Bizi Takip Edin

AVRUPA

Dünya ekonomisi nereye – 3: AB’nin müdahaleci devletle imtihanı

Yayınlanma

2008-9 krizine verilen tepkiler, Atlantik’in iki yakasında farklılaşmıştı. ABD ve Britanya, devasa kurtarma paketleriyle büyük bankaları kurtarırken piyasaya muazzam büyüklüklerde para sürüyordu. Bunun, neoliberal amentü ‘mali disiplin’den ayrı bir politika setine işaret ettiği barizdi. Almanya’nın başını çektiği Avrupa Birliği ise neoliberal görüşe devam diyerek tüm kıtada toplumsal gerilimleri tetikleyen ve sağlı sollu ‘popülizmlerin’ yükselişine neden olan kemer sıkma politikalarını hem uygulamış hem de bundan yana olmayanlara zorla uygulatmıştı.

Şimdi, ‘neoliberalizmden sonrası’ tartışılırken, ABD ‘korumacı’ olarak görülen iktisadi politikalara yöneliyor ve hem Avrupa’daki hem de Asya’daki müttefiklerini Çin’e (ve Rusya’ya) karşı mücadeleye ortak etmeye çalışıyor. Enflasyonu Düşürme Yasası (IRA) ve CHIP Yasası etrafında dönen tartışmalar, ucuz Rus enerjisinden koparılan AB’de sanayisizleşme endişesini büyütüyor. Borçlu ve rekabetçiliği devlet müdahalesine bağlı Güney ve Doğu Avrupa ülkeleri bir tarafta, daha yoksulları ortak AB borçlanması ile kurtarmak istemeyen daha zengin Kuzey ülkeleri diğer tarafta, Brüksel’i çok daha zor günler bekliyor.

Avrupa Komisyonuna itiraz mektubu

Avusturya, Çekya, Danimarka, Estonya, Finlandiya, İrlanda ve Slovakya’nın imzaladığı bir metin, Avrupa Komisyonuna gönderildi.

Almanya, Belçika ve Hollanda metni imzalamasa da ana fikre itiraz etmeyecektir. Mektupta, yeşil endüstrilere destek ve ABD’nin sübvansiyonlarından korunmak için oluşturulması planlanan ortak fona itiraz ediliyor, bunun yerine halihazırda var olan mekanizmaların kullanılması talep ediliyor.

390 milyar avroluk pandemi sonrası iyileştirme fonunun yerinde durduğunu hatırlatan ülkeler, bu miktarın yalnızca 100 milyar avrosunun kullanıldığının altını çizdiler.

Merkez bankaları, hükümetlere karşı

Çekişmenin en belirgin örneği, ‘enflasyonla mücadele’ye odaklanarak faiz artırımına ve parasal sıkılaşmaya giden merkez bankaları ile hükümetler arasındaki gerilim.

Oysa pandemi döneminde her şey ne güzeldi: IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası sermayenin sözcülerinden ulusal merkez bankalarına kadar herkes “Harcayabildiğiniz kadar harcayın,” diyordu. ABD’nin tahvil alımları ve parasal genişleme ile o dönemde piyasaya sürdüğü miktarın 2 trilyon doları geçtiği tahmin ediliyor. AB de aynı dönemde ortak borçlanma ve ortak fon yoluyla üye ülkelerin gemisini yüzdürmesini sağlamıştı.

Şimdi makas gitgide açılıyor ve görünüşe bakılırsa, Dünya Ekonomik Forumunun (WEF) Davos zirvesinde, panellerden arta kalan koridor buluşmalarında siyaset yapıcıların en çok dile getirdiği konulardan biri de bu.

Pandemi, jeopolitik gerilimler, ‘iklim krizi’ bağlantılı yeşil geçişler gibi nedenlerle enflasyon baskısının devam edeceğini düşünen hükümetler, merkez bankaları tersini savunsa ve yapsa da, tüketicilerin üzerindeki yükü azaltmak için daha fazla harcamayı gündemlerine almış durumdalar.

Son birkaç yılda, ‘fiskal otorite daha fazlasını yapmalı’ diye bağıran merkez bankaları, beklemedikleri bir şekilde de olsa, istediklerini almış görünüyorlar.

Üstelik, literatürde adına ‘fiskal otorite, para otoritesine karşı’ olarak bilinen bu ayrım henüz tam anlamıyla su yüzüne çıkmış da değil. IMF iktisatçısı Gita Gopinath, fiskal ve parasal otoriteler arasındaki gerilimin sınırlarının henüz test edilmediğini kabul ediyor.

Açılan bu makas, belki de hiçbir yerde AB’de olduğu kadar göz önünde değil. Avrupa Merkez Bankası, enflasyonla mücadele adı altında agresif faiz artırımına devam ediyor; ama birlik hükümetleri, enerji ve gıda enflasyonu ile boğuşan yurttaşlarına devasa yardım paketleri açıklamayı sürdürüyor.

Özet: Hükümetlerin yardım paketleri

Ayrışan para politikaları ile fiskal politikalar, enerji bağlamında hayli belirgin.

Örneğin Avusturya hükümeti, elektrik faturalarındaki en önemli kalemlerden olan şebeke ücretleri için yeni bir yardım paketi çıkarma hazırlığında. İlk etapta 2024 ortasına kadar 475 milyon avroluk bir destek paketini açıklayan Viyana yönetimi, şimdi 200 milyon avro daha vermeyi planlıyor. Böylece, şebeke/altyapı giderlerinin yüzde 80’i hükümet tarafından karşılanacak. 

Fransa’da, elektrik ve doğalgaz düzenleme yetkilisi CRE, toptan satış piyasalarındaki elektrik maliyetlerindeki artışı gerekçe göstererek hane tüketim bedellerine yüzde 108 zam yapılmasını önermişti.

Ama Fransız hükümeti CRE’nin tavsiyesine uymadı ve elektrik fiyatlarına yönelik sübvansiyonla birlikte tarifeye yalnızca yüzde 15 zam yaptı.

Hükümetin ‘tarife kalkanı’ mekanizması, hane halklarına, küçük yerel yetkililere ve yılda 2 milyon avrodan az gelir elde eden mikro işletmelere sağlanıyor. 

Birliğin en zayıf ekonomilerinden Yunanistan bile, Ocak ayında 840 milyon avroluk enerji sübvansiyonu verdi. Enerji Bakanı Kostas Skrekas, düşen fiyatlar nedeniyle devlet yardımlarının da 95 milyon avroya kadar gerileyeceğini duyurdu.

Enerji krizi geçti mi?

Kışın ılıman geçmesi ve enerji fiyatlarında zirveden düşüş ile birlikte hükümetler en kötüsünün geride kaldığından emin görünüyor.

Örneğin Fransa elektrik şebekesi idaresi RTE, elektrik kesintilerinin yaşanma riskinin artık geride kaldığını ilan etti. RTE’ye göre bunun nedeni ılıman geçen kış ayları ve nükleer enerji üretiminde yaşanan artış. RTE raporuna göre nükleer enerji kapasite kullanımı yüzde 70’e çıkmış durumda.

Yine ılıman kış şartları dolayısıyla elektrik kullanımının da azaldığı görülüyor. 2014-2019 yıllarının aynı dönemindeki ortalamaya bakıldığında, bu seneki kullanım yüzde 8,5 azaldı. Doğalgaz kullanımı da yüzde 13 düştü.

Gerçekten de, 200 avro seviyesine çıkan doğalgazın MW/s fiyatı, Ocak ayında Hollanda borsasında 70 avroya kadar geriledi. Dahası, AB’nin doğalgaz depolama tanklarının yüzde 81’i hâlâ dolu; Almanya’da bu oranın yüzde 90 civarında olduğu tahmin ediliyor.

Yine de federal Alman şebeke ajansı Bundesnetzagentur’un başkanı Klaus Müller, yeni ısı pompalarının ve şarj istasyonlarının kullanıma açılmaya devam etmesi durumunda yerel elektrik kesintilerinden endişe etmek gerekeceğine dikkat çekti.

Güney Almanya’daki şebeke operatörü TransnetBW ise yurttaşlara çağrı yaparak, kesintilerden kaçınmak için akşamları elektrik tüketimlerini azaltmalarını istedi.

Benzer sorunların Güney Hollanda’da da yaşandığı ve hem talebi dengeleme hem de yeni enerji kaynaklarını entegre etme nedeniyle şebekeye fazla yük bindiği belirtiliyor.

Bu nedenle, bu iki ülkenin de hedefinde olan ‘yeşil enerjiye geçiş’ sürecinde aksamalar yaşanıyor. Endüstriyel ısı pompalarına ve şarj istasyonlarına olan talebin artışı elektrik şebekesinin yükünü artırıyor. Sadece Almanya’da geçen sene elektrikli araçlara yönelik talebin yüzde 27 arttığı düşünülürse, bu sorunun kolayca çözüleceğini beklemek pek mümkün görünmüyor. Almanya’da, özellikle yerel düşük voltaj hatlarında kısa vadede önemli aktarım sorunlarının yaşanması bekleniyor. Dağıtım şebekelerine 2020-2021 arasında yapılan yatırım yüzde 10 artsa da beklentiler bu artışın yüzde 40 seviyelerinde olmasıydı.

Eurelectric’in 2021 yılında yaptığı tahmine göre, yeni elektrifikasyon mekanizmalarını kaldıracak bir enerji altyapısı için 375 ila 425 milyar avro arasında yatırım gerekiyor. Üstelik, elektrik ekipmanlarının iki sene içerisinde geçirdiği enflasyonist değişim düşünüldüğünde bu tahminin fazlasıyla iyimser olduğu görülecektir.

Brüksel’in çırpınışları

Yaşlı Kıta’nın en büyük ekonomisi Almanya’nın 2022’nin son çeyreğinde yüzde 0,2 daralması, işlerin pek de iyi gitmediğinin bir başka göstergesi. Oysa Olaf Scholz, düşen enerji maliyetlerine ve ılıman kışa işaret ederek resesyondan kurtulma işaretlerinin görüldüğünü söylemişti.

Sadece Almanya’nın değil, dünyanın en büyük çelik üreticilerinden olan Thyssenkrupp’un, Berlin’den Washington’un ‘korumacılığına’ karşılık vermesini istemesi alarm zillerinin çalışına işaret ediyor. Grubun CEO’su Martina Merz, yeşil dönüşümü, kıtayı sanayisizleştirmeden başarmanın zorunluluğuna işaret etti. Çelik, çimento ve kimyasal üreticilerinin yükselen enerji fiyatları nedeniyle zor günler yaşadığına dikkat çeken Merz, ‘yarın pazarlarının şimdiden bölüşüldüğünü’ söyledi.

‘Pazarların paylaşılması’ sözcüklerindeki uğursuzluğu izah etmeye gerek yok. Önümüzdeki hafta düzenlenecek AB liderleri zirvesinden önce, Avrupa Komisyonunun hazırladığı ‘Yeşil Mutabakat Sanayi Planı’, Brüksel’in can havliyle yaptığı bir hamleyi de andırıyor. Taslakta, Avrupa ve ortakları ‘adaletsiz sübvansiyonlar’ ve ‘uzatmalı piyasa bozulmaları’na karşı savaşa çağrılıyor. Savaşın hedefleri ABD ve Çin olarak belirlenmiş görünüyor.

AB’nin devlet teşvikleri sisteminin gevşetilmesinin, ‘yeşil enerjiye geçiş’te AB için hayati olduğu anlaşılıyor. AB ülkeleri, AB içindeki şirketlere, blok dışı hükümetlerin yaptığı yardım kadar yardımda bulunma hakkı elde ediyorlar.

Ama elbette, Alman-Fransız mali ağırlığı burada da kendini hissettiriyor. Güneydeki İtalya, İspanya ve Portekiz gibi devasa kamu borçlarının üzerine oturan mali yönden güçsüz ülkeler, AB çapında devlet yardımlarının yüzde 77’sini Alman ve Fransız şirketlerinin aldığını (sırasıyla 356 milyar avro ve 162 milyar avro) hatırlatarak, sübvansiyonlar için ortak AB borçlanmasını tekrar gündeme getiriyorlar. Almanya-Hollanda tandemi ise, mali yönden güçsüz ülkeleri pandemi toparlanma fonundaki parayı kredi olarak kullanmayıp ‘hibe’ istemekle suçluyor.

Üstelik mesele yalnızca ülkeler arasında kalmıyor, bölgelere de sıçrıyor. Örneğin World Fund isimli bir girişim fonunun kurucusu Craig Douglas, Avrupa’daki spesifik sermaye öbekleri arasındaki çelişkilerin yoğun olduğunu, bir imalat tesisi kurmak istediklerinde, Aachen veya Bavyera’da, Paris’tekine kıyasla daha fazla bölgesel sermaye bulduklarını söylüyor.

‘Avrupa panik modunda’

IRA’nın yarattığı yatırımların kaçması korkusu tüm Avrupa’yı sarmış durumda. Financial Times’a (FT) konuşan Hollandalı Avrupa Parlamentosu milletvekili Paul Tang, “Avrupa panik modunda,” diyor.

Panik, yalnızca kısa erimli bir krizden ibaret değil. Avrupa’nın üzerinde yükseldiği tüm ekonomik modelin sorgulanmasından kaynaklı endişenin büyüklüğü bununla kıyaslanamaz bile. IRA’dan önce bile, pandemi ve Ukrayna savaşı, Almanya liderliğindeki AB’nin iktisadi ortodoksisinin altını oymaya başlamıştı.

Hollanda Başbakanı Mark Rutte de buna dikkat çekiyor ve daha ‘müdahaleci’ bir yönelimin, IRA’nın ötesinde uzun vadeli sonuçlara neden olacağını hatırlatıyor.

Gelgelelim, cin şişeden çıktı. AB içinde üretim yapan birçok şirket, devlet yardımı alamadığı için operasyonlarını Atlantik’in öte yakasına taşımayı planlıyor. Bunlar öyle tek tük de değil. ‘Yeşil kapitalizm’e geçiş devasa yatırımlar gerektiriyor ve bu yatırımların yönetilmesinde ve yönlendirilmesinde, ayrıca toplumun havuç ve sopayla bu dönüşüme ikna edilmesinde, devlet müdahalesi çok ama çok kritik. Yalnızca mali disiplini sağlayan ve kemer sıkmaya yarayan bir devlet mümkün görünmüyor. Dolayısıyla, bilhassa Fransa’nın gündeme getirdiği ‘Avrupa’nın stratejik özerkliği’ hedefi, Alman-Fransız devlet müdahalesi olmadan gerçekçi değil.

Üstelik AB, Asya ve Kuzey Amerika’ya akan ‘temiz teknoloji’ yatırımları ve girişimlerine hâlâ çok uzak. Yani rekabet sadece ABD’den değil, başta Çin olmak üzere Asya’dan da geliyor. Bir sonraki yazıda Çin başta olmak üzere Asya ve ‘gelişmekte olan ülkeler’e bakış atarak dizimizi sonlandıracağız.

AVRUPA

IMF, Ukrayna’ya 2,2 milyar dolarlık kredi dilimini onayladı

Yayınlanma

Uluslararası Para Fonu (IMF) yönetim kurulu, dört yıllık 15,6 milyar dolarlık kredi programının dördüncü gözden geçirmesinin tamamlanmasının ardından Ukrayna bütçesini desteklemek üzere 2,2 milyar dolar tahsis edilmesini onayladı.

Reuters ajansının aktardığına göre IMF’den yapılan açıklamada, Ukrayna’nın Genişletilmiş Fon Kolaylığı programı kapsamındaki performansının zorlu ortama rağmen güçlü olmaya devam ettiği, sayısal hedeflere ulaşıldığı ve yapısal kriterlerin zamanında ya da çok az bir gecikmeyle uygulandığı belirtildi.

Fon, Ukrayna için 2024 GSYİH büyüme tahminini nisan ayındaki yüzde 3,2’lik tahminine kıyasla aşağı yönlü revize ederek yüzde 2,5-3,5 aralığına çekti.

Ayrıca IMF, buna Ukrayna’daki çatışmanın seyri nedeniyle tüketici ve iş dünyası duyarlılığının kötüleşmesini gerekçe gösterdi.

IMF yönetim kurulu, 21 Mart’ta Ukrayna için 880 milyon dolarlık kredi dilimini onaylamış, fonların ülke bütçesini desteklemek için kullanılacağı kaydedilmişti.

Bunun yanı sıra IMF, Aralık 2023 sonu itibariyle Kiev’in nicel performans kriterlerinin biri hariç hepsine ve gösterge niteliğindeki tüm hedeflere ulaştığını bildirmiş, Ukrayna’yı vergi geliri verimliliği kriterini karşılayamaması nedeniyle sorumluluktan muaf tutmuştu.

Yolsuzlukla mücadele için Ukrayna Gümrük Kanunu’nda değişiklik talebi

Diğer yandan IMF, Ukrayna’dan ülkedeki yolsuzlukla mücadeleyi güçlendirmek için Gümrük Kanunu’nda değişiklik yapmasını talep etti.

Bloomberg‘in haberine göre IMF’nin memorandumunda “Kiev’in gümrük operasyonlarını AB mevzuatıyla uyumlu hale getirmesi, personel bütünlüğünü güçlendirmesi ve şeffaf bir işe alım süreci başlatması gerekiyor,” ifadelerine yer verildi.

Ukrayna’nın milyarlarca dolarlık uluslararası mali yardımın ülkeye akmaya devam edebilmesi için yolsuzlukla mücadele etmesi gerektiği vurgulanan memorandumda, rüşvetle mücadele çabalarının ülkenin Avrupa Birliği (AB) ve NATO’ya üyeliği için de gerekli olduğuna dikkat çekildi.

Belgede, ülkenin ayrıca bütçe gelirlerini artırmak için vergi muafiyetlerini optimize etmesi, iç gelirleri harekete geçirmesi, döviz kontrollerini serbestleştirmesi, para politikasını gevşetmesi ve Merkez Bankası’nın 28,8 milyar dolar rezerv tutmasını sağlaması gerektiği ifade edildi.

Eylül ayı sonuna kadar Kiev, Ukrayna Ulusal Yolsuzlukla Mücadele Bürosu (NABU) için ilk kez bir dış denetim gerçekleştirecek ve denetçiler uluslararası ortaklar tarafından seçilecek. Denetim sonuçları büronun hesap verebilirliğini ve operasyonel verimliliğini artırmak için kullanılacak.

Pentagon: Ukrayna’da yolsuzluk oranı Avrupa’nın en yükseği

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Orbán, Kickl ve Babiš’ten yeni grup: “Avrupa için Vatanseverler”

Yayınlanma

Pazar sabahı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) Genel Başkanı Herbert Kickl, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ve ANO Partisi Genel Başkanı ve eski Çekya Başbakanı Andrej Babiš partilerinin güçlerini birleştirerek “Avrupa için Vatanseverler” isimli bir ittifak kuracaklarını açıkladılar.

Viyana’da düzenlenen basın toplantısında FPÖ lideri, yeni ittifakın amacını “Avrupa için daha iyi bir gelecek sağlamak” olarak tanımladı.

Avrupa kamu yönetiminin düzene sokulması gerektiğini ve “bir Avrupa süper devletinin ortaya çıkışını pasif bir şekilde izlemediklerini” söyleyen Kickl, “kıtanın tüm vatandaşları için barış, özgürlük ve refah” vurgusu yaptı.

Kickl diğer partilerin de bu ittifaka katılmasının beklendiğini söyledi.

Başbakan Orbán ise, “Bugün Avrupa siyasetinin değişeceği gündür,” dedi.

Son 25 yılın siyasi olaylarını takip ettiğini belirten Macar lider, “Avrupa siyasetinde yeni bir dönem 1989’da başladı ve şimdi seçimlerle sona erdi. Bugün, Avrupa siyasetini değiştirecek yeni bir grup yaratılacak …. [Bu grup] çok hızlı bir şekilde Avrupa Sağının en büyük grubu haline gelecek. Bu birkaç gün içinde gerçekleşecek,” iddiasında bulundu.

27 ülkenin 20’sinde değişimi temsil eden partiler kazandığını ve “Brüksel’deki elit kesim”in buna direndiğini ve değişim istemediğini öne süren Orbán, bu nedenle bu platformu oluşturduklarını ifade etti ve  “Değişimi sağlamak için. Avrupa kriz içinde; terörizm, göç ve savaş tehdidi komşularımızı tehdit ediyor. Avrupa halkı barış, düzen ve refah istiyor ama Brüksel’deki elitlerden savaş, göç ve durgunluk görüyorlar,” dedi.

ANO Başkanı Andrej Babiš ise, “yasadışı göçü durdurmaya kararlı” yeni bir siyasi grup kurmaya karar verdiklerini vurguladı.

Ulusal sınırları korumak ve insan kaçakçılığını durdurmak için düzenlemeler geliştirilmesi gerektiğini savunan Çek siyasetçi, planlarının “ulus devletlere saygı duyan bir Avrupa” olduğunu sözlerine ekledi.

Yeni grubun manifestosunda neler var?

Avrupa uluslarının “tarihi bir dönüm noktasında” olduğu iddiasıyla açılan manifesto, bir zamanlar iki dünya savaşı ve onlarca yıllık bölünmüşlüğün yol açtığı yıkımın ardından “uzlaşma arzusundan” kaynaklanan bir rüya proje olan Avrupa Birliği’nin artık Avrupalıların aleyhine döndüğünü iddia ediyor.

AB’nin “Avrupa evini” oluşturan ulusların, bölgelerin ve küçük toplulukların iradesine aykırı çıkarlar peşinde koştuğunu kaydeden manifesto, “Çoğunluğun sesini ve halk demokrasisini küçümseyen güçlü küreselci güçler, seçilmemiş bürokratlar, lobiler ve çıkar gruplarıyla birlikte, Avrupa vatandaşları tarafından büyük ölçüde bilinmeyen ve onlardan uzak kurumlar, Ulusların yerini almayı planlıyor,” diyor ve ulusların yerine bir “Avrupa merkezi devleti” kurulmak istendiğini savunuyor.

Haziran ayında yapılan yeni Avrupa Parlamentosu seçimlerinin “kuşaklar arası ve varoluşsal bir öneme” sahip olduğunu savunan Avusturyalı, Çek ve Macar partiler, “Bugün siyasi fay hattı artık muhafazakârlar ile liberaller ya da sağ ile sol arasında değil, yeni bir Avrupa ‘süper devleti’nin müjdesini veren Merkeziyetçiler ile değer verdiğimiz Uluslar Avrupasını korumak ve güçlendirmek için mücadele eden Vatanseverler ve Egemenlikçiler arasında uzanmaktadır,” iddiasında bulunuyorlar.

Manifesto, kıta genelinde “vatansever ve egemenlikçi partilerin zaferi ve işbirliği sayesinde” çocuklarının mirasını garanti altına alabileceklerini savunuyor.

Manifestoyu ilan eden partiler, aşağıdaki “Avrupa”ya inandıklarını söylediler:

“- Birbirleriyle uyum içinde yaşama ve işbirliği yapma kararlılıklarında özgür, güçlü, gururlu ve bağımsız Milletlerden oluşan

– Avrupa halkları tarafından yetkilendirilen ve bu halklara karşı sorumlu tutulan, meşruiyeti Uluslara dayanan kurumlar aracılığıyla birleşmiş

– Ulusal topluluklarının iradesinin yurtiçinde ve yurtdışında yerine getirilmesini engelleyen bağımlılıklardan arınmış, çıkarlarının peşinde egemen ve kararlı;

– Her türlü tehdide karşı kendini savunmaya hazır olmakla birlikte barış ve diyaloğa bağlı

– Greko-Romen ve Yahudi-Hıristiyan mirasının meyveleri olan Avrupalı kimliğini, gelenek ve göreneklerini koruyan ve kutlayan

– Ulusları arasındaki doğal çeşitliliğe, tarihlerine ve yaşam tarzlarına değer verirken, günün modasına göre değişmek için ültimatomlara direnen

– Gerçek özgürlükleri, temel hakları ve insan onurunu savunurken, bu özgürlükleri sınırlama veya yeniden tanımlama girişimlerine şiddetle direnen

– rekabetçi, üretken, verimli ve yenilik, mükemmellik ve ilerlemenin kıtası olarak entelektüel, bilimsel ve ekonomik başarılarıyla gurur duyan

– Avrupa vatandaşlarının büyük çoğunluğunun iradesine uyarak sınırlarını korumaya, yasadışı göçü durdurmaya ve kültürel kimliğini muhafaza etmeye kararlı;

– Siyasi, iktisadi, dini ve kültürel alanlardan gelebilecek her türlü potansiyel tehdide karşı halklarını korumaya hazır uluslardan oluşan

– Kendi yetki ve kurallarına saygı duyan, yetkilerinin ötesinde hareket etmeyen, ikincillik ve orantılılık ilkelerine uyan ve Avrupa bütçesi aracılığıyla baskı uygulayarak ulusal egemenliğe yönelik saldırılarını meşrulaştırmaktan vazgeçen

– Ulusal egemenliğin Avrupa kurumlarına daha fazla devredilmesini reddeden Ulusların

– Ulusların veto hakkına saygı duyan

– Diplomasiyi Üye Devletlerin egemenliğinin temel bir unsuru ve her bir Ulusun, diğerlerini aynı hareket tarzına bağlamaksızın özgürce karar verebileceği bir konu olarak kabul eden

Bir Avrupa’ya inanıyoruz.”

Manifesto şu sözlerle sona eriyor:

“Bizler, Avrupa’nın vatansever güçleri, kurumlarımızı yeniden ele geçirerek ve Avrupa politikasını Uluslarımıza ve halklarımıza hizmet edecek şekilde yeniden yönlendirerek kıtamızın geleceğini Avrupa halklarına geri vermeye söz veriyoruz. Federalizm yerine egemenliğe, diktalar yerine özgürlüğe ve barışa öncelik vermek: işte Avrupa için Vatanseverler Manifestosu.”

Grubun 26 milletvekili var

Kurucu partiler olan FPÖ, AP’deki liberal Renew grubundan kısa bir süre önce ayrılan ANO ve Fidesz halihazırda 26 milletvekiline sahip. Bir grubun oluşabilmesi için yedi ülkeden en az 23 milletvekiline ihtiyaç var.

FPÖ lideri Herbert Kickl, “Bu başlangıç sinyalinden itibaren, bunu yapmak isteyen ve siyasi ve pozitif reform çabalarımıza katılmak isteyen tüm siyasi güçlere kapımız açıktır. Ve son birkaç gündür duyduklarıma bakılırsa, bunlardan daha fazlası da olacak,” dedi.

Avrupa Parlamentosu’ndaki sandalye sayısını ikiye katlayan ve eylül ayındaki Avusturya ulusal seçimlerini kazanma yolunda ilerleyen FPÖ, Kickl’in Brüksel’deki radikal değişim için bir “taşıyıcı roket” olduğunu söylediği ittifakın arkasındaki örgütleyici güç gibi görünüyor.

Duyuru, FPÖ ile Marine Le Pen liderliğindeki Fransa’nın RN partisi arasında Avrupa’da resmi bir kopuşa işaret ediyor. Bir önceki parlamentoda bu iki parti Kimlik ve Demokrasi (ID) grubunda yer alıyordu.

AfD yeni gruba katılacak mı?

Yeni grubun potansiyel adaylarından biri de AP’de 14 milletvekili bulunan Almanya için Alternatif (AfD).

Fakat Financial Times‘a (FT) konuşan bir AfD yetkilisine göre Fidesz, Alman partisiyle bir araya gelmeye karşı çıkıyor.

AfD lideri Alice Weidel de FT’ye yaptığı açıklamada seçeneklerini açık tutacağını ve “bir gruba sırf katılmış olmak için katılmayacaklarını” söyledi.

Konferansları sırasında Weidel gazetecilerin önünde, gelecekteki herhangi bir grup hakkında henüz bir karar verilmediğini söyledi. Weidel için ön koşullardan biri, “hiçbir antisemitin” böyle bir grubun parçası olmaması.

Öte yandan AfD’nin eş lideri Weidel’in sözcüsü ntv ‘ye yaptığı açıklamada, “ECR ve ID’deki parti yapısı bir bütün olarak hareket halinde olduğundan, bu durum AfD’nin diğer partilerle işbirliği yapması için yeni fırsatlar yaratıyor,” dedi.

Şimdiye kadar kendi başına bir grup oluşturmakta zorlanan AfD delegasyon lideri René Aust ise “Her şey [şimdi] akış halinde,” dedi ve  heyecan verici iki hafta geçireceklerini kaydetti.

Alman partisinin Herbert Kickl’in FPÖ’sü ile yakın ilişkileri var ve bu parti AfD’nin ID grubuna geri kabul edilmesi için yoğun lobi faaliyetlerinde bulundu.

Salvini’den yeni gruba destek, Fico da ilgileniyor olabilir

AP’deki yeni gruba bir başka destek de İtalyan sağ koalisyon hükümetinin küçük ortağı Lega’nın lideri Matteo Salvini’den geldi.

Le Pen’in liderlik ettiği ID’ye üye Salvini’nin Lega’sı, yeni girişimi “felaket” sola karşı mücadele etmek için yeni bir alternatif olarak memnuniyetle karşıladı.

Lega, “Güçlü, vatansever, uyumlu ve gizli anlaşmalara karşı çıkan bir grubun kapsamını genişletmek istiyoruz. Bugün isteklerini ifade eden diğer liderlerin açıklamalarını da olumlu buluyoruz,” dedi.

Lega’nın açıklamasında, “Matteo Salvini’nin defalarca umut ettiği gibi, Avrupalı vatanseverleri bir araya getirecek büyük bir grup artık ertelenemez,” denildi.

Budapeşte basını Lega’nın ilk açıklamasını Salvini’nin Orbán’ın yeni grubuna katılma isteği olarak yorumlarken, Çek Novinky dergisi Slovakya Başbakan Robert Fico’nun da ilgilenebileceğini yazdı.

Fico’nun Smer partisi resmi olarak AB sosyalist grubuna ait ancak üyeliği askıya alınmış durumda.

Öte yandan Euractiv, yeni “vatansever” grubun Le Pen’in Kimlik ve Demokrasi (ID) grubu ile yakın işbirliği içinde olacağını ileri sürdü.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Rusya ile rekabet Avrupalı ​​gübre üreticilerini yıkım korkusuna sürükledi

Yayınlanma

Financial Times (FT) gazetesinde yer alan makalede, Rusya ile rekabetin Avrupalı gübre üreticilerini yıkım korkusuyla karşı karşıya bıraktığı belirtildi.

Makaleye göre Avrupalı üreticiler, Rusya üretimi gübredeki fiyatların kendilerini Avrupa pazarından çıkmaya zorlamasından korkuyor.

Almanya’nın en büyük gübre tedarikçisi SKW Stickstoffwerke Piesteritz’in CEO’su Peter Zingr, gazeteye verdiği demeçte, “Rusya’dan gelen ve bizim gübrelerimizden çok daha ucuz olan gübrelerin akınına uğruyoruz; bunun basit bir nedeni var: Rusya’daki üreticiler doğalgazı bizim üreticilerimize kıyasla üç kuruşa satın alıyor,” dedi.

Zingr, politikacıların bu soruna karşı hiçbir şey yapmadıklarını, bunun da Avrupa’nın üretim kapasitesini azaltma riski yarattığını ve AB’nin gıda güvenliğini tehdit ettiğini belirtti.

Norveç’in en büyük tarımsal gübre üreticisi Yara’nın başkanı Svein Ture Holseter de Rus gübresine olası bağımlılık konusunda uyarıda bulundu.

Gazete, gübre sorununun Rusya’ya yönelik yaptırımların bir yan etkisi haline geldiğine işaret etti.

Ukrayna’ya dönük askeri müdahalenin ardından pek çok Avrupa ülkesi, Rusya’dan doğalgaz alımını durdurdu ve bu da enerji fiyatlarının artmasına neden oldu.

Aynı zamanda, olası kıtlıkları önlemek için Rusya’dan gübresi alımları da devam etti. Sonuç olarak, Avrupalı gübre üreticileri Rusya’dan ithal edilen gübrelerle rekabet etme fırsatını kaybetti.

AB’nin istatistik kurumu Eurostat’a göre Rusya, AB tarafından kullanılan ürenin yaklaşık üçte birini üretiyor.

AB, Rusya’dan gübre ithalatını Aralık 2022’den bu yana en yüksek seviyeye çıkardı

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English