Ortadoğu
Foreign Affairs: İsrail ve ABD için Gazze’den Çıkış Yok

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale savaş sonrası Gazze’yi kimin yöneteceği ile ilgili ortaya atılan senaryoları tartışıyor. ABD dış politikasının oluşumunda etkili yayın organlarından Foreign Affairs’ta yayınlanan ve Uluslararası Kriz Grubu’nun Orta Doğu ve Kuzey Afrika Programı Direktörü Joost Hiltermann’ın imzasını taşıyan makaleye göre ortaya atılan seçeneklerin hemen hepsinin uygulanması pratikte imkânsız. Hiltermann, ertesi gün için bir çözüm sunmasa da yarın öbür gün başlaması umulan rehine takasının kademeli olarak ateşkese doğru ilerletilebileceği görüşünde. Ancak sürecin kalıcı bir çözüm ve barışa evirilebilmesi için ABD’nin bugüne kadar yapmadığı baskıyı İsrail’e yapması gerekiyor:
***
İsrail ve ABD’nin “Ertesi Gün” seçeneklerinin hepsi neden kötü?
Joost Hiltermann
Hamas’ın 7 Ekim saldırısı İsrail’in güvenlik duygusunu yerle bir etti ve istihbarat ve güvenlik aygıtlarını küçük düşürdü. Aynı zamanda ülkenin İsrail-Filistin çatışmasına yönelik ikili yaklaşımının uygulanamazlığını da gözler önüne serdi: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yıllar boyunca Filistin Yönetimi’ne karşı Hamas’a oynayarak Filistinlileri bölünmüş halde tutmak için çok çalıştı. Ayrıca Arap rejimlerini, İsrail’in önce Filistinlilerle barış yapması önkoşulu olmaksızın Yahudi devletiyle ilişkileri normalleştirmenin kendi çıkarlarına olacağına ikna etti.
Savaşlarının üzerinden bir aydan fazla zaman geçmişken İsrail ve Hamas, İsrail-Filistin çatışmasındaki çıkmazı kesin olarak kırmaya çalışıyor. Hamas, saldırısının İsrail’i aşırıya kaçmaya kışkırtacağını ve böylece İsrail-Filistin çatışmasını yeniden uluslararası gündeme taşıyacağını ummuş görünüyor. İsrail ise Hamas’ın askeri kapasitesini ortadan kaldırmaya ve militan grubu Gazze Şeridi’nde hapsetmek yerine Gazze Şeridi’ni tamamen kontrol altına almaya çalışarak karşılık verdi ve bu stratejiyi “çimleri biçmek” olarak adlandırdı. Maliyeti şaşırtıcı oldu: Hamas 7 Ekim’de bin 200 İsrailliyi öldürdü ve 200’den fazla kişiyi rehin aldı. İsrail’in Gazze’ye yönelik müteakip saldırısında ölenlerin sayısı artmaya devam ediyor ve son sayıma göre en az 5 bini çocuk 12 bini aştı. Kuzey Gazze’nin büyük bir kısmı dümdüz edilmiş durumda, Gazzelilerin üçte ikisinden fazlası yerinden edildi ve 2 milyon 300 binlik nüfusun tamamı temiz su, yiyecek ya da ilaç bulmakta zorlanıyor.
Hem İsrail hem de Hamas mevcut yollarının kendilerine dayatıldığını düşünüyor. Hamas ilk başta siyasi bir oyun oynadı. Filistin’de 2006 yılında yapılan seçimlere katıldı, ancak zafer kazanamadı. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) iktidarı ele geçirme girişimini engelledikten sonra Hamas, Gazze’nin yönetimini üstlendi ancak İsrail’in boğucu bir abluka uyguladığını gördü. Takip eden yıllarda İsrail’le birkaç kez savaşan Hamas, her seferinde Gazzelilerin içinde bulunduğu durumun sürdürülemez olduğunun uluslararası alanda kabul görmesinin İsrail’e kuşatmayı kaldırması için baskı yapacağını umdu. Bu gelişmeler yaşanırken İsrail, 1967’den beri işgal ettiği topraklarda askeri yönetim ve yerleşimlerin genişletilmesi yoluyla İsrail-Filistin çatışmasını ortadan kaldırmaya ya da kendi şartlarına göre çözmeye çalıştı. Ayrıca Filistinlilerin günlük yaşamlarını iyileştirecek ancak kendi devletlerine sahip olma isteklerini yerine getirmeyecek bir Arap-İsrail barışı arayarak çatışmayı “küçültmeye” uğraştı.
Hamas İsrail’i tuzağına çekmiş gibi görünüyor ve şimdi İsrail’in devam eden askerî harekâtına karşılık olarak planını değiştirmesi gerekiyor. Bunlar, Hamas’ın Gazze halkının yaşadığı korkunç yıkım ve acıya, kendi savaşçı ve askeri kapasitesindeki kayıplara rağmen yapmayı göze alabileceği taktiksel düzenlemeler. Buna karşılık İsrail gafil avlandı, etkili bir yanıt oluşturmak için çabalamak zorunda kaldı ve şu ana kadar sadece askeri ve açıkçası yıkıcı bir yanıt üretti ve görünürde bir sonu yok. İsrail öfke ve acıyla sadece Hamas’a değil tüm Gazze halkına saldırdı. Yakında Hamas’ın askeri kapasitesini ve Gazze’nin yönetimini yok etme hedefine ulaşamayacağını görmekle kalmayıp Gazze’yi yeniden işgal etmek ve yeni evsiz, çaresiz ve çok öfkeli nüfusu doğrudan yönetmek zorunda kalabilir.
İsrail bu sorumluluğu üstlenmek zorunda kalabilir çünkü başka bir alternatif yok. Hamas bölgenin yönetim otoritesi olma rolünden vazgeçmiş durumda. Ve Hamas’ı yok etmek için tek başına hareket eden İsrail, askeri operasyonlarının olası sınırlarını belirleyecek olsa da savaş bittikten sonra ne olacağını planlama inisiyatifini Batılı müttefiklerine devretmiş gibi görünüyor. Batı’daki liderler bir dizi muğlak senaryo ortaya attılar, ancak bunların hiçbirinin gerçekleşme umudu yok gibi. Sonsuz şiddet döngüsünden çıkmanın bir yolu var, ancak bugün iki tarafın da bu can simidine uzanmaya istekli olduğuna dair bir belirti yok.
Boşuna umutlanmak
Gazze’de “ertesi gün” için önerilerden biri, Arap ülkelerinin Şeridi yönetmek üzere bir barış gücü göndermesi. Mantığa göre Araplar kardeştir, dolayısıyla Arap rejimleri akrabalarıyla ilgilenmeye istekli olmasalar da hazırlıklı olmalıdırlar; en azından görünürdeki yükümlülük Batı haber medyasında kabaca bu şekilde filtreleniyor. Ancak bu hükümetler böyle bir iş için istekli olmadıklarının sinyallerini verdiler. Farklı bölgesel çıkarları ve hedefleri nedeniyle bölünmüş durumdalar. Hepsi de İsrail’e karşı yıllarca süren silahlı direnişin sertleştirdiği asi bir halkı yönetme yükünü üstlenmekten çekiniyor; İsrail-Filistin çatışmasını çözme yükünü İsrail’in omuzlarından almak konusunda da aynı derecede isteksizler. İsrailliler ve Filistinliler arasındaki çatışma, modern Ortadoğu’nun oluşumunun kökeninde yatıyor ve Arap kamuoyunda eşi benzeri olmayan bir yankı uyandırıyor.
Gazze’ye komşu Arap devleti olarak Mısır, İsrail’in bağımsızlığını kazandığı 1948 savaşından, sadece Gazze’yi değil Sina Yarımadası’nı da kaybettiği 1967 savaşına kadar memnuniyetsiz bir şekilde yönettiği bir bölge üzerinde yeniden hâkimiyet kurma yönündeki her türlü öneriyi reddetti. (Mısır 1979’da İsrail ile yaptığı barış anlaşması sonucunda Sina’yı geri aldı). Gazze’nin kontrolünü ele geçirmenin, Filistinlilerin kendisini İsrail’in halefi bir işgalci olarak göreceği ve varlığına aktif olarak direneceği için eskisinden daha büyük bir zorluk teşkil edeceğinin farkında.
ABD de dahil Batılı ülkelerde daha fazla ilgi gören bir fikir, Filistin Yönetimi’nin Gazze’de Hamas’ın yerini alması. Bunun nasıl işleyeceğini hayal etmek zor. İsrail işgali altındaki Batı Şeria’yı nominal olarak yöneten Filistin Yönetimi, İsrail ile FKÖ arasında 1993’te imzalanan Oslo Anlaşmaları’nda öngörülen gelecekteki Filistin devletine giden yolu yönetmek için kurulan hükümet olarak tüm güvenilirliğini yitireli çok oldu. Filistinliler otoriteyi etkisiz, otoriter, kötü niyetli ve kendilerine göre -en kötü suçlama- İsrail işgalinin bir kolu değilse bile kolaylaştırıcısı olarak görüyor. Filistin Yönetimi liderleri de Gazze’yi yönetmekle ilgilenmediklerini söylediler. Filistin Yönetimi’nin ana gemisi FKÖ parçalanmış durumda ve daha popüler olan Hamas’la girdiği iktidar mücadelesinde ayakta kalmaya çalışıyor. Eğer Filistin Yönetimi Batı Şeria’yı zar zor yönetebiliyorsa, halkın kendisine karşı daha büyük bir düşmanlık besleyeceği Gazze’de, özellikle de İsrail’in emriyle yönetimi ele alırsa, nasıl daha iyisini yapmayı bekleyebilir?
Bazıları, Filistin Yönetimi’nin sadece nominal bir rol oynayacağını ve Gazze’nin şu anda hayatta kalmaya çalışan profesyonel sınıfının, halka hizmet sağlamak için hükümet kurumlarını yönetebileceğini öne sürerek bu düzenlemeyi değiştiriyor. Hamas’tan geriye kalanlardan yeşil ışık almadan bunu nasıl yapabileceklerini görmek zor. İsrail Hamas’ın askeri kolu olan Kassam Tugayları’nı yok etmeyi başarsa bile -ki bu pek olası görünmüyor- hareket militan bir örgütten çok daha fazlası. Hamas 2006’dan bu yana Gazze’nin hükümeti, önemli kurumlarda ve sivil toplumda varlığını sürdürüyor ve önemli bir halk desteğine sahip. Her ne kadar son birkaç yıldır kötü yönetimi nedeniyle pek çok Gazzeli Hamas’tan giderek daha fazla soğumuş olsa da Filistinliler Hamas’ı İsrail’e karşı ulusal haklarını savunduğu için takdir ediyor. Hamas 7 Ekim’de vicdansızca sivilleri hedef aldı ama Gazzelilerin can ve ev kaybıyla ödedikleri devasa bedele rağmen İsrail’e bir darbe indirerek elde ettiği halk desteğini yadsımak mümkün değil.
İsrail, Hamas’ın tünel ağı, roket kabiliyeti ve üst düzey komuta yapısı da dahil askeri kapasitesini yok edemezse, Hamas’ın perde arkasından da olsa Gazze’yi kontrol etmeye devam etmesini kabul etmek zorunda kalabilir. İsrail’deki ruh hali göz önüne alındığında böyle bir senaryo akıl almaz görünüyor. Ancak Hamas’a karşı Filistinlilerin bir alternatifi yok. Hamas’ın kendisi de konuyla ilgilenmiyor gibi. Bazıları Gazze’den gidip Abu Dabi’de yaşayan İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yanı sıra ABD’nin de desteğini alan El Fetih’in haydut komutanı Muhammed Dahlan’a işaret ediyor. Ancak yerel destekten yoksun olduğu için onun liderliğini empoze etmeye yönelik herhangi bir girişim muhtemelen ölü doğacak ve kendisi de bununla ilgilenmediğini belirtti.
Yeniden işgal
Gazze’deki liderlik boşluğu bir Arap devleti ya da Filistinli bir aktör tarafından doldurulamazsa, o zaman ne olacak? Netanyahu kısa süre önce ya doğrudan yeniden işgal ya da tampon bölge ve çevre boyunca konuşlanma yoluyla İsrail güvenlik kontrolünün belirsiz bir süre için devam etmesinden yana olduğunu açıkladı. Ancak mevcut koşullar altında, Netanyahu kabinesindeki bazı aşırı sağcı üyelerin Gazze’nin yeniden işgalini ancak önce bölgenin nüfustan arındırılması şartıyla kabul etmeleri muhtemeldir ki bu senaryo bazılarınca İsrail’in Gazze’deki güvenlik sorununa bir çözüm olarak ima edildi. Biden yönetiminin Filistinlileri Mısır’a itecek bir hamlenin, hatta İsrail’in Gazze’yi yeniden işgalinin kabul edilemez olduğu yönündeki son mesajları İsrailli liderleri, sadece kamuoyu açıklamalarında olsa da duraksatmış olabilir. Ancak yüz binlerce çaresiz ve panik halindeki Gazzeliyi sınırın ötesine itmesi durumunda ABD’nin İsrail’e aktif bir şekilde destek verip vermeyeceği soru olarak kalmaya devam ediyor. Mısır böyle bir mülteci akınına kesinlikle karşı çıkacaktır: Mısır topraklarından İsrail’e karşı bir isyan başlatması ve böylece karşılık ateşi açması muhtemel yeni nesil Filistinlilere bakmakla yükümlü olmak istemez. Ancak Mısır’ın böyle bir sürgünün gerçekleşmesini engelleyip engelleyemeyeceği net değil.
Gazzelilerin ikinci bir kitlesel sürgünü (İsrail’in kuruluşuna yol açan 1948 savaşı sırasında Filistinlilerin zorla yerlerinden edilmesine atıfta bulunan bir terim olan “ikinci Nakba”) neredeyse kesinlikle diğer cephelerde şiddetin tırmanmasını tetikleyecektir. Birçok İsrailli liderin açıkça tehdit ettiği ve Filistinlilerin korkuyla dile getirdiği bu Nabka, yani “felaket”, şiddetin geçen ay boyunca sarmal bir boyuta ulaştığı ve Filistinlilerin aynı ilkel korkuyla yaşadığı Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te ayaklanmalara yol açacak; İsrail ile Lübnan’daki Hizbullah, Irak, Suriye ve Yemen’deki İran destekli diğer gruplar ve muhtemelen İran’ın kendisi ile gerilimi daha da tırmandıracaktır. Bu gruplar son altı haftadır İsrail’in yanı sıra bölgedeki ABD varlıklarını da roket ve insansız hava araçlarıyla defalarca hedef aldı. Şimdilik ne onlar ne İsrail ne de ABD topyekûn bir savaşa girmeye istekli görünse de yanlış hesaplama ya da hata sonucu bir savaşa girebilirler. Bu tehdit, İsrail ve Hizbullah’ın birbirlerinin topraklarının daha da içlerine füzeler göndermesiyle her geçen gün daha da büyüyor.
Önerilen bu ihtimal dışı düzenlemelerin ışığında, Gazze için “ertesi gün” giderek daha korkunç görünüyor. Hiç de iyi olmayan en olası senaryo, Birleşmiş Milletler ve diğer insani yardım kuruluşlarının yakıt, gıda, su ve ilaç gibi temel ihtiyaçları karşıladığı, Gazzelilerin çoğunun yerlerinden edildiği ve İsrail’in Gazze’de, muhtemelen uzun bir süre boyunca, belirli bir güvenlik varlığını sürdürdüğü ve aynı zamanda borularla su ve elektrik sağladığı bir senaryo olacak.
Bazı gözlemciler en kötü senaryoyu (Filistinlilerin Gazze’den sürülmesi ve İsrail’in yeniden işgale başlaması) bir adım daha ileri götürüyor. İsrail’in Hamas’ı yenilgiye uğratıp Filistinlileri Gazze’den çıkarmakla kalmayıp aynı şeyi Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te de denemek için başka seçeneği olmadığına ya da altın gibi bir fırsat bulamayacağına karar verebileceğini öne sürüyorlar. Eninde sonunda Lübnan’daki Hizbullah’a saldırmayı da seçebilir ve hatta ABD’yi İran’la savaşa sürükleyecek kadar ileri gidebilir. Netanyahu bu yıldan çok daha öncesinden beri İran’a bir Amerikan saldırısı için boşuna uğraşıyordu. Ancak 7 Ekim İsrail’in güvenlik duygusunu sarstı ve savaştan kaçınan Biden yönetimi bile, bölgesel bir ölüm kalım savaşına girişmesi halinde müttefikini ortada bırakmanın mümkün olmadığını düşünebilir.
İsrail’in bu yolu seçmesi ya da Hizbullah ve İran’ın “Direniş Ekseni” olarak güvenilirliklerini kaybetme korkusuyla İsrail’e saldırmaya karar vermeleri halinde ortaya çıkacak bir savaş, kazananları ve kaybedenleri tartışmalı hale getirebilir. Bölgesel bir savaşın sonucunun Hamas; genel anlamda Filistinliler; İsrail; İran ya da herhangi biri için nasıl iyi olacağını görmek zor.
Aynı dehşet
Her ne kadar başarılı olma şansı düşük olsa da ileriye dönük başka bir yol da hayal edilebilir. Bu yol ertesi gün için bir çözüm getirmeyecek ancak tarafları bugün için daha iyi bir sonuca ulaştırabilir. Şu anda müzakere edilmekte olan, Hamas’ın askeri operasyonlara saatler değil günler süren ciddi bir şekilde ara vermesi ve Gazze’ye yardımın artırılması (ve belki de İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinlilerin serbest bırakılması) karşılığında rehineleri serbest bırakacağı insani duraklamalarla başlamalı. Bu aşamadan sonra müzakereler kademeli olarak ateşkese doğru ilerleyebilir. İsrail ateşkesi reddettiğini söylüyor ve rehinelerin büyük ölçüde serbest bırakılmasından ve Hamas’a karşı askeri bir zafer gibi gösterilebilecek bir kazanımdan önce ateşkesi kabul etmesi pek olası değil. Ancak İsrail’e aynı zamanda Gazze açmazından çıkış için siyasi bir ufuk sunulması halinde İsrail’in hesapları değişebilir.
Böyle bir siyasi ufuk var, ancak rehinelerin serbest bırakılması ve insani bir duraklama daha fazla diplomasi için alan yaratmadıkça gerçekleşmeyecek ve bedavaya gelmeyecek. Hamas’ın mutlak yenilgisini en önemli önceliği haline getiren İsrail, en çok ihtiyaç duyduğu ve değer verdiği şeyi gözden kaçırdı: güvenlik duygusunu yeniden tesis etmek. Geçmişte Filistinlilere karşı ezici güç kullanması barış ve güvenlik yanılsaması yarattı, ancak bunun altında yatan gerçek açıkça farklıydı. Kalıcı bir temelde daha fazla güvenlik sağlamanın daha iyi yolu, İsrail-Filistin çatışmasının çözümünü ön plana ve merkeze koyarken İsrail’in normalleşme anlaşmaları veya başka bir mekanizma yoluyla daha geniş bölgeyle uzlaşmaya varması olabilir. Böyle bir yaklaşım İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşimler ve Filistin devleti konusunda büyük tavizler vermesini gerektirecektir ki Netanyahu hükümetinin ya da benzer düşünen herhangi bir halefinin bunu kabul etmesi pek olası değil.
Bu noktada Amerika Birleşik Devletleri devreye giriyor. Biden yönetimi, İsrail’e kesin destek vererek uluslararası insan hakları ve insancıl hukuk konusundaki çifte standartlarını gözler önüne seren, ABD’nin itibarına büyük zarar verdiği bazı konuları düzeltmek istiyorsa, İsrail-Filistin çatışmasına kalıcı bir çözüm bulmak için büyük bir siyasi girişimde bulunmalı. Bu, Biden’ın kendi siyasi tabanının ve Arap devletlerinin bir kısmının yanı sıra, öfkeli küresel kamuoyunun duygularını dönüştürebilir ya da en azından hafifletebilir. Elbette Biden bu yola girmeye hevesli olmayabilir, ancak bunu yapamaması, özellikle Michigan ve diğer salıncak eyaletlerdeki Arap ve Müslüman Amerikalılar ve genç seçmenler gibi önemli seçmenler arasında gelecek yıl sandıkta onu rahatsız edebilir. (Elbette bunu yapması da İsrail yanlısı ana akım seçmenler nezdinde de ona pahalıya mal olabilir.) Şimdilik ABD, İsrail’e en azından savaş kurallarına uyması, insani molaları kabul etmesi ve mevcut krizden çıkış yolu olarak Gazze’ye çok daha fazla yardım yapılmasına izin vermesi için baskı yapabilir. Herhangi bir çözümün İsrail üzerinde bugüne kadar görülenden çok daha güçlü bir ABD baskısı gerektireceği açık.
Mevcut dinamik Biden yönetiminin aksini yapacağını gösteriyor. İsrail yönetiminin askeri rotasından sapması pek olası görünmüyor. Hamas, Gazze’nin çok ötesinde geniş destek gördü ve almaya devam ediyor. İran ve devlet dışı müttefikleri, İsrail ile topyekûn savaşa girme konusunda isteksiz olsalar da böyle bir savaşa hazırlanabilir ya da savaşın içine çekilebilirler. İsrail’in iki devletli çözümü reddetmesi ve böyle bir geleceğin yok olma ihtimali hem İsrail’in hem de Filistinlilerin yaşayabileceği müzakere edilmiş bir çözüme ulaşma konusunda neredeyse aşılmaz bir zorluk teşkil ediyor.
Ancak denenmemesi halinde İsraillilerin ve Filistinlilerin nesiller boyu aynı dehşeti yaşamaya mahkûm edileceği şüphesiz. İsrail ve Hamas her şeyi riske atma kararlılıklarıyla çatışmaların ve acıların devamına davetiye çıkarıyor.
Ortadoğu
Hürmüz kapanırsa petrol 90 dolara fırlayabilir

Citigroup’a göre, Hürmüz Boğazının kapatılması halinde Brent ham petrolü varil başına 90 dolara kadar yükselebilir.
Şirket, bu önemli su yolunun uzun süreli olarak kapatılmasının olası olmadığını da savundu.
Anthony Yuen ve Eric Lee’nin de aralarında bulunduğu analistler, bankanın mevcut iyimser senaryosuna atıfta bulunarak, “Boğazın kapatılması, fiyatlarda keskin bir artışa yol açabilir. Fakat tüm çabaların yeniden açılmaya odaklanacağı için sürecin kısa olacağını ve birkaç ay sürmeyeceğini düşünüyoruz,” dedi.
Hürmüz Boğazı, Basra Körfezinin girişinde bulunan dar bir su yolu ve OPEC’in önde gelen üreticileri Suudi Arabistan ve Irak da dahil olmak üzere, dünya günlük petrol üretiminin yaklaşık beşte biri buradan geçiyor.
Citigroup’un tahminine göre, birkaç ay boyunca günde yaklaşık 3 milyon varil petrol üretimi kesintiye uğrayabilir.
Citigroup’a göre, İran’ın ham petrol ihracatındaki herhangi bir kesinti, fiyatlar üzerinde beklenenden daha az etki yaratabilir. Banka, ülkenin sevkiyatlarının azaldığını ve Çin rafinerilerinin daha az alım yaptığını belirtti.
Brent vadeli işlemleri şu anda varil başına 77 dolar civarında işlem görüyor.
Ortadoğu
Tahran’ın menzilindeki ABD üsleri

ABD Başkanı Trump’ın İran’a doğrudan saldırı seçeneğini gündeme alması durumunda İran’ın hedef alabileceği ABD üsleri bölgenin dört bir yanına yayılmış durumda. İran’ın Katar’ı bu ülkedeki ABD üssünün meşru hedef olduğu yönünde uyardığı belirtiliyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’a yönelik doğrudan saldırıları gündeme almasıyla, Ortadoğu’daki Amerikan üsleri misilleme tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Tahran yönetimi, saldırı durumunda hızla karşılık vereceğini net bir şekilde duyurdu.
İran Savunma Bakanı Aziz Nasirzadeh, “ABD saldırırsa, bölgedeki tüm ABD üsleri menzilimizde ve cesurca hedef alınacaklar” dedi. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney de sosyal medyadan yaptığı açıklamada, “Eğer ABD bu çatışmaya askeri olarak girerse, uğrayacağı zarar kesinlikle telafi edilemez olacak” ifadelerini kullandı.
Şu anda Ortadoğu’da on binlerce Amerikan askeri konuşlanmış durumda.
Washington Post’un yaptığı derlemeye göre İran’ın olası misillemesinin hedefi olabilecek Ortadoğu’daki Amerikan askeri üsleri şöyle:
Irak’ta Ayn’ül Esad Hava Üssü, başkent Bağdat’ın 240 kilometre batısında yer alıyor ve ABD ile Irak hava kuvvetlerinin ortak kullanımında. Binlerce Amerikan askerine ev sahipliği yapan üs, ülkedeki en büyük ABD konuşlanması olarak öne çıkıyor. İran ve Irak’taki milis güçler tarafından son yıllarda defalarca hedef alındı.
ABD’nin Ocak 2020’de İranlı General Kasım Süleymani’yi öldürmesinin ardından, İran bu üsse 16 füze fırlatmış; 11’i isabet etmiş, onlarca ABD askeri yaralanmıştı. Aynı saldırı sırasında Irak’ın kuzeyindeki Erbil’de bulunan başka bir ABD üssü de hedef alınmıştı.
Irak’taki direniş örgütleri Ayn’ül Esad üssüne en son ağustos ayında füze ve İHA saldırısı düzenledi.
Suriye’deki ABD varlığı da dikkat çekiyor. Trump yönetimi, bu ay yaptığı açıklamada ülkedeki 8 ABD üssünden yalnızca birinin, güneydeki Tanf Üssü’nün korunacağını duyurdu. Ancak çekilme takvimi belirsizliğini koruyor. Tanf’ın 20 kilometre güneyinde yer alan Ürdün’deki Tower 22 adlı ABD ileri karakolu, Ocak 2024’te düzenlenen bir İHA saldırısında üç ABD askerinin hayatını kaybettiği, onlarcasının da yaralandığı olayla gündeme gelmişti.
Basra Körfezi’ndeki stratejik konuşlanmalar
ABD’nin Körfez bölgesindeki en büyük deniz gücü konuşlanması, Bahreyn’deki Deniz Destek Tesisi. ABD 5. Filosu’nun karargâhı olan bu üste yaklaşık 8 bin 300 ABD askeri görev yapıyor. Katar’da bulunan El-Udeyd Hava Üssü ise Ortadoğu’daki en büyük ABD askeri varlığına sahip tesis. Doha’nın güneybatısında yer alan üs, 10 binden fazla askeri ağırlayabiliyor ve ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) için ileri komuta merkezi işlevi görüyor.
Kuveyt’teki Kamp Buehring ve Ali El-Salem Hava Üssü, ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri’nde yer alan El-Dafra Hava Üssü, ABD Hava Kuvvetleri’nin 380. Hava Görev Kanadı’na ev sahipliği yapıyor.
Avrupalı bir yetkiliye göre, İranlı yetkililer bu hafta Katar’a ABD üslerinin olası ABD saldırısına karşılık olarak “meşru hedef” olacağı uyarısını yaptı.
Diplomatik noktalar ve sivil tehditler
Bölgede bulunan ABD büyükelçilikleri ve diplomatik misyonları da potansiyel hedefler arasında yer alıyor. ABD, Irak ve İsrail’deki bazı diplomatik personel ve aile bireylerini tahliye etti.
İran’taki direniş örgütlerinin bölgedeki ABD personeline ve çıkarlarına saldırı düzenleyebileceği iddia ediliyor. Haşdi Şabi bileşenlerinden Hizbullah Tugayları’nın (Ketaib Hizbullah) güvenlik yetkilisi Ebu Ali el-Askeri, “Amerikan üsleri, ördek avına dönüşecek… Gökyüzünde uçaklarını bekleyen sürprizlerden bahsetmeye bile gerek yok” dedi.
Bu gelişmelerin ardından Fransa’nın ulusal havayolu şirketi Air France ve Hollanda Kraliyet Havayolları (KLM) çarşamba gecesi Dubai Uluslararası Havalimanı’na yapılan tüm uçuşları iptal etti. Air France, gerekçe olarak “bölgedeki güvenlik durumunu” gösterdi.
ABD’nin olası saldırı noktaları: Whiteman ya da Diego Garcia
ABD’nin İran çevresindeki üsleri saldırı gerçekleştirebilecek kapasiteye sahip olsa da uzmanlara göre büyük çaplı bir operasyon daha çok bölge dışından desteklenecek.
ABD Hava Kuvvetleri’ne ait B-2 hayalet bombardıman uçağı, İran’ın yeraltındaki Fordo nükleer tesisi gibi hedefleri vurabilecek “sığınak delici” bombaları taşıyabilen tek uçak türü. Bu uçaklar, Missouri’deki Whiteman Hava Üssünden kalkarak Ortadoğu’ya 30 saatten uzun sürede havada yakıt ikmali yapılan uçuşlarla ulaşabiliyor.
Pazar günü ABD, ana karadan Avrupa’ya en az 30 yakıt ikmal uçağı konuşlandırdı.
Olası saldırılar ayrıca, Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia Adası’nda bulunan Deniz Destek Tesisinden de yapılabilir. İngiltere’ye ait olan bu askeri adada ABD ve İngiliz donanması ortak operasyon yürütüyor. Analistlere göre B-2 uçakları buradan İran’a 5-6 saat içinde ulaşabiliyor. ABD daha önce buradan Irak ve Afganistan’a yönelik saldırılar gerçekleştirmişti.
Pentagon ayrıca, bu hafta USS Nimitz uçak gemisini Orta Doğu’ya yönlendirdi. Gemi, bölgede halihazırda görev yapan USS Carl Vinson ile birlikte iki ABD uçak gemisinden biri olacak.
Ortadoğu
Grossi: UAEA raporu İran’a saldırı için temel oluşturmaz

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Rafael Grossi, ajansın İran hakkındaki son raporunun bu ülkeye yönelik bir askeri harekata gerekçe olamayacağını belirtti.
Grossi, CNN‘e verdiği röportajda, belgenin “yeni bir şey içermediğini” vurguladı.
Grossi, “İran’daki nükleer denetimlere ilişkin rapor, herhangi bir askeri eylem için temel teşkil edemez. Askeri harekat, bizim söylediklerimizle hiçbir ilgisi olmayan siyasi bir karar. Ayrıca, bu raporda söylediklerimiz esasen yeni bir şey değil,” diye konuştu.
‘Sistematik nükleer silah programına dair kanıt yok’
Grossi, UAEA’nın elinde İran’ın sistematik bir nükleer silah geliştirme ve üretme programı yürüttüğüne dair herhangi bir gösterge bulunmadığını da sözlerine ekledi.
UAEA Başkanı, 18 Haziran’daki bir başka açıklamasında da İran’ın nükleer silah programı yürüttüğüne dair bir kanıt görmediklerini ifade etmişti.
Grossi, güvenlik koşulları elverdiğinde, ajansın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) kapsamındaki yükümlülükler uyarınca ülkedeki denetimlere devam edeceğini belirtmişti.
İran’ın nükleer programı, Tahran ile Batılı güçler ve özellikle İsrail arasında uzun süredir devam eden bir gerilim kaynağı.
Tel Aviv, İran’ın nükleer silah elde etme niyetinde olduğunu iddia ederken, Tahran ise nükleer faaliyetlerinin tamamen barışçıl amaçlı olduğunu savunuyor.
ABD’li Senatör Warner: İstihbaratımız İran’ın nükleer silah programına dair kanıt bulamadı
-
Görüş4 gün önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Trumpizmin gerici ideoloğu: Curtis Yarvin
-
Asya1 hafta önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Ortadoğu2 gün önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Mevcut jeopolitik değişiklikleri anlamak: Sergey Karaganov ile mülakat
-
Diplomasi5 gün önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Görüş2 hafta önce
Avrupa’nın savunma özerkliği ve Almanya’nın askerî rolü dönüm noktasında
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 3