Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale savaş sonrası Gazze’yi kimin yöneteceği ile ilgili ortaya atılan senaryoları tartışıyor. ABD dış politikasının oluşumunda etkili yayın organlarından Foreign Affairs’ta yayınlanan ve Uluslararası Kriz Grubu’nun Orta Doğu ve Kuzey Afrika Programı Direktörü Joost Hiltermann’ın imzasını taşıyan makaleye göre ortaya atılan seçeneklerin hemen hepsinin uygulanması pratikte imkânsız. Hiltermann, ertesi gün için bir çözüm sunmasa da yarın öbür gün başlaması umulan rehine takasının kademeli olarak ateşkese doğru ilerletilebileceği görüşünde. Ancak sürecin kalıcı bir çözüm ve barışa evirilebilmesi için ABD’nin bugüne kadar yapmadığı baskıyı İsrail’e yapması gerekiyor:
***
Gazze’den Çıkış Yok
İsrail ve ABD’nin “Ertesi Gün” seçeneklerinin hepsi neden kötü?
Joost Hiltermann
Hamas’ın 7 Ekim saldırısı İsrail’in güvenlik duygusunu yerle bir etti ve istihbarat ve güvenlik aygıtlarını küçük düşürdü. Aynı zamanda ülkenin İsrail-Filistin çatışmasına yönelik ikili yaklaşımının uygulanamazlığını da gözler önüne serdi: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yıllar boyunca Filistin Yönetimi’ne karşı Hamas’a oynayarak Filistinlileri bölünmüş halde tutmak için çok çalıştı. Ayrıca Arap rejimlerini, İsrail’in önce Filistinlilerle barış yapması önkoşulu olmaksızın Yahudi devletiyle ilişkileri normalleştirmenin kendi çıkarlarına olacağına ikna etti.
Savaşlarının üzerinden bir aydan fazla zaman geçmişken İsrail ve Hamas, İsrail-Filistin çatışmasındaki çıkmazı kesin olarak kırmaya çalışıyor. Hamas, saldırısının İsrail’i aşırıya kaçmaya kışkırtacağını ve böylece İsrail-Filistin çatışmasını yeniden uluslararası gündeme taşıyacağını ummuş görünüyor. İsrail ise Hamas’ın askeri kapasitesini ortadan kaldırmaya ve militan grubu Gazze Şeridi’nde hapsetmek yerine Gazze Şeridi’ni tamamen kontrol altına almaya çalışarak karşılık verdi ve bu stratejiyi “çimleri biçmek” olarak adlandırdı. Maliyeti şaşırtıcı oldu: Hamas 7 Ekim’de bin 200 İsrailliyi öldürdü ve 200’den fazla kişiyi rehin aldı. İsrail’in Gazze’ye yönelik müteakip saldırısında ölenlerin sayısı artmaya devam ediyor ve son sayıma göre en az 5 bini çocuk 12 bini aştı. Kuzey Gazze’nin büyük bir kısmı dümdüz edilmiş durumda, Gazzelilerin üçte ikisinden fazlası yerinden edildi ve 2 milyon 300 binlik nüfusun tamamı temiz su, yiyecek ya da ilaç bulmakta zorlanıyor.
Hem İsrail hem de Hamas mevcut yollarının kendilerine dayatıldığını düşünüyor. Hamas ilk başta siyasi bir oyun oynadı. Filistin’de 2006 yılında yapılan seçimlere katıldı, ancak zafer kazanamadı. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) iktidarı ele geçirme girişimini engelledikten sonra Hamas, Gazze’nin yönetimini üstlendi ancak İsrail’in boğucu bir abluka uyguladığını gördü. Takip eden yıllarda İsrail’le birkaç kez savaşan Hamas, her seferinde Gazzelilerin içinde bulunduğu durumun sürdürülemez olduğunun uluslararası alanda kabul görmesinin İsrail’e kuşatmayı kaldırması için baskı yapacağını umdu. Bu gelişmeler yaşanırken İsrail, 1967’den beri işgal ettiği topraklarda askeri yönetim ve yerleşimlerin genişletilmesi yoluyla İsrail-Filistin çatışmasını ortadan kaldırmaya ya da kendi şartlarına göre çözmeye çalıştı. Ayrıca Filistinlilerin günlük yaşamlarını iyileştirecek ancak kendi devletlerine sahip olma isteklerini yerine getirmeyecek bir Arap-İsrail barışı arayarak çatışmayı “küçültmeye” uğraştı.
Hamas İsrail’i tuzağına çekmiş gibi görünüyor ve şimdi İsrail’in devam eden askerî harekâtına karşılık olarak planını değiştirmesi gerekiyor. Bunlar, Hamas’ın Gazze halkının yaşadığı korkunç yıkım ve acıya, kendi savaşçı ve askeri kapasitesindeki kayıplara rağmen yapmayı göze alabileceği taktiksel düzenlemeler. Buna karşılık İsrail gafil avlandı, etkili bir yanıt oluşturmak için çabalamak zorunda kaldı ve şu ana kadar sadece askeri ve açıkçası yıkıcı bir yanıt üretti ve görünürde bir sonu yok. İsrail öfke ve acıyla sadece Hamas’a değil tüm Gazze halkına saldırdı. Yakında Hamas’ın askeri kapasitesini ve Gazze’nin yönetimini yok etme hedefine ulaşamayacağını görmekle kalmayıp Gazze’yi yeniden işgal etmek ve yeni evsiz, çaresiz ve çok öfkeli nüfusu doğrudan yönetmek zorunda kalabilir.
İsrail bu sorumluluğu üstlenmek zorunda kalabilir çünkü başka bir alternatif yok. Hamas bölgenin yönetim otoritesi olma rolünden vazgeçmiş durumda. Ve Hamas’ı yok etmek için tek başına hareket eden İsrail, askeri operasyonlarının olası sınırlarını belirleyecek olsa da savaş bittikten sonra ne olacağını planlama inisiyatifini Batılı müttefiklerine devretmiş gibi görünüyor. Batı’daki liderler bir dizi muğlak senaryo ortaya attılar, ancak bunların hiçbirinin gerçekleşme umudu yok gibi. Sonsuz şiddet döngüsünden çıkmanın bir yolu var, ancak bugün iki tarafın da bu can simidine uzanmaya istekli olduğuna dair bir belirti yok.
Boşuna umutlanmak
Gazze’de “ertesi gün” için önerilerden biri, Arap ülkelerinin Şeridi yönetmek üzere bir barış gücü göndermesi. Mantığa göre Araplar kardeştir, dolayısıyla Arap rejimleri akrabalarıyla ilgilenmeye istekli olmasalar da hazırlıklı olmalıdırlar; en azından görünürdeki yükümlülük Batı haber medyasında kabaca bu şekilde filtreleniyor. Ancak bu hükümetler böyle bir iş için istekli olmadıklarının sinyallerini verdiler. Farklı bölgesel çıkarları ve hedefleri nedeniyle bölünmüş durumdalar. Hepsi de İsrail’e karşı yıllarca süren silahlı direnişin sertleştirdiği asi bir halkı yönetme yükünü üstlenmekten çekiniyor; İsrail-Filistin çatışmasını çözme yükünü İsrail’in omuzlarından almak konusunda da aynı derecede isteksizler. İsrailliler ve Filistinliler arasındaki çatışma, modern Ortadoğu’nun oluşumunun kökeninde yatıyor ve Arap kamuoyunda eşi benzeri olmayan bir yankı uyandırıyor.
Gazze’ye komşu Arap devleti olarak Mısır, İsrail’in bağımsızlığını kazandığı 1948 savaşından, sadece Gazze’yi değil Sina Yarımadası’nı da kaybettiği 1967 savaşına kadar memnuniyetsiz bir şekilde yönettiği bir bölge üzerinde yeniden hâkimiyet kurma yönündeki her türlü öneriyi reddetti. (Mısır 1979’da İsrail ile yaptığı barış anlaşması sonucunda Sina’yı geri aldı). Gazze’nin kontrolünü ele geçirmenin, Filistinlilerin kendisini İsrail’in halefi bir işgalci olarak göreceği ve varlığına aktif olarak direneceği için eskisinden daha büyük bir zorluk teşkil edeceğinin farkında.
ABD de dahil Batılı ülkelerde daha fazla ilgi gören bir fikir, Filistin Yönetimi’nin Gazze’de Hamas’ın yerini alması. Bunun nasıl işleyeceğini hayal etmek zor. İsrail işgali altındaki Batı Şeria’yı nominal olarak yöneten Filistin Yönetimi, İsrail ile FKÖ arasında 1993’te imzalanan Oslo Anlaşmaları’nda öngörülen gelecekteki Filistin devletine giden yolu yönetmek için kurulan hükümet olarak tüm güvenilirliğini yitireli çok oldu. Filistinliler otoriteyi etkisiz, otoriter, kötü niyetli ve kendilerine göre -en kötü suçlama- İsrail işgalinin bir kolu değilse bile kolaylaştırıcısı olarak görüyor. Filistin Yönetimi liderleri de Gazze’yi yönetmekle ilgilenmediklerini söylediler. Filistin Yönetimi’nin ana gemisi FKÖ parçalanmış durumda ve daha popüler olan Hamas’la girdiği iktidar mücadelesinde ayakta kalmaya çalışıyor. Eğer Filistin Yönetimi Batı Şeria’yı zar zor yönetebiliyorsa, halkın kendisine karşı daha büyük bir düşmanlık besleyeceği Gazze’de, özellikle de İsrail’in emriyle yönetimi ele alırsa, nasıl daha iyisini yapmayı bekleyebilir?
Bazıları, Filistin Yönetimi’nin sadece nominal bir rol oynayacağını ve Gazze’nin şu anda hayatta kalmaya çalışan profesyonel sınıfının, halka hizmet sağlamak için hükümet kurumlarını yönetebileceğini öne sürerek bu düzenlemeyi değiştiriyor. Hamas’tan geriye kalanlardan yeşil ışık almadan bunu nasıl yapabileceklerini görmek zor. İsrail Hamas’ın askeri kolu olan Kassam Tugayları’nı yok etmeyi başarsa bile -ki bu pek olası görünmüyor- hareket militan bir örgütten çok daha fazlası. Hamas 2006’dan bu yana Gazze’nin hükümeti, önemli kurumlarda ve sivil toplumda varlığını sürdürüyor ve önemli bir halk desteğine sahip. Her ne kadar son birkaç yıldır kötü yönetimi nedeniyle pek çok Gazzeli Hamas’tan giderek daha fazla soğumuş olsa da Filistinliler Hamas’ı İsrail’e karşı ulusal haklarını savunduğu için takdir ediyor. Hamas 7 Ekim’de vicdansızca sivilleri hedef aldı ama Gazzelilerin can ve ev kaybıyla ödedikleri devasa bedele rağmen İsrail’e bir darbe indirerek elde ettiği halk desteğini yadsımak mümkün değil.
İsrail, Hamas’ın tünel ağı, roket kabiliyeti ve üst düzey komuta yapısı da dahil askeri kapasitesini yok edemezse, Hamas’ın perde arkasından da olsa Gazze’yi kontrol etmeye devam etmesini kabul etmek zorunda kalabilir. İsrail’deki ruh hali göz önüne alındığında böyle bir senaryo akıl almaz görünüyor. Ancak Hamas’a karşı Filistinlilerin bir alternatifi yok. Hamas’ın kendisi de konuyla ilgilenmiyor gibi. Bazıları Gazze’den gidip Abu Dabi’de yaşayan İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yanı sıra ABD’nin de desteğini alan El Fetih’in haydut komutanı Muhammed Dahlan’a işaret ediyor. Ancak yerel destekten yoksun olduğu için onun liderliğini empoze etmeye yönelik herhangi bir girişim muhtemelen ölü doğacak ve kendisi de bununla ilgilenmediğini belirtti.
Yeniden işgal
Gazze’deki liderlik boşluğu bir Arap devleti ya da Filistinli bir aktör tarafından doldurulamazsa, o zaman ne olacak? Netanyahu kısa süre önce ya doğrudan yeniden işgal ya da tampon bölge ve çevre boyunca konuşlanma yoluyla İsrail güvenlik kontrolünün belirsiz bir süre için devam etmesinden yana olduğunu açıkladı. Ancak mevcut koşullar altında, Netanyahu kabinesindeki bazı aşırı sağcı üyelerin Gazze’nin yeniden işgalini ancak önce bölgenin nüfustan arındırılması şartıyla kabul etmeleri muhtemeldir ki bu senaryo bazılarınca İsrail’in Gazze’deki güvenlik sorununa bir çözüm olarak ima edildi. Biden yönetiminin Filistinlileri Mısır’a itecek bir hamlenin, hatta İsrail’in Gazze’yi yeniden işgalinin kabul edilemez olduğu yönündeki son mesajları İsrailli liderleri, sadece kamuoyu açıklamalarında olsa da duraksatmış olabilir. Ancak yüz binlerce çaresiz ve panik halindeki Gazzeliyi sınırın ötesine itmesi durumunda ABD’nin İsrail’e aktif bir şekilde destek verip vermeyeceği soru olarak kalmaya devam ediyor. Mısır böyle bir mülteci akınına kesinlikle karşı çıkacaktır: Mısır topraklarından İsrail’e karşı bir isyan başlatması ve böylece karşılık ateşi açması muhtemel yeni nesil Filistinlilere bakmakla yükümlü olmak istemez. Ancak Mısır’ın böyle bir sürgünün gerçekleşmesini engelleyip engelleyemeyeceği net değil.
Gazzelilerin ikinci bir kitlesel sürgünü (İsrail’in kuruluşuna yol açan 1948 savaşı sırasında Filistinlilerin zorla yerlerinden edilmesine atıfta bulunan bir terim olan “ikinci Nakba”) neredeyse kesinlikle diğer cephelerde şiddetin tırmanmasını tetikleyecektir. Birçok İsrailli liderin açıkça tehdit ettiği ve Filistinlilerin korkuyla dile getirdiği bu Nabka, yani “felaket”, şiddetin geçen ay boyunca sarmal bir boyuta ulaştığı ve Filistinlilerin aynı ilkel korkuyla yaşadığı Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te ayaklanmalara yol açacak; İsrail ile Lübnan’daki Hizbullah, Irak, Suriye ve Yemen’deki İran destekli diğer gruplar ve muhtemelen İran’ın kendisi ile gerilimi daha da tırmandıracaktır. Bu gruplar son altı haftadır İsrail’in yanı sıra bölgedeki ABD varlıklarını da roket ve insansız hava araçlarıyla defalarca hedef aldı. Şimdilik ne onlar ne İsrail ne de ABD topyekûn bir savaşa girmeye istekli görünse de yanlış hesaplama ya da hata sonucu bir savaşa girebilirler. Bu tehdit, İsrail ve Hizbullah’ın birbirlerinin topraklarının daha da içlerine füzeler göndermesiyle her geçen gün daha da büyüyor.
Önerilen bu ihtimal dışı düzenlemelerin ışığında, Gazze için “ertesi gün” giderek daha korkunç görünüyor. Hiç de iyi olmayan en olası senaryo, Birleşmiş Milletler ve diğer insani yardım kuruluşlarının yakıt, gıda, su ve ilaç gibi temel ihtiyaçları karşıladığı, Gazzelilerin çoğunun yerlerinden edildiği ve İsrail’in Gazze’de, muhtemelen uzun bir süre boyunca, belirli bir güvenlik varlığını sürdürdüğü ve aynı zamanda borularla su ve elektrik sağladığı bir senaryo olacak.
Bazı gözlemciler en kötü senaryoyu (Filistinlilerin Gazze’den sürülmesi ve İsrail’in yeniden işgale başlaması) bir adım daha ileri götürüyor. İsrail’in Hamas’ı yenilgiye uğratıp Filistinlileri Gazze’den çıkarmakla kalmayıp aynı şeyi Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te de denemek için başka seçeneği olmadığına ya da altın gibi bir fırsat bulamayacağına karar verebileceğini öne sürüyorlar. Eninde sonunda Lübnan’daki Hizbullah’a saldırmayı da seçebilir ve hatta ABD’yi İran’la savaşa sürükleyecek kadar ileri gidebilir. Netanyahu bu yıldan çok daha öncesinden beri İran’a bir Amerikan saldırısı için boşuna uğraşıyordu. Ancak 7 Ekim İsrail’in güvenlik duygusunu sarstı ve savaştan kaçınan Biden yönetimi bile, bölgesel bir ölüm kalım savaşına girişmesi halinde müttefikini ortada bırakmanın mümkün olmadığını düşünebilir.
İsrail’in bu yolu seçmesi ya da Hizbullah ve İran’ın “Direniş Ekseni” olarak güvenilirliklerini kaybetme korkusuyla İsrail’e saldırmaya karar vermeleri halinde ortaya çıkacak bir savaş, kazananları ve kaybedenleri tartışmalı hale getirebilir. Bölgesel bir savaşın sonucunun Hamas; genel anlamda Filistinliler; İsrail; İran ya da herhangi biri için nasıl iyi olacağını görmek zor.
Aynı dehşet
Her ne kadar başarılı olma şansı düşük olsa da ileriye dönük başka bir yol da hayal edilebilir. Bu yol ertesi gün için bir çözüm getirmeyecek ancak tarafları bugün için daha iyi bir sonuca ulaştırabilir. Şu anda müzakere edilmekte olan, Hamas’ın askeri operasyonlara saatler değil günler süren ciddi bir şekilde ara vermesi ve Gazze’ye yardımın artırılması (ve belki de İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinlilerin serbest bırakılması) karşılığında rehineleri serbest bırakacağı insani duraklamalarla başlamalı. Bu aşamadan sonra müzakereler kademeli olarak ateşkese doğru ilerleyebilir. İsrail ateşkesi reddettiğini söylüyor ve rehinelerin büyük ölçüde serbest bırakılmasından ve Hamas’a karşı askeri bir zafer gibi gösterilebilecek bir kazanımdan önce ateşkesi kabul etmesi pek olası değil. Ancak İsrail’e aynı zamanda Gazze açmazından çıkış için siyasi bir ufuk sunulması halinde İsrail’in hesapları değişebilir.
Böyle bir siyasi ufuk var, ancak rehinelerin serbest bırakılması ve insani bir duraklama daha fazla diplomasi için alan yaratmadıkça gerçekleşmeyecek ve bedavaya gelmeyecek. Hamas’ın mutlak yenilgisini en önemli önceliği haline getiren İsrail, en çok ihtiyaç duyduğu ve değer verdiği şeyi gözden kaçırdı: güvenlik duygusunu yeniden tesis etmek. Geçmişte Filistinlilere karşı ezici güç kullanması barış ve güvenlik yanılsaması yarattı, ancak bunun altında yatan gerçek açıkça farklıydı. Kalıcı bir temelde daha fazla güvenlik sağlamanın daha iyi yolu, İsrail-Filistin çatışmasının çözümünü ön plana ve merkeze koyarken İsrail’in normalleşme anlaşmaları veya başka bir mekanizma yoluyla daha geniş bölgeyle uzlaşmaya varması olabilir. Böyle bir yaklaşım İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşimler ve Filistin devleti konusunda büyük tavizler vermesini gerektirecektir ki Netanyahu hükümetinin ya da benzer düşünen herhangi bir halefinin bunu kabul etmesi pek olası değil.
Bu noktada Amerika Birleşik Devletleri devreye giriyor. Biden yönetimi, İsrail’e kesin destek vererek uluslararası insan hakları ve insancıl hukuk konusundaki çifte standartlarını gözler önüne seren, ABD’nin itibarına büyük zarar verdiği bazı konuları düzeltmek istiyorsa, İsrail-Filistin çatışmasına kalıcı bir çözüm bulmak için büyük bir siyasi girişimde bulunmalı. Bu, Biden’ın kendi siyasi tabanının ve Arap devletlerinin bir kısmının yanı sıra, öfkeli küresel kamuoyunun duygularını dönüştürebilir ya da en azından hafifletebilir. Elbette Biden bu yola girmeye hevesli olmayabilir, ancak bunu yapamaması, özellikle Michigan ve diğer salıncak eyaletlerdeki Arap ve Müslüman Amerikalılar ve genç seçmenler gibi önemli seçmenler arasında gelecek yıl sandıkta onu rahatsız edebilir. (Elbette bunu yapması da İsrail yanlısı ana akım seçmenler nezdinde de ona pahalıya mal olabilir.) Şimdilik ABD, İsrail’e en azından savaş kurallarına uyması, insani molaları kabul etmesi ve mevcut krizden çıkış yolu olarak Gazze’ye çok daha fazla yardım yapılmasına izin vermesi için baskı yapabilir. Herhangi bir çözümün İsrail üzerinde bugüne kadar görülenden çok daha güçlü bir ABD baskısı gerektireceği açık.
Mevcut dinamik Biden yönetiminin aksini yapacağını gösteriyor. İsrail yönetiminin askeri rotasından sapması pek olası görünmüyor. Hamas, Gazze’nin çok ötesinde geniş destek gördü ve almaya devam ediyor. İran ve devlet dışı müttefikleri, İsrail ile topyekûn savaşa girme konusunda isteksiz olsalar da böyle bir savaşa hazırlanabilir ya da savaşın içine çekilebilirler. İsrail’in iki devletli çözümü reddetmesi ve böyle bir geleceğin yok olma ihtimali hem İsrail’in hem de Filistinlilerin yaşayabileceği müzakere edilmiş bir çözüme ulaşma konusunda neredeyse aşılmaz bir zorluk teşkil ediyor.
Ancak denenmemesi halinde İsraillilerin ve Filistinlilerin nesiller boyu aynı dehşeti yaşamaya mahkûm edileceği şüphesiz. İsrail ve Hamas her şeyi riske atma kararlılıklarıyla çatışmaların ve acıların devamına davetiye çıkarıyor.