek verilerini de içeren rapor, 2022’nin üçüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre 32 belli başlı ülkenin 31’inde reel ücretlerin azaldığını gösteriyor. 

San Fransisco Fed Başkanı Mary Daly de ücret-fiyat sarmalının en temel unsurlarından birinin, enflasyonla birlikte yükselen ücretler fenomeninin ortaya çıkmadığını itiraf etmek zorunda kalıyor.

ILO, enflasyona ücret artışlarının değil, Ukrayna savaşı ve küresel enerji krizinin neden olduğunu da geçerken söyleyiveriyor.

Enflasyonun kaynakları

Dünyanın en büyük varlık yöneticilerinden UBS’in baş ekonomisti Paul Donovan da reel ücretlerin küresel çapta düşüşte olduğunu hatırlatarak Fed’in ücret-fiyat sarmalı tezinin doğru olmadığına dikkat çekiyor.

Donovan’a göre bugünkü enflasyonun ana kaynağı kârlardaki aşırı artış. Eğer enflasyon emekten değil de kârdan geliyorsa, diyor Donovan, merkez bankaları işsizliği artırma merkezli talep daraltma yönteminden başka yollar aramalı.

Economy Policy Institute’un geçen Nisan ayında yayımladığı bir grafik, tablonun sağlamasını yapıyor. Finansal olmayan şirketlerde 1979-2019 arasında birim fiyatlardaki yükselişin yüzde 61,8’ini birim emek maliyeti oluşturuyordu. 2021’in dördüncü çeyreği ile 2022’nin ikinci çeyreği arasında ise bu oran yüzde 7,9’a düşmüş. Birim fiyatlardaki artışı sürükleyen temel unsur, yüzde 53,9 ile kâr. Onu, yüzde 38,3 ile emek harici girdi fiyatları oluşturuyor.

Peki enflasyonun kaynakları arasında başka neler var? COVID döneminde tedarik zincirlerinin ve emek üretkenliğinin azalması ve sonrasında arzın yeterli seviyeye ulaşamaması bir neden. Çin’deki sıfır COVID politikaları ve sonrasında gelen Rusya-Ukrayna savaşı da küresel tedarik zincirlerinde aksamalara ve maliyet artışlarına yol açıyor. Rusya’ya yönelik yaptırımlar da küresel enerji fiyatlarında fahiş bir yükselişe sebep oldu. 

Dahası, örneğin Britanya’da, perakende enerji şirketlerine dağıtım yapan ve genellikle büyük hedge fonları ve özel sermaye şirketlerinin sahip olduğu servis sağlayıcılar yüzde 40’a varan kârlar elde edebiliyor. “Büyük Altılı” olarak bilinen bu şirketler, enerji tedariğini neredeyse tamamen tekelleştirmiş durumda. Yurt içi ve küçük işletme müşterilerinin yüzde 99’u Büyük Altılı’ya bağlı. Buna BP, Shell, Exxon, Chevron, Total gibi uluslararası enerji tekellerinin dev kârlarını da ekleyince tablo tamamlanıyor. 1980’li yıllardan itibaren özelleştirilen Birleşik Krallık enerji dağıtım şirketleri, kâr için çalışıyor ve bunun ceremesini de hane halkları çekiyor. Şu rakam her şeyi anlatıyor: Büyük Altılı, pay sahiplerine 23 milyar sterlinlik bir kâr payı dağıttı. Bu, altılının son on yılda ödediği verginin neredeyse altı katı.

Öte yandan faizdeki artışlar ile birlikte 2021’deki fahiş kâr oranlarının azalması bekleniyor. Geçen sene enerji ve hammadde fiyatlarındaki artışların sürüklediği kârlarda ve dolayısıyla yatırımlarda bir yavaşlama olacağı kesin. Pandemi döneminde büyük kârlar elde eden büyük teknoloji şirketlerindeki aşağı yönlü eğilim, işten çıkarmalar ve finansmana erişimdeki zorluk önümüzdeki sene gelişmiş ekonomilerde resesyonun muhtemel olduğuna da işaret ediyor. 

Üstelik, enflasyonun kaynağı “aşırı talep” değil, zayıf arz olduğuna göre merkez bankalarının buna yapabilecek bir şeyi yok. Tedarik zincirlerinin bozulması, Ukrayna savaşı ve Rusya karşıtı yaptırımların yanı sıra, azalan kârlılık, emek verimliliğindeki düşüş ve yatırım iştahı arzı talebe uyduracak gibi görünmüyor. ABD’de işe alımlar hâlâ tempolu biçimde devam ederken GSYİH artışının tempo kazanamaması da gelişmiş ülkelerdeki emek verimliliği sorununun devam ettiğini gösteriyor. Dünya sisteminde süreklileşmiş ve aşağı yönlü bir talep şokunun ortaya çıkması bu nedenle mukadder görünüyor.

AVRUPA

Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması

Yayınlanma

Ukrayna’nın Rusya’ya ilk kez ABD yapımı uzun menzilli füzeler fırlatması ve Rusya lideri Vladimir Putin’in ülkesinin nükleer doktrinini güncellemesi ile birlikte Avrupa ülkeleri kıtada topyekûn bir savaşa hazırlanıyor.

Alman Silahlı Kuvvetlerinin (Bundeswehr) hazırladığı “Operationsplan Deutschland” (Almanya Organizasyon Planı) başlıklı 1.000 sayfalık belgeye göre Almanya’nın NATO ülkelerinden yüz binlerce askere ev sahipliği yapacağı ve cepheye büyük miktarlarda askeri teçhizat, gıda ve ilaç göndermek için lojistik bir merkez olarak hizmet vereceği bildirildi.

Alman ordusu ayrıca Rusya’nın Avrupa genelinde insansız hava araçları uçuşlarını, casusluk operasyonlarını ve sabotaj saldırılarını genişlettiği bir durumu varsayarak şirketlere ve sivillere kilit altyapıyı nasıl koruyacakları ve ulusal savunma için nasıl harekete geçecekleri konusunda talimat veriyor.

İşletmelere acil durumlarda çalışanların sorumluluklarını detaylandıran kriz planları oluşturmaları tavsiye edildi ve enerji bağımsızlığını sağlamak için dizel jeneratör stoklamaları ya da rüzgar türbinleri kurmaları talimatı verildi.

Ekonomiye daha fazla devlet müdahalesi konuşuluyor

Bu kapsamda ekonomiye ve şirketlere yönelik devlet müdahalesi daha yoğun bir şekilde tartışılmaya başladı.

Alman devleti, kriz durumlarında geniş kapsamlı haklara sahip. Enerji krizi, devletin ne kadar hızlı müdahale edebileceğini göstermişti: O dönemde Alman hükümeti gaz depolama tesislerini kanun yoluyla doldurmuş, gaz ithalatçısı Uniper’i kamulaştırmış ve diğer şeylerin yanı sıra yüzer LNG terminalleri tedarik etmişti.

faz’ın Bavyera İşletmeler Birliği Genel Müdürü Bertram Brossardt’ın açıklamalarına dayandırdığı haberine göre, acil bir durumda “planlı ekonomiye geçiş” bile mümkün olabilir.

Bu “planlı ekonomi” uygulamalar kapsamında devlet gıda kuponu vermesi, hatta insanları su temini ya da ulaşım şirketleri gibi belirli sektörlerde çalışmaya zorlaması da gündeme getiriliyor.

Dolayısıyla şirketlerin de bugün afet yardımı, Bundesanstalt Technisches Hilfswerk (Almanya’da afet ve acil durum yönetiminden sorumlu bir kuruluş – THW) ya da itfaiye için gönüllü olan çalışanlara sahip olmaları durumunda bundan yarar sağlayabileceği öne sürülüyor.

Hamburg’daki şirket eğitimini veren Yarbay Jörn Plischke, “Bunu desteklemek size yılda birkaç güne mal olur. Fakat bir kriz anında, insanları ve altyapıyı koruyan kişilerle doğrudan bir bağlantınız olur,” diyor.

Hamburg: Sivil-askeri ekonominin kesişimi

Yarbay Plischke’nin katıldığı etkinliğin gerçekleştiği Hamburg, mal ve asker taşımacılığında merkezi bir konumda.

Hansa kentinin belediye başkanı Peter Tschentscher, faz’a verdiği demeçte, “Altyapımız askeri amaçlarla kullanılırsa, siber saldırı ve sabotaj riski önemli ölçüde artar,” uyarısında bulundu.

Hamburg Senatosu bu nedenle sivil savunmayı güçlendirmek için ek kadrolar oluşturdu. Birliklerde savaşmayan fakat koruma ve güvenliği sağlamak için çalışan gönüllülerden oluşan üçüncü bir “yurt savunma birliği” hizmete sokuldu.

Hansa kentinde şu anda Alman Silahlı Kuvvetleri ve sivil güçlerle birlikte tatbikatlar yapılıyor.

Habere göre, “Red Storm Alpha” adı verilen bu tatbikatta liman tesislerinin korunması konusunda eğitim veriliyor.

Bir sonraki tatbikat olan “Red Storm Bravo” ise yakında başlayacak ve daha büyük çaplı olacak.

Bu tür tatbikatlardan elde edilen deneyimler daha sonra “Almanya Organizasyon Planı”na aktarılacak. Bu planın sürekli gelişen ve yeni bilgi ve tehditlere uyum sağlayan “yaşayan bir belge” olması amaçlanıyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Ford Avrupa’da 4.000 kişiyi işten çıkaracak

Yayınlanma

Ford, elektrikli araçlara olan talebin yavaşlaması ve Çinli rakipleriyle girdiği rekabet nedeniyle Avrupa’da yaklaşık 4.000 kişiyi işten çıkarmayı planlıyor.

ABD’li şirket çarşamba günü yaptığı açıklamada, kesintilerin 2027 yılı sonuna kadar uygulanacağını ve Avrupa’daki 28.000 kişilik işgücünün yaklaşık yüzde 14’ünü temsil eden Almanya’daki 2.900 ve Birleşik Krallık’taki 800 işi etkileyeceğini söyledi.

Ford’un Birleşik Krallık’taki iki tesisi Dagenham ve Halewood ile İspanya’nın Valencia kentindeki fabrikası etkilenmeyecek.

Yetkililer kesintilerin idari görevlerin yanı sıra benzinli motor üretimiyle ilgili işleri de kapsayacağını söyledi.

Ford’un Avrupa Başkan Yardımcısı Dave Johnston, iş kayıplarına rağmen şirketin bölgeye bağlılığını sürdürdüğünü söyledi ve “Ford’un Avrupa’da gelecekteki rekabet gücünü sağlamak için zor ama kararlı adımlar atmak kritik önem taşıyor,” dedi.

İşçi Konseyi Başkanı: Personel kesintisi sürdürülebilir bir iş stratejisi değil

Söz konusu hamleler sendikalar ve hükümetlerle yapılacak görüşmeleri bekliyor. Ford’un işçi konseyi başkanı Benjamin Gruschka, “Bu büyük istihdam kesintisini reddediyoruz. Daha fazla personel kesintisi sürdürülebilir bir iş stratejisi değildir,” dedi.

Birleşik Krallık hükümeti de Ford’u planlanan kesintilerin tüm ayrıntılarını paylaşmaya çağırdı. Bir sözcü, “Ford ile uzun süredir devam eden bir ortaklığımız var ve Birleşik Krallık’taki üretim gelecekleri konusunda onlarla yakın bir şekilde çalışmaya devam edeceğiz,” dedi.

Küresel otomotiv endüstrisi, elektrikli araç satışlarındaki büyümenin yavaşlaması ve Çinli rakiplerle yaşanan sert fiyat rekabeti nedeniyle Avrupa’da ve başka yerlerde fabrikaların kapatılması ve personel sayısının azaltılması yönünde yoğun bir baskı altına girdi.

Şirket geçen yıl da 3.800 kişiyi işten çıkaracağını duyurmuştu

Ford, yıllardır zarar açıkladığı ve işten çıkardığı Avrupa’da zor günler geçiriyor. Şirket, yavaşlayan talebi karşılamak için, rekabet gücü yüksek pazarın daha kârlı alanlarına odaklanmak amacıyla ürün gamındaki araç sayısını azalttı.

Ford’un Avrupa’daki insan kaynakları başkanı Peter Godsell, daha fazla yeniden yapılandırma adımını göz ardı edemeyeceğini söyledi ve “benzeri görülmemiş” regülasyonları ve iktisadi rüzgarları suçladı. Godsell, “İleriye dönük olarak uygulanabilir ve kârlı bir işle burada var olmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor,” diye ekledi.

Ford geçen yılın başlarında 1.300’ü İngiltere’de olmak üzere Avrupa’da 3.800 kişiyi işten çıkaracağını açıklamıştı.

İcra Kurulu Başkanı Jim Farley, geçmişte elektrikli otomobillerin üretiminde içten yanmalı motorlarla çalışan araçlara kıyasla “yüzde 40 daha az işçiye” ihtiyaç duyulacağı konusunda uyarıda bulunmuştu.

Ford’dan Alman hükümetine uyarı

Ford ayrıca Almanya’da geliştirilen ve üretilen elektrikli spor aracı yeni Explorer ve elektrikli Capri’nin üretimini azaltacağını ve bunun Köln fabrikasındaki çalışma saatlerinin daha da kısalmasına neden olacağını söyledi. Şirket fabrikayı elektrikli araç üretecek şekilde dönüştürmek için 2 milyar dolar yatırım yaptı.

Ford’un finans müdürü John Lawler kısa bir süre önce Alman hükümetine bir bildiri yazarak piyasa koşullarını iyileştirmek ve emisyon hedeflerini karşılamak için esneklik sağlamak üzere daha fazlasını yapması çağrısında bulundu.

Lawler mektubunda, “Avrupa ve Almanya’da eksik olan şey, e-mobiliteyi ilerletmek için açık ve net bir politika gündemidir,” dedi.

Volkswagen’den patronlara taviz önerisi

Çarşamba günü erken saatlerde Volkswagen çalışanları, Alman şirket yöneticilerinin ikramiyeleri düşürmeyi, temettüleri azaltmayı ve fabrikaları kapatma planlarını iptal etmeyi kabul etmeleri halinde gelecekteki maaş artışlarından 1,5 milyar avroyu kaybetmeye hazır olduklarını söyledi.

IG Metall’in baş müzakerecisi Thorsten Gröger ve VW iş konseyi başkanı Daniela Cavallo düzenledikleri ortak basın toplantısında, daha önce talep edilen yüzde 7’lik ücret artışının, kısa süreli saat azaltma dönemlerinde ücretleri desteklemek üzere bir “dayanışma fonuna” aktarılmasını önerdiler. 

VW çalışanları ile yöneticiler arasında giderek gerginleşen açmazın ilk tavizi olan önerilen paket, yöneticilerin önümüzdeki iki yıl boyunca ikramiyelerinin bir kısmından ve “temettü politikası yoluyla katkıdan” vazgeçmeleri anlamına geliyor.

IG Metall’den Gröger, VW yöneticilerinin Almanya’daki en az üç fabrikayı kapatma planlarından vazgeçmeyi kabul etmemeleri halinde, “ülkenin on yıllardır görmediği bir endüstriyel anlaşmazlığa” hazırlanmaları gerektiğini söyledi.

VW’nin Almanya’daki tesislerinde olası grevler 1 Aralık’tan itibaren mümkün olacak.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Baltık Denizi’nde iletişim kabloları hasar gördü: Sabotaj şüphesi

Yayınlanma

Baltık Denizi’nin altındaki telekomünikasyon kablolarında hasar meydana geldi. Finlandiya-Almanya hattındaki C-Lion1 kablosunda yaşanan kesinti, sabotaj şüphelerini güçlendirdi. Almanya, İsveç ve Litvanya olayla ilgili soruşturma başlatırken, Rusya suçlamaları reddetti.

Finlandiya ile Almanya arasında Baltık Denizi’nin altından geçen C-Lion1 telekomünikasyon kablosunda bir kesinti yaşandı.

Ayrıca Litvanya ile İsveç arasındaki iletişim kabloları da zarar gördü. Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius, bu olayların sabotaj ihtimaline işaret edebileceğini belirtti.

Finlandiya devlet telekom altyapı operatörü Cinia, kabloda hasar tespit etti ve onarım için özel bir gemi hazırladı. Onarımın tam tarihinin belirsiz olduğu, ancak önümüzdeki hafta başlamasının planlandığı bildirildi.

Litvanya ile İsveç arasında iletişim sağlayan kablonun kesilmesi, Telia Lietuva tarafından doğrulandı. Olay, ülkede internet erişiminin yüzde 33 oranında azalmasına neden oldu.

Helsingin Sanomat gazetesi, Çin’e ait Yi Peng 3 gemisinin hasar bölgesine yakın olduğunu, bu geminin Danimarka donanması tarafından takip edildiğini öne sürdü.

İsveç, olayın sabotaj olabileceği şüphesiyle soruşturma başlattı.

Litvanya, olayın “terör” kapsamında değerlendirildiğini ve kablonun tamamen mi kesildiği yoksa sadece hasar mı gördüğünün soruşturulduğunu duyurdu.

Finlandiya Merkezi Soruşturma Dairesi, iletişim müdahalesi ve mülke zarar verme suçlarından inceleme yürütüyor.

Almanya ve Finlandiya dışişleri bakanlıkları, olayla ilgili derinlemesine bir soruşturma yürütüleceğini açıklarken, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, sabotaj iddialarının henüz kesinleşmediğini ifade etti.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius ise, kablonun yanlışlıkla zarar görmüş olabileceği ihtimaline şüpheyle yaklaştı.

Rusya, bu tür olaylarda kendisine yöneltilen suçlamaları reddetti. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, iddiaları “saçma ve komik” olarak nitelendirdi.

Baltık Denizi’nin altından geçen C-Lion1, Finlandiya’nın Kuzey Akım doğalgaz boru hatlarının rotasını takip ederek Orta Avrupa’ya doğrudan bağlantı sağlayan tek denizaltı kablosu.

Kablo, 2016’da devreye alındı ve Helsinki ile Rostock (Almanya) arasında veri aktarımı yapıyor.

Finlandiya ve Estonya, Baltık Denizi’nde Rusya donanmasına karşı plan hazırlıyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English