Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

İsrail, ABD baskısına nasıl direniyor?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, ABD’nin diplomatik baskı girişimlerine rağmen İsrail’in Gazze’deki saldırılarını sınırlandırmayı reddetmeyi nasıl başardığına odaklanıyor. Makalenin yazarı Stephen M. Walt’a göre ABD’nin İsrail üzerindeki sanıldığı kadar etkisi yok. Ancak yine de hatırı sayılır bir nüfuzunu var. Elindeki kozları masaya koysa da İsrail’in geri adım atacağı şüpheli. Walt, İsrail’e geri adım attırmasa bile ABD’nin İsrail’e verdiği desteği önemli ölçüde kesmesi gerektiği görüşünde:

***

ABD’nin İsrail Üzerinde Sanıldığı Kadar Nüfuzu Yok

ABD nüfuzunun temellerine ve bunun yokluğuna yakından bir bakış.

Stephen M. Walt

Biden yönetimi, İsrail’in Gazze’deki misilleme harekâtını durdurmadaki başarısızlığı nedeniyle acımasız eleştirilere maruz kaldı. ABD Başkanı Joe Biden ve yardımcılarının artan ölü sayısından (şu anda 30.000 kişiyi aşmış durumda) endişe duydukları ve İsrail’in evlerini terk etmek zorunda kalan yüz binlerce masum Filistinliye yeterli insani yardımın ulaşmasına izin vermemesinden dolayı hayal kırıklığına uğradıkları bildiriliyor. Yine de Biden ABD’nin silah akışını durdurmadı ve ABD ateşkes çağrısında bulunan üç BM Güvenlik Konseyi kararını veto etti (ABD’nin onaylayabileceği bir kararın üzerinde çalışıldığı bildiriliyor). Kanada’nın aksine ABD, Gazze’deki Birleşmiş Milletler Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA) personelinin Hamas destekçileriyle dolu olduğu yönündeki suçlamalar artık şüpheli görünse de, UNRWA’ya yönelik finansmanı durdurma kararından henüz geri adım atmadı.

Biden’ı eleştirenler, ABD’nin bu durum üzerinde muazzam bir etkisi olduğunu ve Başkan’dan gelecek sert bir sözün -ABD yardımını azaltma ya da durdurma tehditleriyle birleştiğinde- İsrail’i hızla rotasını değiştirmeye zorlayacağını varsayıyor. Ancak bu varsayım sorgulanmayı hak ediyor çünkü zayıf devletler ABD’nin taleplerine uymayı reddediyor ve bazen de bundan paçayı sıyırıyorlar. Sırbistan 1999’da Rambouillet konferansında NATO’nun taleplerini reddetti; İran ve Kuzey Kore on yıllardır yaptırımlara katlanıyor ve meydan okumaya devam ediyor; Nicolás Maduro hâlâ Venezuela’da iktidarda; ve Beşar Esad daha önce ABD’nin “gitmesi gerektiği” yönündeki ısrarına rağmen hâlâ Suriye’yi yönetiyor.

Bu liderler ABD baskısına karşı koyabildiler çünkü Amerikan desteğine bağımlı değillerdi ve her biri boyun eğmekle kaybedecek daha çok şeyleri olduğuna inanıyordu. Ancak Almanya’nın ABD’nin itirazlarına rağmen Kuzey Akım 2 boru hattını inşa etmeye devam etmesinde olduğu gibi, ABD’nin yakın müttefikleri de bazen ABD baskısına direnebiliyor. ABD’ye son derece bağımlı devletler bile şaşırtıcı derecede inatçı olabiliyor: Afgan liderler ABD’li yetkililerin talep ettiği reformları hayata geçirmekte defalarca başarısız oldular ve Ukraynalı komutanların geçen yaz yaptıkları talihsiz karşı saldırıyı planlarken ABD’nin tavsiyelerini reddettikleri bildirildi. Kabil ve Kiev neredeyse tamamen ABD’nin maddi desteğine bağımlıydı ama Washington onlara istediğini yaptıramadı. Benzer şekilde, David Ben-Gurion’dan Binyamin Netanyahu’ya kadar İsrailli liderler her zaman olmasa da birçok kez ABD baskısına direndiler; bu da ABD’nin herhangi bir anda sahip olduğu nüfuzun, ABD’nin cömertliğinin salt büyüklüğünden daha fazlasına bağlı olduğunu gösteriyor. Biden’dan gelecek bir telefon ve ABD yardımını kesme tehdidinin İsrail’in Amerika’nın isteklerini yerine getirmesini sağlayacağını otomatik olarak varsaymamalıyız.

Nüfuz nereden geliyor? Bu konuyu 1987 yılında ilk kitabımın 7. bölümünde uzun uzun yazmıştım. Bağımlı devletlere ekonomik ve askeri yardım, diplomatik koruma ve diğer faydalar sağlamak, hamilere, sağlanan yardım üzerinde neredeyse tekel olduklarında, eldeki konu(lar)a neredeyse bağımlı devlet kadar önem verdiklerinde ve bağımlı devleti itaat etmeye zorlamak için yardım seviyesini manipüle etmenin önünde hiçbir iç engel olmadığında önemli bir koz sağlar. Eğer bir bağımlı devlet benzer yardımı başka birinden alabiliyorsa, ihtilaflı konulara hami devletten çok daha fazla önem veriyorsa ve bu nedenle daha az desteğin bedelini ödemeye istekliyse veya hami devlet yerel veya kurumsal kısıtlamalar nedeniyle desteğini azaltamıyorsa, kozun etkisi azalır.

Bu koşullar, bazı bağımlı devletlerin hamilerinin tercihlerine neden ve nasıl karşı koyabildiklerini ve buna istekli olduklarını açıklar. Eğer hami devlet, zayıf bir müttefikin özünde değerli olduğuna inanıyorsa (örneğin hayati bir stratejik konumda olduğu, benzer değerleri paylaştığı vb. için) ya da bağımlı devletin başarısı haminin itibarına ya da prestijine bağlıysa, o zaman hami devlet, inatla meydan okusa bile bir bağımlı devleti kesip atma konusunda isteksiz olacaktır. Örneğin Sovyetler Birliği çeşitli bağımlı Arap devletlerini hizada tutmakta çok zorlandı çünkü bu devletler Orta Doğu’daki etkisi için kritik öneme sahipti ve Kremlin onların başarısız olmasını (ya da ABD ile yeniden hizalanmasını) istemiyordu. Benzer şekilde ABD, desteğini çekme tehdidiyle Güney Vietnamlı ya da Afgan liderlere baskı yapamazdı çünkü bunu yaparsa bu bağımlı devletin çökeceğini biliyordu. Vietnam Devlet Başkanı Nguyen van Thieu ve Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai bunu gayet iyi anladılar elbette, bu yüzden Washington’un onların davranışlarını kontrol etmesi neredeyse imkansızdı.

Daha da kötüsü, yardım sağlamak kısa vadede kişinin elindeki kozu azaltır, çünkü bir kez verildikten sonra geri almanın bir yolu yok. Henry Kissinger bir gazeteciye verdiği demeçte bu dinamiği mükemmel bir şekilde yakalamıştı: “[İsrail Başbakanı Yitzhak] Rabin’den taviz vermesini istiyorum, o da İsrail zayıf olduğu için taviz veremeyeceğini söylüyor. Ben de ona daha fazla silah veriyorum, o da İsrail güçlü olduğu için taviz vermesine gerek olmadığını söylüyor.” Dahası, zayıf ve bağımlı devletler, daha savunmasız oldukları ve daha fazla risk altında bulundukları için, söz konusu meseleleri genellikle hamilerinden daha fazla önemserler. Ve eğer bir müttefik, ülkesindeki kilit siyasi seçmenler tarafından destekleniyorsa, hamisinin elindeki kozu kullanma ihtimali daha da azalacaktır.

Şimdi ABD-İsrail ilişkilerinin mevcut durumunu ve bunun Biden’ın kullanabileceği gerçek kozlar hakkında bize ne söylediğini düşünün.

Birincisi, İsrail her ne kadar ABD desteğine önceki dönemlerde olduğu kadar bağımlı olmasa da, hem F-35 uçakları ya da Patriot hava savunma füzeleri gibi gelişmiş silah sistemleri hem de hassas güdümlü bombalar ve top mermileri gibi ABD silahlarına erişime hâlâ büyük ölçüde bağımlı. Elbette gelişmiş silahlar üreten tek ülke ABD değil ve İsrail’in de kendine ait sofistike savunma sanayileri var, ancak ABD’nin olası bir kesintisi durumunda, kuvvetlerini yeniden donatmak zor ve maliyetli bir süreç olacak. İsrailli stratejistler uzun zamandır potansiyel rakiplere karşı niteliksel üstünlüğü korumanın hayati önem taşıdığına inanıyor ve ABD desteğinin kesilmesi uzun vadede bunu yapma kabiliyetini tehlikeye atacaktır. Buna BM Güvenlik Konseyi vetoları ya da İsrail’i eleştirmekten kaçınmaları için diğer devletlere yapılan baskılar gibi ABD’nin diplomatik korumasının değeri de eklendiğinde İsrail’in ABD’den aldığı desteğin yerini doldurmak imkansız olmasa da zor olacağı açık. Bu nedenle pek çok gözlemci Biden’ın tek yapması gerekenin ABD desteğini azaltmakla tehdit etmek olduğuna ve Netanyahu’nun buna uymaktan başka çaresi kalmayacağına inanıyor.

İkinci olarak, her ne kadar zayıf devletlere söz konusu meseleleri daha fazla önemsediklerinde baskı yapmak zor olsa da, kararlılık dengesi artık ABD’nin elini güçlendirecek şekilde değişiyor olabilir. ABD, daha önceki Orta Doğu çatışmalarında olduğu gibi, kendi çıkarları daha ağır bastığında İsrail’in davranışını değiştirmesini sağlayabilmiştir. Başkan Dwight D. Eisenhower 1956’daki İkinci Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra İsrail’e Sina’dan çekilmesi için başarılı bir şekilde baskı yaptı ve ABD yetkilileri 1969-70 Yıpratma Savaşı ve 1973 Arap-İsrail Savaşı sırasında İsrail’i ateşkes anlaşmalarını kabul etmeye ikna edebildi. Başkan Ronald Reagan’ın İsrail Başbakanı Menachem Begin’le yaptığı öfkeli bir telefon görüşmesi de İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgali sırasında Batı Beyrut’u bombalamasına son verdi. Bu vakaların her birinde ABD liderleri, ABD’nin daha geniş çıkarlarının risk altında olduğuna inandıkları için güçlü ve başarılı bir şekilde hareket etmişlerdir.

Ancak şu anda hangi tarafın daha kararlı olduğunu söylemek zor. Netanyahu kendi ülkesinde giderek daha az seviliyor olsa da kamuoyu Gazze’deki askeri harekâtı destekliyor ve Netanyahu’nun en yakın siyasi rakipleri bile şu ana kadar onun yanında yer aldı. Buna Netanyahu’nun iki devletli çözüme (ya da Filistinlilerle herhangi bir adil barışa) karşı çıkması, yolsuzluktan yargılanmaktan kaçınma arzusu ve iktidarda kalmak için aşırı sağcı kabine üyelerine bağımlılığı da eklendiğinde, ortaya ABD’nin yardımları kesmeye yönelik açık tehdidine meydan okuyabilecek bir İsrail lideri çıkıyor. İsrail’in bir “muz cumhuriyeti” olmadığını ilan eden Netanyahu, ABD’nin açık uyarılarına rağmen İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) Gazze’nin kalabalık şehri Refah’a saldırmaya devam edeceğinde ısrar ediyor. Ancak konuyla ilgili istişarelerde bulunmak üzere Washington’a bir heyet göndermeyi de kabul etti.

Dahası, Gazze’deki kriz Amerika’nın dünya çapındaki imajına ciddi zarar veriyor ve Biden yönetiminin hem vicdansız hem de etkisiz görünmesine neden oluyor. Sonuçlar bu kadar rahatsız edici olmasaydı, ABD politikasındaki çelişkiler komik olurdu: Washington, Gazze’nin yerinden edilmiş ve aç sakinlerine havadan gıda yardımı yaparken aynı zamanda onları kaçmaya zorlayan ve açlıktan ölme riskiyle karşı karşıya bırakan askeri silahları da tedarik ediyor. Bu durum Biden’ın yeniden seçilme şansını da tehlikeye atabilir ki bu da Beyaz Saray’a sertleşmek için bir neden daha verir.

ABD’nin Gazze’deki durumu İsrail’den daha fazla önemsediğini iddia etmiyorum – İsrail/Filistin’de ne olursa olsun, İsrailliler (ve Filistinliler) için ABD’de nispeten güven içinde yaşayan bizler için olduğundan daha büyük önem taşıdığı açıktır. Demek istediğim basitçe, kararlılık dengesinin Washington yönünde ilerlediğidir, ancak ne kadar olduğunu söylemek mümkün değildir.

Son olarak, iç kısıtlamalar ne olacak? Geçmiş ABD başkanlarının tahmin edilenden daha az baskı gücüne sahip olmalarının ana nedeni, ABD desteğinde anlamlı bir azalma tehdidinde bulunmayı siyasi açıdan riskli hale getiren İsrail lobisinin gücüydü. Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) ve diğer grupların Capitol Hill’de sahip olduğu nüfuz göz önüne alındığında, İsrail’e ciddi bir baskı uygulamak isteyen bir başkan, kendi partisinin üyeleri de dahil her zaman sert eleştirilerle karşı karşıya kaldı. Başkan Gerald Ford bu dersi 1975 yılında, İsrail’in uzun süreli uzlaşmazlığına ilişkiyi yeniden değerlendirmekle tehdit ederek karşılık verdiğinde ve hemen 75 senatör tarafından imzalanan ve bu hamlesini kınayan bir mektup aldığında öğrendi. Barack Obama da aynı dersi başkanlığının ilk yılında Netanyahu’ya yerleşim birimleri inşasını durdurması için baskı yapmaya çalıştığında hem Cumhuriyetçilerden hem de Demokratlardan benzer tepkilerle karşılaştığında aldı. Lobinin etkisi, ABD’li müzakerecilerin uzun ve nihayetinde başarısızlıkla sonuçlanan Oslo barış sürecinde İsrail’den taviz koparmak için neden sadece olumlu telkinler -sopa değil havuç- kullanabildiklerini de açıklıyor.

Bu durum da yavaş yavaş değişiyor olabilir. Apartheid sistemi uygulayan bir devleti savunmak kolay bir iş değil, özellikle de şu anda soykırım yaptığına dair kanıtlanmamış olsa da makul suçlamalarla karşı karşıyayken. Hiçbir hasbara* Gazze’den akan görselleri ya da bizzat IDF askerleri tarafından yayınlanan rahatsız edici TikTok ve YouTube videolarını tamamen ortadan kaldıramaz ve AIPAC gibi grupların nüfuzlarını korumalarını zorlaştırır. Uzun zamandır İsrail’in en sadık savunucularından biri olan Senatör Chuck Schumer, Senato kürsüsünde Netanyahu’nun politikalarının İsrail için kötü olduğunu ilan eden bir konuşma yaptığında, siyasi rüzgarların değişmekte olduğunu bilirsiniz. Amerikan siyasetindeki tutumlar da değişiyor, özellikle de gençler arasında. Her ne kadar ABD desteğinin İsrail’in davranışlarına bağlı kılınmasının önünde hâlâ zorlu siyasi engeller olsa da -özellikle de seçim yılında- bu durum birkaç yıl önceki kadar düşünülemez değil.

Sonuç olarak Washington’un elinde çok sayıda potansiyel koz var ve bu kozu kullanmasının önündeki engeller geçmişte olduğundan daha az. Ancak İsrail’in mevcut liderleri bu konuda son derece kararlı oldukları için, ABD desteğini azaltmaya yönelik inandırıcı tehditler bile onların rotalarını önemli ölçüde değiştirmelerine yol açmayabilir. Biden ya da danışmanlarının mevcut başarısız yaklaşımlarından daha etkili bir yaklaşıma geçmek için gerekli düzenlemeleri yapıp yapamayacakları da belli değil. İsrail’e baskı yapmanın işe yarayıp yaramayacağına odaklanmak yerine sorulması gereken asıl soru, büyük ve giderek kötüleşen bir insani trajediye aktif olarak suç ortaklığı yapmanın Amerika’nın stratejik ya da ahlaki çıkarına olup olmadığı. Amerika Birleşik Devletleri bunu durduramasa bile daha da kötüleşmesine yardımcı olmak zorunda değil.

 

*İsrail Devleti’nin bakış açışı ve siyasetini savunmaya çabalayan iletişim girişimlerini tanımlamak için kullanılan İbranice “açıklama” anlamına gelen bir terim.

DİPLOMASİ

Peru Chancay Limanı, Çin’in Kuşak Yol’u için de yeni fırsatlar açacak

Yayınlanma

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Peru Devlet Başkanı Dina Boluarte perşembe günü Peru’nun Chancay kentinde dev bir limanın açılışını online olarak yaparak 3,6 milyar dolar yatırım çekmesi beklenen ve Çin’den Pasifik Okyanusu üzerinden Güney Amerika’ya doğrudan bir rota oluşturacak bir altyapı projesini kutladılar.

Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği forumu ve Xi’nin Başkan Joe Biden ile yapacağı son toplantı öncesinde gerçekleşen liman açılışı, bir zamanlar ekonomik fırsatlar için öncelikle ABD’ye bakan bir bölgede Çin’in artan etkisinin altını çiziyor.

Xi, Peru’ya varışından önce El Peruano gazetesinde yayınlanan başyazısında “Çin, Perulu dostlarımızla tek yürek ve aynı hedefle el ele çalışmaya ve dostluğumuzun gemisini daha da parlak bir geleceğe doğru yönlendirmeye hazırdır” diye yazdı .

Çin lideri mega limanın açılış töreninde yaptığı konuşmada projeyi “Kuşak ve Yol Girişimi himayesinde Çin-Peru işbirliğinin başarılı bir örneği” olarak övdü.

Xi, yatırımın Çin ve Latin Amerika arasında yeni bir deniz koridoru oluşturacağını, “büyük İnka yolu ile deniz İpek Yolu’nu birbirine bağlayarak Peru ve bölgedeki diğer uluslar için ortak refahın yolunu açacağını” söyledi.

Çin lideri, “2,000 yıldan daha uzun bir süre önce Çinli atalarımız Pasifik boyunca yelken açarak Deniz İpek Yolu’nu oluşturdular ve Doğu ile Batı’yı birbirine bağladılar. Perulu İnka halkı 500 yılı aşkın bir süre önce dağları ve vadileri korkusuzca aşarak And Dağlarını kuzeyden güneye kat eden İnka Yolu’nu inşa etti” dedi ve şöyle devam etti:

“Bugün Chancay Limanı modern İnka Yolu için yeni bir başlangıç noktası haline geliyor. Chancay’dan Şanghay’a, Peru’daki Kuşak ve Yol girişimi kapsamında sadece yeni bir gelişmeye değil, aynı zamanda yeni bir çağ için yeni bir kara-deniz geçidinin doğuşuna tanık oluyoruz.”

Çin lideri ayrıca proje ortaklarını ulaşım kapasitesini artırmaya, hizmetleri iyileştirmeye ve Güney Amerika ile Çin arasındaki bağlantıları güçlendirmeye çağırdı.

Peru lideri Boluarte bu projeyi kıtayı Asya’ya bağlayan potansiyel bir “sinir merkezi ” olarak nitelendirdi ve bunun yılda 8,000 kişiye istihdam ve 4.5 milyar dolarlık ekonomik faaliyet yaratabileceğini söyledi.

Çinli şirketler derin su limanı projesinin neredeyse her aşamasında yer alıyor. Yüksek teknolojili lojistik merkezi, 2019 yılında projeye yüzde 60 hisse almak için 1,3 milyar dolar yatırım yapan Çinli nakliye devi Cosco tarafından işletilecek. Çin devlet medyası, tamamlanmış projenin toplam maliyetinin 3,6 milyar dolar kadar olduğunu tahmin ediyor.

Sadece küçük gemileri elleçleyecek bir liman inşa eden ilk aşamanın bu ay faaliyete geçmesi bekleniyor.

Otomatik kargo vinçleri Shanghai Zhenhua Heavy Industries tarafından tedarik ediliyor. Çinli şirketler tarafından üretilen elektrikli sürücüsüz kamyonlar ise konteyner ve kargoları taşımak için kullanılacak. Bu arada Kongre müfettişleri bu Çinli şirketin ABD limanları için güvenlik riski oluşturduğunu iddia etmişti.

ABD tedirgin

Çin’in bölgede artan etkisinden endişe duyan ABD, Peru’nun Çin askeri gemileri tarafından kıtada bir dayanak noktası olarak kullanılabileceğini öne sürdü.

Kısa bir süre önce emekli olan ABD Güney Komutanlığı eski başkanı General Laura J. Richardson, Financial Times’a verdiği bir röportajda Chancay’in Çin donanmasına ait savaş gemilerine ev sahipliği yapabileceğini söylemişti. Pekin yönetimi projenin ticari çıkarlar dışında bir amacı olduğunu reddetti.

Washington Post’a konuşan, Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nin Amerika Programı Direktörü Ryan Berg, “Çinliler ille de büyük bir gösteri yapmak ve orada bir savaş gemisi konuşlandırmakla ilgilenmiyorlar, ancak bunun bir seçenek olduğunu bilmek istiyorlar” dedi.

Liman, kıtanın Çin ile giderek güçlenen bağlarını vurguluyor.

Çin’in Latin Amerika’daki yatırımları, madencilik ve diğer maden çıkarma endüstrilerinin ötesine geçerek hızla gelişiyor.

Peru bölgesel merkez olabilir

Bu arada Peru kamuoyu, bölgeye yatırım çekecek bir yüksek teknoloji merkezi olasılığını memnuniyetle karşıladı.

Tamamlandığında limanın 15 rıhtımı, Güney Amerika’da Panama Kanalı’ndan geçemeyecek büyüklükteki taşıyıcı gemilere ev sahipliği yapabilecek ilk yer olacak.

Çinli araştırmacılar, bu rotanın maliyetleri düşüreceğini ve sefer sürelerini 10 ila 20 gün kısaltarak bölgedeki diğer merkezlerden iş çekeceğini söyledi.

Ayrıca Peru’yu yeni ihracat pazarları ve hatta kıtada fabrika kuracak yerler arayan Çinli şirketler için cazip bir yer haline getirebilir. Haziran ayında Çin’e yaptığı bir ziyarette Boluarte, Çinli elektrikli otomobil devi BYD’nin ülkede bir montaj tesisi kurmayı düşünmesinin nedeni olarak Chancay’i gösterdi.

Peru liman otoritesi bu yıl Cosco’nun yatırım anlaşmasının şartlarını değiştirmeye çalıştı ve Çinli firmaya liman üzerinde 30 yıl boyunca münhasır işletme hakkı vermeyi kabul ederken “idari bir hata ” yapıldığını öne sürdü. Dava, Boluarte’nin Xi ile görüşmek üzere Çin’e gitmesinden günler önce haziran ayında düştü.

Chancay, Xi tarafından 2013 yılında başlatılan ulaşım ve teknoloji altyapısı inşa etmeye yönelik 1 trilyon dolarlık bir plan olan Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında 40’tan fazla limandan oluşan genişleyen bir küresel ağa katılacak.

Xi ve Boluarte’nin ayrıca genişletilmiş bir serbest ticaret anlaşması imzalaması bekleniyor. Çin on yıldır Peru’nun en büyük ticaret ortağı konumunda. İki ülke geçen yıl 36 milyar dolarlık mal ticareti yaparken, Peru’nun ABD ile ticareti 21 milyar dolardı.

Pekin için liman, Peru ve komşu ülkelerdeki bir dizi mevcut yatırımı bir araya getirmeyi vaat ediyor.

Çin, Chancay’ı Latin Amerika’daki en büyük ticaret ortağı olan Brezilya’ya bağlayan bir demiryolu hattı inşa etmeyi hedefliyor ve Çinli firmalar Lima’nın elektrik dağıtımını devralma sürecinde.

Peru madencilik sektöründeki Çin yatırımlarının toplamı 11.4 milyar dolar. Bunun büyük bir kısmı elektronik ve temiz enerji teknolojilerinin üretimi için gerekli olan bakıra erişimi güvence altına almaya odaklanmış durumda.

Dünyadaki bakır rafinasyonunun neredeyse tamamı Çin’de gerçekleştiğinden, Chancay limanı Pekin’in Güney Amerika’nın ikinci en büyük ham bakır üreticisindeki madenlere erişimini geliştirmesine yardımcı olacak.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Çin’in en büyük bankalarından biri, Rusya’ya yapılan yuan transferlerini engellemeye başladı

Yayınlanma

Çin’in dördüncü büyük bankası Bank of China, Rusya ile ticari ilişkileri bulunan ülkelerden yapılan yuan transferlerini engellemeye başladı.

RBK gazetesine konuşan iş insanları, avukatlar ve danışmanlar, varlıklarına göre Çin’in dördüncü büyük bankası olan Bank of China’nın, Rusya’nın mal alımı için kullandığı bazı ülkelerden yuan transferlerini engellemeye başladığını belirtti.

Örneğin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) merkezli bir şirket, kısa süre önce Kazakistan’daki Bank CentreCredit’ten Çin’in Chouzhou Commercial Bankası’na yuan transfer edemedi.

İhracatçılar ve İthalatçılar Birliği Hukuk Komitesi Başkan Yardımcısı Vladislav Donçenko, bu işlemin, Kazakistan bankasının muhabir bankası olarak görev yapan Bank of China tarafından bloke edildiğini açıkladı.

Donçenko, şirketin ne yöneticisinin ne de kurucusunun Rusya ile resmi bir bağı bulunmadığını vurguladı. Ayrıca, Chouzhou Bank’ın artık yalnızca doğrudan muhabir ilişkiye sahip olduğu bankalardan ödeme kabul ettiğini belirtti.

ITSWM Danışmanlık Şirketi kıdemli analisti Giorgiy Okromçedlişvili ise, benzer sorunların Gürcistan ve Ermenistan’daki bankalardan Çin’e para aktarırken de yaşandığını ifade etti.

Diğer yandan Rus-Asya Sanayiciler ve Girişimciler Birliği Genel Konseyi Sekreteri Maksim Spasskiy, bu tür vakalardan haberdar olduğunu söyledi.

Bank of China’nın, Çin bankaları arasında en katı ve karmaşık uyumluluk prosedürlerine sahip olduğunu belirten Spasskiy, “Ufak bir risk şüphesi bile ödeme yapmayı reddetmelerine yol açabiliyor,” dedi.

Genel olarak, Çin’den yapılan mal alımları söz konusu olduğunda, sıradan ürünler için (örneğin tekstil ürünleri) ödemeler genelde küçük bölgesel bankalar aracılığıyla yapılabiliyor.

Fakat karmaşık ekipman veya elektronik ürünlerin teslimatı söz konusu olduğunda ve ödeme yapan şirket BAE, Kırgızistan veya Kazakistan merkezliyse, süreç daha da karmaşıklaşıyor.

NSP Hukuk Bürosu ortaklarından Aram Grigoryan, Çin bankalarının, aynı müşterinin hesapları arasında bile para transferi seçeneklerini giderek daha fazla daralttığını ve bu durumun kötüleşeceğini söyledi.

Grigoryan, “Bazı durumlarda, Çin bankaları yabancı bir banka hesabından Çin’deki bir banka hesabına ödeme yapılması için özel izinler talep ediyor,” ifadelerini kullandı.

BGP Litigation avukatı Kseniya Mudrik, Bank of China’nın, Rusya ile bağlantılı tarafların doğrudan veya dolaylı katılımıyla gerçekleşen sınır ötesi ödemelerde muhafazakâr bir politika izlediğini belirtti.

Nordic Star hukuk firmasının yönetici ortağı Andrey Gusev de Bank of China’nın bu tedbirleri yalnızca uluslararası baskılar nedeniyle değil, aynı zamanda iç düzenlemeler doğrultusunda aldığını ifade etti.

Rusya’dan yapılan ödemelerle ilgili sorunlar, Ukrayna’daki savaş nedeniyle 2022’de başlayan yaptırımların bir sonucu olarak ortaya çıktı. Aralık 2023’ten itibaren, “dost” ülkelerden bazı bankalar, ABD Başkanı Joe Biden’ın kararnamesi nedeniyle Rus şirketleriyle çalışma politikalarını daha da sıkılaştırdı.

Söz konusu kararnamede, yabancı bankaların, Rusya’dan yaptırım altındaki kişilere yönelik işlemleri kolaylaştırmaları veya Rusya’nın savunma sanayiine tedarik sağlamaları durumunda cezai yaptırımlara maruz kalabileceği belirtiliyor.

Çin-Rusya ödemeler sorunu

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Hırvatistan, 91 milyon dolarlık Bayraktar TB2 alacak

Yayınlanma

Hırvatistan hükümeti perşembe günü yaptığı açıklamada, parlamento komitesinin ABD yapımı roket sistemlerinin alımını desteklemesinden birkaç gün sonra, 86 milyon avroluk (91 milyon dolar) bir anlaşmayla Türkiye’den insansız hava araçları satın alacağını söyledi.

Hükümetten yapılan açıklamada, Bayraktar TB2 SİHA’larının 2026 yılına kadar satın alınmasının onaylandığı belirtildi.

Altı insansız hava aracının yanı sıra çeşitli ekipman ve uzmanların eğitimini de içeren anlaşmanın Hırvatistan ordusunun “çağdaş tehditlere başarılı bir şekilde yanıt vermesini” sağlayacağı belirtildi.

Salı günü ayrıca parlamentonun savunma komitesi ABD’den yaklaşık 290 milyon dolar değerinde sekiz adet HIMARS füze sisteminin satın alınmasını onaylamıştı.

Genelkurmay Başkanı Tihomir Kundid bunun ülkede “topçu füze birliklerinde yeni bir dönem” anlamına geleceğini söyledi.

Perşembe günü hükümet ayrıca Almanya’dan 50 adede kadar Leopard tankı satın almak için hazırlıklara başladı; bu işlem eski tanklarının ve diğer askeri ekipmanlarının bir kısmının Ukrayna’ya gönderilmesini de içeriyor.

Hırvatistan Savunma Bakanı Ivan Anusic ve Alman mevkidaşı Boris Pistorius tarafından ekim ayı sonunda imzalanan niyet mektubu, Zagreb’in Kiev’e 30 tank, 30 savaş aracı, mühimmat ve ekipman teslim etmesini ve bunların değerinin yeni Leopard 2A8’lerin toplam fiyatından düşülmesini öngörüyor.

Hem Avrupa Birliği hem de NATO üyesi olan Hırvatistan, nisan ayında Fransa’dan satın aldığı 12 savaş uçağının ilk partisi olan altı Rafale savaş uçağını teslim aldı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English