Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Borrell: Hizbullah savaş peşinde değil

Yayınlanma

Lübnan ziyaretini tamamlayan AB baş diplomatı Josep Borrell, İran’ı çatışmaya katılmaya sürükleyebileceğinin ‘tamamen farkında’ olduğu için, Hizbullah’ın İsrail’le savaş peşinde olmadığını söyledi.

Bununla birlikte Borrell, Beyrut’ta EFE’ye verdiği röportajda, Beyrut’ta Hamas liderlerinden Salih el-Aruri’ye yönelik suikastin ardından durumun daha da kötüleştiğini vurguladı.

Aruri suikastinden üç gün sonra Lübnan’a giden Borrell, artan gerilimin, Hizbullah ile İsrail güçleri arasında aylardır süren yoğun sınır ötesi çatışmaların ortasında Lübnan’ı ziyaret etme ihtiyacını ‘güçlendirdiğini’ söyledi.

Borrell, önceden planlanan ziyareti sırasında, Lübnan ile İsrail arasında bir savaşı önleme çabalarının bir parçası olarak Lübnanlı liderlerle üst düzey görüşmelerde bulundu. Diplomat ayrıca Hizbullah’ın parlamento bloğu lideri Muhammed Raad ile de bir araya geldi.

Aruri suikastinden sonra ‘işler daha da çirkinleşti’

Borrell, “Hizbullah’ın savaş peşinde olmadığı ya da daha yoğun ve daha geniş bir savaş peşinde olmadığı sonucuna vardım. Yanlış olmadığını umduğum izlenimim, durumun ciddiyetinin ve İran’ı içine çekebilecek daha büyük bir çatışmanın sonuçlarının tamamen farkında olduklarıdır,” diye ekledi.

AB’nin dış politika şefi, Lübnan’daki durumun ‘kritik’ olduğunu ve Aruri’nin Beyrut’un bir banliyösünde öldürülmesinden sonra ‘işlerin daha da çirkinleştiğini’ kabul etti.

Borrell, “Her eylem bir tepkiye neden olur ve bu da bir başkasına neden olur. Buna tırmanma denir. Birisi frene basmazsa, bir uçurumun kenarında olabiliriz,” diye uyardı.

Borrell’den ‘İsrail-Lübnan müzakereleri’ çağrısı

Borrell, çatışmaların şu anda ‘angajman kuralları dahilinde’ olduğuna inandığını söylerken, Hizbullah ve ‘Direniş Ekseni’ndeki diğer güçlerin Gazze’deki İsrail bombardımanları devam ettiği sürece sessiz kalmasını ‘imkansız değilse de çok zor’ görüyor.

Borrell’in görüşüne göre, gerilimi düşürmeye yönelik diplomatik çabalar, Lübnan ile İsrail arasındaki sınır bölgelerini etkileyen ‘istikrarsızlık faktörlerini’ ele almaya odaklanmalıdır.

Borrell ayrıca, “Bence her şeyi bir kerede ele alan bir müzakere olması gerekecek ve bu mümkün olmalı,” ifadelerini kullandı.

AB’nin en üst düzey diplomatı, bir toprak anlaşmazlığının bir ‘hafta sonu’ içinde çözülmediğini ve Hizbullah’ın güneyde silahsızlanma olasılığı gibi bazı yönlerin ‘şimdi biraz ütopik göründüğünü’ kabul ederek, mümkün olduğunca ‘süreç içinde ilerleme’ çağrısında bulundu.

İsrail hükümetine eleştiriler

Borrell, AB’nin Gazze’de ateşkese destek konusundaki parçalı tutumu nedeniyle Arap dünyasıyla konuşma yeteneğini ‘kaybettiğine’ inanmadığını söyledi ve İsrail’in ‘savaş kurallarına’ saygı duyması gerektiği konusunda ‘başından beri’ ısrar ettiğini hatırlattı.

İsrail hükümetinin bazı üyelerinin açıklamalarını da eleştiren Borrell, “Avrupa’nın müttefiki olan demokratik bir ülkenin hükümetinde, Filistinlilerin kaderi hakkında söyledikleri şeyleri söylemeleri kabul edilemez. Ve İsrail hükümetini eleştirmenin anti-siyonist olmakla suçlanamayacağını anlamalılar,” dedi.

DİPLOMASİ

Avrupa’nın gözü Orta Asya’da

Yayınlanma

Washington merkezli Second Floor Strategies danışmanlık firmasının başkanı ve analist Wilder Alejandro Sánchez, National Interest dergisi için kaleme aldığı makalede, Avrupa Birliği (AB) ile Orta Asya ülkeleri arasındaki ilk zirvenin önemine dikkat çekti.

3-4 Nisan’da Özbekistan’ın Semerkant kentinde düzenlenecek zirve öncesi Sánchez, “Orta Asya, 340 milyar avroluk (368 milyar dolar) hızla büyüyen bir ekonomiye sahip. Bu zirve, bölgeler arası ticaret ve yatırım için bir dönüm noktası olabilir,” değerlendirmesinde bulundu.

AB Komiseri Josef Sikela, Ukrayna savaşının ardından öne çıkan Orta Koridor’un Avrupa ile Asya arasındaki taşıma süresini 15 güne düşürdüğünü vurgulamıştı: “Bu güzergâh, geleneksel rotalara alternatif oluşturuyor.” Ancak koridorun geleceğinin, Ukrayna’daki savaşın seyrine ve AB-Rusya ilişkilerine bağlı olacağı belirtiliyor.

Sánchez, Orta Asya ülkelerinin AB ile ilişkilerde tek ses olmadığını ifade etti: “Diktatörlükle yönetilen Türkmenistan tarafsızlık politikasını sürdürürken, Kırgızistan ve Tacikistan son yıllarda Çin’e yakınlaştı. Özbekistan ve Kazakistan ise Avrupa ile bağları güçlendirmek istiyor.”

Zirveye ev sahipliği yapan Özbekistan’ın yanı sıra Kazakistan’ın da AB ile ticari anlaşmalara odaklandığı vurgulandı.

Kazakistan, zirve öncesi Almanya’daki iş çevrelerine yönelik yatırım rehberi yayınlayarak ve Benelux ülkeleriyle Astana’da ticaret görüşmeleri düzenleyerek adımlar attı.

Sánchez, “AB’nin Kazakistan’daki ilgi alanları arasında kritik ham maddeler, yenilenebilir enerji ve Orta Koridor’un geliştirilmesi var,” diye ekledi.

Kazakistan Cumhurbaşkanı Tokayev ise Mart ayındaki Ulusal Kurultay’da, “Küresel jeopolitikte çıkarlarımızı korumak için pragmatik davranmalıyız,” açıklamasını yaptı.

Analistlere göre zirve, “insan hakları ve Ukrayna” gibi hassas konuları dışarıda bırakarak ticaret ve yatırım odaklı sonuçlar üretecek.

Sánchez, “Kazakistan ve Özbekistan, hidroelektrik, nükleer enerji ve tarım gibi alanlarda Avrupa’dan yatırım çekmek istiyor. AB ise yeşil enerji projelerine destek verecek,” tahmininde bulundu.

AB’nin Kazakistan ve Kırgızistan ile geliştirilmiş ortaklık anlaşmaları imzaladığı, Özbekistan ve Tacikistan ile müzakerelerin sürdüğü belirtildi. Ayrıca Orta Koridor’a 58 milyon avroluk destek sağlandı.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2023 Orta Asya turu ve Almanya’nın 2024’teki Astana zirvesi, ilişkilerin ivme kazandığının göstergesi olarak yorumlanıyor.

Semerkant’taki buluşmaya AB Konseyi ve Komisyonu başkanlarının yanı sıra beş Orta Asya liderinin katılması bekleniyor.

Sánchez, “Bu zirve, AB’nin Orta Asya’yı stratejik ortak olarak gördüğünün kanıtı. Kazakistan-AB örneğindeki gibi kazan-kazan ilişkileri yaygınlaştırmak hedefleniyor,” diyerek sürecin önemine işaret etti.

Türkiye, Azerbaycan ve Özbekistan’dan Orta Koridor hamlesi

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Avrupa sağı İsrail hükümetinin etkinliğinde bir araya geldi

Yayınlanma

İsrail’deki sağcı Binyamin Netanyahu hükümeti ve partisi Likud, Avrupa’daki yeni sağ ile işbirliğini derinleştirmek için çabalarını yoğunlaştırıyor.

Avrupa Parlamentosu’ndaki (AP) üçüncü büyük grup haline gelen “aşırı sağcı” Avrupa için Vatanseverler (PfE) bloğuna bağlı çeşitli partilerin temsilcileri geçen hafta İsrail’de uluslararası “antisemitizmle mücadele” konferansa katıldı.

İsrail Diaspora İşleri Bakanı Amichai Chikli tarafından düzenlenen konferans, antisemitizmle mücadelenin tartışılacağı bir toplantı olarak lanse edildi. Katılımcılar arasında Fransız Ulusal Birlik (RN) Başkanı Jordan Bardella da vardı.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun partisi Likud’a daha önce PfE grubunda gözlemci statüsü verilmişti. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, İsrail’in Fransa ve diğer ülkelerdeki diplomatlarına çeşitli aşırı sağcı partilerle ilişkilerini normalleştirmeleri talimatını verdi.

Bakan Chikli, İsrail hükümetinin Kudüs’teki Uluslararası Kongre Merkezi’nde düzenlediği Uluslararası Antisemitizmle Mücadele Konferansı’nın açılışını, etkinliğe katılımlarıyla ilgili tartışmalar nedeniyle aşırı sağcı Avrupalı siyasetçilerden özür dileyerek yaptı.

Chikli açılış konuşmasında, “Her şeyden önce, savaş zamanında İsrail’e gelmeyi tercih eden dostlarımıza ve müttefiklerimize, özellikle de Avrupa Parlamentosu’ndaki dostlarımıza teşekkür etmek istiyorum. İsrail Devleti’ni dünya çapında karalayanlar tarafından size karşı yayılan yalanlar için özür dilerim. Burada, İsrail’in ebedi başkenti Kudüs’te bizimle birlikte olduğunuz için teşekkür ederim,” dedi.

Konferansta yaptığı konuşmada Netanyahu, Trump’ı “antisemitizme karşı kararlı adımları” dolayısıyla övdü ve İsrail’in Gazze’deki savaşına karşı ABD kampüslerinde düzenlenen protestoları “aşırı ilerici sol ile radikal İslam arasındaki sistemik ittifak” ile suçladı.

Netanyahu antisemitizmin “barbarlar tarafından taşınan bir hastalık” olduğunu ve “tüm medeni toplumlarda görüldüğünü” savundu.

Likud’un Avrupa sağı ile ilişkileri derinleşiyor

‘Güvenlik duvarının’ ötesinde: Orbán’ın partisi de Kudüs’te

26-27 Mart tarihlerinde Kudüs’te antisemitizmle mücadele konulu uluslararası konferansta, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu (Likud) ve Dışişleri Bakanı Gideon Saar (Yeni Umut) da konuşma yaptı.

Diğer önemli konuşmacılar arasında Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın yakın destekçisi olarak görülen eski Slovenya Başbakanı Janez Janša ve Jordan Bardella’nın yanı sıra, Fransa’daki aşırı sağcı Identité-Libertés partisinden Marion Maréchal, İsveç Demokratlarından Charlie Weimers (Avrupa Parlamentosu’ndaki Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri grubunun başkan yardımcısı) ve Avrupa Parlamentosu’ndaki Avrupa için Vatanseverler (PfE) grubunun önde gelen isimlerinden üç AP üyesi yer aldı: Orbán’ın partisi Fidesz’den Kinga Gál; Geert Wilders’in lideri olduğu PVV’den Sebastiaan Stöteler ve İspanyol Vox partisinden Hermann Tertsch.

PfE, AP’deki “merkezci partilerin” AB’de hâlâ bir “güvenlik duvarı” (cordon sanitaire) ile kontrol altına alınması gereken güçler olarak sınıflandırdığı aşırı sağ partileri bir araya getiriyor.

Bardella, Avrupa’da yükselen antisemitizmden göç ve İslamcılığı sorumlu tuttuğu bir konuşma yaptı. Bardella, “İslamcılık 21. yüzyılın totalitarizmidir. Kendisi gibi olmayan her şeyi yok etmekle tehdit ediyor,” dedi.

Trump’ın ilk döneminde ABD’nin İsrail Büyükelçisi olan David Friedman da konferansa katıldı. Moderatörün Trump’ın Filistinlileri Gazze’den tehcir etme planını sorması üzerine Friedman, “Bayıldım! Bayıldım. Ve bunun yapılabilir olduğunu düşünüyorum,” yanıtını verdi.

Netanyahu yönetimi, Avrupa sağını meşrulaştırıyor

Avrupalı siyasetçiler ve sağ partiler için İsrail hükümetinin bir konferansa davet edilmesi birkaç açıdan büyük bir kazanım olarak görülüyor.

Öncelikle, dikkatleri daha önceki “antisemitik” çevrelerde bulunan kökenlerinden başka yöne çekmelerini sağlıyor. Bu partilerin çoğu, birçok örnekte neo-Nazi geleneğinden geliyor.

İsrail hükümetinin bu partileri ve kişileri meşrulaştırdığı ve onlara temiz bir “siyasi sicil” raporu verdiğine işaret ediliyor. Bu nedenle son yıllarda “aşırı sağcı” politikacılar İsrail’e davet edilmek için çaba sarf ediyorlar. Örneğin, İspanya’nın aşırı sağcı Vox partisinin lideri Santiago Abascal, geçen yılın mayıs ayı sonunda Chikli ve Netanyahu ile görüşmek üzere İsrail’i ziyaret etmeyi başardı.

İkinci olarak, bu çevrelerde “antisemitizmin” devam etmesine rağmen, Avrupa’daki aşırı sağ, İsrail’i “İslam’a karşı mücadelelerinde” stratejik olarak önemli bir müttefik olarak görüyor. Bu “İslam’a karşı mücadele”nin ayrılmaz bir parçası ise göçmenlerle mücadele.

Bunlara ek olarak, bu konferansın da gösterdiği gibi, İsrail ile diyalog “aşırı sağın” temsilcilerine daha geniş uluslararası bağlantılar kurma fırsatı sunuyor.

Bu açıdan kilit bir isim Matt Schlapp. Muhafazakâr Siyasi Eylem Konferansı’nı (CPAC) düzenleyen Amerikan Muhafazakârlar Birliği’nin (ACU) Başkanı ve eski Beyaz Saray Siyaset Direktörü olarak Chikli’nin düzenlediği konferansta da hazır bulundu.

CPAC 20 Şubat’ta İsrail’in Batı Şeria üzerindeki egemenliğini destekleyen bir kararı kabul etmişti. Schlapp ayrıca bu geçen ay, CPAC bünyesinde “antisemitizmle savaş merkezi” kuracaklarını ilan etmişti.

Likud’a PfE’de gözlemci statüsü

İsrail sağı için konferans, Avrupa’daki benzer düşünen siyasi güçlerle ilişkilerini kurma ve genişletme fırsatı sunuyor.

Bunun anlamı, etkinliğin sadece “antisemitizm” ile ilgili olmaması. İsrail hükümetini oluşturan partiler, açıkça transatlantik “yeni sağ” ile ortak bir ideolojik pozisyona sahip gibi görünüyor.

Örneğin İngilizlerin muhafazakâr yayını The Telegraph gazetesinin haberine göre, konferans konuşmalarında “iklim aktivisti” Greta Thunberg’e “aptal” denirken, Black Lives Matter için “ondan daha iyi değil” denildi.

The Telegraph ayrıca, Trump destekçisi Karys Rhea’nın, “sanki dünya çapındaki Yahudiler için temel bir sorunmuş” gibi “woke” hareketlere karşı uyarıda bulunduğunu yazıyor.

Likud ve İsrail hükümeti bu temelde yeni uluslararası işbirliği yapıları kurmak istiyor. Bunun bir örneği, 9 Şubat’ta Madrid’de yapılan PfE genel kurulunun ardından Likud’un artık grupta gözlemci statüsüne sahip olduğunu açıklamasıyla görüldü.

Mart ayında tagesspiegel’de yer alan bir habere göre ise İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Fransa, İsveç ve İspanya’daki İsrailli diplomatlara önceki uygulamadan vazgeçmeleri ve “aşırı sağcı partilerle, yani RN, İsveç Demokratları ve Vox ile doğrudan temas kurmaları” talimatını verdi.

AfD, İsrail ile bağlarını güçlendiriyor

ABD’deki Trumpçı hareketlerin, Avrupa’daki sağ gruplarla da bağlar kurduğu ve bu bağları yoğunlaştırdığı bir dönemde Likud’un bu hamlesi anlamlı görünüyor.

Şubat ayındaki PfE zirvesinin hemen öncesinde Trump ile yakın bağları olan Heritage Foundation Başkanı Kevin Roberts, PfE politikacılarıyla görüşmek üzere Madrid’e gitmişti.

Dahası, önce Elon Musk ve ardından ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, Almanya için Alternatif’in (AfD) Alman federal seçimlerindeki kampanyasını desteklediklerini açıkladılar.

AfD hem ABD’deki Cumhuriyetçi çevrelere hem de İsrail sağına giderek daha fazla yaklaşıyor. Federal Meclis seçimlerinin ertesi günü X’te yaptığı bir paylaşımda Chikli, “İsrail karşıtı” gruplara karşı en net duruşu sergileyen partinin “şaşırtıcı bir şekilde” AfD olduğunu ilan etmişti.

AfD, Nisan 2019’da İsrail karşıtı Boykot, Tecrit ve Yaptırım (BDS) hareketini yasaklamak için Federal Meclis’te bir yasa tasarısı ve Haziran 2019’da Almanya’da Hizbullah ile ilgili tüm faaliyetleri yasaklamak için bir başka yasa tasarısı sunmuştu.

Chikli, AfD içinde, SS’in tarihi mirasını küçümseyen eski milletvekili ve şimdi Federal Meclis Üyesi Maximilian Krah gibi “hâlâ endişe duyulması gereken seslerin” varlığına dikkat çekiyor olsa da, başta AfD Eş Başkanı Alice Weidel olmak üzere diğer liderlerle birlikte çalışmakta bir sorun görmediğinin altını çiziyor.

İsrailli bakan, AfD’nin Krah gibi insanlarla arasına mesafe koyabileceğini “umduğunu” da sözlerine ekliyor.

AfD, AP içinde Egemen Ulusların Avrupa’sı (ESN) isimli gruba liderlik ediyor. Parti, daha önceki AP’de Marine Le Pen’in öncülük ettiği Kimlik ve Demokrasi (ID) grubuna üyeydi fakat tartışmalı bazı olaylardan sonra gruptan atılmıştı.

Şimdilerde RN ve benzeri partilerin AfD ile yan yana gelmemek için özellikle çaba sarf ettiği görülüyor ama “sağcıların sağcılara karşı ördüğü” güvenlik duvarının da yavaş yavaş tuğlalarının çekildiği anlaşılıyor.

Almanya, Netanyahu ile işbirliğini derinleştirecek

Netanyahu yönetimindeki İsrail hükümeti ile Avrupa’daki aşırı sağ arasındaki yakın işbirliği de Berlin üzerinde “aşırı sağa” açılma yönünde daha fazla baskı oluşturuyor.

Görevden ayrılan Alman hükümetinin antisemitizm komiseri Felix Klein, aşırı sağcıların varlığını gerekçe göstererek Kudüs konferansına katılımayacağını açıklamıştı.

Fakat bir sonraki Federal Şansölye olması beklenen CDU lideri Friedrich Merz, Netanyahu ile çalışmaya “neredeyse koşulsuz” istekli olduğunu açıkladı. Merz, Netanyahu’yu Berlin’e davet edeceğini ve İsrail Başbakanı hakkında savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle tutuklama emri çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (ICC) meydan okuyacağını belirtti.

Netanyahu’nun partisi Likud’a, “aşırı sağcı” PfE’de resmi gözlemci statüsü verilmesiyle ilgili soruları da yanıtlayan Merz, bunun Almanya’nın İsrail ile derin işbirliğine engel olmayacağında ısrar ediyor.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Kremlin: Putin, Trump’la temaslara açık

Yayınlanma

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ABD lideri Donald Trump ile temaslara açık olduğunu belirtti. Trump’ın, Moskova’nın Ukrayna’daki çatışmayı sonlandırma çabalarını engellediğini düşünmesi halinde Rus petrolü alıcılarına ikincil gümrük vergileri getirme tehdidine rağmen Peskov, Putin’in iletişim için açık olduğunu ve gerekirse görüşmenin hızla ayarlanabileceğini söyledi.

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, pazartesi günü yaptığı açıklamada, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ABD lideri Donald Trump ile temaslara açık olduğunu belirtti.

Trump, geçen hafta Putin’e ‘kızgın’ olduğunu ve Moskova’nın Ukrayna’daki çatışmanın sona ermesine yönelik anlaşmaları engellediğini düşünmesi halinde Rus petrolü alıcılarına yüzde 25 ila yüzde 50 arasında ikincil gümrük vergileri getireceğini söylemişti.

Peskov, Rusya ve ABD’nin ikili ilişkilerin geliştirilmesi ve çatışmanın çözümüne ilişkin bazı fikirler üzerinde çalışmaya devam ettiğini belirtti.

Peskov, basın mensuplarına verdiği demeçte, “Bu çalışma devam ediyor ancak şu anda size bildirebileceğimiz veya bildirmemiz gereken somut bir gelişme yok,” dedi.

Sözcü, şu anda Putin’in programında Trump ile bir telefon görüşmesinin bulunmadığını ekledi.

Peskov sözlerini şöyle sürdürdü: “Ancak tekrar ediyorum, Devlet Başkanı Putin bu tür bir iletişime açık olmayı sürdürüyor ve gerekirse böyle bir görüşme çok hızlı bir şekilde ayarlanabilir.”

Putin’in temsilcisi Dmitriyev, ABD yolcusu

Öte yandan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından Ukrayna konusunda ABD ile müzakereci olarak atanan Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) Başkanı Kirill Dmitriyev’in, bu hafta Washington’a giderek ABD Başkanı’nın temsilcisi Steve Witkoff ile görüşeceği bildirildi.

CNN‘in konuya vakıf kaynaklara dayandırdığı haberine göre, görüşmeler Moskova ve Washington arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesine ve Ukrayna’daki savaşı sona erdirme çabalarına odaklanacak.

Söz konusu kaynaklar, Dmitriyev’in ziyaretinin, askeri çatışmanın başlamasından bu yana üst düzey bir Rus yetkilinin Washington’a yapacağı ilk ziyaret olacağını belirtti.

Kanalın kaynakları ayrıca, ABD makamlarının bu ziyaret için, Dmitriyev’e Şubat 2022’den beri uygulanan yaptırımları geçici olarak kaldırdığını ve vize verdiğini aktardı.

RDIF Başkanı, CNN‘in ABD ziyaretiyle ilgili haberinin yayınlanmasının ardından X sosyal medya platformundan açıklamalarda bulundu.

Moskova ile Washington arasındaki “diyaloğa karşı direncin”, “yerleşik çıkarlar ve eski anlatılardan kaynaklandığını” yazan Dmitriyev, “Peki ya ilişkilerin iyileştirilmesi, dünyanın sürdürülebilir küresel güvenliği ve barışı için tam olarak ihtiyaç duyulan şeyse?” sorusunu yöneltti.

Dmitriyev, daha önce 18 Şubat’ta Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da yapılan ve savaşın başlangıcından bu yana ABD ile yapılan ilk müzakerelerde Rus heyetinde yer almıştı.

Bu görüşmede yatırım ve ekonomi konularından sorumlu olan Dmitriyev, Amerikan şirketlerinin Rusya pazarından çekilmesi sonucunda 300 milyar dolar kaybettiğini belirtmişti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English