Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Bu bir ‘haklıyken nasıl haksız çıkılır’ hikâyesi…

Yayınlanma

NATO tarihindeki en büyük skandallardan biri olan, Yunanistan’ın Türk jetlerine S-300 kilidi atması olayı sonrası Erdoğan’ın yaptığı “İzmir’i unutma…” ve “Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz… bir gece ansızın gelebiliriz…” açıklaması yeni bir tartışma açtı.

Ankara ile Atina arasındaki gerginliğin rutin sayılmasına ve yıllardır Ege hava sahasında süren “it dalaşı”na rağmen geçen hafta Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de görev yapan Türk jetlerine S-300 radarlarını kilitlemesi alışıldık bir durum değil. Yunanistan bu adımıyla S-300’leri aktif hale getirdiğini açığa çıkarmış ve konuşlandırdığı yer açısından Ege’deki hava sahası sorununu Doğu Akdeniz’e taşımış oldu. Öte yandan bu cüretkâr ve provokatif adımıyla ne kadar ileri gidebileceğinin de ip ucunu verdi.

Gelişme üzerine, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 3 Eylül cumartesi günü Samsun’da katıldığı etkinlikte, Yunanistan’ı sert bir dille eleştirdi: “(FETÖ) Şimdi nerede? Pensilvanya’da. Kimin beslemesi? Amerika’nın. Kimin dost, kimin de karşımızda olduğunu iyi bilmemiz lazım. Şu anda bu Amerika, Dedeağaç’a, Yunanistan’a silahları gönderiyor mu? Uçakları gönderiyor mu? Oradan S-300’lerle bizi tehdide kalkışıyor mu? Ey Yunan, bak tarihe bak, tarihe dön, çok daha fazla ileri gidersen bunun bedeli ağır olur, ağır. Yunanistan’a bizim tek cümlemiz var, İzmir’i unutma. (…) Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz, vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Hani diyoruz ya, bir gece ansızın gelebiliriz. (…) Mücadelemiz zor olacak, çok fedakarlıklar gerektirecek ve bir bedeli olacak.

‘İşgal edilen’ adalar hangileri

Erdoğan’ın açıklamasındaki “Bir gece ansızın gelebiliriz” cümlesi Yunanistan ve Batı’da çokça gürültü kopardı. Ancak daha dikkat çekici olan “işgal” açıklamasının üzerinde yeterince durulmadı. Önemli, çünkü bugüne kadar, Ege adalarının Yunanistan tarafından işgal edildiğine yönelik Türkiye’nin resmi bir söylemi olmadı. Türkiye hep, silahsızlandırılması koşuluyla Yunanistan’a bırakılan adaların, anlaşmalara aykırı bir biçimde silahlandırılmasına itiraz ede geldi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da en son 7 Haziran’da konuya değindiği açıklamasında “işgal”den bahsetmedi, “İhlalden vazgeçmezlerse adaların egemenliği tartışmaya açacaklarını” söyledi.

Erdoğan’ın, statüsü anlaşmalarla belirlenmemiş Eşek ve Bulamaç adaları ile 152 adacık ve kayalığı kastetmiş olması ihtimal dahilinde. Önemli anlaşmazlık konularından biri olan bu mesele geçmişte iki ülkeyi 1996’da Kardak’ta savaşın eşiğine getirmişti. Yunanistan’ın bu ada ve adacıklardan bazılarına bayrak çektiği, deniz feneri diktiği yani “işgal ettiği” bilinen bir durum. Türkiye de bu statüsü belirsiz ada-adacıklar sorununun müzakerelerle çözülmesi gerektiğini savundu. Eğer Erdoğan’ın “işgal” altında olduğunu söylediği adalar, bu statüsü belirsiz adalarsa, yeni bir durum yok demektir. Ancak öyle olmadığını düşündürten bazı sebepler var.

Birincisi Erdoğan’ın üslubundaki sertlik, ikincisi Çavuşoğlu’nun “egemenliğini tartışmaya açma” açıklaması, ki işgal edildiğini savunduğunuz bir adanın egemenliğini otomatik olarak tartışmaya açmış sayılırsınız, üçüncüsü ve en barizi Ülkü Ocakları başkanının MHP lideri Devlet Bahçeli’ye hediye ettiği, Bahçeli’nin de birlikte poz verdiği harita. Haritada, Girit, Rodos, Midilli, Sakız, Samos gibi silahsızlandırılması koşuluyla Yunanistan’a bırakılan adalar, Türkiye’nin egemenliğinde görünüyor. O harita Yunanistan’da tepki çekmiş ve Yunanistan Başbakanı Miçatokis, “(Harita) bir aşırıcının ateşli rüyası mı yoksa Türkiye’nin resmi politikası mı” diye sormuştu. Dördüncüsü, Yunan tarafının da açıklamaları aynı perspektiften görmesi ve Miçatokis’in “Yunan egemenlik haklarına kuşku ile bakılmasının asla kabul edilebilecek bir davranış olmadığını” savunması. Beşincisi ve sonuncusu, kanaatimce en kritik olanı ise bölgedeki yeni saflaşma. Yani ABD’nin Yunanistan’a yaptığı yığınaklarla ülkeyi koskoca bir askeri üs haline getirmesi. Türkiye, yeni duruma göre pozisyonunu yeniden gözden geçiriyor olabilir.

Açıklama Batı’da nasıl göründü

Bu yeni durum ve Türkiye’nin pozisyonuna geçmeden önce Erdoğan’ın açıklamalarının muhatabı Yunanistan ve Batı kamuoyunda nasıl yankılandığına bakalım.

Rum basınında “Erdoğan bize de geliyormuş” gibi alaycı yorumlara rastlanmakla beraber hem Yunan hem de Avrupa basını, Erdoğan’ın sert çıkışını seçim gündemine bağlayarak yorumladı. Analizlerde “Erdoğan’ın gerek iç politika ve ekonomi konularında gerekse Suriye gibi dış politikada çektiği sıkıntılara karşı Yunanistan cephesini sıcak tutmaya özen gösterdiği” öne sürüldü. Ekathimerini, diplomatik kaynaklara dayandırarak Yunan hükümet yetkililerinin de Türkiye ile en azından Haziran 2023 seçimlerine kadar sürebilecek “yüksek gerilimli bir döneme hazırlandığı”nı yazdı ve ekledi: “En azından Yunanistan, Türk kuvvetlerinin yüksek alarm durumuna geçtiğine dair hiçbir işaret görmedi.”

İngiliz Daily Mail, konuyla ilgili haberinde, “Türkiye’nin otoriter hükümdarı Akdeniz’de Yunanistan ile bir savaş mı planlıyor” başlığını kullanırken, “Erdoğan, 20 yıllık iktidarının en büyük seçim sınavına hazırlanırken son zamanlarda dış politika konusundaki söyleminin dozunu yükseltti” yorumunda bulundu.

Washington Post ise, ilgili haberine şu yorumu iliştirdi: “Yunanistan Başbakanı Miçatokis’in yaptığı gibi Erdoğan da gelecek yıl seçimlerle karşı karşıya ve Yunanistan’a karşı söylemin dozunu artırması Türkiye’nin ekonomik sıkıntıları arasında milliyetçi tabanını seferber edecek.”

Alman Tagesspiegel de “Erdoğan, seçim öncesinde artırdığı Batı karşıtı söylemi dikkatleri sadece Türkiye’deki ekonomik krizden ve danışmanlarına yönelik yolsuzluk suçlamalarından uzaklaştırmak için kullanmıyor. Erdoğan’ın Yunanistan’a ve ABD’ye yönelttiği, tonunu kendi belirlediği sert sözler, gündemi muhalefetin değil de kendisinin belirlemesine hizmet ediyor” yorumunda bulundu.

Yunanistan’a destek yağdı

Erdoğan’ın sert açıklamaları, her ne kadar iç gündeme bağlandıysa da en önemli taktiği Batı ülkelerini yanına çekmek olan Yunanistan’a fayda sağladığı çok açık. Nitekim Yunanistan Avrupa Birliği (AB), NATO ve Birleşmiş Milletler’e (BM) birer mektup göndererek Türkiye’nin tutumunu kınamalarını istedi. Yunan basınına göre mektupta Erdoğan’ın açıklamalarının “açıkça tehdit edici”, “tahrik edici” ve “kabul edilemez” olduğu ifade edildi.

Avrupa Birliği Komisyonu Sözcüsü Peter Stano, konuyla ilgili, “Türkiye’nin siyasi liderliğinin Yunanistan’a ve Yunan halkına karşı bu düşmanca açıklamalarından haberdarız. Bunlar ciddi endişe kaynağıdır” derken, ABD Dışişleri Bakanlığı da “Yunanistan’ın bu adalar üzerindeki egemenliğinin tartışılması söz konusu değildir” açıklaması yaptı. Fransa Dışişleri Bakanı Cathrine Colonna’nın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ortak basın toplantısında “gerginliği tırmandıran söylemlerden uzak durulmasını” söylemesi ve daha sonra yaptığı açıklamada “Yunanistan’ın egemenliğine yönelik Türkiye’den bir saldırı gelmesi halinde Fransa Atina’yı destekleyici bir tutum içinde olacaktır” demesi, AB Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti’nin dışişleri bakanlığının “Türkiye’nin tehditkar söylemlerini” eleştiren açıklaması Atina’da memnuniyet yarattı.

Bu bir haklıyken nasıl haksız pozisyona düşülür hikayesi… Özetle; “Rus silahını” bir NATO üyesine karşı kullanan ve Ege’deki hava mücadelesini Doğu Akdeniz’e taşıyarak yeni bir kriz başlatan Yunanistan, sınırları tehdit edilen mağdur pozisyonuna yerleşmiş oldu.

Mevcut kapasitesiyle Türkiye gibi bir “düşmanla” yüzleşemeyeceğini bilen Yunanistan’ın bütün yatırımı, kendisini stratejik ve askeri açıdan “vazgeçilmez ülke” olarak konumlandırma üzerine. Bu çerçevede, Türkiye’nin sorun yaşadığı tüm ülkelerle ilişkisini sıcak tutuyor, maliyesinin çok üzerinde olsa da Fransa’dan Rafale savaş uçağı alıyor yetmiyor, Türkiye’nin dışlandığı F-35 uçaklarını almak için sıraya giriyor. Yunan topraklarının yeni Amerikan üslerine açılması ve mevcut üslerin de genişletilmesine izin verilmesi hepsi bu politikanın bir parçası. Atina, Amerikan üsleri ve Batı silahlarıyla Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’den daha güçlü bir konuma yükseleceğini düşünüyor. Atina’nın politikasının diğer yönü de “Türk saldırganlığının kurbanı” olduğu savıyla her konuda, ABD ve AB’nin Türkiye’ye tepki vermesini talep etmek. Bu konuda epey başarılı olduğunu da kabul etmek lazım. Konumuz, Yunanistan’ın önünde sonunda en çok zararı Yunan halkının göreceği üçüncü ülkelerden “himaye” talebi olmadığı için tekrar başa Erdoğan’ın açıklamalarına dönelim.

‘Esas düşman’ saptaması

Erdoğan’ın açıklaması, eğer ki iddia edildiği gibi seçim yatırımı değilse, bölgedeki yeni duruma göre konumlanmanın ilk işareti olabilir. Her ne kadar söz konusu açıklamada “Yunanistan” öne çıksa da daha kritik olanı ABD ile ilgili söyledikleri: “(FETÖ) Şimdi nerede? Pensilvanya’da. Kimin beslemesi? Amerika’nın. Kimin dost, kimin de karşımızda olduğunu iyi bilmemiz lazım. Şu anda bu Amerika, Dedeağaç’a, Yunanistan’a silahları gönderiyor mu? Uçakları gönderiyor mu? Oradan S-300’lerle bizi tehdide kalkışıyor mu?” Yani, FETÖ ve Yunanistan sadece ABD’nin piyonu, Türkiye’nin karşısındaki esas “düşman” ise ABD. Bu özet, niyet okuma değil. Zaten Erdoğan Haziran ayında, ABD’nin Yunanistan’daki üslerinin Türkiye’ye karşı kurulduğunu söylemişti: “Şu anda 9 tane Amerikan üssü Yunanistan’da kuruldu. Peki bu üsler kime karşı kuruluyor? Verdikleri cevap; Rusya’ya karşı. Bunu yemezler, kusura bakmasınlar.

Ak Parti hükümeti, bölgedeki yeni durumu Erdoğan’ın ifade ettiği gibi okuyorsa Yunan adalarının egemenliğini tartışmaya açmak, uçuk bir strateji sayılmaz. Yani “düşman” gelmiş kapına yığınak yapıyorsa savunma hattını çekebileceğin en ileri noktaya çekersin. Böylece ülke toprakları en azından ilk aşamada, “çatışma alanı” olmaktan kurtulur. Durum buysa, yani Ak Parti hükümeti ABD’yi sınıra yığınak yapan “düşman” olarak görüyor ve ona göre pozisyon belirliyorsa, artık dalga konusu haline gelen hamasetle soruna çözüm bulması imkansız. Adalar meselesi stratejik olarak ölüm kalım meselesi ise ve tüm seçenekler tükenmiş, tek çözümü de sonu sıcak çatışmaya varabilecek bir yola girmekse, “ha geldim, ha gelicem” diye tehdit etmek yerine “bir gece ansızın gidersin.”

Hayır, “En iyi zafer savaşmadan kazanılandır” deniliyorsa da “bir gece ansızın gelebiliriz” demenin yine bir anlamı yok. O zaman da buna uygun davranmak yani soğuk kanlı kalmak, çıkar birliğine dayalı bölgesel ittifaklar inşa etmek, diplomasi savaşını yürütecek kadroları örgütlemek gerekiyor. Örneğin, Türkiye-Libya deniz sınırı anlaşmasını doğru bulmadığını ima eden “Benim düşünceme göre, Türkiye ile İsrail arasında bir deniz sınırı yoktur” diyen Denizcilik, Havacılık ve Hudut İşlerinden Sorumlu Genel Müdür Çağatay Erciyes, kime karşı, hangi diplomatik mücadeleyi verecek? Bu tespit, Erciyes’in şahsına yönelik değil, nitekim kendisinin daha faydalı olacağı bir alan mutlaka vardır, ancak bulunduğu pozisyon ile savunduğu şey arasında uçurum var. Bu kamuoyuna yansıyan, sadece bir örnek.

Pozisyondaki çelişkiler

Öte yandan Türkiye, Erdoğan’ın “FETÖ, Yunanistan ve ABD” ile ilgili tespitine uygun pozisyon alıyor mu? ABD’nin liderliğindeki NATO’yu ve politikalarını savunurken ABD ile mücadele edildiği/edileceği iddiası koca bir çelişki değil mi? Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’la ışık hızında ilerleyen “normalleşme” süreci, sıra Doğu Akdeniz’deki en olası iki müttefikimiz Mısır ve Suriye’ye gelince neden kağnı hızında ilerliyor? 100 yıl önce başarısızlığı bir kez kanıtlanan “denge politikası”nın bugün zafer getirme ihtimali var mı? Bu soruların yanıtları herkesin malumu ve aynı zamanda Ege ve Doğu Akdeniz’de hakkaniyete dayalı paylaşımı savunan taraf olmasına rağmen Türkiye’nin neden yalnız kaldığını da açıklıyor.

Amaç, bağcıyı dövmek değil de üzüm yemekse, çelişkinin en aza indiği bir politika belirlemek, o politikada ısrar etmek, kararlı bir tutum geliştirmek, gidilebilecek tüm yolları denemek gerekiyor. Tabi bir de “rakibin” hanesine yazılan golleri atmayı artık bırakmak lazım.

DİPLOMASİ

Rus basını: Türkiye Mir ödeme sisteminin yeniden faaliyete geçmesini gündemine almıyor

Yayınlanma

Türk kamu bankalarından bir kaynağın RIA Novosti haber ajansına yaptığı açıklamaya göre, Türk yetkililer Rus ödeme sistemi Mir’in ülkede yeniden başlatılmasını gündeme almamış durumda.

Kaynak, “Bu tür kararlar hükümet düzeyinde alınıyor, bize bir kararname ulaştığında buna uyuyoruz. Şu anda böyle bir karar söz konusu değil,” diye belirtti. Ayrıca kaynak, kamu bankalarının Türkiye ile Rusya arasındaki banka transferleriyle ilgili sorunları çözmek için henüz herhangi bir talimat almadığını da ekledi.

Daha önce, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi Başkan Vekili Emre Doğan, Türk hükümetine, ülkede Rus ödeme sisteminin tekrar çalışmasına izin verilmesini önermeyi düşündüğünü açıklamıştı. Beş Türk bankası Mir kartlarını kabul ediyordu, ancak ikincil yaptırım tehdidi nedeniyle bu hizmeti durdurdu.

Bu yılın şubat ayında ABD Hazine Bakanlığı, Mir’in operatörü olan Ulusal Ödeme Kartı Sistemi’ne yaptırım uyguladı. Bu yaptırımların ardından, Rus kartlarını kabul eden tüm “dost” ülkeler bu hizmeti sonlandırdı.

Bu yılın başından itibaren, Türk bankaları Rusya’dan gelen ödemelerle işlem yapmayı reddetmeye başladı. Konuyla ilgili bilgi sahibi bir kaynak, TASS’a yaptığı açıklamada, Rusya makamlarının Ankara ile görüşmelerde bulunduğunu ancak sonbaharın başlarında neredeyse tüm Türk bankalarının Rusya ve Belarus ile ilgili işlemleri durdurma kararı aldığını belirtti.

Kaynağa göre, Türkiye’de yabancı ortaklı tüm bankalar Rus şirketlerine yönelik ödemeleri çoktan durdurdu ve şimdi yabancı ortakları olmayan devlet ve özel bankalar da bu karara katılma eğiliminde. Kaynak, bankaların “gelecekte olası kısıtlamalar ve yaptırımlar şeklinde karşılarına çıkabilecek sorunlardan kendilerini korumaya çalıştıklarını” ifade etti.

Rus-Türk ticaretine hizmet vermeye devam edebilen tek bankanın Emlak Katılım olduğunu belirten kaynak, bu bankanın işlemleri lira ve ruble cinsinden yaparken, dolar ve avro cinsinden yapılan işlemlerin birçok Türk bankası tarafından anında bloke edildiğini söyledi.

İthalatçılar ve aracılardan alınan bilgiye göre, eylül ayında Türk bankaları, Rus şirketlerinin Avrupa Birliği (AB) ve diğer ülkelere ödeme yapmasını reddetmeye başladı. İlgili kaynaklar, bankaya teslimatla ilgili ek belgeler sunulmasının bile bu sorunu çözmediğini belirtiyor.

Neredeyse tüm Türk bankaları Rusya ile iş yapmayı kesti

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Ukrayna, Rusya’nın saldırıları nedeniyle enerji altyapısının yüzde 70’ini kaybetti

Yayınlanma

Ukrayna, Rusya’nın enerji altyapısına yönelik saldırıları nedeniyle son iki kışı güçlükle atlattı. Ancak önümüzdeki soğuk dönem, şimdiye kadarki en zorlu sınav olabilir. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), Ukrayna’nın kayıplarını değerlendirdi ve bu yıkımla başa çıkmak için bir eylem planı önerdi.

IEA’nın raporuna göre, Rusya bu yıl elektrik ve ısı santralleri, iletim hatları ve diğer enerji altyapısına dönük saldırılarını ciddi ölçüde artırdı ve durumu kritik bir noktaya getirdi. IAE Direktörü Fatih Birol, “Bu kış, şimdiye kadarki en zorlu sınav olacak,” dedi. Raporun yazarları, Ukrayna’nın karşı karşıya olduğu durumu şu sözlerle özetledi:

“Ağustos ayı sonundaki eşi benzeri görülmemiş saldırı dalgasından önce bile, Ukrayna’nın savaş öncesi üretim kapasitesinin üçte ikisinden fazlası yıkım, hasar veya işgal nedeniyle devre dışı kalmıştı. Yaz boyunca, elektrik kesintileri ve plansız kesintiler olağan hale geldi ve bu durum, su temini de dahil olmak üzere günlük yaşamın her alanını etkiledi. Yaz aylarında, 12 GW’lık en yüksek talep döneminde 2 GW’tan fazla elektrik kesintisi yaşandı. Bu rakamın kış aylarında 18,5 GW’a kadar çıkabileceği tahmin ediliyor.”

Raporda, “nükleer enerji santrallerinde yaz aylarında planlanan bakım çalışmaları tamamlanmış ve komşu Avrupa ülkelerinden 1,7 GW’lık ithalat sağlanmış olsa da arz açığının Danimarka’nın yıllık en yüksek talebine eşdeğer olan 6 GW’a kadar çıkabileceği” belirtildi.

Bu durum yalnızca elektrik arzını değil, ısıtma hizmetlerini de olumsuz etkileyecek (örneğin, Harkov oblastı, ısıtma kapasitesinin büyük kısmını kaybetti). Raporda, “Altyapıya yönelik yeni saldırılar, beklenmedik ekipman arızaları ve yapılamayan bakım çalışmaları ek riskler doğuracaktır,” ifadesine yer verildi.

Ağustos ayı sonunda Rusya, saldırı taktiklerini değiştirerek geriye kalan üç nükleer santrali hedef almaya başladı (dördüncü santral olan Zaporojye, Rusya ordusunun kontrolü altındaki topraklarda yer alıyor ve şu an elektrik üretmiyor).

Kiev merkezli Strategy XXI Globalizm Merkezi tarafından yapılan analize göre, bu nükleer santrallere elektrik sağlayan kritik trafo merkezleri saldırıya uğradı.

Merkezin direktörü Mihail Gonçar, Politico‘ya verdiği demeçte, trafo merkezlerinin nükleer santrallere elektrik iletmeyi durdurması halinde reaktörlerin hızla kapatılması gerekeceğini, aksi takdirde bir “nükleer kaza” riski oluşabileceğini dile getirdi.

Üç nükleer santral, Ukrayna’nın mevcut elektrik üretiminin yüzde 55’ini sağlıyor.

IEA, Ukrayna’nın bu kışı atlatabilmesi için uygulanması gereken 10 maddelik bir eylem planı önerdi. Plan şu adımları içeriyor:

•Hava savunması da dahil olmak üzere enerji altyapısının fiziksel ve siber güvenliğinin güçlendirilmesi;

•Ekipman ve yedek parçaların Ukrayna’ya hızla ulaştırılması;

•Enerji arzında ademi merkeziyetçiliğin sağlanması;

•AB’den elektrik alım kapasitesinin artırılması;

•Doğalgaz rezervlerinin ve AB’den gaz tedarikinin artırılması vb.

Öte yandan Ukrayna’daki Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları İzleme Misyonu, dün yaptığı açıklamada, Rusya’nın enerji altyapısını hedef almasının “uluslararası insani hukukun ihlali” olarak değerlendirilebileceğini öne sürdü.

‘Ukrayna’nın SSCB’den miras kalan enerji sektöründe taş üstünde taş kalmayacak’

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Putin ve Lula da Silva, Brezilya’nın barış girişimini görüştü

Yayınlanma

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Brezilyalı mevkidaşı Luiz Inacio Lula da Silva telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Görüşmede ikili iş birliği, ekim ayında yapılacak BRICS zirvesi ve Rusya-Ukrayna ihtilafının barışçıl yollardan çözümüne yönelik öneriler ele alındı.

Kremlin’in açıklamasına göre, Brezilya’nın çatışmaya barışçıl bir çözüm bulunmasına yönelik ilgisi nedeniyle Putin, Lula da Silva’ya “Rusya’nın bu konudaki temel yaklaşımını” özetledi. Lula da Silva’nın ofisinden yapılan açıklamada ise devlet başkanlarının Brezilya ve Çin’in konuya ilişkin önerilerini değerlendirdikleri belirtildi.

Görüşmede Putin, Brezilya’daki orman yangınlarıyla mücadelede Rusya’nın yardım teklifinde bulundu. Liderler ayrıca stratejik ortaklık, ticaret, tarım, enerji ve sanayi alanlarındaki iş birliğini de masaya yatırdı:

“Her iki taraf da finans sektörü dahil olmak üzere BRICS’teki temel iş birliği alanlarında ortak çalışmaya devam etme kararlılığını vurguladı. Ayrıca hem Brezilya’nın bu yıl dönem başkanlığını yürüttüğü G20’de hem de diğer çok taraflı platformlarda koordinasyonu güçlendirmeye hazır olduklarını ifade ettiler.”

Mayıs ayında Çin ve Brezilya, Rusya-Ukrayna çatışmasını çözmenin tek yolunun müzakereler olduğunu belirten bir mutabakat zaptı yayımlamıştı.

Ülkeler, Rusya ve Ukrayna tarafından kabul edilecek şartlarda uluslararası bir konferans düzenlenmesi çağrısında bulunmuş, Lula da Silva, Brezilya’nın bu çatışmada tarafsız kalacağını vurgulamıştı.

BRICS tam gaz

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English